23 Ekim 2022 Pazar

Avrupalıların Afrika İçin Mücadeleleri

 Avrupalı kaşiflerin Afrika'nın iç bölgelerini keşfinin  ardından el değmemiş mineral, değerli maden ve tropik hammadde kaynaklarıyla ilgili bilgilerin gelmesi, sanayileri hammaddeye ihtiyaç duyan Avrupalıların Afrika'ya ilgisinin  artmasına neden oldu. Bu durum Avrupa haritasında politik tansiyonun yükselişi ile çakışmıştı. Yaşananlar 19.  yüzyılın sonlarında Afrika'nın parçalara ayrılmasına neden oldu (1884 yılında Berlin'de yapılan konferans Avrupalı rakip devletleri kıtayı parçalara ayırma konusunda cesaretlendirdi).

Batı, Orta ve Doğu Afrika'da Avrupalılar, Afrikalı  uluslarla  ve kendi aralarında savaşmaya başladılar. Fransa kuzeyde, batıda  ve Ekvator etrafında kimi bölgeleri ele geçirdi. Almanlar ve Belçikalılar Kongo ' nun etrafında koloniler kurdular. Güneyde Portekizliler Angola ve Mozambik'e yerleştiler. İngiltere ise Güney Afrika'dan Mısır'a kadar doğu bölgelerinde hakimiyet kuruyordu. İngilizlerin batıdaki kimi bölgelerde de gücü vardı (yaklaşık 10.3 milyon kilometrekarelik bir alan). Aralarında İtalya ve İspanya'nın bulunduğu diğer Avrupa ulusları kalan bölgelerde hak iddia ediyorlardı.

Aralarında Ashantilerin, Etiyopyalıların, Dervişlerin, Zuluların ve Faslıların bulunduğu pek çok Afrika ulusu ve onların liderleri bu Avrupalı  saldırganlık   dalgasına  karşı  koydular.   Başlarda  kimi başarılar  elde  etseler  de  Avrupalıların   ateşli  silahlarının  gücü karşısında çaresiz kaldılar. Avrupalı yöneticiler yerel coğrafyayı, kabilesel ve dinsel dağılımı göz önünde bulundurmaksızın kolonileri arasında sınırlar çizdiler. 1914 yılına gelindiğinde yalnızca Etiyopya ve Liberya bağımsız devletler olarak kalabilmişlerdi. Etiyopya 1896 yılında İtalyan sömürgeciliğine başarıyla direndi. Liberya serbest kalan Amerikan köleleri için bağımsız  bir devlet olarak 19. yüzyılın başında kurulmuştu.


Alıntıdır.


Bağıştaş Barajı / Fırat Nehri / İliç / Erzincan

 


TÜRK MİTOLOJİSİ'NDE GEÇEN KİŞİLER, KAVRAMLAR VE TANRILAR - 36

 KAMBAR


At tanrısı. Atları korur. İsminin başında bazen Yılkıcı (at sürüsü sahibi) sıfatı kullanılır. İskitlerden bu yana Türklerle iç içe veya komşu olarak yaşayan ve etkileşim halinde bulunan Taciklerdeyse yıldırım tanrısı olarak görünür. Türklerde atların yıldırımdan yaratıldığı inanışı kabul görmüştür.



KAMOS

Kabuslara neden olan kötü ruh, cin. Geceleri gelip, rüyalarda insanları korkutan ve ruhlarını alan biçimsiz yaratık. İnsanları uykuda yakalayarak götürür. Kimi zaman iriyarı, bazen de cüce görünüşlüdür. Keçiye benzediği de söylenir. Kedi gibi sessizce gezer. Gün ışığından korkar ve güneş doğunca kımıldayamaz. Tek başına uyuyan insanların çarpılmalarına veya nefeslerini keserek boğulup ölmelerine sebep olabilir. Kamos'un üzerine bütün ağırlığıyla çöktüğü insan, kanının çekilip damarlarının kuruduğunu sanır. Başında bulunan börk alınabilirse, bunu başaran insanın elinde börk büyüklüğünde altın kalacağı söylenir. Bazı görüşlere göre eski Ortadoğu (Moab, Asur) mitolojileriyle de bağlantılıdır.



KANlM HAN


Güven tanrısı. Yeryüzündeki dürüst ve güvenilir insanları korur. Ülgen Han'ın oğludur. Er Kanım olarak anılır. Güvenilirlik Türk inanç sistemindeki önemli kavramlardan birisidir. Bu isim "kan" kelimesiyle yakından ilgilidir. Kan hayat verici bir güç ve nesilden nesile aktarılan bir yaşam ve kalıtımsal özellik taşıyıcısı olarak düşünülür. Efsanelerde kahramanlar doğarken avuçlarında sertleşmiş bir kan pıhtısı tutarlar. Yeminler kan akıtarak yapılır. Efsanelerde kanla ıslanmış mendiller sürüldüğünde kör olan göz görmeye başlar. Kanları birbirine karışan ve süte damlatarak karşılıklı olarak içen insanlar kan kardeş olurlar ve ömür boyu hatta ölümden sonra bile soydan gelmiş kadar geçerli sayılır. 




KARAGUŞ/ KARAKUŞ


Kuş tanrısı. Kuşlara hükmeder. Tanrı Ülgen'in oğludur. Şamanların göğe yaptıkları yolculuklarında ondan yardım aldığı söylenir. Ayrıca, Kamın tören sırasındaki bazı hareketler Şamanizm sonrasında bile kimi yörelerdeki kartal oyunuyla temsil edilmektedir. "Harahusta" veya "Karakustana" olarak bilinen bu oyunun aslında geçmişteki kökenlerinde Karakuş Han'a bir saygı içermesi, bu nedenle oynanmaya başlanmış olması da muhtemeldir. Türklerde kartal ve ona benzeyen sungur, doğan, atmaca, laçin gibi büyük ve yırtıcı kuşları tanımlamak amacıyla genel olarak onlara "karakuş" adı verilir. Geçmişte bu yırtıcı kuş türleri öte alemlerle olan bağlantıyı temsil eden canlılar olarak da görülürlerdi. Hatta bunların bazı ruhları taşıdığına inanılırdı. Karakuşlar şamanların yardımcı ruhları olarak algılanır. Şaman yırlarında (şarkılarında) Karakuş'tan yardım istendiğine zaman zaman rastlanır. Teleğüt kamlarının davullarında simgeselleştirilmiş karakuş figürleri çizilirdi ve bunların tırnakları demirden olduklarını vurgulayacak biçimde son derece iri olarak resmedilirdi. Er Töştük'ü yutan karakuşun yavruları annelerine kendi dilleriyle dev bir yılanın ağzından kendilerini onun kurtardığını söylerler. Böylece karakuş onu karnından sağ olarak çıkartır. Karakuş masallarda yiğitleri bütün olarak yutar ama onlar kuşun karnından tekrar sağ olarak çıkarlar.



KARAHAN



Kara Ulus'un yani sıradan (soylu olmayan) insanların önderidir. On oğlu ve dokuz kızı vardır. Soylu olmayıp, halktan sıradan bir kişi iken sonradan hanlık elde edenleri veya devlet kuranları temsil eder.

Kara Deniz'de yaşar (Ak Deniz'in yanında ikincil öneme sahiptir). Bir efsaneye göre Kara Han gerçekte Gök Tanrı'nın oğludur ve babasıyla anlaşamayınca yeraltına inerek oranın hakanı olmuştur. Kara renk Türklerde gücü ve otoriteyi vurgular ve kuzey yönünün simgesidir. Bu açıdan bakıldığında tarihte yer alan Karahan Devleti'nin ismi tesadüfi değildir.



KARAKIZLAR


Kötülük tanrıçaları. Erlik Han'ın kızlarıdırlar. Adları bilinmez. Dümdüz, kuru, çıplak, kaygan bir yerde yaşarlar. Vakitlerini eğlenerek geçirirler. Göğe çıkan şamanı ayartıp yolundan çevirmeye çalışırlar. Bazen cinsellikle ilgili davranışlarda bulundukları anlatılır. Saçları karayılana benzer. Erkek kardeşleriyse Karaoğlanlar olarak bilinirler.



KARAKORŞAK


Hayvan cini. Eşek, köpek, domuz, keçi kılığına girdiğine inanılan bir varlıktır. İnsanları geceleri kaçırdığı söylenir. Geceleri çok fazla dışarıya çıkmanın doğru olmadığını vurgulayan bir halk anlayışının dışavurumudur.



KARAMAT


Sanrı cini. Kabuslara neden olan, hezeyanlar ve psikolojik bozukluklar ortaya çıkaran kötücül varlık. Günümüzde şizofreni adı verilen ruhsal hastalığa benzer durumların geçmişte bu varlıkla ilintili olduğu düşünülmüştür. Bu kavramın anlamı bazı kaynaklarda "kinci ruh" olarak da tarif edilir. Tatarcadaysa tam tersi bir manayla "hayırsever ruh'' veya "koruyucu ruh" demektir. Azericede kullanılan "karamat basmak" (kabus görmek) deyiminde yine bu varlıkla ilişkili olarak olumsuzluk içeren bir kavramla karşılaşılır. Çuvaşyada çok köyde bulunan "Kiremet" adı verilen tabu alanı, ölen kişinin ruhunun yerleştiği yer anlamına gelir.



Bahattin Uslu’nun Türk Mitolojisi adlı kitabından alıntılanmıştır.

Ayasofya Camii / İstanbul

 


DOĞU GÖK-TÜRK DEVLETİNİN ZAYIFLAMASI

 Wei nehri kenarından yapılan anlaşma sonrasında artık Doğu Gök-Türk devletinin T'ang hanedanı üzerinde siyasî ve askerî üstünlüğünü sona ermişti. T'ang imparatorluğu günden güne kuvvetini artırıyor iken Doğu Gök-Türk devleti bundan sonra hızla zayıflamaya başlıyordu. T'ai-tsung'un gücünün artmasına paralel olarak, muhalif çinli devlet adamları birer birer gidip ona teslim oluyorlardı. Bunlardan Yüan Chün - chang, 627 yılının beşinci ayında T'ang hanedanına bağlandı. Buna sebep olarak da İI Kağanın kötü idaresini gösterdi. Yakında yıkılacağını anlamıştı. İl Kağan onu arkasından takip etmiş ise de yakalayamamış askerleriyle hızla kaçmıştı.


İl Kağan, 621 yılından beri en büyük düşmanı Çin'e karşı zaferden zafere koşmuştu. Çin topraklarında kendinden evvel hiç bir Gök-Türk kağanının gidemediği kadar ilerilere uzanan geniş çapta akınlar düzenlemişti. Ancak ülke içinde ise idarede aynı başarıyı gösteremedi, çok önemli bir makama getirdiği Çinli Chao Te-yen'in etkisinde kalmıştı. Çinliler nazarında bile namuslu ve temiz, dürüst olan Gök-Türk kanunları Çin'den farklı idi. İdarî kanunları ve kuralları Çin'in karmaşık kanunlarının yanında daha sade ve Gök-Türk yaşayışına uygun idi . İl Kağanın yüksek makama getirdiği Çinli kendine göre kanunlar icad edip, eski adetlerin çoğunu değiştirmişti. Dolayısıyla millet sıkıntılı bir hale geldi. İl Kağanın idaresine karşı memnuniyetsizlik doğdu ve hızla arttı. Kağanın ikinci büyük hatası Soğd(Hu) asıllılarla yakınlaşması idi. Dolayısıyla kendi milletinden uzaklaşmış oluyordu. Aslında etkisinde kaldığı Sogd'lular, onu lüzumsuz seferler yapmaya teşvik ve tahrik ediyorlardı.



Bunlardan başka Doğu Gök-Türk ülkesi 627 yılında çok büyük bir tabiî felâket yaşadı. Son yıllarda kışları fazla kar yağdığı için hayvanların çoğu telef olmuştu . Uzun süredir yiyecek sıkıntısı çekiliyordu. Dolayısıyla düşülen ekonomik sıkıntıdan İl Kağan ağır vergilerle çıkmak istedi. Bu milletini kağandan uzaklaştıran bir başka sebep idi. Boyların çoğu baş kaldırmaya başladı.


Doğu Gök-Türk ülkesinde yaşanan bu huzursuzluktan, Çin imparatoru barış anlaşması yapmış olmasına rağmen faydalanmak istedi. Fırsatı kaçırmamak için saldırı niyetinde idi. Konuyu devlet adamlarına müzakereye açtığında, Ch'ang-sun Wu-chi adlı vezir bundan vazgeçirdi.


Batı Gök-Türklerden T'ung Yabgu Kağanın zayıflaması üzerine Sir Tarduşlar, I-shih-po Küçük Kağanın torunu İnan liderliğinde, yetmiş binden fazla aileden müteşekkil boy ile İl Kagan'a itaat etmişti. İl Kağanın kötü idaresi sürünce Uygur (Hui-ho), Bayırku ve Sir Tarduşlar isyan ettiler. Bu isyanlar neticesinde Gök-Türk ülkesinde iç savaş başladı. İl Kağan ağabeyinin oğlu Yü-ku Şad'a yüz bin süvariyle bu isyanları bastırma görevi verdi. Fakat, bu şad Ma-lie (bugün Kansu'da) dağında beş bin süvarilik Uygur kuvvetinin pususuna düştü. Mağlup olan Yü-ku, Tanrı dağlarına kaçarken, askerlerinin çoğu Uygurların eline geçip kuvvetlenmeleri ne sebep oldu. Bu esnada İl Kağanın dört şadı Sir TarduşTar tarafından yenilmiş, kağan hiç bir karşı harekette bulunamamıştı . Daha bir yıl öncesine kadar Çin'e çok kuvvetli ordularla hücum eden, siyasi yönden en büyük güç olan Doğu Gök-Türk devletinde artık kontrol elden çıkmış, tam bir kargaşa hüküm sürüyordu.

 


627 yılının sonunda ağır bir kış daha Doğu Gök-Türklerini vurdu. Yağan kardan ovalarda bile her taraf bir metre yüksekliğinde beyaz, örtü ile kaplanmıştı. Zaten iç savaş nedeniyle tamamen dağılmış olan boyların hayvanlarının çoğu soğuktan öldü. Açlık başlamıştı. Yanında kalan milletini toplayan îl Kağan, Shuo eyaletinin yakınlarına geldi. Bu arada Gök-Türk ülkesine giden Çin elçisi dönüşünde imparatoruna verdiği raporda “ Kuzey yabancılarında kavimlerin kuvveti at ve koyun sayısına göre öğrenilebilinir; şimdi Gök-Türkler de hayvanlar zayıf, halk ise açlık içinde bu devletlerinin yıkılacağını gösteriyor; bana göre üç sene içinde Gök-Türk devleti yıkılacaktır" diye belirtti. Bu arada bazı Çinli devlet adamları Gök-Türklere saldırı yapmayı imparatorlarına tavsiye ediyorlardı. Ancak, o kabul etmedi. 628 baharında İl Kağan'ın hakimiyetine isyan eden boylara Moğol kabileleri Ku-mo-hsi ve Hsi'Ier de katıldı. Kağan, onların isyanını bastırma vazifesini devletin doğu tarafını idare eden yeğeni T'u-li Kagan'a verdi. Ancak, Yü-ku ve diğer şadlar gibi o da asilere mağlup olarak atıyla birlikte tek başına geri döndü . Bu hadiseye çok kızan İl Kağan, T'u-li'yi on gün hapsettirdi ve kırbaçla dövdü. Neticede İl Kağan, T'u-li ile de arasını açmış bulunuyordu. İl Kağanla arası bozulan T'u-li, Çin imparatoruyla yakınlaştı. Bu gelişmeleri yakından takip eden İmparator T'ai-tsung, T'u-li Kağanın kendisine Çin sarayına gelme teklifi yapmasından memnun oldu, T'u-li'den asker isteyen ve alamayan İl Kağan, onun üzerine ordu sevk etti. Sıkışık durumda kalan T'u-li Kağan, Çin'den yardım istedi. Gök-Türk kağanı ile Wei nehri kenarında 628 yılının sekizinci ayında yaptığı anlaşmayı bozan T'ai-tsung, T'u-li'ye yardımı kabul etti. Aynı sıralarda Ch'i-tan kavmi de Gök-Türklere isyan ederek, Çin'le müttefik olmak için T'ang imparatorluğun yanına gittiler. İl Kağan, Ch'i-tanların geri verildiği takdirde muhaliflerden Liang Shih-tou yu iade edeceğini bildirdi. Onun elçisine T'ai-tsung, Liang Shih-tou'nun zaten teslim olmak niyetinde olduğunu, Ch'i -tanların ise Türk olmadıklarını söyleyerek kabul etmedi. Daha sonra Liang Shih-tou, Çinliler tarafından kuşatıldı. Yardımına gelen Gök-Türkler, Shuo-fang yakınında yenildiler. Bu yenilginin sebebi çok kar olması sebebiyle Gök-Türklerin at ve koyunlarının ölmesi idi. 617 yılından beri Gök-Türk desteğiyle ayakta kalabilen Liang Shih-tou, yardım gelmeyince sıkıntıya düştü. Neticede emrindekiler ayaklandı. Üvey kardeşi Liang Shih-tou'yu öldürüp, T'ang imparatoruna teslim oldu.


Ülkesi tamamen karışmış olmasına rağmen İl Kağan 628 yılının dokuzuncu ayında yine Çin sınırlarına akın yaptı. Bu hücuma karşı önlemler alması tavsiye edilen Çin imparatoru, Gök-Türk devletinin uzun süre ayakta kalamayacağını, dolayısıyla savunma tedbirleri almanın Çin Seddi'ni tamir etmenin lüzumlu olmadığını düşünüyordu.


Sir Tarduş'lar iyice kuvvetlenmiş ve diğer Türk boyları da onlara bağlanmaya başlamıştı. Neticede İ-nan, kağan seçildi. Bu sırada Çin imparatoru T'ai-tsung, Ch-'iao Shih-wangi davul ve sancakla İ-nan'a gönderip, Chen-chu Bilge (Pi-chia) Kağan unvanıyla selâmladı . Ötüken'de oturmaya başlayan yeni kağana P'u ku, (Bugu/Bugut) Hsi, Tonra (T'ung-lo), Ediz (A-tie), Bayırku, Uygur gibi boylar bağlandı. Toprakları doğuda Moğol Mo-ho'ların bölgesine kadar uzanıyor, batıda Batı Gök-Türkleri, güneyde ise Gobi çölü sınır olmuştu. İstiklalini ilân ettikten sonra Sür Tarduş'ların Bilge Kağanı kendi kardeşi T'ung Tegin'i Çin sarayına elçi olarak gönderdi. İmparator, onun elçisine değerli bir kılıç ve kırbaç sunarak" ülkesinde büyük suçluları bu kılıçla, küçük suçluları ise kırbaçla cezalandırmasını" söyledi. Bu sürede yeni tesis edilen küçük kağanlık Çin imparatorluğunun nüfuzuna girmiş oluyordu.


Hadiselerin bu şekilde ceryan etmesinden endişeye kapılan İl Kağan Çin ile dostluk kurmak istediğini bildirdi. Bunun yanında bir Çinli prensesle evlenmek arzusunda idi. Fakat, T'ai-tsung, bu teklifi kabul etmek yerine kumandanlarından Li Ching ile Chang Kung-chin'e Gök-Türklere hücum etmelerini emretti. Bundan evvel Tai eyaleti valisi Chang Kung-chin imparator T'ai-tsung'a Doğu Gök-Türk devletinin zayıflamasının sebeplerini ihtiva eden bir rapor hazırladı. Bu rapor Doğu Gök-Türk devletinin çok kısa zamanda kuvvetten nasıl düştüğünü göstermesi açısından hayli enteresandır.


Birinci sebep İl Kağan'ın aşırı sert ve acımasız bir idare yürütmesi idi. Haksız yere kendisine bağlı ve dürüst olanları öldürüyor, İki yüzlü aldatıcı olanlarla yakınlaşıyordu.


İkinci sebep başta Sir Tarduş'lar olmak üzere Töles diye adlandırılan hanedandan olmayan diğer Türk boylarının İsyanıdır.


Üçüncü sebep de T'u-li Kağan, T'o Şad ile Yü-ku Şadların suçlanıp ülkeyi terketmek zorunda kalmaları idi.


Dördüncü sebep, bir kaç sene uzun kış olmasından sonra bu sene (629) de soğuklar çok erken bastırmıştı. Tarım ürünleri mahvolduğu için hububat sıkıntısı baş göstermişti.


Beşinci sebep olarak İl kağan kendi vatandaşlarından uzaklaşıp, Sogd'lulara daha fazla yakınlık göstermeye başlamıştı. Bir çok önemli görevleri onlara tevdi etmişti; bunlar aslında güvenilmez kişilerdi. Çin orduları ile karşılaştıklarında savaşmayacaklar ve Çin imparatoruna avantaj sağlayacaklardı.


Altıncısı da daha önce kuzeye gitmiş Çinlilerin sayısının fazlalığı idi . Bunlar dağlarda guruplar halinde yaşıyorlardı. Artık T'ang hanedanına destek vermek niyetinde idiler. T'ang ordusu Çin Seddi'nin dışına çıktığında çok rahat yardım edebilirlerdi.



Ahmet Taşağıl'ın Göktürkler adlı kitabından alıntılanmıştır.

Kanımız kırmızı iken damarlarımız niçin mavi?

 Yaşamımızın sürebilmesi için vücudumuzdaki her bir hücrenin oksijene ihtiyacı vardır. Hücrelerimize oksijeni kanımız taşır. Kanımız oksijeni havadan aldığımız nefesin sonucunda akciğerlerimizden alır ve vücudumuzun her bir noktasına ulaştırır. Bu noktalarda oksijeni hücrelere devreden kanımız, kalp tarafından emilerek tekrar oksijen depolayabilmesi için akciğerlerimize pompalanır ve çevrim böyle devam eder.

Kanımızın içinde oksijen moleküllerini tutup, damarlarda taşıyarak, hedefe ulaşıldığında bırakan özel bir molekül vardır. Kırmızı kan hücrelerini, yani alyuvarları çevreleyen ve aslında demir içeren bir protein olan hemoglobin, oksijenle birleşerek bilinen parlak kan rengini oluşturur.

Kanımız hücrelerde oksijeni terk edip, karbondioksiti alıp geri dönerken yani toplardamarlarımızda iken rengi koyu kırmızı hatta biraz mora yakındır. Damarlarımızın çeperleri ve kan hücreleri renksiz olduklarından, kanın rengini veya renginin tonunu içinde oksijen olup olmaması tayin eder.

Damarlarımızın mavi renkte görünmesi, vücudumuza gelen ışığın bir kısmının derimizde emilmesi, bir kısmının da yansıtılması ile ilgilidir. Derimizde mavi renk gibi yüksek enerjiye sahip dalga boyundaki ışıklar daha çok yansıtılıp gözümüze geldiği için damarlarımız mavi renkte görülür.

Vücudumuzda gördüğümüz damarların hemen hemen tümüne yakını daha koyu renkli kanı taşıyan toplardamarlardır. Atardamarlarda kalp tarafından pompalanan kanın vücudun her yerine süratle ulaşabilmesi için basınç yüksektir. Toplardamarlarda ise kanın basıncı düşük, hızı da daha yavaştır.

Herhangi bir atardamar kesildiğinde kan daha hızlı dışarı çıkar, kan kaybı süratli ve çok olur. Hayati tehlike yaratır. Bu tehlikeye karşı atardamarlarımız daha kalın çeperli yapılmış ve derimizin altında daha derinlere yerleştirilmişlerdir. Bir kaza veya ameliyat olmadıkça atardamarlarınızı pek göremezsiniz.

Bu nedenle derimizde gördüğümüz damarların çoğu, et kalınlığı az olduğu için içindeki kanın rengini daha çok yansıtan ve deriye daha yakın olan toplardamarlardır. Tabi ki bu durum toplardamarlar kesildiğinde kanın koyu kırmızı veya mor renkte akacağı anlamına gelmez. Kesilme yerinden akan kan derhal hava ile temas edip, ondaki zengin oksijeni alır ve rengi yine bilinen kan rengine dönüşür.


Alıntıdır.


Çifte Minare / Sivas

 


Siyahkaya Barajı / Silopi / Şırnak