SOKULLU'NUN SADRAZAMLIĞI
Sokullu Mehmed Paşa; Kanuniden sonra meydana gelen siyasi boşluğu doldurarak, devleti, başta batı dünyası olmak üzere her zeminde başarıyla temsil eden, Osmanlı Devleti'nin en büyük veziriydi. Gerçekten de Bosna'nın Sokoliç kasabasında dünyaya gelen Bayo'nun; devrin en büyük devletinin en tanınmış ve muktedir sadrazamı olacağı, rüyaların konusu arasında bile yer almayacak bir hadiseydi.
Sokullu Mehmed Paşa, Bosna kökenli bir hıristiyan çocuğu iken; devşirme yoluyla Osmanlı sarayına getirilmiş, Enderun saray okulunda parlak zekasıyla eğitimini başarıyla tamamlayarak devlet kademelerinde yükselmiş çok önemli bir şahsiyettir. Başta Kanuni'nin son iki yılı. ardından tahta çıkan II.Selim ve lll. Murad devrinde sadrazamlık vazifesini üstlenmiş ve dünya gündemini belirleyen siyaseti, ileri görüşlülüğü ve projeleriyle adından söz ettirmişti.
Devrin kuralları gereği; devşirme yoluyla İstanbul'a getirilen hıristiyan çocukları, ciddi bir İslam terbiyesinden geçirilip, kabiliyetlerine göre saray hizmetlerinde, Yeniçeri Ocağı'nda veya seçkin yöneticilerin çıktığı Enderun saray okulunda yetiştirilirdi. Küçük Mehmed de bir süre Edirne sarayında kaldıktan sonra İstanbul'a getirilir. Sarayda yaptığı hizmetlerde tebarüz eden Mehmed (Sokullu) Padişah'tan da takdir görür. Silahtarlık ve Sancakbeyliği unvanıyla devlet kademelerinde yükselişini sürdürür. Barbaros'un vefatı üzerine Kaptan-ı Deryalığa getirilen Mehmed Paşa, Kanuninin güvenini kazanarak üçüncü vezir olur ve Divan'a dahil olur. Rumeli Beylerbeyi iken, fetihlerde önemli katkıları olur. Kanuni'nin oğulları Şehzade Selim ve Şehzade Bayezid arasındaki çatışmada, Selimin mücadeleyi kazanmasında aktif rol oynar. Ve nihayet Sadrazam Semiz Ali Paşa'nın Haziran 1565 yılında vefatıyla, yaklaşık 50 yıl boyunca imparatorluğun en etkili kişisi olacağı sadrazamlık makamına getirilir.
Sokullu Mehmed Paşa; ilk olarak Padişah'ın son seferine, Zigetvar'ın fethine iştirak eder. Padişah'ın vefatını, üç hafta boyunca saklayarak ordunun moralinin bozulmasını önler. Öte yandan aldığı önlemlerle II. Selim'in tahta çıkışına kadar oluşabilecek karmaşanın önüne geçer. Böylece daima büyük sancılar oluşturmuş olan taht değişikliğini suhuletle gerçekleştirmesi, II. Selim'in güvenine yol açar ve sadrazamlık görevine devam eder.
II. Selim; zirveden dönüşün ilk işaretlerini veren padişah olarak, saraya çekilmiş; gölgede kalmayı tercih ederek, devlet idaresini Sadrazam Sokullu Mehmed Paşa, Şeyhülislam Ebussuud ve Nişancı Celalzade Mustafa olmak üzere devlet adamlarına bırakmıştır. Böylece siyasetin dizginleri fiilen Sokullu Mehmed Paşa'nın eline geçmiş oldu.
Sokullu Mehmed Paşa; devlet yönetiminde dengeli ve barış yanlısı politikalar takip ederek Kanuni döneminde yorulan Osmanlı ordusunu dinlendirmek istemiş, ancak zamanı geldiğinde de askeri hareketlerden çekinmemiştir. Nitekim Zigetvar Seferi'nden sonra Avusturya'ya yönelik askeri hareketlilik durmamış, birçok kalenin Osmanlılar tarafından elde edilmesi üzerine Avusturya Kralı bir kere daha Türklerle barış tazelemek zorunda kalmıştı. Sokullu; iki devlet arasında yapılan barış müzakerelerinde etkili olmuş, isteklerini büyük ölçüde kabul ettirmişti. Tazelenen antlaşmaya göre; Avusturya eskiden olduğu gibi yıllık 30.000 Macar altını verecek ve mevcut sınırlara riayet edecekti. Ayrıca suçlular, iki ülke arasında karşılıklı iade edilecek; Avusturya İstanbul’da daimi elçi bulundurabilecekti.
KIBRIS'IN FETHİ (1571)
Kıbrıs'ın alınışı; Sokullu'nun gölgesinde kalmış olan II. Selim döneminin en önemli olayları arasında yer almıştır. Öteden beri Kıbrıs; Doğu Akdeniz'de stratejik konumundan dolayı, bölgede söz sahibi olan Osmanlı'nın ilgi alanında bulunmaktaydı. Mısır ve Suriye'yi yöneten imparatorluğun; deniz ulaşımındaki zorlukları aşması, Doğu Akdeniz'in ticaret yollarını denetim altında tutması, ancak bu adanın alınmasıyla mümkün olacaktı. Üstelik adanın mutlaka fethini gerektiren başka bir sebep de hıristiyan korsanlarının faaliyetleriydi. Başta Venedik korsanları olmak üzere, Sicilya, Malta ve Girit korsanları; Kıbrıs'ta üsleniyor, bölgeden geçmek zorunda kalan Müslümanlara ait ticaret gemilerine ve hacıları taşıyan gemilere saldırıyordu. Ancak tüm bu şartlara rağmen, adanın Müslümanların eline geçmesinin doğuracağı şartların iyi hesap edilmesi gerekmekteydi. Nitekim bazı devlet adamları; yeni bir haçlı ittifakının oluşmaması için, barışı bozacak maceralara girişilmemesinin, bazıları da ne pahasına olursa olsun fetih siyasetinin sürdürülmesinin doğru olacağını savunuyordu.
Sokullu; bu seferi, hıristiyan dünyasının tepkisinin şiddetli olacağı, haçlıların birleşerek Osmanlı'ya yeni gaileler açacağı endişesiyle gereksiz bulmaktaydı. O, Avusturya ile bir türlü sona erdirilemeyen sınır problemleri, Yemende devam eden karışıklıklar yüzünden; adanın fethinin daha uygun bir zamana bırakılmasını savunuyordu. Nihayet Şeyhülislam Ebussuud Efendi, Hz. Peygamber'in süt teyzesinin şehid olarak orada yatıyor olması ve geçmişte bir İslam toprağı olması durumunu da gerekçelerin arasına katarak, Kıbrıs'ın alınması için fetva verdi.
Osmanlı Devleti'nin Kıbrıs için hazırlıklarını öğrenen Papa; hıristiyan devletlerinden ispanya, Venedik ve Malta kuvvetlerini birlikte hareket etmeye davet ederek, adanın Müslümanların eline geçmesini önlemek istedi. Osmanlılara karşı hazırlanan müttefik donanması, 200 parça gemiden 1300 top ve 16 bin askerden oluşmuştu. Haçlılar, Girit'in Suda limanında birleşerek hareket etme kararı almıştı. Ancak Venedik donanması Suda'ya zamanında gelmesine rağmen, diğer kuvvetler gecikmişti. Müttefiklerin bir araya gelmesi Ağustos ayına kadar sarkınca, Osmanlı kuvvetlerinin Kıbrıs'a çıkarma yapmalarının önünde büyük bir engel kalmadı.
Kıbrıs'ın fethi için Lala Mustafa Paşa görevlendirilmiş, donanma serdarlığına ise Piyale Paşa getirilmişti. Osmanlılar; Nisan ayında başlayan seferin ardından, Temmuz ayında Tuzla bölgesinden adaya asker çıkarmayı başardı. Savaşa iştirak eden Anadolu askerleri, Fenike limanından gemilerle adaya taşındı. Bazı stratejik kalelerin alınmasının ardından, Girne teslim oldu. Lefkoşa'nın alınması ise, oldukça sıkıntılı süreçlerin ardından gerçekleşti. 250 topla savunulan şehir, taş tabyalar ve istihkamlarla aşılması güç bir konumdaydı. Nihayet şiddetli top atışları, lağımlar kazılarak kale duvarlarının yıpratılması, etkisini göstermiş; elli gün süren direnişi sona erdirmişti. Direnişini beyhude bir biçimde sürdürmek isteyen Lefkoşa Valisi de öldürüldü. Şehrin ele geçirilişinin ardından bazı kiliseler, camiye dönüştürüldü. Bu fethin ardından Baf ve Limasol şehirleri de teslim oldu. Ancak askeri bir Venedik karargahı konumundaki Magosa şehri, şiddetli kuşatmalara rağmen direnişini sürdürmekteydi. Venedikliler bu merkezden, tüm adayı kontrol altında bulunduruyordu. Şehir, sağlam surlarla çevrili olduğu gibi, deniz yoluyla da yardım almaktaydı. Kuşatmanın şiddetlendiği bir sırada Venedikliler kazdıkları lağımı patlatarak kendi askerleriyle birlikte, üç bin Osmanlı askerini şehid ettiler. Kuşatma uzuyor ve Osmanlı baskısı artıyordu. Nihayet daha fazla direnemeyeceklerini anlayan Venedikliler, vire ile (anlaşarak) Magosa Kalesi'ni teslim ettiler. Böylece Kıbrıs'ın fethi tamamlanmış oldu. Yapılan antlaşmaya göre; kaleyi savunanlar silah ve eşyalarıyla Girite gidecek; Magosa halkından da isteyen, mallarıyla adayı terk edebilecekti.
Fetihten sonra öncelikle Kıbrıs'ta yeni bir yapılanmaya gidilerek Kıbrıs Beylerbeyliği oluşturuldu. Muzaffer Paşa'nın yönetimine verilen Kıbrıs Beylerbeyliğine; Magosa, Girne, Baf dışında Anadoludan İçel, Tarsus ve Sis sancakları bağlandı. Sultan II. Selim yayınladığı bir fermanla, Anadolu'dan birçok ailenin adaya tehcirini sağladı. Adanın tahriri yapıldıktan sonra buraya Konya, Karaman, Niğde ve Kayseri’den Türk nüfus nakledilerek Kıbrıs'ın üçte birinin Müslüman olması sağlandı. Issızlaşan ve iktisadi yönden geri kalmış ada, şenlendirildi. Adada yaşayan Ortodokslara geniş dini ve sosyal özgürlükler tanındı ve kiliseleri müstakil bir statüye kavuşturuldu. Esasen adada bulunan Rum Ortodokslar da Katolik Venedik yönetiminden hiç memnun değillerdi.
Kıbrıs bu tarihten, 1878 yılına kadar doğrudan Osmanlı yönetiminde kaldı. Adada Osmanlı döneminde cemaatler arasında son derece hoşgörülü bir ilişki ve barış ortamı mevcuttu. 1878 Osmanlı-Rus savaşı sırasında Osmanlı Devleti; siyasi yalnızlığını aşmak, ekonomik sıkıntılarını hafifletmek adına Kıbrıs'ın yönetimini geçici olarak İngiltere'ye bırakmak zorunda kaldı. Nihayet 1914 yılında başlayan 1. Dünya Savaşı'nda İngilizler adayı ilhak ederek Osmanlı idaresine kesin olarak son verdi. Oysa Kıbrıs, her açıdan Türklerin ilgi alanında stratejik bir yerdi. İlk İslam fetihleriyle adada var olan İslam kültür ve medeniyetinin izleri, Anadolu insanının Kıbrıs'a olan bağını daima güçlü tutmuştu. Adada ilk İslam fetihleri sırasında şehid düşmüş Ümmü Haram adına Osmanlılar fetihten bir müddet sonra türbe oluşturmuş ve ilk fetihlerin ruhu daima canlı tutulmuştur.
Osmanlı deniz kuvvetleri, 1914 yılına kadar Kıbrıs açıklarında seyir halindeyken Larnaka önlerine gelindiğinde Peygamberimiz'in süt teyzesi Hala Sultan adına bayrakları yarıya indirir ve top atışlarıyla Kıbrıs'ta ilk fetih yıllarında şehid olmuş Hala Sultan Ümmü Haram'a bağlılık ve hürmetlerini arz ederdi. Esasen bu bağlılık, İslam geleneklerine göre Peygamber'e ve O'nun yoluna bağlılığın nişanesi olan bir tavırdı ve fetih ruhunun temelini oluşturmaktaydı.
İNEBAHTI BOZGUNU (1571) ve DONANMANIN SÜRATLE YENİLENİŞİ
İnebahtı; Kıbrıs zaferinden sonra meydana gelen ve Osmanlı deniz tarihinde yenilgiyle sonuçlanarak, donanma kaybedilen ilk büyük savaştır.
İnebahtı, Yunanistan'da Korint körfezinin kuzey sahilinde ve Patras şehrinin karşısında yer alır. Kıbrıs'ın Osmanlı hakimiyetine girmesi; başta Venedik olmak üzere bütün Avrupa'da büyük şaşkınlık, heyecan ve endişe meydana getirmişti. Papa V. Pius tarafından oluşturulan haçlı ittifakı; Venedik ve İspanyanın liderliğinde, Kıbrıs adasını geri almak için harekete geçmişti. Bu gelişmeler, Osmanlı Devleti'ni muhtemel bir deniz savaşı için gerekli hazırlığı yapmaya sevk etti. Bu harp için gerekli olan kürekçi ve askerlerin tedarikini bildirir emirler çeşitli kadılıklara gönderildi. Hatta kadılıklara gönderilen fermanlarda, gerekli asker bulunamaz ise bu askerlerin gayrimüslimlerden tamamlanması talep ediliyordu.
Hazırlıklarını tamamlayan Osmanlı donanması, Venedik ve haçlı kuvvetlerine karşı gözdağı vermek amacıyla Adriyatik kıyılarına açıldı ve bazı önemli kaleleri zaptetti. Venedik'te paniğe yol açan bu sefer ve kuzeye ilerleyiş, kışın yaklaşması sebebiyle durduruldu. Donanma geri dönmek zorunda kaldı. Bu geri dönüş esnasında İnebahtı'ya gelen Osmanlı donanması, Ekim 1571de Kutsal İttifak donanmasının taarruzuna uğrayarak büyük bir bozguna uğradı. Savaşta her ne kadar iki taraftan önemli kayıplar verilmişse de, Osmanlı donanmasının bu baskında yok edilmesi şok edici bir mağlubiyetti. Haçlılar içinse, İnebahtı Savaşı büyük bir zafer olarak tarihte yerini almıştır. Nitekim Fernand Braudel, «Akdeniz ve Akdeniz Dünyası» isimli kitabında Preveze Deniz Savaşı'nı birkaç satırda geçerken İnebahtı Deniz Savaşı'na otuz sayfa yer ayırarak hıristiyanlar açısından bu zaferin önemini vurgulamıştır.
Donanmanın feci bir baskına uğraması ve ağır darbelerle büyük kayıplar vermesine rağmen Uluç Ali Paşa; donanmanın sağ cenahından Malta Şövalyelerine ait gemilere karşı yarma hareketinde bulunarak, düşman gemilerine büyük zararlar vermişti. Böylece filosunu bölgeden çıkarmayı başaran Uluç Ali Paşa, Padişah tarafından ismi Kılıç'a dönüştürülerek kaptan-ı derya makamına getirilmiştir.
Büyük donanmaların karşılaştığı bu son deniz savaşı; hıristiyanlar açısından büyük bir zafer olmasına rağmen, kalıcı bir niteliğe dönüşememiş, Akdenizde Osmanlı deniz hakimiyetini sarsması ve geriletmesine rağmen ortadan kaldıramamıştır. Bunun en önemli sebeplerinden biri Osmanlı Devleti'nin, donanmasını süratle yenilemesi olmuştur. Nitekim 4 ay gibi kısa bir süre içerisinde 134 parça kadırga hazırlanarak denize indirilmiş ve İnebahtı yenilgisinin izleri silinmek istenmiştir.
Bu beklenmedik gelişme, hıristiyan dünyasında şaşkınlık uyandırmış ve Venedik Devleti bu gelişmenin ardından Osmanlı Devleti'yle yeni bir anlaşmayı imzalayarak Kıbrıs'ın Osmanlı Devleti'ne ait olduğunu kabul etmek zorunda kalmıştır. Bu anlaşmaya göre Venedik, Kıbrıs Seferi'nin tazminatı olarak 300 bin düka altınını üç senede ödemeyi taahhüt ediyor, ayrıca elinde tuttuğu Zanta Adası için 1500 düka altın vergi vermeyi ve Sopata Kalesi'ni terk etmeyi kabul ediyordu.
Buna karşılık Osmanlı Devleti de Kanuni devrinde yapılan anlaşmaları tekrar onaylayarak Venediklilere Akdeniz ve Karadenizde hareket imkanı sağlıyordu. Tarihçi Hammer'e; "lnebahtıda kazanan Türkler oldu." dedirtecek kadar önemli bu barış antlaşmasından sonra Osmanlı Devleti, Batı Akdenizde daha rahat hareket edebilme fırsatı yakalamıştı.
Tunus hakimiyeti yüzünden İspanyollarla yapılan mücadele, Osmanlıların lehine dönüşmüş ve Tunus, Sokullu Mehmed Paşa zamanında Osmanlı hakimiyetine girmiştir.
MÜSLÜMAN TOPLULUKLARA YARDIM TEŞEBBÜSLERİNİN AKİM KALMASI
Sokullu Mehmed Paşanın etkili olduğu II. Selim döneminde Sumatra Adası ve Malaka Yarımadası'nın bulunduğu bölgede hüküm süren Açe Sultanlığı, Portekizlilere karşı Osmanlılardan yardım istedi. Ancak yardım talebine olumlu cevaplar verilmesine, bölgedeki Osmanlı kuvvetlerine yardım için talimat gönderilmesine rağmen; çıkan Yemen isyanı, hazırlanan filonun yola çıkmasını engelledi.
Öte yandan 1492 yılından beri İspanyada kalan Müslümanların durumları her geçen gün daha da kötüye gitmekte, zorla hıristiyanlaştırma faaliyetleri artarak devam etmekteydi. Ancak her şeye rağmen bölgede var olma mücadelesi veren Endülüs Müslümanları, hıristiyanların kendi aralarındaki çelişkilerinden istifade ederek yeni ve büyük bir kıyamı başlattılar. 1569 yılındaki Endülüs direnişini, Melik Muhammed Mansur yönetiyordu. Cezayir Beylerbeyi Uluç Ali Paşa da askeri yardım mahiyetinde bir miktar top, tüfek, barut gibi malzemelerle birlikte birkaç yüz gönüllü Türk asker desteği de vermişti. Hatta bir aralık Müslümanlar, Gırnata şehrini ele geçirmeyi de başardılar. Ancak Mansur'un bir türlü sona erdirilemeyen iç çekişmeler yüzünden öldürülmesi ve İspanyolların büyük kuvvetlerle saldırması üzerine, Müslümanlar yenilerek dağlara çekilmek zorunda kaldılar. Osmanlıdan yardım istedilerse de Kıbrıs Seferi sebebiyle zamanında yardım yapılamadı. Yardıma karar verildiğinde de direniş iyiden iyiye zayıflamıştı. Böylece İstanbul'a ulaşan Açe ve Endülüs Müslümanlarına ait mersiyelerle, sadece acıların birlikteliği taze tutulmuştu.
II. SELİM'İN VEFATI
II. Selim 1574 yılının Aralık ayında hiç beklenmedik bir biçimde vefat etti. İstanbul'da vefat eden ilk padişah olan Sarı Selim; hiç sefere çıkmamıştı. Buna rağmen, sekiz yıllık saltanatı sırasında batıda ve denizlerde birçok seferler yapılmış, Osmanlı Devleti; güçlü sadrazamın marifetiyle de olsa, zirvedeki yerini korumuştu. Avlanmayı seven ve saray eğlencelerine düşkün olan II. Selim musıkişinas ve şair kimliği de olan bir hükümdardı. Selimi mahlasıyla yazdığı mısralarında hayat felsefesinden de kesitler taşımaktaydı:
Biz bülbül-i muhrik-dem-i gülzar-ı firakız,
Ateş kesilür geçse saba, gülşenimizden ... en. Selim)
Mimar Sinan'ın ustalık dönemi şaheserlerinden olan Edirne'deki Selimiye Camii onun döneminde inşa edilmiş, ölümünden kısa bir süre önce ibadete açılmıştı. Ayrıca Lefkoşa'da adını taşıyan Selimiye Camii'ni kiliseden dönüştürmek suretiyle yaptırmıştır.
SOKULLU MEHMED PAŞA'NIN PROJELERİ
Sokullu'nun ileri görüşlü kişiliğe sahip oluşunu gösteren hadiselerden biri de, Don ile Volga nehirleri arasında bir kanal açmak suretiyle Orta Asya'ya denizden donanma ve asker sevk etmek hususundaki teşebbüsüdür. On kilometrelik kazı için amele ve asker gönderilerek işe başlandığı halde, öteki vezirlerin işin ehemmiyetini takdir edememeleri, Kırım Hanı'nın orduda isyan çıkarması ve Rusya'nın saldırıları yüzünden bu son derece önemli teşebbüs hedefine ulaşamamıştı. Oysa bugün iki nehrin birbirine en çok yaklaştığı yerden, kanallar kazılarak birbirlerine bağlanması gerçekleştirilmekte, böylelikle Karadeniz’den bu yol kullanılarak, Hazar Denizi'ne ulaşım sağlanabilmektedir.
Moskova Prensliği'nin, Altınordu Devleti'nin parçalanmasından sonra bölgede varlığını devam ettirmek isteyen Müslüman hanlıkları birer birer ele geçirip tehlikeli bir biçimde büyümesini sürdürmemesi için önlem alınmalıydı. Bu kanalın açılması mümkün olabilseydi; donanmayla Karadeniz’den Hazar'a, Kafkaslara kolayca kuvvet sevk edilebilecekti. İpek Yolu ticareti canlandırılabilecekti.
Sokullu, Süveyş Kanalını da açtırmayı o zamanlar düşünmüş ve Portekiz'in Hint Okyanusu'ndaki faaliyetlerini önlemek ve Akdeniz ticaretini canlandırmak istemiştir. Ancak bu proje de benzer ihmallerle ertelendi ve başarılamadı.
SOKULLU MEHMED PAŞA'NIN VEFATI
II. Selim'in ardından tahta çıkan oğlu III. Murad döneminde; Sokullu Mehmed Paşa yıpranmış, giderek gözden düşmeye başlamıştı. Silik ve zevkine düşkün padişahlardan biri olan III. Murad; devlet işlerinde babası II. Selim gibi davranmış, saraya çekilmeyi tercih etmişti. Yüzün üzerinde çocuğu olan bu hükümdar döneminde de sadrazamlık görevini devam ettiren Sokullu, artık devletin dizginlerini tutmakta zorlanmaktaydı. Devlet içerisinde de kendisine hasım gruplar oluşmuştu.
Diplomatik kabiliyetiyle; Lehistan'a bir Osmanlı dostunu, Fransa'nın yardımıyla hükümdar yapmıştı. Bu büyük Osmanlı paşası, daima barışı savaşa tercih etmekteydi. Oysa bazı devlet adamları sınır problemleri yüzünden İran üzerine sefer düzenlenmesini savunuyor, bu yönde III. Murad'ı kışkırtıyordu. Perde arkasında iktidar mücadelesi bulunuyordu. Nihayet 12 Ekim 1579 tarihli divan toplantısında, yanına sokulan bir meczup tarafından şehid edildi. Onun ölümüyle zirve yılları artık geride kalmış, Osmanlı Devleti'nin duraklama yıllarına adım atılmıştı.
Ahmet Meral’in Kısa Dünya Tarihi adlı kitabından alıntılanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder