MAHBÛB:
Muhabbet edilen. Sevilen, sevgili.
Muhammed
Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem mahbûb-i Rabbülâlemîndir. Allahü
teâlânın sevgilisidir. (İmâm-ı Kastalânî)
Sevgiliden gelen her şey mahbûbdur. (İmâm-ı Rabbânî)
Mahbûb-i Hudâ:
Allahü teâlânın habîbi, sevgilisi
Muhammed aleyhisselâm.
Muhammed
Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem, Mahbûb-i Hüdâ'dır. Gelmiş ve gelecek
bütün varlıkların her bakımdan en üstünüdür. (İmâm-ı Rabbânî)
Sakın terk-i
edebden kûy-ı mahbûb-ı Hüdâdır bu, Nazargâh-ı ilâhîdir makâm-ı Mustafâ'dır bu.
(Yûsuf Nâbi)
MAHBÛBİYYET:
Sevgili olmak.
Peygamber efendimize tâbi olmanın en
yüksek derecesi mahbûbiyyet ve ma'şûkiyyet (çok sevilen olmak) kemâlâtına
(üstünlüklerine) sâhib olmaktır ki, bu, Allahü teâlânın çok sevdiklerine
mahsûstur. Bunun ele geçmesi için muhabbet, sevmek lâzımdır. (İmâm-ı Rabbânî)
Âhirette azâblardan kurtulmak ve
sonsuz seâdete kavuşmak, ancak geçmiş ve gelecek bütün varlıkların en üstününe
(hazret-i Muhammed aleyhisselâma) uymakla olur. O'na uymakla mahbûbiyyet
makâmına erişilir. O'nun yolunda bulunmakla, Allahü teâlânın zâtının
tecellîsine kavuşulur. (Abdülhak-ı
Dehlevî)
MAHCÛR:
Çocukluk, sefîhlik, delilik,
kölelik, bunaklık vs. gibi çeşitli sebebler yüzünden malını tasarruf
hakkından, kullanmaktan men edilen kimse. (Hicr)
Mahcûr iki kısımdır:
1- Çocuk, deli ve maraz-ı mevt (ölüm
hâlinde) bulunanlar.
2-
Hâkimin hükmüyle mahcûr olanlar, medyûnlar (borçlular), ma'tûhlar (bunaklar),
rakîkler (köleler), eblehler (ahmaklar) ve mâcinler yâni kötü din adamlarıdır. (Fetâvâ-i Hindiyye)
Çocuk
kendi malını kullanmaktan mahcûr olduğu gibi, başkasına hizmet etmesi de, ancak
velîsinin izni ile câiz olur. (Abdülganî
Nablüsî)
MÂHİYYET:
Öz, asıl ve esas.
İnsanın mâhiyyeti, arkadaşından anlaşılır.
(Abdullah bin Ömer)
MAHKEME:
Hüküm verilen dâvâların görülüp,
hükme (karâra) bağlandığı yer.
Mahkemeye bir işin düşünce, hâkim
karşısında dâvâcı veya dâvâlı ile kavga etmeye kalkışma! Ne sorulursa o kadar
cevâb ver! Şâyed şâhid olarak gidersen, hiç kimsenin te'siri altında kalmadan
ve kimseden korkmadan Allah rızâsı için doğru konuş! Olur olmaz bir iş için
hemen mahkemeye koşma! (İmâm-ı Gazâlî)
Mahkeme-i Kübrâ:
En
büyük mahkeme, âhirette bütün insanların amel defterlerinin tartıldığı ve dünyâda
yaptıklarının hesâbını verecekleri yer.
Allahü teâlânın bilmediği hiçbir şey
yoktur. Açık ve gizli O'nun yanında birdir. O; "Ol!" dedi, yokluktan
varlık meydana geldi. O, henüz olmamış olanları, açığa vurulmamış sırları
bilir. Yeri ve gökleri kudretiyle (gücüyle, kuvvetiyle) tutan, kıyâmet günü
Mahşerde kurulacak mahkeme-i kübrânın hâkimi (hükmedeni) O'dur. (Sa'dî Şîrâzî)
MAHLÛK:
Yaratılmış; yoktan vâr edilmiş.
Rabbimiz cism değildir, zamânı, mekânı yok.
Maddeye hulûl eylemez, böyle olmalı îmân.
Mahlûka muhtaç değildir, ortağı
benzeri yok,
Her şeyi O'dur yaratan hem de varlıkta tutan.
(M.
Sıddîk Gümüş)
Vilâyete
(evliyâlık makâmına) kavuşmak, tasavvuf yolunda çalışmakla olur. Bunun için
mâsivâ sevgisini, ona bağlılığı kalbden çıkarmak lâzımdır. Mâsivâ; Allah'tan
başka şeyler demektir. (İmâm-ı Rabbânî)
MAHLÛKÂT:
Yaratılanlar, Allahü teâlânın
yarattığı şeyler.
Mahlûkâta
muhabbet etme, zîrâ onlara muhabbet, Hakk'a ulaşmaya mânidir. (İmâm-ı Gazâlî)
MAHMASA
HÂLİ:
Açlıktan ölmek üzere olma hâli.
Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki:
...Kim mahmasa hâlinde, çâresiz
kalırsa, günâha meyl
(yönelme) maksâdı olmaksızın haram etlerden yiyebilir. Çünkü Allah çok bağışlayıcı,
affedicidir. (Mâide sûresi: 3)
Leş
ve domuz eti yemek, şarab içmek haramdır. Çok içince sarhoş yapan sıvıların,
azını içmek de haramdır. Mahmasa hâlinde olan kimseden başkalarının bunları
yemeleri içmeleri haramdır. (Hâdimî)
MAHMÛD:
1. Övülmüş, övülen.
Kalbin mahmûd hâlleri; sabır
(Allah'tan gelenlere tahammül etmek), şükür (her nîmeti Allahü teâlâdan
bilmek), havf (Allah'ın azâbından korkmak), recâ (Allah'ın rahmetini ümîd
etmek), rızâ (Allah'tan gelenlere boyun eğmek, hoşnûd olmak, kadere karşı
gelmemek), zühd (dünyâya düşkün olmamak), takvâ (haramlardan kaçınmak), kanâat
(elinde olana râzı olup, daha çok istememek), cömertlik ile bütün nîmetleri
Allah'tan bilip O'na bağlanmak, iyilik, hüsn-i zân (iyi zan, iyi düşünce),
güzel ahlâk, iyi geçim, doğruluk ve ihlâs (her şeyi Allah rızâsı için yapmak)
hâlleridir. (İmâm-ı Gazâlî)
2. Peygamber efendimizin güzel
isimlerinden biri.
Ahmed,
Muhammed, Mahmûd, hep över seni Allah Senin isminle biter lâ ilâhe illallah
Bundaki ince sırrı anlamaz, bilmez gümrâh,
Kendi adıyla yazmış senin adını Rahmân
(Hazret-i
Muhammed'in Hayâtı)
3. Ebrehe'nin, Kâbe'yi yıkmak üzere
ordusunda getirdiği filin adı.
Resûlullah efendimizin doğmasına iki
ay kadar zaman kala, Fil vak'ası meydana geldi. Bir çok insanlar akın akın gelip,
Kâbe'yi ziyâret ediyorlardı. Buna mâni (engel) olmak isteyen Yemen vâlisi Ebrehe,
Kâbe'yi yıkmağa karar verdi. Bu maksadla büyük bir ordu hazırlayıp Kâbe'ye
yürüdü. Ebrehe'nin ordusunda, "Mahmûd" denilen bir de fil vardı.
Ebrehe, Kâbe'ye yönelince, bu fil yere çöküp yürümez oldu. Hâlbuki Yemen'e
çevrilince koşarak gidiyordu. Allahü teâlâ, Ebrehe'nin ordusu üzerine Ebâbîl,
yâni Dağ kırlangıcı denilen kuşlardan bir sürü gönderdi. Bu kuşların her biri,
biri ağzında, ikisi de ayaklarında olmak üzere nohut veya mercimek büyüklüğünde
üçer taş taşıyordu. Ebrehe'nin ordusu üzerine bırakılan bu taşlar, hepsini
helâk etti. Bu vak'a, Kur'ân-ı kerîmin Fil sûresinde anlatılmaktadır. (İbn-i Esîr)
MAHREM:
1.
Dînen evlenilmesi ebedî haram (yasak) olan, soy, süt veya evlenme sebebiyle
nikâhı haram olan kimse.
Kadın, yanında bir mahremi olmadan
hacca gidemez. (Hadîs-i şerîf-Künûz-üd-Dekâik)
Bir
kadın veya erkeğe on sekiz kimse ebedî mahremdir. Ebedî mahrem olan kimseler ile
evlenmek ebedî olarak haramdır. Bunların yedisi neseb (soy) ile olan akrabâlar,
yedisi süt ile olan akrabâlar, dördü ise evlilik ile olan akrabâlardır. (Saîdüddîn Fergânî, Tâc-üş-Şerîa)
Hür kadının zevci (kocası) veya
ebedî mahrem akrabâsından biri yanında bulunmadan, yalnız veya başka kadınlarla
yâhut âkil, bâliğ (akıllı ve gusül, boy abdesti alacak yaşa gelmiş) ve sâlih
olmayan mahremi ile üç günlük yola gitmesi (üç mezhebde de) haramdır. (Muhammed Hâdimî)
Ebedî
mahrem olan, yâni nikah ile alması ebedî haram olan on sekiz kadından başka,
müslüman olsun kâfir olsun, hiçbir kadının, hiçbir yerde ellerinden ve yüzlerinden
başka yerlerine, şehvetsiz de bakmak haramdır. (Süleymân bin Cezâ)
2.
Gizli, herkese söylenmeyen.
Mahrem
olan şeylerinizi herkese söylemeyin. Sonunda pişman olur, âh edersiniz. (Seyyid Abdülhakîm Arvâsî)
MAHŞER:
Haşr
olunacak, toplanılacak yer. Kıyâmet gününde bütün mahlûkâtın (bütün canlıların)
yeniden dirildikten sonra hesap için toplanacakları yer. Arasat Meydanı,
Mevkıf.
Allahü
teâlâ Hacer-ül-esved-i kıyâmette mahşer meydânına getirecek, onun göreceği iki
gözü konuşacağı bir dili olacak ve kendisine istilâm yapanlara (el sürüp,
öpenlere) hakkıyla şâhitlik yapacaktır. (Hadîs-i şerîf-Feth-ül-Bârî)
Kıyâmet günü bütün canlılar mahşer
yerinde toplanacak, her insanın amel defterleri uçarak sâhibine gelecektir.
Bunları, yerleri, gökleri, zerreleri, yıldızları yaratan, sonsuz kudret sâhibi
Allahü teâlâ yapacaktır. Bunların olacağını, Allahü teâlânın Resûlü sallallahü
teâlâ aleyhi ve sellem haber vermiştir. O'nun söyledikleri muhakkak doğrudur.
Elbette hepsi olacaktır. (Mevlânâ Hâlid-i
Bağdâdî)
Mahşer
günü boynu bükük kalmamak istersen, cenâb-ı Hakka şükürden yüz çevirme. (Sâ'dî-i Şîrâzî)
Mahşerde
îmânı olup, ameli ve ahlâkı güzel olanlara mükâfât ve ihsânlar olacaktır. Kötü
huylu, bozuk amellilere ise, ağır cezâlar verilecektir. (Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî)
MAHYA:
Ramazan-ı
şerîf ayında, geceleri çift minâre bulunan câmilerde iki minâre arasına gerilen
ve halata (kalın ipe) asılarak kandillerle (lambalarla) yazılan yazı ve
şekiller.
Çifte minâreli câmilere mahya
konulması, sultan Üçüncü Ahmed Han devrinde on iki sene kadar sadrâzamlık yapmış
olan Dâmâd İbrâhim Paşa'nın 1719 (H.1132) senesinde ortaya çıkardığı dînî bir
husûsiyeti olmayan ışıklı bir yazı yazma usûlüdür. Mahyâ konulması bid'attir. (İbn-i Âbidîn)
MAHZÛRÂT:
Dinde yasak edilmiş şeyler,
haramlar.
Zarûretler, mahzûrâtı mübâh kılar
yâni yapılması men ve yasak edilmiş bâzı şeyler vardır ki, bunları yapmak,
zarûret hâlinde mübâh hükmünde olur; bundan dolayı, yapan cezâlandırılmaz.
Meselâ; açlıktan helâk olmak (ölmek) korkusundan dolayı, başkasının yiyeceğini
rızâsı (izni) olmaksızın yemek böyledir. (Ali
Haydar)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder