KİN:
Gizli düşmanlık. (Hıkd)
Hiddet
ve kin, hakîkatleri gören gözleri kör eder. Öfke iyi düşünmeyi daraltır, insanı
yanıltır. (Hacı Bayram-ı Velî)
KİNÂYE
LAFIZLAR:
Birkaç
mânâda kullanılan kelimeler. Hem boşamada hem de başka yerde kullanılan sözler.
Erkek
kinâye söyleyince, boşamağa niyet etti ise veya öfkeli ise karısını boşamış
olur. "Var yıkıl git. Artık seni istemem, babanın evine git. Seni boşamak
istiyorum" gibi sözler, boşamak niyyet edilmedikçe talâk, boşama olmaz.
Bırakmak, terketmek lafızları (kelimeleri) kinâye iseler de boşamak için
kullanılmaları âdet olduğundan boşamada kinâye değil, sarîh (açık) sözlerden
sayılır. Bunlarla derhâl boşama meydana gelir. (İbn-i Âbidîn)
KİRÂ:
Bir
malın, menfaatine yâni kullanılmasına karşılık olarak verilen ücret. Bir evin,
bir iş yerinin veya herhangi bir mülkün, taşıt veya binek hayvanının, sâhibi
tarafından faydalanılmak ve kullanılmak üzere belli bir ücret karşılığında bir
müddet için başkasına verilmesi. (İcâre)
Kirâ
müddeti bitince, mal sâhibi uzatmaz ise, kirâcı çıkar. Malı olduğu gibi teslim
etmesi lâzımdır. Teslim etmezse, gasb etmiş olur. Fakat kullanma sebebi ile
herkes için meydana gelmesi âdet olan harâblık, yıkılmalar ve bozulmalar
kabahat sayılmaz. (Ali Haydar Efendi)
Mal
sâhibi, kirâyı peşin alıp, malı teslim etmezse, geçen zamânın ücretleri
mülkünden çıkar; kirâcıya geri vermesi lâzım olur. (Fetâvâ-i Hindiyye)
KİRÂMEN
KÂTİBÎN:
İnsanların iki omuzunda bulunup,
onların sevâb ve günâhlarını yazan iki
melek. Hafaza melekleridir diyen âlimler de olmuştur.
Allahü teâlâ, âyet-i kerîmede meâlen
buyurdu ki:
Hâlbuki
üzerinizde gözetleyici, amellerinizi yazan (Allah
indinde) Kirâmen kâtibîn melekleri vardır. (Ki onlar, hayır ve şerden) işlediklerinizi
(yaptıklarınızı) bilirler. (İnfitâr
sûresi: 10-12)
Kirlenince
çabuk gusl (boy) abdesti alın! Çünkü, Kirâmen kâtibîn
melekleri cünüp gezen kimseden incinir. (Hadîs-i şerîf-İhyâu Ulûmiddîn)
Kirâmen
kâtibîn denilen meleklerden sağ taraftaki melek, soldakinin âmiridir ve iyi
işleri, ibâdetleri yazar. Soldaki melek, kötülükleri yazar. (Kemahlı Feyzullah)
Kirâmen
kâtibîn, insandan yalnız cimâda ve helâda ayrılırlar. Helâda iken yapılanları,
Allahü teâlâ meleklere bildirir. Helâdan çıkınca yazarlar. (Kutbüddîn-i İznikî)
Bir
kimseye selâm verirken, çok kimseye verir gibi vermelidir. Çünkü mü'min yalnız
değildir. Kirâmen kâtibîn adındaki iki melek, onunla berâberdir. (M. Muhammed Rebhâmî)
KÎSÂNİYYE
(Keysâniyye):
Şiânın
kollarından. Muhtâr bin Ebî Ubeyd es-Sekâfî'nin kurduğu bozuk fırka. Muhtâr bin
Ebî Ubeyd es-Sekafî'nin bir adı da Keysân olması sebebiyle Keysâniyye
denilmiştir. Bu fırkaya Muhtâriyye veya Bedâiyye de denir.
Hazret-i
Ali'nin oğlu Muhammed bin el-Hanefiyye'nin babasından sonra imâmetini
(halîfeliğini) kabûl eden Keysâniyye fırkası, Allahü teâlânın bedâ (önceki
hükmünü değiştirme) sıfatı olduğunu söylerler. Muhammed bin el-Hanefiyye'nin
Radvâ dağlarında yaşadığına, sağında ve solunda birer arslanın ve bir parsın
onu koruduğuna ve onun gelecek Mehdî olduğuna inanırlar. (Abdülazîz Dehlevî)
Keysâniyye mensupları, dine, namaz,
oruç, zekât v.s. gibi hükümlerin te'vilini (yorumunu)
öğreninceye kadar uyar. Farzların bir kısmını terk ederler. (Abdülkâhir Bağdâdî)
KİSVE:
Giyecek.
Nafaka vermekle vazîfeli kimsenin bakmakla mükellef bulunduğu kimselere te'min
etmekle yükümlü olduğu giyecek.
Allahü teâlâ âyet-i kerîmede meâlen
buyurdu ki:
...Onların (annelerin)
âdet
olduğu şekli ile yiyeceği ve kisvesi; çocuk kendisinin olana (babaya) âittir.
Kimse gücü yettiğinden fazlasıyla sorumlu tutulmaz. (Bekara sûresi: 233)
Dînimizce
nafaka; yiyecek, kisve ve oturacak yer demektir. Kitapların çoğunda, yalnız
yiyecek mânâsına kullanılmak âdet olmuştur. Fakir olan zevcin, zengin olan
zevcesine, orta hâllilere âdet olan nafaka vermesi lâzımdır. Fakir nafakası
verip, aradaki farkı, zengin olunca öder. (İbn-i
Âbidîn)
Kisve, senede iki gömlek ve iki
himâr (baş örtüsü) ve iki milhâfedir. Milhâfe (ferâce veya manto), kadının
sokağa çıkarken giydiği bir şeydir. Bunların biri yazlık, biri kışlıktır. Şimdi
kisveye, iç donu, cübbe (kalın manto), yatak, yorgan da ilâve etmek lâzımdır.
Kış mevsiminde, gömlek yünden, manto ve himâr ipekten olur. Ayakkabı, mest
sokağa çıkmak için olduklarından, nafakaya dâhil edilmemiştir. Fakat zaman ve
memleketin âdetine göre dâhil edilirler. Memleketin âdetine göre, kadına lâzım
olan gıdâ, elbise ve ev eşyâsının hepsi nafakaya dâhil olur. Zevcin bunları
getirmesi lâzımdır. (İbn-i Nüceym)
Kisve-i Şerîfe:
Resûlullah efendimizin medfûn
bulundukları hücre-i seâdet üstündeki
kubbe üzerine serilen örtü.
Hücre-i
seâdetin beş köşeli duvarları yapılırken üzerlerine bir de küçük kubbe
yapılmıştı. Bu kubbeye, Kubbet-ün-nûr denir. Osmanlı pâdişâhlarının
gönderdikleri kisve-i şerîfe bu kubbe üzerine örtülürdü. Kubbet-ün-nûr üzerine
gelen, mescid-i seâdetin büyük yeşil kubbesine Kubbet-ül-hadrâ denir. (Eyyûb Sabri Paşa)
KİTÂB:
1.
Edille-i şer'iyyenin (İslâm dînindeki hükümlerin, din bilgilerinin) birinci
kaynağı olan Kur'ân-ı kerîm.
Kitâb; Allahü teâlânın, Resûlü
Muhammed aleyhisselâma indirdiği, mushaflarda yazılı, bize kadar tevâtür
yoluyla, yalan üzere birleşmeleri aklen mümkün olmayan bir topluluk tarafından
Arabca olarak nakledilen kelâm-ı kadîmdir (Allahü teâlânın sözüdür). Bütün
insanların dünyâ ve âhiret hayâtının her yönüne âit hükümleri bilgileri
içerisinde bulundurur. İçine aldığı hükümler, bilgiler üç kısımdır: Îmân
esaslarına dâir hükümler, mükelleflerin söz ve işlerine dâir bilgiler, rûh ve
mâneviyâtın düzeltilip, nefsin ve ahlâkın terbiyesine âit hükümlerdir. (Abdülhakîm Arvâsî)
2. Amel defteri.
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen
buyurdu ki:
Biz
azîmüşşân, insan için sahîfesi açılmış olarak, kendisine vâsıl olan kitab
göndeririz. (İsrâ
sûresi: 13)
Kitâb ve Sünnet:
Kur'ân-ı
kerîm ve Peygamber efendimizin hadîs-i şerîfleri (söz, iş ve görüp de bir şey
demedikleri hususlar) mânâsına olan bir terim.
Sünnet
kelimesinin dînimizde üç mânâsı vardır: "Kitâb ve sünnet" birlikte
söylenince; Kitâb, Kur'ân-ı kerîm, sünnet de, hadîs-i şerîfler demektir. (Farz
ve Sünnet) denilince; farz, Allahü teâlânın emirleri, sünnet ise
Peygamberimizin sallallahü aleyhi ve sellem sünneti yâni emirleri demektir.
Sünnet kelimesi yalnız olarak söylenince, şerî'at yâni bütün ahkâm-ı İslâmiyye
(İslâmiyet'teki emirler ve yasaklar) demektir. (M. Sıddîk Gümüş)
Ezan, Kitâb ve Sünnet ile
bildirilmiştir. (İbn-i Âbidîn)
Bir
velî, İslâmiyet'e uydukça ilerler. İlhâmları artar fakat, velîlere gelen
ilhâmlar kitab ve sünnetin üstüne çıkamaz. (Muhyiddîn
ibni Arabî)
İnsanları,
Allahü teâlânın sevgisine kavuşturacak yol, yalnız Muhammed aleyhisselâmın
yoludur. Bundan başka olan dinler, mezhebler, tarîkatler, rüyâlar çıkmaz
sokaktır. İnsanı seâdete kavuşturmazlar. Kur'ân-ı kerîmin ahkâmını, hükümlerini
öğrenmeyen, hadîs-i şerîflere uymayan kimse, câhil ve gâfildir. Buna
uymamalıdır. Bizim ilmimiz, mezhebimiz kitâb ile sünnettir. (Cüneyd-i Bağdâdî)
Çok
vakit kalbime düşünceler geliyor. Kitâba ve sünnete uygun bulursam kabûl
ediyorum. (Ebû Süleymân Dârânî)
Kitâb-ı Mukaddes:
Hıristiyanların
mukaddes bilip inandıkları Ahd-i atîk (Eski ahd) ve Ahd-i cedîd (Yeni ahd)
kısımlarından meydana gelen kitab. İncîl.
Îsâ
aleyhisselâma İncîl isminde bir kitâb nâzil oldu. Fakat yahûdîler bu kitabı
seksen sene içinde yok ettiler. Sonradan ortaya çıkan ve hıristiyanların,
Allahü teâlâ tarafından gönderildiğine inandıkları Kitâb-ı Mukaddes iki
kısımdır. Birincisi, Ahd-i atîk (Eski ahd), o zamâna kadar gelen peygamberlerin
(aleyhimüsselâm) ve bilhassa Mûsâ aleyhisselâmın bildirdiklerini
ihtivâ eder. İkincisi Ahd-i Cedîddir (Yeni ahd). Esas olarak Îsâ aleyhisselâma
inananlardan Matta, Markos, Luka ve Yuhannâ'nın yazdıkları kitablar olup, Îsâ
aleyhisselâmın hayâtı, yaptığı işler ve verdiği nasîhatları ihtivâ eder. Fakat
Kitâb -ı mukaddes içinde bulunan hakîki bilgilere birçok yanlış düşünceler,
efsâneler ve hurâfeler eklenmiştir. (Manastırlı
Müderris Hâcı Abdullah Abdi Bey)
Hıristiyanların,
Allahü teâlâ tarafından gönderildiğine inandıkları Kitâb-ı mukaddeste zulmü,
vahşeti emr eden pekçok yerler vardır. Ahd-i atik'in Huruç (çıkış) kitâbının
23. bâbının 23. ve 24. âyetlerinden sonra Mûsâ aleyhisselâmın kadınları sağ
bıraktığı için subaylarına kızdığı ve bütün kadınların ve erkek çocuklarının
öldürülmesini emr ettiği yazılıdır. (Harputlu
İshâk Efendi)
Bugün
elde bulunan Kitâb-ı mukaddeste mevcut olan ilim, akıl ve ahlâk dışı yazılar
meydandadır. Buna karşılık İslâm âlimlerinin akla, ilme, fenne ve medeniyete
ışık tutan yazıları da dünyâ kütübhânelerini doldurmaktadır. (Harputlu İshâk Efendi)
KİTÂBET:
Kâtiblik, yazıcılık, yazı yazma
ilmi.
1. Güzel yazı ve güzel ifâde için
lâzım olan yazı yazma usûl ve kâideleri.
Din
bilgileri, dünyâda ve âhirette huzûru, saâdeti kazandıran bilgilerdir. Bunlar
da iki kısma ayrılır: Ulûm-i âliyye (yüksek din bilgileri) ve ulûm-i ibtidâiyye
(âlet ilimleri). Yüksek din bilgileri sekizdir. Bu sekiz yüksek din bilgisini
öğrenebilmek için lâzım olan âlet ilimleri on ikidir. Bunlar; sarf, iştikâk,
nahv, kitâbet, iştikâk-ı kebîr, lügat, metn-i lügat, beyân, me'ânî, bedî,
belâgât ve inşâ ilimleridir. Din âlimi olmak için sekiz yüksek din bilgisini
bütün incelikleri ile fen bilgilerini de lüzûmu kadar öğrenmek lâzımdır. (Abdülgânî Nablüsî)
2.
Kölenin belirli bir ücreti ödemek veya bildirilen şartları
yerine getirmek karşılığında âzâd edileceğine (serbest bırakılacağına) dâir
sâhibi ile yaptığı akid, sözleşme. (Mükâteb)
KİTABLI
KÂFİRLER:
İncîl ve Tevrât'tan birine inanan
kâfirler. Hıristiyanlar ve Yahûdîler. (Ehl-i
Kitab)
Müslüman
erkeğin kitablı kâfir kadını nikâh etmesi câizdir. Başka kâfir kadınla ve
mürted olmuş, dinden çıkmış kadınla evlenmesi câiz değildir. (İbn-i Âbidîn)
KİTABSIZ
KÂFİRLER:
Ehl-i kitâbın dışındaki kâfirler,
dinsizler.
Müslümanlar,
âhirete inanıyor. Kitabsız kâfirler inkâr ediyor. Tekrar dirilmek olmasaydı,
inanmayanlar bir şey kazanmaz, müslümanlar da zarar etmezdi. Fakat kâfirlerin
dediği olmayınca, sonsuz azâb çekeceklerdir. (Hazret-i Ali)
Kitabsız
kâfirlerin kestikleri yenmez, kızları alınmaz ve kız verilmez. (Muhammed Hâdimî)
Her
müslüman iyi bilsin ki, bütün san'atlar, farz-ı kifâyedir. Bunu düşünerek, bir
san'ata yapışmak, ibâdet etmek olur. İster kitablı kâfirler keşf etsin, bulsun,
ister kitabsız kâfirler, her san'atı öğrenmek ve hele harb vâsıtalarını en
modern, en ileri şekilde yapmağa çalışmak farzdır. (İmâm-ı Gazâlî)
KOMŞU:
Bitişik evlerde veya yakın çevrede
oturan kimse veya kimseler.
Ev
satın almadan evvel, komşuların nasıl olduklarını araştırınız! Yola çıkmadan
evvel, yol arkadaşınızı seçiniz!
(Hadîs-i şerîf-Şir'at-ül-İslâm)
Komşuya hürmet etmek ana-babaya hürmet etmek gibi lâzımdır. (Hadîs-i
şerîf-Şir'at-ül-İslâm)
Zımmî (gayr-i
müslim vatandaş) komşunun bir hakkı, müslüman komşunun iki hakkı, akrabâ olan komşunun
üç hakkı vardır. (Hadîs-i
şerîf-Şir'at-ül-İslâm)
Allahü
teâlâ, bir sâlih müslüman hürmetine, komşularından binlerce belâyı, felâketi
uzaklaştırır. (Hadîs-i
şerîf-Şir'at-ül-İslâm)
Komşusunun
aç yattığını bildiği hâlde, kendisi tok yatan, kâmil (îmânı
olgun, tam) bir mü'min değildir.
(Hadîs-i şerîf-Nisâb-ül-Ahbâr)
Hukûk-i
ibâd, kul hakkını gözetmektir. Kul hakkının en önemlisi, ana-baba hakkıdır.
Tatlı dil ile, güler yüzle, yardımlarına koşmakla, onların gönüllerini
kazanmaya çalışmalıdır. Sonra komşu hakkı, hoca hakkı, karı-koca hakkı, arkadaş
hakkı, sonra hükûmetin hakkı gelir. (Abdülhakîm
bin Mustafâ)
Dünyâda
en kıymetli şey; müslüman, sâlih, Allahü teâlânın ve mahlûkların haklarını
bilen ve gözeten komşudur. Herhangi bir kimseye yapılması haram olan bir
fenalık, komşuya yapılırsa, günâhı katkat daha fazla olur. Herhangi bir kimseye
yapılması sevâb olan bir iyilik, komşuya yapılırsa, sevâbı katkat daha fazla
olur. (Seyyid Alizâde)
Kâfir
olan komşuyu da incitmemek, ona da iyilik yapmak, ihsân etmek lâzımdır. (İbn-i Hacer-i Mekkî)
KONAK:
Tasavvufta ilerlerken her iki derece
arası.
Allahü
teâlâya yakın olmak, ulaşmak husûsunda tasavvuf büyükleri; "İnsanı
kavuşturan konaklar sonsuzdur, bitmez tükenmez" demişlerdir. (İmâm-ı Rabbânî)
KÖLE:
Allah yolunda harb ederken,
kâfirlerden alınan esir.
Allahü teâlâ âyet-i kerîmede meâlen
buyurdu ki:
Allah'a
ibâdet edin, O'na hiçbir şeyi ortak koşmayın. Bir de ana- babaya iyilik edin.
Akrabâya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yakın arkadaşa,
yolcuya ve ellerinizdeki kölelere de iyilik edin. Çünkü Allah büyüklenen ve
övünen kimseyi sevmez. (Nisâ
sûresi: 36)
Şu
iki güçsüz, yâni köle ve kadın hakkında Allah'tan korkunuz. (Hadîs-i şerîf-Müsned-i Ahmed bin Hanbel)
Kim
kölesinin yüzüne bir tokat atsa, veyâhut onu döğse, onun keffâreti (cezâsı) köleyi
âzâd etmesidir. (Hadîs-i şerîf-Sünen-i
Tirmizî)
İslâmiyet,
bütün kölelere ve hizmetçilere iyi muâmele edilmesini, onlara şefkat ve
merhametle davranılmasını emretmiştir. (Van
Denberg)
KÖTÜ
ARKADAŞ:
İnsanın
dînini, îmânını, edebini, hayâsını ahlâkını bozan, dünyâ ve âhiret seâdetini kaybettiren
arkadaş.
İşin temeli iyi insanlarla konuşmak,
kötü arkadaştan sakınmaktır. (İmâm-ı
Rabbânî)
Îmânın
düşmanı dörttür: Sağda kötü arkadaş, solda nefsin hevâsı (arzu ve istekleri),
önde dünyâya düşkün olmak ve arkada şeytan. Bunların hepsi insanın îmânını
almak isterler. Kötü arkadaş, yalnız insanın malını, parasını çalmak, dünyâsını
almak için aldatanlar değildir. Arkadaşların en kötüsü, en zararlısı, insanın
dînini, îmânını, edebini, hayâsını, ahlâkını bozmağa uğraşanlar, böylece dünyâ
ve âhiretine, ebedî seâdetine saldıranlardır. Îmânımızı, bu düşmanların şerrinden ve İslâm düşmanlarının aldatmalarından
Allahü teâlâ emîn eyleye. (Muhammed
İznikî)
Bir kalb, iyi arkadaşların
nasîhatlarına ve akla tâbi' olup, İslâmiyet'e uyarsa, nûrlanır, temiz olur.
Dünyâ ve âhirette seâdete, huzûra kavuşur. Kötü kimselerin iğfâl edici,
aldatıcı sözlerine, yazılarına ve nefse, şeytana uyup, İslâmiyet'e uymayan kalb
kararır, bozulur. Nurlu, temiz kalb, İslâmiyet'e uymayı sever. Kararmış kalb,
kötü arkadaşa, nefse, şeytâna uymayı sever. Allahü teâlâ çok merhametli olduğu
için, dünyânın her yerinde yeni doğan çocukların kalblerini temiz olarak
yaratmaktadır. Bunları, sonraları anaları, babaları ve kötü arkadaşları
karartmakta, kendileri gibi yapmaktadır. (Abdülhakîm
bin Mustafâ)
Kötü
arkadaş kötü yılandan daha kötüdür. Zîrâ kötü yılan can alır. Kötü arkadaş ise
can ve îmân alır. (Ali Râmitenî)
KÖTÜ
DİN ADAMI:
İlmini
dünyâ kazancına, mala, mevkîye kavuşmaya vâsıta eden, ilmi ile amel etmeyen,
insanları ibâdete ve âhirete yönelmeye teşvik etmeyen din adamı.
Resûlullah sallallahü aleyhi ve
sellem, Kâbe'yi tavâf ediyorken; "Hangi insan daha kötüdür?" diye
soruldu; "Kötü olanı sorma, iyi olanı sor! Âlimlerin kötüsü insanların en
kötüsüdür" buyurdu. Çünkü âlimler bilerek günâh işlemektedir. Îsâ
aleyhisselâm; "Kötü din adamları, su yolunu kapayan kaya
gibidir. Su kayadan sızıp geçemez. Akmasına da mâni olur" dedi. Hadîs-i
şerîfte; "Kıyâmet günü azâbların en şiddetlisi, ilmi kendisine faydalı
olmayan din adamınadır" buyruldu. (Muhammed Hâdimî)
Kalbe
gelen hâtıranın (düşüncenin) cinsini anlamak için, İsâmiyet'e uygun olup
olmadığına bakılır. Böyle anlaşılamazsa, sâlih (iyi, dindar) olan bir âlime
sorulur. Sâlih olmayan, dîni dünyâ kazançlarına âlet eden kötü din adamına
sorulmaz. Yâhut, Resûlullah sallallahü aleyhi ve selleme kadar üstadlarının
hepsi bilinen hakîkî bir rehbere, yetişmiş ve başkalarını yetiştirmeye ehil bir
İslâm âlimine sorulur. (Muhammed Hâdimî)
İnsanların saâdeti, âlimlerin elinde
olduğu gibi, insanları felâkete, Cehennem'e sürükleyenler de, din adamı
şeklinde görünen, din düşmanlarıdır. Din adamlarının iyisi, insanların en
iyisidir. Dîni dünyâ isteklerine âlet eden, herkesin îmânını bozan, din adamı
da, dünyânın en kötüsüdür. İnsanların saâdeti ve felâketi, doğru yola gelmesi
ve yoldan çıkmaları din adamlarının elindedir. Büyüklerden biri, şeytanı boş
oturuyor görüp, sebebini sormuş, Şeytan demiş ki: "Bu zamânın kötü din
adamları, bizim işimizi görüyor. İnsanları yoldan çıkarmak için bize iş bırakmıyorlar."
(İmâm-ı Rabbânî)
KÖTÜ
HUY:
Dînin ve aklın beğenmediği huy.
İnsanların
hiç çekinmeden, sıkılmadan yaptıkları günah, kötü huylu olmaktır. (Hadîs-i şerîf-Berîka)
Sıcak
su buzu erittiği gibi, iyi huy da, hatâları eritir. Sirke balı bozduğu gibi,
kötü huy; hayrâtı, hasenâtı (iyilikleri) mahveder. (Hadîs-i şerîf-Berîka)
Bir
kulun ibâdetleri çok olsa da, kötü huyu, onu Cehennem'in dibine götürür. Bâzan
küfre götürür. (Hadîs-i
şerîf-Berîka)
Kötü
huylar, kalbi, rûhu hasta eder. Hastalığın artması, kalbin, rûhun ölümüne sebeb
olur. Kötü huyların en kötüsü olan şirk, küfür (Allahü teâlâya ortak koşmak)
ise, kalbin, rûhun en büyük zehiridir, hemen öldürür. Îmânı olmayanın kalbi
temiz olmaz. Ölmüş, kokmuş olan kalbin temiz olması düşünülemez. (Muhammed Hâdimî)
Her müslüman, kalbinden kötü huyları
çıkarıp, iyi huyları yerleştirmelidir. Bir kaçını çıkarıp,
birkaçını yerleştirmekle, insan güzel huylu olmaz. Tasavvuf, insanı
olgunlaştıran yoldur. Böyle olmayan yola tasavvuf denmez. (Muhammed Hâdimî)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder