KELÂM:
1. Allahü teâlânın subûtî sıfatlarından. Cenâb-ı
Hakk'ın, âlet, harf ve sese ihtiyaçtan münezzeh (uzak) olarak söylemesi.
Allahü
teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:
De ki: "Rabbimin kelâmını yazmak için bütün
denizlerin suyu mürekkeb olsa ve bir o kadar daha yardımcı olarak ilâve etsek,
Rabbimin sözleri tükenmeden o denizler tükenir. (Kehf sûresi: 109)
2. Îmân
ve îtikâd bilgilerini delîlleri ile anlatan ilim. (İlm-i Kelâm)
Kelâm sıfatı basîttir. Hiç değişmez. Harfli, sesli
değildir. Emir, yasak, haber vermek gibi ve Arabî, Fârisî, İbrânî ve Süryânî
olmak gibi başkalaşması, parçalanması yoktur. Böyle şekiller almaz. (Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî)
Kelâm-ı İlâhî:
Allahü
teâlânın kelâmı. Kur'ân-ı kerîm.
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmi harf ve kelime olarak
gönderdi. Bu harfler mahlûktur (yaratılmıştır). Bu harf ve kelimelerin mânâsı
kelâm-ı ilâhîyi taşımaktadır. Bu harflere kelimelere
Kur'ân-ı kerîm denir. Kelâm-ı ilâhîyi gösteren mânâlar da Kur'ân-ı kerîmdir. Bu
kelâm-ı ilâhî olan Kur'ân, mahlûk değildir. Allahü teâlânın başka sıfatları
gibi ezelî (başlangıcı olmayan) ve ebedîdir. Yâni sonu yoktur. (Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî)
Kelâm-ı ilâhîden murâd-ı ilâhîyi, Allahü teâlânın
kastettiği mânâyı anlayan ve anlatan âlimlere müfessir denir. (S. Abdülhakîm Arvâsî)
Kelâm-ı Kadîm:
Ezelî
yâni başlangıcı olmayan söz, kelâm; Kur'ân-ı kerîm.
Kelâm-ı Lafzî:
Kelâm-ı nefsîyi anlatan ve insanın kulağına gelen
ve söyleyenin ağzından çıkan harfler topluluğu.
Kelâm-ı Nefsî:
Allahü teâlânın kelâm sıfatının harf ve ses
içerisine sokulmadan yâni kelâm-ı lafzî hâlini almadan önceki hâli.
Kelâm-ı nefsî, hakîkî sıfattır. İrâde ve kudret
sıfatları gibi ezelde Allahü teâlâ ile kâimdir. Onda ses ve harf yoktur. Allahü
teâlâ kelâm-ı nefsî ile ezelde mütekellimdir (konuşucudur). (İmâm-ı Birgivî)
KELİME-İ İHLÂS:
"Lâ ilâhe illallah, Muhammedün
resûlullah" sözü Kelime-i tevhîd de denir.
KELİME-İ ŞEHÂDET:
"Eşhedü en lâ ilâhe illallâh ve eşhedü enne
Muhammeden abdühû ve resûlüh" mübârek sözü. Mânâsı şöyledir: "Görmüş
gibi bilir ve inanırım ki, Allahü teâlâdan başka, varlığı lâzım olan, ibâdet ve
itâat olunmağa hakkı olan, hiç ilâh, hiçbir kimse yoktur. Görmüş gibi bilir,
inanırım ki, Muhammed sallallahü aleyhi ve sellem, Allahü teâlânın hem kulu,
hem peygamberidir. O'nun gönderilmesi ile, O'ndan önceki peygamberlerin dinleri
tamâm olmuş, hükümleri kalmamıştır. Ebedî seâdete, kurtuluşa kavuşmak için,
ancak O'na uymak lâzımdır. O'nun her sözü, Allahü teâlâ tarafından kendisine
bildirilmiştir. Hepsi doğrudur. Yanlışlık ihtimâli yoktur."
...Ramazan ayında dört şeyi çok yapınız! Bunun
ikisini Allahü teâlâ çok sever. Bunlar; Kelime-i şehâdet söylemek ve istiğfâr
etmektir. İkisini de, zâten her zaman yapmanız lazımdır. Bunlar da, Allahü
teâlâdan Cennet'i istemek ve Cehennem ateşinden O'na sığınmaktır... (Hadîs-i şerîf-Et-Tergîb vet
Terhîb)
İhlâs ile (yalnız
Allahü teâlânın rızâsını düşünerek) Kelime-i şehâdet getiren Cennet'e girer. (Hadîs-i şerîf-Taberânî)
Kelime-i şehâdet söylemenin dört şartı vardır: Dil
ile söylerken, kalb hazır olmak. Mânâsını bilmek. Hulûs-i kalb ile (ihlâsla
yâni Allahü teâlânın rızâsını düşünüp, inanarak) söylemek. Tâzîm ile (hürmetle)
söylemek. (Kutbüddîn İznikî)
İnanarak Kelime-i şehâdeti söylemenin yüz otuz
kadar faydası vardır. Bunlardan, ölürken olan beşi; 1) Azrâil aleyhisselâm ona
güzel sûrette gelir. 2) Yağdan kıl çeker gibi rûhunu alır.
3) Cennet kokuları gelir. 4) Müjdeci melekler gelir. 5) Merhabâ yâ mü'min!
Sen Cennetliksin denir. (Kutbüddîn
İznikî)
KELİME-İ TAYYİBE:
"Lâ ilâhe illallah, Muhammedün resûlullah" sözü. Kelime-i
tevhîd de denir.
...Kelime-i tayyibe bir sadakadır (Allahü
teâlânı n rızâsını kazanmak için birşey vermek, iyilik etmek gibidir). Namaza
gitmek için sâhibinin attığı her adım da bir sadakadır. Yolda gelip
geçene ezâ veren şeyleri gidermek de sadakadır. (Hadîs-i şerîf-Sahîh-i Müslim)
KELİME-İ TEHLÎL:
"Lâ
ilâhe illallah" sözü. (Kelime-i
Tevhîd, Kelime-i Tehlîl)
KELİME-İ TEMCÎD:
"Lâ havle velâ kuvvete illâ billah" sözü.
Mânâsı; "Güç ve kuvvet ancak Allahü teâlâdandır" demektir.
Îmâm-ı Rabbânî hazretleri, din ve dünyâ
zararlarından kurtulmak için, her gün beş yüz kerre Kelime-i temcîd okurdu. (Senâullah-ı Pâni Pûtî)
Korkulu zamanlarda ve cin çarpmasını def etmek için
Kelime-i temcîd okuyunuz. (Ahmed Fârûkî)
Derdlerden kurtulmak ve murâda (isteğine, dileğine)
kavuşmak için; beş yüz kerre Kelime-i temcîd ile, evvelinde ve âhirinde
(sonunda) yüzer defâ salevât-ı şerîfe (Allahümme salli alâ seyyidinâ Muhammedin
ve alâ âli seyyidinâ Muhammed) okuyup duâ etmelidir. (Muhammed Ma'sûm)
KELİME-İ TENZÎH:
Allahü teâlânın her türlü noksan sıfatlardan temiz
ve uzak olduğunu ifâde eden "Sübhânellah" sözü.
Beş vakit namazdan sonra, sessizce; otuz üç kerre
kelime-i tenzîh ve otuz üç kerre tahmîd (Elhamdülillah) ve otuz üç defâ tekbîr
(Allahü ekber) söylemek sünnettir. (Îmâm-ı
Nevevî)
KELİME-İ TEVHÎD:
"Lâ ilâhe illallah, Muhammedün
resûlullah" sözü. Mânâsı şöyledir: Allahü teâlâdan başka ilâh yoktur.
Muhammed aleyhisselâm O'nun resûlüdür, peygamberidir. Kelime-i tevhîde;
Kelime-i ihlâs, Kelime-i takvâ, Kelime-i tayyibe, Da'vet-ül-hak,
Urvet-ül-vüskâ, Kelime-i semeret-ül-Cennet de denir.
Yerleri ve gökleri, terâzinin bir kefesine, bu
kelime-i tevhîdi diğer kefesine koysalar, bu kelimenin bulunduğu kefe, elbette
ağır gelir. (Hadîs-i şerîf-Mektûbât-ı Rabbânî)
Müslümanlardan bir kimseye, ilk önce Kelime-i
tevhîdin mânâsını bilmek ve inanmak farzdır. (İmâm-ı Gazâlî)
Bir kâfir, kelime-i tevhîdi söyleyince ve mânâsına
inanınca, o anda müslüman olur. Fakat, bunun da, her müslüman gibi îmânın altı
esâsını ezberleyip mânâsını iyice öğrenmesi lâzımdır. (İbn-i Âbidîn)
Hak teâlâ hazretleri, Mûsâ aleyhisselâma buyurdu
ki: "Yâ Mûsâ! Kıyâmet gününde meleklerin seni ziyâret etmesini istersen,
Kelime-i tevhîdi çok söyle!" (Ka'b-ül-Ahbâr)
Rabbimizin gazâbını, intikâmını söndürmek için
kelime-i tevhîdden daha faydalı bir şey yoktur. (İmâm-ı Rabbânî)
Ölüm hastası İhlâs sûresini çok okumalıdır. Yatağı
karşısında Kelime-i tevhîd yazılı levha asılı olmalıdır. (S. Abdülhakîm Arvâsî)
KELİMETULLAH:
1. Allahü
teâlânın ism-i şerifi. Allahü teâlânın dîni.
İki ordu karşılaştıkları zaman, melekler iner ve tesbih etmeye
başlarlar. Falanca dünyâ için, falanca hamiyyetinden ve cesâretinden, falanca
soyuna ve milliyetine düşkünlüğünden dolayı savaştı diye
yazarlar. Sakın falanca Allah yolunda öldürüldü demeyin. Ancak kelimetullahı
yüceltmek için savaşanlar Allah yolundadırlar. (Hadîs-i şerîf-İhyâ-u Ulûmiddîn)
2. Îsâ
aleyhisselâmın lakabı.
Îsâ aleyhisselâm kelimetullahtır. Çünkü babası
yoktur. Allahü teâlânın ol emri ile anasından dünyâya geldi. Bundan başka
Allahü teâlânın emirlerini insanlara ulaştırdı. (Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî)
KELÎMULLAH:
"Allahü
teâlânın kendisiyle konuştuğu zât" mânâsına Mûsâ aleyhisselâmın lakabı.
Muhammed aleyhisselâm, Habîbullah (Allahü teâlânın
sevgilisi)dır. İbrâhim aleyhisselâm, Halîlullah (Allahü teâlânın dostu)dır.
Mûsâ aleyhisselâm, Kelîmullah'tır. Îsâ aleyhisselâm Kelimetullah'tır. (Ahmed Cevdet Paşa)
Hazret -i Mûsâ Kelîmullah, Tûr'a giderken; yolda
namaz kılıp, Hakk'a ağlayıp, inleyen gözünden akan yaşı kan ile karıştırıp duâ
eden bir zâta rastladı. Mûsâ Kelîmullah Allahü teâlâya yalvarıp bu zâtın
affedilmesini dileyince, Allahü teâlâdan nidâ gelip; "Yâ Mûsâ! Ben bu
zâtın namazını ve duâsını kabûl etmem. Zîrâ üstüne giydiği elbiseyi haram
karışmış para ile aldı" buyurdu. (Süleymân
bin Cezâ)
KEMÂL:
Olgunluk,
mükemmellik, eksiksiz olma, fazîlet.
Kemâl,
doğru konuşmak ve doğrulukla iş görmektedir. (Hadîs-i şerîf-İhyâ)
Sünnetlerin farzları tamamlayacağından maksat;
farzlar yapılırken bunların kemâllerine sebeb bir şey kaçırılırsa, sünnetler,
kılınan farzın kemâl bulmasına sebeb olur. (Abdülhâk-ı
Dehlevî)
Namazın kemâl mertebesinde kabûl olmasının şartı;
haramlardan sakınmak ve huşû (Allahü teâlâdan korkmak) ve mâlâyânîyi (dünyâ ve
âhiretine fâidesi olmayan şeyleri) terke ve ezân-ı Muhammedî okunduğu vakit her
işi bırakarak cemâate devâm etmeye bağlıdır. (Muhammed binKutbüddîn İznikî)
Kemâl Sıfatları:
Allahü teâlânın zâtında ve işlerinde hiçbir kusûr,
karışıklık, değişiklik ve noksanlık olmadığını gösteren hayât (diri olmak),
ilim (bilmek), sem' (işitmek), basar (görmek), kudret (gücü yetmek), irâde
(istemek), kelâm (söylemek) ve tekvîn (yaratmak) sıfatları. Bunlara Subûtî,
Hakîkî ve Kâmil sıfatlar da denilmektedir.
Her varlık, Allahü azîm-üş-şân'ın kemâl
sıfatlarından bir eserdir. (Muhammed bin
Kutbüddîn İznikî)
Allahü teâlânın kemâl sıfatları, Allahü teâlânın
zâtı ile kâimdirler, yâni ebedîdirler. Allahü teâlânın bu sıfatlarının künhü
(hakîkati) anlaşılamaz. Çünkü sonradan yaratılan, sınırlı, zamanlı ve mekânlı
olan; mahlûk olmayanı, sınırsız, zamansız ve mekânsız olanı anlayamaz. (Kâdızâde Ahmed bin Muhammed Emîn Efendi)
KEMÂLÂT:
Olgunluklar,
fazîletler, ahlâk ve huy güzellikleri.
Allahü teâlâ evliyâ kullarını öyle saklamıştır ki,
kendileri bile kalblerindeki kemâlâttan habersizdir. Nerede kaldı ki, başkaları
onların hâlini bilsin. (İmâm-ı Rabbânî)
Peygamberliğe âit üstünlükler
olup, evliyâlığın çok yüksek makamlarından biri.
Bir İslâm büyüğü, Allahü teâlânın ihsânı ile
şerî'atin (İslâmiyet'in) hakîkatine kavuşur, İslâm-ı hakîkî ile şereflenirse,
peygamberlere tam uymakla, o büyüklere vâris olarak Kemâlât-ı nübüvvetten pay
alabilir. O yüksek derecenin nîmetlerini bol bol elde edebilir. (Şeyh Şihâbüddîn)
Kemâlât-ı Vilâyet:
Evliyâlığa
âit üstünlükler, olgunluklar.
Kemâlât-ı nübüvvet (peygamberlik kemâlâtı)
kemâlât-ı vilâyetten çok üstündür. Kemâlât-ı vilâyetteki ilerleme, nübüvvetteki
ilerlemenin bir sûreti, görünüşüdür. (İmâm-ı
Rabbânî)
KEMEND-İ MAHBÛB-İ İLÂHÎ:
Allahü teâlânın sevdiklerini kendisine çekmek için
gönderdiği sebebler, dert, belâ ve sıkıntılar.
Belâ, kemend-i mahbûb-ı ilâhîdir. Âşıkları mahbûba
(sevgiliye) döndürüp, ondan başkasına yönelmelerine mâni olur. (Ahmed Fârûkî)
KEN'AN DİYÂRI:
Sayda, Sûr, Beyrût, Filistin ve Sûriye'nin bir
kısmını içine alan ve Fenike denilen bölge. Nûh aleyhisselâmın torunu ve Hâm'ın
oğlu Ken'an burada yaşadığı için Ken'an diyârı denilmiştir.
Yâkûb aleyhisselâm Ken'an diyârı ahâlisine
(halkına) peygamber olarak gönderildi. Ken'an diyârına yerleşip o beldedeki
insanları Allahü teâlâya îmân ve ibâdet etmeğe dâvet etti. Kendisi ve oğulları
için evler yaptırdı. Ken'an diyârı ahâlisinden çok kimse ona îmân etti. Ken'an
diyârını idâre eden Şüceym bin Dârân adındaki kral, Yâkûb aleyhisselâma karşı
çıktıysa da başarılı olamadı. Yâkûb aleyhisselâm, oğlu Yûsuf aleyhisselâm
Mısır'a mâliye nâzırı (bakanı) olunca, diğer oğulları ve torunlarıyla birlikte
Ken'an diyârından ayrılarak Mısır'a gitti ve ömrünün sonuna kadar orada yaşadı.
(Taberî, İbn-ül-Esîr, Nişâncızâde)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder