21 Ekim 2023 Cumartesi

İslamda Evlenme Akdi ve Hukukî Sonuçları

 



EVLENME AKDİNİN UNSURLARI ve ŞARTLARI



A - EVLENME AKDİNİN UNSURLARI (İn'ikâd Şartları)


Bir evlenme akdinin kurulabilmesi ya da varlık kazanabilmesi için bazı unsurların mevcut olması gerekmektedir. Bu kurucu unsurlara "in'ikâd şartları" denmektedir.



1- Taraflar (Evlenme Ehliyeti, Velinin Rızası ve Evlilikte Vekâlet)


Evlenme akdinin en önemli unsurunu taraflar yani evlenecek kişiler ve bunların veli ya da vekilleri oluşturmaktadır.

Evlenebilme ehliyetine sahip ve evlenmelerinde herhangi bir engel bulunmayan herkes evlilikte taraf olabilir. Evlenme ehliyeti, başkalarının izin ve onayına ihtiyaç olmadan evlenebilme ehliyeti demektir. Bunun için akıl ve ruh sağlığı yanında baliğ olmak şartı aranır. Küçükler, bunaklar gibi bu iki şarta sahip olmayanlar, hukuk nazarında eda/fiil ehliyeti açısından eksik sayıldıklarından kendi başlarına evlenemezler, ancak velilerinin izni ile böyle bir tasarrufta bulunabilirler. Akıl hastaları da eğer kendileri için evlilik zarurî ise ancak hakimin izni ve velilerinin evlendirmesi ile evlenebileceklerdir.


Hanefîler dışında diğer üç mezhep, yetişkin (bulûğa ermiş) kızların da ancak velileri vasıtasıyla evlenebileceklerini söylerken; Hanefîler, yetişkinlerin veliye danışmadan da kendi başlarına nikâh akdinde taraf olabileceklerini kabul etmiştir. Yetişkin sayılmada alt yaş sınırı kızlarda 9, erkeklerde 12; üst sınır ise her iki cinste de 15'tir. Ebu Hanîfe üst sınırın kızlarda 17, erkeklerde 18 yaş olduğunu söylemiştir.


İlk bakışta insan şahsiyetine ve onun tasarruf hürriyetine önem verir gibi görünen Hanefî içtihadı, toplumların büyümesi ve bozulması sonucunda bazı sakıncalı sonuçları da beraberinde getirmiştir. Duygusal yönelişlerle özellikle kızlar, tedbirsiz davranarak kendilerine ve ailelerine zarar verecek evlilikler yaptıkları için bunun kontrol altına alınması gerekmiştir. Bu sebeple olsa gerek 1917 tarihli Osmanlı Hukuk-ı Aile Kararnamesi şu düzenlemeyi yapmıştır: “Evlenme ehliyeti için erkeklerin 18, kızların 17 yaşını bitirmeleri şarttır”. Evlenme ehliyetine sahip erkekler diledikleri gibi evlenebilirler. Fakat kızlar için hakim, durumu velisine bildirip bir itirazı olup olmadığını sorar. Veli itiraz etmez ya da yaptığı itiraz yerinde bulunmazsa hakim, tarafları evlendirir.


Hanefî mezhebine göre bulûğ çağına gelmiş bir kızı, kendi rızası olmadıkça hiç kimse zorla evlendiremez. Kızın razı olmadığı evlilik akdi hükümsüzdür."...Rızası alınmadan bekar kız evlendirilemez..." hadisi bunu açıkça ortaya koymaktadır.


Modern hukukun aksine İslâm hukuku, evlenmede vekaleti kabul etmiştir. Vekalet, bizzat nikâh akdi yapabilme ehliyetine sahip olan kişilerin, bu yetkilerini bir vekil vasıtasıyla kullanabilmeleridir. Hem erkek hem de kadın vekalet verdikleri birer vekil aracılığıyla evlenebilirler. Hatta iki taraf da aynı kişiye vakelet vererek o kişinin iki tarafı da temsil etmesini sağlayabilirler. Vekilin akdettiği evlenme, tıpkı taraflar yapmış gibi hüküm doğurur.

 


2- Evlenme Engellerinin Bulunmaması


Tarafların bulunması, bir evlilik akdinin kurulabilmesi için yeterli sayılmamakta, bunun yanında birbirleriyle evlenmelerine mani bir engelin bulunmaması da gerekmektedir. Kimlerle evlenilemeyeceği, bir başka ifadeyle hangi özelliklerin evlenme engeli sayılacağı Kur'ân ve Sünnet tarafından ayrıntılı olarak açıklanmıştır:


"Babalarınızın evlendikleri kadınlarla evlenmeyin! Geçmişte olanlar artık geçmiştir. Çünkü bu bir fuhuş ve iğrenç bir şeydi, ne kötü yoldu." "Sizlere analarınız, kızlarınız, kızkardeşleriniz, halalarınız, teyzeleriniz, kardeşlerinizin kızları, kızkardeşlerinizin kızları, sizi emziren süt anneleriniz, süt kardeşleriniz, hanımlarınızın anneleri, kendileriyle gerdeğe girdiğiniz hanımlarınızdan olup yanınızda kalan üvey kızlarınız -ki onlarla (anneleriyle) gerdeğe girmemişseniz size bir engel yoktur-, öz oğullarınızın eşleri ve iki kız kardeşi bir arada almak suretiyle evlenmek size haram kılındı. Geçmişte olanlar artık geçmiştir Doğrusu Allah bağışlar ve merhamet eder." "Evli kadınlarla evlenmeniz de haram kılındı..." "Allah'a eş koşan kadınlarla onlar imana gelinceye kadar evlenmeyin..." "Mü'min kadınlar inkarcılara helâl değildir, o inkarcı erkekler de bu mü'min kadınlara helâl değildir.." "Kan hısımlığından haram olanlar süt yönüyle de haram olurlar."


Bu naslara göre evlenme engelleri şu şekilde sınıflandırılabilir:


a- Devamlı Evlenme Engelleri


Hiçbir durumda ortadan kalkmayan bu çeşit evlenme engelleri Kur'ân'ın açıkladığı şekilde üç gruptur:


Doğumdan meydana gelen kan hısımlığı. Bu gruba giren engeller şu dört derecede kendisini gösterir:

- Usûl: Ana, nine, baba, dede.

- Furû':  Oğul, kız ve bunların çocukları (torunlar).

Ana-babanın furu u ve bunların çocukları: Kardeşler ve kardeş çocukları (yeğenler).

Dede-ninenin fürû' u: Amca-hala, dayı-teyze. Bunların çocuklarına gelince, onlar ikinci derecede oldukları için evlenme engeline dahil olmazlar.


Evlenme sebebiyle meydana gelen hısımlık. Aralarında evlenmeden doğan hısımlık (karâbet-i musâhera) bulunan şu dört grupla, bu hısımlık ölüm veya boşanma ile sona ermediği için ebediyyen evlenilemez:


Usûlün eşleri: Baba veya dedenin hanımları yani üvey anne ve nineler.

Furu un eşleri: Çocuk veya torunların eşleri yani gelinler.

Hanımın usûlü: Yani kayınvalide ve nineler.

Hanımın fürû'u:  Yani üvey kızlar.


İlk üç grupta evliliğin yasak hale gelmesi için sadece nikâh akdinin yapılmış olması yeterli iken son grupta nikâhın yanında cinsel birleşmenin varlığı da şarttır. Daha açık bir ifadeyle nikâhtan sonra hanımla cinsel birleşme olmadan boşanma sözkonusu olmuşsa, o hanımın başka erkekten olma kızı ile evlenmek mümkündür. Fakat hanımla cinsel birleşme olursa artık üvey kızlarla hiçbir şekilde evlenilemez.


cc. Süt emzirmeden doğan hısımlık. ''...Sizi emziren süt anneleriniz ve süt kardeşleriniz size haram kılındı...' âyeti ile süt emzirmenin ve emmenin bir evlilik engeli olduğu belirtilmiştir. Hz. Peygamber (s.a.s.) daha genel bir ifade ile sütten dolayı kimlerle evlenmenin haram olacağını şöyle formülleştirmiştir: "Kan hısmılığından (nesepten) haram olanlar süt hısımlığından da (radâ') haram olurlar."


Zikri geçen hadisteki formülü açacak olursak sütten dolayı evlenme engeline giren hısımları şöyle belirleyebiliriz: Süt emen çocuğu süt emziren kadının öz çocuğu gibi kabul ettiğimizde, öz çocuk o aileden kimlerle evlenemezse süt emen çocuk da aynı kişilerle evlenemez. Süt anne, süt kardeş, süt hala, süt teyze... gibi.


Çoğunluğa göre emilen süt miktarının haram kılmada bir önemi yok iken İmam Şafiî (v. 204/820) aralıklı olarak beş defa üstelik doyuracak nitelikte tekrarlanmayan emzirmelerin haram kılmayacağını söylemiştir. Hadis kaynaklarında yer alan Hz. Aişe kaynaklı bazı haberler Şafiî içtihadını desteklemektedir.


Yine İslâm hukukçularının çoğunluğuna göre süt hısmılığının oluşabilmesi için emmenin ilk iki yaş içinde gerçekleşmesi gerekmektedir.


b.  Geçici Evlenme Engelleri


Bu türdeki evlenme engelleri belirli hallerde ortadan kalkabilir ve dolayısıyla daha önce evlenemeyen taraflar evlenebilir hale gelebilirler. Şu altı şekil bu tip evlenme engellerini göstermektedir.


aa. Din farkı. Müslüman erkek veya kadın, müşriklerle evlenemezler. Müşrik, Allah'tan başka sahte ilahlara tapan, O'na ortak koşan demektir. Müslüman bir kadın ehl-i kitap olan gayri müslimlerle de evlenemez. Fakat bir müslüman erkek, ehl-i kitap bir kadınla evlenebilir. Çünkü ailenin reisi baba olacağından İslâmın üstünlüğü ve doğacak çocukların geleceği teminat altına alınmış olur.


Din farkı geçici bir engeldir. Eğer yukarıdaki ihtimallerde, müslüman olmayanlar İslâmı kabul edecek olurlarsa engel de ortadan kalkar.


bb. Üç kere boşanma. Hanımıyla üç kere boşanan bir erkek artık onunla evlenemez. Ancak o kadın bir başkasıyla normal bir evlilik yapıp tekrar boşanır ya da ikinci kocası ölürse o zaman ilk kocasıyla tekrar evlenebilir.


cc. îddete bağlı evlenme engeli: Evliliğin boşanma, ölüm veya fesih sebeplerinden biri ile sona ermesi halinde kadın belli bir süre iddet bekleyecektir. îşte bu bekleme süresinde kadın geçici olarak evlenemeyecektir.


dd.  Çok eşliliğe bağlı evlenme engeli: İslâm aynı anda en fazla dört hanımla evli olmayı caiz saydığından beşinci hanımla evlenilemez.


ee.  Kadının başkasıyla evli olması: Bir kadının aynı anda birden fazla erkekle evlenmesi haram olduğundan evli bir kadınla nikâh yapılamaz. Kadın mevcut kocası tarafından boşanmadıkça ya da kocası ölmedikçe bir başkasıyla evlenemez.


ff.  Zevcenin hısımı olma: Birden fazla evlilikte sözkonusu olan bu engel, aynı anda iki hısımın bir nikâh altında buluşamayacağı anlamına gelmektedir. İki kızkardeşle birden evlenmek gibi. Kadınlar arasında hangi derecedeki hısımlığın evlenmeye engel olacağı hususundaki ölçü şudur: Evlenilmek istenilen kadınlardan birisi erkek olarak varsayıldığında diğeri ile evlenmesi yasak ise onların ikisini bir nikâh altında birleştirmek de yasaktır.


3 - Evliliğe Dönük İrade Beyanı ve Şartları


Evlilik akdinin üçüncü unsuru, tarafların evliliğe dönük rızalarının göstergesi olan irade beyanlarıdır. Evlenmenin meydana gelebilmesi için evlenecek olan şahısların iradelerini karşılıklı ve birbirine uygun bir tarzda beyan etmeleri gerekir. Bu beyan sözlü olabildiği gibi yazılı da olabilir.

İslâm hukukçularının îcâb (ilk teklif) ve kabul (ilk teklife cevaben onay ya da red) ismini verdikleri irade beyanı vekiller aracılığıyla da olabilir.


Beyanın geçerli olabilmesi için şu şartlar aranmaktadır:


a) İcab ve kabul beyanları taraflarca işitilecek ya da anlaşılacak tarzda açıklanmalıdır ve araya fasıla girmeden birbirini takip etmelidir.

b) İrade beyanında kullanılan ifadeler, yapılan işin bir evlenme akdi olduğunu kesin ve açık bir şekilde göstermelidir. Örfün açıklık kazandırdığı ifadeler de kesin ve açık sayılır.


c) İcâb ve kabul beyanları, geciktirici bir şarta bağlı olmamalıdır. Yani sonuçlarını hemen doğurmaya hazır olmalı, bu iş ileriki bir zamana bağlanmamalıdır.


İrade beyanı sırasında taraflar, akdin ruhuna uygun ve evlilik düzenine aykırı olmayan birtakım kayıtlandırıcı şartlar da ileri sürebilirler. Meselâ kocanın ikinci bir eş almaması şartıyla veya kocanın ayrı bir ev açması şartıyla nikâha evet demek gibi. İslâm hukukçuları içinde özellikle Hanbelîlerin kabul ettiği bu görüş Osmanlı Hukuk-ı Aile Kararnamesi tarafından da benimsenerek kanunlaştırılmıştır.

 


B - EVLENME AKDİNİN GEÇERLİLİK (Sıhhat) ŞARTLARI


Evlenme akdinin hukukî sonuçlarının tam olarak doğurabilmesi için yukarıda sayılan unsurların varlığı yanında bazı sıhhat şartlarının da bulunması gerekmektedir. Aşağıda sıralayacağımız iki sıhhat şartından birisinin yokluğu halinde akit fasit olarak doğar.


1- Şahitlerin Bulunması


Evliliği zinadan ayıran ölçü, akde bağlı açıklıktır. Evlilik açık ve alenî, zina ise gizli ve kapalıdır. Evliliğin açıklığı da şahitler ile sağlanır.


Buna göre nikâh akdi, akıl ve ruh sağlığı yerinde, ergenlik çağına gelmiş ve müslüman olan iki erkek şahitin veya bir erkek, iki kadın şahitin huzurunda yapılmalıdır. Yapılan bu akdin açıklığını tam olarak temin edebilmek için günümüzde ilanın da büyük önemi bulunmaktadır. Bir evlilik akdinde sadece iki şahitle yetinilip etrafa duyurulmaması, geniş toplumlarda nikâhın varlığının isbatını da güçleştirmektedir. Bu sebeple olsa gerek Hz. Peygamber (s.a.s.), "Veli ve iki adaletli şahit olmadıkça nikâh olmaz.”) buyurarak şahitin varlığına, "Nikâhı ilan edip duyurun..." sözleriyle de ilanın gerekliliğine işaret etmiştir. Akdin resmî kayıtlara geçirilmesi de bir tür ilan sayılacaktır.



2- Evlilikte Rıza ve İhtiyarın Bulunması


Hanefî mezhebi dışındaki çoğunluk İslâm hukukçuları, ikrah ve cebir altında (zorla) yapılan nikâh akdinin geçerli olmayacağını söylemişlerdir.


Evlilik herhangi bir akit olmanın ötesinde anlamlar taşıdığı, hayat boyu huzurlu bir birliktelik arzu edildiği için taraflar kendi rıza ve seçimleriyle karar vermelidirler. Hz. Aişe'nin (r.a.) bildirdiği şu haber bunun önemini vurgulamaktadır:


"Ensar dan Hızâm kızı Hansa, Hz. Aişe'ye gelip 'Babam aile şerefini artırmak için beni kardeşinin oğlu ile evlendirdi. Oysa ben bu evliliği istemiyorum' dedi. Hz. Aişe ona Allah Rasulü gelinceye kadar beklemesini söyledi. Nebi (s.a.s.) gelince Aişe durumu kendisine anlattı. O da kızın babasını çağırdı ve onun yanında kadına tercih hakkı verdi. Bunun üzerine kadın, 'Ya Rasulallah! Ben babamın akdettiği nikâhı kabul ettim. Fakat böyle davranmakla, kadınlara, babalarının evlilikte böyle bir yetkilerinin bulunmadığını bildirmek istedim' dedi.


Nitekim Hukuk-ı Aile Kararnamesi de "İkrah ile vuku bulan nikâh fasittir" hükmünü koyarak evlilikte rıza ve ihtiyarın bulunmasını bir sıhhat şartı olarak tanımıştır.



C - EVLENME AKDİNİN YÜRÜRLÜK (Nefâz) ŞARTLARI


Kuruluş (in'ikâd) ve geçerlilik (sıhhat) şartlarını taşıdığı için hukuken varlık kazanan bir evlilik akdi, bazen birtakım eksikliklerden dolayı yürürlüğe girmeyebilir. İşte akdin yürürlük kazanabilmesi için gerekli şartlara nefâz şartları denmektedir.


Tarafların veya velilerinin onaylarının alınmasının gerekli olduğu durumlarda bu onay alınmamışsa akit yürürlüğe girmez, askıda/mevkûf kalır. Şu halde onayın alınması bir nefâz şartıdır.


Yakın veli varken uzak velinin evlendirmesi halinde de akit yürürlüğe girmez. Bu işte asıl yetkili kişi, yakın veli olduğundan onun onay vermesi bir nefâz şartıdır.


D - EVLENME AKDİNİN BAĞLAYICILIK (Lüzum) ŞARTI ve EŞLER ARASINDA DENKLİK (Kefâet) MESELESİ


Bulunmadığı takdirde evlenme akdinin feshini gerektiren şartlara bağlayıcılık/lüzum şartı denmektedir. Evlenme akdi tabiatı gereği esasen bağlayıcı/lâzım bir akittir, yani tek taraflı olarak bozulamaz. Bununla beraber İslâm hukuku, bazı durumlarda akdin lâzım olmadığını ve tarafların belli şartlar dahilinde bunu bozabileceklerini hükme bağlamıştır. Bu durumlardan önemlileride şöyle sıralanabilir:


a.  Akıl sağlığı yerinde ve buluğa ermiş bir hanım velisinin iznini almadan dengi olmayan bir erkekle evlenmişse, hanımın velisi, denkliğin yokluğunu ileri sürerek akdi feshedebilir.


b.  Yukarıdaki meselede erkek kadının dengi olur ama mehir, emsal mehrin altında olursa veli, mehrin emsalden az olduğunu ileri sürerek akdi feshedebilir.


c.  Kadın, nikâhtan sonra kocasında evliliğin yürümesine engel bir bedenî eksiklik bulur da buna razı olmazsa akdi feshedebilir.


İlk İki maddede etkin olduğu görülen denklik (kefâet), evlenecek kişiler arasında dinî, iktisadî ve sosyal bakımlardan belli bir yakınlığın varlığı anlamında kullanılmaktadır. "Üç şeyi geciktirme: Vakti geldiğinde namazı, hazır olduğunda cenazeyi ve dengini bulunca evlenecek." hadisi, eşler arasında denkliğin gözetilmesini önermektedir.


Gerçekten de denklik, hem bizzat evlenecekler için hem de onların aileleri için kaynaşmayı ve ülfeti daha çabuk temin edecek, üstelik bunu sürekli kılacak bir unsurdur. Bunun için fakihler, kendi dönemlerinin şartları içinde eşlerin hangi yönlerden denk olmaları gerektiği üzerinde hassasiyetle durmuşlardır. Biz günümüz açısından meseleye baktığımızda şu üç noktada denklik aranacağı kanaatindeyiz:


a- Dindarlık,


b- İyi ahlâk sahibi olma,


c- Ekonomik ve sosyo-kültürel seviye yakınlığı.


Evlenmede denklik, kadında değil erkekte aranır. Erkek, kendisine denk olmayan bir kadınla evlenebilir; fakat kadın, kendisine denk olmayan bir erkekle evlenemez. Evlenecek olursa yukarıda belirtildiği gibi velisinin akdi feshetme hakkı vardır. Eğer kadın bu arada hamile kalmış olursa velisinin bu hakkı düşer.


E - EVLENME AKDİNDE KOŞULAN KİŞİSEL ŞARTLARIN GEÇERLİLİĞİ ve AKDE ETKİSİ


Evlenecek taraflar, akit esnasında bazı şartlar ileri sürebilirler. Bunların bir kısmı, nikâh akdini "şu olunca, şu olursa" diye ayrıca vuku bulacak bir olay ya da gelişmeye bağlayan şartlardır ki, bunlara ta'lîk şartları denir. Daha önemli olan diğer kısmı ise "şöyle olmak üzere veya şu şartla" diye tarafları belli sorumluluklarla kayıtlayan şartlardır ki, bunlara da takyîd şartları denir.


Ta'lîk türü şartlar, ileri sürüldüğü anda mevcut ve gerçekleşmiş ise nikâh akdi de sahih olur; o anda gerçekleşmemiş ise akit de sahih olmaz. Meselâ yapılan bir evlenme teklifine/îcâbına karşı taraf "eğer 20 yaşında isen evlenirim" derse, bir ta'lîk şartı sözkonusudur. Bu evlilik akdinin gerçekleşip gerçekleşmemesi, teklifte bulunanın gerçekten 20 yaşında olup olmamasına bağlıdır.

Takyîd türü şartlara gelince burada herkesin kabul ettiği bir genel ilke bulunmakla beraber detayda görüş ayrılıkları mevcuttur. "Haramı helâl, helâli haram kılmadıkça müslümanlar koştukları şartlara bağlıdırlar." hadisi mezkur genel ilkeyi vazetmektedir. Bunun ötesinde Hanefîler, şer'î dayanağı olan veya akdin ruhuna ve tabiatına uygun ya da örf haline gelmiş şartların muteber olacağını, bunun dışındakilerin ise geçersiz olacağını söylemişlerdir. Fakat şartın geçersiz (lağv) olması akde bir zarar vermez. Bir diğer ifadeyle bâtıl ya da fasit bir şart ileri sürülmüş ve bunun üzerine îcâb ve kabul gerçekleşmiş ise akit sahih olarak kurulmuş olur fakat şart muteber sayılmaz. Evlenme akdinin gereği olmayan şartları bâtıl sayan Şâfiîler de bu batıl şartların akde bir zarar vermeyeceği konusunda Hanefi'lerle hemfikirdirler.


Takyîd şartları hususunda daha geniş bir açılıma sahip olan Hanbelî hukukçularla bazı Mâlikîler, İslâmın genel ilkelerine ters düşmeyen her şartın muteber ve tarafları bağlayıcı bir nitelik taşıdığını kabul etmişlerdir. Osmanlı Hukuk-ı Aile Kararnamesi de şu maddesiyle, bizim de tercih ettiğimiz bu son görüşü kabul etmiş görünmektedir. "Üzerine evlenmemek ve evlendiği takdirde kendisi veya ikinci kadın boş olmak şartıyla bir kadını tezevvüc sahih ve şart muteberdir."



IV - GEÇERLİLİK BAKIMINDAN EVLENME AKDİNİN ÇEŞİTLERİ


Evlenme akdi, bir önceki bahiste zikredilen kuruluş, geçerlilik, yürürlük ve bağlayıcılık şartlarının tam ya da eksik oluşuna göre çeşitli şekillere ayrılmaktadır. Muteberlik yönüyle yani akdin sonuçları ve hukukî niteliği açısından evlilik akdi; sahih, fasit, bâtıl, mevkuf ve gayrı lâzım şeklinde tasnif edilmektedir. Aşağıda bu şekiller ve sonuçları hakkında kısa bilgiler verilecektir.


A - SAHİH EVLENME AKDİ


Unsur ve şartları tam olarak mevcut bulunan evlenme akdidir. Hiçbir eksiği bulunmayan böyle bir akit, evliliğin bütün hukukî sonuçlarını doğurur. Buna göre eşler cinsel ilişki kurabilir, kadın nafakaya ve belirlenen mehre hak kazanır, eşler arasında evlenmeden doğan sıhrî hısımlık meydana gelir, çocukların nesebi sabit olur ve karşılıklı mirasçılık cereyan eder.


B - FASİT EVLENME AKDİ


Kuruluş şartları tam olmakla beraber daha önce geçen sıhhat yani geçerlilik şartlarında bir eksiklik bulunan evlilik akdi fasittir. Bu açıdan bakıldığında şahitsiz yapılan nikâh akdi ile ikrah (zorlama) altında yapılan akitler fâsittir. Bunun yanında muvakkat diye nitelenen ve süresi, eşlerin üzerinde anlaştıkları bir süreyle sınırlı olan nikâh akdi de fâsittir.


Fasit evlenme akdinde tarafların evliliği sürdürmeleri caiz değildir. Aksine derhal ayrılmaları gerekir. Eğer kendiliklerinden ayrılmazlarsa adlî makamlar bu evliliğe zorla son verirler.


Cinsel birleşme olmadıkça fasit evlilik hiçbir hukukî netice doğurmaz. Eğer eşler arasında birleşme olmuşsa şu sonuçlar doğar:


a- Ortalama mehir ile taraflar arasında belirlenmiş olan mehirden hangisi az ise kadın ona hak sahibi olur.


b- Akit tarihinden başlamak üzere en az altı ay geçtikten sonra doğan çocuğun nesebi sabit olur.


c- Evlenmeden doğan hısımlık oluşur.


d- Eğer ayrılma olursa iddet ve iddet süresince nafaka da gerekir.



C - BÂTIL EVLENME AKDİ ve MUT'A NİKÂHI


Kuruluş şartlarında bir eksiklik bulunan akde, bâtıl evlenme akdi denmektedir. Birbirleriyle evlenmelerinde engel bulunan iki kişinin evlenmeleri, bir çocuğun ya da akıl hastasının kendi başına evlenmesi gibi.


Noksanlık, ana unsurlarında bulunduğundan böyle bir akit hiçbir anlam ve hüküm ifade etmez. Cinsel birleşmenin olup olmaması da bu sonucu değiştirmez. Tarafların derhal birbirlerinden ayrılması gerekir. Kendiliklerinden ayrılmazlarsa hakim zorla ayırır.


Diğer taraftan mehir, nafaka, nesep, iddet ve miras da sözkonusu değildir. Yalnız Ebu Hanîfe (v. 150/767), eğer aralarında evlenme yasağı bulunanlar evlenmişse, doğacak çocuğun babasız kalmaması için bu evliliği bâtıl değil fasit saymıştır ki, Osmanlı döneminde de bu görüş kanunlaştırılmıştır. Aynca Ebu Hanîfe, cinsel birleşme olmuşsa ortalama (misil) mehrin verileceğini de söylemektedir.


Bâtıl evlenme akitlerinden birisi de mut'a nikâhı olarak bilinen sözleşmedir. Evlenmeleri hukuken caiz olan kişilerin bir ücret karşılığında belli bir süre birbirlerinin cinselliklerinden yararlanmak amacıyla yaptıkları evlenme akdi olan mut'a nikâhı, sahabe çoğunluğuna ve dört mezhep imamına göre batıldır. Şîaya mensup Zeydî mezhebi de böyle bir akdi meşru görmemiştir.


Hz. Peygamber'in (s.a.s.) şu sözleri, mut'a nikâhının hükmü konusunda tartışmaya yer bırakmayacak ölçüde açıktır:


"Hz. Ali'nin bildirdiğine göe, Nebi (s.a.s.) Hayber savaşı sonrasında mut'a nikâhını ve evcil eşek etini yasaklamıştır."


"Ey insanlar! Ben size kadınlarla mut'a nikâhı yapmanız konusunda izin vermiştim. Şüphesiz Allah bunu kıyamete kadar haram kılmıştır Kimin yanında mut'a nikahıyla bulunan bir kadın varsa onu bıraksın..." "Allah Rasulü, veda haccında mut'a nikâhını yasaklamıştır."


D - MEVKUF ve GAYRİ LÂZIM EVLENME AKDİ


1- Kuruluş (in'ikâd) ve geçerlilik (sıhhat) şartları tamam olmakla beraber: (nefâz) şartlarında eksiklik bulunan evlenme akdi mevkuftur. MevA-M/" terimiyle, yürürlük kazanması başkasının izin ya da onayını gerektiren akitler kastedilir. Mesela aklı başında ama henüz baliğ olmamış çocukların yaptıkları evlilik akdi, velilerinin izin ve onayına kadar mevkuftur.


Keza vekalet yetkisine dayanmadan başkası adına evlilik akdi icra eden kişinin (fuzûlînin) akdi de mevkuftur; yürürlüğe girmesi, kendi adına nikâh kıyılan kimsenin onayına bağlıdır.

Böyle akitler, onay verecek kişinin onayından/icazetinden önce fasit nikâh hükümlerine tabidir.


2- Diğer şartları tamam olduğu halde bağlayıcılık (lüzum) şartlarında eksiklik olan evlenme akdine de gayri lâzım yani bağlayıcı olmayan evlenme denmektedir. Mesela aklı başında ve bulûğa ermiş bir kadının velisinden izinsiz olarak dengi olmayan bir erkekle yaptığı evlilik, gayrı lâzımdır. Çünkü denkliğin eksikliği veliye akdi feshetme hakkını verir.


Cinsel birleşmeden önce fesih hakkı kullanılmışsa gayri lâzım evlilik hiçbir sonuç doğurmaz. Ama birleşme olmuş ve ondan sonra fesih gerçekleşmişse iddet, nafaka, evlenmeden doğan hısımlık (musâhera), nesep ve emsal mehir sabit olur. Fakat kadın hamile kalmışsa fesih hakkına sahip olanlar artık bu haklarını kullanamazlar.





V - EVLİLİĞİN SONUÇLARI ya da EVLENME AKDİNDEN DOĞAN HAK ve SORUMLULUKLAR


Usulüne uygun olarak kurulmuş olan evlilik akdi artık sonuçlarını doğurmaya hazırdır. Böyle bir evlilik akdi taraflara bazı haklar tanıdığı gibi kimi sorumluluklar da yükler. Aşağıda, şahsî sonuçlar ve mâli sonuçlar biçiminde iki başlık altında konu özetlenecektir.


A - EVLENME AKDİNİN ŞAHSÎ SONUÇLARI



İslâm, hukukî norm kadar ahlâkî düşünce ve davranışa da büyük önem vermiştir. Bu sebeple İslâm hukukçuları, ahlâkî niteliği daha ağır bassa da evliliğin karı-koca üzerinde doğurduğu şahsî sonuçlara da değinmişlerdir. Zaten Kur'ân'da da;


"Erkeklerin kadınlar üzerindeki hakları gibi kadınların da erkekler üzerinde belli hakları vardır Ancak erkekler, kadınlara göre bir derece üstünlüğe sahiptirler.." âyeti ile evliliğin şahsî sonuçlarına işaret edilmiştir. Buna göre:



1- Hanımın Hakları ve Görevleri:


Eğer mehrini almışsa hanım, beyinin belirlediği eve gider ve ona tabî olur. Normal hayatın akışı içinde ve dinin izin verdiği durumlarda beyinin izni gerekmeden evin dışına çıkabilir; bunun dışındaki hallerde ancak beyinin izniyle çıkabilir.


"...Kadınlarınızla iyi geçinin..." Sizin en hayırlınız ailesine karşı en hayırlı olanınızdır: gibi temel naslar, kadınların beylerinden iyi muamele görme haklarına işaret etmektedir.


İslâmın öngördüğü hukuk anlayışına uygun olan noktalarda hanım, beyinin isteklerini yerine getirmek zorundadır. Yine beyinin yokluğunda evine ve onun haklarına sahip çıkıp korumak, kadının görevleri arasındadır.


"Kadınların en hayırlısı, kendisine baktığın zaman seni sevindiren, birşey istediğin zaman sana itaat eden ve senin yokluğunda, iffetini ve senin malını koruyan kadındır."  hadisi, kadının evlilik içindeki sorumluluklarını veciz bir biçimde özetlemektedir.


2- Kocanın Hakları ve Görevleri:


Evlilik içinde kocanın en önemli görevi hanımına iyi muamele etmektir. Cinsellikten adalete kadar kocalık görevlerini yerine getirmeli, hanımıyla beraber yaşamalıdır.


"Onlarla iyi geçinin, eğer kendilerinden hoşlanmadınızsa olabilir ki bir şey sizin hoşunuza gitmez de, Allah onda bir çok hayr takdir etmiş olur." "Kadınlarınız hakkında Allah'tan korkun! Kuşkusuz siz onları Allah'ın bir emaneti olarak aldınız ve onların cinselliklerini Allah'ın kelimesiyle (nikâh akdi ile) kendinize helal kıldınız." "İyi kulak verin! Kadınlara hayrı tavsiye edin, onlar üzerinde hayırdan başka bir şeye sahip değilsiniz..." gibi âyet ve hadisler, bu konudaki temel İslâmî yaklaşımı sunmaktadır.


Bu görevlerine karşılık kocanın da hanımı üzerinde bazı hakları vardır. Yukarıda hanımın sorumlulukları sadedinde söylenenler, burada kocanın hakları olarak karşımıza çıkacaktır. Onlara ek olarak burada şu hakları da sayabiliriz:


Koca, eve ziyaretçi kabulünü sınırlayabilir, kadını kendi memleketi dışında bir yere götürebilir. Koca bir dereceye kadar hanımını te'dib hakkına da sahiptir. Şu âyet-i kerîme söz konusu te'dib hakkının mahiyetini şöyle belirlemektedir:


"Baş kaldırmalarından, serkeşliklerinden endişe ettiğiniz kadınlara gelince, onlara önce öğüt verin, vazgeçmezlerse yataklarında yalnız bırakın, bu da fayda vermezse dövün!..."

Ayette ifade edilen "dövmek" fiili, kadına karşı şiddet kullanma anlamında beden üzerinde iz bırakacak ve hasar meydana getirecek tarzda dövme anlamında değildir. Buradaki maksat evliliğin devamını temin için başka yol kalmamışsa hafifçe dövme seçeneğinin kullanılmasıdır. Zaten Hz. Peygamber (s.a.s.), bu amacın dışındaki şiddet içerikli dövmeleri şu sözleriyle yasaklamıştır:


"Kadınları dövmeyin!" "Sizden biriniz gece beraber olacağı eşini köleye vurur gibi dövmesin!"


B. EVLENME AKDİNİN MÂLÎ SONUÇLARI


Anlatılan şahsî sonuçlar yanında evlilik akdi birtakım mâlî sonuçlar da doğurur. Mehir ve nafaka olarak iki alt başlıkta değineceğimiz bu mâlî sonuçlar kocanın sorumluluğu altındadır. Bu sebeple kadın, evin masraflarına ortak olmaya hukuken zorlanamaz.


"Erkekler kadınlara karşı güçlü ve sorumludurlar Bunun nedeni, Allah'ın onlardan kimini kiminden üstün kılması ve erkeklerin (evin geçimini sağlamak üzere) mallarından sarfetmeleridir.” âyeti, mâlî sorumluluğun kimde olduğunu göstermektedir.


1- Mehir


Erkeğin evlenirken kadına verdiği veya vermeyi taahhüt ettiği mal veya paraya mehir denmektedir. Verilen şeyler tamamen kadının olup onda hiç kimsenin otaklığı yoktur.


Şu âyet-i kerîmeler, evlilikte mehrin mutlaka gerekli olduğunu göstermektedir:


"Evlendiğiniz kadınların mehirlerini gönülden isteyerek ve bir bağış olarak verin! Eğer onlar size gönül rızasıyla bir şey bağışlarlarsa onu da afiyetle yeyin!"...Haram olanlar dışındaki kadınlarla evlenmeniz, iffetli kalarak ve zinaya düşmeden yaşamak ve mallarınızdan onlara mehir vermek şartıyla size helal kılındı. Onlardan yararlanmanıza karşılık kararlaştırılmış olan mehirlerini verin! Mehir miktarını belirledikten sonra karşılıklı rıza ile indirim yapmanızda bir sakınca yoktur.


Mehir, nikâhın şartlarından değil de sonuçlarından birisidir. Bu sebeple, nikâh sırasında mehir konuşulmuş olmasa, hatta mehir verilmeyeceği açıkça söylenmiş olsa bile bu durum, nikâh akdinin oluşmasını engellemez. Böyle bir durumda kadın, yine de emsal mehre hak kazanır.

Akit esnasında belirlenip belirlenmemesine göre mehir, mehr-i müsemmâ ve mehr-i misil şeklinde ikiye ayrılır. Tarafların konuşarak üzerinde anlaştıkları mehre, "belirlenmiş mehir" anlamında mehr-i müsemmâ denir. Eğer böyle bir belirleme olmamışsa o zaman kadının yakın akrabası içinde kendi özelliklerine yakın birisi için belirlenmiş olan mehir dikkate alınır ki, buna da "benzer mehir" anlamında mehr-i misil denir.


İslâm hukukçuları, mal denebilecek her şeyin veya maddî geliri ve değeri olan her menfaatin mehir olabileceğini söylemişlerdir.


Mehrin en çok ne kadar olacağı hususunda bir üst sınır yokken, en az ne kadar olabileceği noktasında farklı içtihatlar bulunmaktadır. Bu miktar, yaşanılan döneme ve tarafların içinde bulunduğu şartlara göre değişim gösterebilir. Bununla beraber Hanefî mezhebi kaynakları en az mehrin, 10 dirhem yani yaklaşık iki kurbanlık koyun değeri olacağını yazarlar.


Mehir bütünüyle peşin verilebileceği gibi, bir kısmı peşin verilip bir kısmı daha sonraya da bırakılabilir. Birincisi "peşin mehir" anlamında mehr-i muaccel, ikincisi "ertelenmiş mehir" anlamında mehr-i müeccel olarak isimlendirilir.


Kadının mehrin tamamına hak sahibi olabilmesi için şu üç durumdan birisinin gerçekleşmesi gerekir:


a- Cinsel birleşme olursa,


b- Henüz birleşme olmadan önce koca vefat ederse.

c- Sahih halvet meydana gelirse. Sahih halvet, kimsenin göremeyeceği veya ansızın gelemeyeceği bir yerde eşlerin başbaşa kalmalarıdır.

Usulüne uygun bir nikâh akdinden sonra henüz birleşme olmadan veya sahih halvet gerçekleşmeden önce bir boşanma sözkonusu olursa o zaman kadın, şu âyetin hükmü gereğince konuşulan (müsemmâ) mehrin yarısına hak kazanır:


"Eğer siz onları kendileriyle cinsel ilişkide bulunmadan önce boşar, üstelik önceden mehir de tesbit etmiş olursanız, bu mehrin yarısı onlarındır..."


Kadının mehre tümüyle veya yarısıyla hak kazandığı bu durumlar yanında hiç kazanamadığı durumlar da vardır:

a- Fasit bir evlenme akdinde cinsel ilişkiden önce boşanma gerçekleşirse, erkek mehir vermek zorunda değildir.

b- Evlenme akdi sahih olur fakat ilişki veya sahih halvetten önce kadının sebep olmasıyla ayrılık vaki olursa, kadının mehir hakkı da düşer.


2- Nafaka


Evlilik içinde kocanın eşi ve çocukları için yüklendiği geçim masraflarına nafaka denmektedir. Erkeğin ailesi içindeki mâlî sorumluluğunu gösteren ve bir kısmı daha önce geçen âyetler yanında, ilgili hadisler de kocanın nafaka sorumluluğunu düzenlemiştir.


Kocanın eşine olan nafaka sorumluluğunun içine, kocanın durumuyla orantılı ve normal miktarlar içinde olmak üzere yiyecek, giyecek, mesken, tedavi ve ilaç giderleri ile gerektiğinde hizmetçi masrafları girmektedir.


Kocanın nafaka borcuyla yükümlü olabilmesi için temelde üç şart gerekmektedir:


a- Evlilik sahih bir akit ile kurulmuş bulunmalıdır. Bu sebeple fasit nikâh akitleri nafaka mecburiyeti doğurmaz.


b- Kadın evliliğe hazır bir fizik olgunluğuna sahip olmalıdır. Bu sebeple evlilik için elverişli beden gelişimine sahip olmayan eş, nafaka alamaz.


c- Kadın, kocasının istifade edeceği bir durum ve yerde bulunmalıdır. Bu şarttan hareketle, kocasının evine taşınmayan ya da kocasından izinsiz evi terkeden kadın, nafaka hakkını kaybeder.


Bu şartların beraberce varlığı anından itibaren koca, nafaka ile sorumlu olur. Eğer koca, bu sorumluluğunu kasten yerine getirmezse kadın, yargıya müracaatla kendisine nafaka takdir ettirebilir. Aynı şekilde koca, nafaka bırakmadan yolculuğa çıkar veya kaybolursa, kadının müracaatına binaen mahkeme, belli bir nafaka belirler ve kocası hesabına borçlanma hakkı verir.





VI - DOĞUM ve SONUÇLARI


Evliliğin en tabiî sonucu ve belki de evliliğin esas gayelerinden birisi doğum ve çocuktur. Çocuğun doğması aile ve toplum içinde nesepten terbiyeye kadar bazı meseleleri de beraberinde getirir. Bu başlık altında biz nesep, emzirme ve hısımlık nafakası üzerinde duracağız.


A- NESEP: SUBÛTU ve EVLAT EDİNME MESELESİ


Soy, hısımlık gibi sözlük anlamları olan nesep, bir hukukî terim olarak çocuğu ana-babasına bağlayan kan ve soy bağı olarak tanımlanmaktadır. Yani nesep, çocukla ana-baba arasında doğumla meydana gelen tabiî ve hukukî bağı ifade etmektedir.


Çocuğun, doğduğu kadınla nesep bağı sabittir ve bunun için doğumda etkili olan birleşmenin meşru ya da gayri meşru olmasının bir etkisi yoktur. Çünkü doğum, başka bir isbat vasıtasına gerek kalmaksızın apaçık bir tarzda çocukla onu doğuran kadın arasındaki bağı ortaya koyar.


Nesep konusunda asıl önemli olan husus, çocuğun babası ile olan bağının tesbitidir. İlke olarak, evlilik içinde doğan çocuk o evlilikteki kocaya bağlanır.

"Çocuk, yatak sahibi olan kocaya aittir. Zina eden kimse için ise mahrumiyet vardır”  hadisi, bir taraftan bu ilkeyi tesbit ederken diğer taraftan da zina sonucu doğan çocuğun nesebinin zinakâr erkeğe bağlanmayacağını açıklamıştır.


Çocuğun babaya nisbeti için, bir başka ifadeyle nesebin sahih olabilmesi için dört kaynak vardır:


1- Sahih Evlilikte Nesep


Evlilik içinde doğan çocuk, kadının evli bulunduğu erkeğe bağlanır. Bunun için çocuğun, evlilikten itibaren hamileliğin en az müddeti olan altı aylık bir sürenin geçmesinden sonra doğmuş olması, erkeğin baba olabilecek bedensel nitelikleri taşıması ve nikâh akdinden sonra eşlerin biraraya gelme imkanlarının bulunması şarttır.


Kocası vefat eden veya boşanıp da iddet bekleyen kadın, vefat ya da boşanma tarihinden itibaren en uzun hamilelik süresi olan bir yıl içinde doğum yaparsa doğan çocuğun da nesebi sahihtir. Fakat bir yılı geçtikten sonra doğan çocuk, o kocaya bağlanmaz.



2- Fasit Evlilikte Nesep


Fasit evlilikten doğmuş bir çocuğun nesebinin sahih olabilmesi için de tıpkı sahih evlilikteki şartlar aranır. Şu farkla ki, burada nikâh akdinin varlığı ve eşlerin biraraya gelebilme imkanları yeterli olmayıp fiilî birleşmenin bizzat bulunması gerekmektedir.


3- Evlilik Şüphesi ile Birleşmede Nesep


Ne sahih ne de fasit bir nikâh akdine dayanmayan ama tarafların sanki böyle bir akit varmış zannederek birleşmeleri de söz konusu olabilir. Mesela erkeğin daha önce görmeyip vekil aracılığıyla evlendiği bir kadın yerine yanlışlıkla başka bir kadınla veya üçüncü defa boşadığı eşiyle iddet içinde helal olduğunu sanarak ilişkide bulunması, şüpheye dayalı birleşme örnekleridir.


Böyle birleşmelerden doğan çocuğun nesebi de, tarafların iyi niyetine ve çocuğun nesebini koruma ilkesine dayanarak sahih sayılmıştır.


4- İkrar ve Dava İle Sabit Olan Nesep


Bir kimsenin "Bu çocuk benimdir" veya "Bu benim babamdır" diye birini kendisine nisbet etmesi ile de nesep sabit olur. Yalnız bunun için şu şartların da beraberce bulunması gerekir: Baba ile çocuk arasında bu iddiaya uygun bir yaş farkı bulunmalı; çocuğun nesebi önceden meçhul olmalı, çocuğun zina sonucu doğmuş olduğu söylenmemiş olmalı ve eğer çocuk mümeyyiz ise yani genelde 6-7 yaşlarında kendisini gösteren iyi-kötü, doğru-yanlış ayırımını yapabilecek aklî gelişmişlikte ise bu ikrarı kabul etmelidir.


Anılan bu dört yolla sabit olan nesebin hukukî sonuçları arasında bir fark yoktur. Bu dört yolun yanında bazı toplumlarda görülen evlatlık müessesesini İslâm, bir nesep kaynağı olarak tanımamıştır.


"Allah, oğulluk edindiğiniz kimseleri size öz oğul kılmadı. Bunlar sizin ağızlarınızla söylediğiniz sözlerdir. Allah size sözün doğrusunu söyler ve doğru yolu gösterir O oğulları kendi öz babalarına nisbetle çağırın! Bu, Allah katında daha doğrudur. Eğer babalarını bilmiyorsanız, onlar sizin din kardeşleriniz ve dostlarınızdır."âyeti ile; "Bile bile babasından başkasına nesep iddiasında bulunan kimseye cennet haramdır. hadisi, evlatlık ile evlat edinen arasında hiçbir nesep bağının mevcut olmadığını ve buna bağlı olarak da aralarında mirasçılık ve evlenme engellerinin bulunmadığını açıkça göstermektedir.


B--  EMZİRME (Radâ) SORUMLULUĞU


Kur'ân, çocuğun emzirme hakkını ifade yanında aynı zamanda bu işten kimin sorumlu olduğunu şöyle belirtir:

"Anneler çocuklarını, emzirmeyi tamamlatmak isteyen baba için tam iki sene emzirirler Annelerin yiyecek ve giyeceğini uygun bir şekilde sağlamak çocuğun babasına borçtur. Herkese ancak gücü nisbetinde teklifte bulunulur. Anne çocuğundan, çocuk kendisinin olan baba da çocuğundan dolayı zarara sokulmasın. (Baba ölmüşse onun yerine) vâris olana da aynı şeyi yapmak borçtur Ana-baba, aralarında danışarak ve anlaşarak sütten kesmek isterlerse ikisine de sorumluluk yoktur. Çocuklarınızı sütanneye emzirtmek isterseniz, vereceğinizi örfe uygun bir şekilde öderseniz size sorumluluk yoktur.


Buna göre çocuğu emzirmek anne için hukukî değil dînî bir vazifedir. Gönüllü emzirmedikçe buna zorlanamaz.


"Boşadığınız fakat iddeti dolmamış kadınlar... çocuğu sizin için emzirirlerse onlara ücretlerini ödeyin, aranızda uygun bir şekilde anlaşın; eğer güçlükle karşılaşırsanız çocuğu başka bir kadın emzirebilir.” mealindeki âyet-i kerîme de bu hükmü pekiştirmektedir. Mâlikî ve Zahirî hukukçular emzirmenin sadece diyâneten değil hukuken de annenin sorumluluğunda olduğunu ve bunun için hukuken zorlanabileceğini de kabul etmişlerdir.


C -  NAFAKA SORUMLULUĞU


Burada nafakadan kasıt, daha önce değindiğimiz eşler arasındaki evlilik nafakası değil, yakından uzağa doğru akrabalık nafakasıdır.


Kişinin kendi ihtiyaçlarını kendi imkanlarıyla karşılaması esas olduğundan böyle imkan sahibi olanlar, başkasından nafaka talep edemezler. Usûl (ana-babalar...), (çocuklar-torunlar...) ve diğer akrabalar arasında bir nafaka sorumluluğundan bahsedebilmek için genel hatlarıyla şu şartlar oluşmalıdır:


Nafaka alacak kimse fakir ve kazanma imkanından mahrum bulunmalı, nafaka verecek kişi başkasına muhtaç olmamalı, nafaka alacak kişi eş, usûl ve furû dışında kalan diğer akrabalardan ise müslüman olmalıdır.


Söz konusu umumî şartlar ışığında bazı detaylara değinecek olursak:


1- Furûun yani çocuk ve torunların nafakası, onların usûlüne yani baba ve dedelerine aittir. Bunun için çocuk ve torunların, fakir ve kazanmaya da güç yetiremez olmaları şarttır. Hastalık, küçüklük, kızlık ve öğrenci olma gibi nitelikler de güç yetirememe sayılır.


2- Fakir olan usûlün nafakalarını temin, onların çocuklarına düşer. Usûlün çalışmaya güç yetirebilir olması, nafaka almalarına engel değildir, fakirlik yeter sebeptir.


3- Ana-babanın nafakasını teminde erkek çocuklar ile kız çocuklar arasında bir fark yoktur.


4- Aralarında evlenme yasağı bulunacak derecede birbirlerine yakın olan kan hısımları karşılıklı olarak birbirlerinin nafakalarından sorumludurlar. Bunun için ek olarak aralarında mirasçılık bağının mevcut olması ve din birliğinin bulunması gerekir.




İSLÂM AİLE HUKUKU

Y. Doç. Dr. Ahmet YAMAN

Konya S.Ü. İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Siyahkaya Barajı / Silopi / Şırnak