30 Eylül 2023 Cumartesi

Gündelik Hayatımızda Çocukluk ve Çocuk Gereçleri-6

 


Yuva, Anaokulu



Fransızca creche (beşik), Almanca Kirıdergarten (çocukbahçesi), Avrupa’da ilköğrenim öncesi çocukların bakım ve eğitimini üstlenen kurumlar olarak çağdaş biçimleriyle 19. yüzyılda ortaya çıktılar. Fransa’da ilk kreşler 1850’lerde, İngiltere’de 1860’larda kuruldu. 19. yüzyılın ikinci yarısında özellikle sanayi merkezlerinden başlayarak kreşler yaygınlaştı. Anaokulları İngiltere’de Robert Owen’ın fabrika işçilerinin çocukları için 1816’da açtığı okullarla başladı; Fransa’da Jean-Jacques Rousseau’nun etkisiyle 1779’dan beri açılan okullar 1833’de hükümetçe devralındı; Almanya’da eğitim reformcusu Friedrich Froebel “Kindergarten” adıyla 1837’de, İtalya’da Maria Montessori yeni yöntemlerle 1907’de anaokulları açtılar. Fransa, İtalya, Sovyetler Birliği’nde kreşler okul sistemi içine alınmış, ABD’de ise özel girişime bırakılmıştı.

Osmanlı üst sınıfları arasında yayılan, çocuğu terbiye etmesi ve ona piyano, Fransızca öğretmesi beklenen Avrupalı mürebbiye döneminden sonra, İstanbul’da özel kreşler açılmaya başlandı. Bunlar çoğunlukla Yahudi ve Ermeni öğretmenlerin yönetimindeydi II. Meşrutiyet’ten sonra eğitim üstünde özellikle duran ittihatçılar kreşlerin gayri Müslimler elinde olmasından rahatsız olmuşlardı. Kazım Nami Duru’nun 1909 yılında yaptığı Avusturya-Macaristan gezisinden sonra kreş ihtiyacı gündeme alınarak Selanik’te “Ravza-i sıbyan” adlı kreş açıldı. Türk ‘bayan’ öğretmen yokluğundan dolayı ‘yerli’ kreşler yaygınlaştırılamayınca, Darülmual-limat’a ders konularak 1913-14’de ana muallime sınıfı açıldı. 6 Ekim, 1913’de Tedrisat-ı iptidaiye Kanun-ı Muvakkati çıkarılarak, 1914 bütçesiyle on kreş açılması kararlaştırıldı. 15 Mart 1915’de Ana Mektepleri Nizamnamesi kabul edildikten sonra konuya gösterilen ilgi sürdürülerek 1917’de ilköğretim yaşı 4-12 olarak belirlendi.


1923-24 öğrenim döneminde 80 kreş vardı. Fakat genel okuma-yazma ve okullaşma oranının düşüklüğü karşısında ilkokul öncesi çocukları için yatırım yapma zamanının henüz gelmediği düşünüldü, hatta 1925 ve 1930’da Maarif Vekaleti’nin kararlarıyla anaokulları kösteklendi. Kapanan anaokullarının yerini İstanbul Belediyesi doldurmaya çalıştı. 1932’den itibaren Tekel’e ait işletme kurumlarında açılan yuvalarla çalışan annelerin ihtiyacı giderilmeye çalışıldı. Bu dönemin en gözde kreş ve çocuk yuvası, önce Ankara radyosunda çocuk programı yaparak büyük ilgi toplayan Neriman Hızır’ın 1946’da açtığı “Ayşe Abla” özel yuva ve ilkokuluydu.


1953 yılında toplanan V. Milli Eğitim Şurası’nın teşvikiyle kız enstitüleri bünyesinde anaokulları ve resmi ve özel okullarda anasınıfları açılmaya başlandı. İstanbul’dan başlayarak Ankara’da ve diğer büyük şehirlerde kreş ve anaokulu ihtiyacı 1970’lerden itibaren kendisini hissettirdi, özel kreşler çoğalırken devlet kurumları da kendi personeli için kreş ve yuvalar açmaya başladı. Bu dönemde kamu kumrularının açtığı kreşler kaliteli eğitimleriyle torpille girilen yerleri oluşturuyordu. 1980’lerden sonra bir yandan çalışan kadın sayısının artması, bir yandan çekirdek ailelerin yaygınlaşması çocukların ‘varlığını’ sorun haline getirdiğinden, bir yandan da ilkokul öncesi eğitimin çocukların hazırlandıkları rekabet için zorunlu görülmeye başlamasından dolayı kreşler yaygınlaştı. Devlet Memurları Kanunu’nda gerekli görülen kamu kurumlarında kreş açılması zorunlu tutulmuş olduğu gibi, 1987’de İş Kanunu’nun ilgili maddesi gereği çıkartılan tüzükle 150’den fazla kadın işçi çalıştıran işyerleri için bakım evleri ve emzirme odaları kurulması, ‘yurt’ işyerine 250 metreden uzaksa, işverenin taşıt sağlaması zorunluluğu getirildi.

1960’lı yıllarda anti-komünizm propagandası yapmak için Sovyetler Birliği’nde çocukların aileden kopartılıp kreşlere verildiği ve o yaşta kendilerine Rusça öğretildiği tartışma konusu yapılırken, 1980’li yıllarda kreşlerin yaygınlaşması ve velilerin İngilizce öğretilen kreşleri tercih etmesi sorun oluşturmadı.


Son yıllarda yalnız yuva ve anaokulları için değil, ilk ve ortaöğrenim için de soran oluşturan servislerin ilk biçimi, çocukları evden okula okuldan eve götüren ve çantalarını sırığa geçirerek taşıyan bevvab ve mubassırlardı. 1913’de çocuk eğitimi konusundaki yaklaşıma örnek oluşturması için Çocuk Dünyası adlı dergide çıkan, ‘karşılaştırmalı-eleştirel’ yazıya göz atalım:


“Beyoğlu çocukları hayattan korkmazlar. Her vakit görüyorum, 7-8 yaşında çocuklar çantaları arkalarında, yemek sepetleri ellerinde vapura biniyorlar, Arnavutköy’e mektebe gidiyorlar. Böyle büyüyen çocuk elbette hayattan korkmaz. Sizin hayatınız, sizin terbiyeniz böyle mi? 10 dakika, nihayet yarım saatlik mesafedeki mekteplere, kendisini idareden âciz bir mubassır, her tarafı çanta ve sepetlerle dolmuş, sizi önüne katmış, makineli bebek haline sokmuş, sevk eder durur. Böyle bir terbiye altında yetişen çocuklar elbette pısırık, yılgın, cesaretsiz olurlar.”



Çocuk Şarkıları


“Çocuk Marşı”: “Türk çocukları, Türk çocukları/Gözler ileri, başlar yukarı/ Yarınki hayat yurt ufukları/ Her şey sizindir Türk çocukları/ Çocuklar aziz vatan malıdır/ Ulu ağacın birer dalıdır/ Yardım görmeli bakılmalıdır/ Özü ateşli Türk çocukları...”


Çocuk şarkısı denince eskiden marş anlaşılıyormuş. Pedagogların önem verdikleri ‘ben-biz dili’nin de farkında değilmiş ‘büyükler’; çocuk hep büyüklere sesleniyor, yurt, ulus kavramlarıyla tarihe ve geleceğe karşı sorumlu tutuluyor. Repertuarı zenginleştiren ancak şiir ve müzik olarak büyük çoğunluğu ısmarlama tadını aşamayan ilkokul müfredatının konularına adanmış Kızılay, İlk Okuma Haftası, 23 Nisan vb. şarkıları da farklı yapıda değil.


Çocuk şarkılarının öncüsü İngiltere’de konu 19. yüzyılın başlarında tartışılmaya başlanmış. 1800 yılından öncesine ait çocuk şarkılarının, büyüklerin esinlendiği halk masalları ve sokak tekerlemelerinden etkilendiği ve zararlı olduğu iddia edilmiştir. O zamana kadar basitçe ‘song’, ‘ditties’ diye adlandırılan şarkılar ilk kez 1824’de kullanılan sözcükle bugün ‘nursery rhymes’ olarak bilinir.


Çocuk şarkıları, kreşler gibi gayri Müslim öğretmenlerin üretimi olarak İttihatçıların dikkatini çekmiş, o zamandan beri de çocuklar, geleceğin olması istendiği gibi olmasını sağlayacak yurttaşlar kuşağı olarak umut kapısı olmuş. 1990 yılında Devlet Bakanlığı tarafından yayımlanan Türk Müziği Çocuk Şarkıları kitabında, “Gelişmiş veya gelişmekte olan 200’e yakın ülkede çeşitli toplumlar olanca güçleriyle bir yarış içindedir,” denildikten sonra “çocuklarımızın kendi kültürlerinin bülbülü olarak şakıya bilmesi” arzusunun bu yarıştaki önemi anlatılır ve çocuk şarkıları yarışmalarıyla repertuarın büyütülmesi dileği belirtilir. Bu yarışmalardan çocuk şarkıları adına istenilen sonuç elde edilebilmiş değildir. Ama gerek TRT programları ve yarışmalarının gerek öğretmen okullarının katkılarıyla bugün gittikçe zenginleşen çocuk şarkıları repertuarı ve hazırlanmış bulunan müzik eğitim programı, nitelikli müzik öğretmenlerini beklemektedir.


Halk müziğinin örnekleri, tekerleme ve sayışmalar müzik öğretmenleri için söz ve ritim açısından zengin olanaklar sunarken, Alman müzik okulunun eğitimdeki egemenliği sonucu, ses algısı yerli-halk müziğinden uzaklaşmıştır. Cumhuriyet’in ilk yıllarında yeğlenen mandolin pahalı ve eğitimi zor bir enstrüman olduğu için terk edilirken, ses yapısını etkileyen blok flüt ve meraklı öğrencilerin gazete promosyonlarıyla da ulaşmaları kolaylaştırılmış olan org, bugün eğitim programının handikapları durumuna gelmiştir.


Bebeğine bakıp ona ninni söyleyen Küçük Ayşe, askeri donanımına bakıp kışlasına giden Küçük Asker ile düşmana saldırmazsa sütünü helal etmeyen anne, “Ali Baba’nın Çiftliği” (“Old MacDonald”) ile başlayan şarkılar dizisi, “Küçük Kurbağa”, “Bu karga ne budala”, “Tik tak tik tak olur mu hiç çalışmamak”, “Baltalar elimizde”, “Pazara gidelim”, “Dön de aynaya bak” ile çoğalıp, “Leylek leylek havada”, “Yağ yağ yağmur”, “Menekşe buldum derede”, “Dere geliyor dere” ile binlere varıyor...


Ortadoğu insanları hafızalarındaki şiir ve şarkı bolluğu ile Avrupalıları şaşırtıyor. Ama anonim müzikten ‘piyasa’ müziğine uzanan örnek bolluğu içinde, genç yeteneklerin benimseyecekleri müzik tarzı ve ‘idol’leri açısından da, yoğun bir sanat tartışması olması gerekiyor.



Kudret Emiroğlu’nun

GÜNDELİK HAYATIMIZIN TARİHİ kitabından alıntılanmıştır.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Siyahkaya Barajı / Silopi / Şırnak