11 Eylül 2022 Pazar

Gündelik Hayatımızda Temizlik - 4

 


Jilet


Tıraşta devrim yapan buluş King Camp Gillette’indir (1855-1932). Ütopik sosyalistlerden olan Gillette 1894’te bastırdığı The Human Drift adlı broşüründe toplumsal düzen hakkında görüşlerini anlatır. Gillette 187l’de evlerinin yanması üzerine genç yaşta çalışmaya başlamış, birçok işe girdikten sonra metal eşya pazarlamaya başlamıştı. Massachusetts’teki evinde, mekanik aletler konusundaki yaratıcılığını gören mucit arkadaşının önerisiyle, bir yılını günlük kullanımı olan eşya listesini alfabetik sırayla çıkarıp kullanılıp atılacak bir eşya saptayıp üretmek üzere geçirir.

1895’te bir sabah tıraş olmak istediğinde usturasının körleşmiş olduğunu görür. Kullanılıp atılan ustura bıçağı üretme fikriyle harekete geçer ve gerekli malzemeyi alarak ilk jileti evinde imal eder. Fakat görüştüğü bütün imalatçılar kâğıt kalınlığında ucuz çelik üretmenin olanaksız olduğunu söylerler. Massachusetts Institute of Technology’deki mühendisler de ona vazgeçmesini tavsiye ederler. 1901’de MIT’den profesör William Nickerson onunla işbirliği yapar ve jilet yapma fikrinin doğuşundan sekiz yıl sonra 1903’te ilk ürün piyasaya çıkar. Gillette’in resmi ve imzası bulunan jilet paketleri elli bir ustura makinesi ve 168 jilet içermektedir. Kısa sürede üretim talebi karşılayamaz olur.


Gillette, rekabetin yol açtığı israfı önlemek ve akılcı-planlı bir toplum geliştirmek yönündeki kuramsal düşüncelerini uygulamaya geçirmek için 1910’da Theodore Roosevelt’ten Arizona’da kurulacak deneysel ‘Dünya Şirketi’ne destek isteyerek bir milyon dolar vermeyi önerir, makaleler yayımlarken, Birinci Dünya Savaşı’nda Amerikan hükümetinin ordu için 36 milyon jilet ısmarlamasından sonra jilet tıraşın ayrılmaz öğesi oldu.


Türkiye’de Gillette adı jilet biçiminde cins isim olarak yerleşti. Jilet firmaları çoğalınca, ‘jilet’in adı ‘tıraş bıçağı’na dönüştürülmek istendi. Alman ve İsveç firmaları değişik marka ve isimlerle jilet üretip sattılar. Türkiye’de en çok yaygınlaşan markalar Gillette ile timsahlı ambalajıyla Nacet’ken, diş macunu markası olarak tanınan Radyolin, Radium lambası jiletlerinin yanı sıra Emir, Yalova, Haşan, Keskin, Altın Tıraş gibi markalar İsveç çeliğinin, bir yandan da yerli malı kullanmanın önemini vurgulayan paketlerde satışa sunuldular.


Türkiye’de plastik saplı, kullanıldıktan sonra atılan ‘tıraş bıçağı’nın adı da bir dönem Permatik olmuştu. Dolmakalem, çakmak, mendilden sonra tıraş bıçakları da plastikleştikten sonra, iki, üç bıçaklı, çelikleri çok daha gelişkin ve çok daha fazla kullanılabilen modeller üretildi.



Tıraş Makinesi


Amerikan ordusunda Alaska’da askerlik yapan Jacob Schick, jiletini yıkamak için buzu kırmak zorundadır ve suya ihtiyaç göstermeyen bir tıraş bıçağı üstünde çalışmaya başlar. Savaştan sonra elektrikli tıraş makinesini icat eden Schick, beş yıl çalışmadan sonra kendi küçük elektrik motorunu yapar ve 1923’te patentini alır.


Üreticiler elektrikli tıraş makinesine talep olmayacağı düşüncesiyle Schick’in makinesine yatırım yapmazlar. Evini ipotek eden ve borca batan Schick 1931'de, büyük bunalım yılında, kendi makinesini satışa çıkarır.


O yıl üç bin makine satabilir.


Kazancıyla reklam kampanyaları düzenleyen Schick 1937’de ABD, Kanada ve İngiltere’de iki milyon makine satabilmiştir. 1940’lı yıllarda elektrikli tıraş makinesi üretiminde de rekabet başlar ve Remington firması iki başlı ilk makineyi üretir. 1940’da Remington doğrudan kadınlara hitap eden elektrikli tıraş makinesi modeliyle alanında önemli bir adım daha atar.




Şofben


Hamamlar banyoya dönüşünce, banyoda su ısıtmak için de yeni teknolojiler gerekti. Önce soba benzeri su kazanları kullanıldı sonra yakıtlar değişip çeşitlendikçe ve şebeke suyu bağlandıkça, Fransa’da kullanımı 1898’de başlayan chauffe-bain devreye girerek havagazı, bütangazı, elektrik ve doğalgazla suyu kısa sürede ısıtan teknoloji geldi. Şehir yaşamının sağladığı sistemlerden yararlanan şofbenlerle birlikte gelişmiş teknoloji kullanan bilgisayar donanımlı termostatlı kazanlarla bireysel seçim olanakları da arttı.



Bornoz


Banyodan sonra giyilen havlu elbise birçok eve çocuk ihtiyacı olarak girdi. Ama Refia Sultan’ın terekesinin de gösterdiği gibi İstanbul’da 19. yüzyılın ikinci yarısında bornoz belirli kesimin kullanımına girmişti.


Bornoz aslında Arapça burnus’tan gelir ve kukuletalı maşlahtır; Osmanlıcada bomûz ve bümüs biçimiyle kollu, başlıklı hamam havlusu anlamı yanında, Arapların üste giydikleri giysi ve bir çeşit kadın yeldirmesi anlamlarıyla da bulunur. Kuzey Afrika’yla ilişkisi bulunan gemiciler tarafından İstanbul’a getirilmiştir. Edmondo de Amicis 1875-76’da Galata Köprüsü’ndeki kalabalığın çeşitliliğini anlatırken “beyaz burnuzlu bedevi” de saydıkları arasındadır.


Fransızcaya bumous olarak 1556’da girdi, 1830’da halen marıteau. d’Arabe anlamını koruyordu. Eskiden Malta şövalyelerinin giyimi iken 1814’de saptandığı gibi banyo kıyafeti haline de gelmeye başlamıştı. Türkçenin tarihi sözlüğü olmadığı için bornozun banyoda kullanılmaya başlanmasında Fransız etkisi olup olmadığını saptayamıyoruz. Ama Bursa havlu ve bornozları her zaman meşhurdu.



Şampuan


Eski Mısırlılar saçlarını sitrik asitle yıkarlardı. Yüzyıllarca evlerde yapılmış kokulandırılmış sitrik asit ve sabun karışımları kullanıldı. Kaynamış suda sabuna soda veya potas katarak elde edilen karışım modern şampuanın atasıydı ve ortaçağdan itibaren evlerde üretildi. Şampuan sözcüğü İngiltere’de Hindistan yönetimi Doğu Hindistan Kumpanyasından alınıp hükümete devredildiğinde ülkeyi saran Hint modası sırasında yaygınlaştı. Hintçede masaj yapmak anlamında gelen champo sözcüğü bu anlamıyla 1740’lardan itibaren Hindistan’dan söz eden kitaplarda görüldü, Hint modası sırasında kuaförler tarafından günlük İngilizceye sokuldu. Her dükkân kendi ‘şampuan’ını yapıyor ve formülünü sır olarak saklıyordu. 1890’larda Almanya’da ilk gerçek deterjan temeline dayanan şampuan üretildi ve Birinci Dünya Savaşı sonrasında piyasaya çıktı.


Massachusettsli John Breck, kendi saç dökülmesini durdurmak için verdiği mücadele sonucu ürettiği özel şampuanlar ve masaj tekniklerine dayanarak 1908’de güzellik salonu açtı. Kısa sürede şampuanları piyasada satılmaya başladı ve 1930’da normal, 1933’te yağlı ve kuru saçlar için şampuan üretti.




Sabun

 


Bir Roma efsanesine göre sabun Roma’daki Sapo tepesinde tesadüfen keşfedilmiştir. Kurban edilen hayvanların küllerle karışan yağları Tiber nehrine sürüklenirmiş; burada çamaşır yıkayan Romalı kadınlar, bu kaygan maddenin karıştığı suyla yıkadıkları çamaşırların daha kolay temizlendiğini görmüşler.


Romalılar sabunu tesadüfen keşfetmiş olabilirler; ama sabun çok daha eskilerden beri bilinen bir temizlik malzemesiydi. Gerek insan bedeninin gerekse giysilerin düzenli olarak temizlenmesinin tarihi uygarlık tarihi kadar eskidir. Bu tarih, insan uygarlığının filizlendiği Mezopotamya ve Nil vadilerinde insanlık kültürünün birçok öğesiyle paralel bir gelişme göstermiştir.


Bazı kayıtlar İO 2800 yıllarında Babillilerin bir çeşit sabun kullandığını göstermektedir. Hititler ise çövenotu, helvacıotu kökü ve sabunotu külleriyle temizlik yapmaktaydılar. Eski Mısır, beden ve giysi temizliğinde bugün hâlâ kullanılmakta olan sabunu ilk üreten uygarlık olarak tarihe geçmiştir. Tevrat, hem bedensel hem de ruhsal kirlenme olan “murdar”lık durumundan çıkabilmeleri için insanlara giysilerini de yıkamalarını emretmektedir: “Ve yiyebileceğiniz hayvanlardan biri ölürse, onun leşine dokunan akşama kadar murdar olacaktır. Ve onun leşinden yiyen esvabını yıkayacak ve akşama kadar murdar olacaktır; onun leşini taşıyan da esvabini yıkayacak ve akşama kadar murdar olacaktır.” (Levililer, XI, 39-40) Tevrat giysilerin ve bedenin yıkanmasında nasıl bir yöntem uygulandığı konusunda da bilgi vermektedir: “Çünkü kül suyu ile yıkansan ve çok sabun kullansan da yine fesadın önünde kirli duruyor” (Yeremya, II, 22). Halen Arap sabunu olarak bildiğimiz yoğun sıvı sabun ise ilk defa IO 6.yüzyılda, Fenikeliler tarafından geliştirildi. Fenikeliler keçi yağı, kül ve potasyum karbonatı suda kaynatarak ilk sıvı sabunu ürettiler. Daha sonraları ise, Romalılar Pompeii’de Avrupa’nın ilk sabun imalathanesini kurdular.


Roma dışında kalan Avrupa coğrafyasında sabun 8. ve 14. yüzyıllar arasında görülmeye başlandı. İtalyanca saporıe, Yunanca sapuni, Sırpça sapun, Fransızca savon, İspanyolca jaborı, Almanca Seife biçimiyle Avrupa’ya geçen Arap sabun tekniği Ispanya’dan Avrupa’ya yayıldı. İlk önce Marsilya’da üretilen sabunun Almanya üzerinden İngiltere’ye ulaşması 1300’leri buldu. Kuzey Avrupa’da sabun lüks sayılıyor, hayvani yağ ve külden kendi ürettikleri sabun kötü koktuğu için yalnız çamaşır yıkamak ta kullanılıyordu.


Bu gecikme sadece Avrupa’nın kuzeyiyle sınırlı değildir. Amerika ve Asya’da da birçok ulus benzeri temizlik malzemelerini geç tarihlerde kullanmaya başlamıştır. Bunun nedeni bu halkların göçebe olması ve kültürlerinde suyun çok kutsal bir yere sahip olmasıdır.


Göçebe toplulukların çoğu yıkanmaktan uzak duruyordu ve bunun en önemli nedeni suyun kirletilmemesi gereken kutsal bir varlık olmasıydı. Moğol imparatoru Cengiz Han’ın yasaları elbiselerin hiç yıkanmadan eskiyene kadar giyilmesini emreder. Ayrıca suya elleri daldırmak yasaktır ve eğer suya işenirse bu suç ölümle cezalandırılmaktadır. Suyla ilgili yasakları şiddetle uygulayan Çağatay Han öldükten sonra şair Sedid Aver şunları yazar:


“Korkusundan kimsenin su’ya giremediği adam 

Ölümün engin deryasında boğulup gitti.”

Ancak yine de Moğollar çamaşır yıkamaktaydılar; çünkü 1253-1255 yılları arasında Moğol imparatorluğuna elçi olarak giden Wilhelm van Rubroek, Moğolların elbiselerin yıkanması halinde Tanrı’nın hiddetlenerek yıldırım yağdıracağına inandıklarını, buna rağmen elbiselerini yıkayıp kuruması için asanlar olursa, dövülerek ellerinden çamaşırlarının alındığını yazmaktadır. Moğollar, bedeninin tamamını yıkayan bir insanın balık olacağına inanmaktaydılar. 20. yüzyılın başındaki Moğol hükümdarının karısı dışarıdan getirttiği malzeme ile sarayına bir banyo dairesi inşa ettirip her gün banyo yapan ilk Moğol oldu.

Bizans’ta sabuncu esnafı bir lonca etrafında üretim yapıyordu; başkent Konstantinopolis’te 10. yüzyıldan beri sabuncu loncası faaliyetteydi. Bu gelenek hemen hiç değişmeden Osmanlıya geçti.


1780 tarihli bir Osmanlı el yazmasında renkli ve kokulu sabunların nasıl üretileceği anlatılmaktadır: “Sıvı karagünlük ve mahlep ve albız tırnağı onar dirhem ve karanfil ve zencefil birer dirhem ve zurunbad ve aselbend beşer dirhem ve arakî sabun iki yüz dirhem. Önce sabun bıçak ile yufka yufka doğranıp, gül suyu ile ıslatıp dövülmüş eczayı katıp, hamur edip, dilediği gibi kesip kuruta. Dilerse kalıba vura... Ve eğer renkli sabun olsun dersen, ağ olmayıp: Dört dirhem karanfil ve dört dirhem tarçını ve on dirhem sandalı iyice döğüp, ince elekten geçirip katasın. Gül suyu ile yoğurup hamur edesin.”


Osmanlılarda bilinen üç temel sabun türü vardı; beyaz sabun, yeşil sabun ve Arap sabunu. Ekonomik durumu iyi olanlar hemen her işte beyaz sabun kullanırlardı; ama beyaz sabun genellikle beden ve çamaşır temizliğinde, yeşil sabun ise bulaşık ve çocuk bezi temizliğinde tercih edilirdi. Bunlardan başka, özellikle çamaşır yıkamakta kullanılan “kara sabun” vardı ki, kil, donyağ ve kireç karıştırılarak yapılırdı.


Bugün birçok orta sınıf evinin banyosunda küçük sepetler içinde anlaşılmaz bir banyo süsü olarak duran çeşitli hayvan, meyve biçimlerindeki renkli sabunlar ilk defa meyve biçiminde Osmanlıda üretilmiştir. Beyaz sabunun eritilmesinden sonra içine birkaç damla gülyağı katılır ve soğumaya bırakılır. Bundan sonrası ustanın maharetidir; kalıp elle meyve biçime getirilerek boyanır ve “miss” sabunu adıyla satılırdı. Miss sabunu dışında Osmanlıda Çiçek sabunu, Misk sabunu, Hünkâri (Miski) sabun, Alaca sabun, Arakî sabun, Kara sabun, Mine sabunu, Kokulu sabun, Kandiye sabunu, Fes sabunu, Arap sabunu, Irakî sabun, Trabluskarî sabun, Girid sabunu ve Leke sabunu adıyla birçok sabun türü satılmaktaydı.


1811 ’de Fransız kimyager Michel Eugene Chevreul, dünyanın neredeyse beş bin yıldır kullandığı sabunun içinde değişik yağ asitleri bulunduğunu keşfetti. 1823’te ise bütün hayvani yağların organik asitlerle birleşmiş gliserinden ibaret olduğunu; bütün asitlerin alkalilerle reaksiyonunun tuzları meydana getirdiğini, organik asitlerin alkali tuzlarına da sabun dendiğini açıkladı.


19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren kaynatma sisteminin yerini buhar sisteminin almasıyla sabun üretimi sanayiye dönüştü ve 1884 yılın da W. H. Lever tarafından ilk defa ambalajlı sabun piyasaya sürüldü.


Osmanlı İmparatorluğu’nda da hemen aynı dönemlerde sabunhanelerin yanı sıra sınai üretime geçilmiş ve 1863 tarihli Kalevi Maddelere Dair Kararname ile üretim esasları belirlenmiştir.

1900’de Lever ilk defa toz sabunu üretti. Bundan önce sabunlar evlerde kadınlar tarafından kesilip öğütülmekteydi. Toz sabunun suya daha çabuk karışması çamaşırların temizlenme oranını yükseltiyordu.


Zeytin üreticisi bölgelerde yerli sabun üretimi ve Edirne’de kokulu ve meyve biçimli sabunculuk yakın yıllara kadar devam etti. Fakat tuvalet sabunu ithal ediliyordu, ikinci Dünya Savaşı’ndan önce 25 milyon kiloyu bulan sabun üretiminde zeytin, keten, haşhaş, ayçiçeği, kendir, pamuk, susam, mısır, şalgam, soya fasulyesi, yerfıstığı, kemik yağı, at yağı, hayvani iç yağlar kullanılmaktaydı. Sümerbank İzmit sütkostik fabrikasının açılışı sabun üretimine katkıda bulundu ve 1952 yılında Sabun Normları Tüzüğü çıkarıldı.



Kudret Emiroğlu’nun

GÜNDELİK HAYATIMIZIN TARİHİ

kitabından alıntılanmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Siyahkaya Barajı / Silopi / Şırnak