2 Kasım 2024 Cumartesi

ROMA İLE ROMA İTALYA'SININ DİNİ

 



Görünüşe göre, tarihten önceki çağlarda İtalya, iki ayrı insan grubunun işgali altındaydı: Bunlardan birincisi Giritlilerle Kıta Yunanistan'ının Pelasg'larına yalan ve daha durağan olan Akdenizliler; ikincisi de Hindistan'ı, İran'ı ve Yunanistan'ı işgal edenler gibi kuzeyden gelmiş olan göçebe Hint-Avrupalılardı.

Roma'nın ve İtalya'nın dini eski bir yerli din olarak ortaya çıkmaktadır: fakat buna Hint-Avrupalılar, Etrüskler, Yunanistan ve son olarak Doğu tapınışları da bir şeyler katmışlardı. Sırası gelmişken, zaten kendileri de daha önce Hellen etkisi altına girmiş olan Etrüsklerin Roma'ya buyruklarını dinleten tek kavim olduklarını; Yunanistan'ın ise, gelişiminin çeşitli çağlarında Roma ve İtalya dinine etki yapmış olduğunu belirtelim.

Kutsal metin olarak elimizde ArvaTürküleri ile Salius Türküleri'nin eski parçaları vardır. (Arva'larla Salius'ler topluluk halinde toplanmış rahiplerdi). Ayrıca elimizde Sibylle Kehanetleri de vardır, ama bunların Mağrur Tarquinius'un Cumae'li Sbylle'den satın aldığı söylenen Sibylle Kitapları ile bir ilgisi yoktur. Tarquinius'un Sibylle Kitapları, M.Ö. 82 yılında, Roma yangını sırasında yanmıştır; bunların yerine, Yunan tapınışını benimsemiş putatapar Yahudiler tarafından yapılan sahteleri geçirildi. Salomon Reinach'a göre elimizde bulunan sahte nüshalar "Yahudiler tarafından yapılan sahte nüshaların Yahudi-Hristiyan taklitleridir."

Sırası gelmişken Sibylle'lerin Apollon'un hizmetinde cezbeli falcı kadınlar olduklarını söyleyelim. Bunların yaptıkları kehanetler Yunanlılar ve Romalılar tarafından olduğu kadar Doğulular ve İsrailliler tarafından da iyi karşılanıyordu. Bunların Sibylle olan adları, 

İbranicede tanrının mahpusu anlamına gelen Şebonel sözünden gelmedir.

Roma dini hakkındaki bilgilerimizi özellikle Latin edebiyatı · yazarlarına ve bu arada bilgin Varro'ya (M.Ö. 116 -27) -ki kendisi De rebus divinis (Tanrısal nesneler üzerine) adlı bir kitap yazmıştır Tarihçi Titus Livius'a (M.Ö. 59 - M.S. 19) ve son olarak "Fastes" adlı yapıtında bayramların takvimlerini yorumlayan ozan Ovidius'a (M.O. 43 - M.S. 16) borçlu bulunmaktayız.

Bu dinde birtakım Totemik kalıntılar vardır ki bunlar en başta (incir ağacı, bakla gibi) kutsal bitkilere ve kimi kutsal hayvanlara beslenen inançtır ve sonraki efsaneler de ayrı nedenlerle bunların üstünlüklerini kanıtlamaktadır. Bu hayvanlar, kendilerine yerleşecek toprak arayan Samnit'lere kılavuzluk eden kurt; Romulus'la Remus'u emzirmiş olan dişi kurt; Capitolium'u kurtarmış olan kazlar; birer falcılık hayvanı olan piliçlerdir.

Kimi aileler hala Totemik adlarını korumaktadırlar; (domuz anlamına porcus'tan gelme) Porcii'ler; (bakla anlamına faba'dan gelme) Faba'lar gibi. Lejyonların bayrakları üzerinde kurt, yabandomuzu, kartal tasvirleri vardır. 

Hem kutsal, hem kirli anlamına gelen Latince sacer sözü, tabu sözünün tam karşılığıdır. Kimi uğursuz günler vardır ki bunlarda tapınışla ilgili kutsal sözleri kesinlikle söylememek gerekmektedir; ayrıca uğurlu günler vardır. Bazı tanrıların adını söylemek, savaş sırasında ganimetlere dokunmak yasaktır.

Roma Animizmine göre insanın çevresinde çok büyük sayıda ruhlar vardır. Fakat hayal gücü zengin olmayan bu Animizm, bu ruhların yaşamlarına hiçbir şiirsellik eklememektedir. Yalnızca dakik bir takım tapınışların tıpatıp uygulanmasıyla bunları hoşnut ederek kullanma çarelerini araştırmaktadır.

Bu kişilikdışı güçler numen (çoğulu: numina) sözcüğü ile gösterilmektedir. Bunlar ilkel insanların mana diye adlandırdıkları nesnenin belirtilerini andırırlar ama dünyaya yayılmış bulunan maddenin birliği üzerindeki bir genel görüşe bağlı gibi değildirler. Ya maddi nesnelerin içinde yer almışlardır, ya da kesin olarak belirtilen bir takım eylemlere uygulanırlar. Örneğin tarlanın işlenmesine bir ruh, gübrelenmesine bir başka ruh, ikinci kez sürülmesine, tırmıklanmasına, zararlı otlarının ayıklanmasına hep ayrı ayrı ruhlar göz-kulak olurlar. Varro sınırlı yetkileri olan bu ruhları kuşkulanılmayacak tanrılar saymakta, bunları sahici tanrılar (Dei certi) diye adlandırmaktadır.

Her insanın kendi daemon'u özel genius'u vardı. Daemon'lar ikinci derecede tanrılar; iyi ve kötü ruhlardı. Genius'lar ise ömrü boyunca insandan ayrılmazlardı. Her kadında döl bereketini sağlayan bir güç (juno) vardı.

Mülkleri birbirlerinden ayıran bir sınır ruhu (tenninus); bir kapı ruhu (janus); bir ocak ruhu (vesta) vardı. Toprakla evi koruyan ruhlara lar, yemek dolabını koruyan ruhlara penus adı verilirdi. Evden taşınıldığı zaman lar'lar başkalarına bırakılır, fakat penus'lar birlikte götürülürdü. Penus'lar aile bireylerini korurlar, köleleri korumazlardı; daha halkçı olan lar'lar ise köleleri de korurlardı.

Romalılar ölümden sonraki yaşama inanmaktaydılar. İlk çağlarda ölüler, ocağın altına gömülüyorlar ve onu koruyorlardı. Ölülerin ruhlarına saygı göstermiş olmak için bunlara (manes) yani iyi'ler adı veriliyor, armağanlar sunuluyordu. Düşman ölüleri (lemures'leri) yatıştırabilmek için kimi törenler yapılıyordu.

Animizmin yanısıra büyücülük de vardı. Romalı tasvirler, davranışlar, sözcüklerle ortaya çıkmasını arzuladığı gerçeği yaratmak düşüncesindedir. Yeni kurulan kentlerin savunmasını sağlamak için bunlar büyülü bir çemberle kuşatılır; örneğin, geleceğin Roma'sı olan Romulus için bu, böyledir; bu çemberin sınırını aşma yasağına uymadı diye de Remus'u öldürür.

Bazılarını Arval (bu söz, tarla anlamına mva'dan gelmedir) rahipleri topluluğunun yönettiği tarım bayramları bitlcilerin üremesine, hasadın ve bağbozumunun başarılı geçmesine yardım eder. Başka rahipler olan lupercus'ların (kurt anlamına lupus ve itmek, sürmek anlamına arcere'den) ilkin başlıca görevleri, lupercalia diye adlandırılan bayramlarda bir çember çizecek tarzda koşmaktı. Bu çemberi kurtlar hiçbir zaman geçemeyeceklerdi, bayramın amacı da buydu. Rahipler büyülü gücün yayılışını hiçbir şey engellemesin diye, çıplak olarak koşarlardı. Sonradan lupercus'lar özellikle kadınlarda döl bereketinin harekete getirilmesi işinde çalıştılar: Doğum yapmaya elverişli hale getirmek için kısır kadınları teke derisinden kırbaçla döverlerdi.

Başka bir topluluk olan Salius (sıçramak anlamına safire' den) rahipleri zıplayıp sıçrayarak, şarkılar söyleyerek kutsal danslar yaparlar, bir yandan da silahlarını gürültüyle birbirlerine çarparlardı: Böylece savaşların gürültüsünü taklit ederek, düşmanın bozgununu hazırlarlar; ayrıca mızraklarla kalkanları da büyülü güçle doldururlardı.

Yavaş yavaş ruhlar da tanrı haline gelmeye başladı. Fakat bu tanrılardan kimileri ruhen edinmiş oldukları tarafsız karakteri korudular. Romalılar bazen, tanrı ya da tanrıça olduklarını bilmeksizin, bunlara dua ederler, o zaman: sive Deus, sive Dea (ister tanrı ol, ister tanrıça) derlerdi.

Kadınları koruyan bütün ruhlar, belki de çok eski bir anaerkil dönemden başlayarak, tanrıça Juno'da toplanmışlardı (Nitekim, Roma da dişil bir addır). - Tanrı Terminus, mülkleri ayıran sınır taşlarının ruhlarını kendinde toplardı. - Kapıların çok sayıdaki ruhları Janus'ta toplanırdı. Bu, ulusal bir Janus'tu ki, forum'un üzerine yerleştirilmişti. İki yüzlü olarak betimlenirdi. Bir yüzü kente; öteki yüzü de hiçbir yabancı giremesin diye, dışarıya göz-kulak olurdu. Bu tanrının tapınağının barış zamanında kapalı olan kapıları, savaş sırasında açık dururdu: Çünkü savaşçılara kentlerine girme olanağını vermek gerekti; kapının kapalı olması ise korkunç bir kehanet demek olurdu: Bu, hiçbir savaşçının ölümden kurtulamayacağı anlamına gelirdi. - Yine çok sayıda olan ocak tanrıları da Vesta adlı bir tek tanrıça haline geldiler: Bunlara kulübe gibi yuvarlak bir tapınakta tapılırdı. Bu, Roma'nın en eski tapınağıydı, buradaki ayinler, el değmemiş, afif Vestal'ler tarafından yapılır, bunlar aynı zamanda kutsal ateşin de aralıksız olarak yanmasını sağlarlardı. Bütün ilkel ruhlardan yalnız erkeklerin genius'u, her kişiye özel olarak kalmıştır; bu da belki erkeklerin kadınlarınkinden bambaşka görevleri olmasından ileri gelmekteydi. 

Bir de köy tanrıçası vardı ki adına İyi tanrıça (Bona Dea) denirdi ve Roma yakınındaki kutsal bir ormanı korurdu; Arval rahipleri topluluğu bu tanrıça onuruna ayinler yapardı. Yunanlıların Herakles'i ile ancak çok sonra kaynaşacak olan Hercules adlı tanrı ise aile babalarının koruyucusuydu.

Epey eski olan bu tanrılara sonradan yenileri de katıldı. Zafere tek bir şefle ulaşan Hint-Avrupalılar bu büyücü ve savaşçı şefi belki de tanrılaştırmış olsalar gerek. Başarılı bir general tanrılar gibi saygı görür, tanrı urbası giymiş ve dört atlı bir tanrı arabasına binmiş olarak halka görünürdü. Buna karşın, büyücülük gücünün yetersiz olduğu anlaşılan şef de öldürülürdü. Nitekim J.G. Frazer, tüm Roma krallarının acıklı biçimde öldürülmüş olmalarında, dinsel bir adetin yerine getirilmiş olmasını neden olarak görmektedir.

Kesin olan şu ki Hint-Avrupalılar Yunanlıların Zeus'larına kıyaslanabilecek olan çok güçlü koruyucularını, halkın yüce tanrısı, Evrenin yüce tanrısı Jüpiter'i de birlikte getirmişlerdir.


Jüpiter'le birlikte Mars ve Quirinus bir üçlü halindeydiler: Mars savaşçı (milites) vatandaşların; Quirinus da barışçı (quirites) vatandaşların, barışın tanrısıydı. Dumezil'e göre Mars adı, (ölüm anlamına mors'a yakın görünmektedir ve bir savaş tanrısına yakışanı da budur. Bununla birlikte rençberler de çoğu zaman Mars'a yalvararak tarlalarını tehdit eden afetlerle savaşmasını isterlerdi. Tersine olarak, Quirinus'un da az-çok askeri bir rolü vardı. Çünkü savaşçının başarısı için, cephe gerisinin de iyi işlemesi şarttı. Quirinus Mars'ı besleyip bütünler, özellikle ona, milites haline sokması için, kendi quirites'lerini verirdi.

Ayrıca Roma Pantheon'u (Tanrıevi) çok geçmeden yabancı tanrıları barındırmaya başladı: Bunların başında Faleria'nın antik tanrıçası olup Etrüsk'ler tarafından benimsenerek Roma'ya da kabul ettirilen Minerva vardı; sonradan bu tanrıça, Athena ile eş tutularak işçilerin tanrıçası oldu, fakat hiçbir zaman politik ya da savaşçı bir tanrıça haline gelmedi; eski Jüpiter-Mars-Quirinus üçlüsünün yerini Jüpiter-Juno- Minerva üçlüsü aldı; tapınağı Nemi gölünün yakınında olan Diana da Etrüsk'lerin kabul ettirdikleri bir tanrıçaydı, sonradan Artemis ile eş tutuldu; Nemi tapınağının rahibi ruhani görevinin başına kendinde öncekini öldürerek gelirdi; - Fortuna, kader ve kehanet tanrıçasıydı; Ardea tanrıçası olan Venus, Roma'daki Juno gibi, döl bereketi sağlayan ruhları kendinde toplamıştı ama bu ruhlardan her biri, ilkin bir kadında yerleşmiş bulunmaktaydı; sonradan Venus Athena ile eş tutuldu.

Athena, Artemis ve Aphrodite ile birlikte Yunanistan'dan başka tanrılar da gelmişlerdi ki şunlardı: Apollon; Poseidon, Neptunus'a bağlanır; eskiden akarsuların tanrısı olan Neptunus, bunun üzerine Okyanus tanrısı olur; Herakles, Hercules'le eş tutulur; Hermes, Mercurius'a bağlanır vd. (Mercurius, adını mal anlamına nwx'ten alır; bir ticaret tanrısına yakışanı da budur).

Hellen efsanelerinin gelişinden önce, hayal güçleri çok kısır olan Romalıların kendi tanrıları ile ilgili efsaneleri yoktu; bunun üzerine Yunan efsanelerini benimsediler.



Tapınış ailevi ve ulusaldı.



Dindar Romalı ailesini, hatta kölelerini evin ortasında, ocakta toplayıp dua eder ve evcil tanrılara yiyecek öteberi sunardı.

Resmi tapınış ise politik yaşamla sıkı ilişki halinde bir yol ve yöntem zinciriydi. Rahipler kamu tapınışını yaptırmakla görevli Devlet memurlarıydılar.

Rahiplerin başında eskiden kral bulunmaktaydı, sonradan onun yerini kurbanlar kralı denen kimse aldı. Kralın hemen arkasından üç flanün yani üfleyici gelirdi ki bunlar kutsal ateşi yakmakla görevliydiler ve Jüpiter'in, Mars'ın, Quirinus'un hizmetindeydiler. Onların ardında pontifex'ler vardı: Adlarından da anlaşılacağı üzere bunlar başlangıçta köprüleri yapmakla görevliydiler, sonradan da tüm ulusal tapınışı yönetir oldular. Krallığın kaldırılmasından sonra Büyük Pontifex (Pontifex maximus), tüm rahiplerin en güçlüsü haline geldi.

Augur'lar, kuşların uçuşlarını inceleyerek tanrıların buyruklarını bildiriyorlardı.

Roma dini antik çağdan başlayarak ateşli düşmanlarla karşılaştı. Bunların en güzel konuşanı Yunan filozofu Epikuros'un bağımsız öğrencisi olan büyük ozan Lucrecius (M.Ö. 98-55) du. Lucrecius De natura renını (Nesnelerin niteliği üzerine) adlı yapıtında, mutsuz insanlığa karşı dinin işlediği cinayetlere, döktürdüğü gözyaşlarına saldırarak şöyle diyordu:

"Dindarlık, başını örterek sık sık bir taş heykel önünde secdeye kapanmaktan ibaret olmadığı gibi ..., mezbahaları hayvanların kanlarıyla doldurmaktan da ibaret değildir; asıl sofuluk, bütün olayları yatışmış bir ruhla seyretmeye denir."

Lucrecius aynı yapıtında, tanrı tanımayan bu şiirini biraz da alaylı bir biçimde, bir tanrıçaya, Venus'a yalvarmak için yazdığını söylüyordu: O Venus ki, insanların ve tanrıların şehvet kaynağıdır, ... doğanın tek hükümdarıdır ..."

Resmi dinin artık doyurmadığı başka insanlar ise kaygılarını felsefi düşüncelerden değil de, mistik duygulardan medet umarak yatıştırmaya çalışıyorlar, bir takım Doğu tapınışlarına yöneliyorlardı. M.Ö. IV. ve III. yüzyıllardan itibaren Roma'ya girmeye başlayan ve tutucuların direnmelerine karşın da ülkede, özellikle kadınlar, köleler ve yabancılar üzerinde gittikçe artan bir etki yapan bu tapınışlar şunlardı: Kibele ve Attis kültü; Oziris, Izis, daha sonra Serapis kültü; Suriye'den gelme Güneş kültü (Bu kült özellikle Suriyeli imparatorlar tahta çıktıkları zaman yayıldı. Aurelianus yenilmez Güneş (Sol invictus) için bir tapınak yaptırdı); Mithra kültü. Çoğu zaman bu tapmışlar birbirleri içinde eriyerek bir çeşit mistik senkretizm meydana getirirlerdi.

Bu tapınışların herbiri ve tümü ruha bir takım doyumlar veriyorlardı ki bu, pek çorak olan resmi dinde yoktu. Geçitler, şarkılar, müzik insanın duyularını büyülüyordu. Evren üzerindeki yüce görüşler, insanın ruhunu vecde getiriyordu. Müminleri birbirine bağlayan tatlı kardeşlik, tanrısal nesneye bu dünyadan başlayarak ulaşmayı mümkün kılan cezbe ve ahrette sürülecek mutlu yaşamın umudu yüzünden, insanın gönlü hoş bir heyecanla dolmaktaydı.

Kimi lehte, kimi aleyhte olan birçok belgeler, bu tapınışların ruhlar üzerinde yarattıkları derin etkiyi bize göstermektedir. Bu gözlemlerin pek dokunaklı olan kimileri bize Latin ozanlarından gelmektedir. Sevgili Delia'dan ayrılmış olan Tibullus (M.O. 54 -19) onun "sırtında keten urbalarla, saçları çözük ve dağınık olduğu halde" İzis tapınağında bu tanrıya boş yere iffetli geceler ayırmasından sızlanmaktadır. Juvenalis, (M.S.42-125) ise kadınlar üzerine yazdığı ünlü Yetgi (hiciv) de alaylı değil de öfkeli bir eda ile "hoşgörür bir tanrı olan İzis'in tapınağındaki gizli buluşmalara, Kibele'nin hadım rahiplerinin gördükleri büyük saygıya, bu rahiplerin sofu kadınlara kimi büyük günlerde sevişmekten sakınmak için verdikleri buyruklara çatmaktadır: Eğer sofu kadın bu buyruğu dinlemezse, rahipler Oziris'i yatıştıracaklarına söz veriyorlardı: "Çünkü bu tanrı semiz bir kaz ve küçük bir çörekle kolayca kandırılabilmekteydi..."

Tutucu Romalılar bu dinlerin yaptıkları etkiden kaygılanmaya başladılar. Bu hal karşısında bir tepki olarak, Roma tapınışını göklere çıkardılar. İmparatorluk döneminde bu tapınış, hükümdarlara tapınış halini aldı. Uzun zaman döne dolaşa, iş yine ilk çağlardaki hükümdara tapınış haline girdi. Horatius (M.O. 64-8) de Virgilius (M.Ö. 70-19) adlı ozanlar dünyaya barış gibi eşsiz bir nimet bahşetmiş olan imparatoru övmektedirler. Halikarnas'taki bir yazıt, savaşlara son verip her yanda dirlik düzenliği egemen kıldığı için Augustus'u övmektedir; yazıtta "bizim ve bizden sonrakilerin kurtarıcısı, tüm insanların kurtarıcısı" dendikten sonra şunlar eklenmektedir: "Tanrının doğum günü, dünya için onun getirdiği müjdelerin başlangıcı oldu." Bu yazıtta müjde, iyi haber anlamına kullanılan Yunanca evangelion sözü ise büyük bir geleceğe adaydı: Evangile yani İncil adı bundan çıkacaktı çünkü.

Bununla birlikte, öteki Doğu tapınışlarıyla birlikte Roma'ya girmiş olan bir din, imparatorlara tapınışın karşısına dikilecekti; başarılı olduğu anda da hem imparatorlar kültüne, hem de öteki "putperestçe boş inançlara" son verecekti: Bu din, Hristiyan diniydi.

Söderblom Roma dininin "yoksulluğuna" karşı çıkmamakla birlikte, "bir itaat ve ahlaki güç okulu" olduğu için bunu övmektedir. Romalılar yalın, çekici ve içten dindarlığı en çok evcil tapınışta meydana çıkmaktaydı. "Öte yandan, İmparatora tapınışla birleşen Jüpiter kültü, "büyük bir evrensel imparatorluk içinde, bir çeşit evrensel din haline geldi." Bu bakımdan Roma dini kendisine üstün olan bir dinin, Hristiyanlığın yayılmasına yardım etmiştir. 



Felicien Challaye dinler tarihi

Çeviren: Samih Tiryakioğlu


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Siyahkaya Barajı / Silopi / Şırnak