3 Mart 2022 Perşembe

Amasra / Bartın

 


Anneler, babalar ve sevgililer günü

 Anneler Günü


Batı Virginia’lı öğretmen Anna Jarvis 9 Mayıs 1905’te annesini kaybetti. 1907 yılında annesinin ölüm yıl dönümünde evine çağırdığı arkadaşlarına her yıl Anneler Günü adı altında ülke çapında kutlama yapılması öneri'sinde bulundu. Amerika’nın önde gelen kumaş tüccarlarından John Wa-namaker’ın mali desteğiyle çalışmalara başlandı. 1908 baharında Anna, annesinin yirmi yıl din dersi verdiği Grafton’daki Andrevvs Metodist Pazar Okulu’na önerisini kabul ettirdi. 10 Mayıs 1908’de ilk anneler günü Grafton’da 407 çocuk ve annelerinin katılımıyla kutlandı. Anna vaazdan sonra bütün anne ve çocuklara karanfil dağıttı; kendi annesi en çok bu çiçeği seviyordu.


Öneri çok çabuk benimsenerek Temsilciler Meclisi bu yönde bir kararı kabul ettiyse de, Senato’da babalar günü, kaynanalar günü, dayılar günü de gerektireceği itirazıyla takıldı. Anna Jarvis başlattığı kişisel mektup kampanyasıyla ülkenin bütün önde gelen siyasetçileri, belediyeleri, iş adamları, basın kurumlan ve önemli bulduğu herkese çağrıda bulundu. Ülkede Anneler Günü kutlamalarının yaygınlaşması sonucu Senato’nun ve Başkan Woodrow Wilson’un da onaylamasıyla 8 Mayıs 1914’te Mayıs’ın ikinci pazarı Anneler Günü olarak kabul edildi.


Anna Jarvis, Anneler Gününü ticarileştirdikleri gerekçesiyle davalar açıp kaybetti; kötü biten bir aşk hikâyesinden sonra evlenmemeye karar veren kadın, kör kızkardeşini, aile evini ve sağlığını kaybettikten sonra 1944’de devlet yardımına muhtaç hale geldi. Son yıllarında arkadaşlarının topladığı yardımlarla yaşayarak, 1948’de seksen dört yaşında bir özel sanatoryumda öldü.


Türkiye’de ilk Anneler Günü Kadınlar Demeği aracılığıyla 1955 yılın da kutlandı; yılın annesi seçilmeye başlandı. Kitle iletişim araçları geliştikçe önce gazeteler, sonra televizyon yoluyla Anneler Günü öğretildi; ilkokullarda çocuklara anneleri için resim ve elişi derslerinde armağanlar yaptırıldı. Hizmet sektörü vitrinler, reklamlar, ‘utandırma’ kampanyasıyla Anneler Gününü diğer günlerden daha da çabuk sahiplendi.



Babalar Günü


Sonora Smart Dodd 1910 Anneler Gününde Washington Spokane’de, vaaz dinlerken, İç Savaş gazisi ve kendisiyle beş erkek kardeşini anneleri doğum sırasında öldüğü için tek başına yetiştirmeye çalışan babasını düşünerek Babalar Günü’nün kutlanmasını önerdi. Öneri şehir meclisi ve yerel YMCA örgütünden destek gördü, fakat Dodd’un babasının doğum günü olan 5 Hazirana hazırlıklar yetişmeyeceği için kutlama ayın 19’una alındı.


Babalar Günü geniş destek gördüyse de resmi kurumlar Anneler Günü gibi bu güne de resmiyet kazandırmakta hızlı davranmadılar. 1916’da Başkan Wilson Babalar Günü kutlamalarına katıldı, 1924’de Başkan Calvin Coolidge her devletin bu konuda kendi kararını alabileceğini söyledi. Birçok girişime karşın Babalar Günü’nün resmen tanınması 1972’de oldu.


ABD ’de 1978’de Büyükanne-Büyükbabalar Günü ve 1981’de Kaynanalar Günü kabul edilmişse de uluslararası kamuoyu, Anneler Günü ve daha az yaygın olmak üzere Babalar Gününü yeterli bulmuş görünüyor.



Sevgililer Günü


270 yılında Roma İmparatoru II. Claudius evli askerlerin işe yaramadığı sonucuna vararak evliliği yasakladı. Interamna piskoposu Valentin iki genci evlendirme suçuyla yakalanıp Hıristiyanlıktan dönmeyide reddedince 24 Şubat 270 günü idam edildi.


Valentin’in hapiste idam cezasını beklerken gardiyanı Asterius’un kör kızına aşık olduğu, mucizeyle gözlerini açtığı ve “Valentin’inden” yazılı mektup bırakarak hapishaneden kaçtığı da rivayet edilir.


496 yılında Papa Gelasius Roma’da kutlanmakta olan Lupercus Festivali’ni yasakladı. IÖ 4- yüzyıldan beri Şubat ayında genç kız ve erkekler arasında kura çekilerek gelecek yıla kadar eşleştikleri bu pagan festivali yasaklayan Papa, kura çekme âdetini yasaklamadı ama Hıristiyanlaştırdı. Kura, istekli genç kızların adı yerine kilise azizlerinin adları arasında çekilecek ve kadın erkek cemaat kurada kendisine çıkan azizi yıl boyunca örnek alacaktı. Ve Şubat ayında yapılan bu işlem de Aziz Valentin’in koruyuculuğu altında yürütülecekti.


Romalı gençler Aziz Valentin’e adanan 14 Şubat günü sevdikleri, beğendikleri kızlara mektup, pusula gönderme geleneğini yarattılar. Hıristiyanlık yayıldıkça bu günde sevgiliye kart gönderme âdeti de yayıldı. Bugüne kalan en eski Valentin kartı, Orleans Dükü IX . Charles’ın (1550-1574) Londra Kulesinde hapis olan karısına gönderdiği karttır.


16. yüzyılda Cenova piskoposu kart âdetini yıkarak aziz kurasını canlandırmaya çalıştı. Ama bu yüzyılda aşk ve güzellik tanrıçası Venüs’ün oğlu, aşk okunu fırlatan Cupido kartların ayrılmaz öğesi olmuştu.

1797’de İngiltere’de gençlerin Valemin Günü’nde kullanmaları için hazır aşk kartları piyasaya çıktı. 1870’de 25 bin kart gönderilir olmuştu. 1880’lerde Chicago’da 25 bin kart, ahlaka mugayir olduğu için posta yetkilileri tarafından iletilemez bulunmuştu.


Türkiye’de 1990’lı yıllarda sınırlı çevrede başlayan ve önce gazetelere verilen küçük ilanlarla kamuoyunun haberdar olduğu Sevgililer Günü, 2000 yılında parti liderlerinin halkın Sevgililer Günü’nü kutlamalarıyla kendisini ispat etmiş oldu.


Kudret Emiroğlu’nun

GÜNDELİK HAYATIMIZIN TARİHİ

kitabından alıntılanmıştır.

2 Mart 2022 Çarşamba

Telefon tuşlarında niçin çıkıntılar var?

 


 


Günümüzde hayatımızın ayrılmaz bir parçası haline gelen cep telefonlarının "5" tuşu üzerindeki çıkıntıya hiç dikkat ettiniz mi? Bu çıkıntı en ortadaki tuşu el yordamı ile bularak, tuşlamayı bakmadan yapabilmeyi sağlar.

Büyük bir ihtimalle bilgisayarınızdaki klavyede "F" ve "J" ya da "A" ve "K" tuşlarında da böyle birer çıkıntı olduğunu fark etmemişsinizdir. Bu çıkıntılar klavyeye bakmadan yazanlarda her iki elin klavyenin ortasını bulmasında yardımcı olur.

Yine gözden kaçan bir ayrıntı ise tuşların diziliş şeklidir. Telefondaki tuşlarda en üst sırada 1, 2 ve 3 rakamları yer alırken bilgisayarımızda ve hesap makinemizde tam tersi şekilde 7, 8 ve 9 rakamları dizilmiştir. Bu diziliş şeklinde hesap makinelerini ve bilgisayarları yapanlar, en süratli hesaplamayı esas almışlardır. Tarihi çok daha eski olan telefonun başlangıcında ise, hızlı tuşlama pek önemli kabul edilmemiştir. Ancak ev kadınları arasında yapılan bir araştırmada, telefondaki dizilişin onlara daha kolay geldiği ve daha süratli uygulayabildikleri saptanmıştır.

Bilmem hiç dikkat ettiniz mi, telefondaki tuşların içinde "1" ve "0"ın üstünde hiç harf yoktur. Ama daha şaşırtıcı bir tespit ise, birçok telefonda mevcut harflerin içinde "Q" ve "Z" harflerinin bulunmamasıdır.

Günümüzde yaygın olarak acil servis (112), yangın ihbar (110), polis imdat (155) ve alo trafik (154) gibi acil hizmetlere 1 ile başlayan, üç haneli numaralar verildiği için, eğer 1 tuşunun üzerinde de harfler olsaydı, cep telefonunuzla bir mesaj gönderirken, daha üçüncü harfte bu servislerden birine otomatik olarak bağlanabilir ve bunların santrallerini lüzumsuz işgal edebilirdiniz.

"0" ise bilindiği gibi dahili santrallerde operatöre ulaşmada, şehirlerarası numaralarda ve cep telefonlarında ilk çevrilen numaradır. Eğer bu "0" tuşunun üzerinde harf olsaydı, daha o harfe basar basmaz doğrudan santrale bağlanacak ve santrallerin kilitlenmesine sebep olabilecektik.

Tabii telefonun üzerinde zaten on tane olan rakam tuşlarının ikisine harf koymayınca, geriye kalan sekiz tuşa 24 harf yerleştirebilmiş ve bu durumda İngilizce'de en az kullanılan "Q" ve "Z" harfleri tuşların üzerinde yer alamamıştır.

Şimdiki cep telefonlarında "1" ve "0"ın üzerinde hala harf yok ama teknolojinin gelişmesi sayesinde, bir tuşa dört harf konulabildiğinden "Q" 7 tuşuna, "Z" ise 9 tuşunda kendilerine yer bulabilmiş durumdalar.


Japonya'daki Taika Reformları

 


Japon söylencelerine göre, 5. yüzyılda güneyde merkezde bulunan Honshu'dan (Günümüzde Kyoto olarak bilinen şehrin yakınlarından) gelen Yamato klanı ülkenin genelinde hakimiyet kurduktan sonra Japonya yüzlerce yıl boyunca imparatorlar tarafından yönetilmiştir.

5. yüzyıldan sonra ülkede yönetim sistemi, din, mimari ve kültürel pratikler gibi alanlarda çin etkisi belirgin bir biçimde ortaya çıkmaya başladı. Çinli keşişlerin taşıdığı Budist öğretileri, 538 yılında ülkenin resmi inancı olarak kabul edildi. Bu Japon toplumunda önemli bir değişim anlamına geliyordu. Doğaya, ruhlara ve atalara tapınmaya dayanan, Yamato klanının üstünlüğünü işaret eden Antik Japon dini şinto , özellikle güneş tanrıçası Amaterasu ile ilişkiliydi. Bu  inanç sistemi tamamen yok edilmedi ve Japonya' da Budizmle birlikte yaşamaya devam etti.

7. yüzyılda Prens Shotoku Taishi (572-622 yılları arasında hüküm sürdü) Sui çini'nden esinlenerek merkezi bir yönetim biçimi kurdu. 640 yılında imparator Kotoku, Taika Reformları adı verilen bir dizi yenilik yaptı. Devlet çin modeline uygun olarak yeniden yapılandırıldı. Sarayın gücünü pekiştiren merkezi bir yönetim teşkilatı kuruldu. 8. yüzyılın başlarından inşa edilen yeni başkent Nara, büyük ölçüde Tang başkenti Ch'ang-an model alınarak tasarlanmıştı. Çin'in kültürel etkisi her düzeyde hissedilebiliyordu. Japonlar çince'nin bir formunu resmi dilleri olarak benimsediler. Çin'deki  Tang Hanedanlığı'nın giysilerini andıran Japon kimonosu da bu dönemde benimsendi.

784 yılında imparator Kammu, devleti Heian'a (Kyoto) taşıdı. Bu dönemden sonra Fujiwara klanı gücü eline aldı ve hükümdarlığı sürdürdü. 1000 yılına kadar süren bu dönemde imparatorluk ailesi giderek daha fazla arka planda kalacaktı.


ARILAR-1

 


ARI KOVANINDA HAYAT



Yirmi bin türden oluşan geniş bir familyaya sahip olan arılar, hayvanlar dünyasındaki en çarpıcı mühendislik ve mimarlık bilgisine sahip, sosyal hayatları ile diğer pek çok canlıdan ayrılan, aralarındaki iletişim ile kendilerini inceleyen bilim adamlarını hayretler içinde bırakan canlılardır.

Koloniler halinde ağaç kovuklarında veya benzeri kapalı mekanlarda kendilerine yuva yaparlar. Bir arı kolonisi, bir kraliçe, birkaç yüz erkek ve 10-80 bin işçi arıdan oluşur. Görünüş olarak birbirinden farklı olan bu üç arıdan kraliçe arı ve işçi arılar dişidir. 

Arı kolonilerinin her birinde sadece bir kraliçe bulunur ve bu kraliçe arı diğer dişilere göre daha büyüktür. Temel görevi ise yumurtlamaktır. Üreme sadece kraliçe arı vasıtasıyla olur, onun dışında diğer dişiler erkeklerle çiftleşemezler. Kraliçe, yumurtlamadan başka, koloninin bütünlüğünü ve kovandaki sistemin işleyişini sağlayan önemli maddeler de salgılar. 

Erkekler ise, dişilerden iridirler ama ne iğneleri vardır, ne de kendileri için besin toplayabilecek organları. Tek fonksiyonları kraliçeyi döllemektir. Kovanda petek örme, yiyecek toplama, arı sütü üretme, kovan ısısını düzenleme, temizlik, savunma gibi akla gelebilecek tüm işleri ise işçi arılar yaparlar.

Arı kovanındaki hayatın her aşamasında bir düzen vardır. Larvaların bakımından, kovanın genel ihtiyaçlarının teminine kadar her görev hiç aksamadan yerine getirilir. Bu düzenin en belirgin örneklerinden biri de kovandaki yavruların bakımı sırasında ortaya çıkar. Diğer arıların yavrulara gösterdikleri özen ve sergiledikleri özverili davranışlar detaylı olarak incelendiğinde  bu konu daha iyi anlaşılacaktır.

 


ARILARIN YAVRULARINA GÖSTERDİKLERİ ÖZEN


Bazı canlı türlerinde yavruların bakımı diğerlerine göre daha fazla özen gerektirir. Özellikle yumurta, larva, pupa gibi değişik evrelerden geçerek erişkin hale gelen canlılarda, her evrede farklı yönde bir bakım uygulanır.

Arılar da farklı büyüme evrelerinden geçerler. Arı yavruları, sırasıyla larva ve pupa evrelerini tamamlayarak erişkin hale gelirler. Kraliçe arının yumurtaları bırakması ile başlayan bu dönem boyunca arı yavrularına son derece özenli ve dikkatli bir bakım uygulanır.

Arı kovanlarındaki yavruların bütün sorumluluğu işçi arılara aittir. İşçi arılar öncelikle kraliçenin yumurtlaması için peteklerin içinde özel olarak belirlenmiş bir bölgede kuluçka hücreleri hazırlarlar. Bu hücrelere yumurtlamak için gelen kraliçe arı, hücrenin temizliğini ve uygunluğunu kontrol ettikten sonra her peteğe birer yumurta bırakarak ilerler.

Yumurtaların gelişimi için gerekli olan şartların sağlanmasından, yumurtadan çıkacak larvaların ihtiyaçları olan besin maddelerinin temin edilmesine, hücre sıcaklıklarının sabit tutulmasından, özel hücre kontrollerine kadar pek çok şey özel olarak ayarlanır. İşçi arılar, detaylı metodlar kullanarak larvalara çok dikkatli bir bakım uygularlar.


İşçi Arıların Larvalara Uyguladıkları Titiz Kontrol


Kraliçe arının büyük bir hassasiyetle hücrelere yerleştirdiği arı yumurtaları yaklaşık 3 gün içinde gelişirler. Bu sürenin sonunda hücrelerden beyaz kurt şeklindeki arı larvaları çıkar. Yumurtadan çıkan bu canlıların gözleri, kanatları ve bacakları yoktur. Dış görünüş olarak balarısına hiç benzemezler. 

İşçi arılar bu yeni doğmuş larvaları son derece dikkatli ve özenli bir şekilde beslerler. Öyle ki tek bir larvanın büyüme dönemi boyunca yaklaşık 10.000 kere işçi arılar tarafından ziyaret edildiği tespit edilmiştir. Larvalar yumurtadan çıktıktan sonraki ilk üç günleri boyunca arı sütü ile beslenirler. Larva dönemi arıların sürekli beslendikleri ve beden olarak en çok geliştikleri dönemdir. Arı larvaları bu dönemdeki düzenli beslenme sonucunda 6 gün içerisinde ilk ağırlıklarının 1500 katına kadar ulaşırlar.

Kovanda bulunan binlerce larvaya karşılık bir o kadar da dadı işçi arı vardır. Sürekli hareket halinde olan bu dadı arılar yumurtaları ve larvaları kolaylıkla kontrol altında tutarlar. Kovanda binlerce arı larvası olmasına ve bu larvaların beslenme şekillerinin günlere göre değişiklik göstermesine rağmen hiç karışıklık çıkmaz. Larvaların hangisinin kaç günlük olduğu, hangisinin ne ile besleneceği gibi detaylar işçi arılar tarafından hiç atlanmaz. 

Bu son derece şaşırtıcıdır, çünkü hücrelerde kraliçe arı tarafından farklı dönemlerde bırakılan ve farklı büyüklüklere sahip olan pek çok yumurta vardır. Ve yavru arılar özellikle larva döneminde kaç günlük olduklarına göre bir beslenme programına tabi tutulurlar. Buna rağmen dadı arılar larvaların beslenmesinde bir problem yaşamazlar.

Arı kovanındaki özel hazırlanmış peteklerde büyümeye devam eden larvaların yedinci günlerinde şaşırtıcı bir olay gerçekleşir. Larva yemek yemeyi keser ve bakıcı arılar larvanın bulunduğu hücrenin ağzını mumdan yapılmış, hafif kubbeli bir kapak ile tamamen kapatırlar. Bu sırada larva da kendi ürettiği bir madde ile bulunduğu odanın içinde etrafına koza örerek kendini buraya adeta hapseder.

Arı larvaları bu şekilde pupa evresine bir geçiş yaparlar. Pupa döneminin detaylarına geçmeden önce dikkatle incelenmesi gereken nokta, koza örülen maddenin yapısıdır.

Arı larvalarının kafalarında bulunan çift taraflı ipek bezleri sayesinde ürettikleri bu maddenin özelliği; hava ile temasa geçmesinden kısa bir süre sonra sertleşmesidir. Diğer bir özelliği ise içerdiği "fibroin" isimli protein sebebiyle kuvvetli bir bakteri öldürücü ve enfeksiyon önleyici etkisi olmasıdır. Arılar üzerinde araştırma yapan bilim adamları, bu canlıların ördükleri koza sayesinde larvaların mikroplardan korunduklarını tahmin etmektedirler. 

Kozanın örülmesinde kullanılan ağ, farklı kimyasal maddelerin belirli oranlarda karışımından oluşmaktadır. 

1-Elastik bir protein olan "Fibroin" % 53.67. (Bu bileşik, glikol (% 66.5), lösin (% 1.5), arjinin (% 1), tirozin (% 10)'den meydana gelir.)

2-Jelatin yapısında yine bir protein olan "Serizin" % 20.36. (Bu madde serin (% 29), alanin (% 46) ve lösin (% 25)'den meydana gelmiştir.)

3-Diğer proteinler % 24.43

4-Mum % 1.39

5-Yağ ve reçine % 0.10    

6-Renk maddesi % 0.05

Arı larvalarının koza ördükleri bu ipeğin formülü her arıda aynı şekilde üretilir. Milyonlarca yıldır bütün arı larvaları son dönemlerinde ördükleri kozalarında yukarıdaki formüle sahip olan ipeği kullanır. Ayrıca arı larvaları bu karmaşık yapılı maddeyi her zaman değil, sadece ihtiyaçları olan büyüme dönemlerinde üretmeye başlarlar. 


Pupa Dönemi


İşçi arıların üzerine mumdan hafif kubbeli bir kapak örmeleriyle birlikte larva, pupa dönemine girer. Arı pupası, bulunduğu hücrenin içinde 12 gün boyunca kalır. Bu süre içinde hücrede dıştan herhangi bir değişiklik gözlenmez. Oysa hücrenin içindeki pupa sürekli büyüme halindedir. Arı yumurtası kraliçe arı tarafından hücreye bırakıldıktan tam üç hafta sonra hücrenin kapağı yırtılır ve içinden uçmaya hazır bir şekilde balarısı çıkar. Bundan sonra pupanın dış yüzeyi ölü bir kabuk olarak hücrede kalır. Pupadan çıkan balarısı yaklaşık 6 hafta sürecek ömrüne bu hücrenin içinde geçirdiği gelişim evrelerinin sonucunda başlar. 

Alıntıdır.

Bir Nisan

 



1930-40’lı yıllarda basın da okuyucularına 1 Nisan şakaları yaparmış. 1 Nisan öğrencilerin şaka ve eğlence günü haline gelmeden önce neşeli büyüklerin de günüymüş.


16. yüzyıl başlarında Fransa’da yılbaşı 25 Mart’ta kutlanır ve festival 1 Nisan’a kadar sürerdi. 1564’te Gregoryen takvimin kabul edilmesiyle yılbaşı 1 Ocak’a taşındı. Bu uygulamaya direnenlerin veya unutkanların varlığı, sahte davetiyeler gönderilerek ve türlü şakalar yapılarak yeni karara uyanlara eğlence fırsatı doğurdu. Bu sırada güneş balık burcundan çıktığı için bu kişilere Nisan balığı denildi. Napoleon’a da Avusturyalı Marie-Louise’le 1 Nisan 1810’da evlendiğinde Nisan balığı denmişti.


Adetin Fransa’dan İngiltere’ye geçmesi iki yüzyıl kadar aldı. Ancak 1 Nisan şakalarının yaygınlaşmasının bahar bayramlarıyla da ilişkisi olmalıdır. Iskoçya’da 1 Nisan’da aldatılan kişiye, budalalığın simgesi sayılan gugukkuşu bu ayda geldiği için gouık (gugukkuşu) adı verilir. Hindistan’da 31 Mart’ta sona eren Holi şenliğinde herkes birbirinin üstüne boyalı sular atarak ve kaba sözlerle şakalaşarak eğlenir.


Aylık Resimli Şark dergisi 1931 Nisan’ında 1 Nisan gününe iki buçuk sayfa ayırır ve bu şakaların ortaya çıkışını, Avrupa tarihinden ünlü şaka örnekleriyle süsleyerek anlattıktan sonra, “Bu adeta bir nevi usûl, ve her kavmin âdetlerine karışmış enternasyonal bir âdet olmuştur. Zaten alay, eğlence insanların en büyük ihtiyacı değil midir? Ortada her çeşit alayın mubah görüldüğü bir gün de olunca, şu halde neye biz de kabul etmeyelim?” der.


Orson Welles’in radyo programında Marslılar New Jersey’e saldırdılar diye Amerikalıları kandırdığı gün ise 30 Ekimdi.



Kudret Emiroğlu’nun

GÜNDELİK HAYATIMIZIN TARİHİ

kitabından alıntılanmıştır.

Amasra / Bartın

 


Siyahkaya Barajı / Silopi / Şırnak