ANADOLU TÜRK HIRİSTİYANLIĞI
Anadolu topraklarının yüzyıllardan bu yana pek çok uygarlığa beşiklik ettiği tarihsel bir gerçektir.
Kendilerine özgü uygarlıklar kurmuş olan Sümer, Hitit, Asur, Urartu, Med, Part, Karduk, Luwi, Aka, Frig, Grek, Lidya, Roma, Bizans, Selçuklu, Osmanlı gibi uygarlıkların yanında, günümüzde Genç Türkiye Cumhuriyeti'miz de kendine özgü görkemiyle uygarlık yolunda ilerleme çabası içindedir. Anadolu toprakları aynı zamanda Hıristiyanlık inancının da yayılma alanıdır.
Kutsal Kitabın inanç temeline dayalı olan Hıristiyanlık, Yeruşalem (Kudüs) kökenli olmasına rağmen Anadolu topraklarından yeryüzüne yayılmıştır. Yerinde bir anlatımla Hıristiyanlık, bir Yahudi topluluğu inancı olarak Yeruşalem'de çıkmış ancak baskılar sonucu Antakya kenti merkez seçilerek ve bir uluslararası inanç olarak tüm yeryüzüne Anadolu'dan yayılmıştır.
Bugün yurdumuzun güneyinde yer alan ve Atatürk'ün "Kırk asırlık Türk Yurdu" olarak betimlediği ve 1939'da Anavatanımıza bağlanan Antakya, gerçekte dünyadaki tüm hıristiyanların ana kenti durumundadır. Bu gerçek, İncil'deki şu bölümde açıklanmaktadır:
"Stefanos'a çektirilen acı sonucunda darmadağın olanlar Finike'ye, Kıbrıs'a ve Antakya'ya kadar gittiler. Tanrı sözünü Yahudilerden başka hiç kimseye bildirmiyorlardı. Ama onlardan Kıbrıslı ve Kirineli bazı kişiler Antakya'ya gelip Yunanlılara da Rab İsa'nın sevindirici haberini bildirdiler. Rab'bin eli onları destekliyordu.
Çok sayıda insan inanarak Rab'be döndü.
Bu olaylara ilişkin haber Yeruşalem'deki kilise topluluğunun kulağına gitti. Barnabası Antakya'ya gönderdiler. O da varıp Rab'bin kayrasını görünce sevinç duydu. Tümüne yüreklerinde Rab'be bağlı kalmayı kararlaştırmaları için öğüt verdi. Çünkü kendisi iyi bir insandı, Kutsal Ruh'la ve inançla dolu biriydi. Böylece büyük bir topluluk Rab'ba katıldı.
Barnabas Saul'u aramak için Tarsus'a gitti. Onu bulunca Antakya'ya getirdi. İkisi bir yıl süreyle bir araya gelerek o büyük topluluğa öğrettiler. Öğrencilere İLK KEZ ANTAKYA'DA HIRİSTİYAN ADI VERİLDİ"
İNCİL, Elçilerin İşleri II:19-25
Ana inançları Kutsal Kitabın Eski Antlaşma bölümünden kaynaklanan ancak İsa Mesih aracılığıyla yeni bir inanç olarak ortaya çıkan Hıristiyanlık, evrensel bir inanç niteliğiyle Anadolu topraklarından yayılarak şu yörelere yerleşmiştir: Galatya (Ankara-Konya'yı içeren alan), Kilikya (Adana-Mersin'i içeren alan), Kapadokya (Kayseri-Nevşehir'i içeren alan), Pontus (Sivas-Trabzonu içeren alan), Bitinya (Kadıköy-Sinopu içeren alan), Pisidia (Antalya-Alanya'yı içeren alan), Asya (Truva - İzmir - Kütahya - Bodrumu içeren alan).
Anadolu'nun bu yörelerine yayılan ve yerleşen Hıristi¬ yanlık kendine özgü göksel kitabı olan Yeni Antlaşmayla (İncil), yine çok yönlü bağlantı içindedir Anadolu toprağıyla. Şöyle ki İncil'i oluşturan kitaplardan Galatyalılar Mektubu; Galatya bölgesinde oturan, Efesliler Mektubu; Efes kentinde oturan, Koloseliler ve Filimon Mektupları; Denizli-Honaz'da oturan, Petrus I Mektubu da Pontus, Galatya, Kapadokya, Asya, Bitinya'da oturan hıristiyanlara gönderilmiş olup, göksel açınlanmanın kapanışı ve tümlenişi durumunda olan "Yuhanna'nın Açınlaması" da, Batı Anadolu'da yer alan sırasıyla Efes (Efesos-Selçuk), İzmir (Smirna), Bergama (Pergamon), Tiyatira (Akhisar), Sardis (Sart Mustafa), Filadelfia (Alaşehir), Laodikya (Eskihisar) kilise topluluklarına yöneltilen yazılar durumundadırlar
Uluslararası ve evrensel nitelikli Hıristiyanlık inancının yayılış yerinin Anadolu toprakları ve yayılış merkezinin de Antakya kenti olması sonucu, Hıristiyan Kilise Tarihi içinde, Hıristiyanlığın erken çağlarında oluşan birçok tarihsel kilise topluluklarının ana kürsüleri de bu yönden adlandırılıp ünvanlandırılmışlar ve bugüne dek bu ünvanlarla çağırıl-maktadırlar. Örneğin: Meliki (Arap) Ortodoks Antakya Patrikliği, Meliki Katolik Antakya, Yeruşalem ve Yakın Doğu patrikliği, Süryani Kadim Antakya Patrikliği, Süryani Katolik Antakya Patrikliği, Maronit Katolik Antakya Patrikliği.
Antakya kentinin tüm hıristiyanlar için birinci aşamada önem taşıdığı, Kalkedonya (Kadıköy) Kilise konsilinin kararları içinde de yer almıştır. İ.S. 451'de Kadıköy'de toplanan Genel Hıristiyanlık Konsili önderleri Roma İmparatorluğu toprakları üstünde özel yere sahip olan ve gözde Hıristiyanlık merkezleri görünümü veren şu beş kenti "Patriklik Kürsüleri" olarak saptamışlar ve adlandırmışlardı: Roma, İstanbul, Yeruşalem, İskenderiye, Antakya.
Antakya başta olmak üzere tüm Anadolu toprakları üstünde ilk hıristiyanlığı yayanlar, İsa'nın irdemen (şakirt) ve elçilerinden (havari) olan Petrus ve Pavlus olmuşlardır.
Bunlardan Petrus'un, ilk Antakya gözetmeni (episkopos) olduğu tarihsel kiliselerin çoğunca benimsenirken, en gözde Hıristiyanlık yayıcısı olan "Ulusların elçisi Pavlus'un" da Tarsus doğumlu; Anadolu kökenli olması, Anadolu'nun Hıristiyanlık açısından önemini daha da arttırmaktadır.
Antakya kentimizde yer alan "Sen Piyer Mağara Kilisesinde her yıl yapılan "Sen Piyer Bayramı" kutlamaları yurt içi ve yurt dışından binlerce turist tarafından izlendiği gibi 1992 yılında ilki yapılan "Tarsus Sen Pol Sempozyumu" etkinlikleri de Antakya'nın ve Tarsus'un önemini Yurt içinde ve Yurt dışında kamuoyuna yansıtmakta ve bu türdeki tarihsel gerçeklerin kamuoyunda güncel değerini korumalarını sağlamaktadır.
Birinci yüzyılda Hıristiyanlığın ilk yayıldığı ve ilk kilise topluluklarının kurulduğu toprak olan Anadolu'da Kilise topluluklarının belirli bir etnik topluluk olmayıp, genel ve yöresel oldukları gözleniyor. Daha mezheplerin ortaya çıkmadığı değişik ulusal kilise topluluklarının daha tarih sahnesinde görülmediği Anadolu Hıristiyanlığı, üçüncü yüzyıldan başlayarak Milan buyrultusuyla (İ.S. 313) resmi devlet dini olarak imparatorluğun dini kimliğine bürününce, pagan ve yersel ögeler hıristiyanlığa giriyor ve imparatorluğun başkentinde bulunan İstanbul Patriklik orunu da tek egemen tinsel (ruhani) kürsü oluyor.
"Roma" teriminin Osmanlıca karşılığı olarak uzun süre ve birçok kaynaklarda geçen "Rum" sözcüğünün gerçekte "Romalı" anlamına geldiğini bunun bir imparatorluk adı olduğu, bir ulusun ya da bir ırkın adı olmadığını belirtmekte yarar vardır. Çünkü Grek-Helen dil ve kültürünün egemen olduğu Anadolu topraklarında birçok etnik topluluk olduğu gibi, her zaman için Turanlı-Türk boyları da var olmuşlardır: Özellikle bunlardan çok yaygın birer Türk-Hıristiyan toplulukları oluşturdukları da Anadolu tarihinin bir başka gerçek yanıdır ki, birazdan üstünde özellikle durulacaktır.
Helen-Grek kültürünün egemen olduğu Anadolu'ya Türkler Malazgirt yengisinden (1071) çok önce gelmişlerdir.
Mükrimin Halil Yınanç'a göre Bulgar Türkleri İ.S. 530'da Fırat-Trabzon bölgesine, Avar Türkleri İ.S. 577'de Doğu Anadolu'ya yerleştirilirken, ayrıca Hazar, Fergana ve Peçenek Türkleri de Anadolu'da yerlerini almışlardır.
Ayrıca Bizans ordusunda bulunan Türk askerlerinin Rumeli'ye yerleştirildikleri de bir başka gerçek.
Gökoğuz Hıristiyan Türklerinin de Anadolu kökenli oldukları ileri sürülen savlar arasındadır.
Doğu Roma (Bizans) İmparatorluğu toprakları üstünde ve özellikle Anadolu’da yerlerini almış olan pek çok etnik küme, her ne kadar kendi dillerini ve kültürlerini kullanmışlarsa da, bunlar zamanla unutulduğundan özellikle Batı Anadolu'da Grek dili egemen olmuştur.
Grek dilinin Tüm Anadolu'ya özellikle Batı Anadolu'ya egemen olması sonucu dil-imparatorluk ikili gerçeğinden bir terim ortaya çıkmıştır ki bu da "Rum" sözcüğüdür.
"Rum" terimi genelde Haçlılar, İslam coğrafyacıları ve doğulularca kullanılır olup. Bunun sonucu "Rumeli", "Mevlanâ Celaleddin-i Rumi", "Rumi Takvim", "Karamanlı Rum", "Bacıyan-ı Rum" gibi türevleri ortaya çıkmıştır.
Anadolu'ya I. yüzyılda giren ve gelişen Hıristiyanlık, I.S. 4. yüzyılda çok yaygın durum gösterirken Anadolu'nun batı bölümü "Hellenize olmuş hıristiyan bir Anadolu görünümü" sergiler. Bunun da yanlış ve gerçek dışı toplumsal düşün ve kavram bütünlüğü sonucunda, Turanlı-Türk Hıristiyan topluluklar, Helen-Grek kökenli gibi gösterilmeye çalışılır. Bunun için de "Rum" sözcüğü paravan olarak kullanılır olur. Bu kavramın kökeni gerçekte "Hellenistik Anadolu Uygarlığı"na kadar gitmektedir. Çünkü "Hellenistik" denen Anadolu Uygarlığı, Küçük Asyalılarla (Batı Anadolu), sömürgeci Yunanlıların birleşimi sonucu oluşur. Anadolu'da, Hellen kültürü içinde bütünleşen etnik toplumların ve tarih süreci içinde yerleşen Turanlı Türk Hıristiyan topluluklarının, genelde Orta Anadolu ve Pontus bölgelerinde yer aldıklarını görüyoruz.
Orta Anadolu Türk Hıristiyanlarına geçmeden önce, Pontus bölgesi ve Doğu Anadolu Türk Hıristiyanlığını ele alalım.
Fransız Akademisi üyelerinden Lebeau'ya göre, Pontus bölgesindeki halklar İranlılar, Yunanlılar ve Turanlılardır.
Aynı tarihçi, Pontus'ta oturan "Halibler"in de Turanlı olduklarını söylerken bu görüşü Dechelette ve Şemseddin Günaltay da destekler. Yine Pontus bölgesindeki önemli halklardan olan "Kolhlar"ın kökeni de Turanlı-Türk'tür! "Amasya Tarihi" kitabının yazarı Hüseyin Hüsameddin'e göre Kolh'lar, bir Kuman (Türk) oymağıdırlar.
İslamların "Kıpçaklar" dedikleri "Kuman" Türklerinden 220.000'in, Hıristiyanlığı benimsedikleri bilinmektedir.
Bu Hıristiyan Kuman Türklerinden bir bölümü, Müslüman Türklerin Anadolu'ya gelişlerinde onlara karışarak islamlaşmışlar, ancak birçokları da hıristiyan olarak kalmışlar, Ancak hıristiyan-ortodoks olmaları, ayrıca Yunanca da konuştukları için "Rum" olarak bilinmişler. Erzurum, Sivas ve Trabzon'un köylerinde oturan bu kişiler, gerçekten Kuman Türkleridirler.
Kolh-Kumanların Türk soyundan olduklarına ilişkin, Türk tarihçilerinden Rıza Nur da şunları söylüyor: "Kumanlar Oğuz içindeki öz Türk uyruklarındandırlar... Kumanlar, daha Asurlular zamanında, İ.Ö. 1183-1093 yıllarında Anadolu'nun Karadeniz kıyılarına kadar uzanan bölümünde oturmaktaydılar."
İşte Anadolu toprakları üstünde yaygın bir durum gösteren "Hıristiyan Anadolu Ortodoks Türkleri", yaygın ve egemen olan Hellen kültürü içinde aynı soydanmış gibi gösterilip ve "Rum" deyimiyle betimlenmeye çalışılmıştır her zaman için.
İlginçtir ki çoğu zaman Hıristiyan Türkler, Müslüman Arapların baskısı sonucu İslamlaşmışlar öbür yandan da "Rum" terimiyle Hellenmiş gibi gösterilmeye çalışılmışlardır.
Oysa Orta Anadolu ve Karaman bölgesi Türkleri gibi, Doğu Karadeniz Türkleri de hıristiyan olmuşlar ve İslamlık daha yokken, buralarını anayurt edinmişlerdir. Ancak Müslümanlığın bu bölgelere girmesi sonucu bir kısmı müslüman olmuş, diğer kısmı da hıristiyanlıklarını sürdürmüşlerdir.Ancak bu hıristiyan-ortodoks Türkleri de bir başka yıkım bekliyordu, o da Yunanlılık sonucunda alacakları paydı.
Zaten Bizans İmparatorluğunun tarihe karışmasıyla, birbirlerinden bağımsız Ortodoks ulusal patrikler de ortaya çıkmaya başlamış olduğundan, birinci dünya savaşının gerilimi içinde olan Anadolu Hıristiyan Ortodoks kiliseleri için de "Hellen" ve "Türk" yanlı çalkantılar başlamıştı.
Anadolu kökenli hıristiyanlar, dinsel inançları yönünden Hıristiyan Ortodoks olduklarını, ancak soyları yönünden hellen olmayıp Türk olduklarını, bundan dolayı kendileri için ayrı bir tinsel orun (ruhani makam) kurulmasının gerekli olduğunu ileri sürerek başvuruda bulundular.
11 Nisan 1921 tarihinde Vali S. Sami imzasıyla Kastamonu'dan Ankara'ya çekilen telgrafta:
"... öteki ilçelere ek olarak, Anadolu'da bir Türk Ortodoksluluğunun kurulmasını isteyen Taşköprü Rumlarının dilekçeleri de sunuldu" denmekteydi.
Yine bu konu kapsamı içinde "Kozmos" gazetesinin "Anadolu'daki Hıristiyanlar" başlıklı yazısıyla, Anadolu'da "Türk Hıristiyanları"nın bulunduğunu ileri süren "İkdam" gazetesinin sahibi Ahmed Cevdet Bey'in yazısına karşı tepki gösterdiğini ve yine o günlerde Anadolu Ajansının verdiği habere göre Trabzon Ortodoks Cemaatinin, Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümetine bir telgraf çekerek Ankara'da bir Türk Ortodoks Patrikhanesinin kurulmasından yana olduğunu belirten haberlerini de Doç. Zeki Arıkan'ın kayıtlarından anlıyoruz.
Ayrıca Dr. Sabahattin Özel'in araştırma sonuçlarına göre Ocak 1922'de Maçka Rumları adına Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Hariciye, Dahiliye ve Adliye Vekaletlerine gönderilen yazıda şu ifadeler yer almaktaydı:
"... Anadolu'da tarihen dahi müspet olduğu üzre Rum Elenik namıyla hiçbir millet yoktur. Mevcut olan Rumlar yalnız asırlarca Türk Müslümanlarca birlikte yaşayan Türk Ortodoks Rumlardır".
Türk Hıristiyanlar için ayrı kilise çalışmaları, aynı zamanda ve özellikle Orta Anadolu'da da başlamıştı. Bu çalışmalara önderlik eden kişi de "Romalıların hıristiyanlaştırdığı Turani-Türk boylarından olan", Türk asıllı dinsel önder Baba Eftim'di.
Kendisinin Keskin kazası metropolit vekili olduğunu, Türk asıllı olduğunu, Anadolu'nun türlü yerlerinde barınan Türk Hıristiyanlarla iletişim içinde olduğunu, kendisinin her zaman için bir "Türk Ortodoks“ Patrikhanesinin kurulmasından yana görüş ve çalışmalar içinde olduğunu da tarihsel kayıtlardan anlıyoruz.
Bu konuyla ilgili çalışmalar içinde Kayseri'de, Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Adliye Bakanlığından izin alınarak kongrenin toplanmasına karar verilir. Kongre, Konya Metropoliti Prokobios, Gümüşhane episkoposu Yervasyos, ve Antalya episkoposu Meletiosün başkanlığında ayrıca Anadolu ve Trakya'daki 72 tinsel orunların katılımlarıyla, 21 Eylül 1922'de toplanır ve "Türk Ortodoks Patrikliği"nin temeli atılmış olur. Alınan kararların tutanağının altına da önderlik eden üç episkoposun ve Baba Eftim'in imzaları yer alır.
Zübeyir Kars'ın saptamalarına göre bu toplantıda Mutasarrıf Muammer Bey, Mevki Kumandanı ve Kalem Reisi Miralay Abdullah Bey, ayrıca bazı daire başkanlarıyla, daha sonraları mecliste Türk Ortodoks asıllı ve Eskişehir milletvekili olacak olan, Türk Ortodoks Kongresi azasından Umumi kâtip Bodrumi İstimad Zihni Özdamar Efendi de hazır olmuşlardır.
Dinsel etkinliğe başlayan "Kayseri Türk Ortodoks Patrikliği", dinsel özyapılı etkinlikleri yanında ulusal etkinliğini de her zaman göstermiştir. Bunu doğal ve olanaklı kılan etkenlerden biri de Hıristiyanlığın laik bir inanç olduğudur.
Hıristiyanlık inancı göksel kökenli olup, ona adını veren İsa'nın göksel kökeniyle açıklanır. İsa, yeryüzünde yaşadığı süre içinde salt Göksel Baba olarak tanımladığı varlığın, ölümsüz canlar amacına yönelik planını uyguladı ve hiçbir siyasal amaca önderlik etmedi. Çünkü kendi egemenliğinin göksel olduğunu bildiriyordu.
Bu nedenle kendisi laikliğin temeli olan "Sezarın hakkını Sezara, Tanrının hakkını da Tanrıya verin" tümcesini vermişti izleyenlerine. Bu kurala uyarlıkla davranan erken çağ Hıristiyanlık önderleri de, İncil'i oluşturan kitaplar içine buna koşut (paralel) bölümleri koymakta gecikmediler. Örneğin Tarsuslu Eren Pavlus İncil'de yer alan Romalılara yazdığı mektubunda, şu göksel esinli sözlere yer veriyor:
"Herkes başta bulunan yetkelere bağımlı olsun. Çünkü Tanrı'dan olmayan yetke yoktur. Var olanları da Tanrı atamıştır. Bu nedenle yetkeye karşı direnen, Tanrı'nın düzenine karşı direnmiş olur. Direnenler de kendilerine yaraşan yargıyı giyeceklerdir. Çünkü iyi iş yapanların, yöneticilerden korkusu yoktur, kötü iş yapanlar korkarlar. Yetkeden korkmamak ister misin? Öyleyse iyi iş yap, onun övgüsünü kazanırsın. Çünkü o senin yararına Tanrı'ya hizmet etmektedir. Ama kötü iş yaparsan kork, çünkü yetke kılıcı boş yere kuşanmamıştır. Kötü iş yapana gerekli yargıyı saptamak için Tanrı'ya hizmet etmektedir. Bu nedenle, baştaki yetkelere bağımlı olmak zorunludur, salt yargılanma korkusundan değil, bulunç (vicdan) bakımından da. Vergi ödemenizin nedeni de budur. Çünkü yöneticiler, atandıkları işi yerine getirirken, Tanrı'nın görevlileri olarak çalışırlar.
Herkese ne gerekiyorsa onu verin: Vergi toplayana vergi, gümrük kesene gümrük, saygı gösterilmesi gerekene saygı, onur yaraşana da onur." İncil, Romalılar 13:1-7
Yine aynı elçi, İncil'in Titus mektubunda şunları söylüyor:
"Başkanlara ve yetkelere bağımlı olmalarını, onları dinlemelerini, her iyi işe hazır olmalarını topluluğa anımsat". İncil, Titus 3:1
Ve yine aynı elçinin bu kez, öğrencisi Timoteos'a doğrulttuğu ve İncil'in I. Timoteos mektubunda yer alan şu sözleri de çok önem taşımaktadır:
"Öyleyse, her şeyden önce şunu öğütlerim: Tanrı'ya tüm insanları içeren dilekler, dualar, içten istekler, teşekkürler sunulsun. Bunlar, hükümranları ve tüm başta bulunanları da içersin. Böylece tanrısayarlığa ve saygınlığa yaraşır gürültüsüz, patırtısız, sessiz sedasız bir yaşam sürelim. Kurtarıcımız Tanrı'nın önünde erdemli davranış, beğenilir tutum budur". İncil, 2. Timoteos 2:1-3
Hıristiyanlık kilise tarihi içinde bir erken çağ önderi olarak görünen Pavlus'un yanında, yine aynı düzeydeki önderlerden olan ve İlk Antakya gözetmeni olarak bilinen Elçi Petrus da, İncil'de yer alan birinci mektubunun içine şunları yazmıştı geçmişte:
"Rab saygısı adına: insanlarca kurulan her düzene bağımlı olun. Başta bulunan kişi olması nedeniyle devlet yöneticisine, suçluları tüze (adalet) karşısına çıkarmak ve iyilik yapanları övmek için onun tarafından görevlendirilen kişiler olmaları nedeniyle valilere.
Tanrı'nın istemi şudur: İyilik yaparak akılsız kişilerin bilgisizliğini susturun. Özgür kişiler olarak yaşayın. Özgürlüğü kötülük örtüsüne dönüştürmeyin. Bunun yerine Tanrı uşakları gibi davranın. Herkese değer verin. Kardeşlik birliğini sevin. Tanrı'dan korkun. Devlet Yöneticisine saygı gösterin". İncil, I.Petrus 2:13-17
İşte hıristiyanlığın temel inançlarının bir bölümü olan ve her hıristiyana uygulama zorunluluğu getiren bu laik kurallar, her zaman için Hıristiyan Ortodoks Türklerce yerine getirilmiş, tümü de Ulusal Mücadeleye katılarak, dinsel önderleri, ve sonradan İstiklal Madalyası hamili olan Baba Eftimle birlikte Büyük kurtarıcı Mustafa Kemal Atatürk'ün yanında mücadele etmişlerdir.
Büyük Taarruzdan önce ilk Büyük Millet Meclisi yapısının bahçesinde ve halk önünde yapılan ulusal miting sırasında Mustafa Kemal'in önünde ve Meclis yapısının duvarı üstünde duran Türk-Ortodoks önder Baba Eftim, Kutsal Kitabın içinde yer alan "Davut ve Golyat" konusunu ele alarak ve:
"Düşmanlarımızın herşeyi var, ancak bizim silah ve cephanemiz yok. Fakat göğsümüzde imanımız var, mutlaka kazanacağız. Yaşasın muzaffer Türk Ordusu ve asil Türk Milleti"
diye haykırarak, Ulusal mücadeleyi desteklemiştir. Bu sözleri haykırdığı zaman sesi kısılan Baba Eftim için Atatürk şöyle bağırmıştı çevredekilere:
"Baba Eftim Efendiye su verin".
Ancak bu iyi ilişkiler böyle sürmemiş, bir süre sonra Anadolu Türk Ortodoks Hıristiyanlığı için kara bulutlar görünmeye başlamıştır.
Ulusal mücadele kazanılmış, saltanat yıkılmış, Yüce Türk ulusu için ışıklı günler gözükmüştür artık.
Bu arada Lozan Antlaşması görüşmeleri sonunda varılan, 30 Ocak 1923 günlü sözleşme ve protokol hükümleri çerçevesi içindeki anlaşmaya göre Anadolu'daki Hıristiyan Ortodokslar, ırklarına ve kişisel isteklerine bakılmaksızın karşılıklı değişime tabi tutularak Yunanistan'a gönderildiler. Türk soyundan gelen bu hıristiyan topluluğun, kendi öz toprağından koparılıp, yabancı ülke toprağına gönderilmelerinin kökeninde, sözleşmelerde ölçüt olarak "din" konusunun yer alması ve "ırk"tan söz edilmemesi yatıyordu.
Hamdullah Suphi Tanrıöver'in yorumuna göre, Anadolu Türk Hıristiyanlarının Yunanistan'a sürülmesi, "Atatürk'ün bir yanlışı ve tarihle gereği kadar uğraşamamasıdır".
Prof. Eröz, Hamdullah Suphi'nin, bu gerçeği Büyük Millet Meclisinde yaptığı bir konuşmasında dile getirdiği ve Atatürk'ün de "hata işledik" dediğini söylenti olarak, yapıtının son sözünde kaydeder.
Mahmut R. Kösemihal'sa, Anadolu Hıristiyan Türklerinin zorunlu göçüne değinerek şunları söyler:
"Biz Anadolu'nun bir miktar Hıristiyan Türk'ü ile Hıristiyan Elen'ini ayıran farkları incelemeye vakit bulamadan, önce umumi harpten evvelki menfi. Yunanistan'dan gelen Elenizm propagandaları, sonra da mübadele, bir miktar Türk unsurunu (Ortodoksturlar diye) Yunanistan'a göçtürdü."
Bu acıklı konuyla ilgili olarak Tanrıöver, üçüncü Cumhurbaşkanımız Celal Bayar'la aralarında geçen şu konuşmaya, anılarında yer veriyor:
CELAL BAYAR-Bilir misin Hamdullah, Atatürk'ün son yıllarda en büyük üzüntüsü ne idi?
TANRIÖVER-Ne idi?, biliyorsunuz ben burada yoktum, lütfen anlatın, dinliyorum.
CELAL BAYAR-Anadolu'dan binlerce Hıristiyan Türk'ü göndermiş olmasıydı.
Tanrıöver, bu anısını, Bayar,'ın şu sözleriyle bitiriyor:
"Paşam yapmayın, yollamayın, bunlar Özbeöz Türktür dedim, kendisine kitaplar gösterdim, fakat dinlemedi."
Sonuç hiç de iç açıcı değildi Hıristiyan Anadolu Türkleri için. Ulusal mücadeleye canla başla katılan bu vatanın çocukları başka bir ülke toprakları üstünde yaşamlarını sürdürürken, kendilerine "Turko Sporos" yani "Türk tohumu" denilecekti.
Anadolu Türk Ortodoks Patrikliği, bu birinci darbe sonucunda binlerce üyesini yitirdi. Türk Ortodokslar Anadolu'da değildiler artık. Yalnız Baba Eftim ve aile bireyleri zorunlu göçten ayrı tutuldular, ancak Anadolu'da- Hıristiyan Türk Topluluğu kalmadığı ve bunun sonucunda da dinsel görev alanı kapandığı için İstanbul'a gelip yerleştiler.
İstanbul'daki Grek Ortodoks Patrikliğiyle olan olumlu ya da olumsuz girişim, ilişki ve gelişmeler, konumuzun dışında olduğundan Baba Eftim ve çevresinin "Türk Hıristiyan" bileşimli gelişme ve oluşumlarına vereceğiz dikkatimizi . O ana dek prezbiterlik dinsel aşamasına sahip olan Baba Eftim'in, 18 Mart 1926'da, Karaköy'deki Merkez Meryem Ana kilisesinde yapılan bir törenle, episkoposluk aşamasına eriştiğini görüyoruz. Baba Eftim'e el koyarak kutsayan ve aşamasını yükselten episkoposlar sırasıyla: Kayseri Metropoliti Arnarsiyos, Erdek Metropoliti Kirillos, ve Adalar Metropoliti Agatangelos'turlar.
Kayseri'den İstanbul'a taşınan Türk Ortodoks Patrikliği, kendisine bağlı olan Baba Eftim aile çevresi ve Galata Merkez Grek Ortodoks topluluğunun katılımlarıyla kendisini toparlarken, bir başka dinamik Türk Ortodoks topluluğu da kilise bütünlüğü içinde yerini almakta gecikmedi. Bunu da gerçekleştiren kişi, tanınmış devlet adamlarımızdan ve Türk Ocakları'nın tanınmış hatibi Hamdullah Suphi Tanrıöver olacaktı.
Uzun yıllar (1931-1944) Romanya'da büyükelçilik görevini yürütmüş olan Hamdullah Suphi, bu görevi sırasında Romanya'nın birçok yerini gezerek, oradaki Türklerle yakından ilgilenmişti. Kendisi bir şair arkadaşına şu sözleri aynen söylemişti:
"İşte şu gördüğün dere bu kasabayı ikiye bölüyor. Bunlardan biri Müslüman, diğeri Hıristiyan Söğütçesidir. Her ikisinde aynı iklim, aynı coğrafya, aynı ırk, aynı tabii imkânlar mevcuttur. Ayrıldıkları tek nokta dindir. Biri Müslüman, diğeri Hıristiyandır."
Hamdullah Suphi'nin isteklerinden biri de Romanya'daki Hıristiyan Türkleri, Marmara, yöresine yerleştirmekti, İkinci dünya savaşının çıkması sonucunda Basarabya'nın 1940'da, Dobruca'nın da 1944'de işgal edilmeleriyle bu istek gerçekleştirilemedi.
Ancak Hamdullah Suphi 1935 yılında onu kız toplam yetmiş genci Romanya'dan getirip, çeşitli okullara yerleştiriyor. Öğrenimlerini başarıyla sürdüren bu Türk Hıristiyan gençleri için o zamanın Bakanlar Kurulu da Nüfus kayıtları yönünden 16 Eylül 1943'te karar alarak, bu konuyla ilgili İç İşleri Bakanlığının önerisini onaylıyor.
Buna göre Romanya'dan gelerek Türkiye vatandaşlığına geçmiş olan Hıristiyan Türklerin nüfus cüzdanlarındaki din ve mezhep bölümlerine yazılan "Hıristiyan Ortodoks" kaydının yerine kendilerinin Türk ırkından olduklarını ve öbür ırklardan olan Ortodoks vatandaşlardan ayrı olduklarını belirtmek için öncekinin yerine "Türk Ortodoks sözcüklerinin yazılması kararlaştırılıyor.
Bu olumlu gelişmeler ışığında okul ve kilise yaşamlarını sürdüren gençler her pazar günü kilise korosuna katılıp hıristiyan tapınışlarını sürdürüp Türkçe tinsel ezgiler seslendiriyorlar. Baba Eftim'se onlara tinsel (ruhani) babalık görevini uygulamaktan geri kalmıyor.
Bunların tümü de okullarını bitirip iş aramaya koyulduklarında karşılarına onur kırıcı bir engel çıkıyor. O da hıristiyan olmaları. Yaşam sorunuyla karşı karşıya kalan Türk Hıristiyan gençlerini bekleyen acıklı durumda en kısa zamanda gerçekleşiyor. Yani yaşamlarını sürdürebilmek için İslamlığa yönelip, İslam kızlarla evlenmek...
Lozan Antlaşması gereği Türk Hıristiyan binlerce Anadolulu'yu yitiren Baba Eftim, bu ikinci darbeyi de yetmiş çocuğunun zorunlu islamlaşmasıyla yemiş oluyor.
Bunun sonucu Baba Eftim, Hamdullah Suphi'yi arıyor ve şu sözleri söylüyor ona:
"Hamdullah Bey, hani ya benim yetmiş kişilik cemaatim. Müslümanlığın defterinde yetmiş kişi mi eksikti?."
Tüm topluluğunu yitirerek bir tinsel anıtı andıran Türk Ortodoks Patrikliği için, tarihçi Barker:
"Bugün Türkiye'deki Türk Ortodoksların sayısı çeşitli nedenlerle sıfıra yaklaşmıştır".
Anlatımını kullanmaktadır.
Anadolu Hıristiyan Türklüğü içinde özel bir yer tutan "Karamanlılar'a ilişkin ayrıca durulması gerektiğine inandığımızdan, şimdi bu konuya geçiyoruz.
KARAMANLILAR
Şimdiye dek ele aldığımız Orta Asya, Kuzey Karadeniz, Doğu Avrupa ve bundan sonra ele alacağımız Gökoğuz, Türklerinin, Turanlı Türk kökenlilikleri ve Türk özyapısına ilişkin olumlu ve kuşku götürmeyen sonuçlar ayrıca Macar, Bulgar, Fin Ogor gibi Türk kökenli olup da, Türklük özyapılarını yitirmiş olan toplulukların yanında Karamanlılar özel bir yere sahiptirler. Şöyle ki Türklük ve Hellenlik kavramları arasında yerlerini bulabilmiş değillerdir. Bu nedenle bunları Anadolu Türk Hıristiyanlığı gerçeği içinde ayrı olarak incelemek gerekiyor.
Bu incelemeyi yapmadan önce bulundukları yerleri görmeliyiz. Lozan Antlaşmasının yürürlüğe girdiği,1922 yılında dek Karamanlılar Anadolunun şu kentlerinde çoğunluktaydılar: Konya, Niğde, Nevşehir, Kayseri, Ankara, Trabzon, İzmir, İstanbul.
Tarih araştırmacısı Şoysü ise, onların 1924 yılına dek kendi öz topraklarında kaldıklarını ve önceki yerlere ek olarak Aksaray, Ihlara Koyağı, Peristrama, Ürgüp, Göreme, Derinkuyu, Akşehir, Ereğli, Ermenek, İçel, Antalya, Fethiye'de yaşadıklarını yazmaktadır.
Ünlü Türk gezgincisi Evliya Çelebi de bu tür hıristiyanlara Alanya ve Antalya'da rastladığını yazmaktadır. Onun bu konudaki anlatımı şöyledir:
"Alanya-Kadim eyyamdan beru Urum(Rum) keferesi bir mahalledir... amma asla urum lisanı bilmeyub, batıl Türk lisanı bilirler.
"Antalya... ve dördü Urum Keferesi mahallesidir, amma keferesi asla urumca bilmezler. Batıl Türk lisanı üzre kelâmet ederler."
Karamanlı olarak bilinen bu Hıristiyan Ortodoks toplumun ırksal kökenleri üstündeki düşüncelere geçmeden önce, tümünün de yalnız Türkçe okuyup yazdıklarını görüyoruz . Kullandıkları alfabenin de Grekçe olmasıysa, bu konuda belirtilecek salt (mutlak) görüşlere set çekiyor.
Gerçekten Türkçeden başka dil bilmeyen Karamanlılara ilişkin veriler her zaman bulunmuştur. Evliya Çelebi'nin yanında şu önemli tarih yazarlarımız da, bu yönde tanıklıkta bulunmaktadırlar.
Avram Galanti, kendi yazdığı "Ankara Tarihi" yapıtında şunları söylüyor: "Antalya Rum halkı bundan seksen yıl önce (yani 1870'lerde) Yunanca bilmezdi. Bunu bundan elli yıl önce (yani 1900'lerde Rodos'ta bana Yunanca ders veren Nicolaidis söyledi. Nicolaidis, Antalya'da en evvel Yunanca okutan öğretmen oldu. Bu öğretmen bana: 'Antalya'ya geldiğim zaman Rumlar yunanca bir harf bilmezlerdi' dedi". "
Karamanlıların çok iyi Türkçe konuştukları bilinen bir gerçek. Bu konuda Hamdullah Suphi Tanrıöver anılarında, Antalya ve yöresinde bulunan ve "Hıristiyan Türkler" olarak tanımladığı bu topluluktan bir çok sözcük öğrendiğini yazar. Kendisinin 1920'li yıllarda Antalya'da oturduğu evinin karşı evinde bulunan bir annenin, çocuğunu şu sözlerle uyuttuğunu yazar:
"Uyusun yavrucak ninni,
Uyusun has tomurcuk ninni".
Hamdullah Suphi bu temiz Türkçeyi över ve anısını şu tümceyle bitirir:
"İtiraf ederim ki, ben Antalya'nın bu ortodoks kadınlarından yüzlerce eski Türk kelimesi öğrendim".
Karamanlıların Türkçesiyle ilgili olarak, Cumhuriyet dönemi tanınmış devlet adamı ve tarihçilerimizden olan Abdülkadir Baykurt Cami de, yazılarında geniş yer ayırır. Onun kanısına göre İstanbulluların "Karamanlı Rum" diye öbürlerinden ayırt ettikleri bu Hıristiyan topluluk, Yunan dilini hiç bilmediği gibi, katıksız, üstelik Müslüman Türklerden daha temiz bir. Türkçe konuşmakta, kendilerine özgü kiliselerinde Türkçe dille tapmış sunmakta, kendilerine özgü dinsel kişilerin Türkçe dinsel tapınışlarını izlemektedirler.
Ana dilleri Türkçe olan, Türkçe konuşup (üstelik Müslüman Türklerden daha temiz) yazan, Türkçe Hıristiyanlık tapınışı sergileyen Karamanlıların ırksal kökeni üstündeki tartışmalar ve görüşlerse günümüze dek sürüp gitmektedir.
Bu düşünceler içinde Türk yanlısı ve Hellen yanlısı iki ayrı görüş çarpışmaktadır. Hellenist görüşe göre Karamanlılar "Türkleşmiş Rumlar" , "Türkçe konuşmak zorun da bırakılanlar" dır . Kısacası bu topluluk Hellen ırkındandır ve Türkçe konuşmak zorunda bırakılmışlardır.
Yirmialtı yıllık araştırmalarımızda, Hellen kökenli dostlarımıza yönelttiğimiz soruların tümüne de yanıt olarak Karamanlıların Hellen kökenli oldukları doğrultusunda yanıt aldık.
Bu konunun aydınlatılmasına yönelik düşünceleri sıralamadan önce Yorgi adında bir Karamanlı Ortodoksun, Türk Kurtuluş Savaşı sırasında, kendi oğluna yazdığı vasiyetnamesinden bazı kısa bölümleri burada sunuyoruz:
"...Ben Karamanlı öyle bir Rum idim ki, dünyada müslümanlar kadar kimseyi sevmezdim... O sırada köye bir Yunanlı geldi, gizli gizli Rum halka, ömrümüzde duymadığımız, bilmediğimiz şeyler söylüyordu. Bunlar bizim eski atalarımızın adlarıymış.
...Ah kör olsun beni başdan çıkaran o Yunanlı hınzır..."
Bu tarihsel kayda bakarak Karamanlı bir Rum'un, Yunanlıyı, yani kendi ırkını kötülediğini görüyoruz. Oysa bugüne dek ne görülmüş, ne duyulmuş ne de geçerli bir tarihsel kayıt bulunmuştur ki , Hellen kökenli biri Hellenliği kötülesin. Eğer bu kaydın doğruluğunu benimsersek, bu durumda Karamanlıların, en azından Hellen ırkından olmadıkları sonucu çıkmaktadır.
Karamanlıların Hellen ırkından olmadıkları görüşünü savunan bir belgeler topluluğu da, "Anadolu'da Ortodoksluk Sadası" adlı gazetedir.
1922-1923 yılları arasında ve yalnız 16 sayıyla yayın yaşamını sürdüren gazetenin" Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümetine bağlı "Tüm Anadolu Türk Ortodoksları Kilise Kongresi"nin organı niteliğinde olduğu, Anadolu Rumlarının Yunanlılıkla ilgilerinin bulunmayıp, soyca (ırken) Türk oldukları görüşünü savunduğu da, içeriklerinden anlaşılmaktadır. Bu durum ışığında Karamanlıların, Türk soylu oldukları görüşü de, daha çok Türk asıllı düşünürlerce ileri sürülmektedir. "Daha çok" deyimini kullanıyoruz, çünkü Türk asıllı olmayan bazı düşünürler de, onların Türk kökenli olduklarında görüş birliği içindeler. Örneğin Prof. J. Eckmann'a Karamanlılar, Hıristiyanlığı benimsemiş Selçuklu Türkleridir.
Yine bu konuda bir yetke sayılan Atanas Manof,:
"Gagauzların Türk-Oğuz kavminden hıristiyanlar oldukları gibi, Karamanlıların da Türk kökenli ve Türkçe konuşan hıristiyanlar oldukları” görüşünü ileri sürmektedir.
Bu ikinci görüşe göre Karamanlıların, Anadolu'ya ilk gelen Türk boylarından oldukları sonucu çıkmaktadır. Bu sonuca destek verici nitelikli kayıtlar arasında "Şeriye sicilleri" ve "Tahrir defterleri"nde görülen öz Türkçe özel adlar da katkı verir nitelikli birer döküman sayılabilirler.
Türk yanlı görüş kapsamında olarak yine Karamanlıların, Selçukluların Anadolu'yu ele geçirmelerinden önce, Bizans İmparatorluğu içinde yerlerini almış olan Peçenek Türkleri'nin ayrıca Selçuklularla birlikte Anadolu'ya gelen ve Şaman inanışını koruyarak yerli unsurlarla ilişkileri sonucunda, hıristiyanlığı benimseyen Türk boylarının soyundan oldukları görüşü de bir sonuç yorumu olarak söz konusu edilebilmektedir.
Anadolu Türk Hıristiyanlığı üstünde en iyi araştırmayı yapıp, bir kitap olarak sunan Baykurt Cami'yse Karamanlıları ele aldığında, bunlara ilişkin antropolojik eksiksiz bir araştırmanın daha yapılmadığını söylemektedir.
Onun "dil" ağırlıklı savlara bağlı kalarak Hellen yanlı görüşler sunmak isteyenlere karşı şöyle bir sonuç çıkardığını görüyoruz yapıtında:
"Dil birliği tanıtını geçersiz kılmak isteyenler: 'Bu topluluk katıksız Yunanlıdırlar ve Türk egemenliğinin baskısı altında, ulusal dillerini unutmuşlardır' diyorlar. Oysa gerçek Hellad ülkesi de içinde olarak, tüm eski rumluk yüzyıllarca, aynı egemenlik altında ve aynı hükümet elinde kaldı. Böyle olduğu halde Anadolu'nun kıyı yörelerinde ve adalarda bir sözcük bile Türkçe bilmeyen başka rum topluluklarının var olması, bu savı kökünden yıkmaktadır."
Yine Cami'ye göre Karamanlılar, Selçuk Türkleri'nin Anadolu'ya girmelerinden çok önce var olup Rum (yani Bizanslı) idiler, fakat Hellen değillerdi... Bir Osmanlı İmparatorluğu vardı, fakat etnografya bilimine göre bir Osmanlı ırkı yoktu... Bir Bizans (Doğu Roma) İmparatorluğu vardı, fakat bir Bizans (Rum) ırkı yoktu.
Bu düşünceler ışığında Karamanlılara "Hellen" diyebilmenin ne denli doğru ve yerinde olabileceği, bu konuda yetke olan kişilere bırakılmalıdır. Bu türdeki kişilerin görüşlerini, kendi beş ciltlik yapıtının bir yerinde bir geniş dipnot şeklinde eleştiren Avcıoğlu, şu türde bir açıklama getirir:
"Bazı tarihçilerimiz, konuştukları Türkçenin saflığını ileri sürerek bunların (Karamanlıların) Türk Hıristiyanlar olduğunu, hatta Anadolu'nun en az dörtbin yıllık Turan halklarını barındırdığını yazmışlarsa da, bu konuda sağlam bir kanıt yoktur. Dilleri Türkçe, dinleri hıristiyan olan bu grup, Cumhuriyetten sonra Rum sayılıp Yunanistan'a göçtürülmüşlerdir. Yalnızca hıristiyan oldukları için Türklüğü kabul edilmeyen, fakat kendilerini de Yunanlı saymayanların değişimi tartışılmıştır."
Dido Sotiriyu'dan Attila Tokatlı'nın çevirdiği "Benden Selam Söyle Anadolu'ya" romanı, bu dramı yansıtır.
Bernard Lewis, 1924-1930 karşılıklı değişimini, Türk-Grek değişimi değil, Grek Ortodoks-Osmanlı İslam değişimi sayar, "vatana kavuşma değil, gurbete sürgün" der. Kemal Karpat'sa, milliyetçiliğe yönelmiş laik Türkiye'de, dinin ölçü alınmasındaki çelişkiyi belirtir. Karpat'a göre, Slav kökenli ve Türkçe konuşmayan Pomak, Bosnalı, Hersekli, İslam olduğu için Türk kabul edilmiş; Hıristiyan, fakat Türk kökenli Türkçe konuşan Gagauzlar Türk kabul edilmemiştir. Türkçe konuşan Anadolu Hıristiyanlarıysa, Yunanistan'a gönderilmişlerdir.
Yukarıdaki sonuçlara göre "Karamanlı Rum" olarak betimlenen toplum ve kişilerin üstündeki etnik tartışmaların sürmesi kaçınılmaz görülüyor. Öbür yandan "Karamanlı Rum" topluluğu bireyleri, etnik kökenleri sorulduğunda, ne "Türk" ne de "Hellen" karşılığını verirler.
Kendilerini betimleyen şu dörtlük bile onların ne kökenli olduklarını açıklamaya yeterli değildir:
"Gerçi Rum isek de, Rumca bilmez, Türkçe söyleriz. Ne Türkçe yazar okuruz, ne de Rumca söyleriz, Öyle bir mahludi hattı tarikatımız vardır, Hurufumuz Yunanice, Türkçe meram eyleriz".
Karamanlılar, Grek alfabesiyle yazılmış birçok yazınsal yapıtlar da bırakmışlardır. Bunlardan bazılarının adlarını ve yıllarını burada" veriyoruz:
"Gülzar-ı iman-ı Mesihi", Katekizm, İstanbul 1718 "Antalya'lı Serâfim'in Pazar Vaazları", İstanbul 1756 "Aziz Apostolların Amelleri", İstanbul 1811 "Türkçe-Yunanca Sözlük", İstanbul 1805 "Tarih-i Osmani/N. Th. Sullides, 1874
"Seyreyle Dünyayı" Evangelinos Missailidis, 1871-1872 ve 1986
Ayrıca birçok gömüt (mezar) taşları ve kilise yazıtları Karamanlıların ayrıca 1851-1914 yılları arasında "Gazetayı Anatoli" (Anadolu Gazetesi)'yi de, önce haftada iki, sonraları da üç gün yayınladıklarını biliyoruz.
YAKUP AYGİL
HIRISTİYAN TÜRKLERİN KISA TARİHİ
Geçmişte ve Günümüzde
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder