9 Şubat 2022 Çarşamba

SICAKLIĞIN ÖLÇÜLMESİ VE SICAKLIK KAVRAMLARI

  

 

 

 

Sıcaklık ile ilgili ölçekler birbirinden farklı olmakla birlikte hissedilen sıcaklıklar aynı olmaktadır. Sıcaklık ölçekleri olarak santigrad, fahrenhayt, kelvin gibi ölçekler kullanılmaktadır. Bu ölçekler sıcaklığın anlatım biçimleri arasındaki farkları oluşturmaktadır. Bu açıdan, ölçek olarak örneğin santigrad ile fahrenhayt arasında farkların daima hatırda tutulması gerekir. Çünkü bu ölçekleri kullanan ülkeler arasındaki çalışmalarda verilen farklı ölçekler, hesaplama yada yorumlarda hatalara neden olabilir. Su santigrad olarak 0 derecede donarken fahrenayt olarak 32 derecede donmaktadır. Bu nedenle örneğin sıcaklıklardaki 5 fahrenayt derecelik artış, 5 santigrad derecelik artışa karşılık gelmemektedir.

 

Öte yandan sıcaklıkların fizyolojik yada hissedilen sıcaklık gibi farklı ifade biçimleri olduğu gibi belli sıcaklıklardaki günler de belli isimlerle anılmaktadır.

 

 

 

 

SICAKLIĞIN ÖLÇÜLMESİ VE SICAKLIK KAVRAMLARI

 

Havanın sıcaklığı gerek insan hayatı ve gerekse diğer canlılar açısından önemli olduğu kadar, katı yeryüzü ve su kütleleri açısından da önemlidir. Bu açıdan sıcaklık yaşamı sınırlayıcı bir faktördür. Doğal bitki türlerinin ve tarım bitkilerinin belli sıcaklık istekleri açısından önem taşıyan sıcaklık değerleri cansız ortamlarda fiziksel parçalanma veya kimyasal ayrışma için de önem taşımaktadır.

 

Bu çerçevede hava sıcaklığı zamana ve yere bağlı olarak değişen atmosfer elemanlarından biridir. Sıcaklığın günlük değişimleri, mevsimlik değişimleri olduğu gibi yeryüzünün farklı alanlarında farklı değerlere de sahip olduğu diğer bir gerçekliktir. Bu nedenle sıcaklığın ölçülmesi ve bunların kayıt altına alınması, bir yandan iklim özelliklerinin anlaşılması, diğer yandan günlük meteorolojik hadiselerin takibi ve hava durumu açısından önemlidir.

 

Hava sıcaklığı farklı özellikteki termometreler vasıtasıyla ölçülmektedir.

 

 

Termometreler, içinde sıvı olan camdan yapılmış olabilecekleri gibi son yıllarda olduğu gibi mekanik yada elektronik şekilde sensörler vasıtasıyla ölçüm yapanları da bulunmaktadır. İçerisinde civa veya ispirto, alkol bulunan termometreler ilk termometre örnekleri olup, bugün de klasik anlamda kullanılmaktadır.

 

Termometrenin ilk halinin keşfi 1596’da Galileo Galilei’ye kadar gitsede günümüzdeki anlamıyla ilk termometrenin icadı 1612’de yine bir İtalyan bilimadamı olan Santorio ‘ya aittir (1561-1636). Santorio, Galieo’nun icadı üzerine bir ölçek ekleyerek bugünkü termometrenin ilk örneğini oluşturduğu belirtilmektedir. 1714’de ise ilk civalı termometre Gabriel Fahrenhayt (1686-1736) tarafından kullanılmıştır.

 

 

 

Termometreler, sıcaklık ölçen aletler olup, meteorolojik gözlemlerde kullanılmaktadır. Ancak bununla birlikte, bugün yaygınlaşan otomatik gözlem istasyonları geliştirilmeden öncesinde termograf adı verilen aletler hem hava sıcaklığını ölçen ve hem de yazan aletler   olarak meteorolojide yoğun kullanılmıştır. Bugün de otomatik olmayan gözlem istasyonlarında kullanılmaya devam etmektedir.

Bu aletler sadece hava sıcaklığını ölçmeyip, sıcaklıkları aynı zamanda üzerindeki milimetrik kağıda not eden bir sisteme sahiptirler. Böylece hava sıcaklığı ölçümü 24 saatlik bir süre içinde kesintisiz bir şekilde otomatik olarak milimetrik bir kağıda kaydedilmiş olmaktadır.

 

Termometrelerin farklı sıvılar içermesinde iklim şartları önemlidir. Civa, - 39 oC’de donduğu için her ortamda kullanılamamaktadır. Bu nedenle soğuk iklim bölgelerinde, dağların üst kesimlerinde daha çok ispirtolu termometreler kullanılır.

 

Termometrelerde sıcaklığı ifade etmek için çeşitli ölçekler kullanılmaktadır. Dünyanın farklı yerlerinde eskiden yada günümüzde bu farklı ölçekler kullanılmış ve kullanılmaya devam etmektedir. Ülkemizinde içinde olduğu bir çok ülkede sıcaklık ölçeği olarak “santigrad” yada “selsiyus (Celsius)” ölçeği olarak ifade edilen ölçek kullanılmaktadır. Bu şekilde hazırlanan hava sıcaklığı ile ilgili raporlarda yada tahminlerde “selsiyus” (yada sanrigrad) derece (oC) olarak ifade edilir. Celsius ismi İsveç’li bilim adamı Anders Celsius’a atfen (1701-1744) verilen ve bu gün de kullanılan bir isim olmuştur. Celcius kendi adıyla anılan ölçeği 1742’de ifade etmiştir. Buna göre su 100 derecede kaynayıp, 0 derecede donmaktadır. Celsius’dan 1 yıl sonra Fransız bilim adamı Jean Pierre Cristin (1683-1755) benzer bir ölçeklendirmeyi Centigrad (santigrad) olarak ifade ederek bugün de ifade edildiği şekli ile sıcaklık ölçeğini kullanmıştır. Ölçek ifadesi olarak (C) kullanılmaktadır.

 

 

Bunun dışında ABD’de bugün de kullanılan “fahrenhayt” ölçeği ise civalı termometrenin mucidi Gabriel Fahrenheit’a (1686-1736) atfen verilmiştir. Bu ölçekte santigraddan farklı olarak su 32 derecede donmakta, 212 derecede ise kaynama noktasına ulaşmaktadır. Ölçek ifadesi olarak (F) kullanılmaktadır.

 

Bunun dışında fizikte ve uzay çalışmalarında kullanılan bir diğer ölçek de Kelvin ölçeği veya “mutlak sıcaklık” olarak ifade edilen sıcaklık ölçeğidir. Adını Lord Kelvin’den (1824-1907) alan bu ölçek 1848’den itibaren onun önermesi günümüzde de çeşitli hesaplamalarda kullanılmaktadır. Bu ölçekte donma noktası olarak mutlak sıfır 273.15 K verilmektedir. Bu ölçekte de buzun erime noktası ile suyun kaynama noktası arasındaki sıcaklık farkı Celsius ölçeği ile aynı olup 100 derecedir. Ancak Celcius’tan farklı olarak 273.15 K ile 373.15 K arasında bir ölçeklendirme yapılmıştır. 273.15 mutlak sıfır olduğu ve ondan daha düşük sıcaklık olmadığı için de mutlak sıfırın celsius karşılığı -273.15 oC olarak ifade edilmektedir.

 

Bir diğer sıcaklık ölçeği de Reamur ölçeğidir. Fransız araştırmacı René Antoine Ferchauld de Réamur (1683-1757) tarafından önerilen bu ölçekte su 0 derece donmakta, 80 derecede ise kaynamaktadır. Bu ölçek günümüzde kullanılmamaktadır.

Bu ölçeklerden Santigrad, Fahrenheit ve Reamur ölçekleri suyun donma ve kaynama derecelerini dayanak olarak almakta, bu açıdan birbirleri ile karşılaştırılmaları aşağıda bir tablo olarak verilmiştir:

 

Suyun Fazları

Santigrad (C)

Fahrenheit

Reamur (R)

 

 

(F)

 

 

 

 

 

Suyun Kaynama Noktası

100

212

80

 

 

 

 

Suyun Donma Noktası

0

32

0

 

 

 

 

 

 

Bu değerlerin içerisinde ikisi, santigrad ve fahrenheit yeryüzünde en çok kullanılan ölçeklerdir. Fahrenheit ABD tarafından kullanılmakta olup, dünyanın diğer ülkelerinde santigrad, sıcaklık için kullanılan ölçektir. Zaman zaman algı karışıklığına neden olan bu durum, özellikle ABD kaynaklı iklim ile ilgili yapılan çalışmaların değerlendirilmesinde dikkat edilmesi gereken bir husustur. Çünkü o çalışmalarda verilen 4-5 derecelik ifadeler (F) karşılığı olup, ülkemizdeki karşılığı 4-5 (C) derece olmamaktadır. Suyun santigrad olarak 0 derecede, fahrenheit olarak 32 derecede donmasının ötesinde, her iki ölçek arasındaki fark hesaplanmaktadır. Bunun için basit bir hesaplama yöntemi mevcuttur:

 

C= (F - 32)x5/9

 

F= (9/5xC) + 32

 

Örneğin; 80 F derecenin C derece olarak karşılığı şöyle bulunabilir;

 

C= (80 – 32) x 5/9

 

C= 48x 5/9

 

C= 26.6

 

Yada, örneğin 30 oC’nin F karşılığı şöyle bulunabilir;

 

F= (9/5 x 30) + 32

 

F= 54 +32

 

F= 86

 

Bu şekilde sıcaklıklar farklı ölçeklerle değerlendirilmekte ve farklı anlatım biçimleri ile ifade edilmektedir. Celsius – Fahrenhayt sıcaklık çevrimleri tablo 1 ve 2 de verilmektedir.

 

C

F

C

F

 

C

 

F

C

F

50

122.0

25

77.0

 

0

 

32.0

-25

-13.0

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

49

120.2

24

75.2

 

-1

30.2

-26

-14.8

48

118.4

23

73.4

-2

28.4

-27

-16.6

47

116.6

22

71.6

-3

26.6

-28

-18.4

46

114.8

21

69.8

-4

24.8

-29

-20.2

45

113.0

20

68.0

-5

23.0

-30

-22.0

44

111.2

19

66.2

-6

21.2

-31

-23.8

43

109.4

18

64.4

-7

19.4

-32

-25.6

42

107.6

17

62.6

-8

17.6

-33

-27.4

41

105.8

16

60.8

-9

15.8

-34

-29.2

40

104.0

15

59.0

-10

14.0

-35

-31.0

39

102.2

14

57.2

-11

12.2

-36

-32.8

38

100.4

13

55.4

-12

10.4

-37

-34.6

37

98.6

12

53.6

-13

8.6

 

-38

-36.4

36

96.8

11

51.8

-14

6.8

 

-39

-38.2

35

95.0

10

50.0

-15

5.0

 

-40

-40.0

34

93.2

9

48.2

-16

3.2

 

-41

-41.8

33

91.4

8

46.4

-17

1.4

 

-42

-43.6

32

89.6

7

44.6

-18

-0.4

 

-43

-45.4

31

87.8

6

42.8

-19

-2.2

 

-44

-47.2

30

86.0

5

41.0

-20

-4.0

 

-45

-49.0

29

84.2

4

39.2

-21

-5.8

 

-46

-50.8

28

82.4

3

37.4

-22

-7.6

 

-47

-52.6

27

80.6

2

35.6

-23

-9.4

 

-48

-54.4

26

78.8

1

33.8

-24

-11.2

-49

-56.2

 

 

Tablo 1: Celsius – Fahrenhayt Çevrim Tablosu

 

 

 

F

C

F

C

 

 

F

C

 

F

C

 

125

51.6

 

75

 

23.9

 

25

-3.9

-25

-31.6

124

51.1

 

74

 

23.3

 

24

-4.4

-26

-32.2

123

50.5

 

73

 

22.8

 

23

-5.0

-27

-32.7

122

50.0

 

72

 

22.2

 

22

-5.6

-28

-33.3

121

49.4

 

71

 

21.6

 

21

-6.1

-29

-33.9

120

48.8

 

70

 

21.1

 

20

-6.7

-30

-34.4

119

48.3

 

69

 

20.5

 

19

-7.2

-31

-35.0

118

47.7

 

68

 

20.0

 

18

-7.8

-32

-35.5

117

47.2

 

67

 

19.4

 

17

-8.3

-33

-36.1

116

46.6

 

66

 

18.9

 

16

-8.9

-34

-36.6

115

46.1

 

65

 

18.3

 

15

-9.4

-35

-37.2

114

45.5

 

64

 

17.8

 

14

-10.0

-36

-37.7

113

45.0

 

63

 

17.2

 

13

-10.5

-37

-38.3

112

44.4

 

62

 

16.7

 

12

-11.1

-38

-38.9

111

43.8

 

61

 

16.1

 

11

-11.7

-39

-39.4

110

43.3

 

60

 

15.5

 

10

-12.2

-40

-40.0

109

42.7

 

59

 

15.0

 

9

-12.8

-41

-40.5

108

42.2

 

58

 

14.4

 

8

-13.3

-42

-41.1

107

41.6

 

57

 

13.9

 

7

-13.9

-43

-41.6

106

41.1

 

56

 

13.3

 

6

-14.4

-44

-42.2

105

40.5

 

55

 

12.8

 

5

-15.0

-45

-42.7

104

40.0

 

54

 

12.2

 

4

-15.5

-46

-43.3

103

39.4

 

53

 

11.7

 

3

-16.1

-47

-43.8

102

38.9

 

52

 

11.1

 

2

-16.7

-48

-44.4

101

38.3

 

51

 

10.5

 

1

-17.2

-49

-45.0

100

37.7

 

50

 

10.0

 

0

-17.8

-50

-45.5

99

37.2

 

49

 

9.4

 

-1

-18.3

-51

-46.1

98

36.6

 

48

 

8.9

 

-2

-18.9

-52

-46.6

97

36.1

 

47

 

8.3

 

-3

-19.4

-53

-47.2

96

35.5

 

46

 

7.8

 

-4

-20.0

-54

-47.7

95

35.0

 

45

 

7.2

 

-5

-20.5

-55

-48.3

94

34.4

 

44

 

6.7

 

-6

-21.1

-56

-48.8

93

33.9

 

43

 

6.1

 

-7

-21.6

-57

-49.4

92

33.3

 

42

 

5.6

 

-8

-22.2

-58

-50.0

91

32.7

 

41

 

5.0

 

-9

-22.8

-59

-50.5

90

32.2

 

40

 

4.4

 

-10

-23.3

-60

-51.1

89

31.6

 

39

 

3.9

 

-11

-23.9

-61

-51.6

88

31.1

 

38

 

3.3

 

-12

-24.4

-62

-52.2

87

30.5

 

37

 

2.8

 

-13

-25.0

-63

-52.7

86

30.0

 

36

 

2.2

 

-14

-25.5

-64

-53.3

85

29.4

 

35

 

1.7

 

-15

-26.1

-65

-53.8

84

28.9

 

34

 

1.1

 

-16

-26.6

-66

-54.4

83

28.3

 

33

 

0.6

 

-17

-27.2

-67

-54.9

82

27.8

 

32

 

 

0.0

 

-18

-27.8

-68

-55.5

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

81

27.2

 

31

 

 

-0.6

 

-19

-28.3

-69

-56.1

80

26.6

 

30

 

-1.1

 

-20

-28.9

-70

-56.6

79

26.1

 

29

 

-1.7

 

-21

-29.4

-71

-57.2

78

25.5

 

28

 

-2.2

 

-22

-30.0

-72

-57.7

77

25.0

 

27

 

-2.8

 

-23

-30.5

-73

-58.3

76

24.4

 

26

 

-3.3

 

-24

-31.1

-74

-58.8

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Tablo 2: Fahrenhayt – Celsius Çevrim Tablosu

 

 

 

Güneşte ve Gölgede Sıcaklık

 

 

Sıcaklıklar doğrudan güneş ışığı alan yerler ile gölgede kalan yerler arasında farklılıklar göstermektedir. Gölgedeki sıcaklık sadece havanın sıcaklığı iken güneş altında güneşin doğrudan gelen ışınları da etkili olmaktadır. Bu nedenle hava sıcaklıkları gölgede ölçülen sıcaklıklar üzerinden değerlendirilmektedir.

 

Doğrudan güneş ışınları altında, cisimlerde sıcaklık birikimi daha fazla olmaktadır. Bu açıdan dağların üst kesimlerinde hava sıcaklığının düşük olması durumunda da doğrudan ulaşan güneş ışınları bitkilerin ısısına etki eder. Bu durum düşük sıcaklılarda bitki hayatı için önemlidir.

 

Buna karşılık gölgede sıcaklık gerçek hava sıcaklığı olarak da ifade edilebilir. Çünkü gölgede, doğrudan güneş ışını almayan yerlerde hava sıcaklığı hissedilen hava sıcaklığıdır. Meteorolojide ölçümü yapılan veya klimatolojik çalışmalarda kullanılan sıcaklık değerleri bu, gölgede ölçülen sıcaklıklardır. Ancak bu ölçümler farklı yüzeylerden oluşabilecek yansımaların da etkisi altında olmamalıdır. Bu nedenle meteorolojik rasat parklarındaki sıcaklık ölçümleri, kapalı, siperlikli yerlerde yapılır.

 

 

 

 

Klasik ölçümlerde kullanılan bu siperlikli kutular, ahşap ve beyaz boyalı olup, havalandırması panjur sistemi ile sağlanmaktadır. Böylece termometreler doğrudan ve farklı yüzeylerden yansıyan güneş ışınlarından korunurken, diğer yandan doğrudan sirkülasyonla karşı karşıya kalmadan havalandırılmış bir alan içinde ve gölgedeki hava sıcaklığını ölçebilmektedir. Ancak günümüzde hızla yaygınlaşan otomatik meteoroloji istasyonlarında bu süreç daha mekanik yollarla çözümlenmekte ve rasatlar daha kolay yapılabilmektedir. Bununla birlikte ister klasik yöntemlerle olsun, ister otomatik yöntemlerle olsun ölçümler açık alanlarda, zeminden iki metre yükseklikte, yansımayı yada sirkülasyonu engelleyen yapıların uzağında yapılmaktadır.

 

 

Hissedilen ve Birikmiş Sıcaklıklar

 

 

Yukarıdaki paragrafta da ifade edildiği gibi sıcaklığın güneş altında ölçülmesi ile gölgede ölçülmesi arasında fark bulunmaktadır. Bu fark güneş altında doğrudan gelen güneş ışınları ile ilgilidir. Dağların üst kesimlerinde sıcaklıklar düşük değerler gösterirken, doğrudan güneş ışınlarına maruz alanlarda canlıların hissettiği sıcaklar daha yüksek olabilmektedir. Bu nedenle dağların üst kesimlerinde, açık havada ve özellikle durgun hava koşullarında doğrudan alınan güneş ışınları hissedilen sıcaklığın daha yüksek olmasına neden olmaktadır. Netice olarak termometrede ölçülen sıcaklık değeri ile canlıların hissettiği sıcaklılar genelde aynı ölçüde olmamaktadır.

 

Vücut sıcaklığının belli bir seviyede tutulması insanlar için hayati önem taşımaktadır. 36,5 oC olan bu değerin altı da üstü de insanlar için ölümcül sonuçlar doğurmaktadır. Sıcaklığın düşmesi hipotermi olarak ifade edilmektedir ve 35 oC’nin altındaki bir insan vücudunda görülen donma hissinin karşılığı olarak kullanılmaktadır. Vücut 32 – 35 oC’ler arasında bilinç kaybı, 32 oC’den düşük değerlerde ise ölüm ile karşı karşıya kalır. Yine 37 – 38 oC’lerin üstü ise vücut için yüksek sıcaklık değeridir. Yaş ve hastalık durumuna göre 43 – 44 oC’lerin üstü ölümle sonuçlanan “ateş” olarak ifade edilmektedir. İşte bu şekilde insan vücudunun dayanabildiği ekstrem vücut ısılarının yanında, yaşamını sağlıkla sürdürebileceği ideal bir sıcaklığı da bulunmaktadır. Genel olarak hava sıcaklığından etkilenen insan vücudu, artan sıcaklığını terleme gibi yollarla geri vererek kendini ideal sıcaklığında tutmaya çalışır. İşte bu standart sıcaklığa fizyolojik sıcaklık denilmektedir.

 

Fizyolojik sıcaklık insanlar için hayati bir öneme sahip olup, hava sıcaklığının artması veya azalmasına göre vücudumuz bunu dengede tutmak için terleme veya kondüksiyon yoluyla hava ile sıcaklık alış verişinde bulunur. Eğer dış ortam yada hava sıcaklığı çok düşükse, vücuttan kaybedilen ısı nedeniyle üşüme ve hatta bazı durumlarda ölümle sonuçlanan donmalara kadar gidilebilirken, bazı durumlarda ise yüksek hava sıcaklığına karşı yeteri kadar ısı kaybedemeyen vücudumuzda sıcaklık yükselir ve sıcaklık çarpması da denen hadiseler yaşanabilir.

 

Bu şekilde insan vücudu için hava koşullarına göre gelişen sıcaklıklar da oluşmaktadır ki buna hissedilen sıcaklık da denilmektedir. Hissedilen sıcaklık hava koşulları ile ilgili olup, farklı meteorolojik elemanlar altında farklı etkilere sahiptir. Nem, ve rüzgar durumu hissedilen sıcaklık için önemli meteorolojik elemanlardır.

 

Her canlı için ideal sıcaklık değerleri bulunmaktadır. Genel olarak 18 – 22 oC’ler arası insanlar için ideal sıcaklık değerleri olup, bu sıcaklıkta insan vücudu “konfor” halindedir. İnsan vücudunun konfor halinde olması, az miktada enerji harcayarak dış ortamla uyum sağlaması ile ilgilidir. Ancak bu durum her zaman gerçekleşmez ve gerek insanın faaliyetleri ve gerekse meteorolojik koşullar nedeniyle konfor değerlerinden uzaklaşılır.

 

Konfor sıcaklığını etkileyen meteorolojik hadiselerden biri nem değeridir. Havanın nemi aynı zamanda insan vücudundaki terlemeyi de kontrol eden bir eleman olduğu için yüksek sıcaklık ve yüksek nemli havalarda terleme imkanının kısıtlanmasına bağlı olarak insan kendini

 

 

rahatsız hissetmektedir. Aynı şekilde yüksek nem soğuk yerlerde vucutta soğuma hissini arttırmaktadır. Bu değer insandan insana göre, insanların fizyolojik değerlerine göre değişmekle birlikte % 35 - % 65 arasındaki nem değeri 18 – 22 oC arasındaki ideal hava sıcaklığında rahatsız edici olmamaktadır. Ancak nem ve hava sıcaklığı değerlerindeki her türlü değişim hissedilen sıcaklık değerini değiştirerek rahatsılık verebilmektedir.

 

Hissedilen sıcaklığı etkileyen bir diğer meteorolojik parametre ise rüzgardır. Rüzgarlı havalarda kondüksiyon ve buharlaşma ile ısı kaybı daha fazla olur. Vücuda dokunan rüzgar, hızla vücut sıcaklığı alarak uzaklaştırır. Aynı şekilde ter tanecikleri de rüzgarla birlikte vücuttan uzaklaşabilmektedir. Bu nedenle yaz aylarında durgun, rüzgarsız havalarda terleme yüksek olurken, rüzgarın varlığı teri vücuttan uzaklaştırdı için bir rahatlama hissi vermektedir. Ancak aynı durum soğuk dönemlerde yada kış aylarında olduğunda vücuttan kondüksiyon ile sıcaklık kaybına neden olur ki, kış aylarında rüzgar altında insanın üşüme hissi artmaktadır. Bu nedenle rüzgarsız havalarda dağların üst kesimlerindeki düşük sıcaklık değerlerine rahatlıkla dayanılırken rüzgarlı alçak kesimlerde üşüme hissi daha fazla olabilmektedir. Aynı şekilde örneğin yaz aylarında kıyı ve iç kesimler arasında sıcaklık farkı olmasa da kıyıdaki insanlar kendini nemden dolayı daha rahatsız hissetmektedir. Kıyılarda nemin yüksekliğini yanında rüzgarsız havalar da bu rahatsızlığı arttırmaktadır. İstanbul’da kentleşme nedeniyle azalan rüzgar hızları ile birlikte yaz aylarındaki yüksek nem değeri, hissedilen sıcaklıları çok arttırabilmektedir.

 

Buna göre vücut sıcaklığı sadece hava sıcaklığı ile değil, aynı zamanda nem ve rüzgar değerleri ile de çok ilgilidir. İnsandan insana değişmekle birlikte ortalama % 35 - % 65 arasında nem ve 5 m.sn civarındaki rüzgar 18 – 22 oC arasındaki uygun hava sıcaklığı altında konfor koşulları için ideal olabilmektedir. Hissedilen sıcaklıklar veya konfor sıcaklıkların belirlenmesi açısından farklı hesaplamalar yapılabilmekte, bu amaçla sıcaklık ve nem ile sıcaklık ve rüzgar değerlerini içeren klimatogramlar hazırlanmaktadır. Ancak hissedilen sıcaklıklar açısından ideal hesaplama hava sıcaklığı ile birlikte nem ve rüzgar değerlerini de içeren hesaplamalardır.

 

Hissedilen sıcaklıklar hava sıcaklığı ölçümlerinden farklı olarak “ıslak termometreler” ile ölçülmektedir. Islak termometre, termometrenin haznesine ıslak bir kumaşın sarılması suretiyle sürekli nemli tutulmasının sağlanması prensibine göre ölçüm yapan termometrelerdir.

 

Sayılı Günler ve Kavramlar

 

 

Sayılı Gün: İklim unsuru olarak sıcaklıklar belirli özelliklerine göre gruplandırılmaktadırlar. Bu gruplandırmalara sayılı günler de denilmektedir. Sayılı günler şöyledir:

 

Tropikal gün: Günlük en yüksek sıcaklığın 30°C'nin üzerine çıktığı,

 

Yaz günü: Günlük en yüksek sıcaklığın 25°C'nin üzerine çıktığı,

 

Donlu gün: Günlük en düşük sıcaklığın 0°C'nin altına indiği,

 

Şiddetli donlu gün: Günlük en düşük sıcaklığın -10°C'nin altına indiği,

 

Kış günü: Günlük sıcaklığın 0°C'nin üstüne hiç çıkmadığı, günlere denilir.

 

Sayılı günlerin takibi, olasılıklarının tespiti klimatolojik açıdan önemlidir. Çünkü sayılı günler örneğin tarım açısından öneme sahiptirler. Muhtemel don olaylarının görülmesi ile ilgili olasılıkların hesaplanması yada kış günlerinin, tropikal günlerin takibi tarımdan ulaşıma bir çok faaliyet için önem taşımaktadır.

 

Dereceli Gün veya Isıtma-Soğutma Gün Dereceleri: Belirli sıcaklık değerleri belirli olaylar için sınır değer kabul edilmektedir. Suyun 100 oC’de kaynayıp, 0 oC’de donması gibi. Aynı şekilde ortam sıcaklığının konfor koşullarını taşıması için de belli eşik değerler bulunmaktadır. Özellikle binalarda iç ve dış sıcaklık değerleri arasındaki farklardan yola çıkılarak yapılan hesaplamalar binada ısıtma ve soğutma derecelerinin tespiti açısından değerlendirilmektedir. Ülkemizde genel olarak ısıtma derece-gün sayıları 18 oC’den, soğutma derece-gün sayıları ise 22 oC’den hesaplanır. Yani sıcaklıklar 18 oC’nin altına düştüğünde binalarda ısıtmanın sağlanması, 22 oC’nin üzerine çıktığında ise soğutmanın sağlanması esas alınmakta ve buna göre ısıtma-soğutma gün değerleri hesaplanmaktadır. Bu değerin bilinmesi binaların ısıtılması yada soğutulması için gerekli olan enerji gereksiniminin bilinmesi açısından önemlidir. Bu nedenle yalıtım maliyetleri açısından inşaat sektörü için önemli bir parametredir.

 

Birikmiş Sıcaklık: Bitkilerin, daha çok tarım bitkilerinin gelişimi ile ilgili bir kavramdır. Daha önce de ifade edildiği gibi canlıların yaşamı hava sıcaklığının doğrudan etkisi altındadır. Her canlının sıcaklık istekleri farklı olabilmekte, örneğin bitkilerde filizlenme, meyve verme ve olgunlaşma sıcaklıkları farklı olmaktadır. Örneğin bir çok bitki için kritik seviye 6 oC’dir. Yani bu sıcaklığın altında bitkide hiç bir aktivite görülmez. Ancak o bitkinin filizlenip gelişmesi, olgunlaşıp hasada ulaşması için de belirli bir sıcaklık birikimine ihtiyacı vardır. Sıcaklığın bu kritik seviye üzerinde olduğu günlerdeki ortalama sıcaklık değerleri toplanır ve bu toplam, o bitkinin olgunlaşma seviyesine kadar hesaplanır. Örneğin bu seviye bölgeden bölgeye değişmekle birlikte buğdayda 1090 oC, mısırda 1360 oC olabilmektedir. Buna göre bitki olgunlaşma için gerekli sıcaklığı toplayana kadar hasada ulaşmaz. Bu toplam sıcaklığa “birikmiş sıcaklık” denilmektedir. Bu bir açıdan da gün derecelerinin toplamına karşılık gelen değerdir.

 

Toprak Sıcaklığı: Toprak sıcaklığı bir diğer önemli iklim elemanı ve meteorolojik parametredir. Toprak sıcaklıkları aynı zamanda hava sıcaklığına bağlı olarak gelişmektedir. Çünkü toprak sıcaklığı doğrudan güneş ışınlarını absorbe eder, ısınma ile birlikte bu sıcaklığı alt katmanlara doğru göreceli olarak aktarır. Bu aktarım sudaki kadar hızlı ve derin olmadığından suya göre daha çabuk ısınmakta ama aynı zamanda daha çabuk soğumaktadır. Bu nedenle karalar ve denizler arasındaki sıcaklık farkı oluşmaktadır. Bu fark ise genel iklim özellikleri kadar günlük rüzgar hareketlerine kadar önem taşımaktadır. Toprak sıcaklığı aynı zamanda bitki hayatının gelişimi açısından önemlidir. Bitki köklerinin optimum sıcaklık isteklerine ulaşabilmeleri gelişimleri açısından önemlidir. Bunun yanında ulaşım, alt yapı gibi konularda da toprak sıcaklıları önemlidir.

 

 

 

 

Toprak sıcaklıkları meteorolojide ölçümü yapılan elemanlardan biridir. 10 cm, 20 cm, 50 cm ve 100 cm’de yapılan ölçümlerle toprağın sıcaklık profili çıkarılabilmektedir (Foto 12 ve 13). Toprakta sıcaklık değişimi çok kuvvetli olmadığından alt seviyelere doğru inildikçe sıcaklık daha sabit bir hal almaktadır. Toprak sıcaklığının dağılışında önemli parametrelerden biri de toprak nemidir. Nemli topraklarda bu değişim ve birikim daha farklı olmaktadır.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Deniz Suyu Sıcaklığı: Deniz suyu sıcaklığı da toprak sıcaklığı gibi hava sıcaklığı ile bulutluluk, rüzgar gibi meteorolojik hadiselerden etkilenir. Deniz suyu sıcaklığı toprak

 

 

 

sıcaklığından farklı olarak, moleküllerinin sıcaklığı aşağılara doğru daha kolay iletmesi nedeniyle, derine doğru daha çok ısınabilmektedir. Bu nedenle de topraktan farklı olarak daha geç ısınıp daha geç soğumaktadırlar.

 

Doğrudan güneş ışınları yanında rüzgarlar ve deniz akıntıları da deniz suyu sıcaklıkları açısından önemlidir. Deniz suyu sıcaklıkları iklim özellikleri açısından karasal-denizel süreçleri denetleyen etmendir. Denizin ılıman etkisi kıyı bölgelerinin iklim özellikleri için belirleyici temel faktördür.

 

Alıntıdır.

8 Şubat 2022 Salı

Enuma Eliş

 




Başlangıçta sadece su ve onun üzerinde salınıp duran sis mevcuttu. Baba Apsu ortaya çıktı ve tatlı suların efendisi oldu, Ana Tiamat ortaya çıktı, tuzlu suları yönetti ve her iki su birlikte aktılar, Onların oğlu Mummu, suları kaplayan sislerin içindeydi. Ne yukarıdaki gökler ne de yeryüzü henüz ortaya çıkmamıştı. Suların üstünde henüz ne bataklık ne de otlak araziler vardı. Ve henüz kamışlardan örülmüş barınaklar yapılmamıştı.

Daha sonra, Apsu'nun tatlı, Tiamat'ın tuzlu sularının içinde Anşar ve Kişar şekillenmiş ve sulardan dışarı çıkmışlardı. Zamanı gelince, Anşar ve Kişar, göklerin tanrısı olan Anu'nun ana babası oldular. Buna karşılık Anu, Ea'nın babası oldu. Onlardan daha akıllı, daha anlayışlı ve güçlü olduğundan, sihir kullanmada çok yetenekli olduğundan, Ea, hem babasını hem de büyükbabasını geçti. Yeryüzü tanrısı oldu, büyük tanrılar arasında rakibi yoktu.


Genç tanrılar bir araya geldiler ve çok güzel zamanlar geçirdiler. O kadar başına buyruk idiler ki bu, Tiamat'ı rahatsız etti ve taşkınlıkları onu gücendirdi. Zaman geçtikçe Ana Tanrıça onların davranışlarından nefret etmeye başladı, fakat onlara nasıl davranması gerektiğini de bilemedi. Apsu'dan onlarla konuşmasını istedi, fakat genç tanrılar Apsu'yu dikkate almadılar.


Apsu, Tiamat ve Mummu, sorunu tartışmak için bir araya geldiler. Apsu şöyle konuştu: "Tanrıların davranışlarına tahammül edemiyorum! Gece ve gündüz hiç durmadan yaygara yapıyorlar ve hiç uyuyamıyorum. Umutsuzca huzura ve sessizliğe ihtiyacım var. Eğer benim ricalarımı dinlemezlerse, gürültülerini, yapabileceğim tek şekilde, yani onları yok ederek durdurmak zorunda kalacağım."


Kocasının sözleri Tiamat'ı sinirlendirmişti, şöyle yanıt verdi: "Apsu neler hissettiğini çok iyi anlıyorum. Biliyorsun ben de aynı sorundan yakınmıştım. Ama yine de senin çözümün çok zalimce! Kendi yarattığımız çocukları mı yok edeceğiz? Davranışları kaba ve oyunları çok can sıkıcı, fakat yine de anlayışlı olmayı denemeliyiz."



 Mummu, Apsu'yu destekledi ve "Tiamat’ın bu konudaki fikirlerini dikkate almamanızı öneriyorum" diye tavsiyede bulundu. "Planınızı uygulayın ve otoritenize karşı geldikleri için tanrıları yok edin. Gece ve gündüz, emirlerinize karşı itaatsiz lik ediyorlar ve davranışları sizde huzur bırakmıyor." Muinimi'nun düşüncesini duyduğu zaman, kafasındaki şeytani planı beğendiği için, Apsu'nun yüzü şevkle doldu.

Genç tanrılar, Apsu ve Mummu'nun kendilerine karşı olan komplosunu çabucak öğrendiler. Haberi ilk duyduklarında ağladılar, daha sonra kaderlerine karşı gelmenin bir yolunu bulamamanın çaresizliğiyle sustular.


Ancak tanrıların en akıllısı, en zekisi ve en hünerlisi olan Ea, Apsu ve Mummu'nun planlarını bozmanın bir yolunu buldu. Önce tanrıları koruyacak büyülü bir daire oluşturdu ve onları güvenli bir şekilde içine yerleştirdi. Sonra Apsu'nun derin sularına doğru, onu derin bir uykuya daldıracak, Mummu'yu da güçsüz bırakacak bir büyü okudu.


Daha sonra Ea, Apsu'yu zincirlerle bağladı, başındaki tacı ve ışık halkasını aldı ve kendi başına yerleştirdi. Krallık simgelerini aldıktan sonra Apsu'yu Öldürdü. Sonra da Mummu'nun burnunun içinden geçirilmiş bir iple, onu, her istediği yere çekip götürecek şekilde bağladı.


Düşmanlarının üstesinden gelince Ea, Apsu'nun ve onun emrindeki tatlı suların üzerine yerleşti. Orada, suların derinliklerinde karısı Damkina ile huzur içinde yaşadı. Görkemli evi, kaderlerin evi haline gelirken, kutsal odası da talihin odası olmuştu.


Nihayet Ea ve Damkina, bütün tanrıların en yeteneklisi ve akıllısı olan Marduk'un ana babası oldular. Tam bir yetişkin olarak doğmuş olsa da, tanrıçalar doğduğu günden itibaren Marduk'u beslediler ve onu korku veren bir görüntüye büründürdüler. En baştan beri Marduk, doğal bir önder görüntüsündeydi ve Ea, oğlunu görür görmez baba yüreği memnuniyetle doldu. Ea, Marduk'u, görünüş ve güç bakımından diğer bütün tanrılardan üstün olacak şekilde çifte tanrı yaptı. Marduk'un yüzündeki ışıklar saçan dört adet göz her şeyi görmesini sağlıyor ve dört adet geniş kulak her şeyi duymasına yardımcı oluyordu. Marduk dudaklarını ne zaman oynatsa ağzından ateşler saçılıyordu.


Ea, "Oğlumuz göklerin güneşidir" diye bağırıyordu. Gerçekten de Marduk'un başındaki on tane tanrı halesi öylesine parıldıyordu ki, ışınların parlaklığı korkunç bir görüntü oluşturuyor, kendisine bakanlara dehşet kadar huşu da veriyordu.

Bu arada Anu kuzey, güney, doğu ve batı rüzgârlarını yarattı ve bu şiddetli rüzgârlar, Tiamat'ın sularını şiddetle karıştırdı. Bazı tanrılar bu fırtınalardan acı çekip huzur bulamayınca, kalplerinde kötülük duyguları oluştu.


Kingu'nun önderliğinde annelerine şöyle dediler: "Ea ve ona yardım eden tanrılar, babamız Apsu'yu öldürdüğünde, sen onlara bunu yapmaları için izin verdin. Şimdi de Anu seni rahatsız eden ve bizi hiç uyutmayan bu korkunç rüzgârları yarattı ve sen yine ona izin verdin. Uykusuzluktan gözlerimiz yorgun düştü. Hiçbir şey yapmadığına göre, görünen o ki bizleri sevmiyorsun! Biraz o tanrıların yok ettiği kocanı ve Mummu'yu düşün! Tamamen yalnız kaldın. Neden kendine gelmiyor ve onlara saldırarak Apsu ve Mummu'nun intikamını almıyorsun? Biz seni destekleyeceğiz."


Tiamat bu cesaret verici sözleri duymaktan çok memnun olmuştu. "Bana iyi bir öğütte bulundunuz" diye yanıt verdi. "Bize yardım etmeleri için canavarlar yaratacağım ve o tanrılara karşı savaşacağız."


İsyankâr tanrılar şimdi kızgınlıklarını ifade etmek için kendilerini özgür hissetmişlerdi. Ayaklanmalarını planlamak için gece gündüz bir araya gelerek görüştüler.

Bu arada Tiamat yenilmez silahlar olarak canavar yılanları yarattı. Gövdelerini kan yerine zehirle doldurdu ve onlara keskin, uzun zehir dişleri verdi. Çok korkunç ejderhalar yarattı ve bakanların dehşetten ölmeleri için, tıpkı tanrılar gibi onların da başına ışık haleleri taktı. Yılanlar bir kez ayağa kalktı mı kimse onlara karşı ayakta duramazdı. Toplam on bir canavar yarattı: Engerek yılanı, ejderha, sfenks, büyük aslan, çılgın köpek, akrep adam, üç güçlü fırtına canavarı, yusufçuk böceği ve kentaur.


Sonra Kingu'yu, isyankâr tanrıların ve canavarların başına kumandan olarak seçti. Ona "Sana büyü yaptım Kingu" dedi. "Sana topluluktaki bütün tanrılara öğüt verme gücü verdim. Sen şimdi üstünlerin efendisi ve benim tek arkadaşımsın. Emirlerin ebedi ve sözlerin daim olacaktır." Sonra da Kingu'nun göğsüne Kader Tabletini astı. 


Böylelikle Tiamat, Apsu'nun intikamını almak için, kendi çocuklarına karşı savaşmak üzere hazırlandı. Hiçbir şeyden korkmayan canavarlar onun çevresinde toplandılar ve yanında yürüdüler. Öfkeliydiler ve savaşa hazırdılar. Tiamat "Zehriniz düşmanlarınızın üstesinden gelsin" diye bağırdı.


Ea, Tiamat ve Kingu'nun tanrılara karşı isyan hazırlıklarını duyar duymaz büyükbabası Anşar'a gitti ve onu savaş hazırlıkları konusunda uyardı. Anşar oldukça kaygılandı: "Ea, Apsu' yu öldürdün, şimdi de Tiamat'ın kuvvetlerinin önünde yürüyen Kingu'yu öldürmelisin."

Ea, büyükbabasını hoşnut edebilmek için elinden geleni yaptı. Ancak Tiamat'ı ve kuvvetlerini görür görmez, kalbi dehşetle doldu ve onları karşılayacak cesareti kendinde bulamadı. Korkaklığından utanarak geri çekildi ve Anşar'a döndü. "Tiamat, Kingu ve Tiamat'ın canavar yılanları asla büyülerime karşılık vermeyecekler" diye bağırdı, "onlar benden çok daha güçlüler."


Bunun üzerine Anşar Anu'ya döndü ve "Sen hem cesur hem de güçlüsün. Tiamat'a karşı çık. Eminim ki Kingu'nun saldırısına karşı koyabilirsin" dedi.

Anu babasının emrine itaat etti ve Tiamat'a karşı yola çıktı. Ama onun dehşetli güçlerini görünce, o da karşı koyacak cesareti gösteremedi. Ea gibi, Anu da utanç içinde geri döndü. "İsteklerinizi yerine getirecek kadar güçlü değilim" diye itirafta bulundu.


Anşar, Anu ve Ea sessizlik içinde oturdular. "Hiçbir tanrı Tiamat ve kuvvetlerine karşı savaşamaz ve hayatta kalamaz" diye düşündüler.


En sonunda Anşar neşeyle bağırdı, "Kahraman Marduk intikamımızı alacaktır. O çok güçlü ve savaşta çok büyüktür. Ea, oğlunu getir."


Marduk onların huzuruna çıktığında, "Kaygılanmayın, ben kalbinizin isteklerini yerine getirebilirim. Her şeyden önce, size karşı gelen bir erkek değil. Tiamat, tüm silahlarına rağmen bir kadın! öyleyse tanrıların babası, neşelen ve mutlu ol. Yakında Tiamat'ın boynunu ayaklarının altına alabileceksin." 


Anşar şöyle yanıt verdi: "Oğlum! Sen tanrıların en akıllısısın. Tiamat'ı kutsal sözcüklerinle sakinleştir. Fırtına arabanı al ve hemen git. Kingu ve Tiamat'ın canavar yılanları seni durduramayacaklardır. Yok et onları!"


Marduk, Anşar'ın sözlerini duymaktan çok mutlu oldu. "Anşar, eğer intikamınızı alacak, Tiamat'ı yenecek ve tanrıların hayatını kurtaracaksam, bütün tanrıları meclise çağır ve üstün kaderimi ilan et! Kaderleri benim sözlerim tayin etsin. Yarattığım her şeyin daim olmasını sağla. Emirlerim ebedi kalsın ve sözlerim daima yaşasın!"


Anşar, danışmanını yanına çağırdı ve şöyle dedi: "Bütün tanrılara Tiamat'ın bize karşı olan isyanından söz et ve onlara, Ea ve Anu'nun başarısızlığa uğradığı yerde Marduk'un nasıl başarılı olacağını anlat. Onlara burada toplanmalarım söyle. İyi şarap ve ekmekle kendimize bir ziyafet çektikten sonra, intikamcımız Marduk'un kaderine karar vereceğiz."


Böylece tanrılar mecliste görüştüler ve Marduk'u yücelttiler. Önce ona, üzerinde oturarak başkanlık yapacağı soylu bir taht inşa ettiler. Sonra "Sen Marduk, sen yüce tanrıların en Önemlisisin. Senin yönetiminin rakibi yoktur ve gökyüzü tanrısı Anu'nun otoritesine sahipsin. Bugünden itibaren mecliste toplandığımızda, senin sözlerin en üstün olacaktır. Senin kararların ebedi olacaktır. Tanrılar arasında hiçbiri senin hükmüne karşı gelmeyecek. Sana tüm evrenin krallığını bağışlıyoruz. Yücelme veya alçalma, yaratma veya yok etme senin elinde olacak" dediler.


Sonra tanrılar Marduk'un önüne bîr giysi getirdiler ve "gücünü kanıtlamak için bu giysiyi gözden kaybet ve tekrar ortaya çıkar. Gücünün büyüklüğünü ortaya koy" dediler.


O zaman Marduk giysiye emretti: "Kaybol!" ve giysi kayboldu. Tekrar emretti: "Ortaya çık!" ve giysi tek parça halinde ortaya çıktı. Tanrılar, onun sözlerinin gücünü gördüklerinde coşkuyla bağırdılar: "Marduk kraldır!.." Ona tahtını, asasını ve tören kıyafetlerini, sonra da düşmanlarına karşı kullanması için benzeri olmayan silahlar verdiler.


"Silahların başarısız olmayacaktır; düşmanlarını gerçekten de yok edeceksin" dediler. "Sana güvenenlerin yaşamlarını bağışla, ama kötü olan tanrıların yaşamalarına izin verme. Şimdi git ve Tiamat'ın hayatına son ver. Rüzgârlar onun kanını gizli yerlere taşısın. Başarılı ve amacına ulaşmış olarak geri dön!"


Marduk kendine bir yay yaptı, ona bir ok taktı ve omuzuna astı. Sağ elinde asasını tutuyordu Sol elinde ise zehiri yok eden bir bitki vardı. Yanında, Tiamat'ı yakaladığında içine sokmak için ağ taşıyordu, önünde yıldırımlar vardı. Gövdesini yakıcı ateşlerle doldurdu. Sonra, Tiamat'ın kaçamaması için, çevresine dört farklı yöndeki rüzgârları yerleştirdi.


Daha sonra Marduk kötü rüzgârı, hortumu, kasırgayı, dört katlı rüzgârı, yedi katlı rüzgârı, siklonu ve benzeri olmayan rüzgârı getirdi ve yedisini birden tuzlu suların tanrısı olan Tiamat'ın içini karıştırmak için gönderdi. Yenilmez fırtına arabasını dört canavardan {Tahrip Edici, Acımasız, Ezici ve Uçucu) oluşan yabanıl hayvanlar çekiyor, görenlerin yüreği dehşetle doluyordu. Marduk arabasına çıktı ve savaşta korku salan Vurucu sağında, en ateşli savaşçıları defedebilecek Dövüş ise sol tarafında yer aldılar. Her iki canavarın da, ucundan zehir damlayan keskin dişleri ve dilleri vardı.


Sonunda Marduk dehşetli bir zırha büründü ve kafasına korkunç ışık halelerini yerleştirdi. Dudaklarına, şeytani güçlere karşı büyülü bir koruma sağlayan kırmızı bir macun sürdü. En sonunda da en güçlü silahı olan tahrip edici yağmur fırtınasını çağırdı. Artık kudurmuş Tiamat'ı karşılamak için her şey hazırdı.


Marduk'un görüntüsü Kingu'nun kalbine dehşet saldı ve aklını karıştırdı. Kingu'nun güçleri Marduk'un parlaklığına karşı gelemedi ve dehşete düştüler.

Sonra Marduk, güçlü silahı tahrip edici yağmur fırtınasını, kızgınlıktan kuduran Tiamat'a karşı kaldırdı ve "Neden böylesine kötü bir savaş başlattın? Kendi çocuklarına saldırıyorsun! Onları sevmiyor musun? Oğullar babalarına karşı savaşıyorlar ve onlardan nefret etmek için bir nedenin yok! Kingu'ya gerçekten hak etmediği bir rütbe bağışladın. Silahlarla donanmış ve güçlerinle sarılı olsan da, seni benimle teke tek savaşmaya çağırıyorum." 


Bu sözler üzerine Tiamat bilincini kaybetti. Bacakları titredi ve bütün sihirlerini kullanarak yüksek sesle bağırdı. Sonra Tiamat ve Marduk teke tek savaştılar. Marduk, Tiamat'ı etkisiz hale getirmek için ağını fırlattı. Tiamat, Marduk'u yakıp yok etmek için ağzını açtığında Marduk onun ağzını açık tutması için kötü rüzgârı yolladı. Diğer rüzgârlar Tiamat'ın gövdesine girdi ve onu iyice genişletip açtı. Daha sonra Marduk yayıyla onu vurdu. Ok midesine girdi, gövdesini yırtıp kalbini parçalayarak onu öldürdü.


Marduk, Tiamat'ın cesedini yere fırlattı ve üzerine çıktı. Tiamat ölünce, onun yanında yer alan tanrılar, kendi canlarını kurtarmak için dehşet içinde kaçtılar. Ancak Marduk'un güçleri onları çembere aldı ve kaçmalarına izin vermedi. Marduk, isyancı tanrıları tutsak etti, silahlarını parçaladı ve onları ağının içine aldı. Sonra onları hücrelere kapattı.


Marduk, Tiamat'ın yanındaki on bir canavarı zincirlerle bağladı ve vücutlarını ezdi. Kingu'yu tutsak aldı, gerçekte hak etmediği Kader Tabletini ondan aldı, mühürledi ve kendi göğsüne bağladı.


Marduk tüm düşmanlarına boyun eğdirdikten sonra, Tiamat'a döndü, bacaklarına bastı ve asasıyla kafatasını ezdi. Kan damarlarını parçaladıktan sonra, kuzey rüzgârı kanı gizli yerlere götürdü. Sonra Marduk, Tiamat'ın cesedini kabuklu bir hayvan gibi iki parçaya ayırdı. Tiamat'ın yarısıyla gökyüzünü kurdu, diğer parçasıyla da yeryüzünü oluşturdu. Tiamat'ın tükürüğüyle bulutları yarattı ve onları suyla doldurdu, ancak rüzgârların, yağmurların ve soğuğun sorumluluğunu kendisi aldı. Tiamat'ın başını yeryüzündeki dağları oluşturacak şekilde yerleştirdi ve Dicle ile Fırat nehirlerinin Tiamat'ın gözlerinden akmasını sağladı.


Sonra Marduk, gökleri yönetmesi için Anu'ya, yeryüzünü yönetmesi için Ea'ya ve gök ile yeryüzü arasındaki havayı yönetmesi için Enlil'e emir verdi. Yılı, aylara ve günlere böldü. Ayın, yani Sin'in, geceleri değişik günleri işaret edecek şekilde parlamasını sağladı. Geceleri Sin'e verdiği gibi, güneşi yaratarak gündüzleri de Şamaş'a verdi.


Evrende düzeni sağladıktan sonra Marduk, yarattığı emanetleri Ea'ya, Kader Tableti'ni Anu'ya verdi ve Tiamat'a yardım eden tanrıları babalarına iade etti. En sonunda Tiamat'ın on bir canavarını, tanrılara karşı ayaklanmanın boşuna olduğunu anımsatacak heykeller haline getirdi.


Anu, Enlil ve Ea'ya dönerek şöyle dedi: "Çok lüks bir ev ve siz göklerden inip meclise katılacağınızda geceyi geçirebileceğiniz bir tapınak inşa edebilecek şekilde toprağı sağlamlaştırdım. Tapınağıma 'Büyük Tanrıların Evi' anlamına gelen Babil adını vereceğim. Tapınağı yetenekli işçiler inşa edecek."

Tanrılar Marduk'a sordular, "inşa edeceğin tapınakta kim yetki sahibi olacak? Yarattığın yeryüzünde kim senin iktidarına sahip olacak? Babil'i sonsuza dek evimiz olacak şekilde oluştur! Birilerinin bizim günlük ihtiyaçlarımızı getirmesini sağla ve biz de daha önce yaptığımız işleri yapmaya devam edelim. Her işte yetenekli olan Ea'nın Babil klanlarını hazırlamasını sağla ve biz de işçi olalım."


Marduk'un kalbi, bu yanıtı duyunca neşeyle doldu. Ea'ya "Kan toplayacağım ve kemikler yaratacağım ve onlardan bir vahşi yaratıp, ona 'insan' adını vereceğim" dedi. "Onun görevi rahat içinde yaşamaları için tanrılara hizmet etmek olacak."


Bilge Ea yanıt verdi: "Tanrıları meclise çağır. Tiamat'a isyan etme fikrini aşılayan tanrıyı bize vermelerini söyle. Bu tanrının ölmesini sağla ve onun kanından insanlar ortaya çıksın."


Marduk, tanrıları topladığında şöyle dedi: "Aranızdan kimin isyanı tasarladığını ve Tiamat'ı ayaklanmaya yönelttiğini yemin ederek açıklayın. Sorumluluğu, utancı ve cezayı üstlenmesi için onu bana teslim edin. O zaman geri kalanlarınız bundan sonra huzur içinde yaşayacak."


İsyankâr tanrılar kendilerini ayaklanmaya teşvik edenin Kingu olduğunu açıkladılar. Sonra onu bağlayarak Marduk ve Ea'nın huzuruna çıkardılar.

Ea, Kingu'yu öldürdü, kan damarlarını parçalara ayırdı ve onun kanından ilk insanları yaptı. Sonra Ea onlara, görevlerinin sadece tanrılara hizmet etmek olduğunu anlattı.

Tanrılar, böylece huzurlu bir hayat sürmek için özgür kalmışlardı. Ama önce Marduk'u onurlandırmak ve kendilerini kurtarmasına teşekkür etmek için, yeryüzündeki evleri olan Babil'i kurmak üzere iki yıl boyunca çalıştılar. Tapınak tamamlanınca tanrılar duvarların arasında toplanıp olayı kutladılar. Sonra Marduk'un kaderi için iyi dileklerde bulunup onu övdüler.


"Marduk tanrılar arasında en üstün olsun ve onları yönetsin" diye bağırdılar. "Yarattığı insan ırkına çobanlık etsin. Onlar için ibadet ayinleri oluştursun: Kurban edilecek yiyecekler, koklanacak tütsüler ve ezberlenecek kutsal sözcükler. Bütün insanlar, günlerin sonu gelene dek Marduk'u övmeyi ve ona saygı göstermeyi unutmasınlar. Tanrılarına hizmet etsinler ve beslesinler, tapınaklarına kusursuz baksınlar. Ülkelerini kalkındırsınlar, türbelerini inşa etsinler ve Ana Tanrıçayı anımsasınlar."


Tanrılar, kutlamalarının sonunda, görkemli başarıları ve işleri nedeniyle onurlandırmak için, ulu tanrı Marduk'un sahip olduğu elli ad ve niteliği ilan ettiler. Son olarak şöyle konuştular: "Önder ve çoban Marduk'u sevindirsinler ki ülkeleri verimli, kendileri zengin olsun. Marduk'un emirleri sabittir, söylediklerini hiçbir tanrı değiştiremez. Aklı çok, sevgisi engindir. Ama Marduk kızınca, kimse gazabı önünde duramaz. Marduk'un emirleri, Tiamat'ı yendiği ve sonsuza kadar sürecek krallığı elde ettiği için hem üstümüzdeki göklerde hem de yeryüzünde her şeyden üstün olsun." 


Hadis-i Şerif

 Abdullâh (r.a.)’dan; Resûlullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

– Sizce (rekub) nedir?

– Çocuğu olmayandır, dedik. Resûlullah (s.a.s.):

– (Rekub) o değil. (Rekub), hayatında çocuklarından hiçbiri ölmeyendir” buyurdu. (Yine Resûlullah (s.a.s.) )

– Sizce pehlivanlık nedir? buyurdu.

– Adamların güreşte yenemedikleri kimsedir, dedik. Resûlullah (s.a.s.)

– Pehlivanlık o değil, (pehlivan) hiddet ânında kendine hâkim olandır, buyurdu.

(Müslim, Birr, 106, III, 2014)

Yılbaşı

 



Hayvancı Orta Asya toplumlarında koyun ve at sürülerine yıl kökünden yılkı denmesi, aynı kökten yılsığ sözcüğünün servet anlamına gelmesi, yıl sonunda doğan yavruların serveti oluşturduğunu ve zamanın döngüsel olarak anlaşıldığını ortaya koyar. Germenlerde de yıl ve bolluk tek sözcükle, ar olarak ifade edilirdi. Fransızcada heureux (mutlu) sözcüğü heur’den (talih, baht) gelir, bunun da kökü heure yani Saat’tir.


Bilinen en eski yılbaşı törenleri, Babillilerin Mart ayının sonlarında kutladıkları ve on bir gün süren bahar bayramlarıdır ve yılbaşıyla aynı gün başlar. Romalılar da yılbaşı olarak baharın başlangıcı kabul ettikleri Martın 25’ini benimsemişlerdi. Roma imparator ve üst düzey görevlileri görev sürelerini uzatmak için takvimle o kadar oynadılar ki, lO 153 yılında Roma senatosu takvimi yeniden düzenlemek zorunda kaldı ve yılbaşını 1 Ocak’a aldı. Takvimde bundan sonra yapılan düzenlemeleri düzeltmek için İO 46 yılında Iulius Caesar bu yılı 445 güne uzatarak yılbaşını tekrar 1 Ocak’a getirdi.


Hıristiyanlığın yayılıp güçlenmesiyle Roma împaratorluğu’ndaki yılbaşı kutlamalarına karşı Katolik Kilisesi kendi kutlama anlayışını getirmek istedi, 1 Ocak’ı İsa’nın sünnet günü olarak kabul etti. Ancak ortaçağda yılbaşı Ingiltere’de 25 Mart’ta, Fransa’da astronomik olarak 22 Mart'la 25 Nisan tarihleri arasına rastlayan Paskalya Yortusu’nda, İtalya’da 15 Aralık’ta, Iber Yarımadası’nda ise 1 Ocak’ta kutlanıyordu.


Amerika’da Iroquois Kızılderilileri yeni yıl arifesini, maskeler ve değişik kıyafetler içinde her şeyin kırılıp döküldüğü tam bir zamanın alt üst edilmesi örneği olarak kutluyorlardı. New Yorkluların arife kutlamalarını aynı çılgınlıkla sürdürmeleri sonucu 1773 kutlamaları sonrasında yılbaşı arifesinde havai fişekler ve her türlü patlayıcı ile ateşli silahların kullanılmasını yasaklayan bir düzenleme getirilmişti.


Philadelphia’da gelenekselleşen ve başı çeken Kral Momus’un adından Mummers Geçidi olarak adlandırılan arife kutlama yöntemi İngiliz, Alman ve İsveç geleneklerinin bileşimidir. Kılık değiştirmiş biçimde kapı kapı dolaşarak para veya çeşitli ikramlar istenen geleneğin kökeninde maskeli biri (‘şampiyon’, eski törenlerde ‘tanrı’) sahnelenen dövüş oyunuyla öldürülür ve yeniden (doktor, eskiden başrahip olarak) dirilir.


Koç katımından yüz gün sonra çobanların çeşitli hayvan kılıklarına girerek oba oba dolaşıp türküler söyleyerek sürü sahiplerinden armağanlar aldığı ‘saya’ adı altında toplanabilecek ritüeller, Trabzon’da aynı mantıkla çocukların ‘kalandar’ oyunları, Nasturilerin, kız ve erkeklerin, Yortu Gelini seçerek her evin kapısını çaldığı ve evlerden aldıkları yiyeceklerle pikniğe gittikleri, salıncak kurulup büyük küçük herkesin sallandığı 6 Ocak Yükseliş Yortusu, bahar bayramları yanında, kış ritüellerinin de Anadolu folklorunda yer bulduğunu ve kökenlerinin Germen gelenekleriyle ortak öğeler içerecek biçimde, çok eski zamanların evrensel anlayışına uzandığını göstermektedir. Gerçekten Çin’de de yaz gündönümünde özellikle genç kızların salıncakta sallanarak eğlenmelerine izin verilir, bu sallanış uzun ömür duasını simgelerdi.

25 Aralık’ta Isa’nın doğum günü olarak kutlanan Christmas veya Noel günü, Kilise’nin, Isa’nın doğum gününün kutlanmasına karşı olmasına karşın, pagan Roma’da tarım tanrısı Saturnus ve Hıristiyanlığa karşı ciddi bir rakip haline gelen Mitracılığın güneş tanrısı Mitra’nın doğum günü kutlamalarına baskın çıkma gayretiyle benimsediği bir gün olarak ortaya çıkmaktadır. 337 yılında İmparator Constantinus’un vaftiz edilip Hıristiyanlığı devlet dini yapmasından sonra 25 Aralık kutlamaları devamlılık kazanmış ve 354 yılında Roma piskoposu Liberius’un Isa’nın doğum gününün kutlanabileceği kararıyla resmileşmiştir. Yılbaşı kutlamaları laikleştikçe, yüzyıllardır çeşitli geleneklerin birleşimiyle Noel törenlerinin parçası haline gelmiş âdetler de yılbaşı âdetlerine dönüşmüştür. ‘Modern’ yılbaşı kutlamalarının zaman ve biçim olarak şehirlere girip bütün toplumsal katmanlarda yaygınlaşması Fransa ve Amerika kaynaklıdır.


Osmanlı toplumu yılbaşı kutlamalarını, 1829 yılında İngiltere elçisi Haliç’teki bir gemide verdiği baloya kazasker, serasker gibi devlet adamlarını davet edince, diplomatik bir zorunluluk olarak tanımıştır. İstanbul’un gayri Müslim semti Pera’da yapılan kutlamalara ise Müslümanların da sessizce katıldığı Refii Cevad, Refik Halid, Ahmed Rasim, Ercümend Ekrem’in anılarında görülebilir. 1926 yılında Tayyare Piyangosu’nun yılbaşı çekilişi düzenlemesinden sonra 1929’da devletin üst kademesinin verdiği Yılbaşı Balosuyla, yılbaşının kutlanacağı anlaşılmıştır.


1935 yılında çıkarılıp bayram ve tatilleri düzenleyen 2739 sayılı kanunla resmi tatil olan yılbaşının toplumsallaşmasında, 80’li yılların tüketim toplumu mecrasına girilmeden önce, 70’li yıllarda Orhan Gencebay ve dansöz ödüllü TRT televizyon programlarının ve Milli Piyango’nun büyük ikramiyelerinin de katkısı olmuştur. Gazino ve lokantaların, eğlence yerlerinin eğlence programlan, gençlerin, akraba ve komşuların kendi aralarında toplanmalarıyla kapalı mekânlarda kutlanan yılbaşılar, Noel Baba’nın tebrik kartlarından vitrinlere, sokağa inmesinden sonra, Taksim’de futbol zaferlerinin ve siyasallaşan milli bayramların kutlanmaya başlanmasıyla, Taksim, Ortaköy gibi yerlerde kalabalık halinde açık havada kutlanır olmuştur.



Kudret Emiroğlu’nun

GÜNDELİK HAYATIMIZIN TARİHİ

kitabından alıntılanmıştır.


Çekirdek Çitleyen Eşek Heykeli / Eskişehir

 


Siyahkaya Barajı / Silopi / Şırnak