17 Eylül 2023 Pazar

İslami Dönemde Araplarda Bilim ve Eğitim-3

 Romalılar, İslamiyet, İlimler ve Bilimler


Araplara yöneltilen suçlamalardan biri de şudur:


"Araplar uygarlıklarının en parlak zamanlarında bile bilim ve eğitimle uğraşmamışlardır. O dönemde bilimsel çalışmalarla uğraşanlar yalnızca İranlılar ve Arapların hakimiyeti altına giren diğer ulusların bireyleriydi. Oysa eski uygar devletlerden Yunanlılarla Romalılarda durum böyle değildi. Onlar kendileri bizzat bilimsel çalışmalara önem vermişler ve yeni bilim dalları kurmuşlardı. Söz konusu bu bilimler, bunlardan da diğer milletlere geçmişti. Araplarda ise durum tam tersidir. Bilimsel çalışmaların çoğu diğer milletlerden kendilerine aktarılmış şeylerden oluşuyordu."


Bu düşünceyi ileri süren kişiler Roma ile Arap devleti arasında bir karşılaştırma yaparak bu tezi ileri sürerler. Oysa bu şekilde bir karşılaştırma bilimsel bir değerlendirme değildir. Bu karşılaştırmayı Romalılarla lslamiyet arasında yapmak gerekir. Çünkü Romalılar, Roma devletini kurdukları gibi Araplar da lslam devletini kurmuşlardı. lslam dinini birçok ulusun kabül etmesi sonucunda Araplarla kaynaşmasıyla lslam ümmeti oluşmuştu. Nitekim Romalılar, ele geçirdiği ülkelerdeki toplumların birbirleriyle karışıp kaynaşmasıyla da Roma milleti adı altında tek bir millet oluşturmuşlardı. lşte bu noktadan Müslümanlarla Romalılar arasında bir karşılaştırma yaparsak Müslümanların Romalılardan daha çok bilim ve eğitimle meşgul oldukları görülür. Gerek Romalılar, gerekse Araplar bilim ve kültürü Yunanlılardan aktarmışlardı.


Romalılarda bilim, kültür ve eğitimle uğraşanların tamamı Roma halkından olmadıkları gibi Araplarda da bilimle uğraşanların tamamı Arap halkından değildi. Ancak Roma ülkesinde bulunan milletler Romalı adı altında toplandıkları halde lslam ülkesinde bulunan milletler Arap adını almamışlardı. Bunun nedeni Arapların ele geçirdikleri yerlerin eskiden beri halkı uygar bulunan ülkelerden oluşmuş olmasıdır. Bu halkı Araplaştırmak ve ulusal benliklerini onlara unutturmak zordu. Ayrıca ülkede birçok dinin bulunması ve Arapların kendilerine bağlanan milletlerden kendilerini yüksek ve üstün tutmada aşırı gitmeleri bu zorluğu bir kat daha artırmıştır.


Yunanlılara gelince; Yunanlıların doğuştan taşıdıkları güce ve kabiliyete dayanarak bilim ve felsefenin mücidi olduklarında kuşku yoktur. Bununla birlikte Yunanlıların ilim ve felsefelerinin bir kısmını Eski Mısırlılardan ve diğer bazılarını Babilliler vs.'den aldıkları temeller üzerinde kurduklarını inkar etmemek gerekir. Bununla birlikte Yunanlılar devletler kurma, kanunlar koyma ve idarecilikte Romalılar ve Araplardan daha az yetenekli sayılırlar. Zira Yunanlılar muntazam ve uzun süre ayakta duran büyük bir devlet kuramamışlardır. Aralarında sürekli olarak düşmanlık ve rekabetlerin sürdüğü ve egemen olduğu birtakım küçük hükumetlere ayrılmıştı.


Bilim ve felsefeyi Yunanlılardan alan Romalılar, aldıkları şeyleri çok fazla ilerletemedilerse de Yunanlıların güç yetiremedikleri bir çapta büyük bir devlet kurmuşlar ve birçok kanun ve nizamlar koymuşlardı. Şu durumda Romalılar büyük fatihler ve hakimlerdi. Yunanlılar ise tasavvur ve hayal gücüne sahip kişilerdi. Araplara gelince; bunlar her iki özelliği ve yeteneği bir arada toplamışlardı. Hem büyük fatihler ve hakimler hem de tasavvur ve hayal gücüne sahiptiler. Bu nedenle Araplar büyük bir devlet kurarak, hukuk alanında önemli başarılar göstermişler, yeni kanunlar ve nizamlar yapıp uyguladıkları gibi, Yunanlılardan da çeşitli ilimleri tercüme edip aktararak, oldukça geliştirmişlerdir. Kendi akıl ve kabiliyetlerinin ürünü olan bilimlere Iran, Hind, Babilliler ve diğer uluslardan aldıkları bilim ve kültürü de ekleyerek iyice zenginleştirmişlerdir. lslam bilimleri ve lisan bilimleri gibi birtakım bilimleri de kendileri icat etmişlerdi.


 İslam Dünyasında Alimler Çoğunlukla Arap Değildir


Yukarıda açıklandığı üzere, lslam uygarlığı devrinde meşgul olunan en önemli ilimlerden biri "ulum-i lslamiyye" diğeri "ulum-i dahile" olmak üzere iki çeşitti. lslami ilimlerle meşgul olanların çoğu Arap değildi. Bunun en önemli nedeni; lslamiyet'i yaymak amacıyla ülkeler fetheden Arapların okuma yazması olmayan çöl halkından olmaları ve lslamiyet'in ilk yılları olan fetih döneminde, tüm gayret ve dikkatlerini lslam dinini yaymak ve bu amaçla devlet kurmaya yöneltiklerinden ulum ve fünuna yeterli önemi verememeleridir. Bunlar ilim adına Kur'an-ı Kerim'den başka bir şeye gereksinin duymuyorlardı. Onun için Kur'an-ı Kerim'i ezberlemek ve hükümlerini yaymakla yetiniyorlardı. Aslında lslam'ın doğuşundan itibaren 20 yıl geçmeden Şam, Irak, Mısır, Iran, Afrika vs.'nin Müslümanlar tarafından fethi gerçekleştirilmişti. O dönemde lslam askerini ve ordusunu Araplar oluşturuyordu. Fetihler sırasında bunlardan birçoğu şehit olmuştu. Oysa fethedilen ülkelerin lslam'ın hakimiyeti altında kalması o cihangir ordudan hayatta kalanların himmet ve gayretine bağlı bulunuyordu.


Bu nedenle Araplar askerlik ve hükumet memurluklarından başka bir işle ilgilenmemişlerdi. Ayrıca yaratılışları gereği hayale eğilimli bir millet olduklarından düşünce ve zihinleri Cahiliye çağındaki edebi ilimleri oluşturan şiir, hitabet, kıssa, hikaye ve masalcılıkla meşgul olduklarından kendi çocuklarını bu edebi bilimlerle uğraştırıyorlar, vücut sporlarıyla, at bakıcılığı vs. konularda eğitiyorlardı. Araplar aslında yaratılışlarından kaynaklanan bu kuvvet ve yetenekle lslamiyet'in yayılmasında ve ülkelerin ele geçirilmesinde başarılı olmuşlardı. Bu nedenle ahlak haline getirdikleri gayret, yardımlaşma, fedakarlık ve aralarındaki birliğin bozulmasını istemedikleri için şehirleşme ve uygarlaşmaya karşı mesafeli duruyorlardı. lslam devletinin ikinci büyük halifesi olan Hz. Ömer, geleceği düşünerek Müslümanların tarım vs. gibi yerleşik toplumların işleriyle uğraşmalarını hoş görmemişti. Hz. Ömer ilk lslam fetihleri sırasında Müslümanları nehir veya deniz ötesi seferlerden men ettiği halde daha sonra deniz savaşlarına da gerek duyulunca, Müslümanlara vasiyette bulunarak, yüzme öğrenmelerini tavsiye etmiştir. Hz. Ömer'in bu konudaki mektuplarının birinde şöyle deniliyor: "Çocuklarınıza yüzmeyi, ata iyi binmeyi öğretiniz. En iyi atasözlerini, güzel şiirleri kendilerine ezberletiniz."


Zamanla çeşitli toplum ve ırkların İslamiyet dairesine girmesi sonucunda, Arap dilinin bozulmasına paralel olarak, Kur'an-ı Kerim'in okunmasında farklılıklar görülmüştü. Bunun üzerine, ilk halifeler Kur'an-ı Kerim'in toplanması ve tedvinine karar verdikleri zaman Kur'an-ı Kerim'i ezberleyip okuyan ve lslami bilimlerle meşgul olanların çoğu Arap olmayan Müslümanlardan, özellikle de İranlılardan oluşuyordu. İranlılar o dönemlerde, medeniyet ve ilim sahibi bir toplumdular. "llim gökte bulunsa İranlılar yine ona yetişirler" anlamında olan hadisi şeriften anlaşıldığı üzere Araplar lranlıların bu özelliğini biliyorlardı.


Buna karşılık lranlılar da hakimiyet, idarecilik, fütuhat yetenekleri ve nübüvvet açısından Arapların kendilerinden üstün ve avantajlı olduklarını bildikleri için, o günkü ihtiyaca uygun olarak bilim, eğitim ve öğretim alanındaki çabalarıyla Araplara yaklaşmaya çalışmışlardır. Arap lslam devletinin ilk kuruluşu zamanında rağbet edilen ve geçerli olan bilimsel faaliyetler, Kur'an-ı Kerim ve hadisi şeriflerin okunması, ezberlenmesi, yorumlanması, derlenmesi ve aktarılmasından ibaretti. Bu yüzden hafızlar, Kur'an okuyucular (Kurra), hadisciler (muhaddisler), lslam hukukçuları (fukaha) ve Kur'an yorumcuları (müfessirler) çoğu Arap olmayanlar (mevali) arasından yetişmiştir. Bunların içinde Arap olan çok az sayıda kişi ise, çoğunlukla Asmai'nin bağlı olduğu kabile gibi fetihlerde çok fazla yer ve önemi olmayan bazı küçük kabilelere bağlıydılar. Arap edebiyatı üstatlarından olan Asmai, aslen Arap ise de cimrilik ve açgözlülükle ünlü olan Bahile kabilesi gibi hiçbir önemi olmayan bir kabilenin bireylerindendi.  En eski hadis ravilerinden ve müfessirlerden Vehb b. Münebbih lranlı olduğu gibi ünlü Kur'an-ı Kerim üstatlarından Nafi b. Ebi Rü'yem de Deylemlidir. Diğer alimleri de buna göre kıyaslayabilirsiniz. En büyük ve en eski fakihlerden Basra'da Hasan b. Ebi'l-Hasan, Muhammed b. Şirin, Mekke'de Ata b. Ebi Rebah, Mücahid b. Cübeyr, Sa'd b. Cübeyir, Süleyman b. Yesar, Medine'de Zeyd b. Eslem, Muhammed b. el-Münkedir, Nafi' b. Ehi Necih, Kuba'da Rebiatü'r-Re'y, ibn Ebi Zenad, Yemen'de Tavus ve oğlu, lbn Münebbih, Şam'da Mekhül vs. yerlerdeki alimlerin hepsi mevaliden yani Arap olmayan Müslümanlardandı.


Çeşitli ulus ve toplumların lslam'a girmesi sonucunda Arap dilinde bozulmalar başlayınca, dil kuralların düzenlenmesi ve kelimelerin toplanması konusunda en büyük çabayı, ihtiyaçlarından dolayı Arap olmayanlar göstermişlerdir. Çünkü Araplar ana dilleri olduğu için, yaratılıştan gelen melekeleri nedeniyle dil kurallarını öğrenmeye ve kelime ezberlemeye ihtiyaçları yoktu. Edebiyat ve dil bilginlerinden çoğunun yabancı olmasının nedeni budur. Örneğin Hammad Raviye Deylemli olduğu gibi Halil, Sibeveyh, Ahfeş, Farsi, Zücac vs. 'de lranlı veya diğer bir ırka mensuptu. Diğer ilimler ile felsefeden oluşan ulüm-i dahileye gelince, bunlarla meşgul olanlar yalnız Arapların değil Müslümanların da dışında olan kişilerdi. Abbasiler Yunan, lran ve Hint kitaplarının Arap diline çevrilmesini arzu ettiklerinde bu işe Babilliler, Süryaniler, İranlılar vs.'yi görevlendirmişlerdir. Bunların çoğu Hıristiyandı.


Araplar daha önce belirttiğimiz nedenlerden ötürü lslam'ın ilk fetih yıllarında siyaset ve yönetim işleriyle uğraştıklarından bilimsel çalışmalara gereken özeni ve vakti ayıramamışlardır. Kendileri; devletin başında, devlet adamlarının koruyucuları ve halkın işlerini idare eden ayrıcalıklı bir grup olarak yaşadıkları için, zaman içinde kişilikleri üzerinde bir yöneticilik gururu baskın hale gelmiş ve bilim veya bilimsel faaliyetlerde bulunmayı bir tenezzül kabül ettiklerinden Arap olmayan unsura bırakmışlardı. Çünkü o dönemde bilimle uğraşmak, esnaflık gibi bir sanat sayılıyordu. Zaten başkanlık ve idarecilikle uğraşanlar zanaat ve sanayiyle uğraşmaktan kaçınıyorlardı. Bu yüzden Araplar kendilerinden birini ilim veya eğitimle uğraşır görünce onu ayıplıyarak "Mevalinin sanatıyla meşgul oluyor" derlerdi. "Kureyş kabilesine mensup bir adamın tarihten başka bir bilimle meşgul olması doğru değildir. Diğer ilimlerden ise az bir şey öğrenmesi yeterlidir" sözleri o dönemde kullanılan cümlelerdendi. Kureyş'ten biri ünlü dilci Sibeveyh'in kitabını okumakla meşgul bir delikanlıya rast gelince "Tuh, yazık size! ilmi ihtiyaç ve zillet ile tahsil etmek ve onunla geçinmek istiyorsunuz. Ne çirkin şeyler!" demişti. Demek istiyordu ki, Araplara başkanlık ve idarecilikle uğraşmak yakışır. Öyle ilim öğrenmek veya öğretmek yoluyla çıkar elde ederek geçinmek onlara yakışmaz.


Mevali Müslüman olduğundan lslami ilimlerle uğraşmaları garip ve tuhaf görülmez. Bununla birlikte Abbasiler zamanında, uygarlaşmış Arapları ve hatta halifeleri -evlilikler yoluyla akrabalık, komşuluk vs. ile Mevali ve kölemenlerle karıştıklarından dolayı- saf Arap saymıyoruz. Çünkü halifelerin çoğunun anneleri Arap değildi.


İslam Dünyasında İlimlerin Kaydolunması ve Düzenlenmesi (Tedvini)


Daha önce belirttiğimiz gibi, Raşid Halifeler de Arapların canlılık ve dinamizmini, gayret ve bedeviliklerini bozar düşüncesiyle kent yaşamına geçmelerini istemediklerinden, yerleşik bir yaşam biçimiyle mümkün olabilecek bilimsel çalışmalar vb. iş ve sanatlarla uğraşmalarını uygun görmemişlerdir. O zamanlarda geçerli ve yaygın olan bilimler Kur'an-ı Kerim, tefsir ve hadis rivayetiyle sınırlıydı. Sahabe ve ondan sonraki nesilden sözü dinlenilir kişilerin Hz. Peygamber zamanına yakın bulunmaları nedeniyle, her konuda onlardan doğru bilgiler almak kolay ve mümkün olduğundan, aktarılan bilgiler arasında çok az farklılık bulunduğundan dolayı, sözü edilen bilimlerin kayıt, sınıflandırma ve düzenlemesine gerek görülmüyordu. Sahabeden Ebü Said Hudri'nin rivayetinden anlaşıldığına göre kendisi ilmin yazı ile kayıt ve tedvini için Hz. Peygamberden izin istediği halde Hz. Peygamber bu konuda ona izin vermemişti. Sahabeden Peygamber'in amcası oğlu lbn Abbas, yazıyla ilmin kayıt ve düzenlenmesini engelleyerek "Sizden önce yazı ile bilimleri toplayıp düzenleyen milletlerin hepsi doğru yoldan çıkmıştır" dediği aktarılmıştır. Bir gün bir zat, lbn Abbas'a başvurarak "Bir kitap yazdım size göstermek isterim" demiş. Ve kitabı göstermişti. lbn Abbas kitabın yazılarını suyla bozmuştur. Niçin böyle yaptığı sorulduğunda "llim yazıyla yayılırsa yazıya güvenilir ve ezber (hıfz) terk edilir. Kitaplar bir kazaya uğrayabilir. O durumda ilim kaybolur" cevabını vermişti. Bunun dışında o zamanın düşüncesine göre kitaplarda fazla eksik şeyler olabilir ve esas doğru böylece değişikliğe uğrayabilir. Ezberle korunmuş bilgilerde ise böyle bir sakınca yoktur.


Bu inanç sahabe ve onu takip eden nesil arasında geçerliydi. Sahabenin ileri gelenlerinden birçoğu bu şekilde inandıklarından dolayı, sahip oldukları bilgilerin yazılması ve düzenlenmesi kendilerinden istenildiğinde ondan özenle kaçınırlardı. Bir adam, bu nesilden olan büyük alim Said b. Cübeyir'den bir Kur'an-ı Kerim tefsiri yazmasını isteyince o "Bir uzvum kesilip düşmesi bence öyle bir şey yapmaktan daha iyidir" cevabını vermişti.


Buna dayanarak Araplar, bedevi bir Arap devleti şeklinde görünen Emeviler Devleti devrini, bedeviliğe özendirme ve sevdirme çabalarıyla geçirmişler, birinci ve ikinci hicri yüzyılların bir kısmında, bilimi yalnızca ağızdan ağza aktararak ve ezberleyerek nakletmişlerdir. Nedenleri aşağıda belirtileceği üzere Kur'an-ı Kerim'den başka bir ilmi kayıt ve tedvinle uğraşmamışlardır. Hatta Kur'an-ı Kerim'in toplanması ve kitap haline getirilmesi çabaları sırasında Halife Hz. Ebubekir, ilk önce tereddüte düşerek; "Hz. Peygamber'in yapmadığı ve yapılmasını vasiyet etmediği bir şeyi ben nasıl yapayım" demişti.


Kur'an'dan başka tefsir, hadis, şiir, tarihi olaylar ve atasözleri de sözlü olarak nakledilirdi. Nakleden ravilerin çoğu okuma biliyorlar ancak yazı yazmayı bilmiyorlardı. Aralarında okuma yazma bilmediği halde hafız olanlar da vardı. Aynı şekilde, Cahiliye çağındaki Araplar, okuma yazma bilmeksizin şair ve hatip olabiliyorlardı.


Daha sonra lslamiyet'in iyice yayılmasıyla lslam ülkesi genişlemiş, sahabeler çevre bölgelere dağılmışlar ve oralara yerleşmişlerdir. Siyasi mücadeleler sonucu anarşi ve karışıklıkların ortaya çıkmasıyla, farklı mezhep ve görüşler doğmuştu. Sorunlara çözüm bulmak amacıyla, sözü dinlenilen bu büyük sahabelere başvurma ve danışma olayları iyice artınca, hadis, fıkıh ve Kur'an ilimlerinin kayıt ve düzenlenmesine gerek görülmüştür. Araştırmalar, akıl yürütme, hüküm çıkarma yol ve metotları, bilimsel yöntem ve kurallar koyarak, bilimleri çeşitli bölüm ve dallara ayırma çalışmalarını başlatmışlardır. Bu çalışmalar neticesinde ortaya çıkan güzel sonuçları beğenmişler ve benzeri yöntemleri kullanarak lslami bilimler üzerinde yoğunlaşmışlardır. Enes b. Malik tarafından rivayet olunan "llmi yazı ile bağlayınız", "ilim bir avdır. Yazı onun bağıdır. (bukağıdır)" hadisi şeriflerinin hükümlerine dönmüşlerdir.


Bununla beraber hadisçiler ve hukukçular kendi el yazılarıyla bilimleri derleme ve düzenleme eyleminden kaçınmayı sürdürdükleri için, yazdıkları kitapları veya verdikleri dersleri katiblere ve öğrencilere imla metoduyla aktarırlardı. Muhaddis veya fakih yazdırmak veya vermek istediği şeyleri söyledikçe öğrenciler onu deri veya kağıda not ediyorlardı. Öğrenci kağıdın başına "Şeyhimiz falan tarafından, falan camiide, falan günde yapılan oturumda yazdırılmıştır" diye başlayarak, yazdıran kişinin ve yerin adlarını ve tarihini kaydettikten sonra, yazan kişi yazdığı şey hadis olsun, bir tarihi olay olsun onu kaynağıyla birlikte yazdırarak, açıklanması gereken kelimeler varsa onları açıklar ve görüşünü güçlendirmek için Arap şiir ve atasözlerinden deliller gösterir ve kaynaklarıyla belirtirdi. İbarelerdeki dil incelikleriyle ilgili değerlendirmelerde ise kendi isteğine göre kaynak gösterir veya göstermezdi. "Bu; falan muhaddisin veya dilcinin emalisidir" demelerinden amaç işte budur. Yani çeşitli ilimlerden imla yoluyla yazdırdığı şeylerdir.


Araplar te'lif ve tahrir ile meşgul olduktan sonra da halkı ezberlemeye ve işitip dinlemeye özendirmeye devam etmişlerdir. Bu anlayışa göre; en çok ihtiyaç duyulan ilimler dini ilimler ve şiirdi. Çünkü şiir birçok garip kelimeyi, yabancı sözleri, ağaç, bitki vs. yerlerin isimlerini de kapsar. lslamiyet'in ilk yıllarında yazılar noktasızdı. Bu yüzden örneğin Huzeyl kabilesi şairlerinin şiirlerinde yer alan, her biri bir yer ismi olan Şabe veya Saye gibi kelimeleri birbirinden ayırmak zordu. Noktasız bulundukları için, yazılışları birbirlerine benzeyen bu gibi kelimeleri doğru okuyabilmek için bir insanın ilim ve dirayet sahibi olması da yeterli değildi. Arap şiir ve edebiyatında yazıda noktalamanın olmamasından kaynaklanan hatalarla ilgili olarak birçok örnek aktarılmıştır.


Kısaca özetlemek gerekirse, Müslümanlar kendi aralarında yazı yazmayı biliyor ve yaygın olarak kullanıyorken bile, Kur'an-ı Kerim'den başka toplanmış ve derlenmiş bir kitaba sahip olmaksızın bir yüzyıl kadar zaman geçirmişlerdi. O sıralarda birçok Kur'an yorumcusu, hadis ve dil bilginleri vs. yetişmişse de Arapça yazı yalnızca, Kur'an-ı Kerim'in yazımında, komutanlara gönderilen mektuplarda ve resmi yazışmalar Arapça'ya çevrildikten sonra, hükumet dairelerinde kullanılıyordu. Diğer bilimler ise sözlü olarak aktarılır ve ezberlenirdi. Muhtemelen bu ilimlerden bazıları düzenli olmayan sayfalara yazılmıştı. Ancak o dönemde, kitap derlenmesi ve yazımı Araplarca bilinmiyordu.


lslamiyet'te kitap yazan ilk kişi hakkında lslam tarihçilerinin açıklamalarında farklılık vardır. Bazılarına göre ilk müellif hicri 155'te ölen Basralı lbn Cüreyc'dir. Diğerler kaynaklar ise daha değişik bilgiler veriyorlar. Ancak tüm tarihçiler lslam dünyasında ilk kitapların H. 2. yüzyıl ortasında yazıldığını ve ilk önce derlenen ilmin, hadis ilmi olduğunu ortak bir bilgi olarak aktarmaktadırlar. Bizim bu konuda yaptığımız araştırmalar ise söz konusu yüzyıldan yarım yüzyıl önce kitap yazıldığını ve Kur'an-ı Kerim'den sonra ilk derlenen ilmin, tefsir ilmi olduğunu gösteriyor. Bugün bildiğimiz en eski tefsir kitabı H. 104 yılında ölen Mücahit b. Cübeyr tarafından yazılan eserdir. Araplar tefsirden sonra tarih ve özellikle megazi (gazilerin menakıp ve destanları) yazmakla meşgul olmuşlardır. Bu konuda en eski tarihli kitap; tarihi olaylar konusunda geniş bilgi vermesiyle ünlü olan Vehb b. Münebbih'in kitabıdır. Yemen'e yerleşen lranlıların orada doğan torunlarından olan bu kişinin ölüm tarihi, H. 116'dır. Kendisi Himyerilerin tarihiyle ilgili ayrıntılı bir kitap yazmıştır. lbn Hallikan bizzat bu kitabın bir kopyasını gördüğünü belirterek hakkında övücü sözler söylemiştir.


Sözü edilen bu kitaptan sonra H. 141 yılında ölen Muhammed b. Müslim el Zühri'nin Kitabu'l-Megazi adındaki kitabı gelir. H. 2. yüzyıl ortalarında Müslümanlar, hadis ve fıkha dair kitaplar yazmaya başlamışlardır. lbn Cüreyc Mekke'de, Sa'd b. Ebi Urübe ve Hammad b. Selma vs. Basra'da eserler yazdıkları gibi, imam Ebü Hanife de fıkıh ve re'ye ait Küfe'de çeşitli kitaplar yazmıştır. Evzai, Şam'da çeşitli tasniflerde bulunmuş, lmam Malik, Medine'de ünlü hadis kitabı Muvatta'yı derlemiştir. Diğer başka alimler de değişik eserler yazmıştır. Bu tarihten sonra kitap yazımı ve derlenmesi çalışmaları çoğalmıştır.





Corci Zeydan’ın İslam Uygarlıkları Tarihi Kitabından Alıntılanmıştır.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Siyahkaya Barajı / Silopi / Şırnak