13 Ekim 2023 Cuma

İRAN TARİHİ-4

 M. Ö. XVIII.  YÜZYIL ORTALARINDAN M. Ö. XII. YÜZYIL ORTALARINA KADAR ANZAN VE SUS KRALLARI



 Milâttan önceki on sekizinci yüzyıl ortalarına doğru, (1750)   Zagros dağları bölgesinden güneye akan Kas'lar, lran'ın güney-batı bölgesi ile Mezopotamya'yı karmakarış bir hale soktukları sırada, Yakın Şark'ın diğer bölgeleri de Hiksos’ların sebep olduğu kargaşalıklarla sarsılıyordu.


Bu yüzden, M. Ö. 1750 tarihinden itibaren İran’dan başlamak üzere bütün ön Asya'yı yoğun bir zulmetin kaplamağa başlamış olduğunu görüyoruz. İstilâ dalgaları altında kalan bütün bu bölgelerde tabiatı ile tarihi aydınlatabilecek belgeler de birdenbire tükenmektedir.


Çöküntülerin, kargaşalıkların şiddet ve genişliğini belirten bu belge yokluğu; yerine göre değişmek üzere: uzun yılları kaplamaktadır. Tarihi karanlıklar içinde bırakan bu devir, İran ve Elâm'da dört yüz yıl sürmüştür.


Kas akınları önünde çöktüğü anlaşılan Silhaha hanedanından sonra, bütün bu karanlık devir süresince, Elâm'da siyasi durumun ne şekil aldığı, ne değişikliklere uğradığı tarih için tamamı ile meçhuldür. Eski hanedanın yıkılması, sarsıntının şiddeti neticesi olarak buralarda uzun zamanlar kudretli bir otoritenin kurulamamış olduğu anlaşılmaktadır. Fakat Kas dalgaları, Hatti'lerin yıktığı birinci Babil devleti ülkesine dağıldıktan sonra Zagros dağları bölgesinde büyük sarsıntıların sona ermiş olması tahmin edilebilir. Bu zamanlardan itibaren Elâm halkı yer yer, küçük guruplar halinde toplanmağa başlamışlardır.


Birbirleriyle boğuşan bu gruplar arasında dört yüz yıl içinde birlik kuracak kudrette bir hükümetin zuhur etmemiş olması, buralardaki sarsıntı ve çökmelerin çok şiddetli, Zagroslardan inen dalgaların kesilmemiş olduğunu belirtmektedir.


Kas’lar Sinear’da aradıkları serveti bulmuş, zengin toprakların temin ettiği geçim vasıtaları ile doymuş olduklarından, çevre bölgelere yeni akınlar yapmak ihtiyacını duymuyorlardı. Bu hal, küçük prensliklerin birbiriyle boğuşmakta devam etmelerine elverişli bir durum yarattığından, eski medeniyetin yeniden filizlenerek gelişmesine imkân olmamıştır. Bu yüzdendir ki bu anarşi çağını aydınlatacak tabletler yazılamamış, bunun neticesi olarak da dört yüz yıllık bir devir tarihi karanlıklar içinde kalmıştır.


Elâm’dan bahseden ilk tablet ancak M. Ö. 1344-1320 tarihleri arasında Babil’de hüküm süren Kas kırallarından Kurikalzu III zamanına aittir. Sinear’da bulunan bu tablette, Kas kralının Elâm kıralı Hurpatilla’yı mağlup ederek bu bölgeyi hegemonyası altına aldığı haber verilmektedir.


Fakat sonradan bulunan bir belge Hurpatilla’nın aslen Elâmlı bir prens değil, Kurikalzu III den önce Babil’in meşru kralı Nazibugaş olduğunu meydana koymuştur. Nazibugaş Asurluların Babil’i istilâsı üzerine Elâm’a kaçarak orada tedarik ettiği kuvvetlerle Asur kralı tarafından Babil’de yerine oturtulmuş olan Kurikalzu III’ü buradan atmak istediği anlaşılmaktadır.


Kurikalzu III’ün Elâm’ı istilâ ettiği, Sus kazılarında bu hükümdarın tanrı Satama adına teberrü etmiş olduğu bir akik skarabe ile tanrı Enlil’e vakfettiği bir âsa başının bulunmuş olmasiyle teeyyüt etmektedir.


Sus’ta iç kalede bulunan bir heykel üzerinde de Kurikalzu III ’ün Elâm’ı istilâ ve Marhasi’yi yağma ettiği yolunda bir yazıt bulunmaktadır.


Fakat Kas’ların Elâm üzerindeki hegemonyası çok sürmemiştir. Sinear kuzeyinde beliren yeni olaylar, Kas krallarının gözünü bu bölgeye çevirtmiş, Elâm’ı unutturmuştur. Çünkü bu sıralarda Asur tahtına oturan Arik-den-llu ( 1323-1311 ) Erbil’in doğusunda, dağlık bölgedeki küçük Nigimti prensliğini ezdikten sonra güneye doğru yönelmiştir. Bu tehlike karşısında kendi varlığını korumak kaygusuna düşen Kurikalzu da kuvvetlerini Elâm'dan çekmek zorunda kalmıştır. Bundan sonraki olaylar ise doğrudan doğruya Babil'i tehlike karşısında bırakmıştır.


Çünkü Asur tahtına oturan kudretli Adad-Nirari 1 (M. 0. 1310-1281) selefinin başladığı hareketi genişleterek Zagros'un merkezine kadar sokulmuş, eski Guti'lerden kalan gruplarla Lulubi'leri tenkil ederek buraları hükmü altına almış, sonra da Babil kırallığı ülkesine girmiş, bu sıralarda Kas kralı olan Nazimaruttaş'ı ( 1319-1294) mağlup ederek ağır şartlarla bir sulh imza etmeğe mecbur etmiştir. Bu müsalehaya göre Asur hudutları bugünkü Holvan bölgesile Zagros silsilesi içindeki Lulubi'ler memleketini, yani bugünkü Süleymaniye taraflarını içine alıyordu.


Asur kralının bu darbesi, Babil'in uyuşturucu çevresinde dağlılık vasıflarını kaybetmiş olan Kas’ları büsbütün bitkin bir hale getirdiğinden Elâm için yeni bir ufuk açılmıştı.


Yeni Sus Anzan-Devletinin Belirişi

  

 Elâm’lıların bu durumdan faydalanmış olduklarını görüyoruz. Eski Silhaha soyundan indiği iddia edilen  Pahir-işşan'ın, 1310 tarihlerinde  Elâm’da bağımsız  bir hükümet kurmuş olduğu anlaşılıyor, yeni  Elâm kıralının Igihalki adında birinin oğlu olduğunu biliyorsak da, ne kendi başarıları ne de babasının unvanı hakkında bilgimiz yoktur. Halefi olan kardeşi Attar-kittah (takriben 1295-1286) zamanı hakkında da belgeler ele geçmemiştir.


Sülâle tarihi ancak bunun oğlu Humban numena (Hubani-mena 1286-1266) zamanından itibaren aydınlanmağa başlamıştır. Tabletlerde (Sus ve Anzan kıralı) unvanını taşıyan bu hükümdar zamanında devletin kudret ve nüfuzu artmış, Ön Asya hükümetleri arasında hatırı sayılır bir mevkiye yükselmiştir. Başarılarından dolayı kendisine "imparatorluğun yükselticisi,, lâkabının verilmiş olduğu görülüyor. Basra körfezindeki Liyan adasında bulunan Elâm’ca kitabeler, onun böyle bir lâkabla anılmağa hak kazanmış olduğunu gösteriyor.


O çağların duygu ve düşünüşünü belirten bu yazıtlarda Humban-numena, kendisini seven, dua ve niyazlarını kabul eden büyük tanrı Huban ile adanın özel tanrıçası Kiririşa’yı, Paha’-ları, yani koruyucu yerli tanrıları övdükten sonra, onlara karşı beslediği minnettarlığın nişanesi olmak üzere tapınaklar yaptırdığını haber vermekte, bu hayırlı başarıları hürmetine tanrıların kendisine mesut bir hayat, huzur içinde geçecek bir hükümdarlık devri nasip etmeleri niyazında bulunmaktadır. Humban-numena'nın bu devletin hakiki kurucusu rolünü yapmış olduğu kendisinden sonra gelen ve bu sülâlenin en kudretli ve şöhretli hükümdarlarından olan Şutruk-Nahhunte ile iki halefinin, onun adıyla öğünmelerinden, hatırasını anmak hususunda birbirleriyle rekabet etmelerinden anlaşılmaktadır.


Sub’un omran Oğlu ve halefi Untaş - Huban ( Untaş - Ga| devri 1265-1245 ) ın ele geçen tabletleri kendisini bayındırlık hususunda ön safa geçirmektedir.


Öyle anlaşılıyorki babası zamanında kazanılan büyük zaferlerin temin ettiği servet ve refah sayesinde, zamanında Elâm’da büyük bir kalkınma devri başlamış, büyük binalar ve anıtlar kurulmuştur. Çünkü yazıtlarda adları sayılan tapınakların yapılması, âbidelerin kurulması geniş fetihleri, büyük mali kaynakları icabettirmektedir. Bu zamana ait ele geçen sanat eserlerinde görülen gelişme de memleketin emniyetli bir refah devri içinde bulunduğunu belirtmektedir.


Sus akropolünde kurulan büyük tapınakların başında Huban, İnşuşunak tanrılarına mahsus tapınaklar bulunuyordu. Tanrı Upurkupak tapınağı da o zamana kadar bu tanrı için kurulan mâbedlerin en muhteşemi idi.


Bu zamanlarda Elâm’da Sinear’ın sâmî tanrısına da tapıldığını yazıtlardan öğreniyoruz. Bir tablette belirtildiğine göre tanrı Nebu için kurulan tapınağa, onun bir de heykeli konulmuştur. Sâmi tanrılardan Sin, Belala, Belit-âli ve Adad tanrıları için de mâbetler yapılmıştı. Bu zamanlarda Adad adıyla tapınılan tanrının eski sukkalmah'lar devrinde takdis edilen Şala mabudunun aynı olduğu sanılıyor.


Untaş - Huban devrinde Sus'ta maden heykelciliği de tekâmülünün en yüksek derecesine çıkmıştı. Bu sanatın muhteşem örneği Untaş - Huban'ın zevcesi Napir -asu için yaptırmış olduğu bronz statüdür. Sus kazılarında meydana çıkarılan bu heykel yekpare ve içi boş olarak dökülmüş, sonra eritilmiş maden akıtılarak içerisi doldurulmuştur.


Heykelde kraliçe, etekleri yerlere sürünecek kadar uzun alt tarafı geniş ve beli dar bir fistan giymiş, omuzlarıyla göğsüde ince bir kumaşla örtülmüş olarak belirtilmiştir. Elbisenin tezyinatı, bileziklerin şekli, parmaklarını süsleyen yüzükler, gayet güzel gösterilmiştir. Heykelin üzerinde uzunca bir kitabe bulunmaktadır. Bu kitabede heykele dokunacak, onu parçalayacak, veya kitabedeki Napir-asu adını silecek olanların başına büyük tanrı Huban ile Inşuşinak ve Kiririşa'nın gazablarının inmesi, büyük tanrıça Belit'in de soy soplarını kurutması ve şan ve şereflerini soyması niyaz edilmektedir. Elâm’da mö. Untaş-Huban yazıtları, o zamanlarda Elâm'da dnygnnun medeniyet ve sanatın gelişmesini belirtmelerinden başka Akad kültürüne karşı şiddetli bir tepkinin başlamış olduğunu da göstermeleri bakımından çok önemlidirler.



Çünki eski sukkalmah 'lar devrine ait yazıtların hemen hepsi akadca oldukları hald e, Untaş -Huban kitabelerinden hepsinin Elam ’ca yazıldıklarını görüyoruz. Bu hükümdarın tanrı Huban heykeli üzerindeki Elâm'ca kitabesi, sonraki zamanlarda görülen tekâmülün başlangıcıdır. Bu zamandan itibaren yalnız heykeller üzerindeki kitabelerde değil, her türlü yazıtlarda da Elâm dili kullanılmıştır. Yazıtlar, o zamanlarda Elâm bölgesinde tapınılan tanrıların adlarını ve bazan da rollerini tanıtmaları bakımından çok kıymetlidir. Bu sayede Elam'ın yerli tanrılarından başka Akad ’lar devrinden beri Sinear ile olan sıkı münasebetler neticesi olarak bu memlekete sokulan ve yerleşen sami tanrıların adlarını da öğreniyoruz. Untaş-Huban'ın bir yazıtından, zamanında Babil ile Elâm arasında harp çıkmış olduğunu öğreniyoruz. Anlaşıldığına göre Kaştiliaş III' ün Babil tahtına oturmasını müteakib (1249), Elâm kralı ile aralarında bir ihtilâf çıkmıştı. Hanigalbat’dan Babil'e iltica eden ve kral Kaştiliaş lll’e bir bakır kalkan hediye eden Agabtaha'ya karşılık olarak krallığın kuzey-doğu sınırındaki Padan şehri civarında bir malikâne ihsan edilmiş olması bu ihtilâfa sebep olmuştur


Bu toprakların Elâm'a ait olduğunu ileri süren Untaş-Huban, açtığı harpte muzaffer olmuş, Babil kralı Kaştiliaş III’ün koruyucu tanrısı İmmiria’yi alarak Sus akropolüne götürmüş, burada Elâm tanrılarının himayesine tevdi etmiştir. Bu seferde Kaştiliaş Ill 'ün bağış fermanının yazıldığı taş ( Kudurru) da Sus'a götürülmüştür.


Bu savaştan sonra, Elâm’da iç kargaşalıkların baş göstermiş olduğu anlaşılıyor. Bunun sebebi kesin olarak bilinememektedir. Bazı emareler, bu işte Untaş-Huban'ın amcasının parmağı olduğunu gösteriyor. Untaş-Huban'ın yerine oğlunun değil, bu amcasının, yani hanedanın kurucusu olan Pahir-işşan'ın oğlu Unpatar - Huban (1244-1242) ın geçmiş olması bunu belirtmektedir. Fakat yeni hükümdar Sus tahtında pek az oturabilmiştir.


Elâm'da baş gösteren iç kargaşalıklar, bu sırada Asur kıralı Tukulti - Ninurta ( 1255 -1218) nın mukavemet görmeksizin Zagroslara kadar sokulabilmesi sebebini anlatıyor. Asur kralı bu seferinde zaman zaman Babil’in ve Elâm’ın idaresi altında bulunan birçok şehirleri almış, Babil kralı Kaştiliaş Ill’ü esir ederek Asur'a götürmüş, Babil tahtına bir Asur valisinden başka bir şey olmayan Enlil- Nadinşumi’yi kral yapmıştı. Asurluların Elâm sınırlarını da tehdide başlamalarının bu memlekette bir tepki uyandırmaması mümkün değildi. Bu sırada Elâm tahtına geçen Kidin-Hutran ( Kidin Hutrutaş 1242 -1222) bu hareketin intikamını almak istedi. Fakat bunu kuvvetli Asur kralına karşı bir savaş açmakla değil, onun tarafından Babil tahtına geçirilen ve himaye edilen kukla kıral Enlil - Nadinşumi’yi ( 1241 -1240) ezmek ve Sinear’ı istilâ etmek suretiyle yaptı. Beklenilmeyen bu darbe ile Asurluların Babil' de bir valisinden başka bir şey olmayan kukla kralı sahneden çekilmişti. Elâm kralı memleketine dönmeden önce Der'den Nippur’a kadar ilerlemiş, Anu tapınağını yağma etmiştir.


Asur kralı Tukulti-Ninurta, boş kalan Babil tahtına Kadaşman - Harbe II ( 1240 -1239) yi oturtmak suretiyle bu felâketi süratle önlemeğe çalıştı. Fakat bu kral da Babil tahtında ancak bir buçuk yıl oturabildi. Asur kralı Tukulti-Ninurta kuvvetli bir ordu ile Sinear’a indi. Babil’i tekrar fethetti. Artık Asurluların bir oyuncağı haline gelen bu çürümüş tahta bu defa da Artad -şum - İddin'i ( 1238 -1233) çıkardı.


Kudretli bir varlık olan Elâm krallığı, Babil’de olup bitenlere karşı ilgisiz kalamazdı. Bu krallık Asurlular için de ihmal edilecek hasım değildi. Bâbil krallığı üzerindeki hegemonyada Asur kralı ile boy ölçmekten çekinecek bir durumda olmadığını göstermek isteyen Kidin-Hutran, Tukulti -Ninurta’nın oğluyla anlaşarak onu babasına karşı silaha sarılmağa teşvik etti. Asi prens babasını öldürdü. Elâm kralı hazırladığı bu durumdan faydalanarak mühim bir kuvvetle Elâm'dan Sinear'a indi. Dicle’yi geçerek batıda Isin'e, kuzeyde Maradda'ya kadar yürüdü. Kas prenslerinden Adad-şum-Ussur'u (1233-1203) Babil tahtına oturttu. Hiç bir taraftan taciz edilmeden memleketine döndü. Bu cüretkâr hareket, Elâm kralının müstesna cesaretini belirtiyor. Halefi Hallutuş-lnşuşinak l'in kimin oğlu olduğu ve ne gibi başarıları bulunduğu hakkında tarihi aydınlatacak belge yoktur. Bu hükümdarın adı ancak kendisinden sonra Elâm kralı olan şöhretli Şutruk-Nahhunte'nin (1207-1171) babası olması bakımından tarihe geçebilmiştir.



Sus Anzan Krallığının Muhteşem Devri  


   Asur sarayının ihtiraslarla sarsıldığı,  Babil’in kudretini kaybettiği bir zamanda Sus'da Elâm krallığına yükselen Şutruk - Nahhunte, kendisinden sonra gelen iki halefi zamanlarında daha çok parlayacak olan bir devir açtı. Bu devire Elâm tarihinin muhteşem çağı adını vermekle bir gerçeği ifade etmiş olacağız.


Şutruk-Nahhunte'nin ele geçen tabletleri bu hükümdarın enerjisi, başarıları hakkında tarihi hayli aydınlatmaktadır. Eğer bunlardan geniş ve çok kıymetli malûmatı ihtiva ettiği anlaşılan tablet tamamı ile çözülebilmiş olsaydı, bu devir belki daha aydın olarak tarihin önünde açılmış olacaktı. Ne yazık ki bu yazıt anlaşılamıyacak kadar karışık ve mübhem bir ifade ile yazılmış olduğundan iyice çözülememiş, bir çok yerleri anlaşılamamıştır.


Tamamı ile çözülemeyen bu tabletten çıkarılan bilgiye göre Şutruk-Nahhunte büyük tanrı İnşuşinak ve Huban adına tapınaklar kurduğunu haber verdikten sonra, kendi başarılarını anlatmak istemiş, atalarından hiç birinin gidememiş oldukları yerleri istilâ ettiğini, başkenti Sus'a buralardan bir çok ganimetler, kıymetli ağaçlar getirmiş olduğunu söylemek suretiyle öğünmüştür. Fakat, yazıtta adı geçen yerlerin tesbiti mümkün olamadığından Elâm kralının nerelere kadar gittiğini tayin etmek mümkün olamıyor.


Bereket versin ki Şutruk-Nahhunte’nin bıraktığı diğer yazıtlar iyice çözülebilmiş olduğundan, zamanını hiç olmazsa genel bir surette tasarlayabiliyoruz. Bu yazıtların çoğu gerçi tanrılar için yapılan adaklara, kurulan tapınaklara aittir. Fakat, bütün başarıların tanrıların lütfu eseri olduğuna kanaat edilen bu devirlerde onlara karşı minnettarlıklar izhar edilirken başarıların sayılıp dökülmesi de âdet olduğundan bu sayede hükümdarların icraatleri hakkında da bilgi edinilmektedir.


Şutruk-Nahhunte de yazıtlarından birinde Sus'taki İnşuşinak tapınağını pişmiş tuğlalarla tezyin ettiğini kaydederken bu hizmetine mükâfat olarak bu tanrının lütuflarını istemekte, diğer bir kitabesinde ise yaptırdığı tapınaklara vakfettiği eşyalardan bahsetmektedir.


Şutruk - Nahhunte'nin Basra körfezindeki Uyan adasında evvelce Huban-numena tarafından Kiririşa için kurulmuş olan tapınağı tamir ettirdiğini anlatan bir kitabesi bulunması bu adanın da krallığın aksamından olduğunu belirtiyor.

Bu hükümdarın bulunan yazıtlarındanmbir tanesinden maadası, Elam dili ile yazılmışlardır. Akadca yazılmış olan tek kitabesi ise sukkalmah devrindenberi Elam'da tanınan Akad tanrısı İşmekarali adına bir ithaftır.

Şutruk - Nahhunte devrinde Asur tahtında, bu memleketin kudretli krallarından biri olan Asurdan 1 (1189 - 1154 ) bulunuyordu. Asurdan I uzun süren saltanatına, zayıf gördüğü Babil kralı Zababaşum - İddin üzerine hücum etmekle başladı.

Aşağı Zab üzerindeki Zaban ile daha başka şehirleri aldı.  Bu olay Babil'in kudretsizliğini belirtmiş olduğundan Şutruk –Nahhunte de durumdan faydalanmak istedi. Oğlu Kutir -Nahhunte ile  birlikte  büyük bir kuvvet toplayarak Sinear  üzerine  yürüdü.

Bu seferini anlatan yazıttan öğrendiğimize göre birçok Şehirler aldı. Sonra Babil'e yürüdü. Bu sırada Eşnunna’da eski Sinear hükümdarlarından birinin heykeli ile Akad krallarından Maniştusu’nun bir istatüsünü buldu. Sippar'da bunun halefi Naram - Sin 'in meşhur zafer steli ile birinci Babil hanedanının büyük kralı Hammurabi kanununun yazılmış olduğu büyük taşı iğtinam etti.  Kiş civarında Maniştusunun dikili taşı ile iki istatüsünü buldu Karintaş bölgesinde Meli-Şipak’ın bir steli eline geçti - Sonra Babil'i muhasara etti. Saltanatı henüz bir yılı geçmeyen talihsiz Zababa-şum -Iddin’i yerinden attı (1178 ). Babil tahtına oğlu Kutir -Nahhunte’yi oturttu, başta Babil olmak üzere zabtettiği şehirlere vergiler yükledi. Tapınaklarda, saraylarda bulduğu kıymetli eşyayı, statüleri, dikili taşları alarak başkenti Sus’a döndü. Bunları Sus tanrısı İnşuşinak tapınağına şükran nişanesi olarak hediye etti. Zaferlerini belirten kitabeler yazdırarak bunlarla beraber tapınağa koydurdu. Bu sülâle prenslerinden muhtelif zamanlarda Sinear'dan iğtinam edilerek Sus'a götürülen eşyalar da bunların yanına konulacaktı. J. de Morgan tarafından Sus’ta yapılan kazılarda bütün bunlar bulunmuşlardır.


Babil kırallığına oturan Kutir -Nahhunte, Kas kuvvetlerini toplayarak Sinear’da bir mukavemet kurmağa çalışan Enlil nadinahhe ile üç yıl uğraşmak zorunda kaldı. Nihayet 1171 de bu prensi de mağlup ederek 1750 tarihindenberi Babil’de hüküm süren Kas saltanatına son verdi.


Bu zamandan itibaren Babil, Yakın Şark’ın şanlı başkenti olmak rolünü kaybetmişti. Babil tanrıları eski kudretlerini yitirmiş, memleketten sürülmüşlerdi. Babil’in büyük tanrısı Marduk ile Uruk tanrıçası Nana, babasının yerine oturmak üzere memleketine dönen Kutir-Nahhunte tarafından Sus’a götürülmüştür. Bu tanrılar beş yüz yıl sonra Asur kralı Asur-bani-apli (Asurbanipal) (668-626) tarafından esaretten kurtarılacak ve tekrar Babil’e götürüleceklerdir.


Kutir-Nahhunte’nin Sus ve Anzan krallığı kısa sürmüştür. (1170-1166). Yakın Şark tarihinde bunun adı daha çok Sinear kaynaklarında geçmektedir. Babasının yerine Sus tahtına geçtikten sonraki zamana ait elde edilen tabletler, bir takım tapınakların inşasından bahsetmektedir. Prensliğinde Sus tepesinin kuzeybatısındaki İnşuşinak mezbahının çevresine oymalı pişmiş tuğlalarla bir duvar yaptırmıştı. Burada palmiye’ye tapınan insan başlı bir boğa kabartması bulunuyordu. Hükümdar olduktan sonra sunağı yeniden onarmış, içine kendi statüsünü de koymuştur.


Kutir-Nahhunte, kısa süren saltanatı esnasında Sus’da harap olan tanrı Lagamal sunağını yeniden ihya ederek bunu İnşuşinak’ın himayesine bırakmış, Basra körfezindeki Liyan adasında da tanrı Kiririşa’ya kendisiyle karısı Nahhunte-Utu’nun ve çocuklarının adına bir tapınak yaptırmıştır. Ölümü, bu devrin en şanlı fatih hükümdarına Sus ve Anzan krallığına geçmek, Elâm için de parlak, fakat süresiz bir devir açmıştı.


Sinear’ın En Parlak Devri


Elâm tarihinin fetihler,  zaferler bakımından olduğu kadar refah ve medeniyet itibariyle Kutir-Nahhunte de en parlak devri Şilhak-lnşuşinak devridir.

J’in kardeşi ve halefi Şilhak-lnşuşinak şüphesiz Elâm’ın en büyük hükümdarı idi. Bunun kudretli ve azimli idaresi altında zaferden zafere koşan Elâm'lılar, bu devirde ticaret ve ekonomi tarihlerinin de en parlak zamanını yaşamışlardır.


Binlerce yüz yıl sonra toprakların altından çıkarılan yazıtları, tarihe yalnız onun adını ve başarılarını değil, başkenti Sus'un da, tam olmasa bile, oldukça zengin bir tablosunu çizebilmek imkânını verecek kadar çeşitli ve boldur. Elâm'ın henüz keşfedilemiyen meçhul tepeleri altında gizlenen tabletler de meydana çıktığı zaman, bu tablonun göz kamaştıracak bir şekil alacağı şüphesiz görülmektedir.


Son zamanlarına doğru yazdırdığı anlaşılan büyük steldeki kitabede ilk seferlerinden bazıları hakkında verdiği malûmat, saydığı şehir adları, o zamanlarda Elâm’ın kuzey ve Zagros dağları bölgesi ile kuzey Mezopotamya'nın ne kadar kalabalık ve mamur olduğu hakkında tarihe çok önemli belgeler vermektedir 118 Stel kitabesinin baş taraflarında Elâm’da tapınılan tanrıları sayıp döken yazılar ise, bize Elâm tanrılarının bir listesini yapmak imkânını veriyor.


Şilhak-lnşuşinak, kendisini, ailesini koruyan bu tanrılardan Huban, laşuşinak, Kiririşa, Nannar, Nahhunt, Temti, Sili, Şimut, Hutran, Tiru adlarını anmakta, kendisinin ve zevcesinin hayır işlerini, tanrı laşuşinak’a olan hizmetlerini sayıp döktükten sonra niyazlarının kabul edilmesi için tanrılara yalvarmaktadır.

Giriş mahiyetindeki bu başlangıçtan sonra sekiz harp seferine ait olduğu sanılan zaferlerinin kazançları olan şehirlerin adlarını sekiz grupta toplamak suretiyle birer birer saymaktadır. 250 ’ye çıkan bu şehir adlarından yüz kadarı, bozulmuş olduklarından okunamamıştır. Okunan şehir adlarından bir kısmının asyanik, bir kısmının da sâmi lehçeye ait oldukları anlaşılmakta, diğerlerinin hangi dil grubuna bağlı bulundukları bilinememektedir.


Asur tabletlerinde bazıları aynen veya az bir değişiklikle görülen bu şehir adları listesi ile diğer yazıtlardaki adlar incelenerek Şilhak İnşuşinak’ın aldığı yerlerin gerçeğe az çok yakın sınırları tesbit edilebiliyor. Anlaşıldığına göre bu seferler neticesinde önce Akarsallu ve sonra bugünkü Altınköprü ile Diyala ırmağı arasındaki Ebih dağı bölgesi Elâm kırallığına bağlanmıştır. Şilhak - İnşuşinak sonra batıya yönelmiş, bu tarihlerde Dicle’nin doğu kıyılarında yerleşmiş olan bazı Aramî kabilelerini hükmü altına almış,  Tuz Khurmatli veya Maga bölgesini almak suretiyle o zamanlar Asur’lulara ait olan topraklara girmiştir.   Buradan da Nuzi ve Arrapha'ya yani bugünkü Kerkük bölgesine sokulmuş, buraları da hükmü altına almıştır.

Dicle’nin doğusundaki bölge aşağı Zab’a kadar fethedilen arazi dahilinde bulunuyordu.


Elâm kralı bir seferinde Durum ve Yalman'ı almak suretiyle Diyala vadisinde ilerliyerek Holvan bölgesine girmiş, buradan doğuya doğru vaktiyle Kas'lar yurdu olan alanlara kadar gitmiştir. Şilhak -İnşuşinak, Kerkük havalisini almak suretiyle, yüz kilometre doğudaki Asur başkentini tehdit edecek bir durumda bulunuyordu. Bu zamanlarda Asur kırallığında bulunan Asurdan'ın uzun süren saltanatından sonra 1154 de bir takım iç kargaşalıkların baş göstermesinde ve Asur satvetinin sönmesinde, Elâm kralının parlak zaferlerinin kuvvetli etkisini düşünmek, uzak bir ihtimal sayılamaz.


Bununla beraber, Elâmlıların da bu kadar geniş alana yayılan hâkimiyetlerini sürekli bir surette kesin olarak muhafaza edebilmeleri imkânsızdı. Çünkü yukarı Mezopotamya'da Asur'ların elden çıkardıklarını geri almağa kalkışacakları şüphesizdi. Aşağı Mezopotamya'da da yeni kaynaşmalar belirmeğe başlamıştı. Gerçi Şilhak-inşuşinak'ın kardeşi Babil'i almış, buradaki Kas’lar saltanatına son vermişti. Fakat burada da merkez İsin olmak üzere yabancı hâkimiyetine karşı mukavemet hareketi hızlanmış ve yeni bir hükümet kurulmuştu. Paşe denilen 'bu sülâleyi kuran Marduk-Şapik-Zerim (1170-1153), Asur ilinde baş gösteren iç kargaşalıkları fırsat sayarak hemen bu memleketin iç işlerine müdahaleye başlamıştı. Yeni Sinear hükümetinin bu temayülü tabiatiyle Elâm kralını kuşkulandırmıştı. Çünkü kardeşinin aşağı Mezopotamya'da, kendisinin de Zagros bölgesiyle yukarı Mezopotamya güneyinde o kadar fedakârlıklarla elde ettikleri kazançlar, tehlikeye düşmüş oluyordu.


Şilhak - inşuşinak, tehlike büyümeden önce J’in hükümdarını tedip etmek üzere hemen harekete geçti. Dicle boylarında düşman kuvvetlerini yendikten sonra Hussi şehri üzerine yürüdü. Buradan Fırat boylarına çıkarak Babil duvarı denilen “ Ni-metti-Enlil„e kadar ilerledi.


Fakat burada yapılan savaşta Elâm kralının yenilgiye uğradığına veya hiç değilse bir başarı elde edemediğine hükmetmek icabediyor. Çünkü bu zamandan sonra gerek Asur ve gerek Sinear üzerindeki etkisinin hayli zayıflamış olduğu görülmektedir.


Bununla beraber Elâm’ın büyük hükümdarı, geniş imparatorluğundan bir şey kaybetmiş değildi. Şilhak-lnşuşinak’ın Basra körfezindeki Liyan adasına hâkim olmakta devam ettiği, eski krallardan Hubanimena ( Humban-numena) nın tanrıça Kiririşa için yaptırmış olduğu tapınakla başka bir tapınağı tamir ettirmiş olduğunu belirten bir yazıtından öğreniyoruz. İmparatorluğun doğu sınırlarının da Persepolis’e kadar ilerlediğini Ramuz ile Şiraz arasında bulunan yazılı tuğlalardan öğreniyoruz. Sus'un güney-batısı, hiç değilse deniz memleketinin bir kısmı hükmü altında bulunuyordu. Zagros bölgesi de, Elâm kralının nüfuzu altında bulunmakta devam ettiğini Zagros merkezinde oturan ve bir aralık İnşuşinak vazolarını aşırmış olan Balahuta’dan bunları zorla geri almış olduğunu bildiren bir yazıttan anlıyoruz. Şilhak İnşuşinak, Büyük Kral olduktan sonra, önceleri yalnız Sus şehrinin mahallî tanrısı olan İnşuşinak da bütün imparatorluğun yüce tanrısı olmuştur. Fakat, Inşuşinak'ın memleketin ulu tanrısı olması, mahallî tanrılar için ayrıca anıtlar yapılmasına engel olmadığı, Şilhak-lnşuşinak’ın her taraftaki mahallî tanrılar için de yer yer tapınaklar kurmuş olmasından anlaşılıyor. Türlü yazıtlarda adları geçen bu türlü tapınakların sayısı Şilhak-lnşuşinak imparatorluğunun genişliğini belirtecek kadar çoktur.


Bu geniş imparatorluğun her bölgesinden Sus’a akan gelirler sayesinde önceki Elâm krallarından hiç birine nasib olmayan müthiş kudrete sahip olan Şilhak-lnşuşinak başkentini, zamanındaki diğer memleketler başkentlerini gölgede bıraktıracak derecede büyük binalar, anıtlar, saraylar ve tapınaklarla doldurmuş, güzelleştirmiştir. Şehirde türlü sanatlara ait yerler, hususi evlerin bulunduğu mahalleler, ticaret alanları, ayrı ayrı gruplar teşkil ediyorlardı. Sarayın ve büyük tapınakların bulundukları alanda askerler, memurlar ve rahipler kaynaşıyorlardı.


Sus'ta iç kale tepesinin güney-batı açısı üzerinde yükselen iki tapınak grubunun esaslı bir plâna göre kurulmuş oldukları bunların kil tabletler üzerine yapılan ve kazılarda ele geçen mimari resimlerinden anlaşılmaktadır.


Tepenin bu kısmının küçük bir modelini ihtiva eden ve yine kazılar sırasında ele geçen bronz levha, beş yüz yıl sonra Asur krallarından Asurbanipal tarafından yakılıp yıkılan bu muhteşem ve şirin âbidelerin güzelliği ve azameti hakkında bir fikir vermektedir.

Bu iki tapınak grubundan büyüğünün harabesinde yapılan kazılarda üzerinde proto-Elâmit harflerle yazıtlar bulunan Puzur-lnşuşinak heykelleri, bronz levhalar ve leğenler, taş ve gümüş vazolar ile Sinear’ın üçüncü Ur sülâlesinin kudretli hükümdarı Şulgi'ye ait tabletler bulunmuştur.


Tarih, birçok imparatorlukların en yüksek noktaya, hemen yönelmek için çıktıklarını gösteren birçok örnekler verir. Elâm tarihinde de bunun bir misalini görüyoruz: Şilhak -Inşuşinak’ın krallık sınırlarını genişletmek yolundaki hamleleri, ölümünden sonra imparatorluğun çökmesini hazırlayan bir sebep olmuştur. Yerine, oğullarından en çok sevdiği ve kıymet verdiği Huteluduş - lnşuşinak'ın geçmesini müteakip (takriben M.ö.1150) imparatorluk bütünlüğü birden bire sarsılmış, süratli bir inhitat baş göstermiştir, Atalarının taşıdığı Anzan ve Sus kralı unvanı yerine "imparatorluğun yükselticisi,, lâkabını tercih eden yeni kral, bu unvanı taşımağa hak kazanacak bir şey yapmamış, zamanında (1150-1140) imparatorluk genişleyip yükselmemiş, belki parçalanmış ve küçülmüştür.

Gerçi Huteluduş, Inşuşinak’ın da geleneğe uyarak bazı tapınakları tamir veya yeniden bazı tapınaklar inşa ettiğine dair birtakım yazıtları bulunmuştur. Fakat yeni yapılanların küçük şapel mahiyetinde ve babası zamanında kurulanlara nisbetle çok önemsiz oldukları anlaşılıyor. Herhalde bu hükümdarın bırakmış olduğu yazıtlar, Elâm’ın şanlı günlerinin artık tarihe karışmış olduğunu, sönük geçen devrinde Elâm'ın hızla inhitada yürüdüğünü belirtmektedir. Krallıktan ilk ayrılan topraklar arasında Basra körfezindeki Liyan adasıda bulunuyordu.

Babil'de Nabu-Kudur-Usur I gibi büyük ve kudretli bir kralın zuhurunun, Elâm kudretinin sarsıldığı bir zamana tesadüf etmeside şüphesiz Elâm için bir şanssızlık olmuştur. Çünkü kudretli Babil kralı bu fırsattan faydalanmayı çok iyi bilmiştir.

Elâm krallarından Şutruk -Nahhunte ile oğlunun Sinear’ı zabt ve buralarda yaptıkları talanların intikamını almak yolundaki azmini belirten Nabu-Kudur-Usur 1, büyük bir kuvvetle Elâm üzerine yürüyerek Kerha ırmağı kaynaklarına kadar ilerlemiş, burada henüz babasının dağılmayan kuvvetlerinin başında bulunan Huteluduş- lnşuşinak'ın ordusu ile karşılaşmıştır.

Babil kralının bu savaşa ait tabletinde itiraf etmiş olduğu gibi, Elâm'lıların büyük ordusu karşısında Babil askerleri birden bire sarsılmış, süvariler kaçmış Nabu -Kudur-Usur I de Dur-Abilsin’e çekilmek zorunda kalmıştır.

Huteluduş, eski krallardan Şutruk-Nabhuote’nin kızı olup önce Kutir-Nabbuote, sonra da Şilbak-Inşuşinak ile evlenmiş olan kraliçe Nabbuote-Utu’dan doğmuştu.

Huteluduş - Inşuşinak babasının cesur askerlerine kumandanlık, vali ve komutanlarına da başbuğluk etmeği bilmiş olsaydı, kendisi için bu savaşta zafer muhakkaktı. Fakat, o idaresizliğiyle vali ve komutanlarını kırmış, askerlerinin itimadını kaybetmişti. Düşmanı takip edeceğine çekildi. Darıltmış olduğu başbuğlardan Holvan bölgesi valisi Ritti-Marduk kendi kuvvetleriyle beraber Babil kralının yanına gitti. Arkadan da Ria tanrısı tapınağının iki rahibi kendisini takip ettiler.

Bunlardan Elâm ordusunun durumu hakkında esaslı malumat alan Nabu - Kudur - Usur 1, Elâm kralı üzerine yürüdü. Yolda toz toprak ve susuzluk yüzünden çekilen müşkülâta rağmen Sus civarına kadar hiç bir mukavemet görmeksizin gitti. Burada Ulai şehri önünde iki ordu korkunç bir savaşa tutuştular. Babil tabletinde tasvir edildiğine göre, güneş, yerden kalkan toz bulutu altında kararmıştı Ritti- Marduk’un eski efendisine karşı gösterdiği kahramanlıklar, harp talihini Babil'liler lehine çevirdi. Perişan Elâm askerleri kaçarken kral Huteluduş-lnşuşinak da dağlara sığınmak istedi. Fakat öldürüldü (M.ö.1140).


Elâm memleketi artık Babil ordularının önüne serilmişti. Her taraf istilâ ve yağma edildi. Dağlardaki, ovalardaki sürüler zabtolundu. Memleket baştan başa çöle çevrildi.


Nabu Kudur - Usur 1, Babil’e dönerken yıllardan beri Elâm’da tutulan tanrı Marduk ve Ria heykellerini de beraber götürdü.


Huteluduş-lnşuşinak’ın ölümünden sonra Pahir - işşan tarafından kurulan ve yıllarca Ön Asya’da şanlı devirler yaşatan hanedan birden bire sönmüştü. Bazı yazıtlarda görülen Şilhina-hamru-Lagamar’ın bu hanedana mensup olduğunu sananlar varsa da, hakkındaki bilgimiz adından ibarettir.


Muhakkak olarak bilinen şey, Huteluduş’un akibetinden sonra, Elâm’ın kuzey bölgeleri, Zagros dağlarının kuzey ve batı tarafları Asurlularla Babil’liler arasında kanlı savaşlara sahne olurken, Elâm ölü bir durumda kalmış, siyasi ve askeri hiç bir varlık göstermemiş olmasıdır. Bu bize korkunç felâketten sonra Elâm'ın siyasi varlık olmak hüviyetini yitirmiş olduğunu anlatır.


Huteluduş-lnşuşinak’ın feci âkibetiyle beraber tarih kaynaklarınında kuruması yüzünden Elâm için üç yüz yıldan fazla sürecek yeni bir karanlık devir başlamıştır.




İRAN TARİHİ 1.CİLT

EN ESKİ ÇAĞLARDAN İSKENDER'İN ASYA SEFERİNE KADAR

Ord. Prof. M. ŞEMSEDDİN GÜNALTAY


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Siyahkaya Barajı / Silopi / Şırnak