30 Eylül 2022 Cuma

İSKİT KÜLTÜRÜ-4

 İSKİTLERİN GELENEK VE GÖRENEKLERİ





İskitlerin gelenek ve görenekleri hakkında bize en önemli bilgileri Herodotos ve Hippokrates vermektedir. Hippokrates İskitlerin yaşadıkları coğrafya, yurtları, besledikleri hayvanlar, beslendikleri gıda maddeleri genel olarak yaşayışları, birtakım alışkanlıkları hakkında kıymetli bilgiler vermektedir. Herodotos da İskitlerin yerleştikleri coğrafya, komşuları, dinleri vb. özelliklerinin yanında onların gelenek ve göreneklerinden ve birtakım âdetlerinden bahsetmektedir. Böylece İskitlerin gelenek ve göreneklerini bizzat İskit ülkesini dolaşmış olan antik yazarlar, Herodotos ve Hippokrates'ten öğrenebiliyoruz.





1) İskitlerde Hayat Tarzı



Her toplumun kendine has bir hayat tarzı olduğu malumdur. İskitlerin hayat tarzı da çoğu antik devir topluluklarından farklılıklar göstermektedir. Hippokrates'in bildirdiğine göre, İskitler göçebe bir kavimdir, İskitlerin yaşadığı coğrafya, otlakları bol, rutubeti az bir ovadır. Sabit bir yerleşim yerleri olmayan İskitler bu otlağı bol ovalıkta yaşamaktadır. Arabalar içinde oturmaktadırlar. Bu arabaların en küçüklerinin dört, büyük olanlarının ise altı tekerleği bulunmaktadır. Arabaların dört bir tarafı ve üzerleri keçe ile kaplanmış olup, bunlar ev şeklinde yapılmıştır. Bu arabaların bazıları iki odalı, bazıları da üç odalıdır. Bu arabalar soğuğa karşı korunaklı olup, içerisine yağmur ve rüzgâr geçememektedir (Hippokrates 1863: XCII-XCIII).


İskitler başka bir yere giderken, kadınlar ve çocuklar iki ya da üç çift öküzün çektiği arabalarda, erkekler ise at üstünde onların yanında gitmektedir. Onları ise, koyun sürüleri, sığırlar ve atlar izlemektedir. Onlar hayvanlarına ot bulabildikleri sürece bir yerde kalmaktadır (Hippokrates 1863: XCIV).


Yukarıda da belirtildiği üzere sığır, koyun ve at besleyen İskitlerin ekonomisi hayvancılığa dayanmaktaydı. Bu durum onların hayat tarzıyla yakından alakalı gözükmektedir. At, sığır ve koyun besleyen İskitler, domuz beslemiyorlardı (Herodotos IV: 63). İskitler hayat tarzlarının bir gereği olarak günlük hayatlarında pişmiş etle beslenmekte, kısrak sütü içmekte ve kısrak sütünden yapılmış bir çeşit peynir yemekteydiler (Hippokrates 1863: XCIV).


İskitler gelenek ve göreneklerine çok bağlı olup, yabancıların geleneklerine tamamen kapalıydılar (Herodotos IV: 76). İskitlerin genç kadınları da ata binmekte, ok atmakta ve at üstünde kargı savurmaktaydılar. Ayrıca onlar üç düşman öldürmedikçe evlenemiyorlardı (Hippokrates 1863: LXXXIX).


İskitlerin bu gelenek ve görenekleri aynen Hunlar ve Göktürkler'de de devam etmiştir. İskitler Türk kavimleri gibi kımız içmişler ve sütü kurutarak kurut (bir çeşit peynir -İ.D.) yapmışlardır (Togan 1981: 34). İskitlerin hayat tarzı Hunlar'dan başlamak üzere, daha sonraki Türk devletlerindeki Türk topluluklarının hayat tarzıyla çok büyük bir benzerlik göstermektedir.





2) İskitlerde Ölü Gömme Âdetleri



İskitlerin günlük yaşayışları ve alışkanlıklarından başka, ölen birisini gömerken uyguladıkları birtakım âdetleri vardı. Herodotos İskitlerin ölülerini nasıl gömdükleri hakkında bilgi vermektedir. İskit hükümdarları için nasıl bir cenaze merasimi yapıldığını anlatmaktadır. O, hükümdar mezarlarının Gerrhos topraklarında olduğunu, oranın Borysthenes üzerinde gemilerin gidebildikleri son bölge olduğunu bildirmektedir. İskitler hükümdarları öldüğü zaman, o bölgede kare şeklinde büyük bir mezar kazmakta ve mezar hazır olduğunda ölü getirilmektedir. Gövdesi mumyalanan ölü bir arabaya konulmaktadır. Merasime katılanlar kulak memelerini kesmekte, saçlarını çepeçevre kazımakta, kollarını çizmekte ve burunlarını yırtmaktadır. Hükümdar mezara konulunca onunla beraber karılarından birisi, bir haberci ve atları da boğulup aynı mezara konulmaktadır. Kullandığı bazı eşyalardan da birer tane konulmaktadır (Herodotos IV: 71).


İskitlerden herhangi birisi öldüğü zaman ise, ölü en yakınları tarafından bir arabaya konulmakta ve öbür yakınlarına götürülerek dolaştırılmaktadır. Bu esnada kafilenin yanlarına geldiğini görenler yemek vermektedir. Kırk gün boyunca ölüler böylece birinden öbürüne gezdirildikten sonra gömülmektedir (Herodotos IV: 73).

İskitlerin ölü gömme âdetleri arkeolojik buluntularla da ispatlanmıştır. Bunlara en güzel örneği Pazırık buluntuları oluşturmaktadır. Buradan çıkarılan cesetler mumyalanmış (Ögel 1984: 68) ve cesetlerin gövdeleri dövmeyle kaplanmıştır (Zvelebil 1980: 255). Ayrıca buradan on at çıkarılmıştır. Bunların kulaklarına birbirinden farklı en'ler yapılmıştır. Bu nişanların farklı olmaları, atların değişik kabileler tarafından hediye edilmiş olduğu kanaatini uyandırmıştır (İnan 1919: 263). Atların kuyruk ve yeleleri kesilmiştir. Atların kuyruk ve yelelerinin kesilmesi eski Türkler'de bir matem alametidir (İnan 1991: 265). Ayrıca bu atların aygır olması da Türk âdetlerine uygundur (Ögel 1984: 68).





3) İskit Hükümdar Mezarları



İskitlerde mezarlara gömü önemli bir yer tutar. Bu hususta Herodotos İskit hükümdar mezarları hakkında bilgi vermektedir. Onun bildirdiğine göre; Hükümdar mezarları Gerrhos topraklarında, yani Borysthenes üzerinde gemilerin gidebildikleri son bölgededir. Hükümdarları öldüğü zaman, o bölgede eni boyu bir dörtgen, büyük bir mezar kazarlar ve hazır olduğu zaman ölüyü getirirler. Mezarın içine çimen yayılır, hükümdar üzerine konur, Ölü yere saplanmış mızraklarla çevrilir, üzerine ağaçtan bir gölgelik konur, sazlarla örtülür; mezarın içinde boş kalan geniş yerlere hanımlarından birisi, elinden içki içtiği kimse, bir aşçı, silahtarı, uşaklarından birisi, bir haberci ve atları boğulup konur, kullandığı şeylerden birer tane ve altın kupalar konur. Bu tören tamamlanınca herkes mezarın üzerine kürek ile toprak atar ve en yüksek tümseği yapmak için birbirleriyle yarışırlar (Herodotos IV: 71).


Herodotos'un MÖ 5. yüzyılın ortalarında gözlemlerine dayalı olarak bahsettiği mezar geleneğinin Karadeniz'in kuzeyindeki bozkırlarda yaygın olduğu görülmektedir. Üzerine toprak yığılarak yapılmış bu mezarlara kurgan denilmektedir (Rolle 1980: 9). Genelde kurgan ismi koruganla özdeşleştirilmektedir. Gerçekten de bütün değerli eşyalar ile gömülmüş ölünün korunması ve ona ait mezarın soyulmaması esastır. Bu tür mezarların korunması gereğini ve bizzat korunduğunu, Perslerin Karadeniz'in kuzeyindeki İskit ülkesine gerçekleştirdikleri sefer esnasında İskit hükümdarı İdanthyrsos ve Pers Kralı Darius arasında geçen konuşma açık bir şekilde ortaya koymaktadır.


Darius'un, İskit hükümdarına bir elçi ile gönderdiği haber şöyledir: "Ey garip adam, yapabileceğin başka iki şey varken ne için boyuna kaçıyorsun? Eğer kendini bana karşı koyabilecek kadar güçlü sayıyorsan ona göre davran, kaçmayı bırak, savaşa gir; yok eğer kendini daha aşağı görüyorsan yine boyuna yürümekten vazgeç; efendine haraç olarak toprak ve su getir, huzuruna çık" (Herodotos IV: 126).


İskit hükümdarı İdanthyrsos, şu cevabı vermektedir: "İranlı, işte benim kanaatim: beni hiç kimse ne korkutabilir ne de önünden kaçmaya zorlayabilir; senden de kaçtığım yok; şimdiye kadar yapmış olduğum şey, barış zamanında da her zaman yaptığım şeydir. Neden hemen savaşa girmiyorum, onu da sana açıklayayım: Bizim ne kentimiz var ne de dikili ağacımız var, ki elden gitmesin, ya da yakılıp yıkılmasın diye korkup hemen savaşa girelim; ama siz eğer ille de savaşmak istiyorsanız, bizim atalarımızın mezarları var; onları bulun, onlara el kaldırın, o zaman görürsünüz, mezarlarımız için dövüşüyor muyuz dövüşmüyor muyuz" (Herodotos IV: 127).


İskit hükümdarının yukarıdaki sözleri İskitlerin hayat tarzını ortaya koyduğu gibi, atalarının mezarlarını kutlu saydıklarını ve bu mezarları korumaya aldıklarını da göstermektedir. Burada korumaya aldıkları mezarların gerçekten koruyucu özelliği bulunmakta olup, böylece bu tür mezarlara korugan, kurgan denilmesi bu özelliği ile bağlantılı görülmektedir.


Zamanımıza kadar kurgan kelimesinin farklı anlamlarına dikkat çekilmiştir. Bu kelimenin mezar, gömüt, mezar tümseği olabileceği gibi; kale, sur şehrin etrafını çeviren kemer olarak da anlam kazandığı ifade edilmektedir (Roux 1999: 295). Burada kurganın iki anlamı ortaya çıkmaktadır. Birincisinde, ölmüş olan kişinin korunduğu yerdir. İkincisinde ise, yaşayanların dış saldırılara karşı korunduğu, şehri koruyan savunma sistemidir. Her ikisinde de bir koruyuculuk söz konusudur. Ancak atlı kavimlerin yerleşimine bakıldığında şehrin savunmasıyla ilgili anlamı şehir hayatı ile bağlantılıdır. Bu yüzden şehir savunmasında kullanımı daha geç olmalıdır. Mezar geleneği ile ilgilisi çok daha eskidir. İskit dönemi için yalnız mezarı ifade eden bir kelime olmalıdır. Bu kelime yalnız mezarın üzerinde oluşturulan tümseği dahi ifade etse, yine onun koruyuculuk vasfı ön plana çıkmaktadır.


İşte koruyuculuk vasfı ön plana çıkmış olan bu tür mezarların arkeolojik olarak da tespit edildiği görülmektedir. Bu tür kurganlar arasında büyüklükleriyle Certomlyk ve Aleksantropol kurganları son derece önemli bir yer tutmaktadır. Hem bu iki kurgan hem de diğer kurganların asıl gömü alanları kare ya da dikdörtgen bir çukur açılarak yapılmıştır (Rolle 1979: 62-67). Kazılarak planları çıkarılmış bu kurganların yapıları Herodotos'un verdiği bilgilerle örtüşmektedir.




Ancak bu tür kurganlar yalnız Karadeniz'in kuzeyindeki bozkırlarda değil, Orta Asya ve Sibirya'da ortaya çıkarılmıştır. Tuva'da Arzhan, Kazakistan'da Esik Kurganı büyük kurganlar arasında yer almaktadır. Ayrıca Abakan bölgesinde Çar vadisinde büyük kurganlar ortaya çıkarılmıştır. Özellikle kurganların asıl alanının kare şeklinde yapıldığı ve üzerlerinin tamamen yüksek bir biçimde oluşturulduğu ortaya konulmuştur (Bokovenko 2002: 521). Pazırık vadisinde tespit edilmiş mezarlardan beş tanesi büyük kurgandır. Bu kurganlarda da mezar odası oluşturulmuş ve hemen hemen asıl alanları kare planlıdır (Jettmar 1966: 54). Şüphesiz mezarların en kayda değeri Tuva'daki Arzhan kurganıdır. Bu kurganın asıl gömü alanı, mezara gömülen insanlar ve atlar bakımından önemli bir yer tutmaktadır (Gryaznov 1976: 40).


Mançurya'dan Macaristan'a kadar çok geniş coğrafyada İskitlere ait çok sayıda kurgan belirlenmiş ve bunların kazılarının yapılması sonucu, Herodotos'un hükümdar mezarları hakkında verdiği bilgileri destekleyen verilere ulaşılmıştır. Şüphesiz bu büyük kurganlar mezar yapma geleneği içerisinde önemli bir yere sahiptir. Ayrıca çok sayıda küçük mezarın yapılmış olduğunu da söyleyebiliriz. Bu büyük kurganlar mumya geleneği ve definden sonra yapılan temizlenme törenleri açısından da veriler ortaya koymaktadır. Çünkü bu tür kurganların bir kısmında hem mumyalanmış cesetler hem de temizlik törenleriyle ilgili arkeolojik buluntular ortaya çıkarılmıştır.





4) Ölülerin Mumyalanması



İskitlerde ölülerin mumyalanması ile ilgili ilk bilgi Herodotos'ta bulunmaktadır. O, bu hususta şöyle demektedir: "Ölen kişinin gövdesi mumla kaplanmıştır; önceden karnı yarılmış, içi boşaltılmış ve maydanoz tohumu, anason ve dövülmüş saparna ve kokulu maddelerle doldurulmuş, sonra dikilmiştir" (Herodotos IV: 71).


İskitlerde mumyalama geleneği hakkında başka bilgi bulunmamaktadır. Bu hususta kurganlardan çıkarılan cesetlerde mumyalama geleneğinin uygulandığı tespit edilmiştir. Ancak Karadeniz'in kuzeyindeki bozkırlarda İskit kurganlarında mumya geleneğini gösteren kalıntılardan şimdiye kadar söz edilmemektedir.


Öncelikle, neden mumyalamaya gerek duyuluyordu sorusuna cevap bulmak gerekir. Özellikle ölü gömme yılın belli zamanlarında yapılıyordu. Ölüler ya yazın başında ya da sonbaharda gömülüyordu. Hatta MS 6 ve 7. yüzyıllarda yaşayan Türkler arasında ilkbahar veya sonbaharda ölü gömme geleneği varlığını sürdürmüştür. Çin kaynaklarına göre; "Onlar (Türkler) yazın veya baharda ölenleri ağaçlar ve bitkiler sararıp kurumaya başladığı zaman; kışın veya sonbaharda ölenleri, yapraklar yeşermeye başladığı zaman gömerler" (Liu Mau-tsai 1958: 9).


Gömme işleminin senenin belli dönemlerinde yapılmasının nedeni muhtemelen büyük kurganların yapımında gerekli olan işçi masraflarından dolayı, ama daha önemlisi, gömme anına kadar bozulmayı engellemek maksadıyla yapılan mumyalama geleneği ile bağlantılıdır. Burada yalnızca önemli şahsiyetlerin ölüleri mumyalanmaktaydı (Rudenko 1970: 279). Zaten Herodotos da İskit hükümdarlarının mumyalandıklarını belirtmektedir (Herodotos IV: 71). Ancak İskitlerde yalnız hükümdarların değil, boy ve boylar birliklerinin başında bulunan önemli şahsiyetlerin de, öldüklerinde cesetlerinin mumyalandığını söyleyebiliriz.


Arkeolojik buluntular cesedi mumyalama işleminin oldukça yaygın bir şekilde uygulandığını göstermektedir.


Pazırık kurganları, Şibe ve Oglakti kurganlarından mumyalanmış cesetler ortaya çıkarılmıştır. Genel olarak, mumyalama işleminin ölümden sonra da hayatın devamını sağlamak için ölünün şeklini muhafaza etme arzusundan kaynaklandığı düşünülmektedir. Fakat bunun sağlanması için iskeletin yeterli olduğunu da biliyoruz. Ancak mumyalama işleminin esas amacı cesette herhangi bir bozulma olmadan cenaze törenleri için uygun tarihi beklemeye imkân vermektedir. Mumyalama işlemi cesedin bozulma tehlikelerini ortadan kaldıran önemli tek yöntemdir; ateş etleri yakabildiği gibi kemikleri de yakabilirdi, kemirici hayvanlar da kemikleri kırabilirdi. Ancak bu karmaşık yöntem yalnızca dünyadaki hayatında güç sahibi insanlar için kullanılıyordu. Bunun amacı onların öteki dünyada da güçlü kişiler olmalarım sağlamaktı (Roux 1999: 260). Mumyalanan cesetlerde hangi işlemlerin yürütülmüş olduğu ayrıntılı bir şekilde ortaya konulmuştur. Bu hususta Pazırık kurganları en kayda değer bilgilere ulaşmayı mümkün kılmaktadır.


Ceset mumyaları ilk olarak Şibe'de yapılan kazılardan sonra Altaylıların kurganlarından çıkarılmıştır. Yaşlı ve genç insan cesetleri günümüze kadar kötü bir halde kalmalarına rağmen, beyin kafatasından ve bağırsaklar bedenden çıkartıldığından cesetleri tespit etmek mümkündür. Genç olanın göz oyukları dikişle ayrılmış ve kalın tentene iplikleri vücuttaki bütün yarıkların dikilmesi için kullanılmıştır. Vücutta kesilerek yarıklar oluşturulması bir kural olduğundan Şibe'deki kurgandan çıkartılan adamın bacağındaki yarıklar ile Pazırık'taki 5. kurgandan çıkartılan adamın bacağındaki yarıklar aynıdır (Rudenko 1970: 280).




2. kurganda gömülü kadın ve erkek kafatasları, Şibe'deki kurgandan çıkartılan yaşlı adamın kafatasına uygulanan aynı yöntemle ayrılmıştır. 2. kurgandaki kadın kafatası açılıp, içi boşaltıldıktan sonra içi toprak, çamların iğne yaprakları ve karaçam kozalarıyla dolduruluyor. Açılan kısım ise tekrar kapatılarak deri yağız at kılı ile dikiliyor (Rudenko 1970: 280).


Mumyalama işleminde bağırsakların çıkarılmasından sonra açılan yarıklar tentene ipliğiyle dikiliyor. Eller ve bacaklar üzerindeki yarıkların yanı sıra, kalça üzerinden bacaklara doğru, omuzlardan kollara doğru 1 santimetre derinliğinde sayısız birçok yarık bulunmaktadır. Bu yarıklar bir bıçağın ucuyla açılmış, hatta muhtemelen dikiş ipliklerinin bozulmasını önlemek için koruyucu bir madde içeren bir nesne ile de açılmış olabilir. Koruyucu olarak ne kullanıldığı hâlâ bilinmemektedir. Muhtemelen bu koruyucu Mısır'da yaygın olan evrensel bir yöntem olarak kullanılan tuzdu. Bu yolla korunmuş cesetler açılmış ve su altında kalmış kurganlarda bulunmuş olsaydı, bunu tespit etmek zor olmayacaktı. 2. kurgandaki adam cesedi çapulcular tarafından yağma edildiğinden ve uzun süre su altında kaldığından cesedin içinde tuzun varlığına rastlamak mümkün değildir (Rudenko 1970: 280). Ancak Çin'de Kitan Vu-yu adındaki yeni imparatorun "Çin'de ölen selefinin törenini yapmak" için gerçekleştirdiği gösterişli cenaze töreninde cesedin bağırsaklarının çıkarıldığı ve karnı tuzla doldurulduktan sonra getirildiği belirtilmektedir (Roux 1999: 259). Buradan bu kültür coğrafyalarına yakın yerlerde mumyalamada tuzun kullanılmış olması, Pazırık ve çevresinde de kullanıldığı düşüncesini güçlendirmektedir.


Mumyacılıkta daha farklı bir yöntem ise 5. kurgandaki cesetlerde görülmüştür. Burada kesilen yarıkların dikilmesinde at kılı çifte kıvrımlar şeklinde bükülerek dikilmekteydi. Bu şekilde oluşturulmuş ipler genellikle hem kadın hem de erkek vücutlarındaki yarıkların dikiminde kullanılıyordu (Rudenko 1970: 281).


Ölenin bedenini korumanın çok yolu vardı. Bundan dolayı mumyalama ile bağlantılı olarak daha iyi korunmuş cesetler bulunmaktaydı. 5. ve 2. Pazırık kurganlarından çıkarılmış mumyalı cesetler daha sağlamdır. Ak-Alah'tan bir kurganda çıkarılan genç kadının cesedi de mumyalanmıştır. En az ameliyat yoluyla mumyalanmış cesetler de ortaya çıkarılmıştır. Yukarı Kalein kurganından çıkarılan üç adamın cesedinde görüldüğü gibi, karın boşluğunu açıp iç organlarını çıkarmak ve mumyalama cesedin korunması için yeterli olmuştur. 2. Başadar kurganından çıkarılmış kadın ve erkek cesedi de aynı şekilde mumyalanmıştır (Polosmak 1996: 210-211).


Yukarıda belirtildiği üzere, Pazırık kurganlarının yapımı sırasında mumyalama geleneğinin yaygın olduğu görülmektedir. Pazırık kurganları dışında diğer kurganlardan da mumyalı cesetler ortaya çıkarılmıştır. Bu yaygın olarak sürdürülen mumyalama geleneğinde, ölenin bedeninin korunmasına yönelik birtakım maddeler kullanılıyordu. Maddelerin neler olabileceği üzerinde de çalışmalar yapılmış ve bazı verilere ulaşılmıştır.




Pazırıklılar iç organların ilaçlanması ve cesedin korunmasında cila kullanmışlardır. 3. Ak-Alah'taki 1 kurganından çıkarılmış mumyalı kadının derisi üzerinde laboratuvar çalışmaları yapılmıştır. Buradan anlaşıldığı üzere, organların ayrıştırılıp, cesedin cilalanması koruma işleminde kullanılmıştır (Polosmak 1996: 211).


Dağlık Altay ve Doğu Kazakistan'da zencefil boyası ve cila iyi tanınmakta olup, oralar bunların vatanıdır. Pazırıklılar zencefil boyasını deriden yapılmış eşya ve ağaçları boyamada da kullanmışlardır. Zencefil boyası ve cila kullanımıyla "ölümsüzlük, sonsuzluk iksiri" oluşturulduğu anlayışı mevcuttur. İşte Pazırıklılar da bunu cesedin dış halini korumak için kullanmışlardır (Polosmak 1996: 211). Elbette maydanoz tohumu, anason, dövülmüş saparna ve kokulu maddeler de mumyalama işleminde karnın içindeki organlar boşaltıldıktan sonra kullanılmıştır (Herodotos IV: 71).


Kurganlardan ortaya çıkarılan mumyalanmış cesetler yalnız mumyalama hakkında bilgi sahibi olmayı mümkün kılmamaktadır. Aynı zamanda cesetlerin gövdelerinin dövmeyle kaplanmış olduğu görülmektedir (Zvelebil 1980: 255). Hatta Pazırık kurganlarından çıkarılan atların kulaklarına birbirinden farklı en'ler yapılmıştır. Bu nişanların farklı olmaları, atların değişik boylara mensup kişiler tarafından hediye edildiğini göstermektedir (Durmuş 1997: 17).


Mumya geleneğine tekrar dönersek; bu geleneğin İskitlerde yaygınlığı yukarıda belirtildi. İskit sonrası dönemde de varlığını koruduğu görülmektedir. Göktürk dönemine ait yazıtlarda törene katılanların kokular, mumlar sandal ağacı vb. getirmeleri (Thomsen 1993: 156), bu dönemde mumya geleneğinin varlığına bir işaret sayılabilir. Daha da belirgin olanı Türkiye Selçuklularında mumya geleneğinin varlığıdır. Selçuklu Sultanlarından II. Kılıç Arslan, I. Keyhüsrev, II. Süleyman Şah, III. Kılıç Arslan ve daha birçokları mumyalanmıştır. Bu durum köklü bir ananeyi ve kültürel sürekliliği belirgin bir biçimde göstermektedir (Konyalı 1965: 1196-1199).







5) Defin Sonrası Yapılan İşlemler



İskitler ölülerini gömdükten sonra bazı işler yapmaktadırlar. Bu hususta Herodotos bize yeterli bilgiler vermektedir: "Ölüleri gömdükten sonra kendilerini temizlerler. Başlarını iyice ovarak yıkarlar, gövdelerini temizlemek için bir tören yaparlar, yere üst uçları birbirine eğik üç kazık çakarlar, üzerine çepeçevre keçe sararlar, keçelerin içerisinde ve kazıkların ortasında bir tekne vardır, iyice kızdırılmış birçok taş getirip bu teknenin içine koyarlar" (Herodotos IV: 73).


Herodotos yukarıda yapılan işlemlere de bu hususta açıklık getirmektedir: "İskit topraklarında kenevir yetişir, tıpkı keten gibidir, yalnız daha kalın ve daha büyüktür. Hem insan eliyle ekilir hem kendiliğinden yetişir. Traklar bundan tıpkı ketene benzer giyecekler yaparlar. Hatta bu işten çok iyi anlamayanlar için, bu giyecekler ketenden mi yapılmış, yoksa kenevirden mi hiç belli olmaz ve keneviri bilmeyenler, ketendir diye yemin edebilirler" (Herodotos IV: 74).


İskitler kenevir tohumlarını alarak törenlerinde kullanmaktadırlar. Bu hususta yapılan işlemleri Herodotos şöyle anlatmaktadır: "İskitler kenevir tohumunu alırlar, keçe örtülerin içerisine girerler ve bu tohumları kızgın taşın üzerine atarlar; tohum taşa değince tüt-meye başlar, çıkardığı buğu Yunanistan'daki hamamlarda bile bu kadar boğucu bir buğu olmaz. İskitler bu buğuyla bayılırlar ve keyiften haykırırlar. Bu onlara yıkanma yerine geçer, çünkü gövdelerine hiç su değdirmezler" (Herodotos IV: 75).


İskitlerin kadınlarının temizlenmesiyle ilgili olarak şu bilgiler yer almaktadır: "Kadınlarına gelince, onlar da servi, sedir ağacı yongalarını pürtüklü bir taş üzerinde iyice dövüp su katarlar; bu hamuru yüzlerine ve bütün gövdelerine sürerler, koklamaya doyulmaz bir koku kazanmış olurlar ve ertesi günü bu lapayı kaydırdıkları zaman derileri pırıl pırıl ve taze bir renk almış olur" (Herodotos IV: 75)


Herodotos'un belirttiği bu basit temizlik banyosu matem süresinin bitimi olarak çok kökleşmiştir. Bu temizlik işlemi banyo olarak hizmet vermiş ve böylece vücudun su ile asla yıkanmadığı kavranmış görünüyor. Ancak nasıl bağırdıkları konusu pek açık değildir. Tercihen yabani hayvanların, özellikle kurtların uluması ya da insan çığlıkları söz konusudur.


Temizlik işleminde kullanılan kenevir tohumunun, sarhoş edici etkisi ve çok fazla uyuşturucu etkisi olan madde içerdiği bilinmektedir. Bundan dolayı İskitler, sıkı kapatılmış yurtta (tek kişinin girebileceği çadırda kenevir çekmede) gerektiği biçimde müthiş bir sarhoşluğa ulaşıyorlardı (Meuli 1935: 122-123).

Herodotos, İskitlerin ne ölçüde sarhoş olduğu hakkında fazla bilgi vermemektedir. O, böyle buhar sarhoşluğunun Massagetler'de olduğunu bildirmektedir: "Onlar (Massagetler) kümeler halinde ateşin etrafını çevirmekte, taze meyveleri içine atmaktadırlar. Hellenlerin şarapla sarhoş oldukları gibi, onların buharıyla dans ve şarkıyla coşmaktadırlar. İki adam boyuna kadar büyüyen bu ağaçlar şüphesiz kenevir olarak görülmektedirler" (Herodotos I: 202).


Kenevir toplanması şüphesiz "quaedam semina", yani kenevirin tohumlanması zamanında yapılmış olmalıdır. Bunun dumanıyla belirgin sarhoşluk sağlanmış oluyordu. Fazla kendinden geçiren sarhoşluk durumu İskit temizlenme yurtlarında aranılmıştır. Zira bunlar aynı maksatla temizlenmeye de şüphesiz hizmet etti. Aynı şekilde Kuzey Amerika'nın en eski yerlilerinde perhizle bağlantı, uyuşturucunun hazzı çok yaygındır ve orada ibadet şartlarına uygun temizliğin çok önemli bir şekli ve maksada ulaşmada asıl çare olarak ruhen kendinden geçme hali gösterilmektedir. Merkezi Kaliforniya Maidularının yüce varlığı insanın oluşumundaki gücü buharlanmayla kazanılmaktadır (Meuli 1935: 123).




Buğulanma, kenevir çekme ve feryat ölü kültüyle bağlantılıdır. Bütün egemen görüşler burada yalnız harici temizliğin olmadığını, özellikle inançla ilgili bir amelin olduğunu, bunun unsurunun kendinden geçmeye dayandığını göstermektedir (Meuli 1935: 124)


Herodotos'un sözünü ettiği kenevir Karadeniz'in kuzeyindeki bozkırlarda, özellikle denizin kuzey ve güney sahillerinde yetiştirilmiştir. Buradaki merkezlerden Kolchis'in kenevirleriyle meşhur olduğu bilinmektedir. Ayrıca Rus arkeologların bu bölgelerde yaptığı kazılarda buluntular sayesinde kenevirin varlığı kanıtlanmıştır. Yüzey araştırmalarıyla da günümüzde adı geçen bölgelerde kenevirin yabani olarak yetiştiği ispatlanmıştır (Danoff 1962: 1001).


Herodotos'un verdiği bilgiler arkeolojik boyutu ile de kanıtlanmıştır. Sibirya'da Altay dağlarında yapılan kurgan kazıları bu konuda bilgi sahibi olmamızı sağlamaktadır. Anlatılanlarla kazılarda ortaya çıkarılanlar arasında bir paralellik de kurulabilmektedir.


Pazırık'ta 2. kurganın gömüt kısmının güneydoğu köşesinde altı direkten oluşan bir küme ortaya çıkarılmış ve bu kümenin aşağısında dört ayağının üzerine dayanmış dikdörtgen kara bir kap ezilmiş taşlarla doldurulmuştur. Bu direklerden her birinin uzunluğu 122,5 santimetre; çapları yaklaşık 2 santimetre ve aşağıya doğru kalınlaşmaktadır. Yukarıdan aşağıya her 2 santimetrede bir delik bulunmakta ve bunları bir arada tutan bir demir yer almaktadır. Bütün çubuklar fidan kabuğu şeritleriyle sarmal olarak bağlanıyordu (Rudenko 1970: 284). Ek olarak bölmenin batı yarısında İskit kazanı şeklinde taşlarla dolu ikinci bir tunç kap, aynı şekilde yayılan altı çubuğun altında ortaya çıkarılmıştır (Rudenko 1970: 285).


Yukarıda belirtildiği üzere, her kapta az miktarda kenevir tohumu bulunmuştur. İskit kazan teknesi içindeki kenevir tohumlarıyla yapılıyordu. Yanan sıcak taşlar kazanın içine konulmakta ve kenevir tohumlarının bir kısmı yakılarak kömürleşmekteydi. Dahası, kazanların kulpları, fidan kabuklarıyla sarılırdı. Çünkü taşların sıcaklığının fazlalığı kulpları çıplak elle tutmaya cesaret vermediğinden bu fidan kabukları tutak görevi yapıyordu (Rudenko 1970: 285).


İşte 2. kurganda iki tane kenevir çekme bölgesi ortaya çıkarılmıştır. Ateş içerisinde yanan taşları içeren kaplar ve kenevir tohumları onların üzerinde altı çubukla desteklenen sığınaklar belirlenmiştir. Kurganın güneybatı köşesinde bulunan geniş parçalar muhtemelen bir taraftan kaşe bir askıyla diğer taraftan demir bir askıyla kaplanmıştı ve altı çubukla desteklenen sığınaklar kurganların üzerinde vardı. Ayaklardan birine bağlı kenevir tohumu içeren matara bulunuyordu (Rudenko 1970: 285).


Herodotos'un belirttiği kenevir çekme geleneği yalnız Karadeniz'in kuzeyindeki bozkırlarda değil, doğu bozkırlarında Altaylar ve çevresinde yoğun olarak kullanılmıştır. İskitler dönemindeki bu yaygınlık hem yazılı belgeler hem de arkeolojik buluntularla desteklenebilmektedir.


Halk inançları arasında özel bir yeri olan ruhun temizlenmesi meselesine modern topluluklarda da rastlanılmıştır. 1860 yılında Radloff, Kengi gölü çevresinde oturan Altay Türk boyundaki bir şaman tarafından yurtta temizliği gözlemlemeye imkân bulmuştur. Burada şaman 40 gün önce ölmüş olan bir kadının ruhunu öbür dünyaya sevk etmek ve bununla bizzat ona ve hayatta kalanlara sükûnet sağlamaktaydı. Akraba ve komşularından bir kısmı ev sahibi tarafından yurdundaki merasime davet edilmişlerdi. Burada şaman davuluyla değişik sesler çıkararak ve kendinden geçerek çeşitli gösteriler yapıyordu (Radloff 1986: 282-285).




Bu biri tarafından oynanan ve söylenen dramada primitif (ilkel) karakterde esas duygu bizi meşgul ediyor, bu temizlik seremonisidir. Bu seremoniyle matem süresi sona eriyor. Bütün gömü ve yasla ilgili inanca bağlı merasim usul ve kaidelerinde geçen zahmetlerde, ölenin manevi yaşama çözümü bununla nihai sonuca ulaştırılıyor. Orta ve Kuzey Asya'daki sayısız topluluğun da benzer şekilde davrandığı görülmektedir. Bu anlayış Amerika ve diğer ülkelerde de bulunmaktadır. İskitlerin de terleme kulübelerinde aynı amacı elde etmeye çalışmaları aşikârdır. Ölenin canının öteye söylediği ve feryadı söz konusudur. Ancak İskitlerde vecd, kendinden geçme için akustik-ritmik olarak davul çalarak uyarma eksiktir. Fakat bu çarede Orta Asya, Sibirya ve Amerika'nın ilkel kavimlerinde çeşitli şekildedir. Sünger, laden ağacı (ledum palustre), enfiye vb. uyuşturucu perhiz, dans terleme kulübesinin ısıtılması yanında bulunmaktadır (Meuli 1935: 125).


Herodotos'un İskitlerin banyodan önce başlarını yağladıklarını belirtmesi açıklığa kavuşturulabiliyor. Günümüzde Aşağı Amur bölgesinde yaşayan ve bir Tunguz boyu olan Oroçalar'da şamanlar bir dumanla bayılmaktadırlar. Laden ağacının kuru yapraklarını kor halinde kömür üzerine yerleştirerek bunu meydana getirmektedirler, fakat önceden aynı bitkinin sıcak yapraklarıyla dizlerini ovuyorlar. Burada birçok defa diz canın oturağı olarak da geçmektedir, bununla cana bir etki istenmesi kabul edilmelidir (Meuli 1935: 126).


Göktürkler dönemine ait yazıtlarda, özellikle Bilge Kağan yazıtında yoğ törenine katılan temsilcilerin getirdikleri arasında altın ve gümüşten başka güzel kokular, mumlar, sandal ağacı vb. sayılmaktadır. Bunlar yoğ töreni için getirilmiştir (Thomsen 1993: 156).


Bilge Kağan külliyesinde sunak taşı yakınında ortaya çıkarılmış üç ayaklı kazan parçaları acaba törenlerde böyle bayılma, ruhu temizleme ve ölümün verdiği acıdan böyle bir demlenme sonucunda kurtulmaya mı hizmet ediyordu diye de düşünülebilir.


Günümüzde Moğolistan'da çeşitli boylara mensup olanlar arasında toz haline getirilmiş, ıtırlı bitki tohumlarının el üzerine dökülerek burna çekilmesi eski bir geleneğin yaşatılması olarak belki kabul edilebilir. Gerçekten bu maddenin enfiye gibi burna çekilmesi ve rahatlatıcı özelliği dikkate değer bir konudur.



İlhami Durmuş'un İskitler adlı kitabından alıntılanmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Siyahkaya Barajı / Silopi / Şırnak