Anadolu’da “dağından yağ, ovasından bal damlar” diye bir deyim vardır, sözkonusu edilen zeytin, incir, üzümdür. Türkiye haritasında Cizre’den başlayıp Kilis’i, Nizip’i geçelim, Antakya’dan Ünye’ye kıyın kıyın gümüşsü yeşille dar bir kuşak çizelim; Trabzon çevresindeki adacıkları, Yusufeli’inden başlayıp Aşağı Çoruh vadisinden Gürcistan sınırına dek bir yüz kilometre kadar bir bölgeyi de katttık mı Türkiye’de zeytin yetiştirilen otuzbeş ilin konumunu gözönüne getirebiliriz. Bugün zeytin dikili olmayan oysa eskiçağlarda zeytinliklerin gümüşsü durgun yaprak deniziyle ırganan topraklar arasında Hitit metinlerine göre Amasya, Tokat, Çorum; Strabon’a göre (XII, 2, 1) Malatya’yı da sıralamalı. Mihalgazi Çatak arasında kıvrıla kıvrıla giden Orta Sakarya vadisi inciri, narı, menengici, bademiyle birlikte zeytinin Orta Anadolu’ya en çok sokulduğu yerdir (Yücel). Üzüm zeytinin yetişebildiği iklim koşullarına ek olarak iç bölgelerde de yetişir. Türkiye’de ekili, dikili alanların yarısında tahıl ekiliyse , yüzde beşinde zeytinle asma dikilidir. Ağaç varlığı bakımından Türkiye zeytinde dünya dördüncüsüdür -İspanya’daki, İtalya’daki ağaç sayısı Türkiye’deki 95 milyonluk nüfusun iki katıdır; asma bağları bakımından da sıralamadaki yeri aşağı yukarı aynıdır, kuru incir dışsatımında ilk üçe girer. Bu verilerin dip nedeni tunç çağı Akdeniz’inde bulunur.
Besin üretiminde yeryüzünün çekirdek bölgelerinden başlıcası olan Burdur’un Hacılar’ını, Konya’nın Çatalhöyük’ünü de içeren Bereketli Hilal’de, deyimin daha geniş anlamıyla Doğu Akdeniz’de yaklaşık 10.000 yıl önce Kuzey yarıkürenin geleceğini belirlemiş olan bir değişiklikler dizisiyle karşılaşırız, altmış yıl önce Gordon Childe buna sanayi devrimi örneksemesiyle neolitik devrim adını vermişti; işte yüzlerce yıl süren bu ilk dalgada buğday , nohut arpa, bezelye gibi bitkilerin evcilleştirilir. D. Zohary’nin öncü bitki genetiği çalışmaları sayesinde buğdayın, nohutun Antep yöresinde evcilleştirilmiş olduğunu söyleyebiliyoruz. İnsan topluluklarının genetik yakınlıklarını 1960 yıllarından beri git gide incelttiği, pekinleştirdiği çözümleme yordamlarıyla ortaya koyan L. Luca Cavalli-Sforza’nın fen bilimlerinin kesinliğiyle kanıtladığı gibi Orta Doğunun Bereketli Hilalinden yalnızca bu tarım bitkileri değil bu bitkileri yetiştirmeyi bilen kişiler ortalama yılda bir kilometre bir hızla Batı’ya yayılmışlardır (2001), dolayısıyla bugünkü Avrupa’nın insan topluluklarının dörtte birinin kaynağı Anadolu’da içinde olmak üzere Bereketli Hilal bölgesidir. İkinci dalga tarım bitkisi geliştirme İÖ 4000 yıllarında zeytinle başlar, ama asıl Tunç çağında yaygınlaşır (İÖ3000-1000) üzüm, incir, hurma, nar bu dalgayla evcilleştirilenlerdendir (Diamond 162-4, 183-184; Zohary 134-135, 236). Tunç çağının sonunda aşılama yordamlarının Doğudan, belki ta Çin’den bölgeye yayılması sayesinde elma, ayva, erik gibi meyve ağaçları üçüncü dalgayla yetiştirilmeğe başlanır. İlk dalgadaki tahıllar, baklagiller yıllık otsu bitkilerken, ikinci dalganın bitkileri örneğin zeytin altı, yedi yılda, üzüm üç, dört yılda ürün veren daha karmaşık üretim yordamları gerektiren ağaçlardır. Olasılıkla tek evcilleşmiş hayvan köpekken ilk dalgayla birlikte dört büyük memeli hayvan, keçi, koyun, inek, domuz da aynı bölgede evcilleştirilmiştir. Ağaçlara sarılıp asılan yaban asması dağlık bölgelerde Zagros’da, Kafkasya ile kuzey doğu Anadolu dağlarında, Toroslar’da evcilleştirilmiş olmalıdır.
Şarap sözcüğü Sami Hint-Avrupa dil ailelerinde aynı kökten gelmedir: Ugaritçe yn İbranca yyn Yunanca [w]oinos Kıbrıs hece yazısında wo-i-no Latince vinum . İncir için de aynı biçimde Fenikece paggîm, Yunanca sykos Latince ficus örnekleri verilebilir, oysa Sami dilleriyle Hititçe dışındaki Hint-Avrupa dillerinin ‘zeytin’ sözcüğü ortak sözcüklerden değildir, ancak zeytin yağının ortak bir sözcük olması olasıdır. Yaban üzümünün, delice zeytinin bulunmadığı Mısır’da bu ürünler Tunç çağında çok sınırlı ölçüde yetiştirilmiştir; Filistin kıyılarından şarap, zeytinyağı lüks madde olarak Mısır’a satılırdı, bildiğimiz amforaların biçim bakımından ataları da Tunç çağı sonunda Suriye Filistin kıyılarında Ugaritlilerin dışsatımda kullandıkları kaplardır. Mısır’ın, Mezopotamya’nın asal içkisi biradır, hurma şarabıdır. Yüzü aşkın çeşitte ekmek, çörek adı bulunan Hititlilerin üzümle şarapla ilintili sözdağarı bir düzine kadardır; birayla şarabı karıştırıp içtiklerini, bir bağ bozumu bayramları olduğunu da biliyoruz (Alp).
Şarap raslantı sonucu mayalanan bir şekerli üründen ortaya çıkmış olmalıdır; balın (en eski içki bu olmalı), hurmanın,incirin, üzümün mayalanmasını sağlayan yüzeylerinde doğal olarak bulunan saccharomyces cerevisae’dir. Tunç çağında, demir çağında maddi kalıntılara bakarak işliğin, dibeğin ne için kullanıldığını çıkartabilmek olanaklı değil; kabaca üzümle, zeytinin ezilmesi, geride kalan şıranın, küspenin sıkılması işlemleri aynıdır da ondan, dolayısıyla birbiriyle bağlantılı havuzcuklar zeytin yağı ile şıra, şarap üretimini akla getirir. Bu işlemler için özel araçlar çok çok sonraları Romalılarca bulunacaktır: sonsuz vidalı ahşap mengenenin bulunuşu Arkhimedes adına bağlanır, dikey değirmen taşı da aynı sıralarda İÖ 2 yyda bulunmuştur. Bırakalım genetiği henüz kazıbilim ortada yokken yazılmış bir başyapıt, 19yy bilginliğinin seçkin bir örneği var elimizde: Victor Hehn’in kitabı evicilleştirilmiş hayvanları, bitkileri konu edinir. Yazarı F. Bopp, J. Grimm gibi karşılaştırmalı dilbilim kurucularının öğrencisi olmuştur; kitabı bir yazın mimarisi, olağandışı bir çevre duyarlılığı sezinletir; kitabının yalnızca üzüm, zeytin, incir bölümlerinin kuşa çevrilmiş bir Türkçe çevirisi de çıktı (1998). V. Hehn karşılaştırmalı Hint-avrupa araştırmalarına eklemlenen bu kitabıyla yeni bir araştırma, bilgi alanı açmıştır.
Bugün Akdeniz dendi mi gözler önüne gelen gelen aslında çok eskiden başlayan bir ormansızlaştırma, aşırı otlatma sonucu oluşmuş bir manzaradır. Platon Atlantis söylenini aktarmaya geçmeden önce Yunaneli’indeki toprak aşınmasını, ormansızlaşmayı şaşmaz bir neden etki zincirlemesi içerisinde dile getirir (Kritias, 111c-112e). Aşınmış yamaçlarda zeytin, kökleriyle kireçtaşının taban kayacına tutunabildiğinden en uygun ağaç sayılır. Batı Akdeniz’e asmanın, zeytinin yayılması önce Fenikelilerin, Kartacalıların yerleşimleri, ticaret üsleri aracılığıyla olmuştur. Onların hemen peşi sıra Yunanlıların öncülüğü gelir; ağırlıklı olarak İÖ8.yy ile İÖ 6.yy arasında Güney İtalya, Sicilya başta gelmek üzere Akdeniz’de, Karadeniz’de yeni yerleşimler kurarlar. Yunanlılar Fenikelilerden yalnızca İÖ 8yyda sesçil alfabetayı öğrenip uyarlamazlar, gemi yapım bilgisini, bir kaç yüzyıl içinde bütün bir Akdeniz’e dışsatım yapacakları çeşit çeşit bezekli kap biçimlerini de uyarlarlar; asma, zeytin tarımını deniz kıyısı boyunca yayarlar. Örneğin Massilia’ya yani bizim Foça’nın yavru-kenti Marsilya’ya asma kütüğünü ilk kez getirirler . Yunan uygarlığının yayılma alanının asmanın kapladığı alanla bir olduğu öne sürülmüştür; zeytinin daha dar bir kuşakta yetiştiğini gözönüne alalım, bu aynı denklik Roma için de geçerli olacaktır. Klasik çağdan ayırıp eskil çağ denen bu dönemde Yunan kentleri para iktisadına geçmiş, daha doğrusu bütün bir soyut, somut ilişki kurma yollarını kökten değiştirmiş olan sikkeyi benimsemiştir; Yunan kentleri lüks ürünleri saymazsak şarap, zeytinyağı, incir, çanak çömlek dışsatımı ile tahıl dışalımı yapar. İÖ5.yy sonunda kentin gümrüğünün, o yılın yüksek kamu görevlisinin damgalarını taşıyan amforaların bolluğu şarap, zeytinyağı ticaretinin genişliğine tanıktır.
Atina zeytine sahiplenişini çok gerilere götürür; tanrıların artık kentlerde tapınılmak istediği söylensel zamanlara. Atina’nın dinsel özeği uçhisarda yani akropolisinde Poseidon üç çattallı yabasıyla toprağa vurur, deniz suyu fışkırtır, tanrıça Athena ise zeytin ağacı armağanını verir Atinalılara. Bir değişkeye göre kadınların oyuyla Athena’nın armağanı kabul edilip Athena kentin koruyucu tanrıçası seçilir, kentin adı da Atina’ya çevrilir. Tarihsel zamanlarda Atina uçhisarında bu kutsal zeytin ağacı, deniz suyuyla dolu bir kuyu da bulunur. Akademia’da bu zeytinlerden türeme bir koruluk vardır, bunlardan çıkartılan yağ, Atina’nın bütün Yunan kentlerine açık dört yıllık yarışmalarına özenerek İÖ6.yy sonunda tiran Peisistratos‘un yerleştirdiği Panathenai oyunlarında birincilik kazananlara verilen armağandır. Peistratos kendinden iki kuşak önceki yönetici Solon gibi zeytinciliği özendirmiştir. Dört yıllık oyunların en eskisi, İÖ 8.yy ortalarında kurulan Olimpiya oyunlarında , Olimpiyatlarda da birincilere zeytin dalından çelenk armağanı verilir. Zeytin dalının taşıdığı simgesel değere iki örnek daha verelim: hukuksal dokunulmazlık taşıyan kutsal alanlara sığınma isteminde bulunan kişinin elinde yün sarılı bir zeytin dalı bulunur; Roma’da utku alaylarına katılanlar başlarında mersin dalından çelenk taşırken, savaşa katılmayıp alayı düzenleyenler yalnızca zeytin dalından çelenk takarlar.
Dionüsos ise hem en genç, hem eski tanrılardan, ölüp yeniden doğmuş tanrılardan, Yunan tanrılar kurulunun şaşırtıcı üyesi, tapısı bir yere bağlı olmayan, çok tatlı ama benimsenmediğinde yıkım da getiren Dionüsos söylenlerde asma dikimini ta Hinteline kadar yayan bir tanrıdır. Yalnız onun bayramlarında çocuklar, köleler, tutsaklar da eğlenceye katılabilir; Aristofanes’in komedyalarındaki “mutlu son”lar şaşmaz biçimde horalı, cümbüşlü bir Dionüsos kutlulamasıdır.
Mısır’da, Mezopotamya’da tapılarda kullanılan pahalı içeceği, Yunanlılar toplumsal bir kurum olan şölen aracılığıyla yurttaş topluluğuna yaygınlaştırmışlardır, tıpkı komşu halklarda yöneticilerin, yönetim aygıtının bir parçası olan yazının, tapınağın onlarda kamu kullanımına açıldığı gibi. İlk felsefeci, doğa düşünürü sayılan Thales’in öğrencisi Anaksimandros İÖ 6yy ortalarında düşüncelerini ilk kez yazıya dökmüştür diyen tekil tanıklığı bir yana koyarsak İÖ 5.yydan önce Yunanca düzyazıya rastlanmaz diyebiliriz. Dolayısıyla bu dönem için, pek pek azı bugüne gelebilmiş küçük çaplı destanlar, ilahiler; İÖ 7. yydan başlayarak çalgı eşliğinde söylenen irili ufaklı şiir kırıntılardan başkaca bir izdüşüm yok elimizde. Bu şiirlerden koro eşliğinde dinsel tapı bağlamlarında canlandırılanları bir yana bırakırsak, geri kalanların hepsinin hicivler, yergiler, övgüler, siyasal şiirler, ezgi ağırlıklılar, hatta koçaklamalar, kişisel dünyaların şiirlerinin şölen bağlamında dostlar meclisinde oluşturulduğu, şölenlerde okunduğu son otuz yılın araştırmalarıyla artık kesinlik kazanmış durumda (Murray 1-11; 137; 177-180, 272). Peki şölen Yunanca’sıyla “sümposion” nasıl bir şeydi? Büyük toprak sahibi beysoyluların avla birlikte baş eğlenceleri bu şölenlerde her sedire üçer, ikişer kişi uzanmak, ilahilerle, saçılarla dinsel havanın eksik olmadığı bir ortamda şiir söylemek, şakalaşmaktı; sonraları buna cümbüşçülerin sokakta neşe içinde gezinmesi de eklendi. Uzanarak içmek de, sedirlerin kendisi de ilk kez İÖ 8 yyda Orta Doğu’da, örneğin Asureli’nde belirdi; Tevrat’da da bunun izi var (Amos VI. 4-7). Romalıların Etrüsklerden Yunan usulü şöleni aldıkları biliniyor, ancak onlarınkinde hem ağır yemek vardı, hem de üst sınıflar sözkonusu oldu mu kadınlar da katılabiliyordu. Yunanlıların gözünde zil zurna olmak barbarların işiydi, “İskit gibi içmek” diye bir deyimleri vardı; bir iki en çok üç kadeh içilirdi; Romalılar için de Galyalılar ölçüsüzce içerdi. Yunanlılar şarabı iki ya da üç katı suyla karıştırır, Romalılarsa yarı yarıya suyla karıştırır; şarapları bugünkülerden dört beş derece daha fazla alkol içerirdi. Beysoyluların şölen töresi İÖ 5.yyın demokratik kentinde bir yurttaş göreneğine dönüşür, Xenofon’un Şölen söyleşimi bunu çok güzel örnekler; artık sıradan yurttaş çalgı çalmaktan, şiir bilgisinden yoksun olduğu için parayla tutulan bir topluluk bu eksiği telafi eder; topluluk, erosal bir Dionüsos Ariadne dansı, cambazlıklarla, müzikle konukları eğlendirir.
Seksen yaşının Platon’u son yapıtı Yasalar’ın ilk iki kitapçığında ağırlıklı olarak şaşırtıcı biçimde şölenleri konu edinir; deyim yerindeyse ütopya kentinin kuru mu kuru “içtihat” derlemesi olan kitapta, ömrü boyunca doğru dürüst ilerlemiş bir şölen görmemiş olduğunu öne sürse de Dionüsos’un armağanının kentinde yasaklanmayacağını aksine eğitsel yönü dolayısıyla hukuksal düzenlemeye konu olacağını tartışması kitabın tümünün havası gözönüne alındığında bir ölçüde şaşırtıcıdır.
Yunanlıların ünlü şarapları hep adalar denizi ile Anadolu kıyılarından gelmedir; anakaradan bir tek ünlü şarap çıkmamıştır; mayalanma sürecini denetleme yolları olmadığı için şaraplarına bozulmasın diye, asitliğini almak için çam katranı, alçı, tebeşir, ıtırlı otlar, deniz suyu katarlar, bulanıklığı gidermek için de yumurta akı kullanırlar; mantar meşesini tıpa olarak kullanmadıklarından şarap öyle yıllarca saklanamazdı. Bu arada yerleşik bir yanlış imgeyi düzeltelim: Sinoplu Diogenes, yani kelbiyyun mezhebinden feylezof Diyojen fıçıda değil, küpde yaşardı; fıçıcılık Alplerin ötesindeki Galyalıların, Keltlerin mahir oldukları zanaatlardandır.
Roma Kartaca’yı İÖ 146 yılında yerle bir ettikten sonra senato kararıyla bağcılık üzerine Kartaca dilinde yazılmış olan bir kitap çevirtilir. Tarihin cilvesi Kartaca’nın yıkılmasını isteyip durmuş olan yaşlı Cato’nun toprağın işlenmesi konusunda yazdığı kitabı De Agri Cultura eldeki en eski Latince düzyazı örneğini oluşturuyor; İtalya’nın güneyindeki Yunan yerleşimlerinde bağlar eksik değildir ya, bu tarihten sonra çok kısa sürede Roma bağcılıkta büyük bir atılım yapar. Bu kitap aynı zamanda sırasıyla Varro’nun, Columella’nın aynı konudaki kitaplarına da örnek oluşturur. Yaşlı Plinius’un eskiçağ ansiklopedisinde de bağcılığa bölümler, kesimler ayrılır: bu kitabın asma yetiştirilmesiyle ilgili bölümlerinin Türkçe açıklamasına da artık sahibiz (Özbayoğlu). Anadolu’nun içerlerinden ünlü şarap pek az çıkmıştır, Strabon Kula şarabını över, bu arada Plinius’a göre Galatia’nın ballı şarap tadındaki Skylebites’i niçin kalecik karası olmasın diye sorabiliriz. Plinius seksen kadar şarap çeşidinden söz eder; imperatorun sofrasına girmeğe layık şarapların iki üç tanesi dışında tümü İtalyan şarabıdır. Bağcılık, zeytincilik üzerine yazılanların en hoşu herhalde Vergilius’un Georgica şiirinin zeytinle asma yetiştirilmesine işleyen ikinci bölümüdür, burada da önde gelen İtalyan şaraplarıdır. İtalya’nın baş dışsatım ürününü korumak için 92 yılında çıkartılan eyaletlerdeki asmaların yarısının sökülmesi buyrultusu uygulanamaz, asmalar her heri kaplamaktadır. Pleblere ücretsiz tatlandırılmış ucuz şarap dağıtılır, kölelerin de belli bir şarap istihkakı vardır; yuvarlak hesap bugün Türkiye’de kişi başına yılda bir şişe şarap, Amerika’da on, Fransa’da yüz şişe şarap tüketiliyor, Roma imparatorluğunda ise yılda ikiyüz şişe tüketilirmiş. Romalılar Fransa’da İÖ 1.yyda Narbonesis eyaletini kurunca asma su yollarını izleyerek kuzeye yayılır Ron, Garon vadisine, ikinci, üçüncü yüzyılda Mozel’e, altıncı yüzyılda Loire’a dek ulaşmıştır.
Şarap ile zeytinyağın bugünkünden çok başka soyut somut işlevleri vardır. Şarap örneğin Yunanlı köylünün mevsimine göre kuru, yaş meyvelerle geçiştirdiği sabah öğününde yufka ekmeği bandığı bir besindir. Üzümün şırası, kurusu tatlandırıcı olarak bir tek balı bilen bir mutfakta şeker yerine geçer. Zeytinin besin olarak tüketilmesi sözkonusu değildir. Columella’nın demesine göre şarap tortusu sığırları semiz neşeli kılmak için yemlerine karıştırılırmış; az yağ içeren karasu (amurca) gübre yerine, bitkileri böcekten, fareden korumak üzere de kullanılırmış. Zeytinyağı aydınlatmada, kandilde, mahyada yüzlerce yıl kullanılacaktır. Sürünülen güzel kokular da zeytinyağlıdır; ayrıca yıkandıktan sonra vücuda koruyucu olarak sürülür. Şarabın, zeytinyağının simgesel işlevini aydınlatmada Tevrat, Zebur diye bildiğimiz Eski Ant başka konularda olduğu gibi çok verimli bir kaynaktır; çünkü Tunç çağından gelen öyküler İÖ 7yyda Babil sürgünü sırasında derlenip ilk kez yazıya geçirilmeğe başlanır; geri kalan bölümleri İÖ7 yy ile İÖ 4yy arasında oluşturulup yazıya dökülmüştür. Daha en başta Nuh tufandan sonra gemisinden saldığı güvercin gagasında zeytin dalıyla döndüğünde karaya ulaştığını anlayacaktır (Tekvin VIII. 11). Buğday, şarap, zeytinyağı üçlüsü, Akdeniz kuru tarımının temel ürünleri bu sırayla pek çok kez bereketin timsali olarak geçer (Tesniye VIII. 8; Yoel II. 19, 24 ) sırasında koyun, bal da eklenir (II. Krallar XVIII. 32); elbette bunların yokluğu da kutun, bereketin yokluğudur (Tesniye VII. 13). Yunanlılardan, Romalılardan bildiğimiz ilk ürün sungusuna da örnekler boldur (Çıkış XXIX. 40; Tesniye XVIII. 4; Nehemya X. 37-39). Kızlar bağbozumu eğlentisinde eşlerini seçerler (Hâkimler XXI. 21) . Mesih (İbranca mşyh) ile meshetmek, yani sıvazlamak İbranca aynı kökten türemedir, zeytinyağıyla meshedilmiş demektir. İncil’in yazarları o çağın İbrancası olan Aramca konuşmakla birlikte kitabı Yunanca yazmışlardır. Yunanca Khristos köken anlamıyla meshedilmiş demektir. İsa Mesih’dir çünkü Musevilerde kralların, rahiplerin zeytinyağıyla meshedilmek geleneği vardır (Çıkış XXIX. 7; I. Samuel XVI. 1-13; ), Museviler bugün de bebekleri simgesel olarak mesh ederler. Çok eski bir töre uyarınca yalnız kişiler değil dikili taşlar, değerli nesneler de böyle kutsanır ( Tekvin XXVIII. 18, XXXV. 14; Çıkış XXX. 23-29, XXXX. 9); Yunanlılarda da bunun izine rastlanır, Delfoi’da Akkhilevs’in oğlunu temsil eden taşa hergün yağ dökülür (Pausanias X. 24.6), sunaklara yağ dökülür (Pausanias VIII. 42.10). Hititlerde de benzer kuttörenler, yağ ile arındırma, kralları meshetme, yakıldıktan sonra ölünün kemiklerini meshederek kutsamaya rastlanır (Frankel 44). Frank kralı Clovis İS 5. yyda meshedilerek tahta geçmiştir, İngiliz kralları bu geleneği halâ yaşatır.
Kudas kuttöreninin kaynağı son yemekte İsa’nın izdeşlerine yemelerini söylediği ekmeği bedeni, içmelerini söylediği şarabı kanı diye nitelemesine dayandırılır ( Matta XXVI. 27-28). Üzümün ezilip ölmesiyle şaraba dönüşen, şarapken canlığını sürdüren, çünkü tadı değişen içki simgesiyle İsa Akdeniz’in ölüp dirilen tanrıları arasına katılır.
Kur’an’da zeytin, üzüm, hurmayla, narla birlikte tanrının kudretinin belgesi, nişanesi olarak anılır (VI.99; XII.4; XVI. 11; XXXVI.34; LXXX. 28); incirle zeytin üzerine ant içer tanrı(XCV.1). Bitkilerimizin geçtiği yerler bir düzineyi bulmaz, en güzel parça Nur suresinde kutlu zeytin ağacının ışığıyla tanrının ışığının karşılaştırıldığı yerdir (XXIV. 35).
Zeytin ağacı da asma kütüğü de bin yılları devirebiliyor, zeytin ağacının, asmanın yaş halkaları bulunmadığından tam yaşlarını saptamak olanaklı değil. 16. yüzyıl tahrir defterlerinde filistindeki ağaçların görece genç olanlarına zeytun islamî kocamışlarına zeytun rumanî deniyormuş, bugün de İsrail’de kimi bağlarda romiyani rumî, Romalı denen zeytin ağaçları varmış (Frankel 36).
Evliya Çelebi İstanbul’daki “menhus, melun, mezmum” meyhaneci tayfasından altı bin kafir sayar (1996 314); kitabında sıraladığı üzüm dışındaki meyvelerden yapılan şarap çeşitleri onlarcadır; gittiği her yerde de bunları tadıp, tadları konusunda saptamalar yapmadan geçemez ; örneğin Trabzon’un turna kanı şırası (!) ertesi gün ağırlık yani hûmar yapmadığına göre bal gibi şarap olmak gerekir, Trabzon’un zeytin yağı da ab-ı hayattır (1999 53-54). Kutsal Kitap’da Musa’nın kavmine belli durumlarda, adak adamada şarap içme hatta yaş, kuru üzüm yeme yasaklanır (Levililer X. 5-8; Sayılar VI. 1-4). Kur’an’da “hamr” yani mayalı içki ilkece yasaklanmıştır ama Türklerin ağırlıklı olarak bağlandığı Hanefi mezhebinin kurucusu Harun Reşit’in uyduğu Ebu Hanife belli çeşit şarapların içilmesine izin veresiymiş; ara ara İslam önderlerinden asma kütüklerini söktürmeğe kadar giden yasaklamalar sonuçta hiçbir işe yaramamış (Mazaheri 101). Aslında Kur’an’daki (II. 219) hüküm şarapla kumarın insanlara yararından çok zararı, günahı olduğunu söyler, başka bir yerde de fal, put, kumarla birlikte şarabın kaçınılacak şeytan işleri arasında sayılır (V. 90-91); öte yandan cennet tasarımı, Eski Ant’ın süt, bal ülkesine şarabı da ekler; cennet içinden süt, bal, şarap ırmakları akan bir yerdir (XLVII. 15). “Süci içtim esridim” diyen Yunus’un, tepeden tırnağa şaraba, dirime güzeleme düzen Ömer Hayyam’ın, Hafız’ın, Attar’ın, Mevlana’nın şiirlerindeki şarabı simge olarak görmeden önce bir kere içki olarak düşünmeli. Anadolu topraklarına gelen gezginler şarapları hiç beğenmemişlerdir; örneğin 16yy gezgini H. Dernschwam doğru dürüst bir şarap bulamamaktan şikayetçidir, oysa üzümleri övmekten geri kalmaz; Türklerin bedava bulurlarsa zil zurna olacak ölçüde şarap içtiklerinden dem vurur (141, 341). Daha 10.yyda Kuzey İtalya’dan İstanbul’a gelen bir elçi alçıtaşı, çam katranı, reçine gibi maddeler katıldığı için şarabı içilmez bulur (Özbayoğlu 21). Avrupa’da 14 yyda simyacıların imbiğinin içki damıtmada yaygın ölçüde kullanılmasına dek şarap en yüksek alkollü içki olmuştur.
Son olarak Bektaşi Ayin-i Cem’inin orta bölümünü, simgesel, tarihsel anlamı üzerinde ayrıca durmadan I. Mélikoff’un anlatımıyla aktaralım. Bu kesimde âşık-ozan Miraçlama’yı okur, Mirac yolculuğunda yalvaç Muhammed “….Sonunda Peygamber Kırklar Meclisine varır: Âyin-Cem, Arş’da toplanan Kırklar Sofrası’nın yeryüzündeki izdüşümüdür. Muhammed, Meclis’e vardığı zaman, nerede bulunduğunu sorar. Henüz kendisini tanıyamadığı Ali, ona “Biz Kırklarız ve Kırkımız Bir’iz” der. Peygamber kanıt ister. Ali elini keser ve o an, bütün Kırkların elinde kan damlaları görülür. O zaman peygamber: “Siz burada otuzdokuz kişisiniz!”der. Kendisine, “İçimizden biri rızk dilenmeye çıktı” yanıtı verilir; ve hemen kanayan bir el görünür. Rızk dilenmeye gitmiş bulunan Selmân-ı Fârsî bir tek üzüm tanesi ile dönmüştür. Peygamber bu taneyi sıkar ve ondan bütün kırkları esritecek olan şerbet çıkarır. Muhammed’in türbanı açılır, düşer ve kırk parçaya bölünür. Her biri, bir parçayı alır, beline kuşanır ve semaha kalkar” (Mélikoff 45-47).
Dr. Tansu Açık, AÜ DTCF
Açık, T. (1999) “Peki Ya Nar Nerede?”, Virgül , Aylık Kitap ve Eleştiri Dergisi, sayı 22.
Alp, S. (1999) Hititlerde Şarkı, Müzik ve Dans Hitit Çağında Anadolu’da Üzüm ve Şarap, Kavaklıdere Kültür Yayınları.
Blanck, H. (1999) Eski Yunan ve Roma’da Yaşam, çev. İ. Tanrıkut, Arion yayınları.
Cavalli-Sforza, L. (2001) Genes, Peoples, and Languages, University of California Press.
Dagagi-Mendels, M. (1999) Drink and Be Merry Wine and Beer in Ancient Times, Jerusalem.
Dernschwam, H. (1987) İstanbul ve Anadolu’ya Seyahat Günlüğü, çev. Y. Önen, Kültür Bakanlığı Yayınları.
Diamond, J. (2001) [1997] Tüfek Mikrop ve Çelik, çev. Ü. İnce, Tübitak Yayınları.
Evliya Çelebi Seyahatnamesi, 1. kitap, (1996) hazırlayan O. Ş. Gökyay, 2. kitap, haz. Z. Kurşun vd. , (1999), YKY.
Frankel, R. (1999) Wine and Oil Production in Antiquity in Israel and Other Mediterranean Countries, Scheffield Academic Press.
Garett, S. H. (2001) Wine Production in Classical Asia Minor, Master Tezi, The Department of Archeology and History of Art, Bilkent University, Ankara.
Hehn, V. (1998) Zeytin Üzüm ve İncir, çev. N. Akça, Dost Kitabevi.
Mazaherî (1972) Ortaçağda Müslümanların Yaşayışları, çev. B. Üçok, Varlık Yayınları.
Mélikoff, I. (1994) Uyur İdik Uyardılar Alevîlik-Bektaşîlik Araştırmaları, çev. T. Alptekin Cem Yayınları.
Murray, O. yay. haz.(1990) Sympotica A symposium on the Symposuim, Clarendon Press Oxford.
Özbayoğlu, E. (2003) “İlkçağ Kaynaklarında Bağcılık ve Şarap Üretimi” Türkiye V. Bağcılık ve Şarapçılık Sempozyumu, Ankara Üniversitesi Bahçe Bitkileri Bölümü.
Platon (1998) Yasalar, çev. C. Şentuna, S. Babür, Ara Yayıncılık.
Singer, C. vd. (yay. haz.) (1956) A History of Technology, Oxford Clarendon Press.
Unwin, T. (1991) Wine and Vine, An Historical Geography of Viticulture and the Wine Trade Routledge.
Ünsal, A. (2003) Ölmez ağacın Peşinde Türkiye’de Zeytin ve Zeytin Yağı, YKY.
Vergilius (1998) Bucolica’lar Georgica’lar, çev. T. Uzel, Öteki Yayınları.
Yücel, T. (1990) “Türkiye’de Zeytinliklerin Dağılışı” Coğrafya Araştırmaları Cilt I, sayı 2, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Yayınları.
Zohary, D., Hopf, M (2000) Domestication of Plants in The Old World, 3. yayım, OUP.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder