31 Temmuz 2023 Pazartesi

TÜRK TARİHİ-1



İSLAMİYET ÖNCESİ ORTA ASYA'DA HAYAT




Türklerin tarih sahnesine çıktığı coğrafi bölge Orta Asyadır. Diğer topluluklarla beraber çeşitli Türk boylarının da ilk vatanı olan Orta Asya; doğusunda Kingan Dağları, batısında Hazar Denizi, kuzeyinde Sibirya düzlükleri, güneyinde de Himalaya Dağları bulunan geniş bozkırlarla dolu bir bölgedir. Yapılan son araştırmalar, Türklerin yoğun olarak Tanrı Dağları'nın etekleri ile Altay Dağları'nın kuzey batı bölgelerinde yaşadıklarını göstermektedir.


İslamiyet öncesi Türk topluluklarının bozkır kültürüne ait tehlikelerle dolu, maceralı hayatları hayvancılık temeline dayalı idi.




Boylar halinde yaşayan Türklerin ve diğer göçebe kabilelerin başlıca geçim kaynağı, yetiştirdikleri canlı hayvanları İpek Yolu güzergahında satmak veya ipekli Çin ürünleri ile değiştirmekti.




Türk, Moğol ve diğer Orta Asya kabileleri arasında yaşanan hakimiyet mücadelesi güç dengelerinin sık sık değişmesine sebep oluyordu. Bu rekabetin doğurduğu savaşlar Türklere sert bir karakter kazandırmış, bir bakıma asker kimliği Türk boylarının temel vasfı olmuştur. Yoğun çatışma ortamı, bozkır insanlarını hem dayanıklı hem de teşkilatçı kılan en mühim faktördü. Fırtına gibi gelen ve kuş sürüleri gibi birden bire kaybolan Türkler, ok atmada mahir ve her an savaşa hazırdılar.




Sahip oldukları at, sığır, koyun ve deve sürüleri Türklerin hayat tarzının ayrılmaz birer parçasıydı. Yazları yaylak, kışları da kışlaklarda konaklamak üzere, sürüleriyle su ve yeni otlaklar peşinde sürekli göçerlerdi. Etten başka bir şey yemezler, deriden elbiseler giyerler ve pöstekiler üzerinde yatarlardı. Konakladıklarında keçe çadırlarda kalırlardı.




Yüce hükümdarları veya yabguları atların yağlı olduğu sonbaharda kurultay toplar, insanlar ve sürülerin sayımı yapılırdı. Bozkırın bu savaşçı toplulukları zaman zaman Çin'e saldırılar düzenlemeyi adet edinmişlerdi. «Talan ekonomisi» anlayışıyla yaptıkları bu saldırıları, bütçe açıklarını giderecekleri önemli bir gelir kaynağı olarak görmekteydiler.




Zengin ve köklü bir medeniyete sahip olan Çin, tarih boyunca başta Türkler olmak üzere, pek çok kabilenin düşmanlığına maruz kalmıştır. Çin, bu ardışık saldırılara karşı ünlü Çin Seddi'ni inşa etmekle kalmamış, tatlı dil, güler yüz ve kıymetli hediyelerle oluşturduğu kurnaz politikaları sayesinde Türk, Moğol ve diğer kabilelerin saldırılarından her seferinde az zararla kurtulmayı başarmıştır.




TÜRKLERİN DİNİ HAYATI




Türklerin inancı, Tanrı'ya tapma ve bazı dağları kutlu saymaktan ibaret olan belirsiz bir Şamanizm idi. Başlangıçta Şamanizm; Türklerin, İslam öncesi dönemde mensup oldukları bir din sistemi olarak anlaşılmış, ancak sonradan yapılan araştırmalarla Şamanizm'in, Türklere has olmayıp bütün Asya'da yaygın olan bir sihir sistemi olduğu görüşü ağırlık kazanmıştır. Ayrıca, Şamanizm'in Türklere Moğollardan geçtiği, Moğol İstilası öncesi Türk tarihinde Şamanizme ait hiçbir kayda rastlanmadığı görülmüştür. Gök Tanrı inancı, Türklerin İslamiyet'i kolayca benimsemesine yol açmıştır. Türklerin, kendi tarihi dinleri yanında Maniheizm ve Budizm gibi mistik dinlere de ilgi gösterdikleri ancak bütünüyle meyletmedikleri anlaşılmaktadır.




Türkler yaklaşık 4 bin yıllık tarihleri boyunca Orta Asya steplerinden zaman zaman değişik bölgelere göç etmek zorunda kalmışlardır. Bu göçlere iklim değişikliklerinin doğurduğu kuraklık, mera darlığı, Çin ve Moğol baskısı ve boylar arası hakimiyet mücadelesi yol açmıştı. Bu göç dalgaları Çin ve Sibirya'ya, Karadeniz'in kuzey düzlüklerini aşarak Balkanlar ve Orta Avrupa'ya, Kafkaslar ve İran bölgelerine doğru akmıştır. Milattan önce 10000'li yıllarda başlayan ve değişik aralıklarla devam eden bu göçler sonunda, gerek Çin ve Sibirya'ya gerekse Balkanlar ve Orta Avrupa'ya yerleşen Türk ve Moğol boyları, milli benliklerini muhafaza edemeyerek asimile olmuşlardır.




Göçlerden sonra Türklerin yoğun olarak yaşadığı Orta Asya'da sırasıyla Hun, Göktürk ve Uygur devletleri kurulmuştur. Bu devletler henüz boylar halinde yaşanılan, millet olma şuurunun gelişmediği bir dönemde kurulmuştur. Millet olma şuurunun Fransız İhtilali'yle başlayan modern zamanlara ait sosyolojik bir hadise olduğu göz önüne alındığında, Türk milli kimliğini de dünya çapındaki genel gelişimden bağımsız olarak ele almamız gerektiği açıktır. Bu sebeple millet kavramını asırların birikmiş hadiselerinin gölgesinde değerlendirerek, geçmişi bugünün sosyolojik kavramlarıyla anlamaya kalkmak ve milli kimliklerin oluşmasından önceki binlerce yılı kapsayan dönemde bir millet şuuru varsaymak, geçmişe yönelik ütopik bir kurgu olarak değerlendirilmelidir. Oysa millet denilen içtimai vakıa, yakın çağların ekonomik ve siyasi bir ürünüdür.




Ancak 11. asırda Orta Asya'dan İran platolarını aşarak Anadolu'ya gelen Türk boyları, girdikleri İslam dininin yüce değerleriyle kendi seciye ve şahsiyet özelliklerini harmanlamış, İslam kardeşliğinin motive ettiği bir anlayışla Avrupadan yüzyıllar önce millet olmayı başarmıştır. Nitekim başka bölgelere yerleşen Türk boyları asimile olarak kimliklerini kaybetmişlerdir.



ASYA HUNLARI (M. Ö. 220-M. S. 216)


Orta Asya'da kabileler halinde yaşayan göçebe Türk topluluklarınca kurulduğu bilinen en eski devletin «Hun Devleti» olduğu kabul edilmektedir.


Teoman, (M.Ö. 220-209) bu devletin bilinen ilk hükümdarıdır. Hun İmparatorluğu'nun en parlak dönemi, Teoman'ın oğlu Mete ile başlamıştır. Efsane bir kişilik olarak kaynaklarda adından çokça söz edilen bu büyük hakan, giriştiği mücadeleler sonrasında Orta Asya'nın Türk, Moğol, Tunguz ve Yüeçiler gibi birçok kabilesini Hun hakimiyetine sokmayı başarmıştı. Nitekim Mete bu zaferlerini, Doğu Türkistan'ı ele geçirdikten sonra Çin İmparatoru'na yazdığı mektupta şöyle ifade etmiştir:


"Bunların hepsi Hun oldular. Yay çekebilen okçuların hepsi bir tek aile haline gelip birleştiler. Şimdi kuzeydeki bütün ülkelerde dirlik ve düzeni kurdum. Silahları bir tarafa koymak, subay ve birliklerimizi dinlendirmek, atlarımızı beslemek istiyorum. Çocuklarımız ve gençlerimiz büyüsünler, yaşlılarımız ise huzur içinde yaşasınlar:·


Mete, bu mektubunda İç Asya'da Türk devletine bağlı kavim ve şehir devletçiklerinin sayısını 26 olarak ifade etmekteydi.


Bütün Çinli tarihçiler, Hunları, ansızın ortaya çıkan, insanları, sürüleri ve malları silip süpüren, sonra da ganimetlerini yükleyerek düşmanın karşı hücumundan önce geri çekilen amansız yağmacılar olarak nitelemiştir.


Mete, içte birliği sağladıktan sonra Çin'e gözdağı vermiş, çok geçmeden saldırılarını yoğunlaştırarak Çin'i kesin bir mağlubiyete uğratmayı başarmıştır. Ancak bu kesin galibiyetine rağmen Çin'i işgal etmemiş, sadece vergiye bağlamakla yetinmişti. Bunda en önemli saik, asimilasyon korkusuydu. Nitekim Çin prensesini Hun hakanına gelin olarak götürmekle görevli Çinli vezir Yüen, Hunların Çinlileşme tehlikesini şöyle ifade etmiştir:


"Hunların bütün halkını toplasanız, Çin'deki bir ilin nüfusu kadar bile tutmaz. Çin daha güçlü sayılır. Ayrıca onların yiyecekleri ile elbiseleri de ayrıdır. Bu sebeple, Çinde bu gibi mallara bağlanmak doğru değildir. Şimdi siz, Hun Hakanı Majesteleriniz, geleneklerinizi değiştirip Çinde bulunan mallara sahip olmak isterseniz, Çin mallarının hiç olmazsa beşte birini satın almak zorunda kalacaksınız. Böylece Hun halkının hepsi hep Çine bakacak ve Çin'in tesiri altına girecektir. Çin ipeklilerini alsanız ve elde etseniz bile, siz Hunlar, çalılar ve dikenler arasında, hep at üzerinde dolaşmaktasınız. Giyecekleriniz ile pantolonlarınız az zamanda çalılar arasında yırtılmış olacaklar. Elbette ki, ipekli elbiseler, şimdiye kadar giydiğiniz yün ve keçe elbiseleriniz kadar mükemmel ve sizin hayatınıza elverişli olamazlar. Yiyecek meselesine gelince; Çin yiyeceklerini elde etseniz bile, onlar da az zamanda tükenip gidecekler veyahut da yemeyip atacaksınız. Bu da bize gösteriyor ki, Çin yemekleri sizin kımız ve yoğurtlarınız kadar lezzetli ve size uygun yiyecekler değildirler:


Bu dönemde Çin'le yapılan anlaşmaların ağırlığı ekonomik maddelerle sınırlıydı. Anlaşmalar, soğuk bölgelerde yaşayan Hun halkının yiyecek ihtiyacını karşılamaya yönelikti. Kendilerine yiyecek verilirse Hunlar da Çin'e akın düzenlemeyeceklerdi. Yoksa akınların önünü almaya Hun hakanı dahil hiç kimsenin gücü yetmeyecekti.


Böylece Çin'e gitmeye gücü yetmeyen Hunlar, gözlerini batının bereketli topraklarına diktiler. Çok geçmeden Çin de; gerek köklü bir medeniyet oluşu, gerekse kalabalık nüfusu ve siyasi entrika becerileriyle Hunlar aleyhine yeni teşebbüslere yöneldi. Önce bir tür kabileler federasyonu olan Hun Devleti'ni parçaladı, daha sonra da bu parçaları birer birer kendine bağladı.


Şüphesiz Hun birliğinin parçalanmasında ve çöküşünde İslamiyet öncesi Türk devletlerindeki hakimiyet anlayışının payı büyüktür. Bu anlayışa göre, devlet; hükümdar ve ailesinin ortak malı kabul ediliyordu. Orhun Abideleri'nde de açıkça görüldüğü gibi, hükümdarın Gök Tanrı tarafından gönderildiğine inanılıyor, hükümdar ve çocukları mukaddes kabul ediliyordu. İktidar mücadelesine giren prenslere avantaj sağlayan bu anlayış yüzünden prensler arasında sık sık taht mücadeleleri yaşanıyordu.


Parçalanmaya tesir eden mühim faktörlerden biri de boy ve kabileler arasında yaşanan menfaat çatışmalarıydı. Otlak bölgelerini ele geçirme ve devlet idaresinde daha çok söz sahibi olma maksadıyla çıkarılan çatışmalar, güç dengelerini etkiliyor ve tarafları farklı ittifaklara yönlendirebiliyordu. Daha çok prensesler vasıtasıyla devreye giren Çin de bu ayrılık ateşini körüklüyor ve son darbeyi vurarak o devletin siyasi hakimiyetine son veriyordu. Nitekim M. S. 216 yılında Hun Devleti, Güney ve Kuzey Hunları olarak parçalanmış, çok geçmeden Güney Hunları, Çin hakimiyetini kabul etmek zorunda kalmıştı. Hatta Çin'le işbirliğine girerek Kuzey Hun Devleti'nin Çin hegemonyasına girmesine yol açmıştı.


AVRUPA HUNLARI (375-469)


Asya Hun Devleti'nin dağılmasından ve Çin'in hakimiyetine girmesinden sonra, hür yaşamayı arzulayan Hunların bir kısmı İran'a göç ederek orada Akhun Devleti'ni kurdular. Bir diğer kalabalık Hun grubu ise oldukça sistematik bir yer değiştirme ile Orta Avrupa'ya doğru ilerledi. Kavimler Göçü'nü doğuran bu gelişme batıda çok önemli değişikliklerin meydana gelmesine sebep oldu. Bütün Avrupa'yı elinde tutan Roma İmparatorluğu parçalandı. Hazar Denizi'nin kuzeyinden Avrupa'ya giren Türkler, Karadeniz'in kuzey düzlüklerinde yaşayan Gotların hakimiyetine son vererek Doğu Avrupa'nın hakimi oldular. Şimdiki Macaristan'a yerleşerek Avrupa Hun Devleti'nin temellerini attılar. Orta Asya'dan gelen Türk boylarınca kurulan bu yeni devlet, Budapeşte (Ekzelburg) şehrini kendine başkent edinmişti.


Avrupayı yönlendiren politikalarıyla sahneye çıkan Hunlar, Attila önderliğinde Bizans'a yıldırıcı seferler yaptılar. Bir taraftan Bizans'ı askeri baskı altına alarak vergiye bağladılar, diğer taraftan da barbarların iyice yıprattığı Batı Roma İmparatorluğu'nu himayeleri altına aldılar. Bir tür kavimler federasyonu şeklinde örgütlenmiş olan Hunlar, Attilanın ölümünden sonra Avrupa'da tutunamamış, boy kavgaları, iç isyanlar ve Bizans saldırıları sonucunda yıkılmıştır. Dağılan Hun boyları Slav halklarına karışarak asimile olmuş, Attilanın ünlü Alman destanı Nebulungen'de bıraktığı izler dışında tarih sahnesinden silinmiştir (M. s. 469).


GÖKTÜRK DEVLETİ (552-630)


Bu devlet Türklerin tarihte kendi adlarıyla kurdukları ilk devlettir. Başkenti Ötüken olan Göktürk Devleti, Bumin Kağan tarafından 552 yılında kurulmuştur. Devletin en parlak dönemi Mukan Kağan zamanıdır. İyi bir komutan ve devlet adamı olan Mukan Kağan, amcası İstemi Yabgu'nun yardımıyla Avarların son direnişlerini de kırmış, ülke sınırlarını batıda Hazar Denizi'ne kadar genişletmiştir. Moğol soyundan Kıtanlar ve kuzeyde Kırgızlar itaat altına alınarak Orta Asya'da üstün bir hakimiyet kurulmuştu. İpek Yolu'nun denetimini ele geçiren Göktürkler, İstemi Yabgu'nun teşebbüsüyle Sasanilerle işbirliği yaparak Akhun Devleti'ni de ortadan kaldırmıştır. Yine bu dönemde Çin'e yapılan yıpratıcı seferler sonucunda Çu ve Çi hanedanlıkları baskı altına alınarak vergiye bağlanmıştır. 


Mukan Kağan, Çin İmparatoru'nun kızıyla evlenerek Çin ile ilişkilerini geliştirdi ve yaptığı ticari işbirliği ile bölgede mühim bir güç olduğunu ortaya koydu. Mukan Kağan'ın ölümünden sonra yerine Tapo Kağan geçti. Batı bölgesini başarıyla idare eden İstemi Yabgu'nun ölümü üzerine tahta Tardu Kağan geçti. Bu dönemde yaşanan siyasi iç çekişmeler hem idarenin zayıflamasına hem de Türk illerinde huzursuzluklara sebep oldu. Çok geçmeden Tapo Kağan'ın ölümüyle birlikte Göktürkler resmen bölündüler. Bu durum Çinlilerin Türk illeri üzerindeki baskısının artmasına yol açtı. Doğu Göktürklerinin son kağanı Kie-Li Çinlilere esir düşünce ülkenin hakimiyeti tamamen sona erdi. Çinliler Göktürk ülkesini kendilerine bağlı birçok hanlıklara ayırdılar.


Batı Göktürk kağanı Tardu, Ötüken'de bağımsızlığını ilan edip Göktürkleri tekrar birleştirmek için çabaladıysa da, ölümünün ardından iç ayaklanmalar çıkaran Çin, Batı Göktürk hakimiyetine son verdi.


II. GÖKTÜRK DEVLETİ (681-744)


681 yılında Kutluk Kağan, Çin'in kuzeyine yerleşmiş Türk boylarını yeniden toparladı. Ötüken vadisinde kurulan yeni Göktürk Kağanlığı, Çin'le başarılı bir mücadeleden sonra, Orta Asya'nın rakip Türk ve Moğol kabilelerini tekrar kontrol altına aldı. Yeniden istiklalini kazanan Il. Göktürk Devleti'ne, Kutluk Devleti de denir. Kutluk Kağanın oğulları Bilge ve Kültigin'in yaşları küçük olduğundan, öldüğünde yerine kardeşi Kapgan Kağan geçti.


Kapgan Kağan (691 -716) siyasi ve askeri yönden başarılı olmuş ve kendisine ünlü Türk veziri Tonyukuk yardımcı olmuştur. Kapgan Kağan, Türklerin ilk devirlerden beri sürdürdükleri «Çin'i baskı altına alma» ve «içte birliği sağlama» politikalarını gerçekleştirmek amacıyla Çine 25 kez sefer düzenlemiştir. Yeğenleri Bilge ve Kültigin'in bu savaşlarda büyük yararları görülmüştür.


Kapgan Kağan'ın pusuya düşürülerek bir diğer Türk boyu Bayırkular tarafından öldürülmesi üzerine, oğulları arasında taht kavgaları meydana geldi. Kültigin, Kapgan Kağan'ın oğullarını tesirsiz hale getirdikten sonra tekrar otoriteyi sağladı ve ağabeyi Bilge Kağan'ı tahta oturtarak kendisi de başkumandanlık görevini üstlendi.


Bilge Kağan zamanında Basmiller, Karluklar, Kırgızlar ve Türgişler yeniden Göktürk hakimiyetine girdi. Bilge Kağan, Türk tarihinin yetiştirdiği büyük devlet adamlarından biridir. Orhun Abideleri'nde yer alan ifadeleri bize İslamiyet öncesi Türklerin hayatından ve devlet anlayışlarından sahneler sunmaktadır:


"Tanrı gibi gökte olmuş Türk Bilge Kağanı, bu zamanda oturdum. Sözümü tamamıyla işit! Bilhassa küçük kardeş, yeğenim, oğlum, bütün soyum, milletim, güneydeki Şadpıt beyleri, kuzeydeki Tarkat, buyruk beyleri... Otuz Tatar... Dokuz Oğuz beyleri, milleti! Bu sözümü iyice işit, adamakıllı dinle!


Doğuda gün doğusuna, güneyde gün ortasına, batıda gün batısına, kuzeyde gece ortasına kadar, onun içindeki millet bana tabidir. Bunca milleti hep düzene soktum. O şimdi kötü değildir. Türk Kağanı, Ötüken ormanında otursa, ilde sıkıntı yoktur.


Doğuda Şantung ovasına kadar ordu sevk ettim, denize ulaşmama az kaldı. Güneyde Dokuz Ersine kadar ordu sevk ettim, Tibete ulaşmama az kaldı. Batıda İnci nehrini geçerek Demir Kapı'ya kadar ordu sevk ettim. Kuzeyde Yir Bayırku yerine kadar ordu sevk ettim. Bunca yere kadar yürüttüm. Ötüken ormanından daha iyisi hiç yokmuş. İl tutacak yer Ötüken ormanı imiş.


Bu yerde oturup Çin milleti ile anlaştım. Altını, gümüşü, ipeği, ipekliyi sıkıntısız öylece veriyor.


Çin milletinin sözü tatlı, ipek kumaşı yumuşak imiş. Tatlı sözle, yumuşak ipek kumaşla aldatıp uzak milleti öylece yaklaştırırmış. Yaklaştırıp konduktan sonra, kötü şeyleri o zaman düşünürmüş. İyi bilgili insanı, iyi cesur insanı yürütmezmiş. Bir insan yanılsa, kabilesine, milletine, akrabasına kadar barındırmaz imiş. Tatlı sözüne, yumuşak ipek kumaşına aldanıp çok çok Türk milleti, öldün: Türk milleti, öleceksin! Güneyde Çoğay ormanına, Tögültün ovasına konayım dersen, Türk milleti öleceksin!


Orda kötü kişi şöyle öğretiyormuş: Uzak ise kötü mal verir deyip öyle öğretiyormuş. Bilgi bilmez kişi o sözü alıp, yakına varıp, çok insan öldün: O yere doğru gidersen Türk milleti, öleceksin! Ötüken yerinde oturup kervan, kafile gönderirsen hiçbir sıkıntın yoktur. Ötüken ormanında otursan ebediyen il tutarak oturacaksın."


II. Göktürk Devletinin son büyük hükümdarı Bilge Kağan'ın ölümünden sonra iç isyanlar yeniden alevlendi. Uygur, Karluk ve Basmiller birleşerek Göktürk hakimiyetine son verdiler (744).

 



UYGURLAR DEVLETİ (745-842)


Kutluk Bilge Kül Kağan tarafından yine Ötüken vadisinde kurulmuş olan bu Türk devletinde Çin devlet ve medeniyetinin tesirine fazlasıyla rastlanmaktadır. Savaşçı ve göçebe özelliklerinden vazgeçerek yerleşik hayata geçen Uygurlar, tarım ve ticarete ağırlık vererek ilk yerleşik Türk medeniyetini kurdular. Uygurlar arasında Gök Tanrı inancıyla birlikte başka dinlere de geçişler olmuştur. Bu dinlerin başında Çin'le yakın ilişkilerin etkisiyle yayılan Mani ve Budizm dinleri gelmektedir. Uygurlar, üstün tarım faaliyetleri yanında matbaayı da kullanan ilk Türk topluluğudur. Başkenti Karabalasagun olan Uygur Devleti, Kırgızlar tarafından başkentlerine yapılan kanlı bir baskın sonucunda dağılarak yıkılmıştır.


KANSU UYGURLARI


SARI UYGURLAR (851-1010)


Kırgız baskını ve Uygur kağanının öldürülmesinden sonra dağılan Uygurların bir kısmı Kansu bölgesine yerleşti. Kansu Uygurları olarak bilinen bu devlet, Çin'le ticari faaliyetlerini geliştirme, akrabalık bağlarını kuvvetlendirme suretiyle bir süre daha varlığını devam ettirmeyi başardı. Ancak askeri yönden güçsüz kalan Sarı Uygurlar, önce birbiriyle rekabet halindeki Çin hanedanlıklarının mücadelesinde taraf olmanın yıpratıcı etkileriyle zayıfladılar, sonra da Cengiz Han'ın sahneye çıkmasıyla Moğollara bağlanmak zorunda kaldılar. Moğolları; yönetim, hayvancılık, dil, yazı ve kültür yönlerinden etkiledikleri kabul edilmektedir.


DOĞU TÜRKİSTAN TURFAN UYGURLARI (846-1209)


Dağılan Uygurların bir diğer kolu da Turfan Uygurlarıdır. Güneye inerek Turfan, Beşbalık, Kılşgar, Hami ve Kuça kentlerinde askeri yönden sadece müdafaayı düşünen; sanat, edebiyat ve ticaret sahasında yükselen yeni bir devlet oluşturdular. Çinde İslamiyet'in yayılışı ilk kez Uygurlar aracılığıyla gerçekleştiği için o bölgedeki müslüman Çinlilere de; «Uygur» denilmiştir. Günümüzdeki Sincan özerk bölgesi ve Çin müslümanları, varlıklarını Uygurlara borçludur.


Turfan Uygurları, Cengiz Han dönemine kadar varlıklarını korudular.

Ancak 1209 yılında Moğollara bağlandılar. Moğolları kültür yönünden etkileyerek onların Türklerle benzeşmesinde rol oynadılar.


DİĞER TÜRK TOPLULUKLARI


Hun, Göktürk ve Uygurların dışında, yöneticileri Museviliği benimsemiş olan Hazarlar, İstanbul'u iki kez kuşatan Avarlar, Orta Avrupa ve Balkanlara gelip yerleşen Macarlar, Bulgarlar ve Peçenekler, İslam öncesi en önemli Türk topluluklarıdır.






Ahmet Meral’in Kısa Dünya Tarihi adlı kitabından alıntılanmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Siyahkaya Barajı / Silopi / Şırnak