16 Şubat 2024 Cuma

İRAN TARİHİ-12

 PERS İMPARATORLUĞU-4





Artakhşatra II 'nin ölümünden İmparatorluğun yıkılışına kadar (M.o.359-334)



Ohos


 Ohos tahta kardeşlerinden ikisini öldürdükten sonra çıkmıştı. Cülüsunu daha geniş ve kanlı bir saray hailesi takip etti.  Kendisinden başka hanedana mensup tek prensin hayatta kalmasını taht için tehlikeli görüyordu. İlk işi krallık soyundan hayatta bulunan 180 prensi boğazlatmak oldu. Bu suretle mevkiini sağlamlaştırdığına kanaat getirdikten sonra sarayına kapandı. Her tarafta devam eden isyanları bastırmak görevini generallerine bıraktı. Fakat generallerinin ehliyetsizliği, kendisinin kayıtsızlığı, istiklal teşebbüslerini büsbütün körüklüyordu.

Pers hakimiyetinin Nil boylarında yeniden kurulması ilk sırada geliyordu. Çünkü takriben altmış yıldan beri İran boyunduruğunu kırmış olan Mısır, imparatorluğu huzursuz bırakmak için hiç bir fırsatı kaçırmıyordu; Pers hakimiyetine karşı ilk isyan bayrağını açmış olan Amirte hareketinin geçici bir ihtilal olduğu ve kolayca bastırılacağı sanılmıştı. Fakat sonraları Nil boylarında yerli hanedanlar kurulmuş, yalnız cesur Asyalı orduları değil, en mahir Yunan generallerini de aciz bırakmışlardı. Bunu gören Suriye - Filistin halkı da Mısır - Iran mücadelesinde kendi menfaatlerini gütmek yolunu tutmuşlardı.

Anadolu’da veya Suriye-Filistin’de bir satrap veya tabi prenslerden biri isyana hazırlanınca, yüzünü tabii bir müttefik gördüğü Mısır’a çeviriyordu. Mısır kralları da, ihtiyaç içinde kıvransalar bile yardım isteyen bu asiye para buluyor, silah veriyorlardı.

Bu durum karşısında Ohos, sarayında kapanmağa son vererek ordusunun başına geçmek zorunda kaldı. Fakat, Mısır üzerine yaptığı ilk sefer büyük zayiatla akamete uğradı. Firavun Nektanebo II’ nin ordularına komutanlık eden Atinalı Diyofantos ve Ispartalı Lamiyos, büyük Pers kralına karşı kanlı bir zafer kazanarak onu süratle geri çekilmeğe mecur ettiler. Darbe çok ağır olmuştu. Çünkü mağlup olan İran generalleri değil, bizzat Krallar Kralı idi. O zamanlarda yaşayan bir Atinalı hatip Büyük Kralın bu hezimetini “Ohos hakarete, zillete uğrayarak geri dönmek zorunda kaldı" cümlesiyle hülâsa etmiştir.

Evagoras isyanındanberi daimi bir galeyan halinde bulunan Anadolu'nun Akdeniz kıyıları bu fırsatı kaçırmadılar. Silâha sarılmak için durumu pek müsait buldular. İyonya satrabı Orontes ile Hellespontos Firigyası satrabı Artabaz isyan bayrağını açtılar. Yunan kaynakları Orontes'in bu sırada Atina ile sıkı münasebette bulunduğunu göstermektedir. Artabaz, Mentar ve Memnon adlarında maharetli ve cesaretli birer komutan olan iki kardeşi maiyetine almış, kız kardeşleriyle evlenerek onlarla sıhriyet kurmuş, bunları ücretle Yunanlılardan teşkil ettiği ordunun başına geçirmiş, küçük Asya'yı ayaklandırmıştı. Atina komutanlarından Khares, Kharidemos ve Fokiyon da kendisine yardım ediyorlardı.

Kıbrıs’taki dokuz prens istiklâllerini ilân ettiler. Bu prensler de İran hâkimiyetinden kurtulmak istiyorlardı. Bunlar gemilerini savaş için hazırlatmış, Yunanlılardan ücretli asker almışlardı. Fakat, Ahamaniş hanedanından olan Karya satrabı Mausollos, Büyük Krala sadık kaldı. Hatta Rodos, Kos (Istanköy), Khios (Sakız) başta olmak üzere Atina birliğine girmiş olan müttefikleri, Artabaz'dan ayırdı. Fakat Atina âsi satraba bütün kudretiyle yardım etmekte devam etti. Fenike isyan bayrağını açmaktan henüz çekiniyordu. Fakat satrabın küstahlığı, Mısır’dan dönen generallerin ve disiplinsiz askerlerin soygunculukları, nihayet Fenike’lileri de silâha sarılmağa sürükledi, Trablus’ta toplanan bir mecliste Fenike siteleri, Sidon prensi Tennes'i askerî kuvvetleri sevk ve idareye memur ettiler. Tennes'in ilk işi Iran’lıların Lübnan'daki saraylarını, şatolarını ve meşhur kral parkını yıkmak ve Mısır seferi için Fenike limanlarına yığılan erzak ve mühimmat anbarlarını yakmak oldu.

Ohos, taraftarlarının bu isyanları bastıracaklarını ümit etmişti. Önce böyle oldu. Karya tiranı İdriyos, Atinalı Fokiyon'un komutası altında bulunan ve yağma hırsiyle kıvranan sekiz bin kadar ücretli Yunan askeriyle adaya çıktı. Kıbrıslılar üstün kuvvetler karşısında ezildiler. Teslim olmak zorunda kaldılar. 

Artabaz, Atinalı Khares’in ve Teb’lilerin yardımiyle üzerine gönderilen 70 bin kişilik kuvvete karşı koyabildi. (M.ö.356). Fakat Büyük Kralın Atina’ya gönderdiği elçilerin, Khares asi satraba yardım etmekte devam ettiği takdirde 300 gemi ile Atina’nın düşmanlarına yardım edileceği yolundaki tehditleri Atiya’yı anlaşmağa mecbur etti (355). Gerçi Artabaz, Atina’nın yardımı kesildikten sonra da isyanında devam etti. Kendisine Thebai’lılar yardımda devam ediyorlardı. Değerli bir komutan olan Pamnenes maiyetinde 500 kadar ücretli asker göndermişlerdi. Artabaz bunların yardımiyle Büyük Kralın ordularını iki meydan muharebesinde mağlup etti. Fakat Pamnenes'in, altınlarına meclup olarak Iranlılarla gizli temasa geçtiğini anladığından onu hapsettirdi. Bundan sonra Artabaz kuvvetini kaybetti. M. ö. 351 tarihlerine doğru, Memnon ile birlikte Makedonya kralı Filip’e (Philippos) sığınmak zorunda kaldı. Diğer kayın biraderi Mentor ise Mısır’a kaçtı Firavun’un hizmetine girdi. Mısır, uzun zamandanberi Pers devletine karşı dört bucakta açılan mücadelelerin körükleyici rolünü oynuyordu. Fenike isyanının başında bulunan Tennes de Mısır’dan gönderilen ve Mentor ve Rodiyen gibi generallerin komutası altında bulunan aylıklı askerlerin yardımiyle birbiri arkasından Suriye satrabı Belesis ile Kilikya valisi Mazaios’u mağlup etti.

Fenike’nin Bu mağlubiyetleri karşısında Ohos bizzat harekete geçmek kararını verdi. Üç yüz otuz takribi bin Asyalı ve on bin de Yunanlı askerle Fenike üzerine yürüdü. Fenikeliler kale duvarlarını tahkim ettiler.  Sidon’un etrafını üçgen bir hendekle çevirdiler. Fakat, şefleri Tennes enerjiden mahrum bir adamdı.

Hayatı, isyan ettiği güne kadar musiki ve rakkaseler arasında zevk ve safa ile geçmişti. Lüks ve tantana itibariyle Kıbrıs’taki Salamin prensi Nikoles’i geride bırakmaktan başka bir şey düşünmüyordu. Ohos’un yaklaşması, pek az olan cesaretini büsbütün kuruttu. Metbuuna karşı yaptığı hiyaneti, tabaasına ihanetle örtmeğe ve affettirmeğe teşebbüs etti. Veziri Tessation'u Pers karargâhına gönderdi. Hayatı bağışlanmak ve mevkii korunmak şartiyle Sidon'u teslim ve Mısır seferinde Büyük Krala kılavuzluk etmeği taahhüt edeceğini bildirdi. Ohos, tutmamak karariyle âsi tâbiinin tekliflerini kabul etti.

Tennes de taahhütlerini yerine getirmek teşebbüsüne hazırlandı. İran ordusu yaklaşınca Fenike siteleri ileri gelenlerini Sidon'da toplantıya davet etti. Bunlardan yüz kişi alarak Büyük Kralın karargâhına götürdü. Bunlar orada mızrak darbeleriyle öldürüldüler.

Kralları giden Sidon’lular, yine mukavemet etmek istiyorlardı. Fakat ücretli yabancı askerler komutanı Yunanlı Mentor, ilk teklifte kaleyi teslim edeceğini bildirdiğinden Sidonlular Büyük Kralın affına sığınmağa karar verdiler. İleri gelenlerden beşyüz Sidonluyu ellerinde zeytin dalları olarak Büyük Kraldan merhamet dilenmeğe gönderdiler.

Ohos, İran’da o zamana kadar hüküm süren kralların en zalimi, belki de kan dökücülükte emsalsiz bir tipiydi. Hiç acımaksızın bunları kılıçtan geçirtti. Geri kalan Sidonlular ölmekten başka kurtuluş yolu olmadığını görünce, evlerine kapandılar. Şehri ateşe verdiler. Kırk bin kişi alevler içinde yanıp gitti. Sidonlular çok zengindiler. Evlerde altın, gümüş eşya pek çoktu. Iranlılar yangın yerlerinde altın ve gümüş külçe aramak müsaadesini büyük paralarla sattılar. Faciadan sonra Tennes de cellâda teslim edildi. Fenike'nin diğer siteleri, Sidon'un âkıbetinden dehşete düşerek mukavemetsiz kapılarını açtılar.

Ohos’un Fenike'yi kan ve ateş ile amansızca tedip etmesi, tereddüt içindeki eyâletlerin akıllarını başlarına getirdi. Dört taraftan tebrik ve bağlılık teyidi için gelen heyetler; Büyük Krala altın, gümüş, halı, mücevherat olarak pek çok hediyeler getirdiler.


Mısır'ın yeniden fethi


Ohos, Suriye işlerine nizam verdikten sonra başlıca amacı olan Mısır seferine hazırlanmağa başladı. Belli başlı Grek sitelerine elçiler göndererek onları Mısır seferine iştirake davet etti. Atina'lılar ve Lakedemonya'lılar, İran'la aralarındaki dostluğu muhafazaya önem vermekle beraber Mısır seferine iştirak için asker gönderemiyeceklerini bildirdiler. Teb'liler ve Argi'liler 3000 asker gönderdiler. Küçük Asya Grek'leri ise 6000 asker verdiler.

Ordu hazırlandıktan sonra üç koldan Mısıra doğru harekete geçildi. Her kolorduda bir Iranlı ve bir Yunanlı komutan bulunuyordu. Sirbon bataklığından geçerken bazı taburlar müteharrik kum dalgaları altında kalarak mahvoldular. Filofron'un komutasındaki 5000 Yunanlı tarafından müdafaa edilen, Mısır'ın Pelus (Pelusion) sınır kalesi önüne geldikleri zaman, müdafileri kendilerini karşılamak için hazırlanmış buldular. Firavun Nektanebo II’nin kuvveti, adetçe Ohos ordusundan azdı, altmış bin Mısır'lı, yirmi bin Libya'lı ve bu kadar da ücretli Yunanlıdan mürekkepti. Fakat, Nektanebo II, evvelce daha büyük lran ordusuna karşı kazandığı zaferin sarhoşluğunu geçirememiş olduğundan, bu defa da behemahal muzaffer olacağını umuyordu. O, evvelki zaferi mahir iki ecnebi generale medyun olduğunu unutuyor, kendini emsalsiz bir komutan sanıyor, kimse ile istişareye lüzum görmüyordu.

Donanması denizde Fenike ve Kıbrıs gemilerinden mürekkep düşman filosuna karşı pervasızca yürüyecek kadar kuvvetli değildi. Fakat, Nil'in ağızlarını müdafaa edecek kadar altı düz gemileri vardı. Cephesinin zayıf yerleri kalelerle müdafaa edilecek şekilde nizamlanmıştı.

Lokrates komutasında Iran ordusunda hizmet eden Tebliler, cesaretlerini belirtmek üzere şehir ile aralarındaki bir derin kanalı aştılar. Filofron bu meydan okumayı karşılayarak geceye kadar muzafferane çarpıştı. Lokrates ertesi gün kanal üzerine traversler atarak bütün kuvvetlerini geçirdi. Pelus surlarını makineleriyle döğmeğe başladı. Birkaç gün sonra nihayet surda bir gedik açıldı. Fakat cansiperane çalışan Mısırlılar, kılıç kadar kazma kullanmaktada maharetli olduklarını gösteriyorlardı. Dış duvarlardan biri yıkılınca, arkasında, üzerinde ahşap bir kule yükselen yeni bir sur meydana çıkıyordu.

Nektanebo II, otuz bin Mısır ve beş bin kadar da Yunanlı askerle Pelus’un imdadına geldi. Iranlılarların başarılarını önledi,  Muhasaranın akametle neticeleneceği sanılıyordu. Fakat İran ordusunda bulunan Argos’lu Nikostrates adında Herkül'ü andıran bir subay, esir köylülerden Nil ağızlarında müdafaasız bir yer bulunduğunu öğrenerek maiyetindeki kuvvetlerle buraya çıktı. Nektanebo ll’nin arkasını çevirdi. Teşebbüs, az bir kuvvetle yapılmış, çok cüretli bir hareketti. Mısır ordusundaki ücretli askerler harbi kabul etmiyerek Nikostrates’i tâciz etmekle yetinselerdi, onu ricat etmeğe veya teslim olmağa mecbur bırakacaklardı. Fakat ihiyatsızca sabırsızlıkları her şeyi kaybettirdi. Kos'lu Kliniyas idaresindeki beş bin kişilik kuvvetle Nikostrates üzerine atıldılar ve mağlup oldular. Rahne açılmıştı. Nikostrates’in muvaffakiyetinden cesaretlenen İranlılar, hücuma geçtiler, Nektanebo II deltaya doğru çekilmek zorunda kaldı. Maksadı, Menfis'de yeni bir ordu hazırlamaktı. Fakat arkada bıraktığı Mısır kıtaları, kendilerinin Firavun tarafından terk edildiklerini sanarak sarsıldılar, dağıldılar. Pelus, Lokrates’in eline geçti. Mentor da Bubast’ı işgal etti.

Mısır'ın diğer müstahkem şehirleri Sidon’un âkıbetine uğramaktan korkarak mukavemet göstermeden kapılarını Iran’ lılara açtılar. Kalelerinin ve şehirlerinin birbirlerini takiben iran'lılara teslim olmalarından yeise düşen Nektanebo II, hazînelerini alarak Nil’in kaynaklarına doğru çekildi. Habeşistan’a kaçtı (M.ö.341). Nikostrates'in cüretli bir hareketi, Nektanebo ll’nin hodbinliği, İran'lılara tekrar Mısır'ı kazandırmış, dağılmak üzere olan imparatorluğu tekrar perçinlemişti. İran'ın bu defaki Mısır hâkimiyeti sekiz yıl (341 -333) sürecekti.

Mısır, son yerli Firavunlar devrinde ( M. ö. 404 - 341 ) refaha kavuşmuştu. Amirte (404 -398) den Nektanebo II ( 359-341)ye kadar geçen Firavunlar, yabancı istilası izlerini silmek için maharetle ve büyük bir şevkle çalışmışlar, Mısır'ın esarete düşmeden önceki durumunu, iadeye muvaffak olmuşlardı. Psammetik (380 -379) ve Teos (Tachos 361 -359) gibi tahtta az bir zaman durabilmiş olan firavunlar bile bir takım yeni tapınaklar kurmuş veya mevcutları tamir ettirmişlerdi.

Fakat Ohos’un zaferi, Mısır için belki Kambis ( 525- 522 ) zaferinden daha felâketli ve daha meş'um oldu. Çünkü Ohos Mısır'lılara karşı müthiş bir husumet besliyordu. Bu da sebepsiz değildi. Mısır’lılar, istiklâllerini kazandıktan sonra devamlı surette İran imparatorluğu aleyhine çalışmış, imparatora karşı başkaldıran herkese yardım etmişlerdi. Bunu unutamıyan muzaffer Ohos, Menfis'e girdiği zaman dostlarına verdiği ziyafet için Mısır'lıların tapındıkları Apis öküzünün boğazlanması emrini verdi. Ptâh tapınağına eşek bağlattı. Mısır'lıların dinini tahkir için her şeyi yaptı. Tapınaklar yağma edildi. Mukaddes kitaplar toplatılarak gasb olundu. Şehirlerin surları yıkıldı. Halkın ileri gelenleri boğazlandı. Haile sona erdikten sonra ücretli Yunan askerleri hesapsız ganimetlerle memleketlerine döndüler.

Büyük Kral Artakhşatra III (Ohos), Mısır satrablığına Ferendates'i tayin ettikten sonra kendisi de ordusiyle Sus’a döndü. Ohos’un bu parlak zaferi kazanmasında başlıca iki şahsın büyük rolü olmuştu. Bunlardan biri haremağası Bagoas, diğeri de Mentor idi. Ohos payitahta döndükten sonra imparatorluğun idaresini bu iki adama tevdi etti. Bagoas, Yukarı Asya satrablığiyle beraber imparatorluğun iç siyasetini tedvire memur edildi. Mentor da Küçük Asya sahil satrablığına tayin olundu. Süratle buraları itaât altına aldı. Anlaşıldığına göre kendisine vaktiyle Kuraş’a verildiği gibi Karanos payesi, yani Küçük Asya başkomutanlığı da verilmişti. Mentor’un teklifi ile Büyük Kral, Makedonya sarayına iltica etmiş olan âsi satrab Artabaz ile Memnon’u aileleriyle birlikte affetti. Bunlar da Anadolu’ya döndüler. Ege ve Hellespontos kıyılarına hâkim olan Tiran’lar, arzulariyle Büyük Krala itaatlerini ilân ettiler. Filosof Aristo’nun (Aristotales) dostu Atarneus Tiranı Hermeias gibi mukavemet gösterenler de yakalanarak öldürüldüler. Ohos'da Artakhşatra ll'nin cülusundanberi sarsılmış olan imparatorlukta birkaç yıl için, otorite yeniden kurulmuş oldu.  Halk arasında Ohos,  Ahamanişlerin büyük hükümdarı Kuraş, Kambis ve Darius gibi şanlı büyük bir kral şöhretini kazandı.

Fakat, haddi zatında Ohos, Fenike ve Mısır zaferlerine rağmen, kana susamış kurnaz, zevk düşkünü fakat enerjili, soğuk kanlı, kararlarında korkunç, âdi tipte bir despottu. Bu yaradılış, ona içten çökmeğe yüz tutmuş olan imparatorluğu, muvakkat bir zaman için olsun, ayakta tutmak kabiliyet ve kudretini vermişti. Bu sayede ayaklanmış milletleri, âsi satrabları muvakkaten sindirmiş, onları sarhoşluklarına, adam öldürmekten duyduğu zevkine, çılgınca eğlencelerine baş eğmek zorunda bırakmıştı. Fakat, otoritesi zâhiri idi. Merkezde devlet nüfuzu, Mentor ile birleşmiş olan harem ağası Bagoas’ın elinde idi. Bu kudretli adam, Sus sarayında bir nevi saltanat Atabeyi rolünü oynuyordu.

Eyaletlerin merkeze bağlılıkları ise satrabların inkıyadiyle ilgili bulunuyordu. Satrapların zulümleri altında inleyen milletler, imparatorlukla olan bağları koparmaktan başka bir şey düşünmüyorlardı.

Yüz elli yıl önce büyük Darius'un kurmuş olduğu satrablıklardan bazıları yalnız ismen baki idiler. Kuzeyde, Fırat-Dicle ve Kızılırmak kaynakları bölgelerindeki kavimlerden yalnız Ermeni'ler, İran hegemonyasını tanıyorlardı. Gordiyuk (Gordiouque) lar, Taok’lar, Kalip’ler, Kolki (Colchien) ler, Mosinek'ler, Tibari'ler diğer kavimler, hiç bir otorite kabul etmiyorlardı.

Bitinya, Paflagonya ve Pont kralları henüz ara sıra vergilerini veriyorlardı. Misya’lılar, Pisidya’lılar, Likaonyen’ler ise artık Büyük Kralı tanımıyorlardı. Dicle’nin ötesinde de kargaşalık az değildi. Hazer denizi dağlarına dayanan Kadw; (Cadusien) ler Amard’lar, Tapur’lar, Iran hegemonyasından kur-tulmak için cesurane çarpışıyorlardı. Pencap bölgesi halkı ile Türkistan Saka’ları Büyük Kralın tabii olmak durumundan iyi niyetli dostu ve müttefiki vaziyetine geçmişlerdi. Saka’lar, ileride göreceğimiz İskender’le olan Arbel harbinde, Darius’un yanında bir tâbi gibi değil, bir müttefik olarak bulunmuşlardı. Gedrosya ve Paropanisos’un vahşi kıyıları ise her türlü otoriteye kafa tutuyorlardı.

Hudutlar bu suretle daralırken büyük Darius’un o kadar maharetle kurmuş olduğu idare makinesi de haleflerinin ihmal ve liyakatsizliği yüzünden iyi işlemiyordu. Yalnız her yıl satrablıklara müfettiş göndermek usulü ki bazan da unutuluyordu formalite halinde devam ediyordu. Fakat askeri kudretle sivil kudretin ayrı ayrı şahıslar tarafından temsili usulü ortadan kalkmıştı. Askeri kuvvetleri elinde tutan komutan hemen her yerde sivil idare görevini de ifa ediyor, birçok satrabları hükmü altında bulunduruyordu.

Ordu ve gelir, her şeye rağmen o zamanki dünya ordu ve gelirlerinin en büyüğü idi. Fakat gerek para ve gerek askerin cesaret ve disiplini, eski kıymetlerini kaybetmişlerdi. Perslerin, Med’lerin, Sakaların ve diğer kavimlerin yiğitlikleri azalmış değildi. Fakat hiç kimse bu yiğitlikten eskisi kadar istifade etmeği düşünmüyordu. Bunlardan teşekkül eden kıtalar, disiplinsiz çeteler haline gelmişlerdi. Bu askerlerin tâlim ve terbiyeleri uzun ve belki de tehlikeli bir işti. Bu sebepten bunların aylıkla tutulan yabancı askerlerle birleştirilmeleri yolu tutulmuştur.

Artakhşatra II zamanındanberi aylıklı Grek askerleri imparatorluk ordusunun nüvesini teşkil ediyordu. Büyük Kralın ordusuna Agesilas, İfikrat, Epaminandos gibi devrin en mahir taktikci Yunan generalleri kumanda ediyorlardı, lran filosu da Yunanlı amirallerin emrine verilmişti. Yunanlı komutanların gayret ve maharetleri sayesinde idi ki Ohos Fenike ve Mısır zaferlerini kazanmış, şöhreti Akdeniz kıyılarına yayılmıştı. İnhitatın bu kadar hızlı olması mesuliyeti halka ait değildi. Persler, önceleri olduğu gibi, yine kanaatkâr, namuslu, cesaretli insanlardı. Bozulanlar hanedan mensuplariyle onların çevresinde hale teşkil eden zadegân sınıfı idi. İdareyi ellerinde tutan bu adamlar, dejenere oldukları için inhitatı önleyecek enerji ve kabiliyeti gösteremiyorlardı.

İlk Ahamaniş kralları devlet işlerini bizzat idare ediyor, harp alanlarında ordunun başında bulunuyorlardı. Fakat Kşayarşa I'in Yunanistan harbinin verdiği yılgınlıkla tehlikeli çarpışma şerefini komutanlarına, devletin idaresini de saray hadım ağalarından Aspamitres’e bırakarak hareme kapanmak yolunu açtığındanberi eski kralların ananeleri bırakılmıştı. Bu yolu takip eden haleflerinin de askeri hareketlere iştirakleri pek nadir olmuştu: ne Artakhşatra 1, ne Darius II (Nothos), savaş alanında görünmemişler, Artakhşatra II ise uzun devrini kanlara boyayan harplerden yalnız ikisinde bulunmuştu. İmparatorluğu kuranların yolunu güder gibi görünen Ohos da Suriye ve Mısır’daki zaferlerinden sonra, Sus sarayına kapanmıştı.

Hanedan prenslerinin hayatı, harem cinayet ve entrikaları içinde telef oluyordu. Kadınlarla haremağaları arasında lüks ve süs iptilâsı içinde uyuşup kalan bu adamlar da düşünmek ve hareket etmek kabiliyeti erkenden felce uğradığından, krallığa geçtikten sonra ailelerinden veya harem ağalarından birinin vesayeti altına sürükleniyorlardı: kanlı Parisatis önce kocası Darius I’in, sonra da oğlu Artakhşatra II’nin adlarına hüküm sürmüş, Bagoas da altı yıl kadar Ohos’u arzusuna ram etmeğe muvaffak olmuştu . Fakat bu sonuncunun tesiri hiç olmazsa memleketinin hayrına olmuştu.


Ohos'on âkıbeti ve halefi


Ne yazık ki bu kudretli ve fettan Bagoas, Makedonya’da beliren Filip tehlikesini önlemeğe çalışırken, Sus’taki rakipleri kendisini efendisinin gözünden düşürmeğe çalışıyorlardı. Düşmanlarının bu devamlı manevraları nihayet Bagoas'ı, kralı öldürmek veya kendi ölümüne razı olmak gibi iki yoldan birini tâkibe mecbur etti. Ohos’u doktoru vasıtasiyle zehirletti (M. ö. 338). Yerine oğullarının en genci olan Arses’i oturttu. Diğerlerini de öldürttü.

Mısır, Ohos’un zehirlenmesi haberini sevinçle karşıladı. Mısır fatihinin feci âkibetini, tahkir ettiği tanrıların bir cezası gibi telâkki etti. Hattâ Mısır’da, aslen buralı olan Bagoas’ın tanrı Apis’in intikamını almak için Ohos’u öldürerek naâşını kedilere attırdığı, kemiklerinden bıçak sapı ve düdük yaptırttığı hikâyesi şayi olmuştu.

Arses önceleri vezirinin elinde bir oyuncak olmuştu. Fakat, bir müddet sonra kendisinde istiklâl ruhu uyandıkça onun tahakkümü ağır gelmeğe başladı. Gittikçe ona tahammül edemez oldu. Bunu hisseden Bagoas canını kurtarmak için Arses’i de babasının yanına gönderdi (M. ö. 327) .

Fakat, devam edip gelen bu gibi saray faciaları, Ahamaniş hanedanı prenslerinin kökünü kurutmuştu. Öldürülen Arses’in yerine hanedandan bir prens bulmak müşkül oldu. Bagoas Ahamaniş hanedanından, fakat maktül kralların uzak akrabalarından Kodaman’ı krallık mevkiine çıkardı. Bir rivayete göre Kodaman, Darius II'nin oğlu Ostanes’in torunu idi. Diğer bir rivayete göre de Ahamaniş hanedaniyle bir münasebeti yoktu, Gençliğinde postacılık etmiş bir adamdı, Fakat Bagoas’ın teveccühünü kazanmış ve kendisine muti görünmüş olduğu için Darius unvaniyle Ahamanişler tahtına çıkarılmıştı.

Cesur, cömerd, merhametli ve iyi niyetli bir adam olan Kodaman, selefine nisbetle krallığa daha lâyıktı. Bagoas, onu bir kukla olmak üzere tahta çıkarmış, imaparatorluğu onun adına istediği gibi idare edeceği ümidine düşmüştü. Fakat, çok geçmeden Kodaman’ın bu vesayetten kurtularak bizzat hüküm sürmek hırsını beslediğini sezdi. Onu da seleflerinin yanına göndermeğe karar verdi.

Fakat, adamlarından birinin ihaneti neticesi olarak Kodaman suikast teşebbüsünü haber aldı. Bagoas'ın kendisini öldürmek için hazırladığı zehiri, ona içirdi. Artık müstakil kalmıştı. Fakat Kodoman, memulün hilâfına bu krallıkta uzun zaman duramıyacaktı.

Kendisi, dış görünüşü bakımından haşmetli, hakikatte ise içten çürümüş bir iskelet halinde bulunan imparatorluğun başına geçtiği yılda, Makedonya'da Yenice, Vardar yakınındaki Pella şehrinde, büyük İran imparatorluğuna ve o zamanki medeni dünyaya hâkim olmak planını çizmekle uğraşan ikinci Filip, kızının düğününde arkasında beyaz bir elbise ve silâhsız olarak tantanalı bir alayla tiyatroya giderken hassa ordusuna mensup biri tarafından hançerle Aifai'da öldürülmüş, (M.ö.336) henüz yirmi yaşında olan oğlu İskender, tabetiyle beraber bu tasavvurlarına da varis olarak yerine geçmişti.


Darius III’ün cülusunda imparatorluğun durumu:


Kodaman, haris Makedonyalının imparatorluğuna gözdiktiğini pek çabuk anlamıştı. Fakat, aynı zamanda, bunu önlemek hususundaki kudretsizliğini de hissetmişti. Tedbirli, azimli ve tecrübeli bir adam olan Bagoas, hayatta olsaydı, belki bu kudretsizliği göstermiyecek, İskender istilâsını önleyecek tedbirleri bulacaktı. Ne çare ki zamanının en kudretli bir komutanı olan Büyük İskender Küçük Asya kıyılarına ayak bastığı sırada, Bagoas ölmüş, Kodaman da gereken tecrübe ve nüfuzu henüz kazanmamıştı.

İmparatorluk, Ohos’un zaferleriyle görünüşte eski haşmet ve azametini kazanmıştı. Sınırları resmen Asya’da Ceyhun kıyılarından, Türkistan eteklerinden, Afrika’da Nil boylarına, Hind'in indus (Sind) vadilerinden küçük Asya’nın Marmara ve Adalardenizi kıyılarına kadar uzanıyordu. Doğu Akdenizle Ege denizi kıyıları, imparatorluk bayrağını taşıyan 400 gemiden mürekkep bir filonun cevelângâhı idi.

Fakat, geniş imparatorluk hakikat halde içinden çürümüştü. Buralarda yaşıyan çeşit çeşit kavimler üzerindeki metbuluk iddiasına rağmen, bunlarla merkez arasındaki bağlar çok gevşemiş, hattâ birçok yerlerde tamamiyle kopmuştu.

Asırlardan beri birbirlerine düşman gözüyle bakan, devamlı surette birbirleriyle boğuşan bu kavimler, önce Asur, sonra da İkinci Babil imparatorluklarının akıttıkları kan deryaları içinde, tek bir bayrak altında yaşamağa mecbur kalmışlardı. Fakat, anâne, âdet, din ve dil bakımından birbirleriyle kaynaşamıyorlardı.

Kuraş ve Birinci Darius gibi büyük hükümdarların kudretli pençeleri, nisbeten adaletli idareleri bu bin bir çeşit kavimleri bir arada yaşatmakta devam ettirebilmişti. Fakafonlar da ancak bu kavimlere hâkim olmak düşüncesiyle hareket etmiş, onların temayüllerine lâkayt kalmış, dinlerini, dillerini, dileklerini kaynaştırmak teşebbüsünü akıllarına bile getirmemişlerdi.

Bu kudretli hükümdarlara zayıf ve iradesiz prensler varis olduktan, sarayda başlayan taç ve taht ihtirası, iktidar mücadelesi alevlendikten sonra satrapların hareket tarzları kontrolsuz kalmış. İmparatorluk ufuklarını karartan zulümler, soygunculuklar alabildiğine inkişaf etmiş, neticede bu yabancı ve rakip unsurların imparatorlukla olan ve gitgide gevşeyen bağları kopacak hale gelmişlerdi.

İmparatorluğun merkezi İran ’ın güney batı dünyasısındaki yüksek Elâm bölgesinde Sus şehri idi. Sâmi ırk sınırları üzerindeki Elâm, mukadderatları farklı iki bölgeyi ihtiva ediyordu. Dağlık bölgedeki Uksi'ler, Elime'ler, Kosse'ler serazad yaşıyor, çevrelerindeki alanları pervasızca talan ediyor, sığındıkları dağlar arasında hiç bir takibe uğramıyor, hiç bir ceza görmüyorlardı. Buna mukabil ova bölgedeki halk Ahamaniş'lerin hükmü altında yaşıyor, kendilerine efendi olmak kudretini gösteren her kuvvete boyun eğmeğe hazır görünüyorlardı. Bu bölgedeki eski Sus şehrinin elverişli vaziyeti erkenden Ahamaniş’lerin dikkatlerini üzerine çekmişti.

Eski Elâm krallarının sun’i bir tepe üzerine kurmuş oldukları bu şehir, yazları, yüksek plâtonun rüzgârlariyle serin, kışları ise Basra körfezinin ılık meltemi altında sıcak bir iklime malikti. Bu sebepten Ahamanişler Sus saraylarını seviyor, burada yaşamağı tercih ediyorlardı.

Küçük Asya’nın doğu bölgelerinde Dicle ve Fırat ırmaklarının çıktıkları dağlık alanlarda yaşayan Urartu'lar, Muşki’ler ve Tabal’lar ile kuzeye doğru, eski Asur sınırlarına yakın yerlerde oturan kavimler Perslere boyun eğmişlerdi. Muşki ve Tabal’lar, iki büyük parçaya bölünmüşlerdi. Kabilelerinden bir çoğu, ihtimal ki Kimmer’lerin bakiyeleriyle karışarak Toros’un derin vadilerinde, Malatya, Meliten, ve Kataon’da yerleşmişlerdi. Kabilelerden kuzeye doğru çekilenler ise Herodote devrinde Makron’lar, Mosinek’ler ve Mars’larla beraber Pontoksin kıyılarındaki kantonlarda oturuyorlardı.

Med’lerin fatih hükümdarı bunların işgal ettikleri bölgeler civarındaki Katpatuka (Kappadokya) ya girdiği zaman, buralarda Hatti’lerin bakiyeleriyle Ermenilere rastlamıştı. Ermeniler, milâttan önceki yedinci yüzyıl sonlarına doğru Frikya’dan doğuya ilerlemiş, Anadolu ile Hazer denizi arasındaki dağlık sahaya yerleşmişlerdi. Ahamanişlerin son zamanlarında oturdukları bölge on üçüncüyü teşkil ediyordu. Urartu'lar, Alarodi’ler ise Mati’ler ve Saspir’lerle beraber on sekizinci satrablığı teşkil ediyorlardı. Yunan harbini takip eden kargaşalık devrinde mahalli manzara değişmişti. Mosk’lar, Tibare’lerden ayrılarak Fas (Phase) havzasındaki Kolkid’lerin yanına gitmişlerdi. Kuzeye doğru çekilen Alarodi'ler ise Kafkaslara dayanan yarı vahşi halk arasına sokulmuşlardı.

Kappadokya iki eyalete bölünmüştü. Biri asıl Kappadokya diğeri Pont bölgesi. Pont eyâleti Ahamaniş hanedanına mensup ırsî satrablarla idare ediliyordu. Bunlar kral olmak fırsatını beklemekten başka bir şey düşünmüyorlardı.

Eski Asurluların, Mezopotamya ovasiyle Karadeniz arasındaki alanda tanıdıkları eski hanedanlar ve eski kahraman barbar ırklar artık mevcut değildi. Bunların harabeleri üzerinde üç yeni krallık teşekkül etmiş, eskilerin hatıralarını bile unutturmuşlardı.

Sâmi ırkın yayıldığı Akdeniz kıyılarıyle Iran plâtosu eteklerinin ucu arasındaki alanda inhitat, daha az umumi ve daha az mahsus idi. Yalnız eski halktan yarısı kaybolmuştu. Eski Amurru’lar, Hatti'ler sahneden çekilmiş Kargamış, Arpad, Kadeş yıkılmışlardı. Tahripten kurtulmuş olan Batua, Khalibon, Hamal, Kimaşk (Şam) gibi şehirler karanlıklar içinde yaşıyorlardı. Fakat bütün çevre, çalışacak kavimler bulunmamasından çöl halini almıştı.

Fenike ve Sidon'un tahribi, Tir ve diğer sitelerin yağma edilmeleri yüzünden fakirleşmişti. Kıbrıs'taki küçük Kition ve Amatont krallıkları Yunanlıların tecavüzlerine karşı varlıklarını zor koruyabiliyorlardı.

Asur, Ninova, uzak mazi içinde kaybolmuş bir hatıra hâlini almıştı. Arazinin Dicle ile Fırat arasındaki kısımı hemen hemen ıssız bir halde bulunuyordu. Dağlar civarındaki Sangara, Nizibis, Resaina, Edes gibi bazı beldeler, halâ iyi kötü kendi kaynaklariyle yaşıyorlardı. Fakat güneye doğru gittikçe, Ninova krallarının Suriye'ye doğru hareketlerinde yakıp yıkmış oldukları şehirlerin perişan harabelerinden başka birşey görülemiyordu, Ağaçsız, ekimsiz eski münbit ovalar, yabani otlar, bodur fundalıklarla örtülü, hazin bir manzara arzediyordu. Hayvanlarını otlatmak üzere gelen bedevi kabilelerin zaman zaman şenlendirdikleri bu sahalar, arslan, tilki, yabani eşek, deve kuşu gibi hayvanların cevelangâhı olmuştu.

Fırat'la kollarının kıyılarında Korsote gibi bazı metrûk kalelerle bazı küçük köyler, bedeviler için zaman zaman konak vazifesini görüyorlardı. Dicle boylarına gelince, buralarda da halk kalabalık olmadığı gibi müreffeh de değildi. Babil'in sukutundan sonra Kuraş tarafından serbest bırakılan sürgünler, Asur şehrini tekrar kurmuş, ziraat ve ticaretle zengin olmuşlardı. Fakat iki Zab ırmağı arasındaki bölge çalılıktan başka bir manzara arzetmiyordu. Asıl Asur ili denilen saha ise kendisini yıkan darbenin altından kalkmış değildi. Kalakh boştu. Fakat ehram şeklindeki tapınağı henüz yıkılmamıştı. Ninova’da çevresi gibi harabe halinde bulunuyordu. Muazzam Asur krallığından ancak harabelerle masallar kalmıştı.

Babilonya, istiklâlini kaybetmiş olmakla beraber umran ve servetinden bir şey zayi etmemişti. Sık sık çıkan isyanlar, o kadar zararlı neticeler vermemişti. Belli başlı şehirlerinden çoğu hâlâ payidâr idi. Babil, imparatorluğun ikinci payitahtı idi. Babilliler zaman zaman istiklâllerini kazanmak teşebbüsünde bulunmuşlarsa da, Kşayarşal’in tedibinden sonra mukadderatlarına boyun eğmiş, bu sayede harabeden kurtulmuşlardı.

Filistin, imparatorluğun en sükûnetli bölgesi idi. Yahudiler kendilerini esirlikten kurtaran Ahamaniş’lere karşı minnettarlıklarını unutmamışlardı. Şesbazzar refakatinde Filistin’e dönmüş olan Babil sürgünlerinden bir kısmı Or'telim (Kudüs) harabesi üzerinde yerleşmiş, bir kısmı da şehir çevresine dağılmışlardı. Kuzey ve batıda yerleşmek müşkülâtsız olmuştu. Sürgünden sonra yarı ıssız çöl haline gelen Betlehem; Anatot, Geba, Kiriat Learim, Mihmaş, Bethel, Ono, Jeriho, yeni gelenleri sevinçle karşılamışlardı. Fakat güneyde Edomi’ler eski yahudi yurduna yayılmış, Hebron, Juda, Akrabaten'e sahip olmuşlardı. Mâbed yeniden kurulmuş, fakat yahudiler eski yurtlarında eski refahı henüz bulamamışlardı.

Babil’de işlerini yoluna koyarak zenginleşen Yahudiler, buradan ayrılmamış, mukaddes şehrin yeniden kurulması şerefini fakirlere bırakmışlardı. Peygamberlerin telkinleriyle her türlü refah ve saadeti Arz-ı Mevud'da bulacaklarını bekleyen yoksullar, Filistin'e büyük bir heyecanla dönmüşlerdi. Fakat burada hakikatle karşılaşınca hayal kırıklığına uğramışlardı.

Darius 1'in zaferlerinden sonra Filistin'de başlayan huzur ve sükûn devri, Yahudilere refaha doğru yol açmıştı. Yahudiler, serbestçe âyinlerini yapıyor, İran kralına muayyen vergilerin muntazaman vermek şartiyle Perslerden bir tazyik görmüyorlardı.

M.ö. 385 tarihlerine doğru Büyük Kral Artakhşatra II ’nin sâkisi ve nedimi Yahudi Nehemiya’yı Süleyman mâbedini kurmak, Yahudilerin iktisadi ve sosyal hayatlarını düzenlemek müsaadesiyle Filistin’e göndermesi, İsrail oğullarını Ahamaniş'lere sıkı bir surette bağlamıştı. Beyt Mukaddesin inşası bittikten sonra Tevrat’ta Azra denilen Üzeyr (Esdras) ın Babil çevresinde kalmış olan Yahudilerden bir grup ile Kudüs’e dönmelerine müsaade verilmesi, Yahudilik için yeni bir ufuk açmış, onlara ebedi bir varlık başlangıcı olmuştu. Bir taraftan Nehemiya Kudüs surlarını tamir ve tahkim ederek Yahudilerin emniyet ve refahını temine çalışırken Azrada Musa dinine yeni bir inkişaf vererek Yahudileri varlıklarının temeli olan dinlerine sıkı sıkı bağlamıştı. Ahamanişlerden bu lütufları gören Yahudiler, imparatorlukta kargaşalık başgösterdiği zamanlarda bu minnettarlığı unutmamış, ihtiyatlı karaketleriyle imparatorluğun sadık tabaası vasfını muhafaza etmişlerdir.

Ohos'un zaferleriyle, yeniden İran’ın yüksek hâkimiyetini kabul eden batı Anadolu’daki lyonya şehirleri hiç bir zaman samimî bir surette bağlanmamış oldukları bu sûri hâkimiyetten kurtulmak için fırsat bekliyor, belki de intikam hırsiyle için için yanıyorladı.

Aynı hal Mısır’lılarda da vardı. Hiçbir zaman istiklâllerini unutamıyan ve milli sülâleler altında yaşamak saadetini özleyen Mısır’lılar, İran hâkimiyetinden kurtulmak için öteden beri olduğu gibi, fırsat bekliyorlardı.


Büyük İskender’in Asya seferleri

Yirmi yaşında babası Filip'in tahtiyle beraber tasavvurlarına da varis olan İskender, bu emeli tahakkuk ettirmek için M.ö.334 yılı ilkbaharında Makedonya’lı ve adetleri çok olmayan Yunanlı askerlerden mürekkep 30 bin piyade ve 5 bin süvari ile 180 gemi içinde, karadan ve denizden hiç bir mukavemet görmeksizin Anadolu’ya geçti.

İskender’i, Asya’nın meçhul derinliklerine dalmağa sevk eden sebep, Yunan gümüş parası ile Pers altın parası yüzünden çıkan ihtilâftan ibaret değildi. Asya Yunanlılar için meçhul bir alemdi. O zamana kadar yalnız küçük bir Yunan kuvveti asi Kuraş ile Mezopotamya’ya kadar sokulabilmiş, o da Konaksa perişanlığından sonra Xenophone sayesinde kurtulmuştu. İskender'i Asya'ya götüren başlıca âmil, intikam hırsı idi. İskender, ihtiyatlı bir harp plânı düşünmüştü. Çünkü ordusiyle Anadolu'ya geçtikten sonra denizlere hâkim olan Pers'ler, Yunanlılarla birleşerek, arkasını kesebilirlerdi. Makedonyada bırakmış olduğu kuvvet sayıca böyle bir hareketi önleyebilecek kuvvette değildi. Böyle bir tehlikeye meydan bırakmamak için ilk önce Perslerin deniz kuvvetlerinin faaliyetlerini akim bırakacak yolda hareket etmek icab ediyordu. Bu düşünce ile İskender Asya içlerine girmeden evvel, Pers donanmasının Anadolu ve Suriye sahillerindeki üslerini birer birer karadan zabtetmeği plânının başına koymuştu. İstilâ hareketinin inkişafı, böyle bir plânın önceden düşünülmüş olduğunu belirtmektedir.


İran kuvvetleriyle ilk çarpışma


Filip, Pers’lere Yunanlılığı esaret altına almak isteyen zalim bir devlet göziyle bakıyor, muharebeyi düşmanın kalbgâhına kadar götürerek Yunan Alemini kurtarmağı düşünüyordu.

İskender de bu hırsla Küçük Asya kıyılarına çıkmıştı. Truva'da Aşil'in mezarı başında bir âyin yaptırdıktan sonra Granikos suyu (Biga çayı) arkasında toplanmış olan İran ordusu üzerine atıldı. 110 bin kişiden mürekkep olan İran ordusunun 50 bini ücretli yunanlı askerdi. Bunlar Rodos'lu Memnon adlı mahir bir komutan idaresinde bulunuyorlardı. İran satrabları Memnon’un her tarafı yakıp yıkarak çekilmek ve düşmanı içerilere çekerek ezmek yolundaki teklifini reddederek meydan muharebesine giriştiler. Sağ kanaddaki süvarilerin başında bulunan İskender’in hemen hücuma geçerek karşısındaki düşman kanadını dağıtması, harbin talihini Makedonyalılara çevirdi. İran ordusu çarpışmada perişan oldu. Sardes, Efes, Milet gibi Küçük Asya’nın batıdaki büyük şehirleri İskender’in eline düştü (334). Nisbeten kolay kazanılan bu zaferin verdiği neşe ile Halikarnasos (Bodrum) üzerine yürüdü. Şehir, Orentobates adında bir Perslinin idaresinde karşı koydu. 

 

Memnonda denizden kendisine yardım etti. İskender vahşiyane bir mücadeleden sonra bu eski tarihi şehri de ele geçirdi. Bütün sahilde ve adalardaki Yunan kolonilerinin istiklallerini ilân etti. Ege kıyılarındaki limanları birer birer zabtetmek suretiyle denizden Avrupa ile muvasalatı kesmeğe çalışan Pers donanmasının faaliyetini akim bıraktıktan sonra, doğuya doğru yoluna devam etti. Pers donanmasına komutanlık eden Memnon’un ertesi yıl Midilli’de ölmesi bu endişeye de son vermiş oldu.

İskender doğuya giderken bir aralık kuzeye dönerek Frigya’ya girdi. Bölgenin Sakarya nehri üzerinde merkezi olan Gordiyon (Yassıhöyük) şehrini aldı. 334-333 senesi kışını burada geçirdi.


İssos Savaşı


İskender Gordiyon’u aldıktan sonra Ankyra (Ankara) üzerinden doğuya ilerledi. Kappadokya’dan ve Toroslardan geçerek Kilikya ovalarına indi. Tarsus şehrini aldı. Burada Büyük Pers kralının ordusiyle, Amanos dağlarının gerisinde Sohoni ovasında bulunduğunu öğrendiğinden, kıyıyı takip ederek İskenderun körfezi dolaylarına geldi. İskender, Beylan geçidinden Suriye’ye geçmek tasavvurunda idi. Fakat Darius da bu esnada İskender’i bulmak üzere Amanos'un kuzey geçitlerinden Kilikya’ya girmiş, güneye doğru ilerlemeğe başlamıştı. Bu suretle İran kuvvetleri, İskender'in ricat yollarını kesmiş oluyordu. İskender bunu anlayınca geriye dönerek kuzeye doğru ilerlemeğe başladı. Nihayet iki ordu İskenderun körfezinin batısındaki lssos yöresinde Pinaros suyu kenarında, İranlılar Anadolu’dan, Makedonyalılar da Suriye’den geliyorlarmış gibi karşılaştılar. İskender, ordusunun sağ kanadiyle karşısındaki İran ordusunun ücretli Yunan kıtaları üzerine atıldı. Bunları dağıttıktan sonra Darius III’ün bulunduğu merkez üzerine yürüdü. Büyük Kral, sahadan çekilmek zorunda kaldı. Krallarının kaçtığını gören Pers ordusu paniğe uğradı (333).

Kodoman, muharebe mevkiini iyi seçememişti. Çünkü dağ ve deniz arasında sıkışmış olan bu saha, Pers süvarilerinin muvaffakiyetle neticelenecek bir hücumuna elverişli olamıyacak kadar dardı. Çarpışmada süvari kıtası serbestce harp edemediğinden Pers ordusu büyük hezimete uğramıştı. Gece yarısı harp sahasından kaçmış olan Büyük Kral müşkülâtla Fırat'ı geçerek nefes alabildi. Parmenion Şam'daki büyük karargâhı basarak büyük bir ganimetle beraber, kralın anasını, kızını, kız kardeşini elde etti. İran kralının ailesine iyi muamele etmek büyüklüğünü gösteren İskender, bu parlak zafer üzerine Küçük Asya'dan herhangi bir hücuma uğramak ihtimalinden korkmaksızın Asya içerilerine girebilirdi. Fakat böyle yapmadı.

Pers donanmasını Suriye kıyılarında da üssüz bırakmak için buraları karadan zabtetmek plânından vazgeçmedi. Asya, imparatorluğunu artık kesin görüyordu. Bu sebepten Darius III‘ün pek elverişli şartları ihtiva eden sulh teklifini kabul etmedi. Suriye kıyılarına doğru yürümeğe başladı.


Suriye ve Fenikenin Zaptı


Suriye, Fenike Asya içlerine dalmadan evvel arkasında kendisini tehdit edebilecek hiç bir kuvvet bırakmak istemiyordu. Fenike şehirleri mukavemet göstermeksizin Makedonyalı fatihe kapılarını açtılar. Yalnız adada müstahkem bir kale içinde olan Tir (Sur) sitesi mukavemet etti. İskender, kara ile ada arasındaki denizi doldurttuktan sonra, Tir’i muhasara etti. Yedi ay muhasaradan sonra surları yavaş yavaş tahrip ederek kaleyi hücumla aldı (332). Ön Asya'nın Akdenize ticaret mahreci olan bu mamur ve zengin şehrini yaktı yıktı. Tir‘in zabtı neticesinde Fenike ve Kıbrıs gemilerinden teşekküleden Pers donanması Makedonyalılar tarafına geçti. Bu suretle lskender‘in denizden hiçbir tecavüze uğramaksızın Mısır üzerine yürümesi kolaylaşmış oldu.

İskender, Tir’i tahrip ettikten sonra güneye inmekte devam etti. Aynı şiddetle Gazze üzerine atıldı. Burası da iki ay mukavemet ettikten sonra nihayet düştü. Mukavemetin ruhu olan komutan beygir kuyruğuna bağlatılarak işkencelerle öldürüldü.

Gazze de yakıldı yıkıldı. Bu iki şehir halkından kılıçtan kurtulabilenler esir olarak satıldılar. Suriye tamamen ele geçtikten sonra İskender ordusu Kudüs kapılarında göründü. Fatih hükümdarlara karşı koymanın acıklı maceralarını unutmamış olan Yahudiler, başlarında resmi elbiseleriyle hahamlar olduğu halde İskender'i karşıladılar. Şehri teslim ettiler.

İskender Kudüs’te çok durmadı. Yahudilere teminat verdikten sonra Mısır üzerine yürüdü. Mısır, dört yüz yıla yakın bir müddet evvel Habeşlilerin elinden sırasiyle Asur’luların, Babil'lilerin ve nihayet İran’lıların hâkimiyetleri altına düşmüş, fakat milli istiklâl ruhunu kaybetmemişti.


Mısır’ın İstilası

  

İskender M.ö.332 yılı sonlarına doğru Mısır kapılarına dayandı. İran hâkimiyetine karşı bir türlü ısınamıyan Mısırlılardan hiç bir mukavemet görmeksizin Menfis şehrine girdi. Makedonyalı fatih, ne Mısır’ı ilk defa istilâ eden Kambis (Keykâvus) ne de ikinci defa zabteden Ohos’un yaptıkları gibi, eski Firavunların mumyalarına, tanrılara ve tapınaklara karşı hakaret göstermedi. Bilâkis ilk işi Menfis’in mukaddes buzağısı Apis’e kurban kesmek oldu. Mısır tapınaklarının esrarlı loşlukları İskender'in mantıksız dindarlık ruhunu kolayca teshir etmişti. Bu sebepten Amon tapınağının kâhinini isticvap için uzun bir yolculuğa bile katlanmıştı. Bu hareketleriyle Mısırlıların kalblerini tehsir ederek bir halâskâr mevkiine yükselmiş, kendisine dini unvanlar verilmiştir.

İskender M.ö.331 yılı baharında Mısır'dan Fenike’ye döndü. Mısır’da iken Akdeniz kıyısında Rakoti’nin bulunduğu yerde bir şehir kurdu. Faros adasiyle Mareotis gölü arasında, kurulan ve İskenderiye adını alan bu şehir, coğrafî durumunun müsaadesi neticesi olarak kısa bir zamanda Akdenizin en şöhretli bir limanı oldu. 

İskender Mısır’da bulunduğu sırada öteden beri bir kehanet yeri olarak şöhret alan, çöl ortasında Amon tapınağının bulunduğu Siva vahasına gittiğini görmüştük. O, Büyük Pers kraliyle son kat’i muharebeye girişmeden önce talihini öğrenmek istemişti. Amon kâhininin burada kendisini, bir Mısır kralı olarak (Amon'un oğlu sıfatiyle) takdis etmesi İskender'in ruhunda büyük bir değişiklik yapmıştı. İskender artık kendisini Makedonyalı Filip’in değil, tanrının oğlu sanmış ve yeni bir ruhi halet kazanmıştı.




Pers imparatorluğunun çökmesi


Fenike’ye dönen İskender, Suriye çölünü sağda bırakarak eski Asur iline doğru yürüdü. Darius III hatırası ihtimal ki hâla eski dehşetiyle yaşayan muazzam Asur imparatorluğunun Medlerle Babil’lilerin müttefik kuvvetleri tarafından yakılıp yıkılan başkenti Ninova harabesi yakınında son topladığı büyük ordusiyle hasmını bekliyordu.

Yunan tarihçilerinin ihtimal ki biraz mübalağa ile miktarını 700 bine çıkardıkları İran ordusu İssos hezimetinden sonra Büyük Kralın toplayabildiği çeşit çeşit ırklardan mürekkep disiplinsiz, idealsiz bir kalabalıktı. Tabiatiyle karşısına çıkan İskender'in harp talimlerine alışkın ordusu önünde darmadağın olacaktı. M. ö.331 yılı ekim ayının birinci günü Arbela (Erbil) yöresindeki Gavgamela ovasında vukubulan kanlı meydan muharebesi tabit olan bu neticeyi verdi. Pers ordusunun Makedonya ordusundan herhalde üç kere daha fazla olmasına rağmen, İskender’in cür'et ve mahareti bu defa da zafer perisini Makedonyalılara güldürdü. İskender bu muharebede de sağ kanaddaki süvarilerle taarruza geçerek karşısındaki düşman hatlarını yardıktan sonra, merkezde bulunan Darius III’ün üzerine atıldı. Büyük Kralı bu defa da kaçırdıktan sonra Pers ordusunu tarumar etti. Hezimet o kadar kesin ve dehşetli olmuştu ki artık buralarda bir yerde tutunamıyacağını anlıyan Darius III, Medya dağlarına doğru kaçarak canını kurtarabildi. İskender, şiddetle takip ettirdiği halde Büyük Kralı ele geçiremedi.


Sonun Başı 


Gavgamela zaferinden sonra ordusu tarafından Asya kralı ilân edilen İskender artık bir kuvvet olmaktan çıkan Darius III’ün peşini bıraktı. Hammurabilerin, Nabohodonosor'ların payitahtları olan Babil'e indi. Menfis gibi bin kocadan arta kalan Babil, yeni sahibini de aynı beşaşetle karşıladı. Hemen kapılarını açtı. Babil rahipleri kendisini meşru hükümdar ilân ettiler.

İskender Mısır'da takip ettiği siyaseti Babil'de de tatbik etti. Ahamaniş hükümdarı Kşayarşa (Kerkes) nın vaktiyle tahrip etmiş olduğu Bel-Marduk tapınağını yeniden yaptırdı.

Mısır'ın Apis’ine yaptığı gibi Babil’in bu tanrısına da kurbanlar takdim etmeği unutmadı. Sonra vaktiyle artık hatıraları unutulmuş Elâm krallarına, şimdi de Darius III’e payitaht olan Sus (Şuster) üzerine yürüdü. Buradan sonra da Ahamaniş’lerin diğer payitahtları olan Persepolis (İstahr), Pasargad şehirlerini aldı., Ahamaniş’lere payitahtlık etmiş olan bu şehirlerin zabtı, Pers imparatorluğunun kat’i inkırazının ilânı demekti.


Darius III’ün Akibeti


Makedonyalı fatih, Ahamaniş'lerin tarihi başkentlerini zabtettiklen sonra Darius III'ü takip etmeği hatırladı. Medyaya çıktı. Ekbatan (Hagmatana=Hemedan) şehrini aldı. Burada ordusunda bulunan Yunanlı askerlerin birçok para ve ganimetlerle memleketlerine dönmelerine izin verdi. Bu suretle Yunan birliği (Synhedrion) intikam seferinin sona ermiş olduğunu resmen ilân etmiş oldu. lskender artık intikam seferinin komutanı olmaktan çıkmış, yeni fetihlere hazırlanmağa başlamıştı. Evvelâ yeni bir ordu toplamağı düşünen Büyük Kralı araştırmak üzere her tarafa askeri kıtalar saldırdı. Gavgamela hezimetinden sonra, beraberinde kaçan iki satrap, İskender Makedonya'ya döndükten sonra İran imparatorluğunu aralarında paylaşmak maksadiyle Darius III’ün vücudunu ortadan kaldırmağa karar vermiş, onu nezaret altına almışlardı. Bunlardan Bakteriyan satrabı olan Besos Ahamanişlerden idi ve Kodoman’ın halefi olmak istiyordu. Büyük Kralın İskender tarafından araştırılması üzerine Besos ile cürüm ortağı Barsaentes, Darius III'ü beraber sürükliyerek doğuya doğru kaçtılar. Fakat, İskender’in takibine memur ettiği Ptoleme, birgün şafakla beraber onlara yetişti. Besos, harekete engel olacak her şeyi bu arada kadınları ve ağırlıkları bırakarak çılgınca bir süratle kaçmağı emretti. Darius lll’ü de katıra yüklü mahfesinde hançerleterek yolda terk etti. Makedonyalı neferlerden biri, İranlıların kaçtıkları yolun kenarındaki bataklık kıyısında katıra yüklü bir mahfe içinde vücudu on yerinden hançerlenmiş fakat henüz ölmemiş bir adam buldu. Bu adam, Orta Asya’dan Nil boylarına, Hint sınırlarından Ege bölgesine kadar hükmeden Büyük Kral Darius Kodoman idi. Büyük Kral kendisini esir eden Makedonyalı neferden bir içim su istemiş, sonra gözlerini kapamıştır (Temmuz 330). Güneş doğduktan biraz sonra İskender buraya geldiği zaman muazzam Ahamaniş imparatorluğunun talihsiz son büyük hükümdarı artık yaşamıyordu (M.ö. 330 Temmuz). Bu sırada Medya’da Baryakses tarafından çıkarılan bir isyan hemen bastırıldı.

Şark’ta Darius III’ ün feci âkibetinden sonra İskender kendisini Büyük İran imparatorluğunun meşru varisi görmeğe başlamıştı. Bu itibarla M. ö. 330-327 tarihleri arasında Pers imparatorluğunun doğu satrablıklarını da fethetmeğe kalktı. Fakat buralardaki savaşlar o kadar kolay olmadı. Bu taraflarda oturan kavimler cesur ve cenkci insanlardı. Oturdukları yerlerde büyük orduların sevk ve idaresine elverişli değildi. İskender buralarda ancak çete muharebeleri yapılabileceğini anladığından, o suretle hareket etti. Halkı daha ziyade iç istiklâllerine dokunmamak suretiyle elde etmek, onları itaatli tebaa durumuna sokmaktan ziyade itimad edilir dost yapmakla mümkün olacağını anladı ve bu yolda hareket ederek Arya (Herat), Arahosya (Kandehar) havalisini aldıktan sonra Yaksart boylarına dayandı. Kirapolis (Uratube) şehrini zabtetti. Burada iken takipciler tarafından yakalanmış olan Besos huzuruna getirildi. Hükümdarına karşı ihanetinin cezasını gördü. Avdetinde Sogdiyana satrabı Oksiyartes’in kızı meşhur Roksana ile evlendi. Kışı burada geçirdi. Cesur, okçulukta maharetli yerlilerden süvari kıtaları teşkil etti.



Hint Seferi


İskender ertesi yaz Türkistan dağları eteklerinden Hindistan’a doğru inmeğe başladı. Ricat hattını emniyet altına almak ve Seyhun ötesinden gelecek herhangi bir kuvvetin orasını tehdit edebilmesine imkân bırakmamak için Merv, İskenderiye (Hocend), Belh, Herat ve Kandehar şehirlerini tahkim ettikten sonra M.ö.333 yılı kışında lran ve Orta Asya'dan aldığı askerlerle sayısı yüz yirmi bini bulan bir ordu ile kuzeyden Hint'e giden geçide hakim olan Kabil’e indi. Birçok çetin muharebelerden sonra Hayber geçidini aştı. Artık Makedonyalı fatihe Hindistan kapıları açılmıştı. 326 senesi ilkbaharında Indus (Sind) ırmağını geçerek Pencap hudutlarına girdi. Bu esnada Pencap kıtasiyle Indus’un yukarı havzası birbirleriyle boğuşan küçük racaların elinde idi. Bunlar arasındaki rekabet İskender'in ilerlemesini kolaylaştırdı.

Racaların en kuvvetlileri Hind'in kuzey batı bölgesi yani Taksila hükümdarı Ambhi (Ompli) ile Keşmir racası Abisara ve Pencap mihracesi Poros idi. Bunlardan Taksila racası Ambhi İskender'i dostca karşıladı. Ona sarayında mutantan bir ziyafet çekti. Askerlerini emrine verdi. Pencap ve Keşmir racaları ise bilâkis İskender'e karşı koymak istediler. İskender, bunların birleşmelerine meydan vermemek üzere Taksila racasının da yardımı ile hemen Pencap mihracesi Poros üzerine atıldı. Müttefikini bekleyen Poros’u, Hidaspes (Celum) ırmağı kenarında harbi kabule mecbur etti (M.ö.326 haziran). İskender burada dördüncü meydan muharebesini yapacaktı. Dev cüsseli bir adam olan Poros, kahramanca döğüştü. Ordusundaki 200 muharebe fili az kalsın zaferi kazandırıyorlardı. Fakat bu muvakkat üstünlüğe ve Pencablıların çokluğuna rağmen sonunda İskender sevkulceyş maharetiyle harbi kazandı:

İskender ordusunun bir kısmını düşmanın karşısında bırakmış, kendisi on bir  bin kişilik bir kuvvetle gizlice yukarı kısımlarından nehri geçerek Poros ordusunun yanlarına düşmüştü.

Burada karşısına çıkan Hint kıtalarını imha ederek filleriyle galip gelmek üzere olan Poros’u yandan vurdu. Bunu gören düşman karşısındaki Makedonyalılar da cesaretlenerek hücumlarını arttırdılar. Hint ordusu tam bir bozguna uğradı. Poros da esir edildi. İskender esir düşen Pencab mihracesinin kahramanlığına meftun olmuştu. Ona, kendisine ne muamele yapılacağını tahmin ettiğini sordu. Poros da "İskender gibi kahraman bir fatihten ne beklenirse onu ,, cevabını verdi. Bu cevap İskenderin meftunluğunu bir kat daha arttırdı. Esirine bir misafir dost hükümdar muamelesi yaptı. Kendisini metbu tanımak şartiyle memleketini ve hükümdarlığını iade etti.

Pencab mihracesine yapılan muameleyi gören Keşmir racası Abişara da Makedonyalı fatihe inkiyadını arzetti. İskender aynı şartlarla bunu da yerinde bıraktı.

Hidaspes (Celum) zaferi lskender’e mukaddes Ganj vadisi yollarını açmıştL Pencab’ın son büyük nehri olan Hifasis (Bisa) kıyılarına indi. Bu suretle Hind’in Magadha imparatorluğu sınırlarına dayanmıştı. Makedonyalılar burada yeni bir âlemle karşılaşmışlardı. Bu geniş ve esrarlı âlemin merkezi olan Pataliputra da Nanda hanedanı hüküm sürüyordu.

İskender sınırları geçerek buraya hücum etmek üzere Ganj boylarına inmeği tasarladı. Bu sırada Magadha imparatorluğundan kovulmuş olan Çandragupta adlı sergüzeşt arayan bir adam karargâhına gelerek kendisini bu tasavvuru fiile koymağa teşvik etti. İskender hazırlığa başladı. Fakat, tropik iklim ve sürekli yağmurlardan pek fazla yıpranmış ve yorulmuş olan askerleri, nerede sona ereceği belli olmayan harekete son verilmesini istediler. İlerlemek emrine karşı dayattılar. Muzaffer komutanı dönmeğe icbar ettiler. İskender Hidaspes nehrine kadar geldikten sonra burada büyük bir donanma yaptırdı. Muvaffakiyetlerinin hatırası olarak Pencab’da diktirdiği zafer sütunları önünde mutad eğlenceleri yaptırdıktan sonra 326 senesinin son baharında donanmasiyle İndus’ten denize doğru inmeğe başladı. Nehrin her iki kıyısından hareket eden ve donanmayı koruyan ordu, hem de nehir etrafındaki şehirleri inkiyat altına ala ala, bugünkü Haydarabad yakınındaki Pattala limanına indi (325 ağustos).

İskender burada bir deniz üssü ve bir ticaret limanı kurdu. Dostlarından Nearkhos'u donanmasına amiral tayin etti. Onu Hindistan'dan Dicle ve Fırat ağızlarına kadar ulaşan deniz yolunu takibe memur etti. Maksadı zabtettiği ülkeleri deniz yoluyla birbirlerine bağlamaktı. Nearkhos görevlendiği işi başarı ile bitirdi. T etkikleri hakkında "Parplus,, adında bir de eser yazdı. İskender, Pattala'da ordusunun bir kısmının başına geçerek denizden pek fazla uzaklaşmamak üzere Gedrosy ve Karmanya yoluyla hareket etti. Bir kısmını da generallerinden Krateros komutasında daha içerlerden geçmek ve Karmanya’da kendisiyle birleşmek üzere yola çıkardı. Bunlar büyük müşküllerle pençeleşerek nihayet Ahamaniş’lerin en eski payitahtlarından Persepolis’e dönebildiler (324). Yolda yorgunluktan ve açlıktan ordusunun en gürbüz ve kuvvetli kıtalarını teşkil eden askerlerin üçte ikisi mahvolmuştu. Pattala’da iken sefere kudretli olmayan hasta ve zayıf askerleri gemilere bindirerek Basra körfezi yoluyla Babil’le göndermişti.

İskender, ordusunun zayiatından müteessir olarak kendisini Persepolis'de sarhoşluğa ve sefahate verdi. Bir gece, fazla sarhoş olarak Ahamanişler sarayını yaktırdı. Bütün eski eserler ve âbideler mahvoldu. Bu hareketini vaktiyle Kşayarşa’nın Atinayı yakmış olmasının karşılığı olduğunu ilân ederek Sus’a döndü. Burada Darius lll’ün büyük kızı Statira (Borsin) ile evlendi. Pers büyüklerinden Erdavan'ın üç kıziyle de generalleri Ptolemeus, Eumenes ve Selevkus'u evlendirdi. Bu münasebetle şaşaalı eğlenceler tertip olundu. Makedonyalı askerlerden Iranlı kızlarla evlenmiş olan bir kaç bin ere de hediyeler dağıttı. Tarihçi Plutarkhos bu macerayı Avrupa ile Asya’nın evlenmesi diye anmıştır.

İskender Sus’ta balayını geçirdikten sonra Hagmatana üzerinden Babil’e döndü Pattala limanından Nearkhos’un komutasına vermiş olduğu donanma da bu sıralarda Basra körfezi bölgesine gelmiş bulunuyordu. İskender’in Sus’a 324 yılında dönebilmiş olduğuna göre, önasya arkalarına doğru yapmış olduğu askerî hareket altı yıl kadar sürmüştü. Kendisinin beş altı yıl merkezde bulunmayışını fırsat bilerek yer yer ayaklanmış olan satrabları büyük bir hız ve şiddetle cezalandırdı. Huzuru temin etti. Batı bölgelerindeki Makedonyalı satraplar da ücretli askerden teşkil etmiş oldukları ordularını dağılmak zorunda kaldılar. Yalnız hazine başkanı mürtekip Harpalos, beş bin talenlik bir servet ve altı bin kişilik bir ordu ile Yunanistan’a kaçmağa muvaffak oldu.

İskender, Küçük Asya’ya ayak bastıktan sonra geçtiği yerlerdeki halkın tanrılarına kurbanlar vermek, âdet ve geleneklerine hürmet etmek, mahalli otoriteleri yerlerinde bırakmak gibi tedbirler almak suretiyle kendisini sevdirmiş, muvaffakiyetlerinin gelişmesine yol açmıştı.

İran'ı zabtettikten sonra kendisinin Büyük Kralın kızıyle, komutanlarının Pers büyüklerinin kızlariyle evlenmeleri, subay ve erlerinin de bu hususta onlara uymaları istilâcılarla yerli halkı birbirlerine yaklaştırmış, Yunan kültürüyle doğu kültürünü kaynaştırmıştı. Bu bakımdan İskender'in Asya istilâsına, cihan tarihinde bir devrin sona ermesi ve yeni bir devrin başlaması gözüyle bakılabilir. İskender ordulariyle birlikte Hindistan sınırlarına kadar sokulan Yunan kültürü, Önasya'da geniş bir sahaya yayılmış, Iranlıların Avrupa'ya geçmeleriyle başlayan Doğu-Batı mücadelesi de, İskender'in istilâsı üzerine Batının galebesiyle neticelenmiştir.

Fakat İskender'in pek erkenden ölmesi, bu geniş ülkelerin çok muhtaç olduğu huzuru bozmuş, Asya'da Ceyhun boylarından Afrika'da Nil kıyılarına, Avrupa’da Adriyatik sahillerine kadar uzayan ülkelerin yıllarca kanlı bir boğuşma alanı haline gelmelerine sebep olmuştur.

Bu bakımdan, Asya'nın batı bölgelerinde huzur ve sükunu temine çalışan Pers imparatorluğunun yıkılışı, buralarda yaşayan halk için büyük bir felâket olmuştu. Sürekli boğuşmaların doğurduğu sefalet ve fecaatler içinde kıvranan önasyalıların, Ahamanişlerin hâkimiyetleri devrini hasretle yâdetmiş olduklarını tahmin edebiliriz.

İskender'in Vasiyeti

Eski çağların en büyük komutanı olan İskender o zamana kadar Asya’nın Avrupa'ya akınını durdurmuş, Batının doğuya galebesile neticelenen yeni bir devir açmıştı. Hind'den Babil'e dönerken yeni hülyalar besliyordu. Bu tasavvur, Babili yeniden imar ederek şarkta hükumet merkezi yapmak, sonra Kartaca’dan Ispanya'ya geçmek, Pirene dağlarını aşarak İtalya üzerinden muzafferane Makedonya'ya dönmek gibi yeni bir fütuhat plânı idi. Fakat yaşadığı sefahat hayatı bu plânın tahakkukuna müsaade etmedi. O, Küçük Asya’ya ayak basmasını takip eden yedi sene içinde bütün manasiyle bir Iran imparatoru olmuş, eski Asur krallarının sefahat hayatlarını yaşamağa başlamıştı. Ahamaniş krallarının bütün gelenek ve törenlerini kabul etmiş, onlar gibi kırmızı renkli geniş elbiseler giymiş, ağır taçlarla başını süslemişti. Eski Asur ve lran imparatorları gibi herkesin, önünde yerlere kapanarak secde etmelerini istemeğe başlamıştı.

İskender de iki şahsiyet beliriyordu. Babası Filip'ten tevarüs ettiği metin ve keskin zekâ, onu büyük bir asker yapmış, Aristo'nun dersleri fikrini kâinatın nizamı hakkında müsbet bir safhaya sevketmişti. Onun bu şahsiyeti, cihangir İskender'i temsil ediyordu. Halbuki hırçın, cani ruhlu, mecnun anası Olimpiyas'dan tevarüs ettiği müşevveş muhayyile, sebatsız, heyecana müstait karakter, onda kandan ve garip dini sergüzeştlere atılmaktan zevk alan ikinci bir şahsiyet yaşatıyordu. Menfis'e girdiği zaman Mısır tapınaklarının esrarlı loşlukları onun mantıksız dindarlık ruhunu teshir etmişti. Amon tapınağının kâhininden istikbali hakkında malumat almak için uzun bir çöl yolculuğuna katlanmış, Babil tapınakları da kendisinde aynı duyguları beslemişti. Bu duygularla Makedonyalı Filip gibi bir insanın sulbünden indiğine bir türlü ihtimal vermiyordu. Zaferlerin heyecana getirdiği bu duygu ile Ceyhun boylarında Allahlık davasına kalkıştı. Herkesi kendisine tapınmağa davet etti. Filosof Aristo'nun yeğeni ve talebesi olan Filosof Gallistenes'i, halkı kendisine tapınmaktan men ettiği için astırdı. Aynı duygu ile babasının ve kendisinin sadakatli dostu ve pek maharetli bir generali olan Parmeniyos ile oğlu filotas’ı sebebsiz yere öldürttü. Bir sefahat âleminde de Granikos zaferinin kahramanı Klitus'u vahşice hançerlemesi de, yine anasından tevarüs ettiği karakterin bir tecellisi idi. Yakalanmış olduğu hummaya rağmen, sefahatle geçen insabahına doğru can verirken sanki bu kanlı karakterini belirtmek üzere burnundan boşanan kanlar, yastığının altındaki demir kalkanı kırmızı renge boyamıştı. 




İRAN TARİHİ 1.CİLT

EN ESKİ ÇAĞLARDAN İSKENDER'İN ASYA SEFERİNE KADAR

Ord. Prof. M. ŞEMSEDDİN GÜNALTAY

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Siyahkaya Barajı / Silopi / Şırnak