29 Eylül 2022 Perşembe

Göbekli Tepe / Şanlı Urfa

 


Hunlar’ın Dini

 Din meselesi söz konusu edilince, hemen iki soru yöneltilir: Neye inanıyorsun ve nasıl inanıyorsun? Hunlar, her yıl ilkbaharda, bir defa “atalarına, gökyüzüne, yeryüzüne ve ruhlara” kurban keserlerdi. Yabgu ise, her gün iki defa olmak üzere, sabahleyin doğan güneşe, akşamleyin ise aya karşı tâzimde bulunurdu. “Ay ve yıldızların durumuna göre” tedbirler alınırdı. Hunlar’ın kozmosu insan suretinde tasvir eden idolları olduğuna göre, Hun yabgusunun “Gökte ve yerde doğmuş, güneş ve ayda olmuş” şeklindeki titülünü de inceleyecek olursak, onun tâzim ettiği objelerden birinin kozmos olduğu açıklık kazanır. Kozmik tanrılar hakkında detaylı bilgilere sahibiz. Örneğin, Yunan mitolojisinde, Uranus Satürn’ün babasıdır; Hint tanrılarının en eskisi Varuna’dır ve eski Skandinav halklarında ise Odin vardır. Bu noktadan hareketle, debdebeli bir şekilde kozmosu insan suretine sokma kültünün, Hunlar’a batı komşuları Ting-ling veya Yüeçiler’den geçtiğini söyleyebiliriz. Çünkü Doğu Asyalı Mongoloidlerde böyle bir kült yoktu, ama polispiritüalistler vardı. Doğudaki polispiritüalizm ise ataların ve tabiatın ruhlarına tapınma ile sınırlıydı. Ata ve tabiat ruhlarının çağırılıp, kovulabileceğine; öfkelenebilecek veya iyi davranabileceğine inanılırdı. Çinli veya Tibetli’ye göre, bu ruhların kesinlikle tanrısal bir yönleri yoktu; canlıydılar ve insanlarınkinden farklı bir tabiatları vardı. Güçlüydüler, ama güçleri sınırsız değildi; tabiatları icabı, iyi ve kötü olamazlardı. Kısacası, ruhlarla olan ilişkilerinin dinî bir yanı yoktu. Hunlar’ın ruhlara olan inançları da böyleydi. Onlar, âhirete inanıyorlar ve öbür dünyayı, bu dünya hayatının bir devamı olarak görüyorlardı. Bu yüzden de mevta, öbür dünyada üşümesin diye, çift tabut içine konularak defnedilir; simli kumaşlara ve süslü kürklere sarılır; öbür dünyada kendisine hizmet etsin diye, dostlarından ve odalıklarından birkaç yüzü kurban edilirdi. Fakat bu âdet, sadece yabgu ve üst düzey beyler için uygulanır; her mevta için insan kurban edilmezdi. “Savaşçı kurban” edilmesi konusunda ise cesur savaş esirleri seçilir ve ruhların kurbanı büyücünün elinden istediklerine inanılırdı. Buradan da anlaşılmaktadır ki, insan kurban edilmesinin, eski Çin şamanizmi ve muhtemelen Tibet Mitra [Bhon/Bon] diniyle yakından ilgisi bulunan Sibirya Hun dinî akımıyla bağlantıları vardı. Bu dinî inanç sistemi, tek tanrılı değildi ve sınırlı bir alanda yaşayan kötü ruhlu iblislere de belli oranda saygı gösterilirdi. Atalara saygı gösteren Konfüçyanizm ve Budizm, daha sonraki dönemlerde ise Hristiyanlık ve Müslümanlık bu inanç sistemiyle mücadele etmişlerse de, o, xx. Yüzyıla kadar Tibet’te, biraz değişik şekliyle ise, Doğu Sibirya’daki Tunguzlar’da tutunmayı başarmıştır. Bu inanç sisteminde, başlangıçta insan kurban etme âdeti yaygın olmasına rağmen, daha sonraları bu âdet terkedilmiştir.  


İlk bakışta tuhafımıza giden şey, iblise tapınma ve ışığı mukaddes sayma inancının, doğuş ve benimsenme konusundaki farklılıklara rağmen, birlikte yaşamış olmasıdır. Ancak, bu ikisinin, Hunlar’ın dünya görüşlerindeki yerinin farklı olduğu gözönüne alınacak olursa, bunların birbirinden ayrı şeyler olduğu; birbirine karışmayan iki ayrı inanç sistemi teşkil ettikleri anlaşılacaktır. Işığı tanrılaştırma inancı öyle yaygındı ki, iblis bu alana sokulmazdı ve iblisler, dünya meselelerini ilgilendirmeyen kendi işlerini yaparlardı. Bu dünya görüşü, Sibirya halkları ve hatta Povolje’de dahi kısa süre öncesine kadar yaygındı. Öyle ki Mariler, Rus tanrısının neden Keremet’le yanyana yaşamadığını, aynı anda birine mum yakılırken, diğerine kurban kesilmediğini bir türlü anlıyamamaktadırlar. Diğer enteresan bir nokta ise  şudur:  Hunlar,  Doğu  ve  Batı’nın  kültür  görüşlerini alarak,  onları  kendilerine  özgü  kalıplara  sokmuşlardır. Dahası, uzak Hint inançlarından da alıntılar yapmışlardır. Mesela,  Çinliler’in  parçaladıkları  altın  idol  ve  birçok öğretiler,  Batı  ucu  vadilerinden  taşınan  budist  inançları olarak kabul edilir. 

Hunlar arasında Budistler’in bulunduğu konusunda kesin bir delil yoksa da, onların Budizm hakkında bilgileri olduğu ve onunla ilgilenmiş olmaları önemli bir husustur. Bu, kültür gelişiminin en alt seviyesiyle dahi bağdaşmayan geniş bir ufuktur. Bütün bunlar karşısında onları hâlâ vahşi olarak kabul edebilir miyiz? Kaldı ki bu sağlam sisteme, kültürlü bir Çinliyi bile cezbeden idarî mekanizmayı ve insanca yaşama şeklini de ilave edersek, Hunlar’ın M.Ö. III-I. Yüzyıllarda “vahşi oldukları” meselesi kendiliğinden ortadan kalkmak zorundadır.



Lev Nikolayeviç Gumilev

Ruscadan Çeviren D. Ahsen BATUR


Ulu Camii / Bursa

 


22 Eylül 2022 Perşembe

DOĞU GÖK TÜRK DEVLETİNİN KUVVETLENMESİ -2

 Ch'u-lo Kağan Devri (619-621)


Shih-pi'nin ani ölümü üzerine boş kalan Doğu Gök-Türk devletinin tahtına, oğlu Shih-po-pi çok küçük olduğu için, yerine kardeşi Ilteber Şad, Ch'u-lo Kağan unvanıyla geçti. Yaşının küçüklüğü sebebiyle kağanlık tahtına oturamayan Shih-po-pi ise amcası tarafından Ni-pu Şad tayin edilip, devletin doğu tarafını idare etmeye başladı. Onun idare ettiği bölge You eyaletinin kuzeyine tesadüf etmekte idi.


Shih-pi ölmeden önce bahsettiğimiz büyük harekât hazırlığında iken, çaresiz kalan T'ang imparatoru, Kao Ching adlı bir elçiyi çok miktarda para ile ona göndermiş; ancak adı geçen elçi daha Shih-pi'nin yanına varmadan, kağan ölmüştü. Bunun üzerine elçi parayı götürmekten vazgeçmiş ve Feng eyaleti hazinesine bırakmıştı. Daha sonra bu olayı duyan Gök-Türkler kızdılar ve Çin'e karşı hücuma hazırlandılar. Elçinin yeniden yola çıkıp parayı Gök-Türklere getirmesiyle mesele halledilmiş oldu.


Gök-Türklerin yardımına mazhar olan bir diğer T'ang hanedanı muhalifi Tou Chien-te, Sui hanedanı prenslerinden Yang Cheng-tao ile işbirliği yapmıştı. Gök-Türklere bağlı olarak faaliyetlerini sürdürüyorlardı. Altıncı ayda Shih-pi Kağan'ın ölümü resmen Çin'e bildirildiğinde, T'ang imparatoru Ch'ang-lo kapısında yas tutturdu ve Cheng Te-t'ing adlı elçiyi baş sağlığı için Gök-Türklere gönderdi . Otuz bin top renkli kumaş sunuldu. Bunun yanında imparatorun kendisi de yas tutarak, üç gün saraya gelmemiş ve bütün çinli devlet adamları, haberi getiren Gök-Türk elçisinin ikâmet ettiği yere giderek taziyctlerini sunmuşlardı. Çinli elçinin ülkesine geri dönüşünden sonra Ch'u-lo Kağan da elçi gönderip, kendi ülke mallarından verdi. Çin sarayında Gök-Türklere verilen müzikli ziyafetlere 620 yılında da devam edildi. Ayrıca rütbelerine göre, Gök-Tûrk elçilik zevatına renkli ipekli kumaşlar hediye edilmişti.


Ch'u-lo Kağan da ağabeyi gibi T'ang hanedanına karşı muhaliflerini destekleme politikası gütmek niyetinde idi . Bu husustaki niyetini hemen Sui hanedanı prenslerinden Yang Cheng-tao'yu imparator İlân etmekle gösterdi . Üstelik kuzey Çin'de Gök-Türklerle müttefik olan bütün Çinlilere ona biat etmelerini emretti. Ch'u-lo Kagan'dan sağlam dayanak alan Yang Cheng-tao, kuzey Çindeki Ting-hsian-gi kendine merkez seçti ve yıkılmış Sui hanedanı devlet teşkilâtını yeniden kurdu. Neticede ona bağlananların sayısı on bin kişiye ulaştı.


Bu arada daha önce Çin'den ayrılarak Gök-Türklere bağlanan, ancak sonra kaçan çinli Sun Chin-kang, yakalanarak öldürüldü. Yang Cheng-tao'nıın Sui imparatoru ilân edilmesinden sonra kendi akibetlerinden endişelenerek Gök-Türklerden hızla kopmaya başlayan diğer muhalif Çinlilere Liu Wu-chou'da katılmış, Ma-i'ye kaçmak üzere iken, Gök-Türkler tarafından yakalanarak öldürülmüştü. Ondan arta kalanlar onun memuru Yüan Chün - changin emrine verilmişti. Ancak, Gök-Türkler ona tam güvenemiyorlardı. Bundan dolayı yardımcı bahanesiyle yanına Yü-she Şad'ı askerleriyle bıraktılar. Dördüncü ayda vuku bulan bu hadiselerden sonra, beşinci ayda yine Gök-Türk elçilerine T'ang başkentinde müzikli ziyafet verilmiş, renkli ipekli kumaşlardan rütbelerine göre dağıtılarak, elçilik heyetine sunulmuştu. Aynı ay içerisinde T'ang muhaliflerinden Wang Shih-ch'ung'la Ch'u-lo kağan, A-shih-na-chieh-to'yu gönderme suretiyle temas kurup, kendi tarafına çekti. Muhalif çinliye bin baş at gönderen kağan, onun akrabalarından birinin kızıyla evlenmişti. Ayrıca Wang Shih-ch'ung, Gök-Türklerle ticaret yapmaya da razı oldu.





Lİu Wu-chou ölmeden önce T'ang hanedanıyla yaptığı savaş sırasında, Ch'u-lo Kağan, Böri Şadi iki bin süvari ile T'ang ordusunun yardımına göndermişti . Aslında Liu Wu-chou da Gök-Türkler ile müttefik İdi. Ch'u-lo Kağan onun fazla kuvvetlenmesini istemediği için dengeli politika takip etmiş ve Liu Wu-chou'nun mağlup olmasın saglamıştı. Bundan sonra Chin-p'ing-yang şehrine gelen Ch'u-lo Kağan, bu bölgede bulunan güzel kadınları toplamış, üç gün kaldıktan sonra geri dönmüştü . Onun bu yağma hareketlerine karşı şehrin valisi Li Chung-wen, hiçbir şey yapamadı . Bu arada Ch'u-lo Kağan, Lun Tegin'i bir kaç yüz askerle çinli valiye yardım etmesi için kalede bıraktı. Sonra Shih-ling (şimdi Shan-hsi'de Yang-ch'ü kalesinin kuzey doğusundadır ) geçidine de nöbetçiler bırakıp ülkesine geri döndü.


Yedinci ayda T'ang imparatorluğu askeri kuvvetlerinin Gök-Türklere karşı küçük de olsa bazı başarılar kazanmaya başladığını görmekteyiz. Li Hsİ-yû ve Tuan Te-ts'ao, hazırlıksız yakaladıkları Gök-Türk askerlerini mağlup ettiler. Fakat, bu yenilgiler Gök-Türkler üzerinde hiç bir tesir yapmadı; dokuzuncu ayda Bagatur Şad, Liang eyaletini işgal edip, buranın baş kumandanı Yang Kung-jen'ı mağlup etti. Üstelik bir kaç bin kadın ve erkeği götürdü.


Shih-pi Kağan zamanında Gök-Türklere bağlanan ve Wo-li Şad unvanını alan Li Tse-ho, 618 yılında T'ang imparatorluğu kurulunca bu devlete itaat etmişti, Onuncu ayda (620) imparator asileri yenerek bazı başarılar kazandı. Bu arada Gök-Türklerin içindeki anlaşmazlıkları Çin imparatoruna bildirmek üzere iken Gök-Türk süvarileri onun elçisini yakaladı. Onun bu teşebbüsüne kızan Ch'u-lo Kağan kardeşini hapsetti. T'ang hanedanı muhalifleri birer birer Çin'e gidip, Kaolsu'ya teslim olmalarına rağmen Liang Shih-tou, hâlâ Gök-Türklere bağlılık ittifakını sürdürüyordu . Hatta Ch'u-lo Kagan'ı T'ang imparatorluğuna büyük bir saldırı yapmaya ikna etti.



Hazırlanan plana göre Gök-Türk ordusu ve onun çinli müttefikleri dört ayrı koldan hücuma geçeceklerdi. Bagatur Şad, Yüan eyaletinden harekete başlayacak iken, Ch'u-lo Kağan, Ping eyaleti yolundan, Ni-pu Şad ile Liang Shih-tou, Yen eyaleti yolundan, T'u-li ise Hsİ, K'u-mo-hsi, Ch'i-tan'lara kumanda edecekti. T'u-li'nin ordusu daha sonra Fu-k'ou geçidini aşıp, Chin ve Chiang bölgelerinde Ch'u-lo Kaganin ordusu ile birleşecekti. Saldırı bölgelerinin genişliği ve katılanların fazla oluşu T'ang hanedanının ne kadar büyük bir tehlike içinde olduğunu göstermektedir. Öncelikle Ch'u-lo Kağan, Ping eyaletini alıp burada Sui imparatoru ilân ettiği Yang Cheng-tao'yu yerleştirmek istedi. Onun bu fikrine karşı çıkan Gök-Türk devlet adamları olmuştu. Ancak Kağan, babası Ch'i-min'in Sui desteğiyle tahta çıkabildiğini haurlatıp, bu düşüncesinde ısrar etti.



Bütün bu hazırlanan planlar tam uygulama safhasına konulacak iken, daha ordular harekete geçmeden Ch'u-lo Kağan, çinliler tarafından zehirlendi. Bir süre hasta yattı; ölmeden önce kendisini zehirleyenleri hapse attı. Sonra öldü.


Doğu Gök-Türk devletinin kendisine büyük bir saldırı yapacağını öğrenen T'ang imparatoru Kao-tsu, çok korkmuş, Ch'u-lo Kagan'ı hücumdan vazgeçirtmek için Cheng Yüan-shou yu elçi olarak ona göndermişti. Bu elçinin bütün yalvarmalarına rağmen Ch'u-lo Kağan, hazırlığını tamamladığı hücumlarını durdurma niyetinde değildi. Çabaları başarısız kalan çinli elçi, orada bulunan diğer T'ang muhaliflerinden Liu Wu-chou ile gizlice görüştü ve ondan kağanı durdurmanın tek yolunun onu öldürmek olduğunu anladı. Daha sonra elçi Cheng Yüan-shou gizlice kendi adamlarına kağanı zehirletti.


Daha önce 620 yılının 12. ayında Ping eyaletine muhafaza gayesiyle bırakılmış olan Lun Tegin, buranın askerî valisi Liu Shih-jang tarafından bir entrika çevrilerek yakalandı. Bu bölgeyi savunma maksadıyla gelen tegin halkı devamlı rahatsız ediyordu. Onun ortadan kalkmasından imparator Kao-tsu çok memnun oldu.



Ahmet Taşağıl'ın Göktürkler adlı kitabından alıntılanmıştır.

Balıklı Göl / Şanlı Urfa

 


21 Eylül 2022 Çarşamba

DÎNİ SÖZLÜK “C-Ç”

  

 

 

CÂFERİYYE:

 

Hazret-i Ali'nin torunlarından Ca'fer-i Sâdık'a bağlı olduklarını iddiâ eden, bozuk İmâmiyye fırkasının otuz ikinci kolu.


 

Ca'ferîlerin Ehl -i beyti demelerine benzer. Çünkü Ca'feriyyenin inanışları da Rabbânî)


seviyoruz demeleri, hıristiyanların hazret-i Îsâ'yı seviyoruz hıristiyanlar hazret-i Îsâ'nın dînini bozup değiştirdikleri gibi, İmâm-ı Ca'fer-i Sâdık'ın yoluna hiç uymamaktadır. (İmâm-ı


 

CÂHİL:

 

1. Allahü teâlâyı unutmuş olan; gâfil, bilgisiz. Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:

 

Câhiller, ahmaklar, dünyâdaki zevk ve lezzetlere kavuşmak için, dinlerini, îmânlarını verdi. Âhiretlerini satıp, dünyâyı, şehvetlerinin istediklerini aldılar. Kurtuluş yolunu bırakıp, helâke koştular. Bu alış-verişlerinde bir şey kazanmadılar. Bunlar ticâret ve kazanç yolunu bilmedi. Çok ziyân etti. (Bekara sûresi: 16)

 

Âlim olduğunu söyleyen kimse, câhildir. (Hadîs-i şerîf-Keşf-ül-Hafâ)

 

Âlimin uykusu câhilin ibâdetinden hayırlıdır. (Hadîs-i şerîf-Berîka)

 

Âhir zamanda ibâdet edenlerin çoğu din câhili olacaktır. (Hadîs-i şerîf-Berîka)

 

Aklın eremediği ve yanıldığı şeylerde akla uyarak doğru yoldan sapmış olan câhilleri, hâkim, feylesof ve fen adamı sanan, bunları taklid eden, yalan yanlış sözlerini hikmet, fen sanarak bunlara inanan kimseler felâkete düşerler. (İmâm-ı Rabbânî)

 

2.İlmiyle amel etmeyen.

 

Ne kadar okursan oku, ne kadar öğrenirsen öğren, ne kadar bilgi edinirsen edin, onunla amel etmedikçe câhilsin. (Sa'dî Şîrâzî)

 

CÂHİLİYE DEVRİ:

İslâmiyet'ten önce hissin akla, kötülüğün iyiliğe hâkim olduğu, puta tapılan karanlık devir.

 

Allahü teâlâ, Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:

 

Onlar hâlâ Câhiliyye devrinin hükmünü mü istiyorlar? Allah'tan daha güzel hüküm verecek kimdir? Fakat bunu, gerçek anlayış sâhibi olan bir kavim (toplum) bilir. (Mâide sûresi: 50)

 

Câhiliye devrinde en ileride olanınız, İslâm'a girince en ileriniz olur. (Hadîs-i şerîf-Keşf-ül-Hafâ)

 

Eshâb-ı kirâmdan Huzeyfe radıyallahü anh, Peygamber efendimize sallallahü aleyhi ve sellem; "Yâ Resûlallah! Biz câhiliye devrinde kötü kimselerdik. Allahü teâlâ senin şerefli vücûdun ile, İslâm nîmetini, iyilikleri bizlere ihsan etti. Bu seâdet günlerinden sonra yine kötü zaman gelecek mi?" diye sorunca; "Evet gelecek" buyurdu. Bu şerden sonra hayırlı günler yine gelir mi dedi, yine; "Evet gelir. Fakat o zaman bulanık olur" buyurdu (Hadîs-i şerîf-Buhârî)

 

Habeşistan'a ikinci hicret esnâsında Habeş hükümdârı Necâşî'nin kendisine bâzı soruları üzerine kâfile başkanı Câfer bin Ebî Tâlib şöyle buyurdu: "Ey hükümdâr! Biz Câhiliye devrinde putlara tapardık, ölmüş hayvan leşi yer, her türlü kötülüğü işlerdik. Kuvvetlilerimiz zayıflara zulm eder ve merhamet nedir bilmezdik. Allahü teâlâ bize, kendimizden doğru, emin, iffet sâhibi, soyu temiz bir peygamber gönderinceye kadar bu vaziyette kaldık." (İbn-i Hişâm)

 

CAHÎM:

 

Cehennem'in dördüncü tabakasına verilen ad. Güneşe ve yıldıza tapanların azab göreceği Cehennem.

 

Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyuruyor ki:

 

Cahîm ise azgınlara apaçık gösterilmiştir. Ve onlara Allahü teâlâyı bırakıp ibâdet ettikleriniz hani nerede? Size yardım edebiliyorlar mı? Yâhut kendilerini(azâbdan) kurtarabiliyorlar mı? denir. (Şuarâ sûresi: 91-93)

 

CÂİZ:

 

1. Ruhsat, izin verilmiştir, olabilir, yapılabilir, günah değildir.

 

Kur'ân-ı kerîmi abdestsiz ezberden okumak câizdir. Günah olmaz. Fakat abdestli okumak daha iyidir. (İbn-i Âbidîn)

 

Sabah namazında aldığı abdest bozulmadan, bu abdest ile, öğleyi, ikindiyi, akşamı ve yatsıyı kılmak câizdir. Günah olmaz, fakat her namaz için abdest almak daha iyi olur. (İbn-i Âbidîn)

 

2. Sahîhdir, doğrudur.

 

Bâyi' (satıcı) bu malı bin liraya sana sattım, dese, müşteri (alıcı) da bir şey söylemeyerek alsa câiz olur. Bâyi' malı verse, müşteri parasını verse, hiçbir şey söylemeden câiz olur. (İbn-i Hümâm)

 

3. Tenzîhen mekruh.

 

Amca, dayı kızı ile evlenmek câizdir. Bir mecbûriyet olmadıkça, yapılmaması daha iyi olur, yapılırsa da günah olmaz. (İbn-i Hümâm)

 

Güneşte ısınan su ile abdest almak câizdir. Hıristiyanın kestiği hayvanın etini yemek de böyle câizdir. (Tahtâvî)

 

Câiz Değil:

1.Sahîh değil.

 

Ağaçta belirmemiş olan meyveyi satmak, akıllı olmayan küçük çocuğun alış-verişi, yâni pazarlık edip, söz kesmesi câiz değildir. (İbn-i Hümâm)

 

2. Mekruh.

 

Namaz kılmak için, Kâbe, câmi resmi bulunan seccâdeyi yere sermek câiz değildir. (Seâdet-i Ebediyye)

 

3.Haram.

 

Alkollü içkilerin damlasını bile içmek câiz değildir. (İbn-i Âbidîn)

 

4.Fâsid, bâtıl.

 

Yürüyerek namaz kılmak câiz değildir. (Fethu'l-Kadîr)

 

5-Küfür.

 

Allah göktedir, yerdedir demek câiz değildir. Şaka olarak da olsa, zünnar denilen papaz kuşağını bele bağlamak câiz değildir. (Şeyhzâde Muhammed Efendi)

 

CÂMEKIYYE:

 

Hizmet karşılığı olarak alınacak ücretin veya maaşın çeki, bonosu.

 

Câmekıyyenin satışı câiz değildir. Çünkü ücret hak edilmiş ise de, kabz edilmemiş (alınmamış), mülk olmamıştır. (İbn-i Âbidîn)

 

CÂMİ':

 

Toplayan.

 

1. Müslümanların ibâdet etmek için toplandıkları yer, mâbed.

 

Hayızlı ve cünüp olanın Câmi'e girmesi harâmdır. Abdestsiz olanın girmesi mekruhtur. (Molla Hüsrev)

 

2.  Allahü teâlânın ism-i şerîflerinden. Çeşitli hakîkatleri ve enfüs (iç) ve âfâktaki (dıştaki) zıt işleri birleştirici, kıyâmet gününde yeryüzünde olan cinleri, insanları ve mahlûkâtı bir araya getirici insanların dağılmış bulunan et, kemik, kafa ve diğer organlarını tekrar birleştirici.

 

Allahü teâlâ âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki:

 

Ey Rabbimiz, muhakkak ki sen, geleceğinde hiç şüphe olmayan bir günde insanları câmi'sin. Şüphesiz Allah vâdinden dönmez. (Âl-i İmrân sûresi: 9)

 

3.    Hadîs kitaplarında yer alan sekiz bâbın hepsini içine alan kitaplar. Bu sekiz bâb şunlardır: a) İlm-i tevhîd ve sıfat, b) Sünen, c) Rikâk, d) İlmü'l âdâb, e) Tefsîr, f) Sîre, g) İlmü'l fiten, h) İlmü'l menâkib.

 

CÂRİYE:

 

Harbde esir alınıp İslâm memleketine getirilen kadın köle.

 

Sizden hiç biriniz, sakın memlûküne (kölesine) kölem, câriyem diye seslenmesin. Yiğidim, oğlum, kızım desin. Onlar da size efendim, desin. (Hadîs-i şerîf-En-Nihâye)

 

Kölenin, câriyenin nafakasını vermek (geçimini karşılamak) efendisine farzdır. (İbn-i Âbidîn)

 

CÂSİYE SÛRESİ:

 

Kur'ân-ı kerîmin kırk beşinci sûresi. Hâ-mîm de denir.

Câsiye sûresi, Mekke'de nâzil olmuştur (inmiştir). Otuz yedi âyet-i kerîmedir. "Korku ve endişe yüzünden ayakta duramayıp diz üstü çökmek" anlamına gelen ve yirmi sekizinci âyette geçen Câsiye kelimesi, sûreye isim olmuştur. Sûrede, Allahü teâlânın varlığını, kudret ve azametini, büyüklüğünü gösteren eserlere dikkatler çekilmekte, kâfirlerin inkarcı tutumlarına işâret edilmekte, İsrâiloğullarının Allahü teâlânın lütuf ve ihsânlarına kavuştukları halde nîmete nankörlük ettikleri haber verilmekte, kıyâmet gününün dehşetli durumu ve o gün insanlar hakkında amel defterlerinin şâhitlik edeceği, mü'minlerin, inananların âhirette büyük nîmetlere kavuşacakları müjdelenmekte, inkarcıların inanmıyanların, inançları bozuk olanların ise, şiddetli azâba uğrayacakları, Allahü teâlânın büyüklüğü, bütün kâinât (evren) üzerindeki hâkimiyeti ve daha başka hususlar bildirilmektedir. (Fahreddîn Râzî)

 

Câsiye sûresinde meâlen buyruldu ki:

 

Kim sâlih (güzel, iyi) bir amel işlerse, (bunun sevâbı) kendi lehine; kim de kötülük ederse(bunun cezâsı) kendi aleyhinedir. Sonra (hepiniz) Rabbinize döndürüleceksiniz. (Âyet: 15)


 

Kim, Hâ-mîm (el-Câsiye) sûresini okursa, hesab günü Allahü teâlâ onun avretini ve (utanılacak şeylerini) örter  korkusunu giderir. (Hadîs-i şerîf-Envâr-ut-Tenzîl ve Esrâr-üt-Te'vîl) 

Siyahkaya Barajı / Silopi / Şırnak