11 Kasım 2024 Pazartesi

1789 FRANSIZ İNKILABI

 


Fransız İnkılabı, sonuçları itibarıyla dünya talihinin en önemli siyasi kasırgalarından birisi olarak kabul edilmektedir. 14 Temmuz 1789 tarihinde Paris'te «burjuva» diye tanımlanan orta tabakanın, yoksul halk kitlelerinin desteğiyle başlattığı ayaklanmanın; siyasi, sosyal ve kültürel etkisinin günümüze kadar devam edeceği, o gün için kimse tarafından tahmin edilemezdi. İsyancıların Bastille Hapishanesi'ni basarak monarşinin sembolü yedi siyasi tutukluyu salıvermesi, fakir halkın ayaklanmasının bir öfke patlamasına dönüşerek soyluların malikanelerine yönelmesi, ihtilal'i sadece kanlı ve şiddetli bir şekle sokmakla kalmadı; on beş yıl boyunca sosyal ve siyasi çalkantı ve karmaşa devam etti. Böylece İnkılap, başta Fransa olmak üzere tüm Avrupayı tesiri altına aldı. İnsan hakları, ferdi özgürlükler, din ve vicdan hürriyeti, temel haklar; kamunun gündemine girerek sadece siyasi değil, sosyal, kültürel, dini ve ekonomik birçok köklü değişimin fitilini ateşledi.

Vatikan merkezli kilise görevlileri ve papazlar; üstlendikleri din adamı rollerinin gereği olarak, hak ve adaletin mutlak savunucuları olmaları gerekirken, bu rollerine ihanet ederek soylularla işbirliği içerisine girdiler. Böylece dini kurumlar, halk nezdinde yıprandı. On beş yıl boyunca kiliseler baskı altına girdi. Hatta şehir merkezlerindeki kiliseler kapatıldı. Katolik kurumlar büyük ölçüde zarar gördü. Yeni fikirlerin yayıldığı Fransa'ya diğer Avrupa devletlerinin blokaj uygulaması, Fransız milliyetçiliğini tetikledi. Devletlerin milliyet prensibine göre oluşturulması fikri; bu inkılabın, o günün imparatorluklarını sarsan en önemli etkisiydi. Nihayet yönetimde çoğulculuk, meşrutiyete ve cumhuriyete dayalı yönetim anlayışları, bu inkılaptan beslenerek günümüz dünyasında da tesirleri devam eden yenilikler olarak tazeliğini korumaktadır.


SOSYAL SINIFLAR ARASINDAKİ UÇURUM



18.yüzyıl Fransız toplum yapısı incelendiğinde toplum üç ana tabakadan oluşmaktaydı:

1. Soylular,

2.Burjuva adı verilen orta tabaka ve

3.Köylüler.

Soylular, yüksek düzeydeki devlet memurluklarını ellerinde bulundurmaktaydı ve devlete hiç vergi vermezlerdi. Üstelik soylular (aristokratlar); köylülerin işlediği toprakların sahibi olarak, toprağa bağlı kölelere ve çiftçilere karşı kötü muamelede bulunmakta adeta zulmün mahalli derebeyleri gibi davranmaktaydı.

Bir diğer imtiyazlı sınıfı oluşturan Katolik din adamları ise; halkın yanında yer almaları gerekirken, çoğu kez zengin soyluların malikanelerindeki davetlerin başmisafiri olarak hareket ediyordu. Üstelik beş yılda bir, çok az bir vergi ödemekteydiler.

İnkılabın arefesinde gittikçe zenginleşen burjuvalar; tüccarlık, bankacılık ve sanayicilikle konumlarını tahkim etmekteydi. Ayrıca memur, doktor, avukat ve yazarlardan oluşan küçük burjuva kesimi de; yaklaşan devrimde etkili olacak ve soylularla birlikte din adamlarının devlet yapılanmasındaki ve toplum hiyerarşisindeki üstünlüklerine son verecekti. Esasen 1789 Fransız İnkılabı bir orta sınıf ihtilaliydi ve bu yüzden «Burjuva İnkılabı» olarak da anılır.


ABD İNSAN HAKLARI BEYANNAMESİ ve İNGİLTERE MEŞRUTİYETİNİN ETKİSİ


İngiltere, bu dönemde meşruti bir yönetime sahipti. Fransız aydınları, meşruti monarşi kurulması konusunda bilhassa İngiliz yazarlarından etkilendiler. İngiltere'nin güçlü ve zengin bir ülke oluşu, Sanayi İnkılabı'nı gerçekleştirmesi, siyasi sistemin merkezindeki kralın yetkilerini kısıtlamayı başarmış olması, İnkılab'ın teorisyen ve öncülerini etkilemekteydi. Benjamin Franklin; ABD bağımsızlık mücadelesine yardım ve destek sağlamak amacıyla geldiği Fransa'dan gönderdiği Mayıs 1777 yılındaki mektubunda, Amerika'da meydana gelen gelişmeleri ve Fransızlara ilham ettiği heyecanı şöyle kaydetmektedir.

"Bütün Avrupa bizim tarafımızdadır. Hiç değilse bütün alkışlar ve başarı temennileri bizim içindir. Müstebit bir kuvvet altında yaşayanlar, hürriyeti daha az sevmiyorlar. Onun için temennilerde bulunuyorlar ve Avrupa'da hürriyetlerini kazanmak ümitsizliğine düşüyorlar. Hürriyetlerine kavuşan bizim kolonilerimizin anayasalarını aşk ve heyecanla okuyorlar. Bizim davamızın bütün insanlığın davası olduğu ve kendi hürriyetimiz için çarpışırken Avrupa hürriyeti için de çarpıştığımız, burada bütün ağızlarda dolaşan sözdür.''

Öte yandan Amerika bağımsızlık hareketleri ve Thomas Jefferson'un kaleme aldığı 1776 Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi de Fransızların temel haklar ve özgürlükler konusunda bilinçlenmesine yol açan diğer bir dış faktördü.


AYDINLARIN HALKI TEMEL HAKLAR KONUSUNDA BİLİNÇLENDİRMESİ


1789 Fransız Devrimi'ni tetikleyen sebeplerden biri de, bu dönemde eserleriyle halkı etkileyen birçok büyük yazar, düşünür ve devlet adamının halkta ciddi bir entelektüel birikim oluşturmasıydı.

François Rabelais (1494-1553) ile başlayan kültürel çalışmalar; 18. yüzyılda Maximilien Robespierre (1758- 1794), Mirabeau (1749- ı791), J. J. Rousseau (1712-1778), Montesquieu (1689- 1755), Condorcet (1743-1794} vs gibi düşünce ve aksiyon insanlarıyla zirveyi yakaladı. Bu kişilerin çalışmaları 1789 öncesi inkılap ortamının olgunlaşması için gereken kültürel alt yapıyı oluşturdu. Ferdi haklar, vicdan özgürlüğü, devlet yönetiminin keyfilikten kurtulması yönündeki düşüncelerin yayılması; Yakın Çağ'ı başlatan bu büyük inkılabı hazırlayan sebeplerin en önemlilerini teşkil etmekteydi.


FRANSIZ İNKILABI ÖNCESİNDE MALI ve SİYASI DURUM


Fransa, koyu bir mutlakiyetle yönetiliyordu. Kral ve aristokratlar, eşitsizlik üzerine siyasi ve sosyal bir yapı oluşturmuştu. Ülkenin bütün yükü; orta sınıf tüccar ve zanaatkar ile köylü sınıfının üstünde idi. Köylüler, yokluk ve sefalet içinde yaşıyorlardı. 

Fransa, 18. asırda büyük mali zorluklar içinde idi. Sarayın ölçüsüz israflarına ilaveten İngiltere ile siyasi yarış yüzünden; Amerikanın bağımsızlığı için mücadele edenlere yardım ve askeri destekten doğan savaş masrafları, maliyeye büyük bir yük getiriyordu. Bunu karşılamak için de vergiler artırıldı. Halk, bu ağır vergiler altında ezilmeye başladı. Nitekim Tarihçi Prof. Scott Trask;

"Fransız monarşisi; bütçesini dengeleyebilmiş olsaydı, devrimin hiç yaşanmayacağı söylenebilir... Fransız Devrimi'ni ortaya çıkaran krizin sebebi, monarşinin otoritesini sarsan bir kredi krizi ve mali krizdi." diyerek Fransa'nın neredeyse ekonomik yönden iflas noktasına gelmesinin bu büyük halk ayaklanmasının en önemli sebebi olarak göstermektedir.

Louis, 1774 yılında; ekonomik bunalımı aşmak ve mali yönden Fransayı rahatlatmak amacıyla, fızyokratlardan Jacques Turgot'u maliyenin başına getirdi. Turgot kalkınmanın tarımla mümkün olacağını düşünmekte ve devlet yardımlarının girişimciliği ve üretimi olumsuz etkilediğini düşünmekteydi. Nitekim Kral'a bu yardımlara son verilmesi gerektiği tezini savunan, tarım ağırlıklı bir reform programı sundu. Bu programda köyden eyalete, eyaletten meclise uzanan bir silsilede seçimle belirlenmiş federe bir devlet tavsiye etti. Bu reformlar; dış ticareti elinde tutan aristokratların ve yoksul kesimlerin muhalefetiyle karşılaştı. Ayrıca Turgot; Fransanın Amerikan Bağımsızlık Savaşı'na müdahale etmesine mali sebeplerle karşı çıkmaktaydı. Amerikan bağımsızlık mücadelesine verilecek desteğin; İngiltere ile yeni bir savaş anlamına geleceği, bunun da reformları aksatacağı ve devleti de iflasa sürükleyeceği görüşlerini taşımaktaydı. Bu sebeple;

"Devlet ilk ateşle iflasa sürüklenecektir!" diyerek Kral Louis'u ikaz etti. Ancak monarşi; milli gurur, milletlerarası güç politikası gerekçeleriyle Turgot'un haklı kaygılarını dikkate almadığı gibi kendisini de görevinden uzaklaştırdı.

1777 yılından itibaren Fransa, bağımsızlık mücadelesi veren Amerikalılara savaş boyunca gizlice silah yardımı yaptı ve lojistik destek verdi. Hatta 1780 yılında Rhode Island'a 5.000 kişilik bir birlik gönderdi. 1881 yılında Fransız gemileri Lord Cornwallis önderliğindeki İngiliz birliklerinin Yorktowndan çıkmasını engelledi. Bu yardım ve müdahaleler sonucunda Amerika bağımsız oldu ama Fransa ekonomik olarak daha büyük bir krizin içerisine yuvarlandı. 1,3 milyon Fransız lirasına (livre) malolan savaş masrafı bütünüyle borçlanarak finanse edildi.

Fransa Krallığı, Amerika Birleşik Devletleri'nin doğuşuna yol açan 1783 Paris Antlaşması'ndan sonra da yakaladığı ekonomik toparlanma şansını iyi kullanamadı. Fransız monarşisinin; dünya dengelerinde daha iyi bir yer elde etmek amacıyla 150.000 kişilik bir daimi ordu kurma girişimi ve okyanuslarda İngilizlerle rekabet edecek bir donanma inşa etme sevdası, zaten borçlar içinde yüzen devleti iyice borç batağına soktu.


ON BEŞ YIL SÜRECEK İNKILABIN BAŞLAMASI


Louis; soyluları toplayıp toprak mülkiyeti üzerinden vergi alınmasını istediğinde, soylular parlamentonun toplanmasını istediler.

1789 Mayıs'ında; soylular, din adamları ve halkın oluşturduğu üç sınıfın parlamentosu açılarak İnkılab'ın ilk adımı atıldı. İnkılab'ın geniş halk kitlelerinin coşkuyla terennüm ettiği üç önemli sloganı; «Eşitlik, Adalet ve Hürriyet»ti. Köleler hür olmak istiyordu. Siyasi haklardan mahkum orta sınıf esnaf ve sanatkarlar ile halk, eşitlik için millet hakimiyetini savunuyor ve adalet istiyordu.

Burjuva ismi verilen orta sınıf esnaf, tüccar ve zanaatkarlar; devlete vergi veren fakat siyasi hakları sınırlı bir kitleyi oluşturmaktaydı. Soyluların ve din adamlarının ayrıcalıklarının ortadan kaldırıldığı yeni bir düzenleme talep ettiler. Parlamentonun orta sınıfın görüş ve taleplerini karşılamaması üzerine, burjuva sınıfı harekete geçti ve 9 Temmuz 1789da oluşturdukları «Milli Meclis»i, «Kurucu Meclis» olarak tanımladılar ve eski sistemi devre dışı bıraktıklarını duyurdular. İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisini yayınlayarak yeni kamu hukukunun ilkelerini ortaya koydular. Buna göre;

Bir anayasa yapılarak kralın ve krallığın yetkileri sınırlandırılacaktı.

Vergilerin düzene konması ve azaltılması yoluna gidilecekti.

İç gümrük duvarları indirilerek ülke içi ticaret kolaylaştırılacaktı.

Basın özgürlüğü sağlanacaktı.

Fransa monarşisini tehdit eden bu tehlikeli gelişmeye Kral'ın tepkisi gecikmedi. Kral'ın askeri kuvvetlerinin bu meclisi dağıtarak lağvetmesi tarihin seyrini değiştirecek büyük bir ayaklanmaya yol açtı. Paris'in «baldırı çıplak»ları olarak tanımlanan; köylüler, yoksul halk kitleleri ve İhtilal'in bayraktarlığını yapan ticaret erbabı orta sınıf, güç birliği yaparak ayaklandılar. 

1789 İnkılabı'nın ardından, Fransız toplumu; on beş yıl tam bir karmaşa ve çalkantılı karışıklık yaşadı. Dövüşen asiller, dua eden rahipler ve bu iki grubu beslemek için çalışan köylüler, orta sınıfı oluşturan ticaret erbabından oluşan toplum katmanları arasındaki mücadelelerden güçlenerek çıkan, orta sınıf burjuvalar oldu. İhtilal sonrası beş yıl boyunca daha önce siyasi haklardan mahrum, üstelik ağır vergi yükü altında ezilen esnaf ve ticaret erbabı ile köylüler; meclis yoluyla birtakım yeni haklar elde etti.

14 Temmuz 1789 günü, mutlak monarşinin sonunu getirmişti. Kralın yönetimine karşı çıkan burjuvalar, Paris'te kontrolü ele geçirdi. İhtilalin ilk yıllarında; orta sınıf halkın, siyasi ve sosyal haklarının anayasa ile teminat altına alındığı cumhuriyet dönemi yaşandı. Aynı zamanda bu dönem; gücü ele geçirenlerin kantarın topuzunu kaçırdığı, muhalifler kadar, devrim taraftarlarının da birbiriyle hesaplaştığı terör ve karmaşa dönemi oldu.

Fransız İhtilali üzerinde uzun değerlendirmeleriyle tanınan II. Meşrutiyet dönemi Osmanlı aydınlarından Ahmed Şuayb, Paris'te yaşanan kaosu şu cümlelerle anlatır:

"Boşanmış boğa gibi kudurmuş halk, Tüfekler ve baltalar ellerinde, her tarafa; belediyelere, şatolara, manastırlara hücum ediyor. Açlığın kör ve sağır şiddetlerinden başka; kaçakçılar, serseriler, dilenciler, haydutlar... Bu nevi sefalet çekenler, iştah artırıcı bir avın kokusunu hissetmekle her yöne seğirten kurtlara benzerler. Çünkü halk çocuk gibidir. Maksada doğrudan doğruya gider... Kuvve-i umumiyeyi ellerine geçiren avam tabakaları, tabii hukuka uygun zannettikleri her şeyi istedikleri gibi son derece katılıkla koyuyor ve tesis eyliyorlar."

Kurucu meclis oluşturularak yeni bir anayasa hazırlandı. Konvansiyon Meclisi'nin devlet yönetimindeki ağırlığının artması, elde edilen hakların anayasanın teminatı altına alınması, millet hakimiyeti yönünde önemli bir adımdı. Sokak ve meclis gücüyle, iktidarın millet taleplerine boyun eğdirilmesi; monarşinin zayıflamasına, eskinin avantajlı sınıflarının çok büyük ölçüde güç ve mevzi kaybetmesine yol açtı.

Fransız İnkılabı'nın etkili isimlerinden ve Jakoben kanadının en önemli liderlerinden Maximilien Robespierre, iyi bir avukat ve inandıklarını sonuna kadar müdafaa etmekten çekinmeyen karizmatik bir siyasetçiydi. Devrimin yayılması, kökleşmesi ve demokrasinin yerleşmesi için; zor ve zorbalık yöntemine müracaat etmekten çekinmemekteydi. Bu yönüyle daha ılımlı sayılan Jirondenlerden ve kral taraftarlarından ayrılmaktaydı. Paris halkı onu; bozulmaz, satın alınamaz, yıkılamaz anlamına gelen «lncorruptible» lakabıyla anmaktaydı. Onun etkili olduğu yıllarda, çok sayıda muhalif bertaraf edildi.

Louis eski gücünü tekrar kazanma adına bazı girişimlerde bulunarak başa geçmek isteyince, Ocak 1794'te yargılandı ve mecliste yapılan oylama sonrasında eşi Maria Antoniette ile birlikte giyotine gönderildi. Voltaire'nin Brütüs'ünden ilham alınarak ortaya konan aşağıdaki şiirler; ihtilali yapanların, monarşiye nefretlerinin boyutlarını ortaya koymaktaydı:

"Eğer Fransızlar arasında bir hain varsa ki, I Louis'i arasın ve bir efendi istesin ... / Bu hain azaplar içinde gebersin, / Kabahatli kemikleri rüzgara atılsın, I Aramızda kalacak olan adı, / Fransa'nın nefret ettiği kral adından fena olsun."

Ancak, Georges Jacques Danton ve Desmoulins'in liderlik ettiği ılımlı ve uzlaşmacı Jirondenler; Robespierre'nin liderliğindeki devrimcilerin, güç kullanmadaki pervasızlıklarına karşı çıkıyordu. Dengelerin bozulmasıyla birlikte; hem devrimi yapanlar hem de kral yanlıları arasında kanlı mücadeleler meydana geldi. İhtilaflar ve güç mücadeleleri sadece Jakobenler ve Jirondenler arasında yaşanmadı. «Devrim kendi çocuklarını yer.» ifadesi istikametinde aynı gruptakiler arasında, özellikle de Jakobenlerin kendi içinde, amansız kanlı hesaplaşmalar yaşandı. Kral Louis'in idamının ardından artan çekişmeler; Georges Jacques Danton ve Desmoulins'i ve ardından Robespierre'yi de giyotinle idam edilenler arasına kattı. Böylece; Montesquieu, Rousseau, John Locke gibi aydınların öğretilerinin halk tarafından algılanışının çok farklılıklar arz ettiği, son derece masum hak talepleriyle ve masum sloganlarla ortaya konulan tepkilerin, dramatik bazı gelişmelere de yol açabileceği görülmüş oldu.

Fikirleriyle ihtilalin gerçekleşmesinde en etkili müelliflerden J. J. Rousseau'ya göre; "Hakimiyetin asli sahibi olan millet; kendisini temsil eden bütün devlet memurlarından -hükumet edenler dahil- yetkilerini gereği gibi kullanmadıkları takdirde, verdiği vekaleti geri alabilir:·

Yine J. Locke da iktidara karşı «direnme ve devrim hakkı»nı meşru addetmektedir. J. Locke'un; 

"Mutlak iktidar; insanı, tabii yaşama halinden daha kötü bir duruma sokar ki bu arzulanan bir hal değildir. Hakimiyetin kendisine niçin verildiğini unutan iktidara karşı ayaklanma meşrudur:' görüşleri maksadını aşarak hayata geçirildi.

Konsüllük dönemi ve tekrar gelen imparatorluk idaresi, 1791-1815 yılları arasındaki devrin siyasi karışıklığına işaret etmektedir. 1799 yılında, inkılap sırasında genç bir subay olan Napolyon Bonapart darbe ile başa geçti. Dünya tarihinin en önemli askeri ve siyasi kişiliklerinden biri olan Napolyon; ömrü boyunca devrimin yayılması adına çalıştı ve bu uğurda Avusturya-Macaristan İmparatorluğu, İngiltere ve Rusya ile başarılı askeri mücadelelerde bulundu. 1801 yılında Napolyon, İtalyayı zaptetti. Napolyon Bonapart, 1804 yılında, Notre Dame Katedrali'nde; Fransa Cumhurbaşkanı, İtalya Kralı ve General unvanlarıyla İmparatorluk tacını giydi. Bir aralık İngiltere'nin sömürgelerine giden yolları kontrol etmek amacıyla, Mısır'ı işgal ettiyse de Osmanlıların mukavemeti, İngiltere ve Rusya'nın da Osmanlıların yanında yer alması neticesinde Mısır'dan ve Akka'dan çekilmek zorunda kaldı. Napolyon'un yıldızının sönmesine yol açan en önemli gelişme, Rusya seferinde ordusunun soğuktan büyük kayıplara uğraması oldu. Elbe sürgününün ardından Paris'te yönetimi tekrar ele geçirdiyse de 1815 yılı Haziran ayında İngiltere ve Prusya kuvvetleri tarafından Waterloo Savaşı'nda büyük bir yenilgiye uğradı. Paris'e dönünce tahtına ikinci kez veda etmek zorunda kaldı.

Amerika'ya kaçmak istedi, ancak bunu başaramadı ve İngilizlere teslim oldu. İngilizler onu Atlantik'teki Saint Helena adasına götürdü. Son yıllarını bu küçük adada geçiren Napolyon, Mayıs 1821'de 51 yaşındayken öldü. 


ÇOĞULCU YÖNETİMLER ve MİLLİYETÇİLİK


Fransız Devrimi'yle beraber güçlenen orta sınıfın daha katılımcı yönetim arayışları; Fransız aydınlarının ihtilal öncesi yoğurduğu milli hakimiyet, halkın yönetime katılması, eşitlik, adalet gibi fikirlerin güçlenip, ihtilalin dünyaya da yayılan, somut talepleri haline dönüştü. Bu durum, bu fikirlerin yayılarak yönetimleri için tehdit oluşturacağını düşünen totaliter diğer Avrupa ülkelerini endişeye sevk etti. Bu ülkeler, inkılabın ülkelerindeki siyasi ve sosyal yapıyı etkilemesinden korktukları için, Fransa'ya karşı birlikte hareket ettiler. Öte yandan yeni Fransa yönetiminin devrimleri savunması, hatta Fransız ordusunun bu uğurda savaşı göze alması; Fransız milliyetçiliğini güçlendirdi. Fransız inkılabı süreci, dünyaya yaydığı milliyetçilik fikirlerinin etkisiyle çok unsurlu devletlerin parçalanmasında mutlak bir rol oynadı. Kısacası, Fransa'nın ihtilalin savunulması uğrunda Avrupa'nın diğer ülkeleriyle savaşa tutuşması da devrimin etkisini bütün Avrupa'ya yaydı. Fransız ordusu nereye gittiyse, ihtilali de yanında götürdü.

Gerçekten de milliyetçilik fikri, imparatorlukları sarsan bir nitelik kazanarak yeni milli devletlerin ortaya çıkmasına yol açtı. Bu durum, bünyesinde birden fazla milli unsur barındıran başta Osmanlı Devleti olmak üzere Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ve Rusya'nın dağılmasına yol açtı. İhtilalin milliyetçi etkisi, bununla da sınırlı kalmadı. Yeni bağımsızlıklarına kavuşan küçük milli devletler; kendilerine yeni hedefler seçerek, milli birliklerini genişletme adına başta Balkanlarda olmak üzere, dünyadaki yeni çatışmaların fitilini ateşlediler. Mesela; Osmanlıdan ayrılarak bağımsızlığına kavuşan Sırpların, büyük Sırbistan'ı oluşturmak amacıyla bünyesinde çok sayıda Sırp'ın yaşadığı Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’na karşı girişimleri, 1. Dünya Savaşı'nın çıkmasına yol açtı.

İhtilalin milliyetçi etkisi, günümüzde de yer yer sürmekte olan bir etkidir. Nitekim milli marşlar, bağımsızlığın ve milli gururun sembolü haline gelen bayrak törenleri, dış politikaların milli çıkarlara göre tanzim edilmesi, ihtilalin bugüne taşıdığı değerler arasında yer almaktadır. Bu sebeple, 1789 Fransız İnkılabı; Yakın Çağ'ı başlatan, tesiri günümüzde de devam eden, gerçekten de insanlığın siyasi, sosyal, dini ve kültürel hayatında yeni sayfalar açan bir olay olarak tarihe geçti.

İhtilalciler öldü, öldürüldü. İhtilalin kurduğu teşekküller yıkıldı. Cumhuriyet devrildi, imparatorlar, krallar geldi geçti; fakat ihtilalin yaktığı ateş sönmedi. İhtilalin bütün dünyaya ilan ettiği tabii hukuk prensipleri, zaman zaman ihmal edildi ise de bir bütün halinde daima fikirlere, vicdanlara ve kanunlara hakim oldu. İşte ihtilalin önemi ve meşruiyeti buradadır.

On beş yıl süreyle yaşanmış tüm karmaşaya rağmen, 1789 tarihinden sonra insan hakları gelişti ve günümüzde de gelişmeye devam ediyor. Milli hakimiyet, milletlerin kendi kaderlerini kendilerinin tayin etmesi, yönetime katılım, çoğulculuk ve demokrasi gibi fikirler gündeme geldi ve olgunlaşarak siyasi rejimlerin zaruri kabulleri arasında yer aldı. Eşitlik, hürriyet ve adalet fikri, sadece Fransız Devrimi'nin değil, takip eden tüm inkılapların ve halk hareketlerinin vazgeçilmez sloganı haline geldi. Bu inkılap, orta sınıfın; kendilerini soylu hisseden aristokratları ve monarşiye dayalı güç odaklarını silkelediği, hatta tarih sahnesinin dışına doğru sürüklediği, liberal görüşlerin devlette itibar görmeye başladığı, bir burjuva inkılabıdır.


FRANSIZ İHTİLALİ ve LAİKLİK


1794 yılında konvansiyon yönetimi, ihtilalci devletin dini tarafsızlığını gerektiren laiklik ilkesini kabul etti. Yeni önderlerin; inkılabın başlarında Katolik Kilisesi'ne karşı gösterdikleri sert tutum, hatta Paris'te ayinleri yasaklamaları, din adamlarına baskıları, bazı kiliselerin bünyesinde hümanizmaya dayalı akıl dini oluşturmaya yönelik çabaları, geniş halk kitleleri tarafından benimsenmedi. Süreç içinde, tutumlarını yumuşatarak din ve dini kurumlarla mücadeleden vazgeçmek zorunda kaldılar. Esasen ihtilalcilerin din ve dini kurumlara karşı bu denli acımasız tutumlar göstermelerinin arkasında yatan sebep; Katolik din adamlarının yoksul halk kitleleri yerine, zalim monarşi rejimi ve onlarla iş tutan soyluların yanında yer almalarıydı. Bu önemli tarihi süreçteki din adamlarının talihsiz duruşu, başta Hıristiyanlık olmak üzere tüm dinlere karşı yanlış bir tutumun gelişmesine yol açtı. Dini kurumların mutlak halk desteğinde de gerilemeler meydana geldi. Böylece Fransa'da laiklik; sistemin bir parçası haline gelirken daima sicilinde, dinle mücadele, dini sanık sandalyesinde muhakeme etmek gibi bir tecrübenin izlerini taşıdı. Bu tarihi arka plan etrafında şekillenen laiklik anlayışı, bugün de birçok ülkeyi toplum barışı adına olumsuz etkilemektedir. Oysa İngiltere ve Amerika gibi gelişmiş ve toplum barışı açısından daha sağlıklı ülkelerde, dini hürriyetler titiz bir biçimde teminat altına alınarak fertlerin huzur ve mutluluğu daima önde tutulmakta ve önemsenmektedir. Böylece, devletin dini hayata müdahale etmediği, tarafsız kaldığı, dinle mücadele yerine mukaddes değerlerin toplumun gücü, birlik ve beraberliğin teminatı olarak görüldüğü laiklik anlayışı, toplumların iç barışına da dünya barışına da daha fazla hizmet etmektedir.



FRANSIZ İHTİLALİ'NİN OSMANLI'YA ETKİSİ


İnkılabın olduğu yıl tahta geçen III. Selim, Fransa'ya yakınlık duyan biriydi. 1794 yılında askeri ıslahat yaptığı zaman kurduğu yeni askeri birliklere; «Nizam-ı Cedid» adını verirken kimi tarihçilere göre Fransız İhtilali'nin kullandığı «Nouvel ordre» deyimini tercüme ettirdiği belirtilmektedir.

Fransız Devrimi'nin ideolojisi, imparatorluğun Müslüman olmayan kavimlerinde yeni ideallerin gelişmesinde gerçekten de etkili olmuştur. 1820'lerdeki Yunan Bağımsızlık Hareketi bunun çarpıcı bir örneğidir. Müslüman kavimlerde ise aynı düşüncelerin yayılması ve benimsenmesi yavaş olmuş ve ancak on dokuzuncu yüzyılın ortaklarından itibaren varlığını hissettirebilmiştir. 1789 İnkılabı'nın ardından Osmanlı Devleti'nin hıristiyan unsurlarının yoğun olarak yaşadığı Balkanlarda; Sırplar, Yunanlılar, Bulgarlar, Romenler arasında Osmanlı Devleti'nden koparak bağımsız milli devletlerini kurma fikri süratle yayıldı. İnkılabın etkisindeki ayrılıkçı aydınlar tarafından, milletlerin kendi kaderlerini tayin etme hakkı, çoğunluğun esas alındığı milli hakimiyet, fert hakları konuları halka işlenerek benimsetildi. Bu görüşlerin yaygınlık kazanmasında, daha çok azınlıkların gittiği batı tarzında açılan okulların tesiri büyük oldu. Bu okulları bitiren gençler, gelecekte ülkelerindeki milliyetçilik ateşinin meşalelerini taşıdı. Hiçbir önlem ve taviz, bu ayrılıkçı hareketlerin önüne geçemedi. Sırasıyla önce Yunanlılar, ardından Rusya ve batılı güçlerin yardımıyla Romen ve Sırplar, ardından da Bulgarlar bu kervana katılarak bağımsızlık sürecine girdiler. Şerif MARDİN'in de ifade ettiği gibi Müslüman topluluklar; milliyetçi fikirlerden, çok sonraları etkilendiler. Osmanlı Devleti'nin yıkılmasının artık herkes tarafından görüldüğü bir dönemde, başta İmparatorluğun itici gücü; Türk aydınları, İngilizlerin, siyasi emelleri uğruna kışkırttıkları bazı Araplar, Balkanlarda hıristiyan kıskaç ve tesirinde şaşkın ve güçsüz hale dönüşmüş Arnavutlar arasında milliyetçiliğin tesiri görüldü. Batının İslam dünyasını parçalamak amacını taşıyan siyasi amaçlarına hizmet edecek milliyetçilik anlayışı karşısında daima güçlü bir ümmet birliği ve İslam kardeşliği anlayışı yer almış ve bugün de bu anlayış ve tutum varlığını korumaktadır.

Fransız İhtilali'nin; Osmanlı Devleti'nin parçalanma sürecine girmesine yol açması yanında, devletin yeniden yapılandırılması adına girişilen gerek Tanzimat hareketleri gerek de Kanun-i Esasi'nin hazırlanmasında çok bariz etkisi görülmektedir. Nitekim, 1839 tarihinde ilan edilen «Gülhane Hatt-ı Hümayunu»nun mimarı Mustafa Reşid Paşa Fransa'da bulunmuş ve orada iken Tanzimat Fermanı olarak da bilinen fermanın maddelerini, Fransız İhtilali'nin ürünü olan «İnsan Hakları Beyannamesi»ne dayanarak hazırlamıştı. Öte yandan gerek Osmanlı'nın külleri üzerinde yükselen Cumhuriyet anlayışının yeşermesi ve devamındaki süreçte sosyal, siyasi kurumların şekillenmesinde Fransız İnkılabı esaslı rol oynamıştır.




Ahmet Meral’in Kısa Dünya Tarihi adlı kitabından alıntılanmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Siyahkaya Barajı / Silopi / Şırnak