30 Haziran 2023 Cuma

HAMDANİLER


Hamdaniler, Tağlib kabilesine mensup olup IV. (X.) asırda Abbasi hilafetinin zayıflamasıyla Mezopotamya ve el-Cezire'de iki küçük devlet kurmuşlardır. Bu ailenin en şöhretli temsilcisi Halep emiri Seyfüddevle idi. 


Hamdaniler, Adi b. Usame b. Tağlib'den intikal ettiklerinden kendilerine Tağlibiler veya Adeviler de denir. Esas itibariyle bu aile, el-Cezire'nin doğu mıntıkasındaki Berkaid'den neş'et etmiştir.

 

A - İLK HAMDANİLER


Hakkında tarihi kaynaklarda bilgi bulunan bu ailenin ilk ferdi 254(868) yılında el-Cezire Haricilerine karşı yapılan savaşa, öteki Tağlibilerle birlikte iştirak eden Hamdan b. Hamdun el-Haris'tir. Mamafih 266 (879) 'dan itibaren bu aile hakkında tarihi malumat mevcut olup, özellikle 272 (885) 'de eş-Şari lakabıyla tanınan Haricilerin liderlerine karşı yaptıkları mücadeleye dair bilgiler kayda değer.


279(892) 'da el-Mutezid hilafete geçip el- Cezire'de otoritesini yeniden tesis etmeye karar verdiğinde, Hamdan b. Hamdün, başta Mardin olmak üzere Dicle'nin sol sahilinde Ardumuşt gibi o mıntıkalarda bazı yerleri elinde tutuyordu. 282 (895) 'de halife, Hamdan'ın terketmiş olduğu Mardini teslim aldı ve müteakiben de ordusu Ardumuşt'u zaptetti. Babasının firarı esnasında Ardumuşt kalesini korumak üzere bırakılmış olan Hamdan'ın oğlu Hüseyin, bizzat halife tarafına geçmek suretiyle, halifenin kuvvetlerine teslim oldu. Dicle'nin iki yakasında vukubulan müthiş bir takip sonunda Hamdan, Musul yakınlarında halifeye teslim oldu ve hapsedildi. 



Halife tarafına geçmiş olan Hamdan'ın oğlu Hüseyin, Haricilerle ve onların lideri Harun eş-Şari ile mücadelesinde halifeye çok yardım etti. Onun sayesinde Harun yakalanmıştı. Kendisine minnettar kalan halife, babasını affederek Hüseyin'i mükafatlandırdı ve caize olarak Tağlib kabilesinin birçok ferdinin katıldığı bir süvari birliğinin komutasını verdi. Hüseyin, 283(896)'de Cibal'de Bekr b .. Abdülaziz b. Ebi · Dulef'e karşı yapılan savaşa ve Karmatiler aleyhindeki keşif faaliyetlerine katıldı. 


el-Muktefi'nin hilafeti esnasında, 291 (903) 'de Sahibu Divanü'l­ Ceyş Muhammed b. Süleyman'ın talimatı gereği Suriye'de hüküm süren Sahibu'l -Hal'e galebe çalmak üzere vazifelendirildi ve adı geçen Sahibu'l-Hal yakalandı. O, aynı zamanda Muhammed b. Sü.leyman'in geniş çaplı askeri harekatına iştirak ederek, 292 (904) 'de Mısır'ı son Tolunoğlu hükümdarından aldı. Ancak ele geçirilen bu ülkenin askeri valiliğini kabule yanaşmadı. 295 (907) yılında Suriye'de bir kez daha Karmatilerle çarpıştı. İbn Mutezz'i tahta geçirmek maksadıyla 296 yılının Aralık ayında vukubulan fesad tertibine iştirak etmekle beraber, bu hareketin başarıya ulaşamaması neticesinde kaçtı. 

Bunun üzerine kardeşi Ebu'l-Heyca Abdullah b. Hamdan, onu takibe memur edildi, fakat ona yetişemedi. Hüseyin, sonunda kardeşi İbrahim'in tavassutuyla eman diledi ve bu arzusu kabul edildi. Hatta o, Cibal'deki Kum ve Kaşan'ın valiliğine tayin edildi. Çok geçmeden Bağdat'a dönerek, 298 (910) yılında Diyar-ı Rebia valiliğini elde etti. Ancak vezir Ali b. İsa ile arası açılınca isyan etti ve 303(916) 'de Munis el-Hadım tarafından yakalandı. Önce hapsedilen Hüseyin, kesin olmamakla beraber, önceden Şia'ya meyli olduğunu açıklamış olmasından dolayı hapisteyken iştirak ettiği söylenilen gizli bir Şii fesat tertibinin neticesinde 306(918) yılında idam edildi. 


Hüseyin'in kardeşleri Abdullah Ebu'l-Heyca, İbrahim, Davud ve Said, halifeye bağlı kalmışlardı. Bu kardeşlerin ilki olan Abdullah Ebu'l-Heyca, 293 (905) tarihinde Musul valiliğine tayin edilmiştir. O, mezkur bölgenin halkını itaat altına almış ve rivayet edildiğine göre, 297 (909)'de kardeşi Hüseyin'e karşı bir harekatı idare etmişti. Ancak 301 (913) 'de, bilinmeyen sebeplerden dolayı vazifesinden azledilmesi üzerine başkaldırdı; fakat Munis el-Hadım'a teslim olunca affedilerek, 302 (914) yılında tekrar Musul valiliğine atandı.

 

Kardeşi Hüseyin'in 303(915) yılındaki isyanı sırasında o, su-i zan altındaydı ve kardeşi İbrahim'le birlikte bir müddet hapsedilmişti. Çok geçmeden ona tekrar ordu komutanlığı payesi verildi ve Munis'in emrinde, 307 (919) 'de isyan eden Azerbaycan valisi Sacoğullarından Yusuf b. 'Ebi's-Sac'a karşı mücadele etti. Kardeşi İbrahim, 307 (919) yılında Diyar-ı Rebia valiliğine tayin edildi ve müteakip yıl vefat edince yerine kardeşi Davud geçti. Ebu'l-Heyca Abdullah ise, 308 (920) 'de Tarik-ı Horasan ve Dinever valiliğine, 313 (925) 'de de yeniden Dicle'nin sol tarafındaki Bazebda ve Kerda'nın kısa bir müddet sonra bağlandığı, Musul valiliğine atandı.

 

Ebu'l-Heyca, ölüm tarihi olan 317 (929) yılına kadar bu mıntıkaları elinde tuttu. Ebu'l- Heyca, hilafet tarihinde, istikbalde Nasıruddevle ünvanını alacak olan oğlu el-Hasan'ı naip olarak bıraktığı Musul'dan ayrılmasına sebep olan çok önemli siyasi ve askeri vazifeler ifa etmiştir. 311 (923) 'de hac yolunun güvenliğini temin etmekle görevlendirildi. Dönüşünde Karmati Ebu Tahir Süleyman'ın saldırısına uğrayıp esir edildi; fakat 312 (924) 'de serbest bırakıldı.

 

315 (927) 'de Fırat üzerinde bulunan el-Anbar yakınındaki Aynu't­ Temr'e varan Karmatiler Bağdat için ciddi tehlike olmuşlardı. Kardeşleri Süleyman, Said ve Nasr ile birlikte Ebu'l-Heyca, Karmatileri durdurmak için gönderilen orduda vazife aldılar. Bir rivayete göre, ordu komutanını, Nehr Zubare üzerindeki köprünün tahrib edilmesi için ikna eden Ebu'l-Heyca'nın insiyatifi sayesinde Bağdat kurtulmuş ve Karmatiler dikkatlerini başka yönlere çevirmeye mecbur bırakılmıştı.

 

Mamafih Halife el-Muktedir'in dayısının oğlu olan Harun b. Garib Hamdanilerle dostça geçinen ordu baş komutanı Münis el-Hadım'ın mevkiini ele geçirmek için hırslı idi. Cibal valiliğini ele geçirerek, Ebu'l-Heyca'yı Dinever valiliğinden azletti. Bunun üzerine Ebu'l-Heyca, askeriyle Bağdat'a vardı. 317 (929) yılının başlarında el-Muktedir'in hal'edip kardeşi Muhammed el-Kahir'in hilafete getirilmesi için yapılan hükümet darbesine iştirak etti. Bağdat şahnesi Mazük ile sıkı işbirliği yaparak, bu gizli ittifakta çok önemli rol oynadı. el-Kahir'i saraya yerleştiren ve el-Muktedir'in tahttan feragatini sağlayan o idi.


Bu hadiseler olurken o, kendi şahsi menfaatlerini göz önünde bulundurarak, Çok daha büyük bir bölgenin valiliğinin kendisine verilmesini sağladı. Fakat bu esnada mukabil bir isyan vuku buldu. Yeni halife sarayında kuşatıldı ve Ebu'l- Heyca, sonuna kadar el-Kahir'i kahramanca savunarak öldü. Tahta tekrar geçen el-Muktedir, Ebu'l­ Heyca'nın ölümünden büyük üzüntü duydu.


Bu devrede Ebu'l-Heyca, Hamdani ailesinin en dikkate değer ferdi idi. Onun mümtaz şecaati ve alicenaplığı ile samimi ve hür vicdanı daima hürmet telkin etmiş ve cihanşumul bir takdire mazhar olmuştur. Bununla beraber o, aynı zamanda devrinin müstaldi beylerinin hakim karakteri olan ve ölümünü hazırlayan entrikacı bir ruha da sahipti. Ebu Firas, kasidesinde ona mühim bir yer vermekte ve kahredici kılıç darbelerini övmektedir. Hüseyin de muhtemelen bu ailenin bütün fertleri gibi o da Şii itikadındaydı. Ancak bu itikadın tezahürlerini net olarak Seyfüddevle'de görüyoruz. İbn Havkal, Küfe'de Hz, Ali'nin türbesini Ebu'l-Heyca'nın tamir ettirdiğini zikreder.

 

Hamdaniler sülalesinin en çok şöhret bulan üyeleri Ebu'l-Heyca'nın iki oğludur. Babalarının itibarına tevarüs ederek, onun siyasi hayatını örnek almışlar ve daha sonra hakim olacakları Musul ve Halep emirliklerini yeniden tesis etmişlerdi. Bununla beraber, Musul emirliğinin ve Hamdanilerin saltanatının gerçek kurucusu olarak Ebu'l-Heyca düşünülebilir.



B -   MUSUL HAMDANİ EMİRLİĞİ


Ebu'l-Heyca'nın oğlu ve daha sonra Nasıruddevle ünvanını alacak olan el- Hasan b. Abdullah b. Hamdan, başlangıçta Musul emiri olmakta bir hayli zorluklarla karşılaştı. Babasının vefatında ancak Dicle'nin sol sahilinde sahip olduğu toprakların bir kısmını elde etti; Musul'a sahip olma isteği ise reddedildi. Orasını her ne kadar 318'de yeniden ele geçirdiyse de, kendisine sadece Diyar-ı Rebia'nın batı kısmını bırakmış olan amcaları Nasr ve Said'in entrikaları sonucunda Musul'u tekrar kaybetti.

322(934) yılında el-Hasan, bir kez daha Musul ve Diyar-ı Rebia'nın hakimi olduysa da, Bağdat'ta aleyhinde entrikalar çeviren amcası Said tarafından tardedildi. Bunun üzerine el-Hasan, çok feci bir cinayet tertibiyle ondan kurtuldu; fakat Musul, vezir İbn Mukle'nin ordusu tarafından işgal edildi. Ermeniye'ye iltica etmiş olan el-Hasan, oradan bu şehri tekrar zaptetme faıaliyetine girişti. Gerek halifenin ve gerekse bu askeri harekatta halifenin tarafını tutmuş olan Tağlibilerin ezeli rakibi Benu Habib kabilesinin Musul'daki komutanlarını mağlup etti.



324(935) yılının başlangıcında Halife er-Radi, onu Musul'un ve el­ Cezire'nin üç vilayetinin yani Diyar-ı Rebia, Diyar-ı Mudar ve Diyar-ı Bekr'in valiliğine tayin etti. Bununla beraber o, daha sonra Seyfüddevle ünvanını alacak olan kardeşi Ali'nin yardımıyla, Diyar-ı Bekr'i eski bir müttefiki olan bir Deylemi'den, Diyar-ı Mudar'ı da Kays aşiretleriyle halifenin komutanlarından geri almak için mücadele etmek zorunda kaldı. 325(936) yılında el-Cezire'nin tamamının hakimi oldu ve bundan böyle ihtiraslarının dizginlerini salıverebilirdi.


Halife er-Radi'yi, iktidarı bir Emirü'l-Umera'ya terketmeye zorlayan hilafet merkezindeki siyasi buhran, hilafet makamının bütün namzetleri arasındaki rekabeti artırdı. Çok zengin bir bölgeye hakim olmanın kendisine verdiği güçle Hasan, hilafet makamında söz sahibi almaya göz dikince, kendisinin Musul hakimiyetine son vermek isteyip muvaffak olamayan Emirü'l-Umera Beckem'le mücadeleye girişti. Bir ara Hasan, eski Emirü'l-Umera İbn Raik ile Basralı muhteris Ahmed el-Beridi tarafından tehdid edilmiş olan Halife el-Muttaki'ye destek sağladı.

 

Fakat o sırada İbn Raik öldürülmüş olduğundan halifeyi hilafet merkezine getirmiş olan Hasan, 330(942) yılında Bağdat'ta onun makamını elde etti. Hasan, başlangıçta Nasıruddevle ünvanını almıştı. Öte yandan amcazadesi Hüseyin b. Said b. Hamdan ile birlikte ona yardımda bulunmuş olan kardeşi Ali, Seyfuddevle ünvanını elde etti. Nasıruddevle, kudretini kaybetmiş Abbasi Devletini bir yıl kadar idare ettiyse de, kendisine karşı başkaldırmış olan komutanlarından Türk Tüzün'e mevkiini terkederek Musul'a döndü.


Halife el-Muttaki'nin Türk Tüzün'le arası açılınca Hamdani Nasıruddevle'nin himayesine girdi. Tüzün'e mağlup olan Nasıruddevle, Suriye'yi hakimiyetinde tutan Mısırlı İhşidilerin himayesini elde etmeye çalışan halifeyi terkederek, Bağdat'a döndü. O zaman Nasıruddevle, 332(944) yılında Tüzün'le, el-Cezire valiliğinin ona verileceğini garanti eden bir antlaşma yaptı. Daha sonra Büveyhi Muizzuddevle'nin 334'de Bağdat'ı zaptetmesi üzerine, ona başarısızca karşı koydu ve 335 (947) 'de de onunla anlaştı. Böylece elinde tuttuğu yerlerde hakimiyetini sağlamlaştırdı ve hatta kendi askerlerinin baş kaldırması sırasında Büveyhilerden yardım gördü. 


Ancak Büveyhiler tarafından temsil edilmekte olan merkezi hükümete karşı yerine getirilmesini istediği mali külfetlerin, Hamdaniler tarafından reddedilmesi yüzünden aralarında biri 337(948) 'de diğeri 347 (958) 'de olmak üzere iki defa ihtilaf çıktı. 347 (958) yılında Nasıruddevle, kardeşine tabi olması hükmünü ihtiva eden bir antlaşmanın Muizzuddevle ile arasında imzalanmasına kadar, Halep emiri olan kardeşi İbrahim'in yanına sığındı.

 

Böylece Nasıruddevle, bir kez daha Muizzuddevle tarafından Musul'dan uzaklaştırıldı; ancak aynı sebeplerden dolayı 353 (964) yılında oğullarıyle birlikte oraya muzafferane bir şekilde dönmeye muvaffak oldu. Bundan böyle Muizzuddevle, sadece kendi şahsi politikasını takibe başlamış olan Nasıruddevle'nin büyük oğlu Ebu Tağlib ile uğraşacaktı.

 

353(964) yılı, artık yaşlanmış ve oğullarıyla ihtilaf halinde olan Nasıruddevle'nin kudretinin düşüşünü haber verir. Nitekim o, oğulları tarafından hal'edilerek, 356 (967) 'da Ardumuşt'ta gözaltında tutulmuş ve 358(969) yılında orada ölmüştür.


Nasıruddevle'nin hakimiyeti, Diyar-ı Rebia'yı aşarak Musul'a, Dicle'nin sol sahilindeki mıntıkalara ve Diyar-ı Mudar'ın Rahba kasabasına uzanıyordu. Daha sonra görüleceği üzere o, Diyar-ı Bekr'i, aynı zamanda Diyar-ı Mudar'ın büyük bir kısmını elinde tutan kardeşi Seyfuddevle'ye terketrnişti. Saltanatının başlarında Nasıruddevle, hakimiyetini Azerbaycan'a kadar genişletmek maksadıyla biri 324(935)'de ve diğeri 333 (944) 'de olmak üzere iki başarısız teşebbüste bulundu. Musul'u terketmek zorunda kaldığı 323 (935) yılında Ermeniye'ye girişi geçiciydi. Seyfuddevle'nin başardığı gibi, hakimiyetinin orada tanınıp tanınmadığı şüphelidir. Bizans harbinde Nasıruddevle, çok önemsiz bir rol oynamıştır.

 

Nasıruddevle'nin yerine tahta oğlu Fazlullah Ebu Tağlib el-Gazanfer geçti. Ebu Tağlib'in önce, yalnız başına Nasıruddevle'nin hal'ine karşı muhallefet etmiş olan ve Diyar-ı Rebia'da Nusaybin'in ve Mardin'in, Diyar-ı Mudar'da Rahba'nın valiliğini elinde tuttuğundan dolayı emrinde oldukça büyük bir kuvvet bulunduran ve Halep emiri Seyfuddevle'nin ölümünden sonra Rakka ve Rafıka'yı ele geçirmiş bulunan kardeşi Hamdan'la arası açıldı. Hamdan'a karşı mücadele etmek için Ebu Tağlib, Bağdat'ta Muizzuddevle'nin yerine geçmiş olan Bahtiyar'la anlaştı. Hükmettiği bütün bölgeleri terketmek zorunda kalan Hamdan, Bağdat'a kaçtı. Bahtiyar ise, 359 (970) yılında onun Rahba'ya dönüşünü sağladı. Ancak iki kardeş arasında, Hamdan'ın kardeşlerinden bir diğerini ağır bir şekilde yaraladığı savaşla sonuçlanan mücadele yeniden başladı. Hamdani ailesi içinde daha sonraları baş gösteren kavgalar, bu ailenin pek çok mensubunun Ebu Tağlib'i terketmesine sebep oldu. Mağlup olmasına rağmen Hamdan, tekrar Bağdat'a kaçmaya mecbur oldu ve orada 360(971) yılında kardeşi Ebu Tahir İbrahim'le birleşti.


Öte yandan Ebu Tağlib, Suriye'de bir hayli zorluklada karşı karşıya kalan ve Halife el-Muti tarafından Ebu Tağlib'e daha önce ihsan olarak bağışlanmış olan Halep üzerinde Musul emirliğinin itibari bağlılığını zımnen kabul eden ve Nasıruddevle'nin saltanatı zamanında vücud bulmuş statükoyu koruyan Halep'teki akrabası ve Seyfuddevle'nin halefi Ebu'l-Meali Şerif ile ihtilafa düşmedi. Ebu'l-Meali Şerif, Ebu Tağlib'in Diyar-ı Bekr ve Diyar-ı Mudar'ı zabtetmesine de karşı çıkmadı.


Ebu Tağlib'in esas rakibi ise, halifenin efendisi ve Hamdanilerin vergi ödemek mecburiyetinde oldukları merkezi hükümetin temsilcisi Büveyhi Bahtiyar idi. Bu ikisi arasındaki düşmanlık kaçınılmazdı. Zira bir taraftan Ebu Tağlib, babası Nasıruddevle'nin daha önce Bağdat'ta oynamış olduğu rolü elde etmek istiyor, diğer taraftan da orada bulunan iki kardeşe, bilhassa Hamdan, Ebu Tağlib'in Musul'dan kovulması hususunda Bahtiyar'ı teşvik ediyordu. Başlangıçta Ebu Tağlib ve Bahtiyar, Karmatiler ve Fatımilere karşı müşterek temayüllerini ortaya koyan bir ittifak siyaseti takip ettiler. Ancak 368(973) tarihinde Hamdan'ın tahrikiyle Bahtiyar, Musul'un zaptına girişti ve bu maksatla şehre yürüdü. Ebü Tağlib'in Bağdat istikametindeki isabetli askeri harekatı, Bahtiyar'ı müzakereye sevketti.


Ebu Tağlib'den Bağdat'ın zahire ihtiyacını temin etmesini amir bir hükmü bulunan antlaşmanın şartlarına hiçbir taraf riayet etmeyince, 369 (974) 'da yeni bir anlaşma ile nihayetlenen husumet ye düşmanlıklar tekrar başladı. İki taraf arasındaki münasebetler daha da düzeldi ve Bahtiyar'ın, ona Uddutuddevle lakabını tevcih etmesine halifeyi ikna ettiği Ebu Tağlib, asi Türk komutanlarına karşı Büveyhileri destekledi ve hatta Bağdat'a kadar yürüdü. 


Bununla beraber, Şiraz Büveyhi emiri Aduddevle (Rey emiri Rüknuddevle'nin oğlu) 'nin tavassutu sayesinde Bahtiyar, Bağdat'taki iktidarını yeniden elde etti. 364(975) tarihinde Ebu Tağlib, kendisini vergi vermekten muaf kılan yeni bir antlaşma yapmaya muvaffak oldu.



367 (977) 'de Aduddevle, Bahtiyar'ın Bağdat'taki mevkiini ele geçirmeye ve onu Suriye'ye yeni bir istikbal peşinde koşturmaya teşebbüs etti. Ebu Tağlib, nezdinde bulunan kardeşi Hamdan'ı teslim etmesi şartıyla, Bağdat'ı geri almaya çalışan Bahtiyar'a yardımda bulundu ve Hamdan'ı öldürttü.


Diğer taraftan, Bahtiyar'la Ebu Tağlib'in kuvvetleri 367 (978) 'de Aduddevle'ye mağlup oldu. Bahtiyar, Musul'u ele geçirdi ve kaçması için Ebu Tağlib'i zorladı. Önce Nusaybin'e, daha sonra da Meyyafarikin'e, Erzurum'a ve Ermeniye'ye varan Ebu Tağlib, daha sonra, kardeşiyle ittifak kurmak suretiyle yardımını, sağlayacağını umduğu asi Skleros'un elinde tuttuğu Bizans'ın Hanzit bölgesindeki Hısn-ı Ziyad (Harput) 'a ulaştı. Fakat ümitleri boşa çıktı ve Meyyafarikin'in muhasarası ile meşgul olan Büveyhi kuvvetlerinin karşı koymasına maruz kalmadan Amid'e yöneldi. 


Bu şehrin 368 (978) 'de zaptından sonra, artık kendisini emniyette hissetmeyen Ebu Tağlib, Hahba'ya yöneldi. O sırada el-Cezire'nin büyük bir kısmının hakimi olan Aduddevle ile anlaşmaya gayret eden Ebu Tağlib, işgal maksadıyla Büveyhi ordusunun Diyar-ı Mudar'a vardığı sırada, Fatımilerin hakimiyetindeki Suriye'ye gitmeye karar verdi. O, Aduddevle'nin bağlılığını kabul etmiş ve kaçağı yakalamak için onun tarafından davet edilmiş olan Halep emiri Saduddevle'nin topraklarından geçmemeye gayret ederek, Havran'a varmayı başardı.



Ebü Tağlib, o sıralarda asi el-Kassam'ın elinde bulunan Şam'a girebileceğini ve burasının valiliğini Fatımilerden elde edebileceğini umuyordu. Şehre girmesine el-Kassam'ın mani olması üzerine Ebu Tağlib, önemsiz çarpışmalardan sonra güneye yöneldi ve Tiberias gölü üzerindeki Kefr Akib'e vardı. Oradan Fatımi komutanı Fazl'la rnüzakarelere başlayan Ebu Tağlib, Şam'ın yeniden fethedilmesi hususunda ona yardım edeceğine söz verdi. Ancak Fazl, daha önceden Ebu Tağlib'in varlığından ve ihtiraslarından fazlasıyla ürken Remle hakimi Müferric b. Degfel b. el-Cerrah'a yardım edeceğini vaad etmişti.



Anlaşma şartlarını bozan Fazı, tam aksine Remle'yi Ebu Tağlib'e söz verdi. Netice olarak, Ebu Tağlib, Müferric'in düşmanı Benu Ukayl kuvvetleriyle birleşerek, onlarla birlikte ona karşı harekete girişti. Bu sırada Müferric, Fazl'a müracaat etti. Sonunda yapılan savaşta Ebu Tağlib, Müferric tarafından esir edildi ve 369 (979) 'da öldürüldü.



Ebu Tağlib, 361-362(972)'de vuku bulan şiddetli Bizans hücumlarına karşı koymuştu; fakat daha sonra onun vekili, esarette ölecek olan Domesticus Melias'ı esir etti. 364(974) yılında Bizans İmparatoru, intikam almak maksadıyla bütün Mezopotamya'yı tahrip etti. Bu tarihlerde Ebu Tağlib'in imparatora vergi verdiği anlaşılıyor. Yuhannes Cimiskes'in 366 (976) 'da vefatını müteakip vuku bulan Skleros'un isyanı sırasında Bizanslı asi, kendisiyle bir antlaşma yaptığı Ebu Tağlib'in yardımına bel bağlamıştı. Daha önce görüldüğü üzere Ebu Tağlib, Skleros'un askeri karargahının bulunduğu Hısn-ı Ziyad (Harput) 'da 368(978) yılında bir müddet ikamet etmişti.

 

Hamdanilerin Musul emirliği çok acı bir şekilde sona erdi. Şüphesiz bu emirlik, Muizzuddevle'nin Bağdat'a varışından sonra oldukça istikrarsız bir dönem geçirmişti.

 

Kardeşiyle birlikte kaçmış olan Ebu Tağlib'in kız kardeşi Cemile de, aynı şekilde feci bir akibete uğradı. Bir rivayete göre o, Aduddevle'ye teslim edildikten hemen sonra intihar etti. Harndani ailesinin Musul'daki mensupları, özellikle Ebu Tağlib'in Ebu Abdullah Hüseyin ve Ebu İbrahim adındaki kardeşleri, Büveyhilere tabi oldular. Aduddevle'nin ölümünü müteakib Baz adlı birisi, Diyar-ı Bekr'i ele geçirmişti.

Baz'ın el-Cezire'nin kalan kısmına hakim olmak için yaptığı teşebbüsleri önlemek maksadıyla, 379 (989) 'da tahta geçmiş olan Büveyhi Sam­ samuddevle, yukarda zikredilen iki kardeşin Musul'a dönmesine izin verdi. Bu iki kardeş, orada yeniden hakimiyet kurmak için çalıştılar ve Beml Ukayl'ın yardımıyla Baz'a karşı mücadele ettiler. Baz, Beled mıntıkasında Hüseyin'e karşı yaptığı bir savaşta öldürüldü. 


Baz'ın halefi ve aynı zamanda yeğeni olan Ebu Ali b. Mervan, iki kardeşe karşı mücadeleye devam ederek, Hüseyin'i esir etti; fakat daha sonra kendisini Suriye' de karşılayıp, 387 (997) 'de Sur valiliğine tayin edecek olan Fatımi halifesi el-Aziz'in müdahalesiyle onu serbest bıraktı. Ebu Tağlib'in bir diğer kardeşi, Ebu'l-Muta Zulkarneyn, Fatımilerin hizmetine girerek, 401 (1010) 'de Şam valisi oldu. Ebu Tahir İbrahim ise, kendisiyle birlikte Baz'a karşı mücadele eden Benu Ukayl emiri tarafından yakalanarak öldürüldü. Böylece Musul, Ukayli hanedanının hakimiyetine girdi. 


Dedeleri gibi Nasıruddevle ünvanını taşıyan Hüseyin'in torunlarından Hüseyin Ebu Muhammed, el- Mustansır'ın hilafeti esnasında, önce Suriye valisi olarak, daha sonra 459 (1065) ve müteakip yıllarda da Kahire'de vukubulan karışıklıklar sırasında, Mısır'da önemli rol oynadı. Bir ara o, Kahire'de mutlak hakim oldu ve bir taraftan Abbasilere bağlılığını yeniden kurmaya çalışırken, diğer taraftan da Fatımi halifesinin bütün selahiyetini elinden aldı. O, kardeşi Fahru'l-Arap'la birlikte, bir hilenin kurbanı olarak, 465 (1072) 'de öldü.

 


-  HALEP HAMDANİ EMİRLİĞİ VE SEYFÜDDEVLE



Bu emirlik, Seyfuddevle Ali b. Ebi'l-Heyca Abdullah b. Hamdan'ın gayret ve mesaisinin neticesinde kurulmuştur. İbn Raik'in katlinden sonra Nasıruddevle, Diyar-ı Mudar ve kuzey Suriye'deki ikta arazisinin kontrolünü ele geçirmeye çalışmıştı. Ancak oraya gönderdiği askeri idareciler, mustakar bir idare kuramayıp, İhşidiler ile ittifak yapmaya meylettiler. Hamdanilerin himayesi altındaki halife, 332 (944) 'de İhşidilerin desteğini talep etti ve Suriye'ye gitmeye çalıştı.


Bütün Suriye'nin ve Diyar-ı Mudar'ın İhşidilerin eline geçeceğinden endişelenen Nasıruddevle, Hüseyin b. Said b. Hamdan'ın komutasında askeri birlikler gönderdi; o da Halep şehrinin kontrolünü ele geçirdi. Halife, Nusaybin'i birlikte terketmiş olduğu Seyfuddevle'nin refakatinde, Rakka'ya gitmek üzere, ayrıldı. Bununla beraber, Hüseyin b. Said'i Halep'ten tardetmiş olan İhşidiler, halifeyle karşılaşmak için Rakka'ya ulaşmıştı. İhşidi'yi kabul eden halife, ona Suriye hakimiyeti hususunda teminat verdi.

 


Böylece, daha fazla fedakarlık yapmayı reddetmiş olan İhşidi Mısır'a dönerken, halife de Bağdat'a gitmek üzere yola çıktı İhşidi'nin kuzey Suriye'ye tayin ettiği vali emniyet ve asayişi sağlayamayınca, Seyfuddevle, kardeşi tarafından sağlanan para ve askeri yardımla orasını ele geçirmeye karar verdi. O, 333 (Ekim 944) yılının Rebiulevvelinde bölge Kabileleriyle anlaşarak, hiçbir çarpışma yapmadan Haleb'e girdi. İhşidi'nin buna şiddetle karşılık vermesi üzerine, iki taraf arasında iki yıl devam eden savaş başladı. 334(945)'de yapılan mütareke ile savaş durduruldu ise de, İhşidi'nin ölümü, Seyfuddevle'yi mütareke şartlarını bozma hususunda cesaretlendirdi ve nihayet Hamdani ile İhşidi'nin oğlu ve halefi Unucur arasında tam bir barış sağlandı. 


336 (947) 'da Seyfuddevle, Kuzey Suriye daha 335 (946) 'de kendisine teslim edilmiş olan mücavir hudut kalelerinin ve Diyar-ı Mudar ile Diyar-ı Bekr'in büyük bir kısmını içine alan bir devletin hakimi oldu. Bu Suriye-Mezopotamya Devleti, Nasıruddevle'nin büyük olmasından dolayı, görünüşte Musul'a bağlı olmasına rağmen siyasi uygulamalarıyla ondan daha güçlüydü. Gerçekten de Seyfuddevle (ki o tarihe kadar Irak'ta, Mezopotamya'da hatta 328 (940) 'de teslim olmalarını sağlamış olduğu Ermeni prenslerin ülkesinde Nasıruddevle için çarpışmış ve Bizansla mücadele etmişti), ne ağabeyine ve ne de halifeye bağlı olmayıp, müstakildi. 


Çukurova'da Samsat'tan Erzurum'a kadar uzanan bir devletin hudutlarının müdafaasından mesul Seyfuddevle'nin, Halep emiri oluşundan sonraki ilk işi Bizans'a karşı mücadele etmek idiyse de o, Suriye'deki asi kabilelerle çarpışmak zorundaydı. Başşehri Haleb'in dışında, her türlü ihtimamı fazlasıyla gösterdiği muhteşem bir saray yaptırdı. Menbic valiliğine getirmiş olduğu Ebu F'iras da dahil olmak üzere, etrafına ailesinin bir çok mensubunu toplayarak, müntesibi şairlerin meşhur ettikleri bir zevk, ilim ve sanat muhiti yarattı. Seyfuddevle, 336 (947) 'dan 356 (967) 'ya kadar Halep'te hüküm sürdü. Saltanatının ilk devresi gerek ülke içinde ve gerekse ülke dışında başarılarla noktalandı ise de, sonrakl devrede özellikle 350 (961) 'den sonraki devrede, başşehrinin Bizans tarafından muvakkaten zaptı, Çukurova'nın elden çıkması, dahili huzursuzluklar, isyanlar ve nihayet muzdarip olduğu hastalığı gibi ciddi talihsizliklere katlandı. 


336 (947-948) 'dan itibaren, Hamdani hükümdarı ile Bizans arasında devamlı savaşlar başladı. Bunun ilk safhası başarılı olmadı. 944 yılında, Romanos I. Lecapenos'un düşürülmesinden sonra, Şark Domesticos'luğuna getirilen Bardas Fokas'ın oğlu ve Kapadokya birliklerinin komutanı olan Leon Fokas 949 yılında Maraş'ı ve Hades'i aldı. Tarsus'taki askeri birlikler de Bizanslılar tarafından mağlup edildi. 338 (949-950) 'de, Leon Fokas, Antakya önüne kadar gelerek, etrafı yağmaladı. 950 yazında, Seyfuddevle Bizans'a büyük bir akın tertip etti. Kapadokya bölgesine ve daha kuzeyde Harsana'ya kadar uzanan akın başarılı oldu. Ancak dönüşte Leon Fokas'ın dağlık arazide geçidi kapatarak kurmuş olduğu tuzağa düşen Hamdani ordusu tamamen imha edildi. Seyfuddevle'nin atı ile uçuruma atlayarak bu tuzaktan kurtulduğu rivayet edilir. Bu akın Araplarca Gazvetu'l-Musibet diye isimlendirilir. Ertesi yıl da Bizanslılar için başarılı geçti.


Ancak 953'te savaşın talihi değişti. Seyfuddevle, Maraş'ı geri aldığı gibi, Bardas Fokas'ın diğer oğlu ve Seleukeia tema'sı komutanı olan Konstantinos Fokas'ı esir etti. Haleb'e götürülen Konstantinos esareti sırasında vefat etmiş ve Seyfuddevle'nin zaferleri 954 yılına kadar sürmüştür. Ancak bu tarihte babasının yerine Şark Domestikos'u olan müstakil Bizans İmparatoru Nicephoros Fokas komutasında Bizanslılar karşı hücuma geçtiler. 957'de Hades Bizanslılara teslim olduğu gibi, bunu takip eden yıl içinde J. Yuhannes Çimiskes, şiddetli bir savaştan sonra, Samsat'ı aldı. 961 yılı müslümanlar için daha da felaketli oldu. Nicephoros Fokas Girit adasını zaptetti. Bu suretle Bizans İmparatorluğunun bağrına doğru ilerlemiş, en ileri İslam karakolu ortadan kaldırılmış ve burada meşgul olan kuvvetlerin Anadolu cephesine nakli mümkün kılınmış oluyordu. Büyük bir kuvvet ile Hamdani ülkesine yönelen Nicephoros Aynzarba, Raban ve Duluk'u almış (961) ve ertesi yıl da Seyfuddevle, başkenti Haleb'in düşmanının eline geçtiğini görme felaketini yaşamıştı. 


Bizanslıların müslüman arazisini bu işgalleri henüz yerleşme mahiyeti taşımamakta ve geçici kalmakta idi. Ancak bunlar üstünlüğün artık Bizans'a geçtiğini göstermekte idi. 15 Mart 963'te II. Romanos öldü. Aynı yılın Ağustos'unda ise, Seyfuddevle'nin büyük rakibi Nicephoros Fokas Bizans imparatoru oldu. İmparatorluğu şark kuvvetleri komutanlığına (domestikos) ise devrinin büyük askerlerinden Yuhannes Çimiskes getirildi. Sıhhatinin bozulmasına, ilk felc alametlerinin belirmesine rağmen, Seyfuddevle 963 yılının ilkbahar ve yaz aylarında Haleb'in tahribinin intikamını almak için, büyük gayret sarfetti. Tarsus'tan başlayan bir akın Konya'ya kadar uzandı. 

Ancak yıl sonuna doğru Cimiskes yeniden harekete geçti. Zilhicce 552 (Aralık 963 - Ocak 964) 'de Adana önüne geldi. Tarsus'tan Adana'ya yardıma gelen bir müslüman birliğini imha ettikten sonra, Çimiskes Massisa (bugünkü Misis) 'yı muhasaraya başladı. Ancak Hamdanilerin uğradığı devamlı bozgunlar ve bilhassa Haleb'in geçici de olsa kayıp ve tahribi İslam dünyasını harekete getirmiş ve her taraftan Seyfuddevle'ye takviye kuvvetleri gönderilmeye başlanmış idi. Bilhassa Horasan'dan gelen gönüllüler ile harekete geçen Seyfuddevle, Misis'e geldiğinde, Bizanslıların etrafı tahrip ederek çekilmiş olduklarını gördü. 353 (964) yılı sonunda Nicephoros Fokas, bizzat birliklerinin başında olduğu halde, Çukurova'ya girdi. Uzun bir kuşatmadan sonra Misis (Receb 354/Temmuz 965) ve Tarsus'u (15 Şaban 3541 16 Ağustos 965) zaptetti.


Seyfuddevle bu sırada, hastalığından faydalanarak, istiklallerini elde etmek için isyan etmiş bulunan komutanları ile uğraştığı için islamın bu en önemli uc şehirlerinin kaybını önlemek üzere müdahale edememiş idi. İslam dünyasında, Bizans'ın bu saldırmasına karşı harekete geçen sadece İhşidoğulları devletine hakim bulunan Kafur oldu. Ancak onun gönderdiği erzak yüklü donanma da Tarsus'un düşüşünden üç gün sonra gelebildi. Çukurova şehirlerinin düşmesi ile Bizanslılara Suriye yolu açılmış bulunuyordu. 966 yılı içinde Seyfuddevle ile Nicephoros anlaşarak, büyük ölçüde ve iki defada olmak üzere, esir değiştirmeye başladılar. Bu da Bizans sınırları içinde kalmış bulunan eski ve mutad yerde, Kızılırmak kenarında değil, Fırat kıyılarında yapılmış idi (Ocak ve Haziran 966) . 


Nicephoros bundan sonra bir kere daha Hamdani ülkesine yürüdü. Şevval 355 (Ekim 966) 'te Balis'i zaptettiği gibi, Menbic yakınına kadar geldi. Ancak burada kendisine Hz. İsa ile ilgili bazı eşyalar teslim edildiği için şehre dokunmaktan vazgeçti. Bundan sonra Halep civarını tahrip etti. Seyfuddevle bu arada Kınnesrin'e ve oradan da Şeyzer'e çekilmiş bulunuyordu. Bizans İmparatoru, Antakya'yı da bir hafta kadar muhasara ettikten sonra geri döndü.


Başarılı bir başlangıçtan sonra uğradığı sürekli mağlubiyetler ve kendi adamlarının isyanları Seyfuddevle'yi tüketmiştı. İslam tarihinin bu meşhur kahramanı Halep'te vefat etti (356/967). Naaşı Meyyafarikin'e götürülerek, şehir dışında bulunan annesinin türbesinde defnedildi. Seferlerinden dönerken, üstüne yapışmış tozlardan yoğrulmuş bir kerpicin mezarında başı altına konulmasını vasiyet etmiş idi. Bir taraftan askeri zaferleri, ilim ve irfaniyle, diğer taraftan «Hale-i Seyfuddevlen diye meşhur olan şair ve edipler vasıtasıyla Halep emirliğine kazandırdığı ihtişam onun İslam tarihinin en şöhretli hükümdarlarından biri olmasına vesile olmuştur. 



Sa'duddevle:

 


Babasının vefatında Meyyafarikin'de bulunan Seyfuddevle'nin oğlu ve halefi Sa'duddevle Ebu'l-Meali, aynı yılın Temmuz ayına kadar Haleb'e gitmedi. O, Ebu Firas el-Haris İbn Ebi'l-Ala Said'in kızkardeşinin oğlu olup, henüz onbeş yaşlarındaydı. Sa'duddevle o sırada Hımıs valisi olan asi Ebu Firas'la karşı karşıya gelmek zorundaydı. 357 (968) yılının Nisan ayında yapılan savaşta Ebu Firas öldürüldü. Bundan sonra Sa'duddevle, 968 yılının sonunda Hınıs ve Trablusşam'a ulaşarak, daha önce babasının hacipliğini de yapmış ve Seyfuddevle'nin yokluğunda idareyi üstlenmiş olan hacibi Kerguye'yi bırakmış olduğu Haleb'e zarar vermeyen ve yaklaşan Bizans ordusunun arzettiği tehlike yüzünden Halep'ten ayrılmak zorunda kaldı. 


Kendi namına idareyi ele geçirme ihtirasını besleyen Kerguye'nin 358 (968) 'de alenen baş kaldırmış olması yüzünden, tehlike geçinceye kadar Sa'duddevle Haleb'e dönemedi. Halep'ten Kerguye ve Rakka'dan Ebu Tağlib tarafından tardedilen genç emir, Seruç'dan Harran, Meyyafarikin ve Menbic'i dolaşıp, oradan da Haleb'e yöneldi. Ancak Bizans kuvvetleri karşısında çekilmek zorunda kaldı. Bu arada 358(969) yılı sonunda Stratopedarkhes Petros ve Mihael Burtzes Antakya'yı zaptetmiş, Petros Haleb'e girerek, 359 (970) 'da Kerguye'ye kabul ettirdiği bir antlaşma ile bu şehri Bizans'ın himayesine almıştı. Bu antlaşma, aynı zamanda Sa'duddevle'yi, Kerguye lehine ondan sonra da vekili Bekcur lehine Halep emirliğinden mahrum bırakan bir hükmü ihtiva ediyordu. Hıms'a sığınma imkanı bulan Sa'duddevle, oradan Kergılye'nin naibi Bekcur tarafından uzaklaştırılmasını müteakib, 367 (977) yılında Haleb'e dönmeye muvaffak oldu. 


Ebıl Tağlib'in 360(971)'da bütün el-Cezire'yi ele geçirmiş olmasından dolayı, Saduddevle'nin hakimiyeti sadece Suriye vilayetlerini içine alıyordu. Bununla beraber, 368 (979) 'de Büveyhi Aduddevle'nin bağlılığını kabul ederek, bir kaçak hüviyetinde dolaşan Ebu Tağlib'den, Rahbe ve Rakka'dan başka, Diyar -ı Mudar'ı da geri alabildi. Bekcur'u Hıms valiliğine tayin etmiş idiyse de, çok geçmeden onunla arası açıldı. Her türlü yardımı temin etme hususunda Bekcur, kendisine Şam valiliğini söz veren ve Halep emirliğini ele geçirmek için onunla Sa'duddevle arasındaki düşmanlıktan istifade etmeyi planlayan Fatımilere güveniyordu. Sa'duddevle ise, Bekcur'a karşı mücadele edebilmek için, 359 (970) yılında imzalanan antlaşmada kabul ettiği mükellefiyetlerini emire hatırlatmak maksadiyle 371 (981) 'de Haleb'e bir ordu göndermiş olan Bizans'ın yardımına bel bağlamıştı.




Bizans ordusunun Haleb'e girişinden itibaren Sa'duddevle, sözü edilen antlaşmanın hükümlerini çok daha titiz bir şekilde yerine getirmeye mecbur bırakılmıştı. Bu Bizans ordusu, Haleb'i muhasara etmek üzere gitmiş olan Bekcur'u 373 (983) 'de muhasarayı kaldırmaya zorladığı gibi, Hıms'ın Sa'duddevle'ye iadesini de sağlamıştı. Bekcur ile Sa'duddevle arasındaki ihtilaf, Bekcur'un Hıms'dan uzaklaştırılıp Fatımi halife el-Aziz'in Şam valiliğini deruhte ettiği, özellikle o sıralar kudret ve kuvveti zayıflayan Büveyhilerden gelecek desteğe hiçbir şekilde güvenmeyen Sa'duddevle'nin Fatımi halifesine müzakere teklifinde bulunup, 376 (986) 'da onun hakimiyetini kabul ettiği devrede son buldu.



Ancak Fatımi veziri İbn Killis'le arasındaki anlaşmazlıkla meşgul olan Bekcur'un, Şam'ı terke mecbur bırakılıp, Halep üzerine yürüyeceği Rakka'da karargah kurduğu sırada, husumet ve düşmanlıklar tekrar başladı. Bekcur, Fatımilerden cüzi bir yardım görürken, diğer tarafta Bizans'tan takviye kuvveti alan Sa'duddevle, hasmını 381'de Haleb'in doğusundaki Naura mevkiinde mağlup ederek öldürdü. Fakat Sa'duddevle, Fatımi halifesiyle, daha önce vermiş olduğu sözün hilafına olduğu için, Bekcur'un çocuklarının tevkifi hususunda ihtilafa düştü. Eğer Sa'duddevle, babasının yakalanmış olduğu hastalıktan 381 (Aralık 991) yılının Şevval'inde ölmemiş olsaydı, şüphesiz Fatımilerin Suriye'deki topraklarına saldırmış olacaktı; nitekim böyle yapacağını Fatımi elçisine mağrurane hakaret ettiğinde ortaya koymuştu.

 

Sa'duddevle'nin esas siyaseti Bizans, Büveyhiler ve Fatımiler arasında manevra olmuştu. O, ne Fatımilere ve ne de mükellefiyetlerini yerine getirmediğinden dolayı 375 (985) 'de ülkesini istila eden Bizans'a sadıktı. Kilis'in zaptı ve Afamiye (Kale-i Muzik) ile Kefertab'ın tahribine sebebiyet vermiş olan bu müdahelenin intikamını Sa'duddevle, Kerguye'yi Sam'an manastırı üzerine göndermesi, onun orada pek çok keşişi öldürerek diğerlerini de esir olarak Haleb'e götürmesiyle aldı. Bununla beraber 376 (986) yılı başlangıcında taraflar sulh yaptılar, fakat bu Sa'duddevle'nin, aynı yılın sonunda Büveyhiler tarafından serbest bırakılacak olan asi Skleros'u desteklemesine ve hatta Fatımi hakimiyetini tanımasına mani olamadı. Sa'duddevle'nin ülkesinin dahili meselelerini halletmedeki kudreti yetersizdi.



Saiduddevle:


Sa'duddevle'nin yerine oğlu Said Ebu'l- Fezail Saiduddevle geçti. Onun saltanatının tarihi tamamiyle Bizans İmparatoru tarafından muhalefetle karşılanan Mısır Fatımilerinin Halep emirliğini ele geçirme teşebbüslerinden ibarettir. Bu teşebbüslerin ilki, Fatımi komutanı Mengutekin'in 382(992) yılında Haleb'i kuşatmasıdır. Bu harekat, Bizans'ın Antakya valisi Burtzes'in gayretlerinin yetersizliği, Mengutekin'in kuvvetinin azlığı ve nihayet Haleb'in fevkalade karşı koyması ile başarısızlıkla sonuçlandı. Mengutekin'in 384 ( 994) yılında giriştiği ikinci teşebbüs ise başarıyla sonuçlandı; zira Sa'duddevle'nin ve veziri Lü'lü'nün yardımına müracaat ettikleri Burtzes, Orantes geçidinde mağlup oldu ve Halep'te yaklaşık onbir ay muhasara edildi. Fakat bir taraftan Lü'lü'nün mukavemeti, diğer taraftan da 385(995) yılı baharında bir Hamdani elçisi tarafından Bulgaristan'dan gönderilen Bizans imparatoru II. Basileios'un ulaşması, Mengutekin'i çekilmeye mecbur etti. 


Hamdani emiri ile Lü'lü, bu yardımın şükranesi olarak imparatorun önünde acizane diz çöktüler. Daha sonra ise, Mısırlılar, hakimiyetlerini Halep emirliği üzerine kadar genişlettiler. 388 (998) yılında Afamiye civarında Bizanslıları mağlup ederek orayı da Mısır'ın sınırları içine aldılar. 389(999)'da vuku bulan ve Beyrut'a kadar uzanan yeni bir Bizans seferi Şeyzer'de bir Bizans askeri garnizonunun kurulmasıyla, Mısırlılara karşı Haleb'in müdafaasını sağlamlaştırdı. Öte yandan 391 (1001) 'de II. Basileios, Halep emiri ile anlaşan Fatımi halifesi el-Hakim ile bir sulh antlaşması yaptı. 

Bunu müteakib Halep emirliğinin kudret ve nüfuzu gerilemeye yüz tuttu. Saiduddevle'nin saltanatının başlangıcından itibaren oldukça fazla miktarda Hamdani gulam, Mısır'ın hizmetine girmişti. Diğer taraftan Lü'lü, daha önce kızıyla evlendirmiş olduğu Saiduddevle'ye her bakımdan hükmettiği için, zaten elinde tuttuğu iktidarı mutlak olarak gaspetmek istiyordu. Bu maksatla o, 392 ( 1002) yılında Saiduddevle'yi öldürttü. Bu tarihten itibaren oğlu Mansur ile paylaştığı iktidarı elinde tuttu. 393 (1003) yılında Lü'lü, Hamdani ailesinin bütün mensuplarını bertaraf etti; Saiduddevle'nin Ebu'l-Hasan Ali ve Ebu'l­ Meali Şerif adındaki iki oğlu Kahire'ye sürülürken, Sa'duddevle'nin Ebu'l-Heyca adındaki tek oğlu ise, kadın kılığına girerek, Bizans İmparatoru II. Basileios'un sarayına sığındı. 


Lü'lü, 399 ( 1008) yılında öldü. Yerine, Fatımi halifesi tarafından Murteza ed-Devle ünvanı verilmiş olan oğlu Mansur getirildi. Mansur'un saltanatının hususiyetini, Sa'duddevle'nin oğlu Ebu'l-Heyca'nın şahsında Hamdaniler saltanatını ihya etmek için yapılan bir teşebbüs teşkil eder. Halep'teki büyük bir muhalefet zümresinin arzusu üzerine, Ebu'l-Heyca'nın kayınbiraderi ve Diyar-ı Bekr hakimi olan Mervanilerden Mumehhiduddevle, eniştesinin İstanbul'dan ayrılması için imparatordan izin aldı. Meyyafarikin'e ulaşan Ebu'l-Heyca, oradan küçük bir ordu ile Halep üzerine yürüdü; fakat kendisine imparator tarafından yardım edilmemişti. Daha önce Ebu'l-Heyca ile birleşmiş olan Kilabileri kendi tarafına çekmeyi başaran Mansur b. Lü'lü, henüz bir Fatımi valisi oluşu yüzünden Mısırlıların yarıdımını da sağladı. Malatya'ya doğru kaçan mağlup Ebu'l-Heyca ise İstanbul'a döndü. 


İmparator kendisini tekrar İslam topraklarına göndermek istediyse de, Mansur, onu İstanbul'da kendi yanında tutması için imparatoru ikna etti. Ebu'l- Heyca'nın tanassur etmiş olması ve Bizans ordusunda hizmet görmesi muhtemeldir. Zira mühürünün bir tarafında Arapça adının, diğer tarafında da kendi saçını asker gibi takmış görünen ve üzerinde Grekçe Aya Teodorus yazılı kemer taşıyan bir portre bulunmaktaydı. 


Kaderin garip bir cilvesi olarak Mansur b. Lü'lü de, Salih b. Mirdas tarafından 406(1015) tarihinde tahttan uzaklaştırılmasından sonra, Bizans topraklarına sığındı ve hudut bölgesindeki Sih · el-Leylün kalesini ikta olarak elde etti. Haleb'e dönmek için başarısız bir teşebbüste bulunan Mansur'un Bizans ordusunda hizmet ettiğini, 421 (1030) yılında vuku bulan Azaz savaşında İmparator III. Romanos Argyros'un yanında görünmesi ortaya koymaktadır.


Musul'dan sonra Hamdanilerin Halep saltanatı da böylece sona erdi. Her ikisinin de Arap devleti olması, devrinde yaygın olmayan bir husustu. Her ikisi de çok mühim siyasi rol oynadı; yükseliş devrinden sonra alçalma devri yaşadılar. Tarih-i Meyyafarikin müellifi İbn Ezrak, bu hususta meyusane bir ifade kullanır. Nasıruddevle'nin Musul'da ve Seyfuddevle'nin Halep'teki ihtimam ve himayesi, bu iki şehirde harikulade bir edebi tekamülü mümkün kılmıştır. İbn Nubate, Kuşacim, en-Nami, es-Seri, Bebbağa, Ebu Firas, el-Mütenebbi ve diğerleri, daima Hamdani Devleti ile birlikte anılacaktır. Hamdaniler, cihadda gösterdikleri şecaat, ananevi Arap cesaret ve cömertliği ve kendilerini çevreleyen ihtişam dolayısiyle edipler tarafından övülmüşlerdir. Bu aileyi açıkça tenkid edenler de olmuştur; kendi devirlerinde İbn Havkal, onları tenkitten çekinmemiştir, çünkü o, onların idaredeki istibdat ve hırsları hakkındaki hükümlerinde açık sözlü idi.



Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi

İLMİ MÜŞAVİR ve REDAKTÖR

Prof. Dr. Hakkı Dursun YILDIZ

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Siyahkaya Barajı / Silopi / Şırnak