2 Temmuz 2023 Pazar

İslam öncesi Araplarda Bilim, Eğitim ve Kültür-5

 


Cahiliye Çağında Hitabet (Hatiplik)


Hitabet, güçlü bir hayal gücüyle birlikte, etkili ve iyi konuşma gerektiren bir sanattır. Bu nedenle şiir gibi kabul ediyoruz. Veya her ikisi ayrı olmakla beraber şiir "manzum şiir" hitabet ise "mensür şiir" sayılır. Hitabet, hamaset (yiğitlik ve yüreklilik) ister. Hitabetin en yoğun etkisi, çoğunlukla fürosiyyet çağında (atcılık ve binicilik çağı) kişilik ve onur sahibi, hürriyet aşığı olan milletlerde görülmüştür. Şiirde ise böyle koşul ve sınırlama söz konusu değildir. Bu açıdan bakıldığında Arapların Cahiliye devri, Yunanlıların Cahiliye devrine benzer. Her iki ulusta da şiir ve hitabet çok gelişmişti. Her ikisi de kişilik sahibi ve bağımsız toplumlardı. Aynı özellikleri taşımadıklarından dolayı, Romalılarda şiir sanatı daha geç dönemlerde gelişmiş olmasına karşın, hitabet büyük bir yarış ortamında oldukça gelişmişti. Aynı nedenle, lbranilerde şiir sanatı çok ilerlemişken hitabet oldukça geri kalmıştı. lbraniler, Arap ve Yunanlılar gibi bağımsız uluslar olamadıklarından, kişilik ve onurlarını koruyacak güce de erişememişler bu nedenle de zayıflık ve zillet, onlar üzerinde baskın bir huy ve özellik haline gelmişti. Bunun için lbranilerde şaire yakışır hayal ve duygular, yakınma, yalvarma ve dua etmeye yönelmiştir. Zihin ve yetenekleri mersiye ile birlikte, hikmetli ve öğüt verici şiirler türü üzerinde yoğunlaşmıştı.


Arap toplumları, içinde bulundukları çevrenin etkisiyle, bağımsızlık ve yiğitlik duygularıyla özdeşleşmiş, şairlere özgü hayal ve duygularla dolu olan diğer uluslar gibi hassas bir millet olduklarından, hitabet sanatı oldukça önemli bir konum ve etkiye sahip olmuştu. Bazen etkili ve edebi bir söz uyandırdığı etki ve heyecanla onları ayaklandırırdı. Konum ve geçim yolları etkisiyle aralarında ortaya çıkan tartışmalar, birbirleriyle rekabetleri, birbirlerine karşı övünmelerini gerektirdiğinden etkili ve vurgulu sözlerle rakiplerini inandırmak ve kendilerine destekçi bulmak için etkili söz söyleme ve nutuk atmak zorundaydılar. Nutukların konusu çoğunlukla genel ve özel toplantı yerlerinde soy sop, ahlak ve terbiye ile övünmelerinden oluşuyordu. Arap hatipleri hitabet kürsüsüne çıktıklarında, başlarında sarık ve ellerindeki bastona dayanarak, ayakta nutuk atarlardı. Kimi zaman, baston yerine, üzerine dayandıkları ok veya mızrakla, sözün gelişine uygun olarak, özel işaretler yaparlar ve söylediklerinin dinleyenler üzerinde daha etkili olması için çaba harcarlardı. Kimi zaman da deve üzerine binmiş oldukları halde nutuk atarlardı. Şiirle hitabetin benzerliğini gösteren kanıtlardan biri de, şairlerden çoğunun aynı zamanda hitabetle ve hatiplerden çoğunun da şiirle uğraşmalarıdır. Bunların pek çoğu hem hatip hem de şairdiler. Her iki sanatla uğraşırlar, hangisinde daha baskın gelirlerse ona göre kendilerine hatip veya şair adı verilirdi. Hatipleri çok olan kabilelerin çoğunlukla şairleri de bol olurdu. Arapların şiir ve hitabet tarihiyle ilgili söyledikleri sözlerden biri de: "Abdülkays kabilesi lyad savaşından sonra iki gruba ayrılmış. Bunlardan biri Umman bölgesini yerleşim yeri olarak seçmiş Arap hatipleri bu grupla beraber yaşamışlar, diğer grup Bahreyn bölgesine yerleşmiş. Arapların en ünlü şairleri bunlar arasından çıkmış." Oysa bunlar çölün göbeğinde ve fesahatin kaynağındayken böyle değildiler. Bu durum, daha önce söylediğimiz gibi, yabancılarla karışma sonucu, ortaya çıkan kültür alışverişi Arap edebiyatındaki gelişmenin temelini oluşturmuştur. Yemen bölgesinde birçok hatibin yetişmiş olması da burdan kaynaklanıyordu. Yemen halkı Araplar gibi hitabet sanatında üstat olan lranlılarla kültür alışverişi içindeydiler.


Hutbelerin (Nutuklar) Konuları


Araplar okuma yazma bilmeyen bir toplum halindeyken bile, dili çok ustaca kullanırlar, insanlar üzerinde etki yaratacak kelimeleri seçerler ve bunlarla nutuklarını süslerlerdi. Şiir sanatı gibi, hatiplik ve yaratılışlarından gelen bir yetenekti. Bu yeteneğe ek olarak, çocuklarını küçük yaştan başlayarak bu konuda eğitirler, etkili konuşma ve nutuk alanında pratik yaptırırlardı. Onların düşüncesine göre, soylarının korunması, ırz ve namuslarının savunması için şairlere nasıl gereksinim duyuyorlarsa, gerektiğinde çevre bölge ve şehirlere heyet göndermek için de hatiplere de gereksinim duyuyorlardı. Bununla birlikte Cahiliye çağında şairler, hatiplere tercih ediliyordu.


Ancak lslamiyet'ten sonra, ikna etme ve taraftar toplama açısından daha yararlı oldukları için hatipler ön plana çıkmıştır. Temsilci veya vekillik için duyulan gereksinimden dolayı da hatipler, o kabilenin en büyüğü ve başkanı sayılırdı. Bu şekilde bir adam bir kabileye, bir dil birçok dillere denk anlamına geliyordu.


O yüzyıla göre vekil ve temsilciler göndermek her ülkede geçerli bir gelenekti. Rum, Hint, Çin, lran devletleri aradaki dostluk ilişkilerini güçlendirmek veya övünmek amacıyla birbirlerine özel heyetler gönderirlerdi. Arapların o tarihlerde heyetler gönderecek belli başlı bir devleti yoktu. Ancak lrak'ta bulunan Arap melikleri (al-i münzir) kisraların ve özellikle Kisra Nuşirvan'ın huzuruna çıktıklarında, Arapların dildeki ustalık ve yeteneklerini anmaktan geri kalmadıkları için, kisra bu dil üstatlarını görmek ve dinlemekten büyük zevk alırdı. Bu meliklerinden Numan, birgün Nuşirvan'ın huzurunda bir konudan söz edince Nuşirvan, bu söz söyleme üstatlarından birini görmeyi arzu etmişti. Bunun üzerine, melik Numan, her Arap kabilesinden ikişer veya üçer hatip seçip, kisranın huzuruna çıkarmıştır. Arapların filozof ve büyükleri olan bu hatipler arasında Temim kabilesinden Eksen, Hacib b. Zürare ve Bekir kabilesinden Hars b. Zalim ve Kays b. Mesud ve Amir oğulları kabilesinden Halid ibn Ca'fer vs. gibi kişiler bulunmaktaydı. Bunlar kisranın huzuruna çıkarak sırayla nutuk atmışlardı. Ibn Abdi Rabbih el-Ikdü'l-ferid adındaki kitabının 3. cildinde bu nutukları ayrıntılarıyla kaydetmiştir.


Bununla birlikte Yemen Arapları ile Arap Yarımadası'nın doğusunda yaşayan Araplar kendi topraklarında egemen olan Iran valilerinden yakınmak ve diğer bazı Araplar ise -Muaviye'nin babası Ebü Süfyan'ın yaptığı gibi- at vs.'den oluşan hediyeler sunarak bir düşmana karşı yardım istemek için Iran hükümdarlarının huzurlarına çıkarlardı.

Arap meliklerine gidip misafir olmak veya özel heyetler göndermek de geçerli bir adetti. Ünlü şair Hassan ibn Sabit, Hirede Münzir oğulları ve Belka'da Gassanlı meliklerine gidip misafir olurdu. Seyf b. zi Yüzn, Yemen bölgesini ele geçiren Habeşlileri öldürüp ülkeyi kurtardığı zaman, Kureyş büyükleri özel bir heyet kurarak kendisinin huzuruna çıkıp teşekkür ve tebriklerini sunmuşlardı. Hz. Peygamber'in dedesi Abdülmuttalip de bu heyetin hatipleri arasındaydı. Islamiyet'in yayılması üzerine çeşitli kabilelerden Hz. Peygamber'in huzuruna çıkan kasideciler de böyleydi. Islamiyet yayılıp güçlenince çevre kabilelerin en seçkin hatipleri ve büyükleri Islam'a girmek veya bazı konuları sormak için Hz. Peygamber'in huzuruna çıkmışlardı.

Gassan ailesi meliklerinden Cebele ve Yemen büyüklerinden Amr b. Ma'dikerb'in Hz. Ömer'in ve Yemame halkının Hz. Ebubekir'in yanlarına gelmeleri ve burada anlatılması uzun sürecek diğer Arap kasidecilerinin, selamlamak veya kutlamalarda bulunmak amacıyla halifelerin huzuruna çıkmaları da aynı nedenden kaynaklanmaktadır.


Hatipler


Özetlemek gerekirse, Cahiliye çağındaki uyanış döneminde hatipler, şairler gibi oldukça bol yetişmiş ve bunların çoğunluğu kabile başkanları, büyükleri veya hakimleri olmuşlardır. Her kabilenin bir veya daha çok hatibi vardı. Cahiliye hatiplerinin en ünlüsü lyad oğullarından Kuss b. Sa'ide idi. Hz. Peygamber bu kişinin zamanına yetişerek kendisini Ukaz panayırında kırmızı bir deve üzerinde görmüş ve halka hitaben "Ey insanlar! Geliniz dinleyiniz, düşününüz. Her kim yaşarsa ölür. Her kim ölürse göçmüş bulunur. Bir şey ki mutlaka olacaktır. Er veya geç gelip çatacaktır" dediğini işitmiştir. Dilindeki ustalık ve akıcılıktan dolayı "Sehban Vail'den daha büyük hatip" denilerek deyim haline gelen Sehban Vail Bahili" o zamanın büyük hatiplerindendi. Bu kişi nutuk atarken üzerinden terler boşanır, hiçbir kelimeyi tekrar etmez, hiçbir yerde şaşırıp durmaz ve nutkunu bitirmeden oturmazdı. Himyer'den Duveyd b. Zeyd, Züheyr b. Habbab. gibi birçok hatipler vardı. Diğer kabilelerden Haris b. Ka'b, Kays b. Züheyr, Rebi' Dahi', Altı Parmak Advani, Eksem b. Sayfi, Amr b. Gülsüm vs.'de diğer büyük hatip arasındaydılar.


Arap hatipleri nutuklarında ince ve etkileyici sözleri ve alışılmış anlamları seçerlerdi. Nutukları uzun veya kısa olmak üzere iki çeşitti. Kısa nutuklar kolaylıkla ezberlendiği için daha çok kullanılıyordu. Nutuklara çok fazla önem verdiklerinden öncekilerden sonrakilere geçen bir miras olarak korur, aktarır ve her nutka özel bir isim verirlerdi.



Edebiyat Meclisleri ve Ukaz Panayırı


Araplar şiir söylemek, düşünce ve olaylar hakkında görüş alışverişinde bulunmak, yarışmalar yapmak gibi genel veya özel birçok konuda görüşmelerde bulunmak için, birtakım meclisler kurar ve bunlara "endiye" (meclis, encümen ve kulüpler) adını verirlerdi. Kureyş meclisi ile Kabe yakınında bulunan "Dar al-Nedve" (danışma meclisi) bu çeşit meclislerdendi. Bununla beraber boş zamanlarında bir yerde toplandıklarında özellikle "esvak" adını verdikleri panayırlarda şiirler okurlar, eğlence ve yarışmalar yaparlardı.


Esvak (Panayırlar)


"Sfık"ler (pazar-panayır), şehir veya köy halkının alışveriş yapmak, görüşmek veya konuşmak amacıyla belli zamanlarda toplandıkları yerdir. Bu gibi pazar veya panayırlar günümüz uygarlığından uzak bulunan köy ve kentlerde hala kurulmaktadır. Bununla birlikte Kahire gibi büyük şehirlerin bazılarında da haftanın belli günlerinde pazarlar kurularak o günlerin adlarıyla anılır. Kahire'de kurulan "sak el-sebt veya sebtiye" (cumartesi pazarı), "sük el selase" (salı pazarı gibi). Halk çevreden bu pazarlara gelir ve alışveriş yapar.


Söz konusu pazarların her hafta kurulanı olduğu gibi, ayda veya yılda yalnız bir kez kurulanı da vardır. Bazıları ise birkaç yılda ancak bir kez kurulur. Hintlilerin her yıl Ganj (gange) Irmağı kenarında ve Delhi (Hardwar) şehrinde kurdukları pazar veya panayırda 300 bin kişi toplanır. Aynı şekilde Hintliler her on iki yılda bir kez söz konusu yerde hac törenleri yapar. Buraya giden ziyaretçilerin sayısı 1 milyona ulaşır. Dünyada en büyük panayır bu panayırdır. Gerek Rusya'da gerek Osmanlı ülkesinde, Almanya, İngiltere ve Amerika'da da bu gibi pazarlar kurulmaktadır.


Rusya'nın Novgorod şehrinde yılda iki kez panayır kurulur. Rusya'nın her köşesinden, Doğu Avrupa ülkelerinden on iki bin kişi bu panayırlara katılır. Bu panayırın alışveriş hacmi on iki milyon ruble civarında tahmin olunmaktadır.


Eski devirlerde bu gibi birçok panayır ve pazarlar vardı. Ancak söz konusu devirlerde, hac gibi dinsel bir amaç olmazsa halk bu panayırlara çok fazla rağbet etmezdi. Cahiliye çağında kurulan Ukaz vb. panayırlar buralarda toplanan hacıların yiyecek, içecek vs. ihtiyaçlarını karşılamanın yanında, çeşitli kültürel faliyetlerde bulunmak amacıyla kuruluyordu.


Arap Panayırları


Cahiliye çağında Arapların yılın her ayında ayrı yerde kurulan panayırları vardı. Bir yerde panayır süresi bitince diğer şehre giderek oradaki panayıra katılırlardı. Araplar uzak ve yakın yerlerden buralara gelerek alışverişte bulunurlardı. Örneğin, Necid'in yukarı bölgelerinde bulunan Dümetülcendel'de Rebiyülevvel ayının başlarında panayır kurulurdu. Daha sonra Hicr bölgesine gidilir orada da bir ay pazar kurulduktan sonra Umman'a geçerlerdi. Daha sonra Hadramut ve Aden'e gidilirdi. Panayırcılardan bazıları San'a'ya kadar giderlerdi. Daha sonra haram aylarda (Zilkade, Zilhicce, Muharrem, Receb) Ukaz panayırına gidilirdi. Bunun dışında değişik yerlerde de panayırlar kurulurdu.


Ukaz Panayırı


Cahiliye çağında Arapların en ünlü panayırı Taif ile Nahle arasında kurulan Ukaz idi. Araplar hacca gittiklerinde Zilkade ayının başlangıcından yirmisine kadar bu panayırda kalır, alışverişten sonra Mekke'ye giderler ve burada hac görevlerini yerine getirdikten sonra yurtlarına dönerlerdi. Kabilenin ileri gelenleri sözü edilen diğer panayırlar sırasında herkes kendi şehrinde kurulan panayıra katılmakla yetinirdi. Ancak Ukaz panayırı ayrıcalıklı bir pazardı. Herkes her taraftan bu büyük ve önemli panayıra gelirdi. Bu panayır boyunca kimin esiri varsa fidye vererek kurtarmaya çalışırdı. Kimin çözülmesi gereken davası varsa davayı görecek memura müracaat ederdi. Panayırlarda bu davalara bakanlar Temin kabilesindendi. Kimin birinden alınması gereken öcü olup da aradığı adamı bulamazsa onu Ukaz panayırında arardı. Her kim Araplarca bilinmesini istediği bir işi yapmak veya yapacağı işe Arapları şahit tutmak isterse onu Ukaz'da yapardı. Her kim halkın huzurunda bir başkasıyla övünme gösterisinde bulunmak isterse bu panayırı seçerdi. Araplar her meziyetin ve hatta karşılaştıkları felaketlerin büyüklüğüyle de övünürlerdi. Rivayete göre ünlü şair kadınlardan Hansa, iki kardeşinin ölümünden dolayı içine düştüğü felaket üzerine Arapların "en büyük felaketlisi" olduğunu ilan etmişti. Kendisinin daha büyük bela ve felaketlere uğradığına inanan Hind binli Utbe bu iddiaları haber alır almaz, devesine binip, üzerine bir bayrak dikerek Ukaz panayırına gitmişti. Panayırda kendi devesinin Hansa'nın devesinin yanında durdurulmasını istemiş ve isteği yerine getirilmiştir. Hansa, kendisine dönerek "kardeşciğim! Siz kimsiniz" diye sormuş. Hind: "Arapların en büyük felakete uğrayanı Hind binti Utbe'yim. Araplar içinde senin kadar bela ve felaket görmüş kimse bulunmadığını söylediğini işittim. Bunu nasıl kanıtlayabilirsin?"diye sormuş, Hansa "babam Amr bin Şerid ile kardeşlerim Sahr ve Muaviye'nin kaybından dolayı Arapların en büyük felaketlisi benim. Sen nasıl benimle yarışıyorsun?"cevabını vermişti. Bunun üzerine Hind "babam Utbe bin Rebia ile amcam Şeybe b. Şebia ve kardeşim Velid'in kaybı felaketi ile"demiştir. Bunun üzerine iki şair kadın arasında şiir yoluyla bir övünme yarışı ve gösterisi yapılmıştır.


Bir toplum, musibet ve felaketlerle böyle övünür ve yarışlarda bulunursa haseb, neseb, kahramanlık, fazilet vs. ile övünme konusunda neler yapmaz ... Bu yüzden birçok kez Ukaz panayırında ateşli atışmalar ve yarışmalar yapılırdı.


Burada şu noktayıda belirtmek isteriz: Araplar özel vakitlerde kabilelerin toplanmasından yararlanarak şiir söylemeye ve övünme ve yarışmalar içinde özel toplantılar yaparlardı. Bu edebiyat meclislerinde şairler şiirlerini okurlar, hatibler konuşmalar yaparlardı. Aralarında bu konuda ortaya çıkacak anlaşmazlıkları çözmek için büyüklerden birini hakem seçerlerdi. Ukaz panayırında hakem seçilen büyük şairlerden Nabiga'nın hakemliği yukarıda anlatıldı. Rivayete göre bu panayırda bir kasidenin seçilmesine karar verilince orada veya Kabe'de saygı duyulacak bir yerde asılırdı. Mu'allakat-ı Seb'a işte bu çeşit kasidelerdendi.


Arapların bu durumları eski Yunanlıların Gumnasion'daki (Gymnase) edebiyat toplantılarına benzer. Jimnaz beden antremanlarını yapmak için yapılan bir binaydı. Bu vesileyle filozoflar ve bilginler de burada toplanırlardı. Bu toplantılardan yararlanarak Arapların Ukaz'daki panayırlarda yaptıkları gibi burada, yarışmalar, tartışmalar ve övünme toplantıları yaparlardı. Bu gibi toplantı ve uğraşıların, gerçeklerin ortaya çıkmasına, yetenek sahiplerinin desteklenmesine, dilin gelişmesine ve ilerlemesine yaptığı büyük katkı ise açıklama yapmaya gerek olmayacak biçimde ortadadır.


Kureyş kabilesi bireyleri bu toplantılar süresince, diğer kabilelerle karışarak onların dillerinden kendilerine uygun kelimeleri alırlar ve sahiplenirlerdi. Bu yüzden Kureyş halkı Arapların en güzel konuşan halkı olmuştur. Dilleri de, diğer kabile dillerinde bulunan müstehcen ve çirkin kelimelerle, anlamı bilinmeyen kapalı sözlerden ayıklanmıştı.


Cahiliye Çağında Ensab (Soy-Sop) Bilimi


Ensab: Eski milletlerin Cahiliye devirlerinde oldukça önemli bir bilimdi. Bu şekilde yaşayan insanlar arasında mezhep kuvvetli bir bağdır. Halk bu bağ ile birleşerek düşmana karşı birbirlerine destek olurlardı. Baba ve dedeleriyle övünmek için mezhep en başta gelen bir araçtır. Yunanlılar ilahlarının, mezheblerini ve birbirlerinden nasıl devam ettiklerini, çağdan çağa koruyarak aktarmışlardır. Bu noktada o kadar ileri gitmişlerdi ki, sonunda kendi mezheplerini tanrıların mezhepleriyle birleştirmişlerdi. Bu yüzden, Yunanlıların Cahiliye devirlerinde, hanedandan büyük ailelerin ve hükümet adamlarının mezhepleri kesinlikle bu tanrılardan birine bağlanıyordu. Hatta bazıları Hz. lsa'dan birkaç yüzyıl önce bu neseble övünmeyi şiir haline getirmişlerdir. Romalıların ilk devirleri de böyleydi. Onlara göre batarika (Patricuis-asker reisleri) adıyla bilinen yüksek tabakanın, insanlığın üstünde baba ve dedelerin soyundan geldiklerine inanılırdı. lbranilerin çok eski atalara ve peygamberlere bağlı bulunduklarını ve bu bağla diğer milletlerden üstün olduklarını iddia etmeleri de böyledir. Bununla birlikte lbraniler, bireylerin sonunda hep bir baba ve anne yani Hz. Adem ve Havva'dan doğduklarını itiraf etmekle o ayrıcalığı bir dereceye kadar düzeltmeye çalışırlardı. lbranilerin bir baba ve anneden doğdukları hakkındaki bu inanışları, diğer sami milletler gibi yaratılışlarından kaynaklanan tek Tanrı inancına yönelik olmalarından ileri geliyordu.


Arapların Soyları


Arap toplumları, neseb yönünden lbranilerin bir koludur. Arapların Adnaniler kolu (Hicaz ve Necid halkı) eski ataları yönünden Hz. lbrahim'in oğlu lsmail'e mensupturlar. Kahtaniler (Yemen halkı) ise Yektan ibn Abir'in soyundandırlar. Araplar yabancılar veya birbirleri aleyhine akraba ve yakınlarının destek ve yardımını sağlamak ve güçlendirmek amacıyla soy konusuna olağanüstü önem vermişlerdi.

Ensab-ı Arap, altı derece veya tabaka üzerine kurulmuştu. Bunların birincisi "şa'b", ikincisi "kabile", üçüncüsü "i'maret", dördüncüsü "batn", beşincisi "fahz" altıncısı "fasile"dir. Şa'b soyca en uzak köktür. Adnan, Kahtan gibi. Şah bölümlere ayrılır. Bu bölümlerin her birine kabile denilir: Rebia, Mudar kabileleri gibi.


Üçüncü derecede olarak bu kabilelerin bölümlerine i'mare denilir: Kureyş, Kinane gibi. Bunlar soy olarak bir kabile ve bir dalda son bulur. Dördüncü derecede, i'mare batn ayrılır: Menaf Oğulları, Mahzum oğulları gibi. Bunlar ata yönünden i'mare, kabile ve şa'b da birleşirler. Beşinci derecede, batn da fahz'lara ayrılır: Haşim Oğulları, Ümeyye Oğulları gibi. Bundan sonra fasile gelir: Talib Oğulları, Abbas Oğulları gibi. Bu şekilde soy fasileden başlayarak şa'b da son bulur.

Araplar her şeyin baba ve dedeye bağlanması konusunda o kadar ileri gitmişlerdi ki şehir ve ülkelerin adlarını bile kendi dedelerinden bazılarına bağlıyorlardı. Bu dedeler çoğunlukla Tevrat'a ulaşan babalardan oluşuyordu. Örneğin Arapların birine: "Endülüs ülkesini kuran kimdir?" diye sorulsa hemen, "Endülüs b. Ya'fes b. Nuh tarafından kurulmuştur" cevabını verirdi. Araplarda neseb bilginleri (nessabün) kabilelerin isimleri ile detaylarını oldukça ince bir tarzda ezberlemişlerdi. Biri kendilerine başvurarak "Temimoğullarındanım nesebimi söyleyiniz" diye sorsa neseb bilgini, Temim kabilesinden başlayarak yukarıda belirttiğimiz tüm sınıfları ve ataları saydıktan sonra babasına veya kendisine kadar ulaşıp söylerdi. Cahiliye çağında neseb bilginlerinin sayısı çok fazlaydı. Her kabilenin bir veya daha fazla neseb bilgini vardı. lslamiyet'in başlarında soya önem verme alışkanlığı devam ettiğinden bu devirde de birçok nesep uzmanı yetişmişti. Daha sonra lslam devleti Arapların dışındaki Müslümanlar ve Arapların bağış ve terbiyesiyle yetişen kişilere geçince, halk kendi efendilerine, güç ve ihsan sahiplerine bağlanmaya başlamışlardır.


Cahiliye Çağında Tarih


Cahiliye devrinde, Arap toplumlarında bugünkü anlamda bir tarih ilmi yoktu. Bir kısım Arap yalnızca kendi ülkelerinde olmuş olaylarla ilgilenirken, diğerleri de başka toplumlardan kendi ülkelerine göç etmiş insanlarca aktarılmış ve hikaye olunmuş haberler ve olayları ezberleyerek birbirlerine anlatırlardı. "Eyyam-ı Arap" (Arap günleri) adıyla bilinen kabileler arası savaşlar Yemen'de Ma'rib Barajı'nın yıkılma hikayesi, Yemen'in eski meliklerinden Teban Es'ad Ebu Kerb'in Yemen'i ele geçirmesi, Yemen meliklerinden Zünuvas ve "Ashab-ı uhdüd"un hikayesi (Yemen meliklerinden Zünuvas'ın Necran halkından 20.000 kişiyi Hıristiyanlıktan Museviliğe çevirmek için hendeklerde yakması hikayesi), Habeşlilerin Yemen'i ele geçirmeleri, fil sahiplerinin hikayesi, Seyf Zibezen Himyeri'nin savaşları, Yemen'de Iran hakimiyetinin sona ermesine kadar süren olaylar vs., Arap putları, Cürhüm'ün hikayesi, Zemzem kuyusunun kapanması, Kabe'nin Kusay b. Kilab'ın zamanına kadar olan tarihi, hac mütevelliliği, Amir b. Zarb olayı, Kusay'ın Mekke hakimliğini ele geçirmesi, "Hılfu'l-mütayyibin" ve "Hılfu'l-füdül" hikayeleri, zemzem kuyusunun kazılması, ficar savaşları ve Kabe'nin inşası olayları. O çağda Araplar arasında geçerli olan ve konuşulan tarihi olayların başlıcalarıdır. Yok olan ve bu yüzden "baide" adı verilen daha eski Araplardan "ad" ve "semüd" vs. kabilelerle ilgili bilgilerle Tevrat'tan aktarılan Belkıs, Süleyman vs. 'nin hikayeleri ve lslamiyet'in doğuşu sırasında anlatılan diğer olaylar ve bilgilerde böyledir. Bunların ayrıntıları Arap tarihlerinde yazılıdır.



Corci Zeydan’ın İslam Uygarlıkları Tarihi Kitabından Alıntılanmıştır. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Siyahkaya Barajı / Silopi / Şırnak