KALEM:
Levh-i mahfûz üzerine Allahü teâlânın ilm-i ezelîsi
(başlangıcı olmayan ilim sıfatı) ile bilip taktîr ettiği şeyleri yazan, nasıl
olduğu insanlar tarafından bilinemeyen kalem.
Allahü teâlâ kalemi yaratınca, ona yaz diye emretti.
Kalem, Allahü teâlânın hitâbının heybetinden korkup titredi. Gök gürültüsü gibi
yüksek bir sesle levh üzerinde hareket edip emrolunduğu şeyleri yazdı. (Nişancızâde)
Kalem Sûresi:
Kur'ân-ı
kerîmin altmış sekizinci sûresi. Nûn sûresi de denir.
Kalem sûresi, Mekke'de nâzil oldu (indi). Elli iki
âyet-i kerîmedir. İlk âyetinde geçen, kalem kelimesinden dolayı, Sûret-ül
-Kalem denilmiştir. Sûrede, Peygamber efendimizin aklî mükemmelliği ve yüksek
ahlâkı, O'nu yalanlayanların kötü vasıfları, ahlâksızlıkları, bencillikleri ve
başlarına gelenler, onların inatçı ve inkârcı tutumları karşısında Peygamber efendimizin nasıl tavır takınacağı konuları bildirilmiştir. (Taberî, Senâullah Dehlevî)
Allahü
teâlâ Kalem sûresinde meâlen buyurdu ki:
Nûn, kalem ve onunla yazılanlara andolsun ki, (ey Muhammed!) Sen deli değilsin. Rabbinin nîmetlerine
kavuşmuş bir insansın. Doğrusu sana kesintisiz ecr (sevâb, mükâfât)
vardır. Şüphesiz sen büyük bir ahlâka sâhipsin. (Âyet: 1-4)
Kim Kalem sûresini okursa, Allahü teâlâ ona ahlâkını
güzelleştirdiklerinin sevâbını verir. (Hadîs-i şerîf-Kâdı Beydâvî Tefsîri)
KALENDER:
İbâdetlerin görünmesine önem vermeyen, herkese
tatlı söyleyerek kalb kazanmağa çalışan, farzları yapmaya dikkat eden ve
dünyâya düşkün olmayan kimse.
Kalenderler herkese tatlı söyleyerek, güler yüzlü davranarak
kalb kazanmaya çalışırlar. Farzlara dikkat ederler. Dünyâya düşkün değildirler.
Bunlar riyâ, gösteriş yapmadıkları için melâmilere benzerler. (Seyyid Abdülhakîm Arvâsî)
Kalenderler zamanla bozulmuş, Allahü teâlânın
emirlerinden uzaklaşmışlardır. Zamânımızda kalender ismini taşıyan birçok kimse
bu saydığımız şeyleri yapmıyor. Bunlara kalender yerine haşevî (Allahü teâlâyı
mahlûklara benzeten, madde, cisim diyen kimseler) dense yerinde olur. (Seyyid Abdülhakîm Arvâsî)
KALENSÜVE:
Takke ve
her çeşit başlık.
İmâme yâni sarık, kalensüve ve her başlık ve bürka'
yâni peçe ve maske üstüne ve eldiven üstüne mesh etmek câiz değildir. (İbrâhim Halebî, İbn-i Âbidîn)
KÂLİB ALEYHİSSELÂM:
İsrâiloğullarına gönderilen peygamberlerden. Yâkûb
aleyhisselâmın on iki oğlundan Şem'ûn'un neslindendir. Babasının ismi
Yuknâ'dır. Kendisine Yûşâ aleyhisselâmdan sonra peygamberlik verildi. Mûsâ
aleyhisselâma bildirilen dînin emir ve yasaklarını insanlara tebliğ etti
(bildirdi).
Allahü
teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:
Allahü teâlâya îmân edip, O'ndan korkanlardan (Yûşâ bin Nûn ve Kâlib bin Yuknâ adındaki) iki kimse, İsrâiloğullarına
dediler ki: "Ey İsrâiloğulları! Cebbârların (zâlimlerin)
şehrinin kapısından hemen girin (onların iri cüsseli olmalarından
korkmayın). Bir defâ kapıdan girdiniz mi (Allahü teâlânın yardımıyla) elbette
siz gâliblerden olursunuz. Siz gerçekten mü'min kimseler iseniz. Allahü teâlâya
tevekkül ediniz, güveniniz.
(Mâide sûresi: 23)
Mûsâ
aleyhisselâm Allahü teâlânın emriyle İsrâiloğullarını arz -ı mev'ûd (Filistin
ve Sûriye) denilen yere götürmek üzere yola çıkınca, İsrâiloğullarının her
kolundan birer temsilci seçerek, Filistin bölgesinde yaşayan cebbârların (zâlim
hükümdârların) ve ahâlisinin durumu hakkında haber getirmeye gönderdi. Bu
temsilciler arasında Kâlib aleyhisselâm da vardı. Gidenler, cebbârların ve
ahâlinin iri cüsseli ve kuvvetli olduklarını görerek korktular. Gördüklerini
İsrâiloğullarına anlatıp onları harbe gitmekten vaz geçirdiler. Temsilciler
arasında bulunan Yûşâ bin Nûn ve Kâlib bin Yuknâ aleyhimesselâm gidip
gördükleri kimselerin, görüldüğü gibi kuvvetli olmadıklarını, görünüşte
kuvvetli olsalar bile korkak ve kalblerinin zayıf olduğunu söylediler.
İsrâiloğullarının, Allahü teâlânın yardımıyla o beldeleri feth edebileceklerini
anlattılar. İsrâiloğulları, Yûşâ ve Kâlib aleyhimesselâma karşı çıkarak taşa
tuttular. Kâlib aleyhisselâm da İsrâiloğullarının karşısında Mûsâ aleyhisselâmı
yalnız bırakmayıp, yardımcı oldu. İsrâiloğullarının Tih çölünde kaldığı kırk
sene içinde Mûsâ aleyhisselâmın yanından ayrılmayan Kâlib aleyhisselâm,
Mûsâ aleyhisselâmın vefâtından sonra, Yûşâ aleyhisselâma yardım etti. Yûşâ
aleyhisselâm vefât etmeden önce Kâlib aleyhisselâmı yerine halîfe bıraktı. Yûşâ
aleyhisselâmın vefâtından sonra İsrâiloğullarından ordu hazırlayıp, zâlim
hükümdârlarla savaşıp, onları mağlûb eden Kâlib aleyhisselâm daha sonra Mısır'a
gitti. Hazkîl aleyhisselâmla birlikte İsrâiloğullarının Mûsâ aleyhisselâmın
dîni üzere kalmaları ve Allahü teâlâya îmân ve ibâdet etmeleri için gayret sarf
etti. Kâlib aleyhisselâm Mısır'da vefât etti. (Mirhaund, İbn-ül-Esîr, Nişancızâde)
KÂLÛBELÂ:
Allahü teâlâ, Âdem aleyhisselâmı yaratınca, kıyâmete
kadar bütün zürriyetini zerreler hâlinde onun belinden çıkarıp; "Ben sizin
Rabbiniz değil miyim?" diye buyurup, onların da; "Evet, sen
Rabbimizsin" diye verdikleri cevâbı ifâde eden söz. (Ahd ü Mîsâk)
KAMER SÛRESİ:
Kur'ân-ı
kerîmin elli dördüncü sûresi.
Kamer sûresi Mekke'de nâzil oldu (indi). Elli beş
âyet-i kerîmedir. Ayın yarılıp bölünmesi mûcizesi anlatıldığından
Sûret-ül-Kamer denilmiştir. Sûrede, kıyâmetin yakın olduğu, buna rağmen
müşriklerin nefislerine uyarak gerçekleri yalanladıkları, vakti gelince, zillet
içinde kabirlerinden çıkacakları ve Resûlullah efendimizi yalanlamalarının
cezâsını çekecekleri anlatılmaktadır. Ayrıca bâzı peygamberlerin kıssaları da
bildirilmektedir. (Râzî, Kurtubî, İsmâil
Hakkı Bursevî)
Allahü
teâlâ Kamer sûresinde meâlen buyurdu ki:
(Bedr'deki) bu topluluk yakında muhakkak bozulup
hezîmete uğrayacak ve arkalarına dönüp kaçacaklar. Daha doğrusu onların asıl
azâb vakti, kıyâmettedir. O vaktin azâbı daha müthiş ve acıdır. (Âyet: 45-46)
KAMERÎ AYLAR:
Hicrî
takvimde kullanılan on iki ay. Arabî aylar da denir. (Hicrî Sene)
Kamerî ayın hesaplanmasında, gökteki ayın
dünyâmızın çevresindeki döndüğü zaman esas alınmıştır. Kamerî aylar bâzan 29,
bâzan da 30 gün çeker. İslâm dîninde ibâdetlerin bu aylara göre yapılması
emredilmiştir. Bunun sebeblerinden biri, Ramazan ayıdır. Zîrâ Ramazan ayı hicrî
kamerî aylardandır. Mîlâdî seneye göre her yıl 10-11 gün evvel başlamaktadır.
Onun için 33 senede tam bir devir yaparak senenin bütün günlerinde oruç
tutulmuş olmaktadır.
Hicrî
takvimde kullanılan arabî ayların adları sırasıyla şunlardır:
1) Muharrem, 2) Safer, 3) Rebî'ül-evvel, 4)
Rebî'ül-âhir, 5) Cemâziyel evvel, 6) Cemâziyel âhir, 7) Receb, 8) Şâban, 9)
Ramazan, 10) Şevval, 11) Zilka'de, 12) Zilhicce. (M. Sıddîk Gümüş)
KAMERÎ SENE:
Ayın
yerküresi etrâfında on iki defâ dönmesi esnâsında ortaya çıkan yıl, sene. 354
gün.
Güneş yılı (Şemsî sene) kamerî yıldan 10.875 gün
daha uzundur. Bu farktan dolayı 32.5 güneş yılı 33.5 kamerî sene olur. Kamerî
sene sayısı, 0.97023 ile çarpılınca, güneş yılı olur. Hicrî şemsî sene sayısı
1.0307 ile çarpılınca, kamerî sene sayısı olur. (M. Sıddîk Gümüş)
KÂMET:
Kalkmak, ayakta durmak; farz namazlardan önce
okunması sünnet olan ve ezana benzeyen sözler. (İkâmet)
Erkeklerin, farz namazlardan önce kâmet okumaları
sünnet-i müekkededir (kuvvetli sünnettir). (Halebî)
Ezan ve
ikâmeti işiten kimse müezzin ile berâber okur. (İbn-i Âbidîn)
Kâmet de ezan gibidir. Yalnız kâmette kelimelerin
aralarında fâsıla verilmez. Bir de Hayye alel felâhtan sonra iki kerre
"Kadkâmet-is-salah" söylenir. (İbn-i
Âbidîn)
KÂMİL:
Tam,
eksiksiz, olgun.
Îmânı
kâmil olanınız, ahlâkı güzel olanınızdır. (Hadîs-i şerîf-Müslim)
Eğer îmânının kâmil olmasını istersen, kendini
müslümanlardan yüksek görme. Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem
buyurdular ki: "Bir kişi îmânının kemâlini (olgunluğunu) isterse,
kendine insâf versin (tevâzu üzere hareket eylesin) ve
fakîr olduğu hâlde sadaka versin. Bu iki huy, îmânı, kemâl derecesine
yükseltir. (Süleymân bin Cezâ)
Her mü'min Peygamberimizi malından ve canından daha
çok sever. Bu sevgisinin bir alâmeti, sünnetleri yapıp mekruhlardan
kaçınmaktır. Bir mü'min bütün bunları yerine getirdikten sonra, mübahlarda da
ne kadar ona uyarsa o derece kâmil bir müslüman olur. (İmâm-ı Rabbânî)
KAMÎS:
1.
Gömlek, entâri.
Namazda, secdeye yatarken kamîs ve pantolon
paçalarını yukarı çekmek mekrûhtur ve bunları yukarı çekip, kıvırıp namaza
durmak da mekruhtur. (Halebî)
Resûlullah kamîs giymeyi severdi. Gömleğinin
kolları, bileklerine kadar uzundu. (İmâm-ı
Tirmizî)
2. Kefenin parçalarından olup, entâri gibi uzun, dikişsiz gömlek. Erkeğin
kefeninin üç parça olması sünnettir. Bunlar:
1) İzâr; genişliği bir metreden fazla ve baştan
ayağa kadar olan bez parçası. 2) Kamîs; uzunluğu, omuzlardan ayaklara kadar
olan uzunluğun iki katıdır. Bu uzunluk ortadan ikiye katlanıp, kat yerinden,
baş geçecek kadar, düz kesilir. Kol ve etek yerleri kesilmez. 3) Lifâfe;
uzunluğu başı ve ayağı geçen, baş üstünden ve ayak altından uçları büzülüp
bezle bağlanan parça. (İbn-i Âbidîn)
KANÂAT:
Yeme, içme ve barınacak yer husûsunda bileğin
emeği, alın teri ile kazanılana râzı olmak, başkasının kazancına göz dikmemek.
Kanâat, çalışmayıp, sâdece eline geçeni kullanmak, tembel oturup, başka bir şey
aramamak değildir. Aksine hırslı hareketlerden kaçınıp, gönül huzûru ile
yaşamaktır.
Allahü teâlâ buyuruyor ki: "Ey kulum! Emir ettiğim
farzları yap, insanların en âbidi olursun. Yasak ettiğim haramlardan sakın verâ
sâhibi olursun. Verdiğim rızka kanâat eyle, insanların en ganîsi (en
zengini) olursun, kimseye muhtâc kalmazsın (Hadîs-i kudsî-Berîka)
İslâmiyet ile şereflenen, hayâtı için yetecek
nafakaya sâhib olan ve bunda kanâat eden kimseye ne mutlu. (Hadîs-i şerîf-Nisâb-ul-Ahbâr)
Kanâat
tükenmez bir hazînedir. (Hadîs-i
şerîf-Nihâye)
Kanâat
eden azîz, tama' eden (dünyâ lezzetlerini haram yollardan arayan) zelîl
olur. (Hadîs-i
şerîf-Nihâye)
Kim kanâat ederse, geçimi iyi olur. Kim tama'
ederse, (dünyâ lezzetlerini haram yollardan ararsa) geçim sıkıntısı çeker. (İbn-i Cevzî)
KANDİL GECELERİ:
İslâm
dîninin kıymet verdiği mübârek geceler.
KÂNÛN-I İLÂHÎ:
1. Allahü teâlânın kullarının dünyâ ve âhirette
huzûr ve seâdete (mutluluğa) kavuşmaları için Peygamberleri (aleyhimüsselâm)
vâsıtasıyla insanlara bildirdiği emirleri ve yasakları, İslâmiyet.
2. Allahü
teâlânın kâinâtta (varlık âleminde) koyduğu nizâm, düzen.
Yalnız duâ etmekle kendimizi aldatmayalım! Allahü
teâlânın kânûn-ı ilâhiyyesine uymadan, sebeblere yapışmadan, çalışmadan duâ
etmek mûcize istemek demektir. Müslümanlıkta hem çalışılır, hem de duâ edilir.
Önce sebebe yapışmak, sonra duâ etmek lâzımdır. (Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî)
KAPLAMA MESH:
Abdestte
başın her tarafının mesh edilmesi.
Kaplama mesh şöyle yapılır: İki el ıslatılıp, üç
bitişik ince parmak birbirine yapıştırılır. İç tarafları başın önünde saçların
üzerine konur. Baş ve şehâdet parmakları hâriç üç parmak, başın arka tarafına
doğru çekilir. Başın arkasında üç parmak kaldırılır ve avuç içleri saça
değdirilerek öne doğru çekilir. Şehâdet parmağıyla kulak içi ve baş parmakla
kulak arkası, elin dış yüzüyle de ense meshedilir. (İbn-i Âbidîn)
KÂR HADDİ:
Bir malı
satarken, alış fiyatına veya mâliyeti üzerine eklenen fazlalığa, kâra konulan
sınır.
Enes bin Mâlik radıyallahü anh buyurdu ki:
"Medîne-i münevverede pahalılık oldu. Yâ Resûlallah! Fiyatlar yükseliyor.
Bize kâr haddi koyunuz denildi. Resûlullah efendimiz;
"Fiyatları koyan Allahü teâlâdır. Rızkı genişleten, daraltan,
gönderen yalnız O'dur. Ben, Allahü teâlâdan bereket isterim" buyurdu. (Hadîs-i
şerîf-Kitâb-ül-Harâc)
Kâr haddi
koymayınız! Fiyat koyan, Allahü teâlâdır. (Hadîs-i şerîf-Dürr-ül-Muhtâr)
Herkes malını, dilediği fiyatla satabilir.
İslâmiyet'te kâr haddi diye bir şey yoktur. (İbn-i
Âbidîn)
Esnâfın hepsi fiyatları, fâhiş olarak yâni mal oluş
fiyâtlarının iki misline çıkarması, millete zarar ve zulüm hâline geldiği
zaman; hükûmetin, tüccârlara danışarak, uygun bir kâr haddi koyması câiz olur.
Hükümetin koyduğu bu fiyata uymak vâcibdir. (İbn-i
Âbidîn)
KARÂBET:
Soy, süt
ve evlilik yoluyla yakınlık, akrabâlık.
KARÂMİTA:
Milâdî dokuzuncu asırda Hamdan Karmat tarafından
kurulan bozuk fırka. İsmâiliyye ve Bâtıniyye de denir.
Kûfe'de tüccârlık yapan Hamdan Karmat, Kûfe
yakınındaki Dâr-ül-hicre adını verdiği yere bir konak yaptırıp, burayı
müstahkem (sağlam) bir sığınak hâline getirdi. Câhilleri etrafına toplayıp
Abbâsî halîfesine karşı isyâna teşvik etti ve bugünkü komünizmde bulunan
mülkiyette ortaklık fikrini savundu. Karamita veya Karmatîlik adı verilen bozuk
yolunu kurdu. İslâm dîninin emir ve yasaklarının bir çoğunun yersiz ve geçersiz
olduğunu söyledi. (Abdülkâhir
Bağdâdî)
Mecûsîler yâni ateşe tapanlar, İslâm dîninin
yayılmasını önleyebilmek için, reisleri Hamdan Karmat 890 (H. 227)da Karmatî
isyânını başlattı. Karamita devletini kurdu. Karmatîler, Ehl-i sünnet
müslümanlara zulm edip şehîd ettiler. İslâm beldelerini harâb edip hac
yollarını kestiler. Mekke-i mükerremeyi işgâl ettiler. Hacer-ül-esved'i
Kâbe'den çıkarıp Basra'ya getirdiler. Cennet, dünyâ lezzetleri; Cehennem de,
dînin emirlerini yapıp yasaklarından kaçınmaktır, dediler. Haramlara, güzel
san'at ismini verdiler. İslâm dîninin kötü huy, fuhş (çirkin işler) dediği
ahlâksızlıklara moral eğitimi diyerek gençleri sefâhete (bozuk işlere)
sürüklediler. Devletleri İslâmiyet'e çok zarar verdi. 938 (H. 372)'de Allahü
teâlânın gadabına yakalanıp mahvoldular. (Şehristânî)
Mazdek tarafından ortaya atılan komünist fikirleri
temel alan Karamitaya göre, bütün fertlerin mallarının birleştirilmesi farzdır.
Nikâh (evlenme) müessesesini de kabûl etmeyen Karmatîler, kadınlarda da
ortaklığı kabûl ediyorlardı. Kıble olarak Mekke-i mükerremeyi değil, Kudüs'ü
kabûl eden Karamita fırkası, şarap ve benzeri içkileri helâl sayarlar. (Abdülazîz Dehlevî)
KÂRÎ:
Kur'ân-ı
kerîmi ezberleyen ve okuyan.
Nice
kâriler vardır ki, Kur'ân-ı kerîm onlara lânet eder. (Hadîs-i şerîf-Keşf-ül-Hafâ)
Zamânımızda, Kur'ân-ı kerîm okurken tegannî yapan
kârilerin nâmelerini işiterek; "Ne güzel okudu!" diyen kimsenin îmânı
gider. (İmâm-ı Mâtürîdî)
KÂRİA SÛRESİ:
Kur'ân-ı
kerîmin yüz birinci sûresi.
Kâria sûresi, Mekke'de nâzil oldu (indi). On bir
âyet-i kerîmedir. Kâria'dan yâni kıyâmet gününden haber verdiği için,
Sûret-ül-Kâria denilmiştir. Sûrede; Kıyâmetin kopması sırasında meydana gelecek
olaylardan ve insanın âkibetinden bahs edilmektedir. (Muhammed bin Hamza, İbn-i Abbas)
Allahü
teâlâ Kâria sûresinde meâlen buyurdu ki:
(Kıyâmet günü) Kimin tartılan (iyi) ameli
ağır gelirse, işte o, hoşnûd edici bir yaşayış içinde olur. (Âyet: 6-7)
Kim Kâria sûresini okursa, Allahü teâlâ kıyâmet günü onun mîzânını (sevâb terâzisini) ağır getirir. (Hadîs-i şerîf-Kâdı Beydâvî Tefsîri)
KÂRİN HACI:
Hac ile ömreye birlikte niyyet eden. Önce ömre için
Kâbe-i muazzamayı tavaf ve sa'y edip, sonra ihrâm elbisesini çıkarmadan ve traş
olmadan, hac günlerinde hac için, tekrâr tavaf ve sa'y yapan.
Kârin hacılar taş atıp, tıraş oluncaya kadar ihrâmı
çıkarmayacağı için, ihrâmın men ettiği şeylerden her gün sakınmaları lâzım
olur. Bu şeylerden sakınamayacak kimselerin mütemettî' hacı olması uygundur. (İbn-i Âbidîn)
KARÎNE:
Emâre,
alâmet. Bir şeyin hakîkatine delil olan şey.
Ağızda
şarap kokusu, içki içildiğine karînedir. (Lübâb)
KARZ-I HASEN:
Ödünç
verme, çarşıda benzeri bulunan herşeyi, belirsiz bir zaman sonra, aynısı geri verilmek üzere verme.
Bir adam Cennet'e girince, Cennet kapısının
üstünde; "Sadaka veren, on katını alır; karz-ı hasen veren de, verdiğinin
on sekiz katını alır" yazısını görür. (Hadîs-i şerîf-Câmi-us-sahîh, Müsned,
Mu'cem-ül-Kebîr)
Karz-ı hasen verirken; şu gün ödeyeceksin şeklinde
zaman tâyin etmemeli (bildirmemelidir). Çünkü zaman tâyin ederse, malı, misli
yâni benzeri ile veresiye satmış olur ki, bu fâizdir. (Hamzâ Efendi)
Allahü teâlâ kendisine karz-ı hasenle borç
verenleri bol bol mükâfâtlandıracağını ve onları Cennetlere koyacağını
bildirmiştir. (İmâm-ı Şâtıbî)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder