12 Ekim 2024 Cumartesi

YUNANİSTAN'IN DİNİ

 



M.Ö. III. binyılla 1. binyıl arasında Girit'te, sonra da Peloponesos'ta görkemli uygarlıklar oluştu ki bunlara sırasıyla Ege, Minoe ve Myken uygarlıkları denir.

M.Ö. 3000 yılına doğru Egeliler Girit'te bir İmparatorluk kurmuşlardı ve sonradan bunun nüfuzu denizlerin uzak bölgelerine kadar yayıldı; bu bir deniz egemenliğiydi ve en büyük genişleme çağı için buna, dönemin en büyük hükümdarı, efsanevi Minos'un adına ilişkin olarak Minoe deniz egemenliği denir. Bu deniz egemenliği özellikle Peloponesos üzerinde derin bir etki yapmıştır; Mykenai'nin sarışın Akhaia'lıları kültürlerinin büyük bölümünü esmer Egelilerden aldılar: 1600'e doğru ilk bir Mykenai dönemi başladı. Asıl Girit'te ise Akhailılar 1400 yılına doğru üstünlüğü ele aldılar. Mykenai kralı Agamemnon'un yönetimi altında birleşen Akhaialılar, uzun bir kuşatmadan sonra Troya'yı zaptederek Hitit İmparatorluğunu yokettiler. Fakat sonradan onlar da kuşatmaya uğradılar. 110 yılına doğru kuzeyden gelen ve en zorluları Dorlular olan başka Hint-Avrupalılar Akhaialıları Attika'ya ve adalara sürdüler. Bununla birlikte kuşatmacılar, temsilcilerini kovdukları ya da yokettikleri bu uygarlığın üstünlüğünü anlayacak kadar zeki idiler, nitekim bu uygarlığın inançlarıyla adetlerini benimseyiverdiler.

Yunanistan'ın dinini incelemek için kutsal bir kitap kullanmaya olanak yoktur: Çünkü böyle bir kitap yoktu ve zorla kabul ettirilen bir dogma da hiçbir zaman varolmayacaktı.

Başlıca kaynaklar, Yunan edebiyatının yapıtlarıdır; bunların başında Homeros'un, ya da bu adla gösterilen yazar veya yazarların İliada ve Odysseia adlı yapıtlarıyla (M.Ö: IX. ya da VIII. yüzyıldaki) Hesiodos'un şiirleri vardır. Alman Schliemann (1822-1829) tarafından Trova, Mikene ve Tiryinthia'da; İngiliz Evans tarafından Girit' teki Knossos'ta; Atina Fransız Okulu ve başka ulusların bilginleri tarafından Girit'le Yunanistan'ın çeşitli noktalarında yapılan çok verimli kazılarda bulunan maddi ve psikolojik belgeler de yine bu kaynaklar arasındadır.

Bu buluntular Yunanistan'ın dini ile ilgili iki büyük yanlışı düzeltme olanağını vermiştir. Klasik çağ Yunanlıları ilk çağlarda Hint-Avrupa kuşatmacılarının yarı-yabanıl kavimlere uygarlık getirdiklerini kabul etmiş ve bunun böyle olduğuna tarihçileri de inandırmışlardı. Bugün ise kuşatmaya uğrayan bu kavimlerin kuşatmacılara ne denli üstün olduklarını öğrenmiş bulunuyoruz.

Öte yandan Homeros'la Yunan yazarlarının insanlaştırdıkları tanrıların, Yunan dinsel yaşamının merkezini oluşturduklarına uzun zaman inanılmıştır. Fakat bugün, oluşturdukları bu resmi dinin yanısıra halkın benimsediği çok daha canlı bir dinin ve ayrıca, çok daha derin bir gizemci akımın varolmuş bulunduğu bilinmektedir.

Yunan halk dini ilkel bir Totemizm'in çok derin izlerini taşımışa benzemektedir. Kutsal bitkiler ve örneğin Dodona'daki meşe ağacı vardı ki bunun hışırtılarına bakan kahinler, gaipten haber verirlerdi; sonra kutsal hayvanlar ve örneğin, Girit'teki Minos boğası, yani Minotauros vardı. Çoğu zaman, daha sonraki efsaneler bu kutsal hayvanları -Apollon'un kurbanı olan kertenkele gibi- ya da bir tanrının kurbanı ya da -Zeus'un kartalı, Athena'nın baykuşu gibi- bir tanrının her zamanki arkadaşı haline sokmaktadırlar.

Salamon Reinach'a göre tanrıların hayvan kılığına girerek biçim değiştirmeleri, "din tarihinin tersine anlatılması demektir. Zeus kuğu kuşu kılığına girerek Leda'yı baştan çıkarır, o da dünyaya yumurtalar getirir:

Leda herhalde sonradan tanrılaştırılan ve çocukların babası sayılan Totemik bir kuğu olsa gerektir.

Sonradan kavim haline gelen birçok Yunan klanları, hayvan adları taşımaktaydılar: Myrmidon (karınca) lar Arkadialı (ayı) lar gibi.

Kimi tapınma yöntemlerinin köklerinde kutsal bir hayvanın kurban edilmesi ve etinin bir çeşit şölende hep birlikte yenilmesi de vardır: örneğin Atina'da her yıl tanrısal bir boğa, boulıonia adı verilen bir törende kurban edilirdi. Kimi maskeli danslar da aynı kökten gelmeydi: Atina'da dişi ayı kılığına giren genç kızlar dansederler ve ayı adını alırlardı.

Başlangıçta Egelilerle Akhaialılar, ilkel insanların mana'sına benzetilebilecek olan, kişilikdışı tanrısal bir güce inandılar. Bu güç, gökten düştükleri sanılan birtakım kutsal taşlarda da özellikle bulunurdu ki dünyanın göbeği olan Delphoi'de omphalos da bunlardan biriydi; ayrıca Knossos'ta bulunan, yontulduktan sonra dikilmiş kimi taşlar da böyleydi: Bunlar sonradan bir insan kafası ve bir phallus'la (erkeklik organı) süslü Hermes simgeleri haline gelmişlerdi; iki ağızlı balta gibi kimi eşya da böyleydi: Bu iki ağızlı balta Giritlilerin kurban kesmek için kullandıkları silahtı. Eleusis'te rahibe, dine kabul edilecek kişiyi yelpazeler, böylece onu günahlarından kurtarıp manayı kabule hazır hale getirirdi.

Bütün doğa, ruhlarla doluydu. Bunlar hayvan ya da insan biçiminde düşünülürdü; örneğin bir pınar, bir at olurdu.

Ölülerin ruhları yılan, kuş ve özellikle kelebek biçimlerinde betimlenirdi. (Nitekim Yunancadaki psykhe sözcüğü hem kelebek, hem ruh anlamınadır). Yunanlılar ölümden sonraki yaşam hakkında birbirine karşıt düşüncelere sahip olmuşa ve bunları bağdaştırmak için hiç uğraşmamışa benzemektedirler. Bazen ölüler yerin altında yaşamayı sürdürürler, onların torunları ve çocukları da kutsal armağanlar sunarak bu yaşamı hoş bir hale getirmeye çalışırlar. Bazen de bedenden ayrılan ruh, yeraltı ırmağı Styks'ü aşarak cehenneme gider, orada Minos, Aiakhos ve Rhadamanthys tarafından yargılanır: Cezayı hakkederse Elysion'da mutluluğa kavuşur.

Ölümden sonraki yaşamın varlığı ve niteliği üzerinde uzun bir geçmişten beri kuşkular açıklanagelmiştir. Söderblom'un dediği gibi "akılcılık, hayaletlerin varlığı düşüncesini gözden düşürmektedir." Homeros'un dini bu noktada halk geleneklerinden çok ayrılmaktadır: Homeros'un Akhilleus'u "yeraltının bütün hayaletleri üzerinde hüküm sürmektense yeryüzünde gündelikçilik etmenin daha iyi olduğu" düşüncesindedir.

Animizmin doğal sonucu, büyücülüktür; nitekim Yunanistan' da da hal aynı oldu. Bu ülkede Animist büyücülüğün bütün belirli niteliklerine rastlanmaktadır. Tasvirle gerçek tıpkıdır: Bir tanrının tasviri de onun gücüne sahiptir; Ispartalılar Lokroi'lilere yardım olsun diye, onlara Dioskur'ların heykellerini göndermişlerdi. Tanagralı sanatçılar, yaptıkları küçük heykelciklerle ölülere esaslı sevinçler sağlamaktaydılar. - Rüya, değerli bir şeydi: insan düşte gerçek olaylar görürdü çünkü; Epidauros'ta insan, düşünde hastalığının geçtiğini gördü mü iyileşirdi. - Büyücülük ve sihirbazlık yapılmaktaydı: Teokrites Eidullion adlı yapıtının ünlü bir parçasında, bir okuyucu kadının nasıl çalıştığını anlatır. Atina'daki mezarlarda, yüreklerine çivi saplı tahta heykelcikler bulunmuştur. - Sözcüklerin de gücü vardır: Homeros'un İliada'da belirttiği gibi "Zeus verdiği kararı yerine getirmek için konuşur ve sırf bu yüzden, her şey olur."

Lanet ve bela okumanın gücü: Argos halkı, kardeşinin çocuklarını öldüren Atreus'u lanetledi, bu yüzden de oğlu Agamemnon öldü ve Atreus'un soyundan olanların başlarına türlü felaketler geldi. - Ant ve yeminin gücü: Homeros'un İliada'da dediği gibi "her kim andından dönerse, beyni su haline gelip yerlere dökülsün!"·

Tapınışın önemli bir parçasını da öykünmeli, yani "taklidi" tapınma yöntemleri oluşturmaktadır. Girit'te Kureta'lar gökgürültüsünü öykünüp yağmur yağdırmak için kalkanlarını birbirine çarparlardı. Girit'le Delos'ta sarışın Ariadne, Labyrinthos adlı sarayın dehlizlerinde, güneşin yıldızlar filemi içindeki ilerleyişini öykünen çapraşık bir takım dansları yönetir, böylece de güneşin yürüyüşüne yardım etmiş olurdu.

Yunanistan'da heykelcilik, raks, şiir, tiyatro gibi, güzel sanatlar biçimlerini, köklerini büyücülükten, sihirbazlıktan almışlardır: Bu da onların telkin gücünü açıklamaya yardım etmektedir. Kreglinger'in dediği gibi "Yunanlılar sonunda ne denli aydın kişiler haline gelmiş olurlarsa olsunlar, güzel sanatlarıyla edebiyatları hep sihirbazlık zihniyetinin göstergeleri olagelmiştir.

Girit'te, Yunanistan'da tanrılardan önce tanrıçalar vardı. Tanrıçaların en eskisi, Toprak-Ana olan Gaia olsa gerekti; aynı zamanda bereket tanrıçası da olduğundan bitkilerin, hayvanların, insanların doğmalarına o yol açar, sonra da onları kendi içine alır, yutardı.

Bütün öteki tanrıçalarda da çeşitli biçimler altında Toprak Ana'ya rastlanmaktadır: Gaia, Olympos tanrılarının anasıdır; - Episos'taki ünlü tapınağında dikili çok memeli tasvirine tapınılan Artemis, yabani hayvanların arkadaşı, yavrularının koruyucusudur ama sonradan onları avlamaya başlar; - Artemis'ten daha şehvetli, daha tatlı olan Aphrodite aşkın, güzelliğin, çiçeklerin tanrıçasıdır; Ona tapınma adeti Kıbrıs adasından gelip tüm Yunanistan'a yayıldı. Knossos'ta, Girit'te Antheia (yani Çiçekli Aphrodite) ye tapınılmaktaydı ve nar, gül, mersin ona adanmıştı. Koryntos'ta kutsal hişeler olan hetaireia'lar ona yapılan tapınışa katılıyorlardı. Eros da bununla birlikte anılıyordu, çoğu zaman onun oğlu sayılıyordu ama bazen Eros'un Aphrodite'den önce varolduğuna, Aphrodite'in Okeanos'un köpüklerinden doğduğuna, Aphrodite Okeanos'un köpüklerinden doğduğu sırada onun dalgalardan çıkışına yardım ettiğine inanılıyordu.

Kişiliklerinde Toprak-Ana'nın rastlandığı öteki tanrıçalar da şunlardır: Hera, Zeus'un karısı olmadan önce bitkiler tanrıçasıydı ve evlenme yasalarını kıskanç bir biçimde korumaktaydı: - Başka bir bitkiler tanrıçası olan Demneter, buğdayın anasıydı ve kendisine özellikle Eleusis'te tapınılırdı; Atina kentinin koruyucusu olmazdan önce zeytinağacı tanrıçası olan Athena onuruna Atina'da kır şenlikleri yapılmaya devam edildi.

Tanrılar ise tanrıçalardan sonra meydana çıkmışlardır. Tanrıları meydana çıkaranlar, Hint-Avrupalı kuşatmacılar olsa gerektir: Bunlar göçebe savaşçılardı, önderlerine tanrısal bir varlık gibi saygı gösterilmesi gerekliydi, sonunda da bunlar bir tanrının soyundan gelmiş sayılırdı. Herhalde her kabilenin kendisini zafere ulaştıran bir tanrıya sahip olduğu kesindir. Fatihlerin zafer elde etmeleri, Toprak-Ana'ya tapınan prehellenik grupların anaerkil toplumunun yerine, bütün haklara babanın sahip olduğu babaerkil bir toplumu geçirmeleri olanağını kendilerine verdi.

Hatta savaşçı egemenlik döneminden önceye bir "din ve büyücülük dönemi" sokmak belki daha doğru olur: Bu sonuncu dönemde büyük tanrının, Uranos (Gök) ..."gözünden:. hiçbir şeyin kaçmadığı Gök" - alınası olasıdır: O Uranos ki, hasımları kyklopları birtakım büyücülük yöntemleriyle "bağlayıp" hareketsizleştirmektedir; Ayrıca Uranos'la Hinduların Varuna'sı arasında eşlik görenler de vardır.

Savaşçı egemenlik döneminde büyük tanrı ilkin Kronos (Zaman) tur. Uranos'u tahtından indirir; fakat Olympos'luların Titan' lara galip geldikleri bir devler savaşından sonra, o da kendi oğlu Zeus tarafından tahtından indirilir. Ondan sonra da Kronos ancak kölelerin, yani yenilmiş ulusların düzenledikleri şenliklerde anılır.


Olympos'un yakınına yerleşmiş Akhaia kavimlerinin tanrısı olan Thessalia'lı büyük tanrı Zeus, yüce tanrı olur. Olympos'un dışında oturacağı yerler olarak kendisine başka dağları, Girit'teki İda dağı ile Bithynia'daki İda dağını seçer. Bununla birlikte Zeus'un kendisinin üzerinde bir Kudret daha vardır ki, ona karşı elinden hiçbir şey gelmez. Bu da Kader tanrısı olan Moira'dır.

Zeus'un çevresinde, başlangıçta yerli olan birtakım tanrılar bulunur. Bu tanrıların her biri kabilesi ya da kavmi tarafından gök, yıldızlar, deniz, kara ve insanlar üzerinde büyük güce sahip sayılır. Sonradan bu yerli tanrılar kendi ilk bölgelerinin sınırlarını aşmışlar, aynı zamanda da "uzmanlık sahibi" olmuşlar, başlıca tanrısal etkinlikleri kendi aralarında bölüşmüşlerdir. Bunlar, Homeros'un bize tümüyle insan biçiminde olarak tanıttığı: deniz tanrısı Poseidon; Işık tanrısı Apollon; şarap tanrısı Dionysos; ticaret ve güzel konuşma tanrısı Hermes v.d.dir.

Homeros döneminden başlayarak tapınaklara bağlı rahipler vardı: Bunlar hizmet ettikleri tanrının emrindeydiler, o tanrı tarafından korunurlardı. Özel bir öğrenim görmezler, tapınışın yol ve yöntemini zamanla, deneyimle öğrenirlerdi. Toplum halinde gruplanmış değillerdi ve bir rahipler sınıfı oluşturmuyorlardı. Görevlerini bazen (örneğin Eleusis'te kalıtım yoluyla aktarırlar, bazen de seçim ya da ad çekme yoluyla bu görevlere getirilirlerdi.

Rahipler, tanrıları yumuşatacak olan kurbanların kesiliş törenlerine başkanlık ederlerdi: Kutsanmış bir hayvanı keserler, ya da olduğu gibi yakarlardı (ki buna Yunancada Holokaustos denir). İnanların üzerlerine tuzlu su, deniz suyu serperek ve özellikle odları tütsüleyerek, kötü ruhları kovan tunç parçalarını çan gibi çalarak bunları temizlerler, arıtırlardı. Bazen -örneğin Epidauros'ta- özellikle telkin kullanarak, hastaları iyileştirirlerdi: Salomon Reinach'a göre Hippokrates "antik çağın sonuna dek bazı kimseleri aldatmış olan" bu "ruhani hekimliği" laikleştirmişti.

Rahipler falcılık da yaparlardı. Kahinlik tapınaklarının en ünlüsü Delphoi'deydi ve Pythia adlı kız fala bakıp gaipten haber verirdi. Kutsal su ile temizlenmiş olan bu genç kız defne yaprakları çiğner, bu çeşit yaprakların dumanını içine çeker, sonra kendinden geçerek birtakım sözler söylerdi ve bunlar, rahiplerce yorumlanırdı.

Tanrılar onuruna büyük bayramlar, şenlikler yapılırdı. Bunlar ya, -örneğin Atina'da tanrıça Athena onuruna yapılan ve Panathenai diye adlandırılanlar gibi- yerel olur; ya da Olympia oyunları gibi panhellenik olurlardı.

Olympia'nın sevimli dekoru içinde Zeus ya kendi tapınağında, ya da tapınağının yakınında yüceltilirdi. En güçlüleri ya da en beceriklileri meydana çıkarmak için oyunlar düzenlenirdi: Bunlar koşu, güreş, güreşle yumruklaşmayı biraraya getiren "pankratos", disk ve cirit atma, at yarışları gibi şeylerdi. Aynı zamanda artistik ve müziksel gösteriler, felsefe konferansları, sanat yapıtları sergileri de düzenlenirdi. Halk başarılı atleti ve tanrısal filozof, Eflatun'u alkışlardı.

Bütün Yunanistan bu görkemli kas ve düşünce şenliklerine davet edilirdi. Bütün sitelerin vatandaşları bu yarışmalara kabul edilirlerdi. Delegasyonlarla yarışmacıların Olympia'ya gidebilmeleri için kutsal bir mütareke ilan edilir ve bu, oyunlar boyunca sürerdi: Bu süre içinde herhangi bir askeri harekat yapmak yasaktı ... Olympia oyunlarına egemen olan sporcu, aydın ve barışçı zihniyeti, Hellen uygarlığının en uyumlu ürünlerinden biri diye selamlamak yerinde olur.

Dinsel yaşamın büyük merkezleri aynı zamanda ahlak düşüncelerinin de yuvalarıydı. Olympia'da yüceltilen tanrı, tüm Yunanistan'a egemendi: Bu, Zeus Hellenios'tu ki aynı zamanda tüm evrene de egemendi: Demek ki daha o zamandan, tektanrıcılığa doğru bir yöneliş vardı. Epidauros tapınağının kapısına rahipler şunları yazmışlardı: "Buhurlarla kokulanmış bu tapınağa giren kimse arı, duru olmalı, yani erdemli düşünceler beslemelidir." Delphoi tapınağının üzerine de şu bilgece sözler nakşedilmişti: "Kendi kendini tanı" ve "Aşırılıktan sakın". En büyük günah, haddini bilmezlik (hybris) tir ve göksel güçlerin kıskançlığını harekete getirir. En yüce erdem ise ölçülü olmaktır.

Bununla birlikte, başka bakımlardan, din ahlakla ilgili her şeye karşı kayıtsız gibi görünmektedir. Nitekim filozof Ksenophon da M.O. VI. yüzyılda oldukça sert bir biçimde buna işaret etmektedir: "Homeros ile Hesaidos tanrılara her türlü suçu yormaktadırlar: Ölümlüler arasında hoş görülmeyecek, ayıplanacak olan hırsızlık, zina, karşılıklı aldatmaca gibi ne kadar utandırıcı eylem varsa, bu ozanların türküleri de bunlarla doludur." Bu olay da şöyle açıklanabilir: Çünkü insanlar tanrıları, kendilerini örnek tutarak tasarımlamışlardır. Nitekim: "öküzlerle aslanların da elleri olup insanlar gibi resim yapmasını bilselerdi, tıpkı kendilerine benzeyen tanrılar yapacaklardı." Ksenophon'un ileri sürdüğüne göre "insanlara ne bedence, ne de düşünce bakımından benzemeyen, yalnız bir tek tanrı vardır."

Ondan sonra da Sokrates, Eflatun, Aristo, Epikuros gibi filozoflar dinsel inançları serbestçe eleştirmeye, kimi ahlaksal düşünceleri kabul ederken kimi görüşleri de reddetmeye başladılar.

Onların etkisi altında, ya da yalnızca özgür düşünceye, akılcı bir uyuma, huzur dolu bir güzelliğe büyük önem veren Grek düşüncesinin sahip olduğu elverişli eğilimler yüzünden özgür sitelerde özgür olarak yaşayan Hellenler de din konusunda her istediklerini serbestçe düşündüler. Ne kutsal kitap, ne zorla kabul ettirilen dogmalar, ne rahiplerin otoritesi, ne de hoşgörüsüz biçimde kaba güce başvurma vardı. Alfred Croiset'nin dediği gibi "kişiler, akılları tümüyle serbest olarak hükümlerini veriyorlardı." Burada bir noktayı belirtmek ve Atina'da birçok filozofun baskı görmüş olduğunu anımsatmak yerinde olur. Fakat buna da bu gibi olayların dinin kendisiyle olmaktan ziyade, politika ile ilgili oldukları yolunda bir yanıt verilmiştir.

Bununla birlikte, böyle anlaşılan bir din, bazı kimselere çok kuru görünmekteydi: Onlar da gizemciliğe yöneldiler.

Antik Yunanistan'ın dinsel yaşamının en derin bölümünü, mysteria'lar, yani gizli yapılan din törenleri, ayinleri oluşturdu. Kreglinger'in dediği gibi "söz konusu olan şey, insanı tanrısal yetkinliğe olabildiğince yaklaştırmaktır; ta ki o, tanrıların yapılmış oldukları insanüstü cevheri kendine sindirebilsin, ya da tanrısal sonsuzlukta kaynaşıp bunun içinde yokolabilsin. Bu sonuncu eğilimin tam adı gizemciliktir: Yani ruhun insanlık mertebesini aşıp tam anlamıyla tanrısal bir yaşam sürmeye çabalamasıdır."

Böyle anlaşılan gizemcilik, dinsel görüşlerin en eskisini, mana düşüncesini diriltmektedir ki, bunun Yunanistan'da da bulunduğunu daha önce görmüştük.


Mysteira'ların en önemlileri Dionysos ve Demeter'le ilgilidir. Trakyalı tanrı Dionysos (ya da Bakkhos, ya da Iakkhos), Zeus' la bir ölümlü olan ve kıskanç tanrıça Hera'nın yıldırımla çarptığı Semele (Toprak) nin oğludur. Zeus oğlunu kurtarmak için onu baldırında saklar, sonra bir mağaraya yollar. Dionysos bu mağarada şarabı yaratır. Bu öyküde, güneşin ateşi altında üzümü üreten toprak simgeleştirilmektedir; ezilen üzümler şarap olarak yeniden dirilirler, şarap da neşe verir.

Dionysos, Giritli asıldan tanrı Zagreus'la eş tutulmaktadır ki bu sonuncu tanrının yazgısı, Oziris'inkini anımsatmaktadır. Zeus'la Persephone'nin oğlu olan Zagreus, kurtulmak için boğa biçimine girer. Titanlar da onu öldürüp yerler; fakat Zagreus'un yüreği her nasılsa kurtulur, bu da onun öldükten sonra dirilmesini sağlar. Ölen tanrı Dionysos-Zagreus bir boğa, ya da kafatasında boynuzlar bulunan bir insan biçiminde yeniden dirilir.

Tapınış tanrısal bir boğanın kurban edilmesinden ibaretti. İnananlar boğanın insana iyi gelen gücünü edinmek için onun etini geceleyin meşalelerin ışığında, coşkulu ve karmaşık birtakım ayinler arasında yiyorlardı. Euripides "Bakkha'lar' adlı güzel tragedyasında bu dağınık saçlı, başlarına sarmaşıktan ya da meşe yaprağından taçlar, sırtlarına ceylan postları giyen, kucaklarında yılanlar ya da memelerini emen küçük oğlaklar taşıyan bu kadınların coşkunluğıınu, azgınlığını anlatır: Bakklıa'lar, sarmaşıklara sarılı bir çeşit sopalar olan "thyrsos"larını havaya kaldırarak dansederler; hayvanların üzerine atılıp bunları parçalarlardı. Kral Pentheus Bakkha'ların bu azgınlıklarına karşı gelmek istediği için onlar tarafından öldürüldü.

Başka bölgelerde ve örneğin Atina'da tapınış daha az haşin, daha çok artistik biçimler alırdı. Bakkha korosu, şarap tanrısını öven dinsel şarkılar (dithyrambos) okur, dansların yanı-sıra diyaloglar söylenir, sahne oyunları oynanırdı. Tragedya ilk komedyanın kökü buradan gelmedir. Atina'daki büyük Dionysos şenlikleri onuruna Aiskhylos'un, Sophokles'in, Euripides'in yazmış oldukları oyunlar oynanırdı. .

Dionysos'a tapınış biçimi Orpheus tarafından arıtıldı: söylentiye göre de Bakkh'lar, gelenek halindeki azgınlıklarına karşı durduğu için Orpheus'u parça parça ettiler. Orpheus tatlı bir ozandı, evrensel yaşamla eş tutulan ve eros adıyla simgeleştirilen kişilikdışı bir tanrıya inanıyorlardı. Dünyanın birliğini, tüm varlıkların dayanışmasını, kendisini hayvanlarla ve tüm doğayla birleştiren yakınlığı derinden duyuyordu. Ona göre, bedende hapsolan ruh (soma) birkaç yaşam geçirdikten sonra bundan kurtulmalıdır: Ruh, ileride süreceği göksel yaşama daha şimdiden hazırlanmalı; bunun için tinselliği içine sindirmelidir.

Mysteria'lar erginleşen kimseyi (initie) ahretteki yaşama hazırlardı. Mystes Unutma pınarından kaçınmalı, Anma pınarından içmelidir: Çünkü Orpheus'un yarattığı iyicil büyü formüllerini burada bulacaktır.

Görünüşe göre Orphizm yani Orpheus dini Yunan felsefesine Pythagores tarafından sokulmuştur. Platon da onun etkisi altında kalmıştır. Söderblom'un dediği gibi, "Platon'un aracılığı ile Batı, mysteria'lardaki sofuluk ve Dionysos ayinlerindeki sarhoşluk gibi bir mirasa konmuştur."

Burada insanın, Orpheus'la Pythagores'in Hindistan'ın etkisi altında kalıp kalmadıklarını sorası geliyor: Çünkü Pythagores zamanında Küçükasya'daki Yunan kentlerinin temsilcileriyle Hindistan'ın Batı illerinin temsilcileri, ortak efendileri olan Pers kralının sarayında buluşmaktaydılar.

Demeter'le ilgili başka birtakım mysteria'lar da vardır. Demeter'in kızı Persephone, cehennem tanrısı Hades tarafından kaçırılır. Acı içinde kıvranan Demeter yollara düşerek dünyayı dolaşır, ıstırabını haykırır. Toprak kurur, kısırlaşır. Mutsuz tanrıça Eleusis kralı tarafından konuk edilir. Kral de Zeus'un Perscphone' yi anasına geri vermesini sağlar: Bitkiler hemen yine dirilir. Fakat cehennemde genç tanrıça nar yemiştir. Ölümlü yazgısından büsbütün kurtulma olanağını bulamaz. Zamanının yarısını yerüstünde, öbür yarısını da yeraltında, cehennemde geçirir ve buranın Kraliçesi olur. Kızına kavuştuğu için minnetle dolu olan Demeter, Elcusis kralına buğday ekmesini öğretir.

Bu efsane bitkilerin kaybolup yeniden ortaya çıkışlarının açıklamasını antik toprak tanrıçasına tapınışı ve belki de buğday toteminin anısını bir araya getirmektedir. Daha sonraları bitkilerin dirilişi düşüncesine, ölümden sonra yaşayan ruhun kurtuluşu düşüncesi de katılmış olsa gerektir.


İşte Eleusis'teki mysteria'larda bu iki tema yüceltilmekteydi. Ayinin başlıca icracısı ilkin bir kadın rahip, daha sonra da bir rahip Qierophante) olmuştur. Ayinler kadınlara, fahişelere, kölelere açıktı; fakat Hellenistik çağa değin, Barbarlara açık olmamışlardı. Kutsal bir mütareke sayesinde Atinalı elçiler mystcria'lara öteki Yunanlıları da çağırıyorlardı.

Atina'da başlayan şenlikler, Eleusis'te sürüyordu. Ayin gereğince oynanan tragedyalar, Demeter'in başından geçenleri anımsatıyordu. Birtakım sınavlar, insanları mezarötesi yaşama hazırlıyorlardı. Kimi yorumculara göre en heyecan verici an, yeni hasat edilmiş bir buğday başağının büyük bir sessizlik içinde ortaya çıkarılışıydı: Bu başak, ölümle yeniden dirilişi simgeleştirmekteydi.

Eleusis'te buğdaydan yapılmış bir çörek yenerek bir çeşit şaraplı ekmek yeme ayini (komünyon) düzenleniyordu.

Orfik ayinlerin Eleusis usulü ekmekle Komünyon, Dionysos usulü şarapla Komünyon ile birleştirip böylelikle Hristiyan Komünyonunu hazırlamış olmaları olasıdır.

Yabancılar kadar kadınların ve kölelerin de katılabildikleri Doğu tapınışları Yunanistan'a erkenden girdiler. Özellikle İskender'in Asya'yı fethinden sonra da orada geliştiler. Bununla birlikte Yunan dini bunların etkisine Roma dininden biraz daha iyi dayanabildi.

Elinde güç bulunan Hristiyan Kilisesi, daha korkunç bir düşmandı. Tapınakların yıkılmasını, ya da biçimlerinin değiştirilmesini emretti. Serbest Hellen felsefesinin son sığınağı olan Atina Okulunu 529'ta kapattırdı.

Fakat Yunan dini dünyada silinmez izler bıraktı. Bu dinin verdiği esinle mimari, heykelcilik, edebiyat alanlarında yaratılan sanat yapıtlarının yüce güzelliği insan düşüncesiyle Hellenizm öncesi ilkel büyücülük arasında çok doğal olan Toprak-Ana'ya tapınış arasında, Orfik gizemciliğin soylu telkinleri arasında sürekli bir temas sağladı.


Dinsel konularda olduğu kadar tüm öteki konularda da gerçeği özgürce araştıran filozofların görkemli çabaları insanlığa, hiçbir zaman unutulamayacak olan bir örnek verdi.

Ernest Renan'ın "Akropolis Üzerinde Dua"sında "Grek Mucizesi" diye adlandırabildiği şeyin iki ana öğesi vardır: Güzellik ve Gerçek. 




Felicien Challaye dinler tarihi


Çeviren: Samih Tiryakioğlu


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Siyahkaya Barajı / Silopi / Şırnak