Deterjan
Yıkama işlemi, fiziksel ve kimyasal süreçleri içerir; kirlilik yaratan maddelerin su geçirgenliğini artırarak ve özellikle çamaşır lifleri yerine deterjan molekülleriyle etkileşimini sağlayarak arındırılması, kimyanın gelişimiyle doğrudan ilgilidir. Ama kimyanın harekete geçmesinde yine savaş önemli bir rol oynamıştır. Yıkamada sabun kullanımı, suda bulunan mineral ve asitlerin erimeyen moleküller oluşumuna yol açması nedeniyle sorunludur. 1890’larda bu etkileşimi engelleyici kimyasal çalışmalar sonucu ilk deterjanlar üretilmeye başlanmıştır. Fakat araştırma ve üretim in yaygınlaşması Birinci Dünya Savaşı sırasında Almanya’da olmuştur. Sabun yapımı yerine sentetik ürünlerin kullanımını artırma çabası, sabun yapımında kullanılan değerli yağların askeri araçlar ve silahlara ayrılabilmesi amacını taşır.
Alman kimyager A . Kraft’ın, suyu seven ve sudan kaçan moleküller üstüne yaptığı çalışmalarla ilk kez 1890’da ürettiği deterjan, Müttefik ablukası altında kalan ülkede gündeme gelerek, M. Hetzer ve H. Gunther adlı kimyacıların hazırladığı deterjan Nekal adıyla piyasaya çıkarıldı. Bu ürünün savaş zamanında sabunu ikame edeceği düşünülüyordu. Deterjanın sabuna üstünlükleri görüldü ve çeşitlenip gelişerek 1920 ’lerden itibaren kullanımı yaygınlaştı.
Ama çamaşırın ayrılmaz parçası haline gelmesi, ikinci Dünya Savaşı sonrasında otomatik çamaşır makinelerinin evlere girmesiyle oldu.
1929’da Alman kimyager Hans Krais deterjana boyarmadde katmayı akıl etmişti. Bu maddeler, gün ışığında giyildiğinde gözle görünmeyen ultraviyole ışınlarının giysilere parlaklık vermesini sağlıyordu. Elbiselerin doğal sararması böylece engellenerek ‘daha beyaz’ olmaları sağlandı. Böylece deterjan, girdiği yerde çivit kullanımına da son verdi. Çivitağacı ve çivitotu adlı, Eski Mısır, Yunan, Roma, Peru’da kullanılan, en çok Hindistan’dan ithal edilen bitkilerden elde edilen boyarmaddeyle ‘beyaz’lara mavi bir renk veriliyor, daha çabuk kirlenmeleri önlendiği gibi daha parlak görünmeleri sağlanıyordu. Anadolu’da yetiştirilen ve ihraç edilen çivit, halıcılıkta da kullanılıyordu. 1880 yılında Almanya’da indigo boyarmaddesinin sentetik olarak üretilmesinden sonra çivit önemini kaybetti. Bugün Anadolu’da yalnız yabani olarak yetişmektedir. Son yıllarda bitkisel boyanın önem kazanması üzerine çivit boya üretme çalışmaları yapılmış ancak yöntem unutulmuş olduğu için başarılı olunamamıştır. Oysa 1960’lı yıllarda çivit piyasada temizlik malzemesi olarak satılan bir üründü, hatta en tanınmış markası Öküzbaş olduğu için bir devlet büyüğüne de ima yoluyla ‘çivit’ denirdi.
1960’larda çok köpük üreterek hem bulaşığın arındırılmasını zorlaştıran, hem atık su ve kanalizasyon yoluyla denizlere karışan ve bu sulardaki organik maddelerin biyolojik etkenlerle ayrışmasını geciktirerek çevre kirliliğine yol açan alkilbenzen formülleri değiştirilerek Lab ya da Las gibi düz zincirli alkil grupları kullanılmaya başlandı.
Latince detergere (temizlemek) fiilinden üretilen detergent sözcüğüyle adlandırılan ve Fransızca okunuşuyla Türkiye’de 1960’lı yıllarda kullanımı yaygınlaşan deterjanın üretimi 1970’de beş bin tona ulaşmıştı. Bugün Avrupa ölçülerine göre yine de az olan tüketime karşın, üretimde 800 bin tona gelindi.
Çamaşır Makinesi
Çamaşır yıkamanın teknolojisinde, beş bin yıl boyunca büyük adımlar atılmamışa benzemektedir. Halil Erdoğan Cengiz, Anadolu’nun elli yıl öncesinden söz ederken, “Çamaşır makinesinin değil kendisi; adı, sanı, hayâli bile bizim o taraflara adımını atmış değildi,” demektedir.
Modern teknoloji öncesinde çamaşır yıkamak hiç de sanıldığı kadar kolay, sıradan bir iş değildi. Çamaşır yıkamak, en az iki günlük, uzun bir uğraş gerektiriyordu.
Çamaşır yıkamak için mutlaka hazırlık yapılması, bir gün önceden meşe odunu külünün bir gaz tenekesinde ya da kazanda iyice kaynatılması gerekirdi. O su ateşten indirilip dinlenmeye bırakılırdı. Küller iyice dibe çöküp, su tamamen berraklaşırdı. Çamaşıra başlanacağı zaman ocakta kaynayan su ile soğuk küllü su, uygun miktarda (genellikle bir tas küllü suya iki tas sıcak su), leğende karıştırılır; bu su ve sabunla çamaşırlar yıkanırdı.
Çamaşır yıkamakta tercih edilen ve yaygın olarak kullanılan yöntem küllü su yöntemi ise de, bunun zorlukları nedeniyle, kimi zaman çamaşır sodası da kullanılırdı. Bazıları küllü suya da çamaşır sodası katarlardı. Yine de çamaşırların en iyi biçimde küllü su ile temizlendiğine inanılırdı. Küllü suyun Anadolu’da kullanımı o denli yaygındı ki, bundan 70-80 yıl öncesine kadar mahalle aralarında dolaşıp kül toplayıp satanlar vardı.
Küllü su ile çamaşır yıkamanın zorluğu sadece harcanan zaman ve emekten ibaret değildi; kaynar su, küllü su, kimilerinin buna eklediği soda ile çamaşırların kirini çıkarabilmek için iyice çitilemek, çamaşır yıkayanların ellerinde ağır tahribat yapar, deri soyulmaları ve kızarıklıklar günlerce süren acılara neden olurdu. Bu gibi etkilerden kaçınabilmek amacıyla da, çamaşırlar kimi zaman ayaklarla kimi zaman da “tokaç” denilen çamaşır tokmağıyla dövülerek yıkanır, bu kez de çamaşırlar hızla yıpranırdı. Küllü suyun özellikle renkli çamaşırlar üzerindeki olumsuz etkisi şiirlere bile konu olmuştur. 1814’de ölen ve önemli bir hiciv ustası olarak bilinen Adanalı Seyyid Osman Sürîri şöyle der:
“Müşterinin çamaşırcı alaca anterisin
Urmasın küllü suya belki boyasın çıkarır.”
İlk çağlardan itibaren kadınlar çamaşırları derelerin kıyısında pürüzsüz taşlar üstünde tokaçlarla döver, ovar, çitilerlerdi. Suyun daha etkin kullanılmaya başlanmasından sonra köy meydanlarına yapılan çeşmeler de çamaşır yıkama yerleri haline geldi. Anadolu’nun bazı köylerinde, köyün ortak bir kullanım alanı olarak taş çamaşırhaneler de inşa edilmiştir. Bu çamaşırhanelerde çeşme, çamaşırı suya yatırmak, tokaçlamak, çitilemek için yapılmış özel taş bölümler vardı; ama bütün bu gelişmelere rağmen modern çağa kadar çamaşır yıkama teknolojisi yavaş bir hızla gelişti.
Çamaşırların sürtülerek yıkandığı oluklu tahtalar, leğenler ve sıkma merdaneleri çamaşır yıkama teknolojisindeki önemli dönüm noktalarını oluşturur. Ancak Sanayi Devrimi’nden sonra, 19. yüzyılın ortalarına gelindiğinde, durum birden değişti. 1858’de Hamilton E. Smith, Amerika’nın ve tabii ki dünyanın ilk mekanik çamaşır yıkama cihazının patentini aldı. Hemen ardından “Harpers Tvvelvetree’s” çamaşırları kendi kendine çitileyen bir makine tasarladı. İlk çamaşır makineleri büyük bir kutu biçimindeki tekne içinde dönen çarklardan ibaretti. Teknenin yanındaki kol elle çevrildiği zaman içindeki çarklar da dönerek sudaki çamaşırı karıştırır, kirlerini akıtırdı. Ancak bu makineleri kullanmak da neredeyse çamaşır tokaçlamak kadar zor bir işti.
1908’de Thomas J. Meroney daha “tuhaf” bir makine geliştirdi. Meroney’in makinesi çamaşırların üzerine sıcak buhar püskürterek kirleri hızla temizliyordu. 1908’de, Amerikalı A. J. Fisher elektrik motoru ile çalışan bir makine geliştirildi ve yüzyılın ortalarına varılmadan çamaşır yıkama teknolojisinde büyük gelişmeler sağlandı.
ilk motorlu' çamaşır makinelerinin çoğunda teknenin ortasına hem yukarı-aşağı hem de sağa-sola hareket eden bir mille tutturulmuş karıştırıcı, çamaşırları da çevirerek sabunlu suyun aralarından geçmesini sağlar ve çamaşırları yıkardı.
Yüzyılın ortalarında bir İngiliz firması karıştırıcıyı teknenin iç kenarına yerleştirmiş, bir pervane hızıyla dönen karıştırıcının çamaşırlara değmeksizin yalnızca suyu şiddetle karıştırarak, su içinde alabora olan çamaşırların yıkanmasını sağlamıştır. Bu teknoloji, teknik özellikleri son derece gelişmiş günümüz otomatik çamaşır makinelerinin ilk örneğidir.
Otomatik çamaşır makineleri sadece bu hızlı dönüşle çamaşırları yıkamakla kalmaz. Makine önce yıkanan çamaşırların suyunu sıkar. Ardından teknenin içinde büyük bir hızla döndürülen çamaşırlar, santrifüj gücüyle sularını kaybeder ve kısa süreli bir havalandırmadan sonra ütülenecek kadar nemli bir hale gelirler.
1950’lerde özellikle ABD ’de çamaşırhaneler hızla yaygınlaştı; bu çamaşırhaneler kamusal bir alan oluşturarak mahallelerin toplumsal yaşamını da zenginleştiriyordu.
1950’lerden itibaren çamaşır yıkama teknolojisi, makine ve deterjanlarda paralel bir gelişim yaşandı. Sıcak suyun yüksek devirli motorlar aracılığıyla yıkama teknelerinde hızla dönmesini sağlayan otomatik çamaşır makineleri deterjanların daha çok köpürmesine neden olmuş ve bu sorun da deterjan teknolojisinde yeni bir aşamayı ortaya çıkarmıştır. Deterjanın köpürme oranı ayarlanabilir bir hale getirilmiştir.
Pamuklu, ipek, yün, akrilik gibi değişik malzemelerden üretilen ve farklı malzemelerle boyanmış olan giysilerin farklı etkilenme derecelerini dikkate alan deterjanlar geliştirilmiştir. Çamaşır makinesi üreticileri de bunu göz önünde bulundurarak yıkama sürelerini, su sıcaklığını, devir hızını ve hatta deterjan kullanım miktarını ayarlayabilen programlar geliştirmişlerdir.
Bugün artık çamaşırları kir ve lekelerden arındırmak için bilinen tüm maddelerden daha etkili olan deterjanlar, giysilerimizin ömrünü uzatan yumuşatıcılar, hoş kokulu temizlik ürünleri ve gelişmiş çamaşır makineleri sayesinde, çamaşır yıkamak için harcadığımız zaman birkaç dakikadır. Gelişen çamaşır yıkama teknolojileri zamandan sağladığı büyük tasarrufun yanı sıra, kullandığımız malzemenin ömrünü uzatarak para tasarrufu da sağlamaktadır.
Türkiye’de çamaşır makinesine talep 1950’lerde kendisini hissettirmiş, 1959’da Arçelik, bir yıl sonra Profilo üretime başlamıştır. Bugün 18 şirket bulunan sektörde üretimin % 53’ü bu iki firma tarafından gerçekleştirilmektedir. Rekor satış 1979’da 313 bin makine ile gerçekleşmiştir.
Kudret Emiroğlu’nun
GÜNDELİK HAYATIMIZIN TARİHİ
kitabından alıntılanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder