Büyü kavramı, Eski Türk kültüründe kullanılmaktadır. Eski Türk dilinde büyü; “bügi”, “bügü” şeklinde yazılmaktadır. Büyü anlamına gelen Almanca ve Fransızca Magie, İngilizce Magi, Magic (Spell, incontation, Sorcery, Charm) kelimelerinin aslının Yunanca Magos’tan geldiği bilinmektedir.
Büyü; tabiatüstü gizli güçlerle ilişki kurularak veya gizli güçler içerdiğine inanılan bazı tabii nesneleri kullanarak belli birtakım amaçları gerçekleştirmek gayesiyle yapılan davranışlar olarak tanımlanmaktadır.
Tabiat üstü güçlerle tabiatın etkilenebileceği düşüncesi insanlığın en eski düşüncesi olarak bilinmektedir. Kimi bilim adamlarınca sanatın kaynağı olduğu ileri sürülen büyü, gerçekte üç ayrı düşünceyi içermektedir. Birincisi; tabiat üstü güçlerin varlığı, ikincisi; bu güçlerden bir takım işlemlerle yararlanılabileceği, üçüncüsü ise; bu güçlerle tabiatın insan iradesine bağlanabileceği inancıdır.
Büyü; insana ve tabiata ilişkin olayları maddi dünyanın ötesindeki gizemli dış güçler aracılığı ile etkileyip yönlendirdiğine inanılan törensel eylem olarak da bilinmektedir. Geniş anlamda, dinî tören ve inançlardan, el çabukluğu, gözü ve gönlü bağlamaya dayalı gösterilere kadar pek çok uygulamayı kapsayan büyü, dünyanın her yerinde ve bütün dönemlerde rastlanan toplumsal ve kültürel bir olgudur.
Büyücü kelimesi, Arapça’da sâhir deyimi ile kullanıldığı gibi, Arapça ve Farsça karışımı sihirbaz kavramıyla da kullanılmaktadır Büyü yapan kişiye büyücü denilmektedir. Büyücülük; büyü yapma mesleğidir. Büyü, olağanüstü etkileyici bir güç veya bilgiye sahip olduğuna inanılan bazı insanlara yaptırılır.
Bunlar büyücü, kam-şaman, sihirbaz ve hekim gibi toplumlara göre isimleri değişen kimselerdir.
Türkçe’de büyücülük ile sihirbazlık aynı anlama gelmemektedir. Sihirbazlıkta gözü, görüntüyü aldatan, hokkabazlık, el çabukluğu ve renk yanıltmasına dayanan bir sanatı yürütme anlamı da vardır. Sihirbaz; illüzyonizm, manyetizma, hipnoz ve telepati gibi teknikleri uygulayan kişidir. Büyücü ise; iyi veya kötü varlıkların yardımını sağlayan, büyü teknik ve usullerini, tılsımlı sözleri, iksirleri, uygun materyali, muska ve diğer ilgili konuları bilen ve kullanan kimsedir.
Büyü ilahi olanla ve ahiretle çok fazla ilgilenmez. Allah’a yaklaşma, Allah gerçeğini tanıma ve günahlardan sıyrılma gibi arzular, büyü yoluyla tatmin edilemez. Kutsalla ilişkisi bulunmaması ve ahlâkî amaç taşımaması büyünün en temel özelliklerindendir. Başlıca gayesi ise, daima çıkar sağlamaktır. Büyü; insan ve hadiselere etki ederek, tabiat olaylarını ve güçlerini kontrol altına alıp, kişi ya da kişilere iyilik veya kötülük etmek suretiyle bir menfaat sağlama işidir. Büyünün, kutsalla ve din ile ilişkisi olmadığı için müşterisi, dinin ise; inanan bir cemaati vardır.
BÜYÜ İLE İLGİLİ KAVRAMLAR
Büyü ve sihir uygulamaları ile ilgili birtakım kavramlar bulunmaktadır. Bu kavramların, büyücülerin uyguladıkları teknikler, kullandıkları yöntemler ve malzemeler bakımından büyü ile yakın ilişkisi olduğunu düşünmekteyiz. Bu kavramları maddeler halinde açıklayacağız.
a) Afsun:
Farsça bir kelime olup, okuyarak üfleme yoluyla yapılan bir büyücülük kavramıdır. Afsun, dilimizde üfürükçülük deyimiyle de kullanılmaktadır. Büyüye tutulmuşları, hastaları ve “cin çarpmış” sanılanları iyileştirmek amacıyla, ya kutsal kitaplardan bölüm ve duaları okuyarak ya da büyülü sözlerden ve formüllerden faydalanarak, okuduklarını hastaların yüzlerine üfleyen kimselere de üfürükçü denilmektedir.
Afsun kelimesini Orta Asya Türk lehçelerinde de görmekteyiz. Bugünki Kıpçak lehçelerinde “arbav”, Doğu Türk lehçelerinde “arbış” şeklinde söylenmektedir. Yakut lehçesinde bu kelime “kötü ruhları aldatmak ve dalkavukluk etmek” anlamlarına gelmektedir.
Afsunlama yöntemine Hıristiyan ülkelerde değişik şekillerde rastlanılmakla birlikte, bu usul İslam ülkelerinde uygulanan bir çeşit büyücülük şeklidir. Afsun, her türlü kaza ve belalardan, nazar ve hastalıklardan, kötü düşünce ve zararlı varlıklardan korunmak için yapılmaktadır.
Kendilerinde yılanları, akrepleri v.b. zararlı varlıkları uyuşturma kudreti bulunan bazı kimseler, bunların zehirlerine karşı afsunlama yaparak korunma yöntemi uygularlar. Bunu da belli bir bedel karşılığında yaparlar. Bu maksatla vücudun belli bir organına afsun yapılır. Artık o organla çeşitli zararlı hayvanların tehlikesizce tutulabileceğine inanılır. Dünyanın çeşitli bölgelerinde de bu ve buna benzer uygulamalara rastlanmaktadır. Çeşitli zararlı haşereler tarafından ısırılan veya sokulan insanlar afsunculara okutturulmaktadır.
b) Bağlamak:
Herhangi bir şeye düğüm atarak, bir kilidi kilitleyerek ve bir bıçağı kapatarak birilerini veya kötülükleri bağlama büyüsüne olan inanca, bağlama büyüsü denilmektedir. Bu büyünün çıkış noktası insanların pratik tecrübelerine dayanmaktadır. Birtakım kötü kuvvetleri ve cinleri bağlamak, onları zararsız hale getirmek, iplere düğümler atmakla mümkündür. Bu nedenle her çeşit düğüm, insanlara büyülü görünmüştür.
Bağlama büyüsü; insanların ağzını, dilini ve uykusunu bağlamak, cinsel gücünü yok etmek ve evcil hayvanlarını, kurtların ve yabani hayvanların zararlarından korumak için de yapılmaktadır.
Bağlama her yaştan her cinsten insanlar için geçerli olmakla birlikte, büyü yapmak veya yapılan büyüleri bozmak için de yapılmaktadır. Kısmetlerinin kapalı olduğuna inanılan bir genç kızın kısmetini açmak ya da kapamak, birbirini seven kimselerin kavuşmalarını önlemek veya daha ziyade evlilik esnasında damat ve gelinin gerdek gecesinde birlikteliklerini önlemek için yapılmaktadır.
Bağlama büyüleri genelde bağlanmak istenilen kişilerin saçından veya o kişiyi temsil eden herhangi bir şeyinden alınarak yapılmaktadır. Mesela; bağlanacak kişinin yedi adet saç teli gizlice alınıp yeşil bir ipliğe bağlanarak, kişinin ismi bir kağıda yazılmaktadır. Saçlar bir kağıda sarılarak bal mumu ile kaplandıktan sonra üç gün bekletilmekte, daha sonra da o kişinin ismi yetmiş defa söylenerek evine doğru üflenmektedir. Böylece bağlanma işinin gerçekleşeceği düşünülmektedir.
c) Bakıcılık:
Bakıcı; Arapça’daki “nazır” kelimesinin karşılığıdır. Bazen kâhin ve falcı ile eş anlamlı kullanılırsa da, farklı bir kavramdır. Kahinler ve falcılar mutlak olarak gaipten haber verdiklerini iddia ederken, bakıcı özellikle görme duyusunu kullanarak kehanette bulunur. Bunun için de çok defa aynaya, tırnağa, su dolu tasa veya zeytin yağı gibi şeffaf maddelere, hayvanların yürek, ciğer ve kemiklerine bakarak, bunların parlak veya saydam yüzeyinde gördüğünü öne sürdüğü hayali şekillerden hareketle yitik ve çalıntı eşyalar hakkında bilgi vermektedir.
Bakıcılık, gelecekten haber aldığına inanılan bir çeşit falcılıktır. Antik çağ Yunanlıları bakıcı ya da bilicilere “bakis” adını vermektedir. Bakıcılara cinlerle iletişim kurduğu için cindar da denilmektedir. Bir çeşit Şamanlık faaliyeti olarak bilinmektedir. Bakıcı, çoğu zaman bir kap içerisine konulmuş olan sudan veya çizdiği daireden geleceği görmek, hastalıkların sebeplerini öğrenmek, çalınan kıymetli bir yitiğin kim tarafından çalındığını tespit etmek ve düşmanlık eden kişilerin isimlerini söylemek gibi işlemlerle uğraşan kimsedir.
d) Fal:
Gelecekten ve bilinmeyen olaylardan haber almak için çeşitli nesnelerden anlam çıkarmaktır. Arapça da fal (fe’l); uğur ve uğurlu şeyleri gösteren simge anlamına gelmektedir. Batı dillerinde genellikle gelecekten haber verme (kehanet) anlamındaki Grekçe Monteia (İngilizce’de Money, Fransızca’da moncie) ekiyle yapılan ve fal türlerine göre değişen kelimeler kullanılmaktadır.
Fal genelde ya bazı alet ve araçlarla veya bazı yöntemlerle tahminlerde bulunma, içinde bulunulan zamanla ve gelecekle ilgili yorum yapma işine de denir. Kehanet ve bakıcılıkla ilgili ortak yönleri varsa da, fal özü itibariyle farklıdır. Falcı birtakım şeylere bakar, belirli işlemler yapar, özel alet ve araçlar kullanır. Falcı gaipten haber verdiğini iddia eder. Bakıcı ise görme duyusunu kullanarak kehanette bulunur. Falcının farklı bir yeteneği uymak zorunda olduğu züht kuralları yoktur. Falcı, bazı teknikler, kurallar ve söz kalıplarıyla belirli şeylerden anlamlar çıkararak, olumlu veya olumsuz sonuçlara ulaşmaktadır.
Gelecekte olacak olayları önceden bilen kişiye kâhin, bu olayları bakıcılık ve cinler yardımıyla veya özel yeteneklerle icra etme işine de kehanet denir. Kahin, riyazet esnasında aç kalarak kendinden geçtiğini ve vecde ulaştığı durumlarda da gözle görülmeyen varlıklardan özel olarak bilgi aldığını iddia etmektedir.
Kahinlerin ilhamlarının kaynağı, cin ve şeytanlara dayanmaktadır. Kulak hırsızlığı yoluyla gökten haber aldığına inanılan cin ve şeytanlar, doğru ve yanlış öğrendiklerini arkadaşları vasıtasıyla büyücü veya kâhinlerin kalplerine ulaştırmaktadır. Cahiliye Arapları, büyücü, kâhin, şair ve sihirbazların cinlerle irtibat kurarak, onlardan ilham aldıklarını kabul ediyorlardı. Böylece kulak hırsızlığı yoluyla gökten haber çalan cinler, bu haberleri kâhin ve sihirbazlara ulaştırdıklarında, onların ardından gök yüzünde kayan ışıklar atıldığına inanıyorlardı.
İnsanoğlunun bilinmezi ve esrarengiz olanı keşfetmek için, çeşitli yöntemler kullandığı bilinmektedir. Zaman içinde onun bu ihtiyacını karşılamak üzere bu işi meslek haline getirenler çıkmış ve bunlar toplumda büyük itibar görmüşlerdir. Büyücü, kâhin ve şifacı gibi isimlerle anılan bu kişiler, sezgi gücüne dayanarak, görünmez varlıklarla temasa geçerek ya da tabiattaki bazı varlık ve nesnelerin durum ve davranışlarını yorumlayarak söz sahibi olduklarını iddia etmektedir.
Falda, çeşitli araç ve teknikler kullanıldığından, değişik fal türleri ortaya çıkmaktadır. Başlıca fal türlerini şu şekilde sıralayabiliriz. Yıldız falı, el falı, kağıt falı, iç organ falı, kum falı, zar falı, kitap falı, ateş falı, su falı, rüya yorumu, astroloji falı, kahve falı vb. gibi fal çeşitleri bulunmaktadır.
d) Hipnotizma:
İnsanların, ruhsal bir gücün etkisiyle uyutulabileceği inancıdır. Uykuya benzemekle birlikte kişinin etkinlikte bulunurken olağan günlük bilincinin dışına çıkmasıyla normal uykudan ayrılan, kendisine özgü fizyolojik belirtileri olan psikolojik bir durumdur. Bu durumda içe dönük yaşantılar, tıpkı gerçekmiş gibi algılanarak benimsenir ve cevaplandırılır.
Halk inançlarında bu basit telkin yöntemi tabiat üstü ve ruhsal bir gücün etkisine bağlanmaktadır. Bu sayede insanların etki altına alınabileceğine inanılmaktadır.
Hipnozun yöntem farklılıkları bir tarafa bırakılırsa tarihi, büyücülük kadar eskidir. Bilimsel tarihi ise 18. yüzyılın sonlarında, hastalarını tedavi etmede hipnoz yöntemini kullanan Viyana’lı hekim Franz Mesmer ile başlamaktadır. Mesmer “hayvansal magnetizm” adını verdiği hipnozu, doğru bir biçimde uygulayan kişiden hipnotize edilene geçen büyülü bir güç olarak tanımlamaktadır. Tedavi yöntemi olarak hipnoz, tıp, psikiyatri, psikoloji ve diş hekimliği alanlarında yaygın olarak kullanılmaktadır. Mesela gerginlik, migren, ruhsal yapıyı etkileyen olumsuz yaşantıların hatırlanmasında ve savaş nevrozu gibi bozuklukların tedavisinde de kullanılmaktadır.
e) İspirtizma:
Ölülerin, ruhlarının yaşadığı ve onlarla konuşulup, görüşüleceği yolundaki boş inanca ispirtizma denilmektedir. Ölülerle ilişki kurarak onların sözlerini algılayabileceklerini iddia eden medyumlar, ölülerden aldıkları bilgilerle insanları etkileyebileceklerine inanmaktadır. Ruhlarla, ispirtizmaya inananlar arasında aracı olan bu kişiler, ruh adına konuşmaktadır. Bu insanlar ölüler adına davrandıklarına ve konuştuklarına kendileri de inanmaktadır. Ölüler dünyasıyla aracılık ettiği iddiasında bulunanların tarihi, ilk çağlara kadar dayanmaktadır. Günümüzde de bu tür inançları yaşatanlar bulunmaktadır.
f) Muska:
Muska, Batı dillerinde Latince amuletum’dan gelmektedir. Amuletler fonksiyonlarına göre iki gruba ayrılırlar; birincisi, insanları ve varlıkları zararlı dış etkilerden uzaklaştırmak, ikincisi ise; iyilik ve güzellik getirmesi için yapılmaktadır. İnsanları kötülüklerden koruyacağına inanılan nesnelere muska denilmektedir. Genellikle olası bir hastalıktan korunmak ya da tedavi amacıyla yazılarak taşınan nesnelere verilen isimdir. Çoğunlukla üçgen biçiminde olup, deri, gümüş ve altın muhafazalar içerisine konularak, boyuna veya kola takılmaktadır.
Yazıyı bilen topluluklar ve kültürlerde kutsal kitaplardan alınan cümleler, kutsal sözler, Tanrı, peygamber, aziz ve evliya isimleri, büyülü formüller kağıt, deri, altın, bakır vb. üzerine yazılarak muska olarak kullanılmaktadır.
Günümüz modern insanı muska diyebileceğimiz çeşitli nesneleri üzerlerinde, son model arabalarında, dükkanlarında, bürolarındaki masalarında ve lüks apartmanlarında taşımaktadır. Aynı zamanda taşıyanlara güç verdiği, uğur getirdiği veya uğursuzluğu giderdiği kabul edilen nesnelere de fetiş denilmektedir. Bu nedenle muskaların fetişle de ilgileri bulunmaktadır.
ğ) Nazar:
Arapça bir kelime olan nazar, sözlükte bakış veya bakmak anlamına gelmektedir. Kişide kaza, hastalık, hatta ölüm gibi olumsuzluklara yol açtığına inanılan bakış ya da kem gözle yapılan kötülüklere denilmektedir.
Birisi hastalanıp yatağa düşse insanların koyacağı ilk teşhis nazardır. Bu yüzden halk arasında “nazar değdi, göz değdi, nazara göze uğradı, göze geldi” gibi ifadeler yaygın bir biçimde kullanılmaktadır.
Nazar inancına hemen hemen dünyanın her tarafında rastlanmaktadır. Eskiden beri bu zararlı güce karşı konulmaya ve onun yıkıcı ve öldürücü gücünden korunmaya çalışılmaktadır. Nazarın psikolojik temelinde kıskançlık ve haset duygularının yattığı bilinmektedir. Nazardan korunmak için izlenen ve halk arasında yaygın olan iki yol vardır. Birincisi; nazarlık asmak, ikincisi ise; dua etmektir.
Peygamberimizin bu konuyla ilgili bir hadisinde; “nazar (göz değmesi) haktır” dediği rivayet edilmektedir.
Eskiden günümüze kadar örf ve adetlerle gelen ve göz değmesini önlemek için şu nesneler kullanılmaktadır: Göz boncuğu, mavi boncuk, hurma çekirdeği, iğde dalı, sümüklü böcek, özerlik tohumu, çörek otu, kaya tuzu, at nalı, delikli taş, geyik boynuzu, koç kafası v.b. gibi. Ülkemizde bunlara nazarlık denilmektedir.
h) Tılsım:
Nesnelerin tabiatüstü güç taşıdığı inancına denilmektedir. İlk çağlardan beri ve hemen bütün toplumlarca bazı nesnelerin tabiatüstü güce sahip olduğu veya büyücüler tarafından kimi nesnelere bu gücün aktarılabileceği inancından kaynaklanmaktadır. Özellikle ilkel kabile mensupları, kendilerinin görünmez ve tabiat üstü kuvvetlerle kuşatıldıklarına inandıklarından, bu görünmez güce “mana” ismini vermektedir.
Tılsımlar, insanları koruyabileceğine ya da uğur getirebileceğine inanılan, doğal veya insan yapısı nesnelerdir. Tılsımlar değerli taş, metal, hayvan dişi ve pençesi, melek ve peygamber isimleri ve bitki gibi çok değişik türlerden meydana gelmektedir. Tılsımların etkisinin tabiattaki güçlerle ilişkilerinden, dini çağrışımlardan ya da uğurlu kabul edilen bir zaman diliminde törensel biçimde hazırlanmalarından kaynaklandığına inanılmaktadır.
Tılsım kullanmanın kökeni çok eski çağlara dayanmaktadır. Tılsımların en eski şekli eski Mısırlı’larda bulunmaktadır. Eski Mısır’da yetmiş beş tılsım olduğundan söz edilmektedir. Bunların en yaygın olanı ise; hem yaşayanların, hem de ölülerin taktığı yuvarlak böcek (Skarabeydi) olduğu ifade edilmektedir. Yine ölümden sonra dirilmeyi sağladığına inanılan “doğan güneş” tılsımı kullanılmaktadır. Eski Romalılar’ın zehirlenmekten korunmak için esrarengiz işaretler yazılmış tılsımlar taşıdığı bilinmektedir. Eski Türk topluluklarında tılsım kullanma adeti ve bu tılsımların her türlü bela ve afetlerden koruyacağı inancı yaygındı. Yahudiler arasında geç dönem kabbalistlerinin de onayıyla tılsım kullanımı varlığını sürdürmektedir. Hıristiyan din adamlarının orta çağda getirdiği yasaklamalar yavaş yavaş ortadan kalkarak, tılsım kullanımı varlığını devam ettirmektedir. Tılsımlar, zararlı etkileri uzaklaştırıcı olmaktan çok, taşıyıcısına mutluluk ve başarı getirecek bir uğur eşyası olarak algılanmaktadır.
TÜRK HALK İNANÇLARINDA BÜYÜ VE BÜYÜ İLE İLGİLİ UYGULAMALAR
Yüksek Lisans Tezi
Abdulkadir Sipahi