İRAN'IN KÜLTÜR TARİHİ
Arkeoloji ve tarih araştırmalarının bugün ki Medeniyeti verimlerine göre İran, ilk medeniyetin en eski izlerini sinesinde barındıran bir ülkedir. Bu memleketin kuzey-doğu, kuzey ve batı bölgelerinde yapılan kazılar, menşei Aral gölüyle Altay dağları arasındaki alana dayanan medeniyet tohumlarının İran'da yayılış yönlerini belirttiği gibi, gelişme merkezlerini de meydana çıkarmıştır. Bu araştırmaların belirttiğine göre Avrupa henüz paleolitik medeniyetin son merhalesinde iken İran ve Yakın Şark bakır çağında süratle ilerliyorlardı. Buralarda da gerçi taş aletler kullanılıyordu. Fakat, madeni tanımış olan insan, bunlardan faydalanmak yollarını bulmağa koyulmuş, aynı zamanda ağaçları ve hayvanları da evcilleştirmeğe başlamıştı.
Arkeologlar, Cemdet-Nasr’da has buğdayla altı sıralı, arpa taneleri bulmuşlardır. Bu keşif, Türkistan'ın kuzey-doğu İran sınırına yakın bölgesindeki Anav'da yapılan kazılarda en aşağı tabakada bulunan buğday ve arpa tanelerinin keşifleri derecesinde önemlidir.
İran'ın her tarafında bulunan renkli keramikler üzerinde koyun ve uzun boynuzlu hayvanları tasvir eden resimler bulunması, bu hayvanların evcilleştirilmiş olduğunu anlatmaktadır. İran'ın Bakır çağı insanları tarafından yapılmış olan bu keramikler, bu memleketin eski kalkolitik çağı keramiklerinin tevalisidir.
Sus I keramikleri denilen ilk keramiklerin tekâmül etmişleri Zagroslarda Nehavend ve Kirmanşahda, güneyde Buşir'de, Tahran civarında, plâtonun merkez bölgesinde, Şirazda ve Kaşan'da, Seistan’da ve doğu Belucistan’da bulunmuşlardır.
Bütün bu yerlerden çıkarılan materyellerin heyeti umumiyesi, keramik medeniyetinin ilerleyen bir gelişme gösterdiği çağlarda, İranda yayılmış olan renkli keramik medeniyetinin olduğu gibi kaldığını göstermektedir. Yalnız plâtonun güneybatı kenarındaki Sus’ta medeniyet Mezopotamya ile ahenkli olarak gelişmekte devam etmiştir.
Çünkü o zamanki tabiî coğrafya durumuna göre Sus, filizlerin gelişme ve serpilmelerine en çok elverişli bir alanda bulunuyordu.
Zagros eteklerinin aşağı Mezopotamya'ya hakim tepelerinde kurulan Sus şehri M.ö. dördüncü binden beri meskûn bulunuyordu. Diğer merkezlerde de pek kıymetli eserler bulunmuş ise de hiç bir yerde Sus’ta olduğu gibi prehistorik devirlerden itibaren medeniyet gelişmesinin bütün safhalarını belirten bol anıtlar, yazıtlar ve diğer eserler bulunamamıştır.
Halbuki Sus kazıları bize türlü devirleri canlandıran beş medeniyet kalıntılarını kapsayan tabakaların birbiri üzerine yığılmış olduklarını göstermiştir. En aşağıda 20 -25 metre derinlikte ve ham toprak üzerinde bulunan eserler, prehistorik devir medeniyetini belirtmektedir. Bu tabaka üzerindeki ham bir toprak tabaka üstünde de ikinci bir medeniyet eserleri bulunmuştur. Evvelki tabakadakilere nisbetle müterakki olduğu anlaşılan bu tabaka medeniyeti, ile tarihe girilmiş, ilk Elâm hiyeroglif yazısı bu devirde görülmüştür. Sus II adı verilen bu ikinci tabaka medeniyeti tarihî devirde Sinear’ın Akad krallığı zamanına kadar devam etmiştir.
'Bunun üzerindeki üçüncü tabaka medeniyeti ise bu zamanda ikinci bin başlarına, yani Sinear”ın birinci Babil krallığı devrine, dördüncü tabaka ise İran’da tek bir devlet kuran ve bütün Ön Asya'yı hükmü altında toplayan Ahamaniş’ler zamanına yani M. ö. altıncı asır ortalarına kadar süren zamana ait eserleri ihtiva etmektedir. Gerçi yukarıda görüldüğü gibi, Asur krallarından Asurbanipal İran’ın güney -batı bölgesindeki belli başlı şehirleri yıktırmış, medeniyet eserlerini Ninova’ya götürmüş veya yakıp yıkmış olmakla beraber, Ahamaniş'lerin zuhuruna kadar geçen 77 yıllık devirde İran medeniyetinde bir değişiklik olmamıştır.
İran'ın bu eski medeniyeti bir çok bakımdan Sinear'ın Sumer medeniyetine benzemekte ise de, Akad 'lar zamanından sonra sıkı münasebetlerin artmasına rağmen, genel esaslarda derin ayrılıklar bulunduğu anlaşılmaktadır. Bu ayrılıklar, sâmî ırkın hususiyetlerini belirten cihetlere taalluk etmektedir. Kadının şahsiyeti hakkında Elâmlı’larla Mezopotamya sâmileri arasındaki telâkki ayrılığı bunun güzel bir misalidir. Sâmiler kadın için bir şahsiyet ve hak tanımadıkları halde, Elâmlılarda kadın erkek kadar ve hatta ondan üstün haklara sahip bir varlık telâkki edilmektedir.
İran’da ilk devlet teşkilâtı
Elâmlılar, takvim hususunda da sâmîlerden ayrılmışlardır.
Sâmi kavimler umumiyetle ay (kamer) takvimi kullandıkları halde Elâmlılar Zühre yıldızının hareketine göre düzenlenmiş bir takvim kullanmışlardır.
Bugüne kadar ele geçen yazılı tablet ve stellerden ilk devirlerde İran’ı işgal etmiş olan ve veraset brakisefal dalgalarının, yerleştikleri bölgelerde, birbirlerine nisbetle bağımsız bir takım küçük prenslikler kurmuş oldukları anlaşılmaktadır.
Başlangıçta bu küçük prenslikler bir site ile çevresindeki toprakları ihtiva eden küçük varlıklardı. Bu küçük prensliklerin gelişme seyri hakkında bilgimiz yalnız güney-batı Iran bölgesine inhisar etmektedir. Elâm adı verilen bu bölgede ikinci binin başında duruma hâkim olan Silhaha hanedanı feodalite temeline dayanan bir devlet usulü kurmuştur.
Bu usule göre, hanedanın en büyük ve kudretli şahsiyeti büyük kral tanınıyor, diğer sitelerin başında da bu hanedana mensup prensler bulunuyorlardı. Baş kral Sukkalmah unvanı ile anılıyor, sülâleye mensup küçük krallara da Sukkal, yani nâzır unvanı veriliyordu . Bu küçük prensler, yaşlarına göre inhilâl oldukça aşağıdan yukarıya derece derece yüksele yüksele baş krallığa kadar çıkabiliyorlardı. Buna göre meselâ ilk kademede Sus sukkalı unvanını taşıyan bir prens sonra Sus-Anzan sukkallığına yükseliyor, daha sonra da Sukkalmah yani baş kral oluyordu. Görülüyor ki baş kralın veliahtı oğlu değil, kardeşleri veya onların çocukları, yani hanedan prenslerinin yaşça en büyüğü oluyordu. Bu sebepten Elâm'da yalnız baş kral değil, bütün hanedan prensleri kutsî bir mahiyete haizdi. Yani kutsiyet fertlere değil, hanedana isnat ediliyordu. Sonraları küçük prenslerden bazılarının Sinear'ın site beyleri gibi Ensi (Patesi) unvanı ile de anıldıkları görülmektedir.
Prensler, hangi unvanı taşırlarsa taşısınlar, her zaman bulundukları yerde hem din ulusu, hem de hükümdar tanılıyorlardı. Öyle anlaşılıyor ki Sumer’lerde görüldüğü gibi, Elâm'lılarda da krallara, tanrıların vekili gözü ile bakılıyordu. Bu yüzden otoriteleri de sınırsız idi.
Elâmlar, en eski zamanlardan itibaren idarî teşkillerini olduğu gibi muhafaza etmişlerdir. M. Ö. üçüncü bindeki teşkilat ile Asurlular devrindeki teşkilât arasında büyük ayrılıklar görülmemesi bunu göstermektedir. Sinear’a yakın yerlerde veya Sinear'da hüküm süren Elâm prenslerinden bazıları istisna edilirse, aynı muhafazakârlık isimlerde de görülmektedir. En eski çağlarda hükümdar adlarını, birinci bin ortalarına doğru yaşayan prensler de aynen taşımışlardır.
Elâm'da askeri ve mülkî idare birbirlerinden ayrı idi. Fakat kral, her iki idarenin başı ve âmiri idi. Kralın yanında dörtler kurulu denilen bir danışma meclisi vardı. Dörtler kurulu, Başişu-rabu (baş kişi) denilen baş rahiple muavini, askerî komutan ve baş yargıçtan teşekkül ediyordu. Önemli işler görüşülürken dörtler kuruluna kral başkanlık ederdi.
Veraset Elam’larda kutsiyet hanedana ait olduğundan tahta kanuna varis olabilmek için baba gibi ananın da hanedana mensup prenseslerden olması şarttı. Bu sebepten tahta çıkacak prensler, birbirleriyle evlenen iki kardeşin çocukları oluyorlardı. Hanedana mensup bir prensesin en büyük erkek kardeşiyle evlenmesinden dünyaya gelen çocuk kanuni varis oluyordu.
Son zamanlara kadar sıkı sıkıya riayet edilen bu kanuna göre kral öldüğü zaman yerine alt payedeki erkek kardeşi geçiyor, dul kalan kız kardeşiyle evleniyor, karısının büyük kardeşinden olan çocuklarını evlat ediniyordu Bu kral da öldüğü zaman tahta, kendinin de evladı sayılan bu prenslerden en yaşlısı geçiyordu.
Yakın evlenmelerle hanedan prenslerini bünyece gittikçe zayıf düşüren bu kanun neticesindedir ki, bunlarda sar'a vesair asabi ve bünyevi hastalıklar çok görülüyordu. Yine bu kanun neticesi olarak memlekette sık sık iç kargaşalıklar baş gösteriyordu. Çünkü yaşları küçük prensler arasında kudretli ve haris adamlar bulunduğu zaman bunlar, yaşça büyük olan liyakatsiz kardeşi düşürerek yerlerine geçmek için entrikalar çeviriyor, ihtilaller çıkarıyorlardı.
Elam'da kadının faaliyet alanı evle sınırlandırılmamıştı. Hayat alanında erkekle kadın aynı haklara sahipti. Kadınlar da ortaklık eder, taahhütlere girişir, mukaveleler yapar, hakimlik eder, köle ve cariye sahibi olabilirlerdi. Rolünün ve öneminin zamanla artmış olduğunu görüyoruz. En eski Elam belgelerinde, hükümdarların adları ile beraber, analarının, kız kardeşlerinin, hemşirelerinin ve kızlarının da adlarını görmekteyiz.
Daha sonraki çağlarda krallığa vâris olmak için, ananın birinci derecede nazarı itibare alınmış olduğu anlaşılıyor. Bu kanuna göre tahta varis olmak hakkı, baba ile değil ana ile gerçekleşmektedir. Yani tahta çıkmak için bir kral sulbünden gelmiş olmak kafi değildir. Behemahal hanedana mensup bir prensesten doğmuş olmak şarttır. Ana kraliçenin, ölünceye kadar saltanat ortaklığı devam etmektedir. Elam'lılar gibi Sumerler ve Etrüskler'de de kadın hakkı erkekten üstün tutulmuştur.
Fikirlerin birtakım işaretlerle belirtilmesi usulü Elam’da pek erken bulunmuştur. Fakat, Elam keramikleri gibi Elam'ın ilk hiyeroglif yazı işaretlerinin belirdiği zamanı tayin için de elde hiçbir belge yoktur. Mezopotamya'da ilk kil tabletler, Uruk’da bulunmuşlardır. Cemdet-Nasr'da ise piktografik tabletler elde edilmişlerdir. İhtimal-ki Elam hiyeroglifleri de aynı çağlara aittir. Sus yazıtları gibi merkezî İran belgeleri de, Proto - Elamit denilen şekillerle yazılmışlardır. Sus ve Uruk yazılarının bir menşeden çıktıkları sanılıyor. Fakat birbirlerinden farklı olarak gelişmişlerdir. Sonraları Elam'lılar Sumer yazısını aldıklarından tabiatiyle kendi yazıları gelişememiştir, Basra körfezinde o zaman Liyan denilen bugünkü Buşir adasında bulunan bir yazıt, Elam’ların Akad kıralı Sargon I den pek az evvel dillerini Sumer işaretleriyle yazmağa başlamış olduklarını meydana koymuştur. Elâm'lar, sonraki zamanlarda ve hele XII inci yüzyılda Elam dilinin esas noktalarını belirten birçok yazıtlar bırakmışlardır. Şikago üniversitesi şark dilleri profesörü George G. Tameron, Şikago Şark Enstitüsünün tertip etmiş olduğu büyük Asur lugatini örnek alarak yazıtlardan çıkardığı kelimelerle bir Elam lügati yapmıştır.
Elam dili Proto-Elamit yazıtların incelenmesinden çıkan sonuçlara göre Elam dili bitişken bir dildi. Bu bakımdan Sami ve Hind-Avrupalı dillerden ayrılıyordu. Filoloji incelemelerinin belirttiğine göre Elam'lıların konuşma dilleriyle yazı dilleri arasında dikkate şayan ayrılıklar vardır. Elâm’lılar yazıda tanınan konsonlarla, yoğun konsonlar arasındaki farkı nadiren belirtmişler, çok defa bunları birbirleri yerinde kullanmışlardır. Bu sebeptendir ki krallarından birinin adı bazı yazıtlarda Kudur, bazılarında Kutur veya Kutir, bir tanrı adı ise bazan Lagamer bazan da Lakamer, bir memleket adı da Anzan ve Anşan şekillerinde yazılmışlardır.
Türkçede olduğu gibi Elâm dilinde de müzekker isimle müennes isim arasında fark yoktu. Elâm’canın karakteristik unsurlardan büyük bir kısmının, Kas, Lulubi, Guti, Haldi, Hurri dilleriyle bazı Küçük Asya kavimlerinin (Proto-Hatti, Likya’lı, Lidya’lı ve Etrüsk’lerin) dilleri ile müşterek olduğu anlaşılmaktadır. Her halde Elâm dili ile bu diller arasındaki benzerlik, hepsinin tek bir menşeden çıkmış olduğunu belirttiğine göre, bu dilleri konuşan kavimler arasında etnik bir akrabalık olduğu şüphesiz görünmektedir.
İran'dan Mazdeizimden önce İran’ın türlü bölgelerinde yaşayan halkların, dini telâkkileri hakkında esaslı bilgimiz olanı yalnız Elâmlılardır. Diğer bölgelerde yaşayanlar, yazılı belge bırakmamış olduklarından, oralardaki insanların dini telâkkileri hakkında ancak ihtimal yürütülebilir. Elâm’lılar, İran'ı ilk önce istilâ eden halka mensup bir grup olduklarına göre, türlü bölgelerde yapılan kazılarla meydana çıkarılan bu çağların genel kültür eserleri arasındaki benzerliğin, din telâkkisinde de mevcut olmaması için hiç bir sebep yoktur. Buna göre Elâm'ın din telâkkisi bakımından geçirdiği anlaşılan üç merhaleden birincisinin, yani naturizm'in, İran'ın Elâmlılarla bir soydan inen bütün halkı arasında müşterek bir din telâkkisi olması pek tabiidir.
Öyle görünüyor ki ilk çağlarda Elâm'da olduğu gibi Iranın kazılarla meydana çıkarılan türlü merkezlerinde yerleşen insanlar nazarında bazı ağaçlar, nebatlar, hayvanlar mukaddes tanılıyor, bunlarda mukaddes bir varlık bulunduğuna inanılıyordu. Bunlardan başka güneş ve ay başta gelmek üzere gökteki yıldızlara da tanrılık isnat ediliyordu.
Din fikrinin ilk gelişme devresi olan bu çağlara ait olarak Sus'ta bulunan anıtlarda yıldızlara, nebatlara, hayvanlara ve hele Kaprides’e ait bir takım İlâhî tasvirler görülmektedir. Anlaşıldığına göre bu çağlarda Elâm'da Kaprides’e neşvünema tanrısı rolü isnat olunuyor, sarılmış yılanlar, gergin kanatlı kartallar, tanrılık sembolü olarak tasvir ediliyordu.
İlk çağlara ait bu gibi semboller arasında bir sap üzerinde bulunan üçgen şeklinde bir mızrak da görülmektedir. Bu mızrağı, Babil tanrısı Marduk'un marru veya mar denilen silâhına benzetebiliriz.
Elâm’da dinî gelişmenin ikinci merhalesi, hayvan şeklinde tanrıların zoomorf ve bilhassa insan başlı arslanların belirmesiyle ayrılır. İlk zamanlarda koruyucu tanrılar telâkki edilen zoomorflar, sonraları cinleri temsil için yapılmışlardır.
Din telâkkisinin yükseldiği devri temsil eden üçüncü merhalede tanrılar, insan şeklinde tasavvur edildiğinden adsızlıktan kurtulmuşlar, kendilerine isnat edilen rollere göre isimler almışlardır. Bu suretle tanrıların mahiyetleri ve rolleri belirtilmiştir.
Sus'un Asur'lular tarafından yakılıp yıkıldığı zamana kadar süren bu devirde, Elâm dini, çok tanrılı bir din olmak karakterini taşıdığından, tanrıların sayısı pek çoktu. Bunlardan bir kısmının adları Akad ideogramlariyle yazılmış olduklarından ancak rolleri anlaşılmakta, Elâm dilindeki adları bilinememektedir. Meselâ Tanrı-Güneş anlamını ifade eden ideogramın Akkadca karşılığı Şamaş olduğu halde, Elâmca karşılığı tabiî başka idi. Elâm'lılar belki bu ideogramı Nahhunte diye telâffuz ediyorlardı. Nahhunte hem ışık, hem de adâlet tanrısı tanılıyordu.
Sayısı fazla olan tanrılardan resmî belgelerde en üstün olarak belirtilen iki tanrıdır. Bunlardan biri Huban, diğeri de İnşuşinak'tır. Elâm yazıtlarında birincinin adı çok defa Akad ideogramile yazılmış ve (büyük bütün) anlamı verilmiştir. İnşuşinak ise (Sus Hüdası) diye tasvir edilmiştir.
İnşuşinak, adının belirttiği gibi, yalnız Sus sitesi tanrısı değildi. Umumî telâkkiye göre tanrıların başı, yerin ve göğün mevlâsı, kâinatın yaratıcısı idi. Bazan kendisine Babil tanrısı Adad’a isnat edilen roller veriliyor, ona yıldırım ve fırtına tanrısı gözüyle bakılıyor, bazan da bolluk getiren feyiz ve bereket tanrısı diye niyaz ediliyordu.
Elâm kralları bu iki tanrının üstünlüklerini belirtmiş olmakla beraber Kiririşa adındaki üçüncü bir tanrının da onlardan aşağı olmadığı anlaşılıyor.
Yazıtlarda Kiririşa ana tanrıça olarak tasvir edilmektedir. Elâm’ın her yerinde kilden küçük istatülerinin yapılmış olması, bu ana tanrıçanın Elâm’lıların nazarında yüksek bir mevkii olduğunu gösteriyor. Kiririşa, Babil’in büyük tanrısı Marduk’la bir tutulan tanrı Huban’ın zevcesi idi.
Elâm panteonunu dolduran tanrılar arasında Şimut, Lagamer, Partikira, Aman Kasibar (bazıları bunu Huban’ın aynı sayarlar), Uduran (Hutran), Şapak, Ragiba Sungursara, Karsa, Kirsamas, Şudanu, Aiapaksina, Belala, Panintimri (Pinikir) Napirtu (Napir), Kindakarbu, Silagara, Napsa adları son zamanlara ait yazıtlarda çok geçmektedir. Bunlardan Lagamer'e Sumer’lerin akıl ve bilgi tanrısı sayılan Ea’nın oğlu nazariyle bakılıyordu. Bu tanrılardan bazılarının İran’ın Elâm bölgesi dışında yaşayan kavimlere ait olmaları kuvvetli bir ihtimal dahilindedir. Bunlardan tanrı Şapak'ın, Kas’ların Şipak adlı tanrıları olması bu ihtimali kuvvetlendirmektedir. Asur’luların Elâm’ı istilâsından sonra Ninova'ya götürülen bu tanrılara orada da tapınıldığı, Asur tabletlerinden anlaşılıyor.
Yazıtlarda bunlardan başka Hurbi, Narut, Amal, Ninkarak adlarındaki tanrılardan da bahsedilmiştir. Kendilerinden yardım istenilen bu tanrılara ait kült şekilleri hakkında bilgimiz yoktur. Elâm’lılar, Sinear’ı istilâ ettikleri zaman tanrılarını da beraber götürmüş oldukları gibi, Elâm bölgesi Akad ve üçüncü Ur sülâlesi hükümdarları tarafından istilâ edildikten sonra Sinear tanrıları da Elâm'a sokulmuşlardır. Elâm’da takdis edilen Sinear tanrılarının başında Uruk tanrıçası Nana bulunuyordu.
Tapuakkr Çok tanrılı bir dine bağlı olan Elâm’lıların, Ön Asya’nın o çağlardaki diğer kavimleri gibi, tapınak kurmağa büyük önem vermiş, krallar bunu kendilerinin ilk ve büyük ödevleri saymışlardır. Bu sebepten her sitede ayrı ayrı tanrılar adına büyüklü küçüklü bir takım tapınaklar kurulmuş: olduğunu, bu zamanlardan kalan yazıtlardan öğreniyoruz. Fakat bu yazıtlarda tapınakların binaları, içleri ve buralarda yapılan kültler, ibadetler hakkında esaslı bilgi verilmemiş, yalnız bunların ya yeniden kuruldukları veya tamir edildikleri anlatılmıştır.
Elâm'ı istilâ eden Asurbanipal askerlerinin hiç bir iz bırakmayacak surette Elâm şehirlerinde yaptıkları yağma ve tahripler, yazıtlarda sık sık inşa veya tamirlerinden bahsedilen bu tapınakların plânları ve tezyin şekillerini belirtecek izleri silip süpürmüştür. Yalnız büyük kral Şilhak-lnşuşinak'ın yaptırmış olduğu iki tapınak grubu hakkında, tesadüfün yardımı ile ele geçen ve üzerinde bu tapınakların plânları bulunan bronz levha ile, Sus’ta yapılan kazılarda bunların harabelerinin meydana, çıkması, bu harabelerde bir çok eserler, yazılı steller ve heykeller bulunması sayesinde, az çok bir fikir edinmek mümkün olabilmiştir. Bundan başka Sus'u yıktıran Asurbanipal'in bu tapınakları tasvir eden büyük yazıtının bulunması da oldukça aydınlığı artırmıştır.
Bronz levhadaki plânın belirttiğine göre, bu iki tapınak grubundan küçüğü iki, büyüğü ise üç katlı idi. Tapınak kuleleri çini ile kaplanmış, fil dişi ile süslenmişlerdi. Bronz levhanın çıkıntısı üzerinde bulunan yazıtta doğan güneş unvanı ile anılan büyük kral Şilhak-lnşuşinak’ın bu tapınakları nasıl yaptırmış olduğu anlatılmaktadır. Bu yazıttan öğrendiğimize göre iki tapınak gurubundan küçüğü daha eski zamanlarda Sinear'ın üçüncü Ur sülalesi büyük hükümdarı Şulgi tarafından tanrıça Ninhursag için yaptırılmış olan tapınağın yerinde kurulmuştu. İhtimal ki kral Şilhak-lnşuşinak devrinde bu tanrıça Elâm'da Kiririşa veya Pinikir adiyle anılıyordu.
Plânda anlatıldığına göre küçük tapınak, tanrıya nezredilen şeylerin, vakfedilen eşyanın muhafazasına ait dört depo ile çevrilmişti. Bu depoların yanlarında ayrıca birtakım odalar bulunuyordu. Tapınak içindeki sunak (mezbah)ın köşelerinde de ayrıca dört depo daha vardı. Depoların adedi bize tapınaklara yapılan adakların, vakıfların miktarı hakkında bir fikir verebilir. Tapınak, pişmiş ve bitum ile sıvanmış tuğla kaldırım ile çevrilmişti. Bu kaldırım döşemede yer yer, memlekete ait stellerle kesilmişti Tapınağın içinde Puzur İnşuşinak'ın statüleriyle, birinci Babil krallarından Maniştusu’nun bir steli bulunuyordu. Mukaddes harimde de Untaş-Huban’ın karısı Napü asu'nun bronz statüsü duruyordu.
Sus’un koruyucu tanrısı İnşuşinak'ın tapınağı büyük grubu teşkil ediyor, ihtişamca evvelkine üstün bulunuyordu. Tapınak, uzunluğu 40 metreden fazla, genişliği ise 20 metreden ziyade bir taraça üzerinde bulunuyordu. Bina köşeleri kuzey ile güneye müteveccihti. Tapınağın pişmiş bitumla sıvanmış tuğladan yapılan depolarından başka altında da sekiz depo daha bulunuyordu. Alt depolardan dördü tapınağın köşesi altında, dördü de iç sunağın altında bulunuyordu. Bu depolara Puzur İnşuşinak’ın, Üzerlerinde Proto-Elâm yazıtlar bulunan statüleri konulmuşlardı.
Asurbanipal'in belirttiğine göre tapınak kapısının iki tarafında tabiî büyüklükte birer arslan bulunuyordu. Bunlara tapınağın koruyucusu gözüyle bakılıyordu. Kapıların rezeleri üzerinde o zamana kadar tapınağı tamir ettirmiş olan eski kralların adları yazılmıştı. Medhal, pişmiş kilden kakmalar, dekoratif konilerle süslenmişti. Buradaki yazıtlarda Şilhak-lnşuşinak eski kralların yaptırmış oldukları tapınakları nasıl tamir ettirdiğini anlatarak övünmekte, onların bu hizmetlerinin kendi zamanında yadedilmesi için bu kitabeleri yazdığını söylemektedir.
İnşuşinak tapınağı duvarları, pişmiş tuğlalarla yapılmıştı. Bu tuğlalardan bazıları üzerine bu tanrı adına tapınak yaptırmış olan eski kralların adları yazılmıştı. Bu tuğlalardaki yazılar sayesindedir ki bugün Sukkalmah’lardan birçoğunun adlarını öğrenmiş bulunuyoruz. Tapınağın ahşap çatısı, bina içinde tuğladan yapılmış direkler üzerine oturtulmuştu. İç duvarlar, çiniler ve kabartmalarla süslenmiş, gereken renkler verilmişti. Kabartmaların en önemlisi, üzerinde yolda birbiri arkasından giden, başlarında siperlikli miğferler, arkalarında kolsuz gömlekler, kısa eteklikler, ucları kalkık ayakkabıları bulunan savaşçıların yürüdüklerini gösteren bronz kabartma idi. Bunların gür sakalları göğüslerine kadar inmekte, miğferlerinin enselikleri kulaklarını ve enselerini iyice örtmektedir. Sağ ellerindeki kısa ve eğri kılıçları dikine tuttukları, sol taraflarında da birer yay asılmakta olduğu görülüyor. Üzerinde bugün okunamayan kitabede Manzat, Nahhunte, Lagamer, Pioikir ve Kiririşa gibi tanrılara takdim edilen ganimetlerden bahsedilmiş olduğu sanılıyor. Mihrap üzerindeki kitabe, kral Şilhak-İnsuşinak’ın kendisi ve ailesi efradı adına tanrı İnşuşinak'a yaptığı bir ithaf ile bunları tahrip edenler için bir lânetlemesi bulunmaktadır.
Şilhak-lnşuşinak, steller üzerindeki yazıtlarında da tapınak içinde bakırla müzeyyen muhteşem bir mihrab kurduğunu, burayı külte mahsus vazolar ve diğer eşyalarla süslediğini anlatır.
Büyük İnşuşinak tapınağının çevresinde kaldırımlarla döşenmiş ve etrafı duvarlarla çevrili bir avlu bulunuyordu. Bu duvarlar üzerinde de bir çok kabartmalar ve Elamca yazılı steller vardı. Bu stellerden üçünde Şilhak-lnşuşinak'ın savaşları anlatılmış, ikisinde tapınakla sunağın inşası hakkında bilgi verilmiş, altıncısına İnşuşinak için tapınak yaptıran eski kralların adları ile krallığın türlü bölgelerindeki Elim tanrılarına mahsus tapınakların isimleri yazılmıştı. Yedinci stelde ise Manzat ve Şimut'a yapılan bir tapınağın inşası anlatılmıştır. Sekizinci stelin yalnız bir parçası ele geçmiştir. Asurbanipal yazıtından öğrenildiğine göre, bu büyük tapınağın medhali vaktiyle Sinear'dan ganimet olarak getirilen birinci Babil krallarından Hammurabi kanununun yazılmış olduğu stel ile Akad krallarından Maniştusu’nun muhteşem dikili taşı yine Akad krallarından Naram-Sin’in meşhur zafer steli ile tezyin edilmişti. Bunlar arasında Elam kralları tarafından verilmiş topraklara ait fermanları ihtiva eden türlü sınır taşları dizilmişti. Bütün bunlar, Şilhak-İnşuşinak ile kendisinden önceki Elam krallarının harp başarılarını iç ve dış alanlardaki parlak muvaffakiyetlerini canlandıran maddi şahit olarak tanrı lnşuşinak'ın huzuruna dikilmişlerdi. Bu iki tapınak grubu, Elam krallığının Şilhak-lnşuşinak devrindeki haşmetini temsil ediyordu. Ne yazık ki ondan sonra git gide parlaklığını kaybeden bu medeniyet âbideleri, Asurbanipal’in bir emri ile yok edilmişler, eski varlıkları bile ancak binlerce yıl sonra tarihin ıttıla’ına girebilmiştir.
Sus’ta ve İran'ın diğer bölgelerinde yapılan kazılar, Ticaret işlerinden önce bu memlekette sanatın, heykeltıraşlığın, mimarlığın, ve ticaretin durumu hakkında bizi aydınlatacak önemli örnekler vermiştir. Üzerlerinde yazıtlar bulunan altın varaklar, mühürler, istatüler, çok eski zamanlarda sanatın bilhassa Elâm'da pek çok gelişmiş olduğunu belirtmektedir. Altından, gümüşten, kurşundan yapılmış gerdanlıklar bilezikler, bronz toplu iğneler, madalyonlar, sanattaki terakkiyi gösterdikleri gibi, altın kaplı gümüşten veya bronzdan maharetle yapılmış yılan başları da hem sanattaki ilerleyişi, hem de tanrıça yılanın son zamanlara kadar takdis edildiğini anlatmaktadır.
Fildişi eşyalarla lapislazuli’den bir maymun, o çağlarda Elâm’la iç Iran ve Hindistan arasında ticaretin gelişmiş olduğunu, sedef eşyalar da Basra körfezi çevresi ile münasebetin ilerlemiş bulunduğunu, çiniler, plâklar ve kabartmalar ise sanatkârların maharetlerini göstermektedir.
Sus kazılarının meydana çıkardığı bu sanat eserleri yanında, bu sitedeki tapınakların temelleri de, mimarlıktaki terakkiyi belirtmektedir. Kral Şilhak –lnşuşinak zamanında en parlak devrini yaşayan iki tapınak binası, çevrelerindeki ek binalar ve adak depolariyle ayrı bir mahalle teşkil ediyordu.
Tapınaklarda bulunan eşyalardan altın vazolar, taş vazolar, bronz leğenler, bronz levhalar bu zamanlardaki sanat tekâmülünün derecesini belirten eserlerdir.
Heykeller ve Elâm’da bulunan heykellerden bir kısmı, burada kabartmalarla yapılmış bir kısmı da Elâm krallarının Sinear’a yaptıkları seferler esnasında buralardan iğtinam edilerek Elâm’a getirilmişlerdir. Doğrudan doğruya Elam sanatını belirten en eski eserler, Sus II devrine ait siyah asfalt heykelcikler ile ilk önce, Sus Işakku’su olarak tanıdığımız ve sonra Anzan kralı olarak gördüğümüz Puzur-lnşuşinak devrine ait heykeldir. Kireç taşından yapılmış olan bu heykel oturan bir tanrıçayı tasvir etmektedir. Bu heykelde eski Sinear sanatının tesirini görenler vardır. Tanrıçanın arkasında uzun tüylü bir hayvan postu bulunmaktadır. Heykelin altında arkaik bir Elâm yazıtı, yanında ise Akkadca bir kitabe vardır. Bun¬dan sonra en önemli heykel, Anzan, Sus krallarından Untaş-Huban (M. ö. 1265 - 1243) ın karısı Napir-asu'nun tunç heykeljdir. Güzel endamlı kraliçeyi ayakta tasvir eden bu heykel Elâm sanatının şaheseri sayılmaktadır. Kraliçenin arkasında kısa kollu bir bluz ile süslü uzun bir eteklik vardır. Heykelin alt kısmında uzunca bir yazıt bulunmaktadır. Başı ve bir kolu kırılmış olduğu halde ağırlığı 1800 kilogram tutmakta olan bu tunç heykel, Elâm'lıların en önemli sanat eserlerinden biridir.
Elâm'lı bir kadını temsil eden, fakat kime ait olduğu bilinmeyen diğer bir heykel de sanat bakımından çok kıymetlidir.
Sus'ta bulunan eserler arasında tunç kabartmalarda Sinear tesiri sezilmektedir. Küçük bir iskemle üzerinde oturarak yün büken bir kadını tasvir eden kabartmada ise Asur tesiri açıkça görülüyor. Sus'da bulunan ve burayı istilâ etmiş olan Sumer ve Akad kralları tarafından dikilen heykeller, sanat bakımından tamamiyle Sinear eserlerinin aynıdır. Bunlar arasında Akad kralı Maniştusu heykeli, muvaffak olmuş bir sanat eseridir.
Elâm'da bunlardan başka Sinear'dan getirilmiş olan bir takım heykel ve dikili taşlarda bulunmuştur. Bunlar Sinear'ı istilâ etmiş olan Elâm krallarının oradaki tapınakları soyarak memleketlerine götürdükleri sanat eserleridir. O zamanlar Sus’ta Inşuşinak tapınağına konulmuş olan bu anıtlar arasında Akad kralı Naram -Sin'in meşhur zafer anıtı ile birinci Babil Kralı Hammurabi kanununun yazılmış olduğu stel, asırların tahribinden kurtularak zamanımıza kadar gelmiş, Sus kazılarında meydana çıkarılmıştır. Sus kazılarında, Sinear'da Kas'lar devrinde görülen Kudurru'lara benzeyen bir çok dikili taşlar da bulunmuştur.
İRAN TARİHİ 1.CİLT
EN ESKİ ÇAĞLARDAN İSKENDER'İN ASYA SEFERİNE KADAR
Ord. Prof. M. ŞEMSEDDİN GÜNALTAY
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder