Türkler Budacılığa Burkancılık (Burkan dini) Buda'ya da Burkan diyorlardı. Buda'nın öğretisinin ne zaman Türkler arasında yayılmaya başladığını kesin olarak bilemiyoruz. Ancak Çin kaynakları Türklerin Budacılık ile ilişkileri konusunda az da olsa bilgi veriyor. Budacılığı benimseyen Türk kavimlerinin başında Uygurlar gelmektedir. Ancak Uygur Türklerinden önce Budacılık Hunlar ve Göktürkler arasında az da olsa bir ilgi görmüştür. Büyük Türk hükümdarı Bumin Kağan'ın ikinci oğlu Murhan Kağan (553 - 572) bir Budacı tapınağının yazıtında dine inanmış bir kişi olarak anılıyor. Muhan'ın küçük kardeşi To-po (572-581) zamanında Hui-lin adında bir Budacı keşiş, Ts'i hanedanı tarafından Göktürklere yollanır. Keşiş kağana Budacılığı kabul ederse, halkının huzur ve refaha kavuşacağını söyler. Kağana bir Budacı tapınak yaptırmasının yine halkının huzuru ve rahatı için gerekli olduğunu da ekler. Ancak Budacı keşişin bu girişimi sonuç vermez. Kağan To-po, kendisine keşiş gönderen Ts'i hükümdarına birkaç Budacı metni göndermesi için hediye gönderir. Ts'i hükümdarı Budacı Nirvana-sutra'yı çevirttirip Kağana gönderir.
Aynı dönemlerde, Türklerin Batı'da Buda diniyle karşılaştıklarını görüyoruz. Ancak bu defa üstatları Çinliler değil Soğutlar (Sogdlar) idi. 552 - 576 yılları arasında hükümdar Bumin’in kardeşi İstemihan, vali olarak devletin batı kısmını yönetiyordu. Yönettiği topraklar içinde Soğut (Sogd) ülkesi ve Afganistan'ın kuzeyi de bulunmaktaydı. Bu yörenin kentlerinde Budacılığın Hinayana mezhepi yaygındı. Ancak bu kentlerde Budacılığı benimseyenler genellikle yönetici ve soylu kimselerdi.
Orta Asya'da Budacılığı benimseyip budinden yaptıkları çevirilerle, zengin bir edebiyat birikimi oluşturan Türk topluluğu Uygurlar olmuştur, Uygurların Budacılıkla temasları 7. yy. da başlamış ancak daha sonra devlet dininin Mani dini olması ve ülkenin ileri gelenlerinin Mani dininin koruyuculuğunu yapmaları nedeniyle Budacılık Mani dini kadar etkin bir din olamamıştır.
Ancak Uygurlar 840 yılında uçsuz bucaksız bozkırların hakimiyetini Kırgızlara kaptırınca Uygur tarihi açısından yeni bir dönemin başlangıcı olmuştur, Uygur boylarının büyük bir kısmı bozkır yenilgisinden sonra Çin'in Türkistan bölgesine göç etmişler, bir kısmı da (Kan-Chou Uygurları) Kansu kenti yakınında yeni bir Uygur devleti kurmuşlardır. Çin'in Türkistan bölgesine giden Hoça (Kau-Chang, Turfan) Uygurlarının merkezi Hoça kenti idi. Hoça Uygurlarının yerleştiği bu bölgelerde yerleşik zengin bir medeniyetin varolduğu bilinmektedir. Bu bölgenin kuzey İpek Yolunun batı kısmında Hint - Avrupa boyları, Kuça ve Hamil bölgesinde ticaretle uğraşan Soğutlar (Sogdlar), Kuça'dan Turfan'a kadar olan bölgede ise Toharlar yaşıyordu. Çinliler de bu bölgelerde yaşamlarını sürdüren diğer bir topluluktu. Bütün bu bölgelerde yaygın olan din Budacılıktı. Budacılıkla birlikte az sayıda Hıristiyan ve Mani dininin izdeşçileri de vardı.
Uygurlar bu bölgeye göç ettiklerinde Budacılığa yeniden geçmeleri zor olmamıştır.
Uygurların (Kan-chou - Sarı Uygurlar) göç ettikleri bir başka bölge ise Tibet ve An-hsi bölgesidir. Bu bölgenin merkezi Kansu (Kanchou) kenti idi. Bu bölgenin asıl özelliği Budacılığın en fazla yayılmış olduğu bir bölge olmasıdır. Tun-huang (Bin Buda) mağaraları bu bölgededir. Bu yüzden Uygurların eski dini Manihaizm (Manicilik) burada uzun süre yaşamamış ve Uygurlar aşağı yukarı 100-150 yıl önce bozkır bölgesinde tanıştıkları Budacılık dinine yeniden dönmüşlerdir.
Budacılığın her iki mezhebi de Türkler arasında yayılmıştır. Ancak Mahayana Budacılığının daha çok yaygın olduğunu görüyoruz. Bu bölgelerde 19.yy. başından itibaren yapılan araştırmalarda Uygurlara ait çok sayıda Budacı metin bulunmuştur. Bunlardan en önemlisi Maytrısımıt'tır. Bu metinin XII. yy.'ın ikinci yarısında Toharcadan çevrildiği sanılmaktadır. Maytrısımıt (skr. Maitreyasa-matı) Budacıların mehdisi Maiteraya ile gerçekleşecek buluşmayı anlatır. Bu eser yalnızca okunmak için değil aynı zamanda dini bayramlarda oynansın diye de yazılmıştır. Pazar yerlerinde veya Budacı tapınakların önünde toplanan halka bu eser Budacı keşişler tarafından oynanırdı. Canlandırılması mümkün olmayan sahneleri, örneğin ilahların, doğa üstü güce sahip yaratıkların konuşmaları, olaylarla ilişkisi anlatılırken büyük panolar halinde resimler gösterilirdi.
Uygurlar XIV. yüzyılın başına, bölgenin bütünüyle İslamlaşmasına kadar Budacılığa bağlı kaldılar. Bu dinin bellibaşlı yapıtlarını Çince, Tibetçe, Toharca, Sogdca ve Sanskrit dilinden eklemeler yaparak ve genişleterek çevirmişlerdir. Çeviri yaparken karşılığı bulunmayan yabancı kelimelere büyük bir özenle yeni kelimeler türetme yoluna gitmişler, dilin mevcut imkanlarından yararlanarak yeni kavramlar oluşturmuşlardır. Bunun yanında bu metinlerde bol miktarda yabancı kelimelere de rastlanır. Ancak yeni kelime türetme çalışması İslam dini kabul edildikten sona durmuş, Arapça ve Farsçadan alıntılara daha çok yer verilmiştir. Bu da Türk dilinin gelişimine, düşünsel yapının zenginleşmesine büyük bir darbe olmuştur.
Uygur metinlerinde görülen özelliklerden birisi o döneme kadar Türkçede karşılığı bulunmayan soyut kavramlara karşılık bulunmasıdır.
Bu metinlerde görülen bir başka özellik te hiçbir Budacı edebiyatta görülmeyen canlı dış dünya tasviridir. Aşağıya aktardığım “Öyle Yerlerde” adlı şiir bunun güzel bir örneğidir.
"Birbirine bağlı duran kat-kat dağlarda
Sakin ve tenha aranyadana'da ardıç ağaçları altında,
akar sular boyunda;
sevinç içinde uçuşan kuşçukların toplandıkları,
bir araya geldikleri yerde hiçbir şeye bağlanmadan, huzura kavuşmalı
işte öyle yerlerde!
İç-içe, derin, kat-kat, kıvrım-kıvrım dağlarda, eski, kadim arany adana'da
Yüksek, yekpare kayalıkların baskısı altında, tam bir sessizlik içinde,
imirt, çoğurt ağaçları arasında, incecik suların kıyısında
hiçbir şeye ilinmeden, dhyana’ya dalmalı işte öyle yerlerde!
Derin dağların köşesinde, eteğinde, sevimli arany adana'da
süzülüp akan sular arasında ıp-ıssız bir tenhalıkta
Sekiz türlü yel ile kımıldanmadan Orada sükûn içinde
sabırla, yalnızca töre huzurunu tatmalı işte öyle yerlerde!
Gögerip duran güzel dağlarda, gönlün hoşlandığı tenha yerlerde Kesif,
sık söğütlükler içinde, kaynayıp köpüren göller arasında
başta göz olmak üzere, bütün hasselerden sıyrılıp
her şeyin göründüğü, bilindiği gibi olduğu yerde
hiçbir arzu beslemeden, huzur tatmak işte öyle yerlerde!
Mart / 95 - İstanbul
ESKİ METİNLERE GÖRE BUDİZM
(BUDACILIĞIN DİYALEKTİK YORUMU)
WALTER RUBEN
Hazırlayan: LÜTFÜ BOZKURT
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder