Mitolojik kaynaklardan da anlaşılacağı gibi, dünyanın (kozmosun) oluşum süreci belli bir düzen içinde gerçekleşmiştir. İlk kaos tan yerin yaratılması, onun gökten ayrılması olayı diğer nesnelerin (güneş, Ay, yıldızlar, dağ, deniz vs.) ortaya çıkmasına neden olmuş tur. Yaratılış modelleri formülleri içerisinde üçlü dünya örneği (gök, yeryüzü ve yeraltı dünyası) dikkati çekmektedir. Kozmogoninin teşekkülünden sonra insan psikolojisi ve tasavvurları dünyanın hangi nesneden yaratılması yönünde gelişerek astral kültlerin biçimlenmesine temel hazırlamıştır. Bilindiği gibi her bir ayinin, törenin menşeine ilişkin mitler vardır ve bu mitler ifade edilen eylemlerin ana unsuru olarak değer kazanır. C. Levi-Strauss, mitin aynı derecede geçmişi, bugünü ve geleceği anlattığını belirtir (Levi-Strauss). Astral mitler astral kültlerle ilgili ayin ve merasimlerin menşeini, arkaik kökenlerin gelişim ve ölümünü belirleyen mitlerdir. Bu mitler yıldızlar, gezegenler, gök cisimleri hakkında bilgiler vererek, onların kültleşmesinin nedenlerini açıklar.
Eski Türk algılamasında kutsal değer kazanmış olan dağ, 6. yüz yıla ait Çin kaynaklarında "yer tanrısı " (ruhu) diye adlandırılmıştır.
M. Seyidov'a göre, "Kutsal başlangıç sayılan dağ, toprak ve özellikle onlarla ilgili güneş bütün varlığın, hayatın, tanrıların, insanların, nimetierin yaratıcısı, anası-atası olarak kabul edilmiştir. Toprak her şeyin başlangıcı sayılmıştır." M. Seyidov'un bu tezine göre Türk Mitolojisi'nde dağla ilgili algılamaları bir araya getirdiğimizde dağı, dünya modelinin ata-ana yapısında ana tarafa ait unsur olarak görmekteyiz. Bu durumda gök ve onunla ilgili kozmogonik unsurlar ata kompleksine, yer ve onunla ilgili kozmogonik unsurlar, ayrıca dağ ana kompleksine aittir. Türk Mitolojisi'nde dağın ana rolünü üstlenmesine, birçok kahramanların sakral ebeveyni olmasına dair olgular söz konusudur. Bu ise dağın ulu ecdat olarak kültleşmesini ve çevresinde inançlar örgüsünün oluşumunu sağlamıştır. Bu inançlar düzeninin tezahürü olarak Türkistan Türklerinin bulundukları her bölgede dağ kültünün izleri bulunmaktadır. Buradaki dağların ekseriyeti "kutsal, ulu ecdat, ulu kağan'' anlamlarını veren Han Tengri, Buzdağ Ata, Bayın Ula vd. adlarla da tanınmıştır (İnan). Ayrıca mitoloji metinlerden bilindiği üzere dağ iyesi uzun boylu, büyük göğüsleri olan kadındır. Bu durumda o görünüş itibariyle Al (Hal) anası karakterine benzemektedir (Potapov). Altay kabileleri arasında dağ ruhunun erkek ve kadın, genç ve yaşlı olarak algılanan insan şeklinde tasavvur edilmesi antropomorflaşmanın sonucudur. Dağ iyesinin erkek olarak tasadanması kadın başlangıçlı mitolojik tiplerin yerini erkek hamilere bırakmasından başka bir şey değildir. Altay Türklerinin etnografik inancında av hayvanlarının anası ve iye'si olarak bilinen Manahan (Maniyhan) orman hamisinin halen de kadın olarak tasavvur edilmesinin bir kalıntısıdır. Altay avcıları onun şerefine yaptıkları merasimde avlarının iyi olması dileğinde bulunurlar. N. Direnkova'nın derlediği avcı ve avcılıkla ilgili efsanelerden bilindiği gibi dağın koruyucu ruhu olan kadın, çıplak ve iri göğüslüdür. Bu dağ ruhu masallardaki iri göğüsleriyle ocağın külünü süpüren dev karısı veya dev kadın tipine çevrilmiştir (Direnkova).
Ağaç karakteri Türk Mitoloji düşüncesinde Bay Terek, Temir Ka vak, Hayat (Dünya) Ağacı vs. adlarıyla kodlaştırılmış ve külte dönüşmüştür. Kozmik dünya modelinden belli olduğu gibi ağaç insanla Tanrı, yerle gök arasında ilişki kuran bitkidir. A. Sagalayeve göre dağ ve gölle birlikte, ağaç da Türk dini ve mitolojisinin en eski karakter lerindendir. Hunlar ağaca kurban olarak at keser, kellesini ve derisini de ağacın dallarına asarlardı (Sagalaev). Eski Hunların kayın ağacına tapmaları M. Seyidov'un da bu hususta bazı kanaatlere varmasına neden olmuştur. M. Seyidov'a göre eskiden Azerbaycan'da meskun Hunların bu inancı topanimik adların da oluşmasında etkili olmuş tur. M. Seyidov şöyle yazmaktadır: "Bizce, Kalakayın adı buna örnek olabilir. Kalakayın kale ve kayın sözcüklerinin birleşmesinden oluşmuştur. Kalakayın, yani kayın ongonun kalesi, koruduğu yer, yaşam birimi anlamına gelmektedir."
Eski Türk etnik mitlerinde denildiği gibi kainatta baş Tanrı Kuday, kişi ve su vardı. Baş tanrı Kuday toprak ve sonra çam ağacını yarattı. Tanrı'nın yarattığı dünya ağacının dokuz dalı vardır. Tanrı her dalın kökünden bir adam yarattı ve bunlar da her birisi bir soyun, boyun, kabilenin atası oldular. Diğer bir efsanedeyse şöyle denmektedir: Karakurum Dağları'ndan çıkan Tuğla ve Selenga nehirlerinin birleştiği Kumlangu adlı bir yerde iki ağaç yetişmiş. Bunlardan biri fıstık, diğeri kayın ağacı imiş. Ağaçlar dağ boyda olmuş, musikiye benzer sesler çıkarmışlar. Onların üzerine her gece ışık inermiş. Bir gün ağaçtan kapı açılmış. İçeride çadıra benzer beş ev görünmüş. Onların her birinin içinde bir çocuk varmış (Uraz).
Bu mitlerin şiirsel yapısında ağaçların antropomorfıkleşmesi, aynı zamanda insanların, halkların onlardan türemeleri açık şekilde ortaya çıkmaktadır. Ağaç mitinin iki işlevini görmekteyiz:
1. Ağaç-dünya modeli rolünde.
2. Ağaç-ecdat rolünde.
Her iki fonksiyon birbiriyle ilişkilidir. Ağacın dünya modeli fonksiyonunu icra etmesi onun ilk mitolojik kozmogonide, yani dünyayı yaratmada yer aldığı anlamına gelmektedir. Bu da onun ecdat fonksiyonunu belirlemektedir. O, bir kozmogoni (yaratılış) unsuru olarak aslında tek fonksiyon icra eder. Çünkü yaratılış sürecinin modelini kurmak (dünya modeli rolünü ifa etmek) kozmogonik ebeveyn olmak anlamına gelmektedir. Türk etnik ve kültürel geleneğinde sakral yönleriyle değer kazanmış ağaç, kozmogoni eyleminde dokuz dallı ağaç olarak yer almıştır. Bu ağacın dallarından yaratılmış insanlar Tanrı'nın simgeleri olarak görülmektedir. Buna göre de dünya modelinin etnik ve kültürel sistem açısından nispeten ortak ve istikrarlı manzara sergilediği dönem kozmolojik, mitik veya şiirsel çağ diye adlandırılır (Mifı Narodov Mira).
Azerbaycan Türklerinin inançlarında suyun kültleşmesi olgusu, suyun baba, ecdat olması, evlat bahşetmesi, yemin yerine dönüşmesi vs. şekillerde karşımıza çıkmaktadır. Su kültü birçok Türk menşeli halkların folklorunda kutsal değer kazanmıştır. Su gerek bereket ve güç kaynağı, gerekse koruyucu veya cezalandırıcı Tanrı şeklinde Türk mitolojik inançlarında yer almıştır. Kozmosun yaratılışında ilk başlangıç olarak su insan neslinin artımından sonra göl, çay, deniz, pınar vs. şekillerde inançlar sistemine girmiş ve Türk halklarının yaşadıkları alanlarda yaşamsal önem arz eden unsurlardan biri haline gelmiştir. Türk halklarının tasavvurunda su tanrısı karakterinin şekillenmesiyle suya tapmanın izlerini daha geniş alana taşımıştır.
A. İnan eski Çin kaynaklarına dayanarak Türk halklarının eskiden
göğe-Tanrı'ya, yere-suya, güneşe ve aya kurban kestiklerini yazmaktadır. A. Bukşpan'a göre küçük Türk kabilelerinde "Ijjep-sobujjep sob" adlı tanrı vardır. Görüldüğü gibi Tanrı düzeyine yükseltilmiş suyun kozmogonik ilk olduğu burada açık şekilde bilinmektedir. Oğuz Kağan Destanı'ndan da açıkça görülür ki, altı elementin sentezinden meydana gelmiş dünyanın bir başlangıcı sudur. Oğuz Kağan'daki Deniz Han suyun sembolüdür. Demek ki "Su Türk kozmogonisinin temel öğesidir ve bu kozmogonideki Tanrı 'Hak' teoniminin ifade ettiği Allah'la aynı semantik düzeyde kabul görmektedir." (Ceferli.) Köroğlu Destanı'nda Koşabulak'ın dirilik bahşetmesi de su kültünün önemini, yerini, dönüşüm zemininde hangi özellikleri taşıdığını göstermektedir. Destanda Koşabulak kutsal Memin simgesi olarak majik özelliklere sahiptir. Koşabulak'ın köpüğünün hastayı iyileştirmek, insana hayat vermek kudretine inanmışlar. Bu matifte birkaç mit sernantemini müşahede etmek mümkündür:
a) Kozmogonik ağaç semantemi (çeşme ağacın altında);
b) Kozmogonik astral semantemler (yıldızlar);
c) Kozmogonik zaman semantemi (yedi yılda bir).
Bu sentez metindeki mitik öğelerin düzenli katkısını sağlar. Yıldızların birbirine çarpmasıyla nur dökülmesi olayı gerçekleşir. Bu da semavi ruhlarla ağaç ve su ruhlarını bir araya getirir. Sonuçta Koşabulak'ın köpüklenmesi olayı gerçekleşir. Aslı-Kerem destanında da su kültünün sakral mahiyeti, ilk başlangıç olduğu tasvir edilmiştir. Kerem'in suyla haberleşmesi suyun kült olarak tasavvurlardaki karakterini daha da belirginleştirerek semantik katlarını sergiler. Destanda Kerem çaya hitaben şöyle der:
"Ab-ı hayat gibi daim akarsın, Hakkın cemaline bazen bakarsın, Dolana-dolana evler yıkarsın, Benim Aslım buralardan geçti mi?" (Azerbaycan Mehebbet Dastanları)
Bu parçanın tahlili sonucunda su kültünün aşağıdaki öğeleri ortaya çıkmaktadır:
1. Su hayat verici öğedir ("ab-ı hayat")
2. Su canlıdır (onun "daim akması")
3. İlahi-sakral mekanda yerleşmiştir ("Hakkın-Allah'ın cemaline bakması");
4. Kült-tapmak nesnesi (hem de öznesi olarak) duygusal özelliklere sahip olması: Öfkelenmesi ("Dolana-dolana evler yıkması");
5. Kült nesnesi olarak ritüel kontekstinde mevcut olması (Kerem'in onunla "haberleşmesi": Aslı'yı sorması).
Diğer taraftan araştırmacılar bu bağlamda tasvir edilmiş suyu, iki kozmogonik başlangıcı simgeleyen unsur (kült) olarak değerlendirmekteler. M. Caferli'ye göre "Kerem çaya müracaatında onu bir taraftan Hak seviyeli bir nesne seviyesine yükseltir. Burada su doğrudan kozmosla, müspet kutsal başlangıçla ilgilidir. Diğer taraftan Kerem suyu hetonik başlangıçla ilişkide görür, onu şer güç olarak görmektedir:' M. Caferli suyun eski kozmogonik metinlerdeki konumunu tespit etmiş ve çayı (suyu) kozmos ve kaos arasında aracı olarak göstermiştir. Bilindiği üzere eski Türklerin inanç sisteminde Bozkurt öncül simge olarak değer kazanmıştır. Bozkurt epik ve mitolojik düşüncede Türklerin atası (ecdat kültünün taşıyıcısı) olarak kodlaştırılmıştır. Hunların ve Göktürklerin sakral ecdadı sayılan "bozkurt" Oğuz Türklerinin de koruyucusu ve hamisi olmuştur. Destanın ikinci boyunda bozkurdun Kazan'a rastlaması olayı bu karakterin koruyucu ecdat semantiğinin olduğunu ortaya koymaktadır. Kazan Han'ın bozkurttan yurdunu haber alması, ona bir ecdat olarak hitap etmesi tezimizi doğrular niteliktedir:
"Ordumun haberin bilürmisin, degil mana! Karabaşım kurban olsun, kurdum sana!" (Kitabi Dede Gorgud)
Bozkurda yönelik bu müracaat Kazan Han'ın kendi ecdadı na tüm varlığıyla taptığını, bozkurdu belalardan kurtaran güç olarak gördüğünü tasdik etmektedir. Bu tür bir yaklaşım Kitabı Dede Korkut'taki kurt karakterinin değişik fonksiyonlarını açığa çıkarma olanağı tanır. Bu da destanın zaman ve işlevsel misyonuyla ilgili somut kanaatlere varmaya yardımcı olacaktır. Söz konusu boyda Salur Kazan'ın kurda müracaatında "Karanku akşam olanda güni doğan" (Kitabi Dede Gorgud) formülü (ifadesi) kurdun mitolojik karakter olarak işlevsel hareket şeması ve bu hareketin zaman yapısıyla ilgili değerli bilgi olarak dikkat çekmektedir. Bu zaman kesiti Bozkurdun hareket aktifliğinin zaman işareti olarak ortaya çıkar. Aynı zamanda destanın şu boyunda bozkurdun gök ışıkla ilişkisini açığa çıkaran detaydan da bahsedilir. Işık içinde gökyüzünden inen kurt, parlak şekilde sadece akşam zamanı, karanlık düştüğü zaman gözle görüle bilmektedir. Destanda kurdun işlevsel yapısının Salur Kazan tarafından dile getirilmesi onun kurda müracaatında özel tahkiye formülüyle devam eder: "Kar ile yağmur yakanda er kimi duran.. :· (Kitabi Dede Gorgud.)
Kazan'ın kurda ikinci müracaatı bozkurt-Oğuz ilişkilerinin mitolojik semantiğini ortaya koyar. Oğuz-kurt ilişkilerinin arkaik semantiğinin araştırılması Oğuz'un karakterinde kurt karakterine özgün mitolojik çizgileri çizmektedir. Dede Korkut Kitabı'ndaki kurdun Salur Kazan tarafından "er" adıyla anılması Oğuz'un işlevinin kurdun işlevinden farklı olmadığını ortaya koyar. Her iki karakter "er" öğesinde birleşir. Bu durumda "er" öğesi Oğuz ve bozkurt karakterlerinin türeyiş başlangıcı olarak kendini gösterir. Söz konusu durum diğer mitolojik katları da aydınlatır. Bilindiği üzere Oğuz Kağan Destanı'nda kurdu sadece Oğuz görür. Bu detay da dolaylı yolla Dede Korkut'a yansımıştır. Destandaki erenler içerisinde sadece Kazan'ın kurtla karşılaşması Oğuz-kurt temasından gelerek söz konusu ilişkinin semantiğini ortaya koymuştur: Oğuz-bozkurt mitolojik ilişkileri Kazan-kurt epik ilişkilerinde paradigmalaşmıştır. Bu durumda Kazan-kurt epik ilişkileri bize Oğuz-bozkurt mitolojik ilişkilerinin "detaylarını" açığa çıkarmak için güvenilir malzeme sunmuşlardır. Kazan'ın kurda üçüncü müracaatı da mitolojik tefekkürdeki öğeleri öne çıkarmaktadır: "Karaguç atları gördüginde kişneştiren..." (Kitabi Dede Gorgud.) Bu müracaat Türk halklarının inançlarındaki dizileri hatırlatır. Eski Türkler kahramanların atlarının güneşten geldiğine inanıyorlardı (Seyidov). Ayrıca Dede Korkut Destanı'nda kurdun atla karşı karşıya konulması gökyüzünden inmiş varlıkların (atın ve kurdun) mitik ve kozmik bağlantılarını yansıtmaktadır.
Bilindiği üzere bozkurdun kıyamet günü Türkleri kurtaracağıyla ilgili eski bir inanç vardır ve bu inanç Türk kahramanlarının destan karakterlerinde varyasyona uğrar. Bu anlamda Dede Korkut'taki kurdun kurtarıcı misyonu onun diğer işlevleri kadar belirgindir. Mitolojik benzerliklere göz atalım. Yakut Şamanları Tanrı oğlu olan kurda saygıyla " Tankara yola" (Tanrı oğlu), bazı varyantlarda "ayin yola'' (bu da Tanrı oğlu" demektir). bazen de "tankara ıta'' (Tanrı iti) şeklinde hitap ederlerdi. Buryatlar ak kurdu gök (sema) lideri adlandırırlar. Buryatlara göre, ak kurtlar sadece Tanrı'nın emriyle hareket ederler. Onlar başlarını göğe kaldırıp uluduklarında Tanrı'dan kendilerine yemek isterler. Tanrı da onlara yemeğin yerini, rengini ve miktarını bildirir. Buryatlar koyuna kurt saldırdığında bunu hayırlı bir alamet olarak yorumluyorlardı (Galdanova).
Azerbaycan'da da kurdun parçaladığı hayvanın mundar hesap edilmemesi yukarıdaki mitolojik çizgileri doğrulayan olaydır. Bu, dolayısıyla kurdun kurtarıcı karakterinin halk hafızasında kazandığı değerle ilgilidir. Saka Türkleri döneminde Oğuz-kurt kurtarıcı karakterinin Türk devletini kurma geleneğindeki rolü ispat edilmiştir. Şüphesiz bu, Oğuz'u devletin askeri ve idari yapısının kurucusu olarak görmek çabasından meydana çıkmıştır. F. Bayat bu konuda şöyle yazmaktadır: "Türk boylarındaki bozkurt esasen ecdattır (örneğin Çiğil, Yağma, Karluk boylarında). Göktürklerde ecdatlık kurtarıcılık fonksiyonuyla birleşerek: ecdat-kurtarıcı rolünde resmileştirmiştir."
Z. Togan ise şöyle yazmıştır: "Oğuzlarda. Kıpçaklarda kurt kurtarıcıdır." B. Ögel Avrupalı araştırmacı Ramsted'e istinaden şöyle yazmaktadır: "Moğollar kurda Çina veya Çinu derlerdi. Cengiz Han'ın ataları erkek kurtla dişi ceylandır. Moğol Oğullarının Gizli Tarihi'nde bu ata kurda Börte-Çinu adı verilmiştir. Börte veya Berte Moğolca bir renk adıdır. Kök bakımından bizim gri renkle de bir ilişkisi vardır."
Jean-Paul Roux'a göre Türklerden kalma ve daha önce kurt efsanesine dayanmayan kitabelerde, Bumin ve İstemi'nin üzerinde hükmettikleri insanoğullarının gökle dünya arasında meydana geldiğini ortaya koymaktadır. Gökten gelen hükümdarın göğe benzediğini, gökten geldiğini (Tengri Teg, Tengri'de bölmüş) doğrulamaktadır. Bu anlamda, bozkurt "Dede Korkut''ta mübarek sayılır ve Kazan Han'ın ona müracaat etmesi, ondan yardım istemesi bozkurdun kendisine yol göstermesini istemesidir. Kazan'ın destanda "Azvay kurt eniyi er keginde bir köküm var" demesi onun soyunun (Salurların) kurtla ilgili olduğunu açığa çıkarmaktadır. M. Seyidov'un yazdığı gibi kurt bir zamanlar geniş yayılmış bir ongondu. Bu yaygın ongonu soyun kökeni olarak görmüşlerdir. Belki de kurt toteminin Kazan'la ilgili efsanesi de vardır. Dede Korkut'ta kurdun sadece Kazan'la ilgili hatırlanması da bu hususla ilgilidir. Hazırda Azerbaycan'ın bazı bölgelerinde kurda küfredilmez, Kurdu görünce salavat çevir gibi deyimlerin olması kurdun ecdat işlevini ihtiva etmektedir. Destanda Kazan'ın kendi soyunu erkek kurtla ilişkilendirmesi kurdun başlıca kültlerden biri olduğunu doğrulamaktadır.
At kültü ritüel ve mitolojik bakımdan Fazlullah Reşideddin'in Oğuzname'sinde tasvir edilen Oğuzların etnik oluşum ritüelinde de açık şekilde görülmektedir. Burada devletin ve iktidarın 24 Oğuz aşireti arasında bölünerek yapılanması at kültüyle gerçekleşir. Bu amaçla iki at kesilir ve her aşiret kurban etlerinden kendine düşen payı alır: "Bu, Oğuz kozmosunun zoo modelidir. Şöyle ki, torunların (Oğuzun 6 oğlundan olan 24 torun) her biri ritüel amacıyla kesilen atların bedeninden "onlara ait" kısımları götürür. Her bir torunun (aşiretin) Oğuz etnik-siyasi yapısında durduğu basamak, yatay (sağ-sol) ve dikey (yukarı-aşağı) mekanda durduğu konum atın bedeninden alacağı payın yerini belirler. Yani ayrılan payın atın (atların) bedeninin hangi kısmından olması her bir torun-aşiretin Oğuz kozmoetnik, sosyal-hiyerarşik kurumunda işgal ettiği yere uygundu. Bu pay onların her birinin at karakterinde tasavvur ettikleri kozmik dünya modelinde işgal ettikleri yeri simgeler. Görüldüğü gibi düğünde at kesilmesi, onun dağıtılması Oğuz içindeki çatışmaların ritüel aracılığıyla çözüm modelidir. Törende kesilen atlar sıradan atlar olmayıp, Oğuz kozmosunu modellendiren kurbanlardır:' (Rzasoy.)
Bütün bunlar at kültünün esas semantik özelliklerini belirleme fırsatı sunar:
1. At dünyanın zoomodeli olarak ilk kozmogoninin esas nesnelerinden birini oluşturur.
2. At kozmogonik (yaratılış) karakter olarak aynı zamanda ecdat kültü fonksiyonunu yerine getirmiş olur.
3. Atın kozmogonik dünya modeli ve ecdat olarak özellikleri onu sakral kurban olarak kültleştirmiştir.
B. Ögel'in "Mitoloji bir milletin fikir ve düşünce tarihidir " ifadelerine önem vererek Türk Mitolojisi ve eğitim değerlerini algılamak konusunda ciddi ipuçları ortaya çıkar. Eğitimin kültürü geliştirme açısından mitolojinin rolü, mitlerin toplum tarafından bir olağanüstülük kazanması nedeniyle özellik arz etmiştir. "Doğu toplumlarında çocuğun eğitiminde eskiden kullanılan yolun hikayeler, kıssalar, menkıbeler anlatılarak, bu anlatımlardaki değerlerin kavranmasını bağlamak yönünde olduğu beliren bir gerçektir. Doğu hikayelerinin geleneğin taşınması işlevi yanında karşıt düşünceleri barındırması, model işlevi, ayna işlevi gibi önemleri vardır:' (Şimşek.) Söz konusu işlevlerden bugün de yararlanmak mümkündür. İnsanlığın ilkel düşünüşünün bir ürünü olarak ortaya çıktığı kabul edilen mitler ilköğretimin ilk sınıflarındaki öğrencilerin düşünme biçimine uygun zengin bir yapıya sahiptir. "Mitlerin ve efsanelerin birçoğu, gerçekleri hayali buluşlarla açıklama eğiliminde olan çocuğun doğa ve tarih olayları üzerindeki meraklarını giderebilecek niteliktedir. Mitler ve efsaneler, dikkatli, amaca uygun bir seçim yapıldığı takdirde çocuğun hayal gücünü zenginleştiren, halkın duygu ve inançlarını tanıtan eğitim-öğretim aracı olabilirler:' (Kıbrıs.) Özellikle efsanelerin gerçekte olmuş gibi ağızlarda yaşayan, ağızdan ağza yayılan bir anlatım türü olması, birtakım sanatsal anlatım kaygıları taşımaması, bu dönem çocuğunun sahip olduğu algı ve dikkat özelliklerine uygun düşmektedir. Türk halk edebiyatının masaldan sonra en yaygın türü olan efsane inançları yansıtması açısından mitlere en çok yakın alanıdır. Ancak mitlerin araştırılmasında olduğu gibi efsanelerde tür özelliği, efsane tarih ilişkisi, estetik yapı vs. halen de yeterli araştır ma konusu olmamıştır. Bu bağlamda mitle efsane sınırı da yeterince belirlenmemiştir.
Bahattin Uslu'nun Türk Mitolojisi adlı kitabından alıntılanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder