KASAS SÛRESİ:
Kur'ân-ı
kerîmin yirmi sekizinci sûresi.
Kasas sûresi, Mekke'de nâzil oldu (indi). Seksen
sekiz âyet-i kerîmedir. Mûsâ aleyhisselâmın kıssası geniş şekilde bildirildiği
için sûreye Sûret-ül-Kasas denilmiştir. Ayrıca Mûsâ aleyhisselâmın
çocukluğundan îtibâren hayâtı, mücâdeleleri, tevhîd ehlinin zaferi ve dünyâ
servetine güvenilmemesi bildirilmektedir. (Senâullah
Dehlevî, Taberî, Râzî)
Allahü
teâlâ Kasas sûresinde meâlen buyuruyor ki:
(Resûlüm!) Sen sevdiğini hidâyete kavuşturamazsın.
Allahü teâlâ dilediğini doğru yola kavuşturur. (Âyet: 56)
Kim Kasas sûresini okursa, Mûsâ aleyhisselâmı
tasdîk (kabûl) ve tekzîb (inkâr)
edenlerin adedince ona sevâb verilir. Gökte ve yerde hiçbir melek yoktur ki,
kıyâmet günü onun sâdıklardan olduğuna şâhid olmasın. (Hadîs-i şerîf-Kâdı Beydâvî Tefsîri)
KASD:
Teşebbüs, niyet; bilerek, isteyerek, kalbe gelen
bir fikri, düşünceyi yapmak için karar verme.
Allahü teâlâ, kullarına merhâmet ederek, onların
işlerinin yaratılmasını, onların kastlarına, arzûlarına tâbi kılmıştır. Kul
isteyince, kulun işini yaratmaktadır. Bunun için de, kul mes'ûl (sorumlu) olur.
İşin sevâbı ve cezâsı, kula olur. (İmâm-ı
Rabbânî)
Kerâhet-i tahrîmiyye (harama yakın olup, amelin
sevâbını gideren şeyi) işleyen, eğer kast ile işlerse âsî (isyân edici) ve
günâhkâr olur. (Kutbüddîn İznikî)
KASEM:
Yemîn. Bir işi yapmak veya yapmamak için Allahü
teâlânın ismini söyleyerek söz verme.
KÂSİD:
İşlemez,
revâçsız, kıymetsiz. Çarşıda pazarda geçmez olan para. (Kesâd)
KASÎDE-İ BÜRDE:
İslâm âlimlerinin meşhûrlarından ve evliyânın
büyüklerinden Muhammed bin Saîd Busayrî hazretlerinin, sevgili Peygamberimizi
öven meşhûr kasîdesi. Bu kasîdeyi rüyâsında Peygamber efendimize okuduğu ve
Peygamber efendimiz de ona bürdesini yâni hırkasını hediye ettiği için bu
kasîdeye Kasîde-i Bürde denilmiştir.
İmâm-ı Busayrî hazretleri felç olmuş, bedeninin
yarısı hareketsiz kalmıştı. Bu sırada Peygamber efendimizi medh eden, öven bir
kasîde yazdı. Rüyâda Resûlullah'a okudu. Peygamber efendimiz kasîdeyi beğenip,
arkasından mübârek hırkasını çıkardı ve İmâm-ı Busayrî'ye giydirdi. Bedeninin
felçli yerlerini de mübârek eli ile sığadı. Uyandığında, Resûlullah
efendimizin bereketiyle şifâ bulup, vücûdunda felç kalmadığını gördü. Hırka-i
Seâdet de arkasında idi. Onun için bu kasîdeye Kasîde-i Bürde denildi. Bürde,
hırka palto demektir. İmâm-ı Muhammed bin Saîd Busayrî 1295(H. 695) senesinde
vefât etti. (M. Sıddîk bin Saîd)
Çeşitli dillerde doksandan fazla şerhleri (açıklamaları)
olan Kasîde-i Bürdeye, Kasîde-i Bür'e (Şifâ kasîdesi) diyenler de olmuştur. (Kâtib Çelebi)
Kasîde-i
Bürde'den bâzı beytlerin tercümesi şöyledir:
Hazret-i Muhammed'in kerem (cömertlik) yağmurlarından, Bir damla olmak ister, bilcümle peygamberân.
Zâhirî ve bâtınî, rûhânî ve cismânî,
Varlıkların hepsinden odur Hakk'a
sevgili.
Hudutsuzdur zâtının fazîlet ve kemâli,
Mümkün değil anlatma dil ile
kemâlini.
KASÎDE-İ EMÂLÎ:
Ehl-i sünnet vel-cemâat îtikâdını anlatan ve altmış
yedi beytten meydana gelen meşhûr kasîde. Kasîdenin asıl adı Bed-ül-Emâlî olup,
yazarı Ali Ûşî'dir.
Eskiden
her din âlimi Kasîde-i Emâlî'yi ezbere bilirdi. (Seyyid Abdülhakîm-i Arvâsî)
Kasîde-i Emâlî'nin çeşitli dillerde yazılmış
şerhleri yâni açıklamaları vardır. Bunlardan en kıymetlisi, Muhammed bin
Süleymân el-Halebî'nin yazdığı Nühbet-ül-Leâlî'dir. (Kâtib Çelebi, Muhammed Reyhavî)
Kasîde-i
Emâlî'nin beytlerinden bâzısının Türkçe tercümesi şöyledir:
Mevlâmız mahlûkların ilâhıdır biliniz.
Kemâl sıfatlarla muttasıftır (sıfatlanmıştır) Rabbimiz.
Münezzehtir Rabbimiz, hanımdan hizmetçiden, Oğlu ve kızı yoktur, berîdir her birinden.
Cennet ile Cehennem ebedî olacaktır.
İçlerinde olanlar devamlı kalacaktır.
Îmândan sayılmazlar bütün hayırlı işler,
İbâdetler îmânın parçası değildirler.
Ehl-i sünnet üzere tevhîd hakkında yazdım,
Fevkalâde bal gibi te'sirli oldu nazmım.
Bu nazm mü'min kalblere rahatlık, neş'e verir,
Âb-ı zülâl gibidir, ruhlara hayât
verir.
KASR-ISALÂT:
Seferde,
yolculuk hâlinde dört rek'atli farzları iki rek'at kılmak.
KASVET:
Katılık,
sertlik, kalbden hayır (iyilik) ve yumuşaklığın çıkması.
Allahü
teâlâ, âyet-i kerîmede meâlen buyuruyor ki:
Ne var ki
bunlardan sonra yine kalblerinize kasvet geldi. İşte onlar (yâni
kalbleriniz)
şimdi katılıkta taş gibi, yâhut daha da ileri. Çünkü, taşlardan öylesi
var ki, içinden ırmaklar fışkırır. Öylesi de var ki, çatlar da ondan su kaynar.
Taşlardan bir kısmı da, Allah korkusuyla yukarıdan aşağı düşer. Allah, yapmakta
olduklarınızdan aslâ gâfil değildir. (Bekara sûresi: 74)
Lüzumsuz
çok konuşmak kalbe kasvet verir. (Hadîs-i şerîf-Tirmizî)
...Kasvetli
kalb, Allahü teâlâdan uzaktır. (Hadîs-i şerîf-Muvattâ)
Zevk ve safâ sürmek için çok yaşamayı isteyen tûl-i
emel sâhibleri; ibâdetleri vaktinde yapmazlar, tövbe etmeyi (günâhlara pişmân
olmayı) terk ederler, kalbleri kasvetli olur, ölümü hâtırlamazlar, vâz ve
nasîhatten ibret almazlar. (Muhammed
Hâdimî)
Kalbinde kasvet bulunan kimse; tûl-i emel sâhibi
olur, Allahü teâlâyı unutur, nefsinin arzu ve isteklerine uyar. (Senâullah Pâni Pûtî)
Allahü teâlâ, Mûsâ aleyhisselâma şöyle vahy etti
(bildirdi): "Uyanık ol, kendine dost ara, sevincine ortak olmayan bir
dostu kendinden uzaklaştır, onunla arkadaşlık etme; çünkü böyle bir dost,
kalbine kasvet verir..." (Muhammed
bin Nadr Hârisî)
Halâveti (mânevî tadı) üç şeyde arayınız: Namazda,
zikirde (Allahü teâlâyı anmada), Kur'ân-ı kerîm okumada. Eğer buralarda
halâveti bulamadıysanız, biliniz ki, kalbiniz kasvet sebebi ile kapalıdır. (Hasan-ı Basrî)
Harama
bakmak, kalbe kasvet verir. (Bişr-i Hafî)
KÂTI-I TARÎK-I İLÂHÎ:
İnsanların Allahü teâlânın emirlerine ve
yasaklarına uymalarına ve rızâsına kavuşmasına mâni olan, hidâyet ve
saâdetlerini engelleyen, saptırıcı, yol kesici.
İnsanların îmân etmesine, İslâmiyet'i öğrenmelerine
ve İslâmiyet'e uymalarına mâni (engel) olan din düşmanları kâtı-ı tarîk-ı
ilâhîdirler. (İmâm-ı Rabbânî)
Din bilgilerinde hakîkî âlimlerin bildirdiklerine
tâbi olmayan ve kendi akıllarına ve keyflerine göre hüküm veren sapık din
adamları, kâtı-ı tarîk-ı ilâhîdirler. (İmâm-ı
Rabbânî)
Tasavvufta yetişmemiş, kemâle ermemiş ve kendisine
mürşîd (rehber) ismini ve süsünü veren sahte tarîkatçılar kâtı-ı tarîk-ı
ilâhîdirler. Onların sohbetleri öldürücü zehirdir. (Muhammed Ma'sûm)
KAT'Î DELÎL:
Kesin
delil. Âyet-i kerîmeler ve tevâtürle bildirilen mânâsı açık hadîs-i şerîfler.
Kur'ân-ı kerîmde, kat'î delîl ile ve söz birliği
ile anlaşılmış emirlere farz denir. Ve yine Kur'ân-ı kerîmde;
"Yapmayınız" diye kat'î delîl ile yasaklanan şeylere haram denir. (İbn-i Âbidîn)
KAT'-İ RAHM:
Sıla-i
rahmi yâni akrabâ ile görüşmeyi, haberleşmeyi kesme.
İçlerinde kat'-i rahm edenin bulunduğu bir
topluluğa (cemâate) rahmet inmez. (Hadîs-i şerif-Edeb-ül-Müfred)
Kat'-i rahm, büyük günâhtır. Erkek olsun, kadın
olsun zî rahm-i mahrem (nikâhlanmak, evlenmek haram olan) akrabâyı ziyâret
etmek vâcibdir. (Abdülganî Nablüsî)
KÂTİL:
İnsan
öldüren.
Kâtilin ölmesi veya velîlerin affetmesi yâhut mal
vererek anlaşmaları ile, kısâs (kâtilin öldürülmesi) sâkıt olur (düşer). (İbn-i Âbidîn)
Kâtile
kısâs yapmaya hakkı olan velî, maktûlün
yâni öldürülenin vârisleri yâni mîrasçılarıdır. (İbn-i Nüceym)
KATL:
İnsan
öldürme.
Allahü
teâlâ, âyet-i kerîmelerde meâlen buyurdu ki:
... (Kısas
ve zinâ gibi şeylerden dolayı meşrû) bir hak olmadıkça, Allah'ın haram ettiği
cânı katl etmeyin... (En'âm
sûresi: 151)
Ekber-i kebâir (büyük günahlar): Bir şeyi Allahü teâlâya ortak etmek, adam
katl etmek, anaya-babaya karşı gelmek, yalancı şâhidlik yapmaktır. (Hadîs-i şerîf-Sahîh-i Buhârî)
Yol kesiciler, döğüşürken katl edilirse, yıkanmaz
ve namazları kılınmaz. (İbn-i Âbidîn,
Kâşânî)
KATOLİK:
Hıristiyanlıktaki mezheblerden biri. Roma
kilisesinin kendine verdiği ad. Katolik kilisesine mensup kimse. Merkezi
Roma'da (Vatikan'da) olup, rûhânî lideri papadır.
Roma imparatoru Konstantin, 310 senesinde
hıristiyanlığın yayılmasına izin verdi ve kendi de hıristiyan oldu. İstanbul
şehrini yaptı. Roma'dan İstanbul'a taşındı. Mîlâdın 395. senesinde Roma devleti
ikiye ayrıldı. Roma'daki papaya tâbi olanlara katolik, İstanbul'daki patriğe
bağlı olanlara ortodoks denildi. (Ahmed
Cevdet Paşa, Harputlu İshâk Efendi)
1572 yılı Ağustos ayının yirmi dördüncü günü St.
Barthalmi yortusunda katolik olan dokuzuncu Şarl (Carl) ve kraliçe Katerina'nın
emri ile Pâris civârında altmış bin Protestan öldürüldü. Meşhûr Fransız edîbi
Voltaire 1759'da yazdığı Candide adlı eserinde, katolik papazların, yanlış
telkinde bulunduklarını ve fen düşmanlığı aşıladıklarını, dînî akîdeleri
(inançları) bozduklarını ve çeşitli hîlekârlıkta bulunduklarını yazmaktadır. (M. Sıddîk Gümüş)
KAVED:
Kısas
olarak, öldüreni öldürme. (Kısas)
Bir insanı haksız olarak, amden (kasten, bile bile)
öldüren kimseye kaved lâzım olur. (İbn-i
Âbidîn)
Muhârebede, iki tarafın askeri karıştığı zaman, kâfir
sanarak, müslümanı amden (kasten, bilerek) öldürene kaved lâzım gelmez. (İbn-i Âbidîn)
KAVİYY (El-Kaviyyü):
Allahü teâlânın Esma-i hüsnâsından (güzel
isimlerinden). Her şeyi tam olarak yaratmakta kuvvet sâhibi olan, her şeyi
yaratıp, varlıkta devâm ettiren; dilediğini yapmak kendisine zor gelmeyen.
Kur'ân-ı
kerîmde meâlen buyruldu ki:
Şüphesiz Allahü teâlâ Kaviyy'dir. Îmândan yüz
çevirene ıkâbı (azâbı) şiddetlidir. (Enfâl sûresi: 52)
El-Kaviyy
ism-i şerîfini söyliyenin cismine, bedenine kuvvet gelir. (Yûsuf Nebhânî)
KAVL:
Müctehid (Kur'ân-ı kerîmden ve hadîs-i şerîflerden
din bilgilerini elde edebilen) âlimlerin bir işin hükmünü bildiren sözü yâni
re'yi, ictihâdı.
Öğle namazının vakti, zevalden yâni her şeyin
gölgesi en kısa olduğu zamandan, kendi boyu kadar veya boyunun iki misli
uzayıncaya kadar devâm eder. Birincisi, İmâmeyn'in (İmâm-ı Ebû Yûsuf'la, İmâm-ı
Muhammed'in) kavli, ikincisi, İmâm-ı a'zam'ın kavlidir. Şimdi ikindi
ezânları, İmâmeyn'in kavline göre okunmaktadır. (M. Sıddîk bin Saîd)
Kavl-i Kadîm:
İmâm -ı Şâfiî'nin Bağdâd'daki ilk ictihâdlarına
(Kur'ân-ı kerîm ve hadîs-i şerîflerden çıkardığı hükümlere) verilen ad. Bunlara
onun mezheb-i kadîmi de denir. İmâm-ı Şâfiî, kavl-i kâdimini el-Hucce adlı
eserinde topladı. Mısır'a yerleşince, muhîtin (yörenin) örf ve âdetlerini de
nazar-ı îtibâra (dikkate) alarak yaptığı yeni ictihâdlarına kavli cedîd (yeni
ictihâdları) denildi.
Keffâret-i iskât yâni meyyiti (ölüyü) namaz, oruç
gibi dünyâda iken yerine getiremediği borçlarından kurtulmak için, borcu kadar,
fidye denilen belli miktârda mal veya paranın fakirlere dağıtılması husûsunda
vasiyet etmedi ise, velînin (meselâ babasının) keffâret iskatı yapması Hanefîde
lâzım olmaz. Şâfiî mezhebinde vasiyet etmedi ise de, velînin iskat yapması
lâzımdır. Şâfiî'nin kavl-i kadîmine göre, velîsi meyyitin namaz ve oruçlarını
kazâ eder. (Muhammed Mazharî)
KAVME:
Namaz kılarken rükûdan kalkıp uzuvlar hareketten
kesildikten sonra en az bir kerre sübhânallah diyecek kadar ayakta durmak.
Namâzı cemâat ile kılmak ve tümânînet (uzuvların
hareket etmemesi) ile kılmak, rükûdan sonra kavme yapmak ve iki secde arasında
celse yapmak (sübhânallah diyecek kadar durmak) sünnettir. Kavmenin ve celsenin
farz olduğunu bildiren âlimler de vardır. (Abdullah-ı
Dehlevî)
Peygamber efendimiz, bir gün Eshâb-ı kirâmına; "Hırsızların
büyüğü kimdir bilir misiniz?" buyurdu. "Bilmiyoruz. Siz
buyurun!" dediklerinde; "Hırsızların büyüğü, namazından
çalandır ki, namazın erkânını tamam yapmaz" buyurdu. Bu hırsızlıktan
da
sakınmalıdır ve büyük hırsız olmaktan kurtulmalıdır. Niyeti doğru
yapmalıdır. Niyet doğru olmazsa, ibâdet sahîh, doğru olmaz. Kırâati doğru
okumalıdır. Rükû'u, secdeleri, kavmeyi ve celseyi, itminân ile yapmalıdır. Yâni
rükû'dan kalkınca tam dikilip, bir tesbîh miktârı durmalı ve iki secde arasında
doğru oturup yine bir tesbih miktârı öyle durmalıdır. Böylece, kavmede ve
celsede, itminân (tumânînet, hareketsizlik) hâsıl olur. Böyle yapmayanlar,
hırsızlardan olur ve çok azâblara yakalanır. (İmâm-ı Rabbânî)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder