KUBÂ
MESCİDİ:
İslâm
târihinde Peygamber efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) hicreti sırasında
Medîne-i münevvere yakınında bulunan Kubâ'da ilk defâ inşâ edilen mescid.
Bir
kimse evinde güzel bir gusl abdesti alarak Kubâ mescidine gelir de bu mübârek
mescidde namaz kılmaktan başka bir niyeti olmazsa bir umre etmiş gibi kendisine
sevâb verilir. (Hadîs-i
şerîf-Meşârık)
Peygamber
efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem Mekke'den Medîne'ye hicret buyururken,
Medîne-i münevvereye yakın olan Kubâ köyünde birkaç gün misâfir kaldı. İlk iş
olarak müslümanlarla birlikte Kubâ mescidini yaptı. Cumâ günü Medîne'ye doğru
yola çıktı. Raûna vâdisinden geçerken öğle vakti olmuştu. Burada ilk Cumâ
namazını kıldı ve ilk hutbeyi okudu. (Abdülhâk-ı
Dehlevî)
KUBBE-İ
HADRÂ:
Medîne-i
münevverede bulunan Peygamber efendimizin kabr-i şerîfinin üzerindeki yeşil
kubbe.
Kubbe-i
hadrâ, müslümanların göz bebeğidir. Müslümanlar, kubbe-i hadrânın altında
bulunan mübârek hücre-i seâdeti ziyâret etmeyi, kurtuluşlarına sebeb bilirler.
Çünkü Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem; "Kabrimi ziyâret edene
şefâatim vâcib olmuştur" buyurmuştur. (Abdullah-ı Mûsulî, Tâcüddîn Sübkî)
Mısır
Türkmen sultânı Seyfeddîn Sâlih Klâvûn rahmetullahi aleyh, 1279 (H. 678)
senesinde Hücre-i seâdet üzerine bugünkü Kubbe-i hadrâyı ilk olarak yaptırıp
kurşun ile kapattı. (Abdülhak-ı Dehlevî)
KUBÛR:
Kabirler, mezârlar.
İnsanların ölünce defnedilmeleri,
gömülmeleri için dîne uygun kazılan yerler. (Kabir)
KUDDİSE
SİRRUH:
Daha
çok Allahü teâlânın sevdiği kullar olan evliyâdan birinin ismi anılınca veya
yazılınca, onun sırrı (içi) temiz ve mübârek olsun mânâsına söylenen veya
yazılan duâ, hürmet ve saygı ifâdesi. İki kişi için "Kuddise
Sirruhümâ" ikiden çok için "Kuddise sirruhüm" denir.
İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin babası
Abdülehad hazretlerinin üstâdı (hocası) ve Hindistan evliyâsının büyüklerinden
Abdülkuddûs kuddise sirruh, oğluna yazdığı bir mektubunda buyuruyor ki:
"Oğlum! Vaktin kıymetini bil. Gece-gündüz ilim öğrenmeye çalış. Her zaman
abdestli bulun. Beş vakit namazı sünnetleri ile ve ta'dîl-i erkân (rükûda,
kavmede yâni rükû'dan kalkıp ayakta iken, iki secdeyi yaparken ve celsede yâni
iki secde arasında oturmada bütün âzâlar, organlar hareketsiz kaldıktan sonra,
Sübhânallah diyecek kadar durmak) ile, huzur (kalben Allahü teâlâ ile berâber
olmak) ve huşû (Allahü teâlâdan korkmak ve tevâzu hâli) ile ve şerîatin
sâhibinin (Peygamber efendimizin) bildirdiği gibi kılmaya çalış. Bunları
yapınca, dünyâda ve âhirette sayısız nîmetlere kavuşursun." (M. Hâşim-i Keşmî)
KUDDÛS
(El-Kuddûs):
Allahü
teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Azamet ve celâline,
büyüklüğüne lâyık olmayan, noksanlık ve eksiklik getiren şeylerden, his
organlarının anladığı, hayâl gücünün hayâl ettiği, hâtıra gelen ve
düşünülebilen her türlü vasıftan ve özellikten münezzeh, pâk ve temiz olan.
Kur'ân-ı
kerîmde meâlen buyruldu ki:
Allah'tan
başka ilâh yoktur. O, mülkü hiç yok olmayan bir Mâlik (sâhib)tir.
Kuddûs'tur..." (Haşr sûresi:
23)
Her
gün bin defâ el-Kuddûs ism-i şerîfini söyliyen kimsenin gönlü dağınıklıktan
kurtulur. (Yûsuf Nebhânî)
KUDRET:
Güç, güçlü olma.
1. Allahü teâlânın sıfat-ı sübûtiyyesinden biri. Allahü teâlânın her şeye gücünün yetmesi.
Allahü teâlâ âyet-i kerîmede meâlen
buyuruyor ki:
Gerçekten,
göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişinde,
akıl sâhipleri için, Allah'ın varlığını, kudret ve azametini gösterir, kesin
delîller vardır. (Âl-i İmrân
sûresi: 190)
Ebû Mes'ûd el-Bedrî anlattı:
Hizmetçimi kamçı ile dövüyordum. Arkamdan; "Ey Ebû Mes'ûd! Sen bil
ki..." diye bir ses işittim. Öfkemden, bu sesin mânâsını anlayamadım. Bana
yaklaşınca, bir de ne göreyim Resûlullah efendimiz bana hitâben; "Ey
Ebû Mes'ûd! Allahü teâlânın senin üzerindeki kudreti, senin bu hizmetçiye karşı
kudretinden daha büyüktür" buyurdu. Bunun üzerine ben;
"Bundan sonra hizmetçimi bir daha dövmeyeceğim" dedim. (İmâm-ı Müslim)
Allahü
teâlâ, Kur'ân-ı kerîmin birçok yerinde; "Sizden evvel gelip geçenlerin
hayatlarını, gittikleri yolları ve başlarına gelenleri, gözden geçirip,
onlardan ders alınız. Yerleri, gökleri canlıları, cansızları ve kendinizi
inceleyiniz! Gördüklerinizin içini, özünü araştırınız. Bütün bunlarda,
yerleştirmiş olduğum kuvvetimi, kudretimi, büyüklüğümü ve hâkimiyetimi bulunuz,
görünüz, anlayınız" meâlinde emirler buyurmaktadır. (İmâm-ı Gazâlî)
Kıyâmet
günü bütün canlılar, mahşer yerinde toplanacak. Her insanın amel defterleri
uçarak sâhibine gelecektir. Bunları; yerleri, gökleri, zerreleri, yıldızları
yaratan, sonsuz kudret sâhibi olan Allahü teâlâ yapacaktır. (Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî)
Dil,
şükretmek içindir. Rabbini bilen, dilini gıybet için kullanmaz. Kulak; Kur'ân-ı
kerîm ve nasîhat dinlemek içindir. Bâtıl ve boş sözler için değildir. Göz;
Allahü teâlânın kudret ve san'atını görmek içindir. Eşin dostun ayıbını görmek
için değildir. (Sa'dî Şîrâzî)
İnsanın
esas özelliği; âcizlik ve muhtâç olmasıdır. Hak teâlânın sıfat-ı zâtiyyesi ise;
kudret ve gınâ (kimseye muhtâc olmamak) dır. (Bursalı İsmâil Hakkı)
2. Kullara âit sınırlı olan güç,
kuvvet.
Kul her işinde, yapıp yapmamakta
serbest olup, ikisinden birini elbette seçecek; iş, iyi veya fenâ olacak, günâh
veya sevâb kazanacaktır. Allahü teâlâ kullarına, emirlerini ve yasaklarını
yerine getirecek kadar kudret ve ihtiyâr (beğenmek, seçmek gücü) vermiştir.
Daha çok vermesine, lüzûm yoktur. Lüzûmu kadar vermiştir. Buna inanmayan, Kolay
şeyleri anlamayan kimsedir. Kalbi hasta olduğundan, İslâmiyet'e uymamaya bahâne
aramaktadır. (İmâm-ı Rabbânî)
Bugün elinde var iken fırsat,
Âhiret hazırlığı yap hemen
Çünkü sende bulunan bu kudret
Elden ele geçer gider dâim.
(Sa'dî
Şîrâzî)
KUDÜS:
Filistin'de, Süleymân aleyhisselâm tarafından inşâ ettirilen
Mescid-i Aksâ'nın bulunduğu şehir. Bu şehir târih kitaplarında İlyâ adıyla da
zikredilir.
Târihi çok eskilere dayanan Kudüs
şehri, târih boyunca pekçok işgâl ve yağmaya uğradı. Âsurlu hükümdârı
Buhtunnasar (Nabukatnazar) Kudüs'ü zabt ettiği zaman şehri yakıp yıktı.
Mescîd-i Aksâ'da bulunan altın, gümüş ve diğer mücevherleri Babil'e götürdü.
M.S. 70 senesinde Romalılar tarafından tekrar işgâl edilerek yakılıp yıkılan
Kudüs şehri, 120 yılında tâmir, hazret-i Ömer'in halîfeliği sırasında da
müslümanlarca fethedildi. 1099 (H.492)'de haçlılar (hıristiyanlar) Kudüs'ü istilâ
edince yakıp yıktılar. Pek çok müslümanı kadın ve çocuk demeden kılıçtan
geçirdiler. Bu arada Mescid-i Aksâ'yı da yağmalayıp üstüne haç diktiler.
İçerisine heykeller koyarak kiliseye çevirdiler. Sultan Salâhaddîn-i Eyyûbî
1187 (H. 583)'de Kudüs'ü haçlılardan kurtarıp, Mescid-i Aksâ'dan haçları ve
putları kaldırttı. Yavuz Sultan Selîm Han zamanında Osmanlı idâresine giren
Kudüs, Birinci Dünyâ savaşından sonra, müslüman Türklerin elinden çıktı. 1967
(H. 1387)'deki Arap-İsrâil savaşında Kudüs, yahûdîler tarafından işgâl edildi. (İslâm Târihi Ansiklopedisi)
Müslümanlar
hicretten on altı ay sonraya kadar Kudüs'teki Mescid-i Aksâ'ya yönelerek namaz
kıldılar. Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem mîrâca buradan
yükseldi. (Abdullah-ı Dehlevî)
Hazret-i
Ömer Kudüs'ü feth edince, Kudüs'teki kiliselere dokunulmaması için emir verdi
ve hıristiyanlarla anlaşma yaptı. Kudüs ahâlisine bir de emannâme (emniyet
belgesi) verdi. Emannâmede buyurdu ki: "İş bu mektûb, müslümanların emîri
Ömer bin Hattâb'ın, İlyâ (Kudüs) ahâlisine verdiği emân mektubudur ki, onların;
varlıkları, hayatları, kiliseleri, çocukları, hastaları sağlam olanları ile
öteki milletler için yazılmıştır..." (Taberî)
KUL:
1. İbâdet eden, itâat eden, hizmet
eden, canlı mahlûk (insan, melek ve cin).
Allahü
teâlâ buyuruyor ki: "Ey kulum! Emrettiğim farzları yap, insanların en âbidi olursun.
Yasak ettiğim haramlardan sakın, verâ' sâhibi olursun. Verdiğim rızka kanâat
eyle, insanların en ganîsi olursun, kimseye muhtâc kalmazsın. (Hadîs-i kudsî-Riyâz-üs-Sâlihîn)
Ben kulum. Kullar gibi yere oturur
yerim. (Hadîs-i şerîf-Şir'at-ül-İslâm)
Cenâb-ı
Hakk'ın kulları üzerindeki hakkı; onların kendisine ibâdet etmeleri ve başka
hiçbir varlığı O'na şirk (ortak) koşmamalarıdır. (Hadîs-i şerîf-Müslim)
Bir
kimsenin Allahü teâlâya kul olması için, O'ndan başka şeylere kul olmaktan ve
bağlanmaktan tam kurtulması lâzımdır. (İmâm-ı
Rabbânî)
Kulun
hakîkî îmâna kavuşması için, dört şey lâzımdır; bütün farzları edeble yapmak,
helâl yimek, görünen ve görünmeyen bütün haramlardan, yasaklardan sakınmak ve
bu üçüne ölünceye kadar devâm etmeye sabretmek. (Sehl bin Abdullah-ı Tüsterî)
2.
Köle.
Kul Hakkı:
Bir kimsenin, başkası üzerindeki
hakkı, alacağı.
Üzerinde
kul hakkı olan, mahlûkların malına, ırzına dokunan, ölmeden önce helâllaşsın,
ödesin! Zîrâ o gün altının, malın değeri olmaz. O gün hak ödeninceye kadar,
kendi sevâblarından alınacak, sevâbları olmazsa, hak sâhibinin günâhları buna
yüklenecektir. (Hadîs-i
şerîf-Mektûbât-ı Rabbânî)
Allah
yolunda şehîd olanın, kul haklarından başka bütün günâhları affolur. Kul
haklarını da Allahü teâlâ, kıyâmette helâllaştıracaktır. (Ahmed Zühdü)
İşlenen
günahlarda kul hakkı varsa, buna tövbe için; kul hakkını hemen ödemek, hak
sâhibi ile helâllaşmak, ona iyilik ve duâ etmek de lâzımdır. Mal sâhibi, hakkı
olan ölmüş ise, ona duâ, istiğfâr edip, çocuklarına, vârislerine verip ödemeli,
bunlara iyilik yapmalıdır. (İmâm-ı
Rabbânî)
KULLETEYN:
Eni
boyu ve derinliği altmışar santimetre veya çapı 48, derinliği 96 santimetre
olan bir küp veya silindir şeklindeki havuz veya 500 rıtl yâni 220 kg su.
Hanefî
mezhebinde akar suya ve büyük havuza, Şâfiî mezhebinde kulleteyn miktârı olan
suya, Mâlikî mezhebinde herhangi miktardaki bir suya pislik düşerse, pisliğin
üç eserinden biri, yâni rengi, kokusu veya tadı belli olmayan her tarafından
abdest ve gusl (boy abdesti) câiz olur (alınır). (İbn-i Âbidîn)
Hanefî
mezhebinde küçük havuza, Şâfiî'de ise kulleteynden az olan suya, az necâset
(pislik) düşerse üç sıfatı (özelliği) yâni rengi, tadı, kokusu değişmese de
necs (pis) olur. İnsan içmez ve temizlikte kullanılmaz. (Alâüddîn-i Haskefî)
KUMAR:
Para
veya başka bir menfaat karşılığı oynanan oyun; birkaç kimsenin aralarında para
veya mal toplayarak piyango çekip, isâbet etmeyenlerin isâbet edenlere mal veya
para vermek için sözleşme veya para ile kazanmak için tahminde bulunma, toto.
Karşılıklı para veya mal koyarak bahse tutuşma.
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen
buyuruyor ki:
Ey
îmân edenler! Şarap, kumar, dikili taşlar (putlar), fal ve şans okları birer şeytan
işi, pisliktir. Bunlardan uzak durun ki, kurtuluşa eresiniz. (Mâide sûresi: 90)
Kumar
ile ele geçen mülk olmadığı için, satılması ve satın alınması ve yenilmesi câiz
değildir, haramdır. (Kâdızâde Muhammed
Ârif)
KUNÛT
DUÂSI:
İtâat
etme, ibâdet. Hanefî mezhebinde, vitir namazının üçüncü rek'atinde zamm-ı sûre
okunduktan sonra; Şafiî mezhebinde, sabah namazının farzının ikinci rek'atinde
rükûdan kalktıktan sonra ve Ramazân-ı şerîf ayının yarısından sonra vitir
namazının üçüncü rek'atinde rükûdan kalktıktan sonra okunan duâ.
Resûlullah
efendimiz zamânında Bi'r-i Mâûne vak'asında, Sahâbe-i kirâmdan (Peygamberimizin
sohbetinde yetişen mübârek arkadaşlarından) yetmiş kurrâ (hafız),
Âmiroğullarının reîsi Ebû Berâ Âmir bin Mâlik'in yeğeni Âmir bin Tufeyl ve
adamları tarafından şehîd edilmişlerdi. Peygamber efendimiz bu hâdiseye çok
üzüldüler. Bu elîm hâdiseyi yapan kabîlelere, belâ için bir ay sabah namazında
o müşrikler aleyhine duâ buyurdu. İşte kunût duâsının başlangıcı budur. Ondan
evvel kunût okunmazdı. (İmâm-ı Buhârî)
KUR'A
ÇEKMEK:
Müşterek malın ortaklar arasında
çekim yoluyla taksîm edilmesine verilen isim.
Hâkimin
bir malı, buna müşterek mâlik olan ortaklar arasında kur'a ile taksim ettikten
sonra, ortaklardan bâzısı, çekilen kur'adan vazgeçemez. (İbn-i Âbidîn)
Mülk
sâhiplerinin haklarının miktârlarını değiştirmek veya ortaklardan birinin
hakkını yok etmek, yâhut hakkı olmayana pay vermek için yapılan kur'a harâm
olur. (İbn-i Âbidîn)
Allahü
teâlânın Cebrâil aleyhisselâm vâsıtasıyla Muhammed aleyhisselâma yirmi üç
senede Arabça olarak indirdiği, bize kadar ilk nâzil olduğu şekilde tevâtürle,
yalan söylemeleri mümkün olmayan üstün vasıflı insanların bildirmeleri ile
gelen ve mushaflarda yazılı olup, okunması ile ibâdet edilen, hiçbir kimsenin
bir benzerini getiremediği ve getiremeyeceği son ilâhî kitap.
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen
buyurdu ki:
De
ki, insanlar ve cinler birbirlerine yardımcı olarak, (belâgat,
güzel nazm ve kâmil mânâda) bu Kur'ân-ı kerîmin bir benzerini ortaya
koymak için bir araya gelseler, yemîn olsun ki, yine de benzerini
ortaya koyamazlar. (İsrâ sûresi:
88)
Kur'ân-ı
kerîm için, bu sihirdir, bu ancak bir insan sözüdür, dedi. İşte bunu söyleyeni,
şiddetli bir ateş içinde, Cehennem'e atacağım. Şiddetli ateşin ne olduğunu sen
ne bilirsin? O, (içine girenleri) ne çıkartır, ne azâbdan vaz geçer. İnsanın
derisini karartır, yakar. Orada on dokuz (azâb yapan melek) vardır. (Müddessir sûresi: 24-30)
Her
kim beş vakit farz namazda Kur'ân-ı kerîm okursa, Hak teâlâ her harfine yüz
sevâb verir. Her kim namazdan başka vakitlerde Kur'ân-ı kerîm okursa, her
harfine on sevâb verir. Her kim, (tegannîsiz ve hürmetle okunan) Kur'ân
-ı kerîmi ayakta veya oturarak hürmet ile dinlerse, her harfine bir sevâb
verir. Her kim Kur'ân-ı kerîmi hatm eylese (baştan sona okusa), o
kulun duâsı Allah indinde kabûl edilir. (Hadîs-i şerîf-Ey Oğul İlmihâli)
Kur'ân-ı
kerîm okuyanın ana-babası kâfir olsalar bile, azâbları hafifler. (Hadîs-i şerîf-Tenbîh-ül-Gâfilîn)
Kur'ân-ı
kerîme, ehliyeti olmadan mânâ veren, Cehennem'de azâb görecektir. (Hadîs-i şerîf-Berîka)
Kur'an-ı
kerîm, Muhammed aleyhisselâmın sözü değildir. Allah kelâmıdır. Hiçbir insan
öyle düzgün söyleyemez. Kur'ân-ı kerîmde bildirilenlerin hepsine İslâmiyet
denir. Hepsine inanan insana mü'min ve müslüman denir. Birini bile beğenmemeye
îmânsızlık, yâni küfür denir. (Abdülhakîm-i
Arvâsî)
Kur'ân-ı
kerîmin her bir harfinde bin bir derde bin bir türlü devâ (şifâ) vardır. (Ebü'l-Leys Semerkandî)
Modern
ilmin on dört asır geriden tâkib ettiği Kur'ân, ben şehadet ederim ki, Allah
kelâmıdır. (Kaptan Dr. Coustea)
Kur'ân'ın
içinde pekçok tekrarlar vardır. Onu okuduğumuz zaman, bu tekrarlar bizi
usandıracak sanılıyor, fakat biraz sonra bu kitap bizi kendisine çekiyor. Bizi
hayranlığa ve sonunda büyük saygıya götürüyor. (Goethe)
İslâm
dîninin kaynağı olan Kur'ân'da cihân medeniyetinin dayandığı bütün temeller
bulunmaktadır. O kadar ki, bugün bizim uygarlığımızın, Kur'ân'ın bildirdiği
temel kâideler üzerine kurulduğunu kabûl etmemiz gerekir. (Gaston Karl)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder