CİMRİLİK:
Dînin ve vicdânın, mürüvvetin (insanlığın) vermeyi emrettiği yerde vermemek. Vermek kendisine zor gelmek. Bahillik, pintilik.
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyuruyor ki:
Allahü teâlânın ihsân ettiği malda cimrilik edenler, onun zekâtını vermiyenler, iyilik ettiklerini zengin kalacaklarını mı sanıyor. Halbuki kendilerine kötülük yapmış oluyorlar.
O malları Cehennemde azâb âleti olacak yılan şeklinde boyunlarına sarılıp, baştan ayağa kadar onları sokacaktır. (Âl-i İmrân sûresi: 180)
Cimrilikten sakınınız. Çünkü cimrilik, sizden öncekilerin helâkına sebeb oldu. (Hadîs-i şerîf-Tebyîn-ül-Mehârîm)
Cimri olanlar, her ne kadar zâhid (dünyâya rağbet etmiyor) olsalar da, Cennet'e giremezler.(Hadîs-i şerîf-Zevâcir)
İki huy mü'minde bir araya gelmez: Cimrilik ve kötü ahlâk. (Hadîs-i şerîf-Hilyet-ül-evliyâ)
Dînin borç ettiğini vermeyenler daha çok cimridir. Zekâtı vermeyen, çoluk çocuğunun nafakasını (geçimini) te'min etmeyenler veya bunları yük sayarak yapanlar böyledir. Bunlar tabiatlarında cimridirler. Zoraki cömerd olmağa çalışırlar veya mallarının döküntüsünü yâhut istemiyerek orta derecede vermek isterler. Yiyeceği çok olduğu halde, aç komşusuna vermemek, önünde yemek varken uzaktan bir fakirin geldiğini görüp, yemeği saklamak, mürüvvete aykırı olup, cimriliktir. (İmâm-ı Gazâlî)
Cimriliğin altında; mal sevgisi, uzun emel ve çoluk-çocuk sevgisi yatmaktadır. (Bâhilî)
Âlimlerden bâzıları cimriyi ipekböceğine benzetmişlerdir. Bu böcek gâyet kısa olan hayâtında nefsini korumak için bütün çabasını harcıyarak bir koza yapar. Sonunda yaptığı kozanın içinde ölür de o kozadan başkaları faydalanırlar. (Ahmed Rıfat)
CİN:
Ateşin alev kısmından yaratılan, her şekle girebilen; evlenme, yeme-içme, çoğalmaları bulunan ve gözle görülmeyen varlıklar. Fârisî dilinde cine peri denir.
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyuruyor ki:
Cinleri ve insanları ancak beni bilip ibâdet etmeleri için yarattım. (Zâriyât sûresi: 56)
Ey Habîbim! Onlara de ki: "Cinlerden bir grubun Kur'ân-ı kerîm dinlediği bana bildirildi. Onlar şöyle demişlerdi." Muhakkak ki biz doğru yola götüren, akıllara durgunluk ve hayranlık veren bir Kur'ân(-ı kerîm) dinledik. O'na inandık. Rabbimize hiç bir şeyi ortak koşmayacağız.(Cin sûresi: 1,2)
Cinler çeşitli şekillere girip şaşılacak işler yaparlar. Bunlar tenâsüh (rûhun başka bedene geçmesi) değildir. Cinler insanlar gibi Peygamber efendimizin getirdiği İslâm dînine uymakla mükelleftir. (İmâm-ı Rabbânî)
Cinlerin insanlara zarar verdikleri, yardım ettikleri, insanların isteklerini yerine getirdikleri, çeşitli zamanlarda bir çok müslüman ve kâfir tarafından görülmüş ve haber verilmiştir. İbn-i Sinâ, Kânun adlı kitabında Sar'a hastalığını anlatırken, cinden bahs etmektedir. Diyor ki: "Hastalıklara bir çok maddeler (mikroblar) sebeb olduğu gibi, cinnin hâsıl ettiği hastalıklar da vardır ve meşhûrdur." (Abdülhakîm Arvâsî)
Cin hakkında bilgi, her peygamberin kitabında vardır. Süleymân aleyhisselâmın emri ile iş görürlerdi. İnsanların yanlarında bulunan Muhâfaza melekleri insanı cinden koruduğu gibi, âyet-i kerîme ve duâ okuyup Allahü teâlâya sığınanlara da birşey yapamazlar. (Abdülhakîm Arvâsî)
CİNNET:
Delilik, aklın baştan gitmesi.
CİNS:
Fıkıhta; çeşit, tür, kullanıldıkları yerler arasında çok fark bulunmayan şeylere ortak olarak verilen isim.
Deve hayvan sınıfının bir cinsidir. Tüylü deve, bu cinsten bir nevidir. Aslı, kaynağı başka olan veya kullanıldığı yer çok farklı olan yâhut başka isim alacak kadar değiştirilmiş bir mal başka cinsten olur. Sığır eti, koyun eti ile, keçi kılı koyun yünü ile ve ekmek, un ile başka cinstendir. Keçi eti veya sütü ise, koyun eti veya sütü ile bir cinstendir. (İbn-i Âbidîn)
Kile (ölçek) ile satılan bir şey, kendi cinsine meselâ buğday buğdaya peşin satılırken, birinin hacmi fazla olursa fâiz olur. (Ömer Nesefî)
Tartarak satılan bir şey, kendi cinsine (meselâ beşi bir yerde denilen bir büyük altını, altın liralar karşılığında) peşin satılırken, verilen ile alınanın ağırlığı müsâvî (eşit) olmazsa fâiz olur. (İbrâhim Halebî)
CİRCÎS (Aleyhisselâm):
Îsâ aleyhisselâmdan sonra gönderildiği rivâyet edilen peygamber veya velî. Şam diyârında ve Filistin'de yaşadı. Îsâ aleyhisselâmın dîninin hükümlerini insanlara bildirdi.
Circîs aleyhisselâm, ticâretle uğraşır, her sene zekâtını verir, bütün kazancını fakir mü'minlere sadaka olarak dağıtırdı. Musul civârında yaşayan Dâdı Veyh veya Dâdıyan adında bir kralı putlara tapmaktan vaz geçirmek için Allahü teâlâya inanmaya dâvet etti. Circîs aleyhisselâmın dâvetini kabûl etmeyen kral, ona çok işkence ve eziyet ettirdi. Ağaçtan direk diktirip Circîs aleyhisselâmı bağlattı, soyup vücûdunu demir taraklarla tarayıp lime lime parçalattı. Sirke ve tuz getirip, iplik gibi baştan başa dilinmiş vücuduna döktürdü. Büyük bir demiri ateşte kızdırıp Circîs aleyhisselâmın başı üzerine koydu. Kızarmış demir beynini kaynattı ve beyni yüzüne aktı. Allahü teâlâ ona acı hissettirmedi ve eski hâline çevirip korudu. Kral, büyük bir kazanın altına ateş yaktırıp, içinde bakır erittirdi. Circîs aleyhisselâmı kazanın içine attırdı. Allahü teâlâ Circîs aleyhisselâmı bu işkenceden de korudu. Kral, Circîs aleyhisselâmın el ve ayaklarından çivileterek zindana attırdı. Allahü teâlânın yardımıyla zindandan da kurtulan Circîs aleyhisselâmı, ağacı ikiye yarıp arasına sıkıştırttı. En sonunda zâlim kral ve avânesi Circîs aleyhisselâmı şehîd ettiler. (Taberî, İbn-i Esîr)
CİSM:
1. Boşlukta yer kaplayan şekil almış veya başka bir şekle giren madde.
Bu dünyâda her cisim kendine mahsus sıfatları, özellikleri ile tanınmaktadır. Her cism, birer elementler ve bileşikler yığınıdır. Elementler, bileşikten bileşiğe geçerek yer değiştirmekte, her cismin terkîbi bozularak, sıfatları yok olmakta, başka sıfatlı başka cisim hâline dönmektedir. Bu devamlı değişmelerde, madde yok olmuyor ise de, cisimler zamanla değişmekte, yok olup başka cisimler meydana gelmektedir. (Seyyid Şerîf)
Cisimlerin, maddelerin durmadan değişmeleri, birbirlerinden hâsıl olmaları, sonsuz olarak gelmiş değildir. Yâni böyle gelmiş, böyle gider denilemez. Bu değişmelerin bir başlangıcı vardır. Değişmelerin başlangıcı vardır demek, maddelerin var oluşlarının başlangıcı vardır demektir. Yâni hiçbir şey yok iken, hepsi yoktan yaratılmıştır demektir. (Ahmed Âsım Efendi)
2. Beden, vücûd.
Dünyâ lezzetleri ve elemleri iki türlüdür. Birincisi cismin, ikincisi rûhun lezzetleri ve acılarıdır. Cisme lezzet veren her şey rûha elem verir. Cismi inciten herşey, rûha tatlı gelir. Görülüyor ki, rûh ile cesed birbirinin zıddı, aksidir. (İmâm-ı Rabbânî)
CİZYE:
İslâm devletinde zımmî denilen gayr-i müslim vatandaştan, can ve mal güvenliklerinin korunmasına karşılık seneden seneye alınan vergi. Buna harâc-ur-ruûs (baş vergisi) de denir.
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyuruyor ki:
Kendilerine kitab verilenlerden Allahü teâlâya ve âhiret gününe inanmayan, Allahü teâlânın ve Resûlünün haram (yasak) ettiği şeyleri haram tanımayan, hak olan İslâm dînini kabûl etmeyen kimselerle; zelîl, hakîr ve kendi elleriyle cizyelerini verinceye kadar muhârebe edin. (Tevbe sûresi: 29)
Müşrikler(putperest) den olan düşmanınıza rastladığınız zaman onları şu üç şeye dâvet ediniz: İslâmiyet'e dâvet edin. Kabûl ederlerse onları öldürmeyin. Kabûl etmezlerse, cizye vermelerini isteyin. Kabûl ederlerse öldürmeyin. Kabûl etmezlerse, Allahü teâlânın yardımına sığının ve onları öldürün. (Hadîs-i şerîf-Fedâil-ül-Cihâd)
Kâfirlerden cizye alınmasını emretmekten maksat, onları sıkıştırmak, aşağı tutmaktır. O kadar aşağı düşerler ki, cizye vermemek için kıymetli elbise giymezler. Süslü eşyâ kullanamazlar. Çok vergi vermemek için, korkarlar ve titrerler. Allahü teâlâ, kâfirlerin düşkün olup horlanmaları için cizye vermelerini emretti. Böylece onların aşağı, müslümanların da üstün, izzetli ve şerefli olmalarını sağladı. (İmâm-ı Rabbânî)
CÖMERDLİK:
Dînin, vicdânın ve mürüvvetin (insanlığın) vermeyi emrettiği yerde vermek kendisine zor gelmemek.
Cömerdlik, Cennet ağaçlarından bir ağaçtır. Dalları dünyâya uzanmıştır. Kim ondan bir dal tutarsa, o dal onu Cennet'e çeker. (Hadîs-i şerîf-Et-Tarîk-üs-Sâlim)
Cömerdin yemeği şifâ, cimrininki hastalıktır. (Hadîs-i şerîf-Dâre Kutnî)
Cömertlik bütün ayıpları örter. (Hadîs-i şerîf-İhyâ)
Peygamber efendimiz insanların en cömerdi idi. Bir şey istenip de, yok dediği görülmemiştir. İstenilen şey varsa verir, yoksa cevap vermezdi. O kadar iyilikleri, o kadar ihsânları vardı ki, Rum imparatorları, İran şahları o kadar ihsân yapamazlardı. Fakat kendisi sıkıntı içinde yaşamayı severdi... (Muhammed Rebhâmî)
Cömerdlik, isrâf ile cimrilik arasında orta bir durumdur. Âzâlarla vermek kâfi değildir. Ayrıca kalbin de verme işinden râzı olması, buna karşı çıkmaması lâzımdır. (Yûsuf Sinânüddîn)
Bir kimsenin Allahü teâlâya muhabbetinin (sevgisinin) gerçek olup olmadığının alâmeti, kendisinde deniz misâli cömerdlik, güneş misâli şefkat, toprak gibi tevâzu (alçak gönüllülük) olmasıdır. (Bâyezîd-i Bistâmî)
CÛD:
Cömerdlik, eli açık olmak.
CÛKÎ:
Hindistan'da yayılan ve bozuk bir yol olan Brahmanizmin, cûk denilen dört rûhânî sınıfından birine mensûb olan kimse. Hind kâfirlerinin dervişlerine verilen ad.
İslâmiyet'e uygun olmayan riyâzet (nefsin isteklerini yapmamak) ve mücâhedeler (nefsin istemediklerini yapmak) nefsin isteklerini artırır. Onu azdırır. Hindistan'daki Brehmen papazları ve Cûkî ismindeki sihirbazlar riyâzet ve mücâhedede çok ileri gitmiş, fakat hiç faydası olmamıştır. Hattâ nefislerinin kuvvetlenmesine, azmasına sebeb olmuştur. (İmâm-ı Rabbânî)
CUM'A (Cumâ):
Müslümanlara mahsûs mübârek, kıymetli bir gün.
Cumartesi günleri yahûdîlere, Pazar günleri hıristiyanlara verildiği gibi, Cumâ günü, müslümanlara verildi. Bugün, müslümanlara hayır, bereket, iyilik vardır. (Hadîs-i şerîf-Rıyâdün-Nâsihîn)
Güneş, Cumâ gününden daha iyi bir gün üzerine doğmaz. Âdem (aleyhisselâm) Cumâ günü yaratıldı. Cumâ günü Cennet'e girdi. Cumâ günü Cennet'ten çıktı. Kıyâmet Cumâ günü kopar. (Hadîs-i şerîf-Sahîh-i Müslim)
Cumâ günü gusl edip, namaz için câmiye gidip nâfile namaz kılan ve imâm hutbeden ininceye kadar sessizce oturup, sonra imâmla berâber Cumâ namazını kılanın, bir hafta sonraki Cumâya üç gün daha ekleyerek olan gün miktârı işlediği günâhları af ve mağfiret olunur. (Hadîs-i şerîf-Sahîh-i Müslim)
Cumâ günü gusül abdesti alınız. Her akşam abdestli olarak yatınız! Her hâlinizde Allahü teâlâyı hatırlayınız, anınız. (Ebû Ali Dekkâk)
Cumâ günleri duânın kabûl olunacağı bir zaman vardır. Bu zaman, hutbe ile, Cumâ namazı içindedir diyenler çoktur. Hutbe dinlerken duâ kalbden olur. Ses çıkarmak câiz değildir. Bu zaman, her şehir için başkadır. Cumâ günü, gecesinden daha kıymetlidir. Gecesinde veya gündüzünde Kehf sûresini okumak çok sevâbdır. (Senâullah Pâni-pütî)
Cum'â Gecesi:
Perşembe'yi Cumâ'ya bağlayan gece.
Allahü teâlâ Cumâ gecesinde bütün müslümanları mağfiret eder, günahlarını bağışlar. (Hadîs-i şerîf-Ebû Ya'lâ)
Cumâ gecesi ve günü bana çok salevât okuyunuz. (Hadîs-i şerîf-Gunyet-üt-Tâlibîn)
Cumâ gecesi, Cumâ gününe tâbidir. (Abdülkâdir-i Geylânî)
Cum'â Hutbesi:
Cumânın ilk dört rek'atlik sünnetten sonra ve iki rek'atlik farzdan önce, imam tarafından cemâat huzurunda minberden Arabça olarak okunan hutbe.
Cumâ hutbesi okunurken, bir kimsenin başka bir kimseye, sus yâhut iyi dinle demesi lüzumsuzdur. (İbn-i Âbidîn)
Hatîbin, Cumâ hutbesinde emr-i ma'rûftan, dînin emirlerinden başka şeyleri, Arapça bile söylemesi harama yakın mekrûhtur. İmam efendi, içinden E'ûzü okuyup, sonra yüksek sesle, hamd ve senâ ve kelime-i şehâdet, salât ü selâm okur. Sonra vâz eder, yâni sevâba ve azâba sebeb olan şeyleri hatırlatır ve âyet-i kerîme okur. Sonra oturur. Kalktığında, ikinci hutbede vâz yerine, mü'minlere duâ eder. Dört halîfenin isimlerini söylemesi lâzımdır, müstehâbdır. Hutbeye dünyâ sözü karıştırmak haramdır. Namaz kılarken yapması haram olan şeyler, hutbe dinlerken de haramdır. (Abdülhayy Lüknevî)
Cumâ hutbesini Arapça'dan başka dil ile okumak, namaza dururken, başka dil ile iftitâh tekbîri almak gibidir. Bu ise, namazdaki diğer zikirler ve duâlar gibidir. Namaz içindeki zikirleri ve duâyı Arapça'dan başka dil ile söylemek ise tahrîmen (harama yakın) mekrûhtur. Hazret-i Ömer yasak etmiştir. (Abdülhayy Lüknevî, İbn-i Âbidîn)
Cum'â Namazı:
Cumâ günü öğle vaktinde câmilerde hutbeden sonra, cemâatle kılınan iki rek'atlik farz namaz.
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:
Ey îmân etmekle şereflenen kullarım! Cumâ günü, öğle ezânı okunduğu zaman, hutbe dinlemek ve Cumâ namazı kılmak için câmiye koşunuz. Alış-verişi bırakınız! Cumâ namazı ve hutbe size, başka işlerinizden daha faydalıdır. Cumâ namazını kıldıktan sonra, câmiden çıkar, dünyâ işlerinizi yapmak için dağılabilirsiniz. Allahü teâlâdan rızık bekleyerek çalışırsınız. Allahü teâlâyı çok hatırlayınız ki, kurtulabilesiniz. (Cum'a sûresi:
9-10)
Bir kimse, mâni yok iken, üç Cumâ namazı kılmazsa, Allahü teâlâ, kalbini mühürler. Yâni iyilik yapmaz olur. (Hadîs-i şerîf-Mesâbih)
Cumâ namazından sonra yedi defâ İhlâs ve (yedi) Mu'avvizeteyn (Felak ve Nâs sûrelerini) okuyanı Allahü teâlâ, bir hafta kazâdan, belâdan ve kötü işlerden korur.(Hadîs-i şerîf-İbn-i Sünnî)
Cumâ namazı için gusül abdesti almak, güzel koku sürünmek, yeni ve temiz giyinmek, saç, tırnak kesmek, câmide buhur (koku) yakmak, câmiye erken gelmek sünnettir. (İbn-i Âbidîn)
Cum'â Sûresi:
Kur'ân-ı kerîmin altmış ikinci sûresi.
Cumâ sûresi, Medîne-i münevverede nâzil olmuştur (inmiştir). On bir âyettir. Cumâ namazının farz oluşunu bildirdiği için, dokuzuncu âyet-i kerîmede geçen Cumâ kelimesi sûreye isim olmuştur. Cumâ sûresinde; bütün varlıkların Allahü teâlânın yüceliğini, büyüklüğünü anıp durdukları, Peygamber efendimizin Allahü teâlânın emir ve yasaklarını ümmetine öğrettiği, Cumâ ezânı okununca, müslümanların ticâretlerini bırakıp namaza gitmeleri, namazdan sonra dağılıp meşrû (günâh olmayan) işleri ile meşgûl olmaları istenmekte, Allahü teâlâyı çokça anmaları tavsiye edilmektedir. (Râzî, Alâüddîn Hâzin)
Cumâ sûresinde meâlen buyruldu ki:
De ki: Sizin kendisinden kaçmakta olduğunuz ölüm muhakkak sizi bulacaktır. Sonra da gizliyi ve âşikârı bilen Allah'a döndürüleceksiniz. O, size bütün yaptıklarınızı haber verecektir. (Âyet: 8)
CÜBN:
Korkaklık.
Cübn, kötü huydur. (Muhammed Hâdimî)
Cübn sâhibi olan kimse, zevcesine ve akrabâsına karşı gayretsizlik ve hamiyetsizlik gösterir. Onları koruyamaz. Zillete ve zulme boyun eğer. Harâm işleyeni görünce susar. Başkalarının malına göz diker. İşinde sebât etmez. Verilen vazîfenin ehemmiyetini anlamaz. (Muhammed Hâdimî)
CÜHÛD:
Yahûdî.
Bir kimse kendi isteğiyle; filân şey, filân kimsededir, yâhut yoktur, kâfir olayım, cühûd olayım, diye yemîn etse; o şey, o kimsede olsun veya olmasın, o kimsenin îmânı gider. Îmânını ve nikâhını tecdîd etmesi (yenilemesi) lâzımdır. (Muhammed Hâdimî)
CÜNÛN:
Delilik.
Âhireti verip dünyâyı almak. Hak'tan halka yüz çevirmek. Cünûn ve sefâhettir. (İmâm-ı Rabbânî)
Cünûn hâlindeki kimse yirmi dört saatte ayılamazsa iyi olunca namazlarını kazâ etmez. (İbrâhim Halebî)
Cünûn hâlindeki kimsenin namaz kılmaması için altı namaz vakti, oruç tutmaması için bir gece ve gündüz, zekât vermemesi için bir yıl aralıksız o halde olması lâzımdır. (İbn-i Âbidîn)
CÜNÜB:
Gusletmesi (boy abdesti alması) gereken kimse.
Âyet-i kerîmede meâlen buyruldu ki:
Eğer, cünüb iseniz (yıkanmak, gusül abdesti almak sûretiyle) temizleniniz... (Mâide sûresi: 6)
Kirlenince çabuk gusül abdesti alın! Çünkü Kirâmen kâtibîn melekleri cünüb gezen kimseden incinir. (Hadîs-i şerîf-Ey Oğul İlmihâli)
Resim, köpek ve cünüb kimse bulunan eve rahmet melekleri girmez. (Hadîs-i şerîf-Müslim, Zevâcir)
Namaz kılan ve kılmayan herkes, bir namaz vaktini cünüb geçirirse, çok acı azâb görecektir. (Hadîs-i şerîf-Zevâcir)
Cünüb ve hayızlı iken câmiye girmek, hattâ câmi içinden geçmek, Kur'ân-ı kerîm okumak, dokunmak ve tutmak, Kâbe-i muazzamayı tavâf etmek haramdır. (Hadîs-i şerîf-İbn-i Âbidîn)
Bir kimse cünüb olsa, gusül abdesti almadan bir namaz vakti geçse, o kimseye ateşten gömlek giydirilecektir. (İmâm-ı Gazâlî)
Cünüb olan her kadın ve erkeğin ve hayız ve nifâstan kurtulan kadınların, namaz vaktinin sonunda o namazı kılacak kadar zaman kalınca, gusül abdesti alması farzdır. (İbn-i Âbidîn)
CÜRM:
Suç, günah, kabahat.
İnsanlar arasında benden üstün olanlara hürmet eder, haklarına riâyet ederim. Benden aşağı olanların sözlerine aldırış etmez, onlardan sakınırım. Emsâllerimin kusurlarını bağışlar, olgunluk ve anlayış gösteririm. Çünkü yumuşaklık fazîlettir, üstünlüktür. Cürm sâhibi olanların ise cürmleri aleyhimde çoğalsa bile, onlara katlanmayı, aldırış etmemeyi kendime bir vazîfe bilirim. (Muhammed el-Verrak)
Rahmetin mücrimedir, kusûrum pek çok benim
Edemem cürmüm inkâr, hâlim mâlûmun senin
Yüz karası ile geldim sürüyerek zincirim
Rahmetini umarım yoksa da istidâdım
Sana güçlük mü var? Ey keremi bol Allahım!
(M.Sıddık Gümüş)
CÜZ':
1- Bir bütünü meydana getiren parçalardan her biri.
Her cüz aslına gider. (Celâleddin Rûmî)
2- Kur'ân-ı kerîmin yirmi sayfalık bölümlerinden her biri.
Meyyit için, çeşitli kimselerin, sessiz olarak çeşitli cüz'ler okuyup, Kur'ân-ı kerîmi hatim etmeleri ve herbirinin okuduğunun sevâbını ölünün rûhuna göndermeleri veya birinin hepsi için hediye etmesi, yâni hatîm duâsını yapması, okuyanların da âmin demeleri câiz ve çok faydalı olur. (Abdullah-ı Rûmî)
Cüz-ün Lâyetecezzâ:
Maddenin yapı özelliğini taşıyan en küçük parçası, atom, zerre.
ÇÂRMÎH (Çihâr mîh):
Dört çivi. Birbiri üzerine dikey olarak konulmuş iki tahtadan meydana gelen, suçluları îdâm etmek için kullanılan haç şeklindeki darağacı . Bu cezâya çarptırılan kişi iki yana açılmış kollarından ve bağlanmış ayaklarından çivilenerek öldürülürdü.
Engizisyon mahkemeleri denilen papaz cemiyetleri tarafından katledilen, çarmıha gerilen ve yakılanların sayısı, beş milyon iki yüz bindir. (Harputlu İshak Efendi)
Yahûdîlerden bir cemâat, Îsâ aleyhisselâm ve annesi hazret-i Meryem'e dil uzattılar. Îsâ aleyhisselâm bunu duyunca onlar hakkında beddûa etti. Allahü teâlâ onun bu duâsını kabûl eyledi. Hazret-i Îsâ'ya ve annesine dil uzatanları maymun ve domuza çevirdi. Bu durumu aralarında görüşen yahûdîler hazret-i Îsâ'yı öldürmek üzere anlaştılar. Hazret-i Îsâ'yı aramaya başladılar. Îsâ aleyhisselâmın havârîlerinden biri olan Yehûda (Judas) bir kaç kuruş karşılığı, Îsâ aleyhisselâmın yerini onlara haber verdi. Îsâ aleyhisselâmı yakalamak için yahûdîler ile berâber eve girince, Allahü teâlâ Yehûda'yı Îsâ aleyhisselâma benzetti. Yahûdîler onu Îsâ aleyhisselâm diye yakaladılar. Çarmıha gererek asıp öldürdüler. Îsâ aleyhisselâm ise, Allahü teâlâ tarafından göğe kaldırıldı. (Senâullah Dehlevî, Ebû Hayyân Endülûsî, Ahmed Sâvî)
Hıristiyanlar, Îsâ aleyhisselâmın çarmıha gerilip orada öldüğüne, fakat sonra diriltilip göğe çıktığına inanırlar. Müslümanlar ise, Îsâ aleyhisselâmın çarmıha gerilmediğine, doğrudan göğe kaldırıldığına inanırlar. Bu husus, Kur'ân-ı kerîmin Nisâ sûresi 157-158. âyet-i kerîmelerinde bildirilmiştir. (Enver Şah Keşmîrî)
ÇEŞTİYYE:
Evliyânın büyüklerinden Muînüddîn-i Çeştî hazretlerinin tasavvuftaki yolu.
Çeştiyye yolunun büyüğü Muînüddîn-i Çeştî hazretleri buyurdu ki: Kurtuluş, sâlihlerin, büyüklerin sohbetindedir. Bir kimse her ne kadar kötü de olsa, büyüklerin sohbetinde bulunmak onu kurtarır ve yükseltir. Sâlihlerin sohbetine devâm eden kimse iyi bir kişi ise, kısa zamanda olgunlaşıp, yükselir. (Hediyye bin Abdürrahim Çeşti)
ÇIHÂR YÂR-I GÜZÎN:
Peygamber efendimizin dört seçkin ve büyük halîfesi: Hazret-i Ebû Bekr, hazret-i Ömer, hazret-i Osman, hazret-i Ali.
Allahü teâlâ, hiçbir peygamberine vermediği kerâmetleri (üstünlükleri) bana verdi. Kıyâmette en önce kabirden ben kalkarım. Allahü teâlâ, dört halîfeni(Çıhâr-yâr-ı güzîni)
çağır buyurur. Onlar kimlerdir yâ Rabbi? derim. Ebû Bekr'dir buyurur. Yer yarılıp Ebû Bekr, herkesten önce kabirden çıkar. Sonra Ömer, sonra Osman, sonra Ali kalkar. (Hadîs-i şerîf-Menâkıb-ı Çıhâr-Yâr-ı Güzîn).
ÇİLE:
Dervişlerin, nefislerini terbiye ederek tasavvuf yolunda ilerliyebilmek için kırk gün tenhâ bir yerde riyâzet (nefsin istemediği şeyler) ve ibâdetle meşgul olmaları.
Hak teâlâ, hepimizi her an kendinin esiri olmak şerefine kavuştursun. Hakîkî kurtuluş O'na esîr olmak, tutulmaktır. Ondan başka bir şey düşünmemek, hâtıra bir şey getirmemek, büyüklerimizin yolunda, pek kolay hâsıl olmaktadır. Hatta bu yolun büyüklerinden bir kaçı kırk gün çile çekmiş, kırk gün sonra, hâtırlarına dünyâ düşünceleri gelmez olmuştur. (İmâm-ı Rabbânî)
Behâiyye, ne güzel götürücüdür!
Yolcuları gizlice yerine götürür.
Sözlerin tadı sâliklerin kalbinden
Halvette çile çekmek fikrini süpürür
(Molla Câmi)
Ahrâriyye büyükleri, zamanlarında bulunmayan, halvet yâni yalnız başına kalmak, kırk gün bir yere kapanıp çile çıkarmak yerine, insanlar arasında, kalbini Allah ile bulundurmak seâdetine kavuşmuşlardır. (İmâm-ı Rabbânî)
Câhil sûfiler, zikre, fikre sarılıp, farzları ve sünnetleri yapmakta gevşek davranıyorlar. Kırk gün çile çekmeyi ve riyâzetler yapmayı beğeniyor, Cum'a namazına ve cemâate gitmiyorlar. Halbuki bir farz namazı cemâat ile kılmak onların binlerle, kırk günlük çilelerinden daha faydalıdır. (İmâm-ı Rabbânî)
ÇİLEHÂNE:
Çile yapılan yer.
Açlıkla ve insanlardan kaçarak çilehânede yalnız yaşamakla nefislerini temizleyenlerin, fakat Hak teâlâya yaklaşmayanların firâsetleri, cisimleri, maddeleri keşfetmek, mahlûkların gayblerini haber vermektir. Bunlar yalnız mahlûklardan haber verir. Çünkü Hak teâlâ ile aralarında perde vardır. (İmâm-ı Rabbânî)
ÇÛN Ü ÇİRÂ:
"Nasıl ve niçin" mânâsına farsça bir terim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder