25 Ocak 2022 Salı

TÜRK MİTOLOJİSİ'NDE KUŞLAR

 





Türk Mitolojisi'nde kuşlar bir totem olarak yer almazlar. 24 Oğuz boyu sıralanırken her dört boy için bir kuşun ongon olarak belirtilmesinde Moğol tesirini sezmek mümkündür. Çünkü bir orman kavmi olan Moğollar, aslında 'asalak' ekonomiye bağlı, ailede ana hukukunun hakim olduğu, aynı zamanda 'totem' telakkisi içinde yaşayan bir topluluktu. 'Ongon' sözünün kökü 'ong' Türkçeyse de, tabir olarak 'ongon' Türkçe değildir ve gerçekte de Moğollardan önceki Türk dili vesikalarının hiçbirinde geçmemektedir. Cami'üt-tevarih'te Oğuz boylarının ongonları olarak gösterilen kuşlar da Moğol tesirinden  önceki devirlerde,  aynı Oğuz  boyları listesini veren  Kaşgarlı Mahmut'un eserinde (burada Reşid'üd-din'deki damgalar aynen mevcut olduğu halde) yoktur. Burada ongonun totem anlamı değil arınal sembol anlamı geçerlidir. Çünkü gerek Reşid'üd-din'in eserinde, gerekse Ebulgazi Bahadır Han'ın Seeere-i Terakkime'sinde ongon olarak belirtilen kuşlar, Oğuz boylarının kaynağı, tatemi olarak kabul ettikleri varlıklar değil, yalnızca bir arına olarak benimsedikleri kuşlardır. Her boyun kendisinin tanınmasını sağlayacak bir arına/ simge olarak bayrağında bulundurduğu kuşu vardır.

Şunkar: Kayı Boyu 

Ügi: Bayat Boyu

Köykenek:  Alka evli  Boyu 

Göbek Sarı Kuşu: Kara evli Boyu 

Turumtay: Yazır Boyu

Kırgu Kuşu:  Yapar  Boyu 

Kızıl Kaçıgay: Dodurga Boyu 

Köçken: Döger Boyu

Cure Laçin: Avşar Boyu 

Sarıca: Kızık Boyu 

Bahri: Beg Dili Boyu

Su Bürkütü: Karkın Boyu 

Ala Toğanak: Becene Boyu 

Buğdayık: Çavuldur Boyu 

Humay: Çepni Boyu 

Bürküt:   Salur  Boyu 

Encari: Eymür Boyu 

Yagubay: Bügdüz Boyu 

Toygun: Yıva Boyu

Cure Doğan: Kınık Boyu


Çin kaynaklarına göre içlerinde Türklerin de bulunduğu kuzeyli göçebelerin bayraklarında yırtıcı kuş, ayı, kaplan gibi motifler de görülüyordu. Bir totem olmasa da bir doğanın Kırgızlardan bir kabilenin türemesini sağladığına dair efsane vardır. Bu efsaneye göre, "Kırgız kabilelerinden  birinin bir atası ve bu atanın da üç karısı varmış. Bu üç kadından en küçüğü gece uyurken bir rüya görmüş. Çadıra bir avcı doğan gelmiş ve yatağının etrafında uçarak dolaşmış. Sonunda nasıl olmuşsa kadın gebe kalmış. Bu Kırgız kabilesini idare eden reislerin hepsi de bu küçük kadının soyundan gelirlermiş:'


Yaratılış destanlarından Yakutların "Balıkçıl ve Yaban ördeği Efsanesi"nde, Ana Yaratıcı bir dünya yaratmaya karar verir ve ana maddesi toprak olacak bu yaratma olayında kırmızı boyunlu balıkçılla yaban ördeğini denizin dibinden toprak getirmeleri için görevlendirir. Yaban ördeği denizin dibinden toprakla döner ve Ana Yaratıcı bu toprakla dünyayı yaratır. Balıkçılsa denizin dibinden toprak getiremediği için Ana Yaratıcı tarafından cezalandırılır; yeryüzünden kovulur ve suda yaşamaya mahkum edilir. Yakutların bir başka yaratılış destanında denizin dibinden toprak çıkarma görevi, Tanrı tarafından şeytana verilir. Şeytan, bir kırlangıç olarak denizin dibine  dalar ve toprağı çıkarır.

Yenisey yaratılış destanında, uçsuz bucaksız su üzerinde (Tanrı'nın yerine) bir şaman kuğularla, kırmızı boyunlu kutup balıkçıl kuşlarıyla ve daha nice nice su kuşlarıyla uçup durmaktadır. Arkadaşları da halkı da hep su kuşlarıdır. Yaratma işinde Tanrı'nın yerini alan şaman, bu destanda denizin dibinden toprak çıkarma işini balıkçıla verir. Balıkçıl ancak üçüncü dalışında bir parça çamur çıkarabilir ve şaman bu çamurdan bir ada yaratır.

Yaratılış destanlarında kuşları deniz dibinden toprak çıkarma işini gerçekleştiren varlıklar olarak görmekteyiz; yani yaratılışta aktif rol almışlardır. Diğer bir özellik de bu varlıkların suda yaşayan kuşlar olmalarıdır. Şu Destanı'nda Hakan Şu, "Gümüş havuzunu sefere çıksa bile yanına alır, konakladıkları yerlerde içine su doldurtur, kazlar ve ördekleri su dolu gümüş havuza salar, onlarla oyalanırdı, eğlenirdi. Kazların ve ördeklerin gümüş havuzda yüzüşlerini seyretmek hakanı dinlendirirdi; dinlenirken seferle, milletin geleceğiyle ilgili tasarılar hazırlardı."

Suda yaşayan bir hayvan olarak kaz da Türk mitolojisinde önemli bir hayvandır. Altay şamanlarının davulları üzerinde kazla kartal resimleri bulunurdu. "Kaz, Türk Mitolojisi'nde çok akıllı ve bilgiç bir kuştur. O, Şamanizmin kanun ve adetlerini iyi bilir. Kam'a hangi ilahı ziyaret etmesi, hangi yoldan gitmesi ve ilahın huzuruna nasıl çıkılması gerektiğini öğütler. Kaz, Brahma'nın olduğu kadar, Kam'ın da binek kuşudur. Kam önce davulunu at gibi kullanır, sonra at yoruldu diyerek atı bırakıp kaza biner. Şimdi davul kaz olmuştur ve gökyüzünün yüksek katlarına Kam'ı taşır. Kaz, güneşin doğacağını bildiren elçi kuştur, tan kuşudur. Kozmolojide o bir yıldızdır. Yani Tan yıldızı veya Sabah yıldızı veya Zöhre veya Venüs; ki İran Mitolojisi'nde elinde mandoline, saza benzeyen çalgısıyla bir genç adam gibi tasvir edilir:' Kısmen Türk oldukları anlaşılan Choularda yabani kaz yüksek mertebeli kimselerin; kaz ve korday (kuğu) Türklerde beylik ve kut timsaliydi. Bu timsal belki su kuşlarının çok bulunduğu Kuzey Asya ikliminde doğmuştu. M.Ö. ikinci bin yılda Shang devri kâhinlerinin koyun kürek kemiklerine piktogramlarla (bir eşyayı, bir objeyi, bir yeri, bir işleyişi, bir kavramı resmetme yoluyla temsil eden sembol) yazdıkları kehanetlere göre, yırtıcı kuşlar ve büyük su kuşları gök tanrısının bir şekli sanılıyor ve bunların önüne atılan yılan ve başka kurbanlar gök tanrısına verilmiş sayılıyordu. Granet'nin vardığı neticelere bakarak "sarı kuş" denen ve kulağa benzer tüyleri olan büyük baykuş veya kerges ve çaylak gibi kuşlar, gök tanrısının kendisi veya kızı sayılıp bunların önüne insan kurbanları, bilhassa küçük kız çocukları atılıyordu. Bu kurban merasimleri, ateş unsuru ve şimşekle yırtıcı kuş ve mefhumlarının zirvede olduğu sanılan yaz tahavvülündeki bayramlarda ve hükümdar cenaze merasimlerinde mezarı takdis için icra edilirdi. Brentjes'in işaret ettiği Chou devri bir eserde pençelerinde bir insan tutan ve başındaki iki tutam tüyü bir çift sivri kulağı andıran kartal-baykuş tasviri, belki insan kurbanı olarak görülmelidir. İç Asya göçebe sanatındaysa, daha ziyade geyik veya dağ keçisi cinsinden hayvanlar kaçıran yırtıcı kuş veya kulağa benzer tüyleri olan kuş görülür. Başkurt folklorunda "Semrük" iki başlı bir kuş olarak tasvir edilir. "Bir başı kişi başı gibi olup kişi dilince konuşur. 'Mengü Suyu'nu içmiş, ölmez. Kafdağı'nın tepesinde yaşar. Göllerde bulunan ejderhaları kapıp Kafdağı'na atar:'

Kuş, Türklerde Gök Tanrı'nın idaresindeki bir varlıktır ve kutsaldır. Bundan dolayı da kuş, insan için uğurlu bir canlıdır ve insana  iyilik sağlayan bir yanı vardır. Diğer yandan kuş, Şamanizm inancı içerisinde ölen birinin ruhu olarak değerlendirilir, "ölen kişilerin ruhlarının bir kuş olarak göğe uçmaları Türklerde oldukça yaygın bir düşüncedir:' Türklerde kartalın ve doğanın önemli bir yeri vardır. '"Yakutlara göre, göğün en üst katında ve göğün yere açılan kapısında, yeri göğü bağlayan Dünya Ağacı'nın tepesinde çift başlı bir kartal   otururdu. Göklerin korunması bu kartalın vazifesiydi:' Yine "Yakut Türklerinde ant, kartalın adıyla içilir. Evlerinin çevresinde kartal gören Yakutlar ona et ziyafeti çekerler. Yanlışlıkla bir kartalı öldürürlerse cenazesini törenle şamana kaldırtırlar. Asya'da bebeksiz kadınlar, kendilerine yavru bağışlaması için kartala yalvarırlardı."

Dede Korkut hikayelerinden Kanglı Kocaoğlu Kan Tural’ıyla Kan Turalı'nın yiğitleri bir kartal olarak tasvir ederler:

"Kapkayalar başında yuva tutan Kadir ulu Tanrı'ya yakın uçan

Mancınığı ağır taştan vızıldayıp müthiş inen Arı gölün ördeğini şakıyıp alan


Koca Üveyik dipte yürürken çekip yüzen Karıncığı aç olsa kalkıp uçan

Cümle kuşlar sultanı kartal kuşu Kanadıyla saksağana kendisini bağırtır mı?

Alp yiğitler savaş günü hasımından kaygılanır mı?"


Yuvasını yalçın kayalar üzerine yapan, çok yükseklerde uçan kartalın aynı zamanda avcı kuşlar türünde bulunması ona bir kutsallık izafesine sebep teşkil etmiş olabilir. Belki de bu sebepten İlk ve Orta Çağlardan itibaren çok yaygın görünen (eski Doğu kavimlerinde, Slav devletlerinde, Bizans'ta, Batı devletlerinde) kartal tasvirinin Türklerden geldiği ileri sürülmüştür. 5. yüzyılda Attila'nın Hun İmparatorluğu'nda kartal, en yüce gök tanrısı sayılıyordu.

Her Oğuz boyunun ongun/sembol olarak birer doğan türü vardır. Yine Türk soyundan gelen Bulgar Ranları, sembol olarak ellerinde birer doğan tutar şekilde tasvir edilmişlerdir. "Peçenek Türklerine ait eserler üzerinde de ellerinde doğan tutan atlılar görülüyordu. Altınordu Han'ı Toktamış Han, bir doğan türü olan kendi kara laçiniyle öğünüyordu. Türk devletlerinin savaş sembolü olan ucunda at kuyrukları asılı gönder, tuğ, bir bozdoğanla birlikte gökten düşmüştü. Bunun yorumu ve manası, Tanrı Türklerin devlet, ikbal ve hakimiyetleri için buyruğunu bir bozdoğanın güçlü pençeleriyle gönderiyordu. Burada bozdoğan Tanrı'nın bir elçisi gibiydi. Ay ve güneşi pençeleriyle tutan bir doğan Cengiz Han'a hanlığını müjdelemişti. Görülüyor ki Türk kültür çevrelerine yakın geleneklerde doğan yalnızca bir av kuşu ve sembol olarak kalmıyor; Türk devletleriyle Tanrı arasında gidip gelen kutlu bir elçi gibi görülüyordu. Yiğit Ak Kübek'in avcı kuşları, ay ve güneşe kadar uzanan dallar üzerinde  tünüyorlardı.

Türk Mitolojisi'nde güçlü doğanlar, alıcı kuşlar ve karakuşları kartallar yer alır. Dikkat edilirse Türk Mitolojisi'nde yer alan kuşların hiçbirisi leş yiyen kuşlardan değildir. Bu durum Türk kültüründe önemli bir özelliktir. Türklerde -kısmen de olsa- totem olarak kabul edebileceğimiz kurdun da leş yiyen bir hayvan olmadığını biliyoruz. Kurt ve kuşlar bu özellikleriyle birleşmektedirler. Türkler asalak, toplayıcı bir hayat tarzı süren insanlar değillerdi. Hayatlarında aktiftiler. Bu özellikleriyle gerek ongon olarak, gerekse çeşitli inançlar içerisinde yol gösterici, soy türetici, vb. olarak benimsedikleri hayvanlar da kendileri gibi tabiatta aktif, hazıra konmayan, başkasının artığıyla  beslenmeyen canlılardı.

Masallarımızda, hikayelerimizde, şiirimizde pek çok kuş türüne rastlanır. Şamanizm inancında yansımasını bulan pek çok kuş, şamanların elbiselerinde arına olarak yer aldığı gibi, bayrakta veya hakanın çeşitli tasvirlerinde de yer almıştır. Şamanizm'de kuşların önemli bir yeri vardır. Sözgelimi, Yakut Türkleri göğün direği sayılan sırıklar üzerine ağaçtan yapılmış çift başlı kartallar koyarlar ve bu sırıkların üzerine merdiven gibi enlemesine ağaçlar çakarlardı. Bu ağaçların sayısı göğün katlarını simgelemek üzere 7 ve 9 olurdu. Yine şaman, doğmadan önce kuş biçiminde hayat ağacının dallarında olurdu ya da kuşlar şamana gezisi sırasında eşlik ederlerdi.

Her millet kartal veya kuş gibi amblemleri kendine arına olarak alabilir. Fakat kartalı kulaklı olarak kabul etmek ona bir hususiyet vermektir ki bu da bir millet ve bir kültür çevresine aittir. Saltık türbesindeki kartal, İskit sanatının örnek kartallarından biridir. Asıl önemli mesele Çifte Minare'nin kulaklı çifte kartalıdır. Konya'da, Niğde'de Sungur Bey Camii'nde, Diyarbakır'da sur kapıları üzerinde, Kayseri'de Döner Kümbet'te, Divriği Ulu Camii'nde bu çift kuş veya kartal motifine rastlanmaktadır. Artuk sikkelerinde de bu remiz vardır. Altay Türk sanatında da kuş ve kartal motifı büyük bir yer tutar. Anadolu’da da kuşlar şiirden el sanatlarına, halıdan kilime, taş ve ağaç işlemeciliğine ve pek çok sahaya motif olarak yayılmışlardır.


Bahattin Uslu’nun Türk Mitolojisi adlı kitabından alıntılanmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Siyahkaya Barajı / Silopi / Şırnak