22 Kasım 2023 Çarşamba

AKDENİZ MİTOLOJİSİNDE AŞK KAHRAMANLARI ve MÜZİSYENLER-22

 KENDİNE ÂŞIK OLAN NARHİSOS


Dağlarda bayırlarda yalnız başına gezip tozan, gönlünce ezgiler söyleyen güzeller güzeli bir orman perisiydi Eko...

Bu güzel perikızı, şerrinden ürktüğü Baştanrı Zeus'un yeryüzündeki kaçamak aşk serüvenlerine birkaç kez yardımcı olmak zorunda kaldı... Zeus'un karısı tanrıça Hera bunu öğrenince de öfkeden küplere bindi ve ceza olarak Eko'nun dilini kestirdi! O yüzden de zavallı perikızı artık şarkı söyleyemez, kimselerle konuşamaz oldu... Karşısında konuşan birinin yalnızca son sözcüğünü tekrarlayabilen bir çeşit "yankı"ya dönüştü. Zaten "Eko" adı da "yankı" anlamına geliyordu... Üstelik bu kadarla da kalmadı çilesi perikızının: Aşktan yana başının gülmemesi gibi çok ağır bir ceza daha yükledi ona tanrıça Hera!..

Gerçekte bu güzel Eko; öyle önüne gelene, hatta tanrılara bile yüz vermez, gönül kapılarını kolay kolay açmazdı. Ne var ki Hera'nın çizdiği sözkonusu yazgı yüzünden olacak, bir gün dağlarda geyik izi süren Narhisos (Narkhisos) adında, çok yakışıklı bir delikanlıyla karşılaştı ve birden ısınıverdi ona; oysa bu delikanlı aşktan kaçan, kimselere yüz gönül vermeyen bencil biriydi! Zavallı Eko ne zaman onun önünü kesmeye kalksa, şöyle biraz yarenlik etmek istese, öteki hemen yol değiştirip sıvışıyordu! Sabrı taşan perikızı, bir gün gene onun önünü kesti ve zorla kucaklayıp öpmeye çalıştı... Narhisos da bir yolunu bulup kendini gene kurtardı; koşar adım kayıplara karıştı... Aşkına karşılık bulamayan Eko çok üzüldü; ama dilsiz olduğu için de derdini birilerine anlatıp açılamıyordu. Tek başına dağlarda, bayırlarda yana yakıla dolaşıp duruyordu yalnızca... Hep yankıya dönüşen çığlıklar atıyordu. Bu karşılıksız aşk yüzünden eriyip giden perikızına acıyan Baştanrı Zeus, onun aşk yüklü yüreğini hemen göklere ağdırdı... Ama bedeni; bir ses ya da söz duyduğunda, yalnızca son sözcüğü aynen yineleyebilen bir "yankı"ya dönüştü dünyamızda...

Bu acı serüvenden sonra Eko'ya acıyan aşk tanrıçası Afrodit de onu bu hallere düşüren ve yalnızca kendine âşık bencil Nahkisos'u cezalandırmaya karar verdi. Her türlü aşka kapalı bu delikanlının taşlaşmış yüreğine, en kavurucu ateşlere dönüşen aşk okları gönderdi Eros aracılığıyla. Eros'un saldığı bu kıvılcım yüklü oklar, Narhisos'un yüreğine saplandı ve gitgide yalazlanan tutkulara dönüştü. Narhisos artık av izi sürmekten, dağ bayır koşuşturmaktan haz duymaz oldu... Çünkü karşılığı olmayan bir aşkla yanıp tutuşuyordu durmadan. Üstelik sürekli susuyor; gürül gürül akan pınarlardan içtiği sular da kandırmıyordu onu...

Günlük güneşlik bir mayıs ayı öğlesinde, artık yürüyemeyecek denli yorulduğunu, hiç kanmayacakmışçasına susadığını duyumsadı iliklerine dek. Yorgun argın su ararken bir ara söğütlerin gölgesinde akan bir pınar ve yanında bir su birikintisi gördü. Görür görmez de pınara saldırdı hemen; gürül gürül akan sudan içti de içti... Ne var ki içtikçe daha da arttı susuzluğu. Üstelik boğazı da kuruyordu durmadan! Çimenlerin üstünde ayna gibi ışıl ışıl parlayan su birikintisine baktı bir ara... Bakar bakmaz da bir görüntü fark etti suyun yüzeyinde. Ve bu görüntüye uzun süredir cehennem ateşleri gibi yanan bir aşkla bağlı olduğunu anladı hemen!.. Artık gözlerini bir türlü ayıramaz oldu sudaki görüntüsünden. Daha sonra bu görüntüsünün üstüne eğildi; onu yakalayıp kollarına alabilmek için durmadan ellerini suya daldırıp daldırıp çıkarmaya başladı... Ona bir şeyler söylüyor; bazen sevinçle coşuyor, bazen de bir yanıt alamadığı için üzülüp susuyordu. Âşık olduğu görüntü de aynı şeyleri yapıyordu, aynı şeyleri yineliyordu!..

Çok geçmeden her şeyin bilincine vardı... Büyük bir hüzne kapıldı olup bitenlerden. "Tutuşturan da ben, tutuşan da ben...

Kendime olan aşkımla kendi kendime yanıp gidiyorum!.." diye mırıldanmaya başladı acı acı. Artık sudaki sevgilisine kavuşamayan Narhisos, içinde habire yalazlanan bu tuhaf aşkın ateşiyle öleceğini anladı. Bir yandan sudaki görüntüsünden de ayıramıyordu gözlerini... Bütün gücünü toparlayıp, "elveda!" diye bir çığlık atabildi sudaki görüntüsüne. Bunun üzerine dağlardan bayırlardan "elveda!.." diye inleyen bir yankı geldi kulaklarına. Bu yankı, talihsiz Eko'nun ona son yanıtıydı...

Aynı sesi duyan Eko'nun perikızı arkadaşları da pınara doğru koşuştular apar topar... Orada Eko'ya hiç yüz gönül vermemiş Narhisos'un ölüsüyle karşılaştılar. Bu güzel ve masum perikızları, bu bencil âşığın durumuna acıdılar gene de. Yaktıkları içler acısı ağıtlarla dövündüler. Saçlarını kesip onun yattığı yere koydular. Sonra da ölüsünü yakmak için odun çırpı toplamaya gittiler ormana. Perikızları kucaklarında odunlarla döndüklerinde, Narhisos'un ölüsünü bulamadılar. Ama onun yattığı yerde; beyaz yapraklı, sarı göbekli bir çiçek gördüler... Bu çiçek de yanındaki su birikintisindeki görüntüsüne eğilmiş ona bakıyordu hep!..

O günden sonra perikızları, kurumasın diye bu çiçeğe hep göz-kulak oldular. Tohumları olgunlaşınca da, onları toplayıp Narhisos'un külleri niyetine bütün göl, akarsu kıyılarına saçtılar... Sonra da aşk yangınından türeyen bu yeni cins çiçeğe Narhisos adını verdiler. Ve bu ad dilimize "nergis" olarak yerleşti...

İşte ta o günden beri, sarı göbekli bu "nergis" çiçeği; çay, göl, nehir kıyılarında, âşık olduğu sulardaki görüntüsünü salına salına seyrediyordu hep... 



Akdeniz Mitologyasından Efsaneler

Yaşar Atan

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Siyahkaya Barajı / Silopi / Şırnak