2 Aralık 2023 Cumartesi

ESMA-İ HUSNA-6

 


el-MÜ‟MİN




a- Mü‟min isminin lügat anlamları:


Mü‟min ismi “emn” mastarından türemiştir. Bu isim lügatte; inanmak, güvenmek, tasdik etmek, doğrulamak, korku ve endişeden emin olmak, bir şeyin doğruluğunu söyleyip kabullenmek gibi anlamlarda kullanılır.

Zeccaci, Mü‟min isminin Arap dilinde üç anlama geldiğini söyler:

1-Eman ve güvence veren.

2-Kulunun imanını tasdik eden.

3-Kuluna vadettiğini tasdik eden ve yerine getiren.


b-Mü‟min isminin ıstılah anlamları:


Mü‟min ismi ıstılahta ise şu anlamlara gelmektedir:

1-Kendisine inananların imanlarını tasdik eden, doğrulayan.

2-Kendi uluhiyetini bizzat tasdik eden.

3-Peygamberlerini mucizelerle ve vahiyle destekleyen.

4-Dostlarını zulümden ve azaptan emin kılan.

5-Kullarına vadettiklerini veren.

6-Kendisine sığınanlara eman verip koruyan ve rahatlatan.

7-Kullarının ümitlerini boşa çıkarmayan.

8-Kıyamet gününde mü‟minlerin diğer insanlar hakkındaki şahitliğini tasdik eden.




c-Mü‟min isminin Kur‟an içerisinde incelenmesi:


Mü‟min isminin kökü olan “Amene” fiil olarak sadece bir ayette Allah için kullanılır. “O, onları açlıktan doyurdu ve her çeşit korkudan emin kıldı.” (Kureyş 4)

Burada emin kılmak, güven ve güvence vermek anlamındadır. Allah‟ın biz insanlara bahşettiği en büyük nimet bizleri açlıktan doyurup beslemesi ve değişik korkulardan emin kılmasıdır.

Mü‟min kelimesi Allah‟ın ismi olarak sadece Haşr suresinde zikredilmektedir. Şimdi

Kur‟an‟da geçen “emn ve mü‟min” kelimelerini farklı boyutlarıyla incelemeye çalışalım:

1-İman ve düşüncede Allah‟ın verdiği güven:

Hz.İbrahim, imanından kaynaklanan bir güvenle kavminin müşrikleriyle şöyle tartışıyordu:

“Allah beni doğru yola eriştirmişken O'nun hakkında benimle tartışmaya mı kalkışıyorsunuz?” (Enam 80)

Elimden tutarken, basiretimi açarken, beni kendisine yöneltirken ve kendisini bana tanıtırken bulduğum Allah hakkında benimle tartışmaya mı kalkışıyorsunuz? Yüce Allah elimden tutmuş bana yol göstermiştir. O halde, içimde bulduğum ve bunun için bir kanıta da ihtiyaç duymadığım Allah hakkında benimle tartışmanızın bir anlamı yoktur. O'nun beni kendisine iletmesi yeterli bir kanıttır.

“Ben O'na koştuğunuz ortaklardan korkmam.” (Enam 80)

Allah'ı bulan kişi nasıl korkabilir? Allah'ın gücünden başka tüm güçler ciddiye bile alınmayacağına, O'nun otoritesinden başka bir otoriteden korkulmayacağına göre, Allah'ı bulan kişi, neden ve niçin korkabilir ki?

Ancak, derin imanı ve içten teslimiyeti nedeniyle İbrahim (a.s) Allah'ın serbest iradesini ve her şeyi kapsayan bilgisini de göz ardı etmeden sözüne şöyle devam ediyor:

“Meğerki Rabbim hakkında bir şey dilemiş olsun. Rabbimin bilgisi her şeyi kuşatmıştır. Hâlâ düşünmüyor musunuz?” (Enam 80)

Hz. İbrahim, Allah'ın iradesine, korumasına ve gözetimine dayanarak hiçbir konuda kavminin sahte tanrılarından korkmadığını ilan ediyor. Çünkü o, Allah'ın korumasına ve gözetimine sığınmıştır. O biliyor ki, Allah'ın dilediğinin dışında hiçbir şey başına gelmez. Allah'ın her şeyi kapsayan bilgisi onu da kapsamına almıştır.


“Allah‟ın hakkında size hiçbir delil indirmediği şeyleri O‟na ortak koşmaktan siz korkmazken ben nasıl olur da sizin Allah‟a ortak koştuklarınızdan korkarım? O halde biliyorsanız söyleyin bana, iki gruptan hangisi kendisini daha çok emin hissedebilir?” (En‟am 81)

Bu, kendisine güvenen ve şu varlıkta yer alan gerçekleri kavrayan müminin mantığıdır. Korkması gereken biri varsa bu, İbrahim (a.s) olmayacaktır. Korku duyması gereken, Allah'ın ipine sımsıkı sarılan ve böylece yoluna devam eden mümin olmayacaktır. Bir müminin ne olursa olsun bu aciz tanrılardan korkması düşünülemez. Kimi zaman yeryüzünde zorba diktatörler şeklinde beliren bu tanrılar, yüce Allah'ın gücü karşısında dikkate bile alınmayacak derecede zayıftırlar. Onlar, yüce Allah'ın kendilerine bir yetki ve güç vermediği canlı cansız şeyleri Allah'a ortak koşmaktan korkmadıkları halde, İbrahim (a.s) bu çaresiz sahte tanrılardan korkar mı? O halde, iki gruptan hangisi daha güvencededir? Allah'a inanıp ortakları reddeden mi, yoksa hiçbir yetkisi ve gücü bulunmayan şeyleri Allah'a ortak koşan mı? Şayet biraz bilgileri ve anlayışları varsa söylesinler bakalım, hangi grup kendini güvencede hissetmeyi hak etmiştir?

“İman edip imanlarına zulmü (şirki) karıştırmayanlar var ya; işte onlar için emniyet ve güven vardır ve onlar doğru yolu bulanlardır.” (En‟am 82)

İnananlar ve kendilerini bütünüyle Allah'a adayanlar, gerek kulluk, gerek boyun eğme ve gerekse yöneliş noktasında bu inançlarına şirki bulaştırmayanlar... İşte güvencede ve emniyette olma bunların hakkıdır. Allah onların imanlarını tasdik eder. Dünya hayatının Basit ve bayağı değerlerine kul köle olmaktan korur. Her türlü stres ve bunalımdan uzak tutar. Azgınların ve zalimlerin korkularından ve onların tuzak ve komplolarından emin kılar. Yeryüzünde yaygın olan batıl din ve ideolojilerin etkisinden ve sultasından güvencede kılar. Doğru yolda olanlar da bunlardır.

Allah‟tan başkalarına güvenip sığınanların durumu Ankebut suresinde şöyle örneklendiriliyor:

“Allah dışında başka dostlar, başka dayanaklar edinenlerin durumu, ağdan örülmüş bir yuva edinen örümceğin durumuna benzer. Hiç kuşkusuz en dayanıksız ev, örümcek yuvasıdır. Onlar keşke bunun bilincine erselerdi.

Hiç kuşkusuz Allah onların kendisini bir yana bırakıp ne gibi şeylere taptıklarını bilir. O üstün iradelidir ve her yaptığı yerindedir.

Biz, insanlara bu örnekleri anlatıyoruz; ama onların anlamını âlimlerden başkası kavrayamaz.” (Ankebut 41-43)

Bu, varlık âlemindeki güçlerin gerçek mahiyetini gözler önüne seren son derece gerçekçi ve o kadar da ilginç bir tasvirdir. Ne yazık ki, insanlar zaman zaman bu gerçeği unuturlar. Bu yüzden, tüm değerlere ilişkin ölçüleri karışır, bütün bağlarla ilgili düşünceleri karmaşık hale gelir, ellerindeki tüm kriterler bozulur. Ne tarafa gideceklerini, neyi alıp neyi bırakacaklarını bilmez hale gelirler:

Bu durumda iktidar sahiplerinin ellerindeki caydırıcı güce aldanırlar. Bu otoriteyi yeryüzünde dilediğini yapabilen tek egemen güç sanırlar. Bu yüzden korku ile ümitle bu güce yönelirler. Ondan korkarlar, endişelenirler. Vereceği zarardan korunmak ya da onun koruyucu (!) kanatları altına girmeyi garantilemek için onu hoşnut etmeye çalışırlar.

Kimi zaman zenginliğin, mal varlığının sağladığı güce aldanırlar. Bu gücü insanların ve hayatın kaderine egemen tek güç sanırlar. Bu yüzden hem arzuyla hem de korkuyla karışık bir duyguyla mala yönelirler. Onun sayesinde üstünlük sağlamak için, tasarladıkları gibi insanların sırtlarına binmek için mal kazanmaya, servet elde etmeye çalışırlar.

Bazı kereler bilimin gücüne aldanırlar. Gücün, zenginliğin ve sahip bulunanların dilediklerini elde ettikleri, diledikleri gibi gezdikleri diğer tüm güçlerin ana kaynağının bilim olduğunu düşünürler. Bu yüzden mabedlerde ibadet eden kullar gibi koşu içinde, taparcasına bilime yönelirler.

Varlık âlemindeki güçlerin gerçek mahiyetini bilmeyen insanlar bütün bu maddi güçlere aldanırlar. Fertlerin, toplumların ya da emperyalist devletlerin elindeki bu güçler onların gözlerini kamaştırır, başlarını döndürür. Lambanın etrafında dönen, ateşin cazibesine kapılıp içine düşen pervane gibi bu göz alıcı, bu baş döndürücü maddi güçlerin etrafında dönüp içinde kaybolup giderler.

Diğer tüm küçük güçleri yaratan, onlara egemen olan, onları bahşeden, onları yönlendiren ve dilediği zaman dilediği kimsenin buyruğuna veren tek egemen gücü yani Allah‟ı unuturlar.

Gerek fertlerin, gerek toplumların, gerekse sömürgeci devletlerin ellerindeki bu güçlere sığınmanın tıpkı örümceğin ağdan örülü yuvasına sığınması gibi olduğunu unuturlar. Halbuki bu zayıf, güçsüz ve çaresiz örümceği, gevşek yuva koruyacak değildir.. Bu zayıf eve sığınmakla tehlikelerden korunması mümkün değildir.

Allah'ın himayesinden başka bir himaye, O'nun güvenilir korusundan başka bir sığınak, O'nun sarsılmaz gücünden başka bir destek yoktur.

Kur'an-ı Kerim bu büyük gerçeği mü'min kitlenin ruhuna yerleştirmeye büyük özen gösterir. Böylece mü'min kitle, yoluna dikilen tüm güçlerden daha üstün bir duruma gelir. Yeryüzünde büyüklük taslayan zorbalar ayaklarının altında ezilir, kaleler ve burçlar önünde birer birer yıkılır.

Kuşkusuz bu büyük gerçek, o zaman bütün ruhlara yerleşip, kalplere kök salar, kana karışarak damarlarda dolaşmaya başlar. Sadece dille söylenen bir sözden ibaret kalmaz. Tartışmalara sermaye olacak bir sorun olarak da algılanmaz. Tam tersine son derece açık ve anlaşılır bir gerçek olarak ruhlara yerleşir. Duygu ve düşüncelerde bu gerçeğin dışında bir fikir dolaşmaz.

Tek güç, Allah'ın gücüdür. Biricik dostluk Allah'ın dostluğudur. O'nun dışındakiler istediği kadar büyüklük taslasın, azgınlaşıp zorbalaşsın, istediği kadar zulüm, baskı ve işkence araçlarına sahip olsun kesinlikle zayıftırlar, güçsüzdürler, önemsizdirler.

İşte örümcek; ağından başka hiçbir güce sahip değildir:

Birçok baskı ve işkenceden geçen, aldatma ve baştan çıkarmalarla karşı karşıya kalan mü‟minleri, çeşitli güçlerle yeryüzüne geldiklerinde bu büyük gerçeğin üzerinde durmalı ve onu hiçbir zaman akıllarından çıkarmamalıdırlar. Bu güçlerin bir kısmı onları dövmek, ezmek isteyecektir. Kimi onları aldatmaya, satın almaya çalışacaktır. Ama bu güçlerin tümü de Allah'a göre örümcek ağı konumundadır. İnanç sistemi açısından da öyledir. Fakat mü‟minlerin benimsediği inanç sisteminin doğru olması, varlık âlemindeki güçlerin gerçek mahiyetini bilmesi, sağlıklı ölçüp değerlendirmesi şarttır.

"Hiç kuşkusuz Allah onların kendisini bir yana bırakıp ne gibi şeylere taptıklarını bilir." (Ankebut 42)

Onlar Allah'ı bir yana bırakıp dost edindikleri kimselerden yardım istiyorlar. Oysa yüce Allah onların dost edindikleri bu düzmece tanrıların gerçek durumlarını çok iyi biliyor. Bu gerçek, ağdan örülü yuvasına sığınan örümcek örneği ile tasvir edilmişti.

"O üstün iradelidir ve her yaptığı yerli yerinde olandır." (Ankebut 42)

Üstün ve dilediğini yapabilen biricik egemen güç O'dur. O'dur bu varlık âlemini en ince noktasına kadar planlayıp yönlendiren. O'nun her yaptığı yerindedir.

"Biz insanlara bu örnekleri anlatıyoruz, ama onların anlamını alimlerden başkası kavrayamaz." (Ankebut 43)

Nitekim kalpleri ve akılları gerçeği algılamaya kilitli Kureyş kabilesine mensup bir grup müşrik, bu örneği küçümsemiş, alay konusu yapmışlardı. "Muhammèd'in Rabbi sinekten, örümcekten söz ediyor" demişlerdi. Bu şaşırtıcı tasvir, duygularını sarsıp harekete geçirmemişti. Çünkü onlar akıllarını kullanmıyor, gerçekleri bilmiyorlardı! "Onların anlamını alimlerden başkası kavrayamaz."

"Allah kimi doğru yola iletmek isterse göğsünü İslâm'a açar. Kimi de saptırmak isterse göğsünü sanki göğe çıkıyormuş gibi, dar ve tıkanık yapar. Bunun yanı sıra Allah, inanmayanları iğrençliğe mahkûm eder." (Enam 125)

Allah kime doğru yolu takdir ederse -doğru yola ulaşmayı isteyen ve deneme amacıyla kendisine verilen seçme özgürlüğü arasında O'na yönelen kişiye ilişkin geçerli kural uyarınca-"göğsünü İslâm'a açar" ufkunu genişletir, kolaylıkla ve istekle İslâm'ı kabul etmesini sağlar. Onun hareketlerini yönlendirir, ona güven verir. Böylece İslâm'la huzur ve rahata kavuşur.

Kimin içinde sapıklık dilerse -doğru yoldan kaçan ve fıtratını ona kapatan kimsenin sapmasına ilişkin geçerli kural uyarınca- "göğsünü sanki göğe çıkıyormuş gibi, dar ve tıkanık yapar." O doğru yola kapalıdır, duyu organları körelmiştir, bu yüzden İslâm'ı kabul etmekte zorlanır, sıkılır; "Sanki göğe çıkıyormuş gibi." Bu göğe yükselirken meydana gelen nefesin daralması, göğsün sıkılması ve baygınlık geçirilmesi gibi somut bir şekilde ifade edilen psikolojik bir durumdur. Gerçekte ayette geçen “Yessa‟ adu, çıkıyor” kelimesinin yapısı da bu zorluğu, tıkanmayı ve çabayı ifade etmektedir. Vurgusu da tüm bunları akla getirdiği gibi gözler önüne serilen sahne pratik durum ve bir tek melodideki bu sözlü ifadesiyle de uyum oluşturmaktadır.

Sahne, yerinde bir değerlendirmeyle son buluyor:

"Bunun yanı sıra Allah, inanmayanları iğrençliğe mahkûm eder."

İşte böyle... Yüce Allah'ın kaderinin doğru yola ulaşmasını istediğinin göğsünü açmak ve sapıtmasını istediğini zora sokmak, çabalatmak ve eziyet etmek şeklinde cereyan etmesi gibi...

Allah inanmayanları bu şekilde azaba mahkûm eder. Ayette geçen "Rics" kelimesinin bir anlamı, azap olduğu gibi biri de iğrençliktir. Her ikisi de sahnede yer alan azaba renk katmaktadır. Bu sahne giderek azaba bulaşmakta, ona dönüşmekte, en sonunda, ondan ayrılmaz bir duruma gelmektedir. İfadede verilmek istenen mesaj da budur zaten.

Kâfirlerin amellerinin bir başka benzeri engin bir denizin karanlıklarıdır. Bu denizi üst üste binen dalgalar ve dalgaları da bulut örter. Orada karanlıklar üst üste binmiştir. Öyle ki insan, elini uzatsa onu fark edemez bile. Allah'ın nur vermediği kimsenin nuru olamaz. (Nûr 40)

Bu ayet kâfirlerin durumlarını ve akıbetlerini hareket ve canlılık dolu ilginç bir sahnede canlandırıyor.

Bu sahnede, ortalığı karanlık kaplıyor. Engin bir denizdeki dehşet verici korku somutlaştırılıyor. Üst üste binen dalgalar, onları da örten bulut... Böylece karanlıklar birbirine biniyor. Öyle ki, insan elini gözünün önüne uzatsa korku ve karanlığın şiddetinden onu fark etmez bile.

Hiç kuşkusuz küfür yüce Allah'ın evrende çağlayan nurundan kopuk bir karanlıktır. Kalbin en yakın, en basit bir hidayet belirtisini göremediği bir sapıklıktır. Huzur ve güvenin bulunmadığı korkulu bir ortamdır.

"Allah'ın nur vermediği kimsenin nuru olmaz."

Allah'ın nuru kalp için hidayettir, basiret açıklığıdır, fıtratın Allah'ın göklere ve yere egemen kıldığı evrensel yasalar sistemine bağlanmasıdır, yine fıtratın gökleri ve yeri bürüyen Allah'ın nuru ile buluşmasıdır. Kim bu nura bağlanmamışsa o, dağılması söz konusu olmayan bir karanlık içindedir, huzur ve güvenden yoksun karanlık bir ortamdadır, dönüşü olmayan bir sapıklık içindedir. İşin sonu insanı yok olmaya, azaba sürükleyen boş bir seraptır. Çünkü inanç sistemine dayanmayan amelin geçersiz olması sonucu, imansız iyilik de olmaz. Gerçek yol göstericilik, Allah'ın yol göstericiliğidir. Esas nur Allah'ın nurudur.


2-Kafirlerle mücadelede Allah‟ın mü‟minlere bahşettiği güven:

Allah, inanıp yararlı işler yapan ve mallarıyla ve canlarıyla cihad eden kullarını yâr ve yardımsız bırakmaz. Onları her türlü korku ve endişelerden emin kılar.


a- Allah Hz. Musa‟yı Firavn‟a gönderirken ona emniyet duygusu bahşetmişti. Onu korkulardan güvende kılmıştı:

“Ey Musa! Yüzünü dön ve korkma; çünkü sen emniyette olanlardansın.” (Kasas31)


b-Allah Huneyn gününde de kendi yolunda cihad eden Peygamberine ve inananlara yardım etmişti:

“Gerçekten Allah size birçok yerde, birçok olayda olduğu gibi Huneyn Savaşı günü de yardım etti. Hani o gün sayıca çok oluşunuz hoşunuza gitmiş, böbürlenmenize yol açmıştı da bu çokluğunuz size hiçbir yarar sağlamamıştı; yeryüzü, onca genişliğine rağmen size dar gelmişti de sonra arkanızı dönüp kaçmıştınız.

Bu bozgunun arkasından Allah, Peygamberinin ve müminlerin kalplerine güven duygusu indirdi ve görmediğiniz ordular göndererek kâfirleri azaba çarptırdı. Kâfirlerin görecekleri karşılık budur.” (Tevbe 25-26)

Bu savaşta Müslümanlar, kısa tarihlerinde ilk defa on iki bin kişilik bir orduyu bir araya getirebildiler. Bu sayı çokluğu şımarmalarına yol açtı. Bu yüzden zafere ulaşmanın başta gelen sebebini göz ardı ettiler. Bu sonucun da yüce Allah, savaşın ilk aşamasında başlarına bozgun getirerek tekrar O'na yönelmelerini sağladı. Arkasından Peygamberimizin yanından ayrılmayarak direnmeye devam eden, O'nun etrafında sımsıkı kenetlenen bir avuç mümin grubun çabaları ile bozgunu zafere dönüştürdü.

Âyette bu savaş sahnesini hem somut tabloları ile ve hem de duygusal reaksiyonları ile gözlerimizin önüne getiriyor. Ayeti yeniden okuyalım:

"Hani o gün sayıca çok oluşunuz hoşunuza gitmiş, böbürlenmenize yol açmıştı da bu kalabalık hiçbir işinize yaramamıştı. Yeryüzü olanca genişliğine rağmen size dar gelmişti de sonra arkanızı dönüp kaçmıştınız."

Burada önce sayı çokluğundan hoşlanma, bununla böbürlenme reaksiyonu, arkasından ruh bozgunu sarsıntısı; bütün yeryüzünün ağırlığı altında kalınmış, ağır basıncına uğramışcasına bir sıkıntı, bir ruh darlığı reaksiyonu derken somut bir bozgun hareketi ve en sonunda da geriye dönüp kaçma eylemi ile karşı karşıyayız.

“Bu bozgunun arkasından Allah, Peygamberinin ve müminlerin kalplerine güven duygusu indirdi.”

Bu güven duygusu sanki kaftan gibi iniyor ve yuvalarından dışarıya fırlayacak gibi çırpınan kalpleri yuvalarına oturtuyor ve kaynaşan duyguların durdurulmalarını sağlıyor. Okumaya devam ediyoruz:

"Ve görmediğiniz ordular gönderdi."

Bu orduların ne olduklarını, hangi özellikleri taşıyan askerlerden oluştuklarını bilmiyoruz. Çünkü "Rabbinin ordularını kendisi dışında hiç kimse bilmez." (Müdessir. 31)

Ölümle, tutsaklıkla, silâh ve teçhizatlarını Müslümanlara kaptırmakla, bozguna uğramakla Allah "Kâfirleri azaba çarptırdı."


c- Allah batıl din ve ideoloji sahipleriyle mücadele edenlere iç huzur ve güvence verir.


“O zaman inkar edenler, kalplerinde küstahça bir büyüklük duygusu – cahiliyye ürünü bir duygu - taşırken Allah da elçisine ve mü'minlere iç huzur ve güveni indirdi; onların takva sözüne tutunmalarını sağladı. Onlar, bu söze layık ve ehil kimselerdi. Allah her şeyi bilmektedir.” (Fetih 26)

Gerçekten mü‟minlerin karşısında her zaman batılı temsil eden inkarcı bir grup varolmuştur. Bunlar Allah‟a samimi bir kalple yönelen mü‟minleri doğru yoldan çevirmeye, kendi batıl din ve ideolojilerine uymaya çağırmışlardır. Bu çağrıdan yüz çevirenleri ise eziyetin her türlüsüyle tehdit etmişlerdir. Allah böyle zamanlarda küfrün çabalarını boşa çıkarmış ve mü‟minlere her yönden yardımcı olmuştur.

Mü'min hiçbir zaman şımarıp azmaz. Kendi gururu incindi diye kızmaz mü'min. Aksine, Rabbi ve dini uğruna kızar. Kendisine sakin ve huzurlu olması emredildiğinde, kalbi titrer, hoşnutluk ve huzur içinde boyun eğer. Dolayısı ile mü'minler takva sözcüğüne daha layık ve ehil idiler. Yüce Allah'ın onların kalbine iç huzuru indirip takva yerleştirme ihsanı yanında bu takva ile nitelenmeleri de Rabb'lerinden mü'minlere bir başka övgüdür. Gerçekten mü'minler bunu yüce Allah'ın ölçüsü ile ve tanıklığı ile hak etmişlerdi. Yüce Allah'ın ilmi ve takdirinden kaynaklanan önceki şereflendirmeye ek olarak bu da bir başka şereflendirmedir.

Allah bütün Müslümanlardan özellikle de Peygamberlerinden manevi desteğini hiçbir zaman esirgememiştir.


d- Allah kendi yolunda hicret edenlere yardım eder, onların kalplerine güven indirir:


“Peygambere yardım etmezseniz, biliniz ki, kâfirler O'nu Mekke'den çıkardıklarında iki kişiden biri olarak mağaradayken Allah O'na yardım etmişti. Hani O arkadaşına "Üzülme, Allah bizimle beraberdir" diyordu. Allah O'nun kalbine güven duygusu indirmiş, kendisini göremediğiniz askerler ile desteklemiş, böylece kâfirlerin sözünü alçaltmıştı. Yüce olan Allah'ın sözüdür. Allah üstün iradelidir ve her yaptığı yerindedir.” (Tevbe 40)

Bu ayetin anlattığı olay, Kureyşlilerin Peygamberimizi iyice sıkıştırdıkları sırada meydana geldi. Kaba güç, karşı koyamadığı ve etkinliğine tahammül de edemediği doğru söze karşı her zaman aynı sindirme metotlarına başvurur. Kureyşliler düzenledikleri gizli toplantıda Peygamberimizden kurtulmayı, onu ortadan kaldırmayı kararlaştırdılar. Yüce Allah, onların bu kararından Peygamberimizi haberdar ederek Mekke'den çıkmasını emretti. Bunun üzerine Peygamberimiz yola çıktı, yanında sadece dostu Hz. Ebu Bekir vardı. Ne ordusu ve ne de silahı vardı. Düşmanları kalabalıktı, savaş güçlerinin üstünlüğü tartışılmazdı.

Ayetin akışı içinde Peygamberimiz ile dostu Ebu Bekir'in bu garip yolculukları, somut bir sahne aracılığı ile gözlerimizin önüne getiriliyor.

"Hani onların ikisi mağarada idiler."

Kureyşliler de peşlerine düşmüş, izlerini sürüyorlardı. Hz. Ebu Bekir, o kritik saatlerde endişelidir. Endişesinin konusu kendisi değil, arkadaşıdır. Allah düşmanları, varlıklarının farkına varacaklar ve sevgili dostunun canına kıyacaklar diye korkuyor. O sırada endişe dolu bir sesle Peygamberimize şöyle fısıldıyor; "Eğer kapıdakilerden biri ayağının ucuna baksa bizim ayaklarının altında olduğumuzu görüverecek!" Peygamberimiz (s.a.v) yüce Allah'ın kalbine indirdiği huzurun rahatlığı içindedir, dostunun korkusunu dağıtmak ve gönlüne güven serpmek üzere ona şu karşılığı veriyor; "Ya Ebu Bekir! Sen bu iki kişiyi ne sanıyorsun? Onların üçüncüsü Allah'tır."

Peki, en sonunda ne oldu? Maddi gücün tümü karşı tarafta, Peygamberimiz ile dostu bu güçten tamamen yoksun oldukları halde nasıl bir âkıbetle karşılaşıldı? Zafer, yüce Allah'ın, insan gözü ile görünmez askerlerle desteklendiği tarafın oldu; kâfirler ise bozguna, utandırıcı ve onur kırıcı bir yenilgiye uğradılar.

"Allah, kâfirlerin sözünü alçalttı."

Yüce Allah'ın sözü ise yüce doruklardaki güçlü ve geçerli konumunu korudu.

"Yüce olan, yalnız Allah'ın sözüdür."

Yüce Allah'ın sözü, doğal olarak ve ilke bazında üstündür, belirli bir itici desteğine muhtaç değildir. "Yüce Allah üstün iradelidir" dostlarını kesinlikle yüzüstü bırakmaz; "Her yaptığı yerindedir". Zaferi hak edenlerin, onu elde edecekleri uygun zamanı önceden plânlar.

Bu ayetin anlattığı olay, yüce Allah'ın, Peygamberimize ve kendi sözüne sağladığı desteği gözler önüne seren çarpıcı bir örnektir. Yüce Allah, aynı yardımı başka toplumların eli ile tekrarlayacak güçtedir. Fakat bu toplum, savaşa çağrılınca "yere çakılan, işi ağırdan alan” kimselerin oluşturduğu bir toplum olmayacaktır. Bu olay, yüce Allah'ın sözünün ötesinde başka bir kanıta ihtiyaç duyanlar ïçin, yaşanmışlığın inandırıcılığını yansıtan pratik bir örnektir.


3-Ahiret gününde Allah‟ın mü‟min kullarına bahşedeceği güven:


Allah‟ın emniyet vericiliği ahiret hayatında da açıkça ortaya çıkacaktır. İman edip salih amel işleyen kullarının yardımına koşacak, onları himaye edecek, bütün korku ve tehlikelerden emin kılacaktır. Allah, kullarının hem dualarına cevap verir hem de onların hata, kusur ve günahlarını bağışlayarak onlara emniyet ve huzur bahşeder.

“Kötülükten sàkınanlar ise, cennetteler ve pınar başlarındadırlar. Onlara "Esenlikle ve güven içinde oraya giriniz" denir.

Biz cennetliklerin kalplerindeki tüm kin tortularını çekip çıkardık, onlar orada karşılıklı koltuklarda oturan kardeşlerdir.

Onlar orada bıkkınlık hissetmezler, oradan çıkarılmaları da söz konusu değildir.” (Hicr 45-48)

Kötülüklerden sakınan muttakiler, Allah'ı sürekli gözeten, kendilerini onun azabından ve onun azabını gerektirecek nedenlerden koruyan kimselerdir. Belki de cennetteki pınarlar, cehennemin kapılarına karşılık olmaları için sahnede yer almaktadır. Cehennemdeki korku ve endişeye karşılık, onlar esenlik ve güven içindedirler. Geçen ayetlerde vurgulandığı gibi, şeytanın içini kemiren kine karşılık, onların içindeki tüm kin tortularını çekip çıkardık. Orada bıkkınlık hissetmezler, oradan çıkarılma korkusunu yaşamazlar. Dünyadayken Allah'ın azabından korkmalarının ve kötülüklerden sakınmalarının karşılığı olarak Allah'ın katındaki bu güvenli ve huzurlu, yeri hak etmişlerdir.

“Sura üfürüldüğü gün, Allah'ın diledikleri bir yana, göklerde olanlar da yerde olanlar da,  korku içinde kalırlar.  Hepsi Allah'a boyunları bükülmüş olarak gelirler.” ”Dağları yerinde donmuş gibi durur görürsün, oysa onlar bulutlar gibi geçerler.

Bu her şeyi sağlam tutan Allah'ın işidir. Doğrusu O, yaptıklarınızdan haberdardır.” ”Kim bir iyilik getirirse ona daha iyisi verilir. Onlar o günün korkusundan güvendedirler.” (Neml 87-89)

Kıyametin dehşet verici olayları, kafirleri sersemletip şiddetli korku ve dehşete düşürmesine rağmen müminler bu gibi şeylerden emin ve müsterih kalacaklardır. Zira ahiretteki her şey müminlerin umduğu şekilde cereyan edecektir.

Allah elçilerinin verdiği haberlerden kıyametin kopacağı ve herkesin yaptığı amellerden dolayı hesaba çekileceği zaman yeni bir dünyanın kurulacağını onlar zaten biliyorlardı. Binaenaleyh, bu günü inkâr etmiş ve dünyada son nefesine kadar da böyle imansız kalanların durumu olan sersemlemiş ve dehşete düşmüş hallerden hiçbirisi müminlerde görülmeyecektir.

Ayrıca, o gün için çalışmış ve oradaki başarısı için gerekli hazırlıkları dünyada yapmış olduklarından memnun ve mutlu olacaklardır. Dolayısıyla, tüm enerji ve kabiliyetlerini sadece maddî başarılar elde etmek için harcayan ve bundan sonra bazı ön hazırlıkları gerektiren başka bir hayatın da olacağını hiç düşünmemiş olan kimseler gibi aptallaşıp şaşırmayacaklardır.

Onların aksine müminler, hayatın meşru olmayan çıkar ve arzularını bugün için terk etmiş ve onun geçici zorluk ve meşakkatlerinin üstesinden gelmiş olduklarından memnun ve mutlu olacaklardır. Yaptıklarının mükâfatlarından da mahrum edilmeyeceklerdir.

“Allah'a karşı gelmekten sakınmış olanlar ise güvenli bir yerde, bahçelerde ve pınar başlarındadırlar. İnce ipekten ve parlak atlastan giyinerek karşılıklı otururlar. Bu böyledir, onları iri siyah gözlü hurilerle eşlendiririz. Orada, güven içinde olarak her yemişi isteyebilirler. Orada, ilk ölümden başka bir ölüm tatmazlar. Rabbin, lutfuyla onları cehennem azabından korumuştur. İşte büyük kurtuluş budur.”(Duhan 51-57)

"Emin makam" ile hiçbir korku duyulmayan, tehlike ve endişe hissedilmeyen, zahmet bile çekilmeyen bir yer kastedilmektedir. Cennet ehli burada hiç hasta olmayacak, daima sıhhatli kalacaktır. Onlara ölüm de yok, orada ebedi yaşayacaklar. Sıkıntı duymayacak, hep huzur içinde olacaklar. Yaşlanmayacak, hep genç kalacaklar.

“En büyük dehşet (kıyamet) dahi onları tasalandırmaz. Melekler kendilerini şöyle karşılar: İşte bu size vadedilmiş olan (mutlu) gününüzdür.” (Enbiya 103)


4-İman edenlere Allah‟ın bahşedeceği nimetler:


Allah, kendisini hakkıyla tanıyan mü‟minlere çeşitli müjdeler vermektedir. Allah, kendisine inanan ve güvenen kullarına eman ve güvence verir. Kullarının imanlarını tasdik eder. Onları dünya ve ahiret korkularından emin kılar. Onların ümitlerini boşa çıkarmaz. Allah, mü‟min ismi ile kendisine iman edip güvenenlerin kıyametteki şahitliğini kabul eder. Onları çeşitli cennet nimetleriyle mükâfatlandırır.

Allah‟ın, iman eden kullarına vereceği çeşitli mükafatları ayetler ışığında incelemeye çalışalım.


1-Allah iman edenleri hiçbir haksızlığa uğratmadan Adn ve Firdevs cennetlerine girdirecektir. Onların ecirlerini tam olarak verecektir.


“Ancak tevbe eden, inanıp yararlı iş yapanlar bunun dışındadır. Bunlar hiçbir haksızlığa uğratılmadan, Adn cennetlerine gireceklerdir.” (Meryem 60)

“İnanıp yararlı iş işleyenlerin ecirleri ise tastamam verilecektir. Allah zalimleri sevmez.” ( Ali İmran 57)

“İyi hareket edenin ecrini zayi etmeyiz. Doğrusu, inanıp yararlı iş yapanlara, işte onlara, içlerinden ırmaklar akan Adn cennetleri vardır. Orada altın bilezikler takınırlar, ince ve kalın ipekliden yeşil elbiseler giyerek tahtları üzerinde otururlar. Ne güzel bir mükâfat ve ne güzel yaşanacak yer!” (Kehf 30-31)

“Ama inanıp yararlı iş işleyenlerin konakları Firdevs cennetleridir. Orada temelli kalırlar, başka bir yere gitmek istemezler.” (Kehf 107)


2-Allah inananların günahlarını bağışlar.


“Doğrusu Ben, tevbe edeni, inanıp yararlı iş işleyerek doğru yola gireni bağışlarım.” (Taha 82)

“İnanıp yararlı iş işleyenlerin kötülüklerini, andolsun ki, örteriz; onları, yaptıklarından daha güzeli ile mükâfatlandırırız.”(Ankebut 7)


3-Allah iman edenlerin kötülüklerini iyiliğe çevirir ve merhamet eder.


“Ancak tevbe eden, inanıp yararlı iş işleyenlerin, işte Allah onların kötülüklerini iyiliklere çevirir. Allah bağışlar ve merhamet eder.” ( Furkan 70)


4-Allah inananları kurtuluşa ulaştırır.


“Fakat tevbe eden, inanıp yararlı iş işleyen kimsenin, kurtuluşa erenler arasında bulunması umulur.” (Kasas 67)


5-Allah mü‟minlerin mükafatlarını kat kat artırır, onları yüksek derecelerde güven içinde yaşatır.


“Ey insanlar! Sizi Bana yaklaştıracak olan ne mallarınız ve ne de çocuklarınızdır; yalnız, inanıp yararlı iş işleyen kimselerin, işte onların yaptıklarına karşılık mükâfatları kat kattır. İşte onlar, yüksek derecelerde, güven içindedirler.” (Sebe 37)

“İnanan, hicret eden ve Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihat eden kimselere Allah katında en büyük dereceler vardır. İşte kurtulanlar onlardır.” (Tevbe 20)

“Allah, içinizden inanmış olanları ve kendilerine ilim verilenleri derecelerle yükseltsin. Allah işlediklerinizden haberdardır.” (Mücadele 11)


6-Allah inanan kullarını altlarından ırmaklar akan cennetlere ebedi kalmak üzere girdirir ve onlara orada tertemiz eşler verir.


“İnananlar ve yararlı işler yapanlara, kendilerine altlarından ırmaklar akan cennetler olduğunu müjdele. Onlara buranın bir ürünü rızık olarak verildiğinde, "Bu daha önce de rızıklandırıldığımızdır şeydir." derler. Bunlar, söylediklerinin benzerleri olarak sunulmuştur. Onlara orada tertemiz eşler vardır ve orada temelli kalırlar.” (Bakara 25)

“İnanıp yararlı iş işleyenleri içinde temelli ve ebedi kalacakları, içlerinden ırmaklar akan cennetlere koyacağız. Onlara orada tertemiz eşler vardır. Onları en koyu gölgeliklere yerleştireceğiz.” (Nisa 57)


7-Allah inanan kullarının dostudur, onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır.


“Allah inananların dostudur, onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır. İnkar edenlerin ise dostları tağuttur. Onları aydınlıktan karanlıklara sürüklerler. İşte onlar cehennemliklerdir, onlar orada temelli kalacaklardır.” (Bakara 257)

"İnanıp yararlı işler işleyenleri karanlıklardan aydınlığa çıkarmak üzere, size Allah'ın apaçık ayetlerini okuyan bir Peygamber göndermiştir. Kim Allah'a inanır ve yararlı iş işlerse Allah onu, içinde temelli ve sonsuz kalınacak, içlerinden ırmaklar akan cennetlere koyar. Allah ona gerçekten güzel rızık vermiştir.” (Talak 11)

“Allah inananların sahibidir. Kâfirlerin ise sahibi yoktur.” (Muhammed 11)

“Doğrusu İbrahim'e en yakın olanlar, ona uyanlar, bu Peygamber ve inananlardır. Allah inananların dostudur” (Ali İmran 68)


8- Allah mü‟minleri her türlü korku ve endişeden emin kılar.


“İnanıp yararlı işler işleyenlerin, namaz kılıp zekat verenlerin Rableri katında ecirleri vardır. Onlara korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir.” (Bakara 277)


9- Allah mü‟min kullarına bol bol rahmet eder ve onları kendisine götüren doğru yola iletir.


“Allah kendisine inananları ve Kitabına sarılanları rahmetine ve bol nimetine kavuşturacak, onları Kendisine götüren doğru yola eriştirecektir.” (Nisa 175)


10-Allah kendisini dost edinenlere üstünlük ve galibiyet verir.


” Kim Allah'ı, Peygamberini ve inananları dost edinirse bilsin ki, şüphesiz Allah'tan yana olanlar üstün gelirler.” (Maide 56)


“Allah Şüphesiz inananları savunur; çünkü hainleri ve nankörleri hiç sevmez.”

(Hac 38)


11-Allah inananlara göklerin ve yerin rahmet kapılarını açar.


“Eğer kentlerin halkı inanmış ve Bize karşı gelmekten sakınmış olsalardı, onlara göğün ve yerin bolluklarını verirdik. Ama yalanladılar; bu yüzden onları, yaptıklarına karşılık yakalayıverdik.” (A‟raf 96)


12- Allah iman edenlerin düşmanlarının kalplerine korku salar.


“Rabbin meleklere, "Ben sizinleyim, inananları destekleyin." diye vahyetti. "Ben inkar edenlerin kalblerine korku salacağım, artık vurun onların boyunları üstüne, vurun her parmağına." dedi.” (Enfal 12)


13-Allah inanan kullarının kalplerini huzura ulaştırır.


“Onlar inanmışlar, kalpleri Allah'ı anmakla huzura kavuşmuştur. Dikkat edin, kalbler ancak Allah'ı anmakla huzura kavuşur.” (Ra‟d 28)


14- Allah inananları dünya ve ahiret hayatında kelime-i tevhid davası üzere destekler.


“Allah inananları, dünya hayatında ve ahirette sağlam bir söz üzerinde tutar; zalimleri de saptırır. Allah dilediğini yapar.” (İbrahim 27)

“De ki: "Kuran'ı, Ruhul Kudüs (Cebrail) Rabbinin katından, inananların inançlarını pekiştirmek, Müslümanlara doğruluk rehberi ve müjde olmak üzere gerçekle indirmiştir." (Nahl 102)


15-Allah kendisine inanan ve güvenenleri şeytanlardan korur.


“Doğrusu şeytanın, inananlar ve yalnız Rablerine güvenenler üzerinde bir nüfuzu yoktur.” (Nahl 99)


16-Allah inananları insanlara sevdirir.


“İnanıp yararlı iş işleyenleri Rahman sevgili kılacaktır.” (Meryem 96)


17-Allah iman edenleri yeryüzünde hükümran kılar, onların dinini hâkim kılar ve korkularını güvene çevirir.


“Allah, sizlerden iman edip iyi davranışlarda bulunanlara, kendilerinden öncekileri sahip ve hâkim kıldığı gibi onları da yeryüzüne sahip ve hakim kılacağını, onlar için beğenip seçtiği dini (İslâm'ı) onların iyiliğine yerleştirip koruyacağını ve (geçirdikleri) korku döneminden sonra, bunun yerine onlara güven sağlayacağını vadetti. Çünkü onlar bana kulluk ederler, hiçbir şeyi bana eş tutmazlar. Artık bundan sonra kim inkâr ederse işte bunlar asıl büyük günahkârlardır.” (Nur 55)


18-Allah inananları kötülük yapanlarla bir tutmaz.


“Yoksa kötülük işleyen kimseler, ölümlerinde ve diriliklerinde kendilerini, inanıp yararlı iş işleyen kimseler ile bir mi tutacağımızı sandılar? Ne kötü hüküm veriyorlar!”(Casiye 21)


19-Allah inananlara yürüyecekleri bir nur verir.


“Allah'a ve peygamberlerine inananlara, dosdoğru olanlara ve Allah yolunda şehit düşenlere, işte onlara, Rableri katında nur ve ecir vardır. İnkar edip ayetlerimizi yalanlayanlar, işte onlar da, cehennemlik olanlardır.”(Hadid 19)

“Ey inananlar! Allah'tan sakının, Peygamberine inanın ki, Allah size rahmetini iki kat versin; size ışığında yürüyeceğiniz bir ışık var etsin; sizi bağışlasın; Allah bağışlayandır, acıyandır.” (Hadid 28)


20-Allah iman eden kullarını yaratıkların en hayırlıları kılar.


“Fakat, inanıp yararlı iş işleyenler, işte onlar da, yaratıkların en iyileridirler.” (Beyyine 7)




d-Mü‟min isminin bize yüklediği görev ve sorumluluklar:


1- Allah‟ın eman ve güvencesine girebilmek, dünya ve ahiret sıkıntılarından kurtulmak için imanlarımıza şirki karıştırmamalıyız. Gerek kulluk, gerek boyun eğme ve gerekse yöneliş noktasında inançlarımıza şirki bulaştırmamalıyız.


“İman edip imanlarına şirki karıştırmayanlar var ya! İşte onlar için emniyet vardır. Onlar hidayet üzeredirler.” (En‟am 82) Bu ayette geçen “Zulüm” kelimesini Peygamber (s.a.v) şirk olarak açıklamıştır. Şirk öncelikle Allah‟ın haklarına saygısızlık olduğu için en büyük zulümdür. Yaratan kulluk edilmeye hak sahibidir. Yaratamayan, kendileri de Allah tarafından yaratılanlar kulluğa layık değillerdir.

“Ey insanlar! Sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize kulluk (ibadet) ediniz. Umulur ki, böylece korunmuş (Allah'ın azabından kendinizi kurtarmış) olursunuz.” (Bakara 21)

Allah‟a kulluk ancak hayatın tamamının O‟nun isteklerine göre düzenlenmesi ile gerçekleşir. O‟nun arzu ve isteklerine gönül huzuru içinde boyun eğmekle gerçekleşir. Sadece Ramazan ayında oruç tutup, namaz kılmakla veya bazı mübarek gecelerde sabaha kadar kandil beklemekle Allah‟a gerçek anlamda kulluk yapılmış olmaz. Kulluk, hayatın tamamında Allah‟a teslim olmaktır. Hayatın bütün yönlerinde ve birimlerinde O‟na boyun eğmektir.

“O Rab ki, yeri sizin için bir döşek, göğü de bir tavan yaptı. Gökten su indirerek onunla, size besin olsun diye çeşitli ürünler çıkardı. Artık bunu bile bile Allah'a şirk koşmayın.” (Bakara 22)

Allah emretme ve yasaklama yetkisine de sahiptir. Çünkü yaratan O‟dur. Yaratamayanlar bizim hayatımıza karışma yetkisine sahip değillerdir. İman edenler Allah‟ı mutlak emredici kabul ederler. Hayatlarının tamamını O‟nun emir ve direktiflerine göre düzenlerler. İnsanlar üzerinde ilahlık taslayanları hayatlarının hiçbir bölümüne karıştırmazlar.

Allah'ı bir ve her şeyden üstün kabul eden insanların, O‟nun dışında birinin buyruğuna boyun eğmeleri ve Allah dışında bir rabb edinmeleri, bir an için bile olsa asla mümkün değildir. Rabb olarak sadece ve sadece, evrendeki tüm yasaların sahibi ve evrenin yöneticisi durumundaki Allah tanınmalıdır. Tüm evrene söz geçirebilmekten aciz bir kimsenin, buyruklarıyla evrene üstünlük sağlayamazken otoritesiyle insanlar üzerinde üstünlük sağlayan bir rabb konumuna geçmesi asla doğru değildir!

Burunların ötesini görmeyen bütünüyle kör, aciz, bilgisiz, benmerkezci bir sürü uydurma rabblere boyun eğmek yerine, insanların, her şeyden üstün tek Allah'ın Rabliğine boyun eğmeleri kuşkusuz en doğru olanıdır. Burada belirttiğimiz eksiklikler, Allah dışındaki tüm uydurma rabbler için geçerlidir. İnsanlığın yaşadığı korkunç perişanlığın temelinde, birçok uydurma rabbler edinerek parçalanma ve kulların söz konusu uydurma rabblerin aralarındaki bencillikler ve çekişmeler doğrultusunda darmadağın olmaları yatmaktadır... Tarih boyunca kimi zaman yeryüzünün sahte rabbleri Allah'ın otoritesini ve rabbliğini kendilerine yamamışlar; kimi zaman da cahil kimseler bilgisizlik, hurafe ve efsanelerin etkisiyle ya da baskı, aldatmaca ve propaganda etkisiyle onlara böylesi bir otorite sunmuşlardır.

Yeryüzünün bu sahte rabbleri, benmerkezcilikten, salt kendini ve koltuğunu düşünmekten; kendi otoritesini sürdürüp güçlendirme noktasındaki o amansız hırstan kendilerini bir an için bile olsa sıyıramamaktadırlar. Bu sebeple de otoriteleri için, ama yakın ama uzak vadede, bir tehlike olarak gördükleri tüm güçleri, tüm potansiyelleri ortadan kaldırabilmek; aldatmacaları gün yüzüne çıkıp sona ermemesi için tüm güçleri, tüm olanakları kendilerine övgüler döktürmeye, kendilerinin borazanlığını yapmaya seferber edebilmekten başka bir şey düşünmemektedirler!

“Şüphesiz ki Rabbiniz, gökleri ve yeri altı günde yaratan; sonra Arş'a istivâ eden; geceyi, durmadan kendisini kovalayan gündüze bürüyüp örten; güneşi, ayı ve yıldızları emrine boyun eğmiş durumda yaratan Allah'tır. Bilesiniz ki, yaratmak da emretmek de O'na mahsustur. Âlemlerin Rabbi Allah ne yücedir!” (A‟raf 54)

“Allah'ı bırakıp da taptıklarınız, sizin ve atalarınızın taktığı birtakım isimler (ve ideolojiler)den başka bir şey değildir. Allah onlar hakkında herhangi bir delil indirmemiştir. Hüküm sadece Allah'a aittir. O size kendisinden başkasına ibadet etmemenizi emretmiştir. İşte dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.” (Yusuf 40)

Bu ayetlerde Rabbimiz son derece net ve aydınlatıcı bir şekilde bu dinin genel niteliklerini, bu inanç sisteminin temel prensiplerini mükemmel bir biçimde çizmektedir. Yine şirk, tağut ve cahiliye sisteminin temellerini de son derece şiddetli bir biçimde sarsmaktadır. Kulluk edilecek, buyruğuna boyun eğilecek ve şeriatına uyulacak Rabb olmaya gerçek anlamıyla lâyık olan sadece, her şeyden üstün tek Allah'tır. Tanrı birlenip onun varlıklar dünyasında her şeyden üstün bir otoriteye sahip olduğu benimsendiğinde, buna bağlı olarak rabbin de birlenmesi ve onun insanların yaşamında her şeyden üstün bir otoriteye sahip olduğunun benimsenmesi gerekmektedir.

İster beşer türünden olsun, isterse beşer dışındaki ruhlar, şeytanlar, melekler, Allah'ın hâkimi bulunduğu evrensel güçler türünden olsun, söz konusu sahte rabblerin tamamı, rabblik noktasında bir hiçtir, rabblik gerçeğinin en ufak bir niteliğine bile sahip değildir. Rabblik sadece ve sadece, her şeyden üstün ve tek olan, kulların yaratıcısı ve onların tümünden üstün bir konumda bulunan Allah'a aittir... Gelgelelim çeşitli cahili sistemlere ve ortamlara mensup kimi insanlar, söz konusu sahte rabblere, kendi kafalarından bazı isimler yamamakta, bazı sıfatlar takmakta ve de kimi özellikler yakıştırmaktadır. Bunların başında da bu tür sahte rabblere tanınan, hüküm koyma ve otorite yetkisi gelmektedir... Oysa Allah onlara ne böylesi bir otorite tanımış, ne da onların doğru olduklarına ilişkin bir delil indirmiştir.

"Egemenlik sadece Allah'ındır. O yalnız kendisine kulluk etmenizi emretmiştir. Dosdoğru din, işte budur. Fakat insanların çoğu bu gerçeği bilmiyor." (Yusuf 40)

Hüküm koyma yetkisi, sadece ve sadece Allah'ın olmalıdır. İlahlığının her şeye egemen olması gereğince hüküm, sadece Allah'a özgüdür. Zira egemenlik, tanrılığın niteliklerindendir. Egemenliğin kendisine ait olduğunu ileri süren ister bir birey, bir sınıf, bir parti, ister bir grup, bir ulus, isterse uluslararası bir örgüt şemsiyesi altında tüm insanlar olsun- tanrılığın nitelikleri noktasından herkesten önce Allah'a savaş açmış demektir. Tanrılığın baş niteliği durumundaki egemenlik noktasında yüce Allah'a savaş açan ve egemenliğin kendisine ait olduğunu ileri süren, yüce Allah'ı apaçık bir biçimde inkâr etmiştir.

Kişiyi dosdoğru dinin çerçevesinin dışına çıkaran, tanrılığın baş niteliği konusunda Allah'a savaş açmış bir konuma getiren böylesi bir iddiaya kalkışan kişinin ille de, "Sizin için, kendimden başka bir tanrı tanımıyorum!" ya da -tıpkı Firavun gibi açıkça- "Sizin en yüce rabbiniz benim!" demiş olması şart değildir. Sadece, Allah dışında egemen konuma gelmiş makamdakileri, otoritenin kaynağı olarak görmek yeterlidir. Bunu yapan, tüm uluslar ya da bir grup insan bile olsa, durum değişmemektedir.

"O yalnız kendisine kulluk etmenizi emretmiştir."

Bu açıklamayı Arap insanının anladığı biçimiyle anlayabilmemiz için öncelikle, sàdece bir olan Allah'a özgü kılınan "tapmanın, kulluk etmenin" anlamını iyice kavramamız gerekmektedir...

Ayette bunu ifade için kullanılan "a-be-de" fiilinin sözlük anlamı: itaat etmek, boyun eğmek, kibrini yenip alçak gönüllü olmaktır. Bununla anlatılmak istenen, gerek kulluk noktasında, gerek yasalar ve ahlâki davranışlar noktasında, sadece Allah'a itaat etmek, sadece O'na boyun eğmek, sadece O'nun buyruklarını benimsemektir. Dolayısıyla kulluğun gerçek göstergesi, tüm bu konularda sadece Allah'a boyun eğmektir. Zira Allah, yaratıklarından herhangi bir kimseye değil, sadece kendisine kulluk edilmesini istemiştir.

Zira, hüküm yüce Allah‟tan başkasına ait olması durumunda, O'na kulluk edebilmek, O'na boyun eğebilmek gerçek anlamda mümkün değildir. Yüce Allah'ın, gerek insanların yaşamı, gerekse varlıklar düzeni için kaderde belirlediği karşı konulamaz hükümlerinde de, insanların yaşamlarına ilişkin belirlediği ve seçimi onların iradesine bıraktığı şeriatındaki hükümlerinde de aynı olgu geçerlidir. O'na boyun eğmek, ancak O'nun tüm hükümlerinin benimsenmesiyle gerçekleştirilebilir.

Hüküm noktasında Allah'la çekişmeye kalkışmak, buna cüret edenin Allah'ın dininden çıkması demektir. -Bu, dinin mutlak ve açık bir hükmüdür!- Çünkü, böylesi bir eylem kişiyi, sadece Allah'a kulluk etme çizgisinin bütünüyle dışına çıkarmaktadır... Hüküm noktasında Allah'la çekişmeye kalkışmak, buna cüret edenlerin Allah'ın dininden kesinkes çıkmasına neden olan düpedüz bir şirktir! Buna cüret edenin iddiasında haklı olduğunu düşünenler; böyle bir kimseye itaat edenler, onun Allah'a ait otorite ve nitelikleri gasbetmesini yüreklerinde de olsa kınamayanlar da onunla aynı akıbete düşmüşlerdir! Allah'ın tartısına vurulduklarında, sonuçta hepsinin durumu aynıdır!

"Dosdoğru din, işte budur."


2-Allah‟ın, bizim korkularımızı giderip kalplerimize güven vermesi için bizim de bazı yükümlülüklerimizi yerine getirmemiz gerekir. Öncelikle Kur‟an‟ın öngördüğü şekilde iman edip salih ameller işlememiz gerekir. Bütün bunları yerine getirirken sadece O‟na kulluk edip O‟na hiçbir şeyi şirk koşmamalıyız. Bu görev ve sorumlukları yerine getirebilmek için de namazı kılarak bedenen O‟na kul olduğumuzu göstereceğiz. Zekâtı vererek de malî olarak kulluğumuzu sergileyeceğiz. Allah‟ın rahmetine ulaşabilmek için bu görevleri yaparken Peygamber‟e (s.a.v) itaat etmemiz gerecektir.

“Allah, sizlerden iman edip iyi davranışlarda bulunanlara, kendilerinden öncekileri sahip ve hakim kıldığı gibi onları da yeryüzüne sahip ve hakim kılacağını, onlar için beğenip seçtiği dini (İslâm'ı) onların iyiliğine yerleştirip koruyacağını ve (geçirdikleri) korku döneminden sonra, bunun yerine onlara güven sağlayacağını vadetti. Çünkü onlar bana kulluk ederler, hiçbir şeyi bana eş tutmazlar. Artık bundan sonra kim inkâr ederse işte bunlar asıl büyük günahkârlardır.

Namazı kılın, zekâtı verin ve Peygambere itaat edin ki merhamet göresiniz.

İnkâr edenlerin, yeryüzünde (Allah'ı) âciz bırakacaklarını sanmayasın! Onların varacağı yer cehennemdir. Ne kötü varış yeri!” (Nur 55-57)

Bu ayetler özel olarak, Hz. Peygamber (s.a.) tarafından İslam‟ın tebliğ edilmeye başlandığı devirde henüz çok zayıf ve mağdur durumda bulunan Müslümanların bir zaman sonra müşrikleri alt ederek hakimiyeti ele alacaklarını müjdelemektedir. Aynı gerçeğe Enbiya suresinin 105. ayetinde de işaret edilmektedir:

“Andolsun Zikir'den sonra Zebur'da da: "Yeryüzüne iyi kullarım vâris olacaktır" diye yazmıştık.” (Enbiya 105)

İnkârcılığın, kötülüğün, kötülerin sürekli payidar olamayacağını ve her türlü batılın arızi olduğunu; inancın, iyiliğin, güzelliğin ve hakkın temel ve gerçek hayat kanunu olduğunu ifade etmekte; böylece, bazı zamanlarda inkarcılığın ve kötülüğün yaygınlaşmış olmasına bakarak ümitsizliğe ve kötümserliğe kapılmanın doğru olmadığını ortaya koymaktadır.

Bu, yüce Allah'ın Hz. Muhammed'in -salât ve selâm üzerine olsun- ümmetinden iyi ameller işleyen mü'minlere kendilerini yeryüzüne egemen kılacağına, kendileri için seçtiği dinlerini, hayat sistemlerini sarsılmaz temellere oturtacağına ve korkularını güvene dönüştüreceğine ilişkin vaadidir. Bu, Allah'ın vaadidir. Allah'ın vaadi ise, gerçektir. Allah'ın vaadi yerine gelir. Ve Allah vaadinden dönmez. Peki bu imanın ve yeryüzüne egemen olmanın gerçek mahiyeti nedir?

Kuşkusuz Allah'ın vaadinin gerçekleşmesine gerekçe olan iman gerçeği, insanın tüm hareketlerini içine alan, tüm hareketlerini yönlendiren büyük bir gerçektir. Bu iman bir kalbe yerleşir yerleşmez tümü de Allah'a yönelik olmak üzere derhal çalışma, hareket, onarma ve inşa etme şeklinde kendini açığa vurur. Bunu yapan kişi Allah‟tan başkasını memnun etmeyi düşünmez. Bu, Allah'a itaat etmenin, büyük küçük her konuda onun emrine kayıtsız şartsız teslim olmanın ifadesidir.

İşte hazırlık budur... Allah'a bağlanarak namaz kılmakla kalbi güçlendirmek, cimriliği aşarak zekât vermek suretiyle de nefis ve toplumu arındırmaktır. Peygambere itaat etmek, verdiği hükümden memnun olmaktır. Büyük küçük her işte Allah'ın şeriatını uygulamaktır. Yüce Allah'ın insan hayatı için seçtiği sistemi yürürlüğe koymaktır.

"Ki, Allah'ın rahmetinden pay alabilesiniz."

Yeryüzünde bozulmaktan, düşkünlükten, korkudan, bunalımdan ve sapıklıktan ahirette de ilahi kızgınlıktan, azap ve cezadan kurtulmak suretiyle Allah'ın rahmetinden pay alabilesiniz.

Siz Allah'ın belirlediği hayat sistemine uyduğunuz ve O'na bağlı kaldığınız sürece kâfirlerin hiçbir gücü size üstünlük sağlayamaz. Onlar yeryüzünde egemenlik kurmanıza engel olamazlar. Onların görünürdeki güçleri yolunuza dikilemez. Siz imanınız sayesinde güçlüsünüz.

Toplumsal düzeniniz ve sahip olduğunuz sayınızla güçlüsünüz. Gerçi maddi açıdan onlar kadar kalabalık olmayabilirsiniz ama, cihad eden mü'min kalpler harikalar, olağanüstülükler başarırlar.

İslâm, hiç kuşkusuz büyük bir gerçektir. Bu ayetlerde yer alan Allah'ın vaadinin gerçekliğini görmek isteyenler bu gerçeği olanca derinliği ile algılamalıdırlar. İnsanlık tarihine bakıp yüce Allah'ın bu vaadini doğrulayan örnekleri araştırıp görmelidirler. Onun hakkında kuşkuya düşmeden ve herhangi bir durumda bu vaadin gecikmesi yüzünden sarsılmadan, bu vaadin tüm şartlarını gerçek mahiyetiyle kavrarlar.

Bu ümmet ne zaman Allah'ın belirlediği hayat sistemine uymuşsa, bu sistemi hayatına egemen kılmışsa, her işte onun egemenliğini kabul etmişse, o zaman yeryüzüne egemen olmaya, dinin ve hayat sisteminin sağlam temellere oturmasına ve korkuların güvene dönüşmesine ilişkin Allah'ın vaadi gerçekleşmişti. Ne zaman da bu sistemden ayrılmış mutlaka kafilenin gerisine düşmüştür, aşağılanmıştır. Dinin insanlık üzerinde kurduğu egemenliğine son verilmiş, hayattan uzaklaştırılmıştır. Her yönden korkulu bir hayata mahkûm olmuş, düşmanlara yem olmuştur.

Dikkat edin, Allah'ın vaadi her zaman geçerlidir ve Allah'ın koyduğu şart bellidir. Şu halde, vaadin gerçekleşmesini isteyen Allah'ın koştuğu şartı yerine getirsin. Allah‟tan daha iyi sözünde kim durabilir?


3-Allah‟ın dinini insanlara sunarken hiçbir güçten korkmamalıyız. Sadece Allah‟a güvenerek O‟nun yoluna çağırmalı, O‟na kulluğa davet etmeliyiz. Allah, kendi yolunda çalışanlara yardım eder. Onların korku ve endişelerini giderir.


“Kim Allah'tan korkarsa Allah ona bir çıkış yolu ihsan eder. Ve ona beklemediği yerden rızık verir. Kim Allah'a güvenirse O, ona yeter. Şüphesiz Allah, emrini yerine getirendir. Allah her şey için bir ölçü koymuştur.” (Talak 2-3)

Allah, Hz. Musa‟yı Firavn‟u uyarması için görevlendirdiğinde korkmaması gerektiğini, Allah‟ın emniyet ve güvencesi altında olduğunu bildirmişti.

“Musa şöyle dedi: Rabbim! Doğrusu, beni yalancılıkla suçlamalarından korkuyorum. Bu durumda içim daralır, dilim dönmez; onun için Harun'a da elçilik ver. Onların bana isnat ettikleri bir suç da var. Bundan ötürü beni öldürmelerinden korkuyorum. Allah buyurdu: Hayır seni asla öldüremezler! İkiniz mucizelerimizle gidin. Şüphesiz ki, biz sizinle beraberiz, her şeyi işitmekteyiz.” (Şuara 12-15)

“Ve "Asânı at!" (denildi). Musa attığı asâyı yılan gibi deprenir görünce dönüp arkasına bakmadan kaçtı. "Ey Musa! Beri gel, korkma. Çünkü sen emniyette olanlardansın" (buyuruldu).” (Kasas 31) Allah ona mucizelerle güven telkin etti.

Allah kendi yolunda çalışanlara da nice ikram ve lütuflarda bulunur.

“Dikkat edin, Allah'ın dostları için hiçbir korku yoktur, onlar mahzun da olacak değildirler. Onlar iman edenler ve (Allah'tan) korkup sakınanlardır.”( Yunus 62,63)

İnsanlık tarihi bunun canlı örnekleri ile doludur. İslam davetçileri kâfirlerin karşısında korkmadan hakkı haykırırlarsa Allah onlara güven telkin eder. Kâfirlerin komplo ve tuzaklarından emin kılar.

“Ben sizin O'na ortak koştuğunuz şeylerden korkmam. Ancak, Rabbimin bir şey dilemesi hariç.. Rabbimin ilmi her şeyi kuşatmıştır. Hâlâ ibret almıyor musunuz? Siz, Allah'ın size haklarında hiçbir hüküm indirmediği şeyleri O'na ortak koşmaktan korkmazken, ben sizin ortak koştuğunuz şeylerden nasıl korkarım! Şimdi biliyorsanız söyleyin, iki guruptan hangisi güvende olmaya daha lâyıktır?" (En‟am 80-81)

Allah,  kendi otorite ve makamından korkanlara yeryüzünde hâkimiyet yetkisi verir.

Yeryüzünü ve nimetlerini onlara varis kılar.

“Ve (ey inananlar!) Onlardan sonra sizi mutlaka o yerde yerleştireceğiz. İşte bu, makamımdan korkan ve tehdidimden sakınan kimselere mahsustur.” (İbrahim 14)

Allah inananları dünya ve ahirette üstün kılar.

“Gevşeklik göstermeyin, üzüntüye kapılmayın. Eğer inanmışsanız, üstün gelecek olan sizsiniz.” (Ali imran 139)


4-Allah şu özelliklere sahip olanları hem dünya korkularından hem de ahiretteki en büyük korkudan emin kılar:


1-Allah‟tan gelen hidayete, Kur‟an‟a ve Peygambere uyanlara korku ve hüzünlenme yoktur.


“Eğer benden size bir hidayet gelir de her kim hidayetime tâbi olursa onlar için herhangi bir korku yoktur ve onlar üzüntü çekmezler.” (Bakara 38)


2-Allah‟a ve ahiret gününe iman edenlere korku ve hüzünlenme yoktur.


“Şüphesiz iman edenler, yani Yahudilerden, Hıristiyanlardan ve Sâbiîlerden Allah'a ve ahiret gününe hakkıyla inanıp sâlih amel işleyenler için Rableri katında mükâfatlar vardır. Onlar için herhangi bir korku yoktur. Onlar üzüntü çekmeyeceklerdir.” (Bakara 62)

“İman edenler ile Yahudiler, Sâbiîler ve Hıristiyanlardan Allah'a ve ahiret gününe (gerçekten) inanıp iyi amel işleyenler üzerine asla korku yoktur; onlar üzülecek de değillerdir.” (Maide 69)


3-Bütün hayatı ve benliğiyle Allah‟a teslim olanlara korku ve hüzünlenme yoktur.


“Bilâkis, kim muhsin olarak yüzünü Allah'a döndürürse (Allah'a hakkıyla kulluk ederse) onun ecri Rabbi katındadır. Öyleleri için ne bir korku vardır, ne de üzüntü çekerler.” (Bakara112)


4-Allah‟ın verdiği imkân ve kabiliyetleri yine O‟nun yolunda harcayıp başa kakmayanlara korku ve hüzünlenme yoktur.


“Mallarını Allah yolunda harcayıp da arkasından başa kakmayan, fakirlerin gönlünü kırmayan kimseler var ya, onların Allah katında has mükâfatları vardır. Onlar için korku yoktur, onlar üzüntü de çekmeyeceklerdir.(Bakara 262)

“Mallarını gece ve gündüz, gizli ve açık hayra sarf edenler var ya, onları mükâfatları Allah katındadır. Onlara korku yoktur, üzüntü de çekmezler.” (Bakara 274)


5-İmanlarını namaz ve zekat ile pratiğe aktaranlara korku ve hüzünlenme yoktur.


“İman edip iyi işler yapan, namaz kılan ve zekât verenler var ya, onların mükâfatları Rableri katındadır. Onlara korku yoktur, onlar üzüntü de çekmezler.” (Bakara 277)


6-Allah‟ın dinini yüceltmek için şehit olanlara korku ve hüzünlenme yoktur.


“Allah'ın, lütuf ve kereminden kendilerine verdikleri ile sevinçli bir halde arkalarından gelecek ve henüz kendilerine katılmamış olan şehit kardeşlerine de hiçbir keder ve korku bulunmadığı müjdesinin sevincini duymaktadırlar.” (Ali İmran 170)


7-İman edip durumunu düzelterek Allah ile barışık yaşayanlara korku ve hüzünlenme yoktur.


“Biz, peygamberleri ancak müjdeleyiciler ve uyarıcılar olarak göndeririz. Kim iman eder ve kendini düzeltirse onlara korku yoktur. Onlar üzüntü de çekmeyecekler.”(En‟am 48)


8-Allah‟ın elçisine inanıp onunla barışık bir hayat sürenlere korku ve hüzünlenme yoktur.


“Ey Ademoğulları! Size kendi içinizden âyetlerimi anlatacak peygamberler gelir de kim (onlara karşı gelmekten) sakınır ve kendini ıslah ederse onlara korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir.” (A‟raf 35)


9-İman edip takvalı yaşayan, Allah‟a her konuda teslim olan dostlarına da korku ve hüzünlenme yoktur.


“Bilesiniz ki, Allah'ın dostlarına korku yoktur; onlar üzülmeyecekler de. Onlar, iman edip de takvâya ermiş olanlardır.” (Yunus 62)

“Ey kullarım!  Onlar âyetlerimize inanan ve Müslüman olan (kullarım) idiler.” Bugün size korku yoktur. Sizler üzülmeyeceksiniz de.  (Zuhruf 68)


10-Allah‟ı yegane Rabb kabul edip Kur‟an istikametinde yaşayanlara da korku ve hüzünlenme yoktur.


"Rabbimiz Allah'tır" deyip sonra da dosdoğru yaşayanlara korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir.” (Ahkaf 13)

“Şüphesiz “Rabbimiz Allah'tır” deyip sonra dosdoğru yolda yürüyenlerin üzerine melekler iner. Onlara: “Korkmayın, üzülmeyin, size vâdolunan cennetle sevinin!” derler.”(Fussilet 30)


11-Cennet sevdalılarına da korku ve hüzünlenme yoktur.


“Tarafımızdan kendilerine güzel âkıbet takdir edilmiş olanlara gelince işte bunlar cehennemden uzak tutulurlar.” “Bunlar onun uğultusunu duymazlar; gönüllerinin dilediği nimetler içinde ebedî kalırlar.” “En büyük dehşet dahi onları tasalandırmaz. Melekler kendilerini şöyle karşılar: İşte bu size vadedilmiş olan (mutlu) gününüzdür.” (Enbiya 103)


12-Allah yolunda mücadele ederken gevşeklik göstermeyenlere de korku ve hüzünlenme yoktur.


“Gevşeklik göstermeyin, üzüntüye kapılmayın. Eğer inanmışsanız, üstün gelecek olan sizsiniz.” (Ali imran 139)



5-Allah nankörlük yapan toplumları helak etmeden önce onlara açlık ve korku elbisesi giydirir.


“Allah bir şehri örnek verdi. Şehir halkı güvenlik ve huzur içindeydi. Rızkı da her yerden bol bol gelmekteydi. Fakat Allah'ın nimetlerine nankörlük ettiler. Böylece Allah yaptıklarına karşılık olarak onlara açlık ve korku elbisesini tattırdı.” (Nahl 112)

Ayeti kerime açlığı ve korkuyu somutlaştırmakta ve giysi olarak tasvir etmektedir. Onları da bu elbiseyi giyerek zevkini çıkaran kimseler olarak nitelendirmektedir. Çünkü zevk insanın duygularında, elbisenin cilde değmesinden daha köklü bir etki bırakmaktadır.

Rızık ve nimetin içinde canlandırıldığı, aynı şekilde mahrumiyet ve yoksulluğun göz önüne getirildiği bu örneğin gölgesinde, yüce Allah onlara helal kıldığı nimetlerden yemelerini emretmektedir. Eğer Allah'a gerçekten iman etmek ve şirkten uzak bir şekilde ona kulluk yapmak istiyorlarsa verdiği nimetlere şükretmelerini emretmektedir.

Peygamber (s.a.v) bazı hadislerinde Allah‟ın himayesi ve emniyeti altında olan kimseleri sıralamaktadır. Tespit edebildiğimiz kadarı ile bu hadisleri belirlemeye çalıştık.


"Allah (şu ayetle) ümmetim için bana iki eman indirdi:


1- Sen aralarında olduğun müddetçe Allah onlara (umumi bir) azap vermeyecektir.


2- Onlar istiğfarda bulundukları müddetçe Allah onlara azap vermeyecektir" (Enfal 33)


Ben aralarından ayrıldım mı Allah'ın azabını önleyecek ikinci eman olan istiğfarı kıyamete kadar aralarında bırakıyorum."

“Üç kişi kesin olarak Allah‟ın himayesi altındadır: Allah‟ın mescidlerinden birine gitmek için çıkan kişi. Allah yolunda savaşa çıkan kişi. Hac yapmak üzere çıkan kişi.” 


“Şu üç kişi Allah‟ın güvencesi altındadır:


1-Allah yolunda cihada çıkan bir adam, şehit olup cennete girinceye kadar veya büyük bir mükafat veya ganimetle gazi olarak evine dönünceye kadar Allah‟ın emânı altındadır.


2-Namaz için mescide çıkan kimse, ölüp cennete girinceye kadar veya büyük bir mükafatla evine dönünceye kadar Allah‟ın güvencesi altındadır.


3-Evine selam vererek giren bir kimse de evinde bulunduğu sürece Allah‟ın eman ve garantisi altındadır.” 


“Kim sabah namazını kılarsa Allah‟ın garantisi altında olur. Allah kendi garantisi altında olan kişiyi mutlaka korur.”

“Hasbiyallah ve ni‟me‟l-Vekîl (Allah bana her konuda yeter. O ne güzel Vekîldir.) sözü, her korkan kimse için bir güven kaynağıdır.” 




Dr. Ramazan SÖNMEZ

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Siyahkaya Barajı / Silopi / Şırnak