İskitlerin adı çok eski zamanlardan beri kolektif olmuştur. Bu adın bir zamanlar Hyperborei denilen bölgelerden İran kökenli insanların ülkelerine kadar her yere dağılmış olan insanlara, aynı zamanda Turaniklere tekabül ettiği ortaya çıkıyor. Pers destanı Şehname, Turanlılarla İranlıların çok eski ve kanlı savaşlarının hatırasını hâlâ koruyor. Ephori'nin coğrafya otoritesi olan Strabon yalnızca Sauramatları İskitlerden ayırmakla kalmadı, aynı zamanda İskitlerin kendi aralarında karakter ve gelenekleri bakımından çok farklı olduğunu söyledi.
Herodotos da İskitlerin dilinin aynı karakterde olmadığını söyledi. Bu yüzden örneğin, Gelonların dilini Budinlerin dilinden açıkça ayırdı ve burada ses bakımından Gelonların dilinin yalnızca Grek değil, aynı zamanda İskit dili de olmadığını anladı. Çünkü Grek dilini Budinlerin dilinin karakterinden ayırmak ihtiyacı asla olmadı. Bir başka yerde Sauramat dilinin, diğer İskitlerin dilinden farklı olduğu bilgisini verdi. Grekler, etnografik konularda bilgisiz oldukları için, İskitlerin adını hatalı bir şekilde kolektif kullanmışlardır. Gerçekten eski Grekler, kuzey insanlarının etnolojik farklılıklarını yeterince gözlemleyemeden bu insanların hepsine birden İskitler diyorlardı.
Pompeji Trogi'nin epimatoru Justinus, İskitlerin özellikle Mısırlılardan daha eski olduğunu şu şekilde belirtti: "Her ne kadar İskitler ve Mısırlılar arasında soyun eskiliği konusunda çok uzun bir çekişme olmuşsa da İskitlerin soyu en eski olmuştur." Mısırlılar üstün olmalarına rağmen, İskitlerin her zaman daha eski olduğu görüldü. Artık belgelerin bolluğu İskitlerin kolektif adının farklı Türk soylarını içerdiğini açıkça gösteriyor. Eski yazarlar Massagetler, Alanlar, Sakalar ve Partlara "İskitler" diyorlardı. Son zamanlarda Grek yazarları onların açıkça Türk olduğunu söylüyor. Theophanus Byzantinus, Perslerin kendi dillerinde "Kermichionlar" dedikleri Massagetlerin Türkler olduğunu açıkça beyan etmiştir. Ammianus Marcellinus, Alanların Massagetlerden türemiş olduğunu açıkça şöyle ifade etti: "Alanlar, dağların adından bu adı almışlardır." Strabon'un Massagetlere benzer gördüğü Sakalar, bir zamanlar Oxus ve Jaxartes arasındaki bu bölgelerde ikamet ediyorlardı. Bütün zaman boyunca Türk insanlarının ele geçirmiş oldukları bu bölgeleri tutmuş oldukları biliniyor. Gallia'nın önde gelen öğreticisi Guiardus de Lauduno, 13. yüzyılın başında Partların bu zamanın Türkleriyle, halklarının karakterleri nedeniyle en iyi şekilde bir araya geldiğini, "Çünkü kökleri Türk olanlar, eski adı dolayısıyla Partlardır" diyerek belirtti.
Burada Part krallarının kolektif adının Arsak (Romalılar arasında Arsaces) ve Massagetlerin etnik adında (Massag) Sacarum'un (Saklar) eski adının (Grekler arasında Sakai) kuşkuya yer bırakmamış olduğunu gözlemliyorum. Sak, Saka oriental Türk sözünün sağ, akıllı, yetenekli, ileri görüşlü anlamına gelen kelimelerle aynı olduğu görülür. Eskiçağ yazarları Karadeniz'den Hazar Denizi'ne kadar çok geniş bir sahada Türk diline ait coğrafya adlarını kullanmışlardır.
Mesela, Temerinda, Karumpaluk, Graucasus, Silyn. Plinius NH. 7'de Temerinda adını orijinal belirtisine matrem maris, denizin anası dedi. Bizzat Tanais'e İskitler Silyn (sinum, koy, körfez) diyorlardı. Maeotis, Temerinda, ki bu matrem maris'i, yani denizin anasını işaret eder. Bu yüzden de Dionysos Maeotis'e denizin anası diyor. Birleşik sesin ilk kısmını Tengiz ve Tenger ile karşılaştırmak niyetindeydim. Dahası bu sesin formundaki Temer'in (Tenger yerine) Türkçe dillerdeki "r" ile "s" harf değişiminin eski örneği olarak, özellikle Çuvaşça'da sık sık kullanıldığı anlaşılır. Türkçe oriental közeng, "pencere" formundaki ıslık sesi "z"yi körmak kelimesinin kuruluş formunda görüyoruz. Göstermek, Yakutça gösttör, körögüh ile birleştirilmiştir. İşte bu annottan Plinius tarafından aktarılmış olan temer formundaki "e" ve "i" seslerinin değişimi ortaya çıkıyor. Plinius hatalı bir şekilde "n" yerine "m" yazmıştır. Türkçedeki Silyn adı oriental Siliğ'e karşılık geliyor. Çünkü bu aydınlığa, parlaklığa, berraklığa işaret eder. İskitler Jaxartes'e Silis adını veriyorlardı (bugün Sır ya da Sır-Derya). Yine Plinius, İskitlerin Kafkas dağlarına kendi dillerinde Graucasum adını vermiş olduklarını belirtti. Bizzat İskitler, Perslere Chasaros ve Kafkas dağına Graucasum, yani Akkar dediler. Türk dilinin kar, nixe, kar'a ve okar, yükseğe denilmektedir. Çünkü biçimlerdeki augan, Uygurca okan, Çağatayca ogan, "ens supremum" deus maximum'a, en büyük Tanrı'ya işaret eder. Plinius tarafından aktarılmış olan Graucasus adı, Türkçe kar aukas (aukar) "ulu ak kar"ın bileşimi olduğu inanılmaz değildir, çünkü Graucas formunun ıslık sesi, belirsiz dental "r"ye kolayca dönüşebilir. Türkçe Kaukcasi Kafdağ adındaki kau hecesiyle kaf hecesi açıkça bir araya geldi, gerçekten dağ, eski aukas, aukar (okar)la aynı şeye işaret ediyor. Dünya coğrafyasında üstat olarak bilinen H. Kiepert, bunun ilk kısmını kısa süre önce açıkça aydınlattı, ki Caucasi dağının bazı vadileri çok eski zamanlardan beri Türk kökenli insanlar tarafından iskân edilmiştir. İskân bizim Plinius'tan aktardığımız Caucasi adının etimolojisi için çok güçlü bir destek olarak görülmektedir. Maeotis'e İskitler Karumpaluk adını vermiştir. Onların dilinde bu ad balık gölüne işaret eder. Türkçe balık, balık, piskis, yalnızca İskitlerin önceden söylenmiş olan coğrafya adı değil, aynı zamanda tarihin babası Herodotos'un aydınlattığı Tanrıların İskitçe terminolojisinin, Türkçe dillerin herhangi bir uzmanının bunun karakterini fark edeceği kadar açıktır. Çünkü Herodotos, İskitlerin Vesta'ya Tabiti, Zeus'a Papaeos, Gaea'ya Apia, Venus Urania'ya Artimpasa, Neptunus'a Thami-masadas dediklerini söyledi. Bizzat bu kökene dayalı adlar için kendi kitabında, Celsus'a karşı tam ters bir tez ileri sürerek, Apollonis'e Gongosür adını veriyor. Herodotos'taki Oitosyros'un yerine Gongos formu açıkça Türkçe Güneş, Sol ile bir araya geliyor. O, gerçekten Thamimasadas'ın yerine Thagimasad yazmıştır. Onun birinci kısmının Türkçe Tengiz, Tengis'in aynı olduğu görülür. Thamimasadas belki aynı şey olabilir. Çünkü Tengising atası Denizin babası, Pater maris'tir. Bu adla birinci kısımda söylenmiş olan Temerinda bir araya gelir. Kesin olarak Artimpasa, Türkçe Erdem Paşa, bütün cesaretlerin başı anlamındadır. Tabiti bana Tanrı'ya tapımı işaret ediyor gibi geliyor ve en büyük Tanrı'nın adı Papaeos, Türkçe Baba, Dede, Ata, Babir, Bayat, yaşlı; Uygurca, Bayat, Çağatayca Biyat Tanrı ile çok uygun bir şekilde bir araya geliyor. Dahası Macar dilinde Tanrı'ya zaman zaman "yaşlı, senex" adı veriliyor ve bizzat Deus, Tanrı'nın ilk hecesi açıkça "eski, Ebedi'ye işaret ediyor. Böylece eski Türklerin Tanrısı" ens supremum'u okan, aukan, ki insan soyunun eski atası Bayat, Papaei adında söylediğimiz Baba gibi seslendiriliyor. Bu kısa etimolojik ara sözü tamamladıktan sonra, tarihi izaha geri dönelim.
Herodotos, Tanais ırmağının sağ tarafından Budinlerin ülkesi üzerine Tyssagetlerin komşuları Tyrkaslar'ın (ki bu bana yazının hatası dolayısıyla eski Turkai'den doğmuş gibi geliyor, çünkü "T" ve "İ" harfleri kendi aralarında kolayca değişebiliyor) ikamet etmiş olduklarını söyledi. Plinius Maeotis civarındaki Tussagetler (Thussagetae) yakınındaki farklı Türk (Turcae) soylarını da zikrediyor. Tussagetler, Türkler ta etrafı ağaçlı vadilerle kapalı çetin çöllere kadar, bunların ötesinde Riphaeos dağlarına kadar Arimphaeilerin olduğunu belirtiyor. Herodotos'un av peşinde koşan göçebeler olduğunu, onların Volga ve Ural arasında yerleşmiş olduklarını söylediği Turkai halkının adının, Türkçe Yürük, gezici ile aynı olduğunu Kiepert ortaya koydu. Gördüğümüz gibi, Bizans yazarları arasında kolektif olarak düşünülmüş olan Türklerin adı aydınlatılmıştır ve bizzat bu ad Doğulu yazarlar arasında kolektif olarak adlandırılacak kadar sık kullanıldı; öyle ki, Sa'adia açıkça kolektif adı yorumlanıyor ve Türklerin adını Talmude yerine Togarma okuyabiliyor. Togarma adının Türk adıyla aynı olduğuna Mordtmann haklı olarak dikkat çekti. Th. D'Okza ve diğerleri Persçedeki Türklerin adı Turan'ın aynı şekilde gizli bulunduğunu söylüyorlar. Şemseddin, devam eden yerde Türk kelimesini kuşkudan uzak kolektif bir düşünceye çekti. Bulgarlar kendilerinin Türkler ve Slavlar arasında yerleşmiş olduğunu söylüyor. Sakaların adı Herodotos'ta olduğu gibi, Persler tarafından da aynı şekilde kolektif olarak kullanılmıştır. Diğer Bizans ve Doğulu yazarlar bölünmüş Türk halklarını Hunların adıyla belirtiyorlardı. Procopius Got savaşı adlı kitabında Massagetlere Hunlar dedi. Bunu şu şekilde belirtti: "Massagetler ya da şimdi Hunlar diyorlar." Evagrius tarihinde, "Hunlar bir zamanlar Massagetlerdi" şeklinde geçiyor. Theophylactus Simocatta, Perslerin komşuları olan Partlara birçokları tarafından Türkler denilmiş olduğunu söyledi ve eserin bir başka yerinde, Persler tarafından Doğulu Borea'ya doğru yerleşmiş olan Türklere Hunlar adı verilmiş olduğunu söyledi. Procopius, Bulgar halkına kesin olarak Hunlar diyordu. Doğu bilimciler arasında Hunların adı artık kolektif düşünceyle güçlendi. Böylece, örneğin Persli tarih yazarı Mirchond, Avarları, Hazarları, Uzları, Peçenekleri Hun soyunun dört kolu olarak adlandırdı ve Suriyeli yazarlar Cyrillona zamanında Barhebraeum zamanına kadar, Türk ve Moğol soylu insanları Hun adıyla anıyorlardı. Artık Türk soylu aynı halkları, Uğurlar, İugurlar, Ugorlar diye adlandırdılar. Ugor adının en eski izi açıkça Strabon'da keşfediliyor. Çünkü çok zeki coğrafyacı, soyların terminolojisinde, Tanai ve İstrum arasında yerleşmiş olan halkları bir zamanlar lazygislere komşu olan Urglar olarak adlandırdı. Eğer Türegetlerin adı, Plinius'ta geçen Tussagetlerin adıyla aynı ise, -ki buna hiç kuşku yoktur- Urgların da Plinius'un Türkleriyle aynı halka işaret edeceğine kesin olarak inanıyorum.
Iordanis, Hunların ve Uğurların adını, daha sonra Hunugurlar birleşik adıyla çağırılmasına neden olacak kadar birleştirdi. Fakat burada Hunugurlar olarak tanınıyorlar. Bunların adı Suriye tabirinde zaman zaman Unoje formu altında söylenir.
Thephylactus Simocatta, Uarlara yani Avarlara tek ve aynı adla Ugorlar dedi. Avarlar arasında en rütbeli öndere işaret eden Kağan'ın adı, küçük rütbelilerin adları Tudun ve İugur (Türkçe tutmak kelimesi, yalnızca tutmak, korumak, almak, zaptetmek değil; aynı zamanda hükmetmek'e işaret eder, en tanınmış kağanların bizzat özel adı Bayan, Çağatayca "Bay", "zengin", "önder"), rahip Avarların tanımlaması Theophylactus tarafından nakledilmiştir. Bokolabra, bu formun ilk kısmını üstat P. Hunfaluu, Türkçe Buki kelimesiyle karşılaştırdı. Avarların Türk soylu olduğunu açıkça onayladı. Yalnızca Hunlar, Avarlar, Kumanlar değil; aynı zamanda Deşti-Kıpçak toprağına yerleşen diğer Türk boylarına Batılılar tek kelimeyle Ugor adını verdiler. Şimdi Ianuesis tarihinin diplomatlarını ve gizlenmiş kitaplarını hiç bıkmadan incelemiş olan Usta Oliver! notlarla açıkladı. Elia ve İharcassius'un diplomatlarında, bunların orijinal dili Ogareşa değil, lingua Tatarica diye adlandırılıyor. Yalnızca İanuenses değil, aynı zamanda diğer Doğulu yazarlar Taurikler'i ve Deşti -Kıpçak Türklerini Ugorlar diye adlandırıyorlardı. Ugor adının Türklerin eponim adı Oğuz ile aynı olduğu görülüyor, çünkü Persli Reşideddin Oğuz boyuyla aynı zamanda takip eden Kıpçak, Kangli, Karlık, Kalagi, Ağaç-Eri ve Uigur'u zikrediyor. Aynı adın formunun açılımında, Ogor ve Oğuz'da "r" ile ıslık sesi değişiminin, diğer eski örneğini gözlemliyorum. Pliniustan aktarılan Temerinda adı ve Neptunus'un İskitlerin Thamisadas'ının adı bu şekildedir. Ruslar zaman zaman Oğuz boyuna Polowzi adını veriyorlar, gerçekten Polowzi hepsinin arasında Kumanlara işaret ediyor. Fakat Theophylactus, Kumanlara aynı zamanda Avarlarla birlikte Ugorlar diyor. Bu öngöndermeleri Ugor ve Oğuz adı izler ve aynı orijinli olduğunu gösterir. Chalcondylas, Oğuzların iki lideri Duzalp ve onun oğlu Oğuzalp'in Bizanslılarla savaş yapmış olduğunu söyledi. Oğuz boyunun daha sonra Türkmenlerden olduğunu söyledi. Oğuz boyunun daha sonra Türkmenlerden olduğu söylenmiş ve Türkmenlerin herhangi bir boyuna Oğuzçali değil, Ogurçali deniliyor. Fakat H. Kiepert, Türkmenlerin orijinini hiç kuşku duymaksızın deklare etti ve onların Dahların, Parnların, Massagetlerin neslinden olduğunu açıkladı. Bizzat Ogur adı"ikinci talih, iyi kehanet"e işaret ediyor.
Gördüğümüz gibi Kumanlara Theophylactus, Ugorlara İbni Fadlan ve diğer Doğulu ve Batılı yazarlar Türklere, Georgius Cedrenus İskitlere ad veriyor. Plinius Kaspio denizinden doğuya yerleşmiş olan soylar arasında Kumanları ve Iatiosları zikrediyor ve Kafkasya kapılarının yakınındaki kaleye "Kumania" adını veriyor. Bunlardan sonra Kafkasya kapıları vardır, büyük bir hatayla buraya bir çokları tarafından Kaspialar denilmiştir. Dağlar arasında geçitler vardır. Bunlar ağaçtan direklerle kapatılmıştır. Buranın ortasında aşağıya doğru bir ırmak akmakta ve alt tarafta bir kale bulunmaktadır (o kaleye kumania adı veriliyor). Claudius Ptolemaeus, Maeotis yakınındaki Kumanların Basternler ve Roxalanlar arasında yerleşmiş olduğunu söyledi. Cornides de Georgium Pray'a yazdığı mektuplarında bu yeri notlarla açıkladı. Aynı şeklide Ptolemaedos Udosların (Uzlar) Volga içlerine kadar yerleşmiş olduklarını söyledi. Kumanların Kaspium denizi yakınında eski Parthia'da yerleşmiş oldukları artık takip edilebiliyor. Çünkü Persler Kaspia Denizine ya Bahr'il uz ya da Bahr'il uze adını veriyorlar. Bu ad artık Türkler arasında tam olarak yerleşti. Kafkaslar'dan doğup Kaspium denizine dökülen Kuma ırmağını da aynı şekilde Kumanlar kendi adları olarak aldılar. Eskiler Kuman'a Udon adını veriyorlardı. Cihannuma'da Kumanların kasabası Sevayih olarak zikrediliyor. Adın ilk formunun sevaniç, sevinç, "zenginlik", "iyi haber" olarak yazıların ihmalinden dolayı düzeltilmesine inanıyorum. Frâhn haklı olarak burada "çangü, çayigü" okunmasının gerekli olduğu uyarısında bulundu, yani Jaik ki bu ırmağı Ptolemaeus Daix yazdı. Kumanlar böylece zaman zaman göçebe hayatı sürdürdüler. Fakat zikredilmiş kelimelerden anlaşılacağı üzere, onların liderleri kente ve saraya sahip oldular. Bu kenti Moğolların tahribinden sonra yeniden restore ettiler. 9. yüzyılın sonuna kadar Kumanlar, Hazarlar ve Peçenekler arasındaki bölgeyi ellerinde tutmaya devam ettiler. Fakat o zaman aynı zamanda Hazarlarla birlikte Peçeneklerin toprağına saldırarak eski yerleşikleri sürdüler, fakat Constantinus'un öğrettiğine göre, Peçeneklerin hiçbirisi yine de geri dönmeyerek, Uzlarla, yani Kumanlarla dostluk kurdular. O zaman ve daha sonra kendi aralarında bölünmüş olarak kaldılar. 9. yüzyılda Bulgar kırallığına ve daha sonra Hazarya'ya giden İslamiyet artık Kumanlar arasında da yayılmıştır. Kumanların bu dinine daha sonraki Latin yazarları "Tatar ayini" adını veriyorlardı, böylece Ioannes diaconus küküllöiensis, Kumanların Tatar ayini yaptıklarını belirtmektedir. Kazvini Kosmographia'da Guzların kendi zamanında Hıristiyan olduğunu belirtmektedir. Kazvini ardından Guzl'arın ülkesini Kırnak bölgesi olarak tanımladı, çünkü buradaki adın Kumak yazılmış olduğuna inanmış bulunuyorum, çünkü Türkçe yargının sesli harfi "i" ve "u"nun bu kadar küçük olması ilginçtir. Kazvini şunu söyledi: Bu bölgenin yerlilerini özel olarak yazacağım ve bu ülkenin kutsal dağındaki Guzlar, Menkur kültürü tayin etmişlerdir. Menkur kelimesi bana iki kelimeden "mengü" ve "ur"dan birleşmiş gibi görünüyor. Bunların ilki "ölümsüzlük"e, ikincisi "efendi"ye işaret ediyor, bir venetli tabletin Kumanca sıfatı "mengü", örneğin pag. 144'te "mengü yıllar", "sayılamaz yıllar", "sonsuzluk" ve "ur" sesi, ki bu yalnızca Macarcada değil, aynı zamanda Bulgarcada "efendi"ye işaret ediyor. Belki İskitlerin "Sakaurak" adındaki Partların kralının işi güçten düşünce bitmiştir. Kendi krallarını Sinatraklem'den seçiyorlar, Urak aynı zamanda "efendi"ye işaret eder. Daha sonraki Kumanların yazma sanatında uzman oldukları Bohuslavus Baldini tarafından belirtilmiştir: Bugün Evaczicio ve Oslova-nersi Coenobio'ya uzak olmayan barbarların herhangi bir anıtı Hıristiyan mezar anıtından üstündür ki, bunda Kumanların birçok mezar ve kaya yazılarının onların harfleriyle yazılmış olduğu gözleniyor.
İlhami Durmuş'un İskitler adlı kitabından alıntılanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder