Sagbata ve Sogbo Arasındaki Kavga: Sunuş
Aşağıda anlatılacak olan söylence, 1600'lü yılların başlarından beri savaştaki becerileriyle tanınmış olan Fon kabilesine, yani Etenin (eski Dahomey) halkına aittir. Fonlar, 1700'lerde, toplumlarının değişmez öğesi haline gelecek olan bir kadınlar ordusu kurmuştur.
Fonların geleneksel düşmanları, komşuları Yorubalardır. Sık sık patlak veren savaşlar birçok alanda kültürel ilişkilere de yol açmıştır. Bunun sonucunda, iki halk aynı kişilikleri, aynı görevleri, kimi zaman da aynı adları olan tanrılara ve aynı karmaşık kehanet sistemine sahip, birbirine çok benzeyen iki din geliştirmiştir.
Fonlar da diğer halklar gibi, doğa güçlerinin farklı tanrılar tarafından yönetildiğine inanırlar. Yerleşim yerlerinde, güneş günlük yaşamlarının güvenilir bir gücüdür. Yağmura daha az güvenilir, ama yine de, yağmur yeterli yiyeceğe sahip olunması için vazgeçilemez bir güçtür. Aşağıdaki söylencede, geçmişte görülen bir kuraklığın ortaya çıkış nedeni ve bu olaydan sonra, niye bir daha kuraklık olmayacağı anlatılmaktadır.
Bu söylencede, verimlilik söylencelerinde çok kullanılan iki tematik çizgi bir araya getirilmiştir: Hem Yunan, Hitit, Japon söylencelerinde olduğu gibi bir tanrı aşağılanmıştır ve verimliliğin yeniden sağlanması için, öfkesinin yatıştırılması gerekmektedir; hem de Hint, Çin, Zunu söylencelerinde olduğu gibi bir tanrı dünyayı büyük bir tehlikeden kurtarmaktadır.
Fon halkının söylenceleri, Melville ve Frances Herskovits tarafından derlenmiş ve Dahomean Narrative adıyla 1958'de yayımlanmıştır.
Sagbata ve Sogbo Arasındaki Kavga
Yüce Tanrıça Mawu, evreni yarattıktan sonra bir kenara çekildi; oğulları Sagbata ile Sogbo'ya evreni birlikte yönetmelerini söyledi. Ne var ki, Sagbata ile Sogbo birlikte çalışamadılar. Her zaman, bir kardeş diğer kardeşi kızdıracak türden kararlar alıyordu.
Gün geldi, aralarında büyük bir tartışma çıktı. Büyük kardeş Sagbata kardeşine, "Sogbo, sana artık bir an bile dayanamam! Ben senin ağabeyin olduğum halde, sen benim akıllı olmadığımı nasıl düşünürsün, aldığım kararlara nasıl saygı göstermezsin. Bu yüzden, bana ait olan her şeyi toplayıp aşağıdaki yeryüzünde yaşamaya gidiyorum! Annemizin tüm varlığını benim alacağım konusunda seni uyarırım. Büyük oğul olduğuma göre miras benim hakkım" dedi.
Sogbo, "Gitmek istiyorsan, hadi git" diye karşılık verdi. "Seni özlemeyeceğim!"
Mavvu, oğullarının kavga ettiğini duyunca, ikisini de karşısına aldı "Böyle kavga etmenizi hoş karşılamıyorum. Birinize karşı diğerinizin tarafını tutmayacağım" diye konuştu. “Siz ikiniz, kapağı üstünde bir kalabaş gibi birbirinize sıkı sıkıya kenetlenmelisiniz ve bu kalabaşın içindeki evreni birlikte yönetmelisiniz."
Mavvu sözlerini sürdürdü: "Sen Sagbata, büyük oğlum olarak kalabaş'ın alt kısmı gibi olmalısın ve evrenin alt kısmı olan dünyaya hükmetmelisin. Bütün servetim senin olacak. Sen Sogbo; küçük oğlum olarak kalabaş'ın üst kısmı olmalısın ve evrenin üst kısmını yönetmelisin. Gök gürültüsüne ve şimşeğin ateşine hükmedeceğin için, senin de büyük bir gücün olacak. Şimdi ikiniz de gidin, krallıklarınızı barış ve huzur içinde yönetin!"
Sagbata annesinden kalanlarla birlikte tüm eşyalarını topladı. Tüm varlığını büyük bir çuvalın içine yerleştirirken, "Çuvalın içine su koyarsam her şey ıslanır ve su çuvaldan dışarı sızar. Çuvalın içine ateş koyarsam her şey yanar. Suyu ve ateşi burada bırakmaktan başka şansım yok" diye düşündü.
Sagbata eşyalarını topladı ve aşağıdaki yeryüzünde yaşamaya gitti, öyle uzun ve zorlu bir yolculuk yaptı ki, gökyüzündeki evine bir daha dönemeyeceğini anladı.
Sogbo ise gökyüzünde, annesinin yanında kaldı. Zamanla annesinin büyük sevgisini ve sarsılmaz güvenini kazandı. Mawu'nun desteğini elde edince, diğer gökyüzü tanrılarının güvenini de kazanması güç olmadı.
O zaman Sogbo kendi kendisine, "Evet, istediğim sınırsız güce sahip olmuş bulunuyorum. Şimdi, istediğim her şeyi yapabilirim; beni hiçbir tanrı durduramaz! Ağabeyim Sagbataya, onun krallığının üzerinde bile güce sahip olduğumu göstereceğim. Bugünden sonra, yeryüzüne yağmur yağdırmayacağım! Onun bu durumda neler yapmaya çabaladığını görmek keyifli olacak!" dedi. Sogbo bunları düşünürken güçlü olmanın verdiği memnunlukla güldü.
Yağmur hayat bağışlayıcı sularıyla toprağı beslemeyi kesince, halk Sagbata'ya geldi ve "Şimdi bizim aramızda yaşıyorsun ve bizim kralımızsın; yağmur toprağımıza ve köylerimize düşmez oldu. Yiyeceklerimiz kurudu, ziyan oldu. Biz de kuruyup ölmek üzereyiz!" diye feryat etti.
Sagbata soğukkanlılıkla, "Kaygılanmayın" diye karşılık verdi. "Birkaç gün içinde yağmur yağacak!"
Ne var ki, birkaç gün İçinde yağmur yağmadı. Bir yıl geçti ve yağmur yağmadı. İkinci yıl geçti ve yağmur yağmadı. Üçüncü yıl geçti ve yine yağmur yağmadı.
Bu sırada, iki gökyüzü varlığı yeryüzü insanlarına yazgıları hakkında haber vermek için aşağıya indi. Yanlarında kehanet çekirdekleri getirmişlerdi. Bir kişi önemli bir soruya yanıt bulmak durumundaysa, iki gökyüzü varlığı çekirdekleri toprağa saçıyorlardı ve yere düşen tohumların oluşturduğu şekli inceleyerek yanıtı okuyorlardı.
Sagbata yağmurun neden yağmadığını öğrenmek amacıyla gökyüzü varlıklarını çağırttı. Gökyüzü varlıkları huzuruna gelince, Sagbata onların doğruyu söylediklerini anladı. Kehanet çekirdeklerini toprağa nasıl saçtıklarını ve çekirdeklerin oluşturduğu şekli nasıl incelediklerini izledi.
İnceleme bitince, gökyüzü varlıkları Sagbata'ya, "Bu çekirdeklerin sıralanışından anlaşılan o ki, seninle kardeşin arasında bir tartışma çıkmış, çünkü ikiniz de aynı şeyi istemişsiniz ve yine anlaşılan o ki, kardeşinle barış içinde yaşaman için, onun isteklerini yerine getirmek zorunda kalacaksın" dedi.
Sagbata, "Bunun nasıl mümkün olacağını bilemiyorum" diye karşılık verdi. "Gökyüzü yeryüzünden çok çok uzakta; o kadar yükseğe çıkacak kadar güce hiçbir zaman sahip olmadım. Gökyüzünden ayrılmamdan önce annem, onun en büyük oğlu olarak hakkım olan tüm varlığını almama izin verdi. Su ve ateş dışında her şeyi aldım; buraya getirmenin bir yolunu bulamadığım için, su ve ateşi gökyüzünde bıraktım. Yeryüzüne adımımı basar basmaz da, burada suyun çok gerekli olduğunu anladım, fakat suyu sağlamanın bir yolunu bulamadım. Bu konuda sizin bana bir öneriniz var mı?"
"Evet var!" diye yanıt verdi gökyüzü canlıları. "Sana, Sogbo'nun habercisi, kuş Vututu'yu çağırmanı ve Sogbo'ya önemli bir haber iletmek üzere gökyüzüne uçmasını söylemeni öneririz. Vututu'ya, Sogbo'ya iletmesi için, su karşılığında yeryüzündeki zenginliklerin bir kısmını Sogbo'ya sunduğunu söyle. Kuş, Sogbo'nun kalbine girmenin bir yolunu bulacaktır. Bu işi her zaman becermiştir!"
Sagbata, Vututu'yu çağırttı ve onu Sogbo'ya gönderdi. "Kardeşime söyle" dedi, "evrenin benim olan kısmının yönetimini ona bırakıyorum. Bugünden sonra babaları, anaları ve onların çocuklarını ben değil o koruyacak. Bugünden sonra, köylere ve kırlara ben değil o hükmedecek."
Sogbo Vututu'ya emir verdi: "Sagbata'ya şu haberi iletmek için geri dön. Haklı mirası olan annemizin tüm varlığına sahip olduğunda, suyu ve ateşi almamakla akılsızlık ettiğini söyle. Su ve ateş öyle güçlüdür ki, her kim suyu ve ateşi yönetirse, evreni de yönetir. Bu nedenle, Sagbata ve onun tüm zenginliği, o istese de istemese de benim yönetimim altında. Bununla birlikte, Sagbata'ya, teklifini kabul ettiğimi ve yeryüzüne besleyici yağmurları göndereceğimi söyle!"
Vututu gökyüzüyle yeryüzü arasındaki yolun yarısına geldiğinde, bir şimşek evreni aydınlattı, dünyayı gökgürültüsü sardı. Yağmur suları gökyüzünden seller gibi akmaya başladı. Yağmur yağdı, yağdı, yağdı. Vututu yeryüzüne ulaştığında, Sagbata, kardeşinin önerisini kabul ettiğini anlamış ve çok mutlu olmuştu. Halkına, Vututu'nun kutsal bir kuş olduğunu ve hiçbir zaman öldürülmemesi gerektiğini bildirdi.
İşte o günden bugüne, Sagbata ile Sogbo dostturlar ve bereketli fırtınalar yeryüzünü her yıl ziyaret eder. Yağmur çimenlerin üzerine yağarak, onların yeni sürgünler vermesini sağlar. Yağmur insanların üzerine yağarak, onların döl vermesini sağlar. Yağmur fırtınanın tanrısı Sogbo'nun üzerine yağarak onu onurlandırır!
Donna Rosenberg'in Dünya Mitolojisi adlı kitabından alıntılanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder