3 Ocak 2022 Pazartesi

Düğün

 



Tarihin en eski düğünlerinden birinin tasvirini Ankara-Çankırı yolunda bulunan, IÖ 1600-1450 yıllarına tarihlenen Hitit İnandık vazosunda izlemek mümkündür. Bilinen en eski evlilik belgesi, Yahudilerden kalma IÖ 5. yüzyıla ait Aramca yazılmış bir papirüstür. Sağlıklı, on dört yaşında bir kızın altı inek karşılığında evlilik aktinin yapıldığını bildirmektedir.


Düğünlerin salonlarda yapılması 1930’lu yıllarda bütün Anadolu’da yaygınlaştırılan balo geleneği ile ilgilidir. Abdülmecid İngiliz elçisi Canning’in balosuna katıldığında tepki toplamış, şeyhülislam baloya gitmezken, Ortodoks papazlarına göre saz dinlemek ve raks seyretmek büyük günah olduğu halde “bi’l-cümle patrikler ve hahambaşı dahi” baloya katılmıştı. Osmanlının son döneminde Türk Ocağı kültürel çalışmaları çerçevesinde balolar düzenlemeye başlamıştı. Cumhuriyet’in ilanından sonra, önce Eylül ayında İzmir’de ve sonra resmi olarak 29 Ekim 1925’te ilk Cumhuriyet Balosu verildikten sonra Türk Ocağı, Hilal-ı Ahmer, Tayyare Cemiyeti bulunan illerde öncelikle cumhuriyet balolarının verilmesi hükümetçe yerine getirilişi takip edilen, modern yaşamın gereklerinden biri olarak kabul edildi. 1920’li yıllarda taşra balolarında kadın erkek ayrımı yapıldığı gibi ihbarlar hükümete iletilirken, halkevlerinin Anadolu sathına yayılması ile balolar hem sayı olarak çoğaldı, hem de baloya katılım taban olarak genişledi. Vals ve tangodan sonra zeybek oynandığı gibi eleştiri ve alaylara konu olsa da bu balolar, halkevlerinin şehir seçkinlerinin nikâh törenlerine ve düğünlerine de açılmasıyla, 1960’lı yıllardan itibaren kasabalara varıncaya kadar evlilik törenlerinin olmazsa olmaz koşullarından biri olarak salon düğünü talebinin yerleşmesinde ilk adımı oluşturdu. Böylelikle özel düğün salonlarında, gazino, büyük lokantalarda yapılan salon düğünü, yarı kapalı park gibi mekânlara da taştığında aynı biçimi korur oldu. Kuru pasta ve limonatayla başlayan ikram geleneğinin ayrılmaz öğesi olarak düğün pastasının yaygınlaşmasında salon düğünlerinin büyük katkısı oldu. Önce aranjman sonra pop, folk-pop müziklerinin yaygınlaştığı, şehirlerde gitar ve bateri başta olmak üzere modern sazlarla caz-bandların ve grupların kurulduğu günlerde, yetenekli gençlere müzikle harçlık çıkarma veya yeni bir yaşam biçimi oluşturma hayallerini besleyecek biçimde düğün salonlarında iş bulma fırsatı veren canlı müzik koşuluyla düğünler, Türkiye’de müzik ve dans zevkinin ortak potada kaynaşmasında radyo, sinema, televizyon kadar etkili oldu. Popüler parçalarla komparsitanın, moda danslarla göbek atmanın, yerel halk oyunlarıyla hiçbir yöreye ait olduğu söylenemeyecek bir biçim almış olan halayın, kız ve erkek taraflarının ve davetlilerin kimlik ve niteliğine göre harman olduğu düğün pistinde yaşananlar, “Düğün olur iki kişiye, kaygısı düşer deli komşuya” sözüne örnek olmamak için, gene orda kalmalıdır.

Kudret Emiroğlu'nun 

GÜNDELİK HAYATIMIZIN TARİHİ

kitabından alıntılanmıştır.


2 Ocak 2022 Pazar

Ahameniş imparatorluğu

 


M.Ö.  559 yılında  II.  Kiros  ("Büyük Kiros"  olarak  da  bilinir)  Pers Ülkesi'nde başa geçti ve 10 yıl içinde de dünya nüfusunun neredeyse beşte birine hükmeden büyük bir imparatorluk kurdu. Pers Hanedanı'nın kralları, iran Kralı Ahamenes adından yola çıkılarak Ahamenid adıyla anıldıar.

M.Ö. 549 civarında Kiros insanlarını harekete geçirdi. Medleri egemenlikleri altına aldılar (iran'da yaşayan ve daha önce Persleri kontrol eden Hint-Avrupalı bir topluluk). Zamanla Asur'u ele geçirdiler. iki yıl sonra Kiros'un orduları iyonya şehirlerini de kontrol etmeye başladılar.  Kiros  M.Ö.  539'da  Babil'i  ele  geçirdi.  Burada yaşayan sürgündeki Yahudileri serbest bıraktı ve onlara Kudüs'e dönerek tapınaklarını yeniden inşa etmeleri için izin verdi. M.Ö. 529 yılında ölmeden önce imparatorluğun sınırlarını Hindistan'a kadar genişletmişti.

I. Darius  (M.Ö.  522-486)  döneminde  imparatorluğun sınırları Mısır'ın  çevresini  kuşatıyordu.  Kuzey  Hindistan ' dan    batıda Türkiye' nin doğusuna dek uzanmıştı. Dünyanın o güne dek gördüğü en büyük imparatorluk ortaya çıkmıştı. Bu geniş coğrafyanın kontrolünü kolaylaştırmak için Kral I. Darius etkin bir yönetim ve vergi sistemi geliştirdi. M.Ö. 500' de günümüz iran'ındaki Susa'dan Türkiye'deki Efes'e dek uzanan yaklaşık 2400 km' lik bir yol inşa ettirdi.

Bu dönemde Antik Pers dini Zerdüştlük oldukça yaygınlaştı. Esasen iran' da yaklaşık olarak M.Ö. 600' lerde ortaya çıkan bu dinin, ölümden sonraki hayat, kıyamet, nihai yargılama gibi argümanları islam , Yahudilik ve Hıristiyanlık gibi dünya dinleri üzerinde önemli bir etki yarattı.

M.Ö.   500'lerden    itibaren   iyonya     şehirlerine    yerleşen    halk başkaldırmaya başladı. M.Ö. 490' da Darius Atina 'ya bir ordu yolladı. Başkaldınlara yardım edenleri cezalandırmak istiyordu. isyanı bastırmasına rağmen daha sonra ünlü Maraton Savaşı'nda yenilgiye uğradı. Bu olayla birlikte Persler  ve  Yunanlılar  arasındaki  Pers Savaşları başlamış oldu. Darius'un halefi Serhas Yunanistan'ın kontrolünü ele geçirmeye çalıştı. M.Ö. 480' de Atina'yı ateşe verdi. Ne var ki aynı yılın sonlarına doğru yenilgiye uğradı. Bu olay Perslerin gerilemesinin başlangıcı oldu. Gerileme süreci, imparatorluk 330 yılında Büyük iskender tarafından tamamıyla fethedilene kadar devam edecekti .

Alıntıdır.


Evlilik Gelenekleri

 



Anadolu’da evlilik gelenekleri egzogaminin (kabile dışından evlenme) izlerini taşır. Kız isteme âdetlerinden düğün törenlerine kadar birçok öğe kız ve erkek taraflarının iki kabile gibi karşı karşıya geldiği bir çekişme manzarasını andırır. Birçok bölgede kız kaçırma âdetinin veya taklidinin devamı da bu geçmişin kalıntılarıdır. Evliliklerin kız kaçırılmadan gerçekleştirildiği dönemlerde de damat adayının bir süre kayınpederinin hizmetinde çalıştığı anlaşılmaktadır. Bugün de ister Anadolu âdetlerinin izlerini taşıyan evlilik gelenekleri olsun, ister Batılı âdetlere uyulduğu düşünülsün, bu tarihin izleri fark edilebilmektedir, çünkü bu evlilik biçimleri evrensel aşamalar olarak ortaya çıkmaktadır. Örneğin, İngilizcede koca anlamına gelen hus-band sözcüğü ahır hizmetlisi anlamına geldiği gibi, Türkçe güvey sözcüğü de hayvan gütmek köküyle ilişkilendirilerek damadın bir dönem kayınbabasının çobanlığını yaptığı döneme göndermedir. Batılı âdeti gelinin eşikten kucakta geçirilmesi de kız kaçırılmanın izini taşımaktadır. Orta Asya’da gelin çadıra kucakta sokulduğu gibi, Anadolu’da da evin koruyucu perisinin en sevdiği mekân olan eşiğe gelinin basmaması sağlanır.

Kızını gelin veren ailenin ayrılığın işareti olarak ağaç veya ip kıyması âdeti Orta Asya’da yaygındır ve Anadolu’da da nikâh kıymak, beşik kertmek sözlerinde yaşamaktadır.


alıntıdır.

Eflatun ( Hitit ) Pınarı / Beyşehir / Konya

 






31 Aralık 2021 Cuma

Mevlana Meydanı / Konya

 



Soğan doğrarken niçin gözümüz yaşarır?

 


 


Soğanın anavatanının Güneydoğu Asya olduğu sanılıyor. Günümüzde ise dünyanın her yerinde, özellikle sıcak iklim kuşaklarında yetiştirilmekte ve tüketilmektedir. Soğanın tarihi o kadar eskiye gitmektedir ki, kayıtlı tarihten de önce Çin, Hindistan ve Ortadoğu'da yiyecek olarak kullanıldığı tahmin ediliyor.

Soğan besleyici bir gıda olmasının yanı sıra müthiş bir aromatik özelliği de sahiptir. Bu aromada içindeki kükürtlü maddelerin büyük etkisi vardır, ancak aroma tek başına kükürtlü maddelerden kaynaklanmamaktadır. Soğan ve sarımsakta sülfür ihtiva eden amino asitlerin türevleri de vardır.

Bir soğanı kestiğinizde bunlardan "S1 propenylcysteinesulphoxide" adı verilen kısım çözülür ve gözlerimizi tahriş eden "proponal-S oxit" adlı kısmı ortaya çıkar. Kimya ilminin karışık kelimeleri aklımızı karıştırmadan esasa geçersek, bu maddenin gözümüze değmesi ile bir çeşit hidroliz olur ve içinde eser miktarda bulunan sülfrik asit gözümüzü yakar ve yaşarmasına neden olur.

Bu bileşimler çok dengeli değillerdir. Örneğin çok düşük bir ısı işlemi sonucunda dahi tamamen yok olurlar. Bu nedenle de pişmiş soğanda hiç bulunmazlar ve göz yaşartamazlar. Soğan doğrarken gözlerinizin yaşarmaması için önerilen birçok önlem vardır.

Önce en ciddisini söyleyelim. Bazı aşçılar soğanı kesmeden önce ıslatmayı, keserken de ıslak tutmayı veya soğanı çeşmeden akan suyun altında kesmeyi öneriyorlar. Bir başka görüş ise soğan doğrarken ağızdan nefes almayı tavsiye ediyor. Bu görüşe göre gaz nefesimizle birlikte burnumuza girip gözümüze yaklaşmak yerine doğrudan ciğerlerimize girer ve çıkarmış. Bunu sağlamak için de dişlerimizin arasına bir metal kaşık koymak yeterliymiş.

Soğan doğrarken gözlerimizin yaşlanmasını önlemek için, dudaklar arasına bir limon dilimi, dişler arasına bir kesme şeker veya dörtte bir dilim ekmek bulundurmayı önerenler de var. Böylece ağzımıza alacağımız bu gibi şeylerin, aldığımız nefesteki sülfür gazını emdiğini iddia ediyorlar.

Diğer görüşler ise, soğanın doğranılmasına tepesinden başlanılması ve cücüğünün en sona bırakılması veya soğanı doğramadan önce yarım saat buzdolabında tutulması şeklinde. Soğan doğrarken deniz gözlüğü veya kontakt lens takılmasının faydalı olacağını ileri sürenler de var. Bu kadar çok önlem seçeneğinin içinde, siz bir tanesini bile uygulamıyorsanız, yapacak bir şey yok, soğanı ağlaya ağlaya doğramaya devam edeceksiniz.


Alıntıdır.


Siyahkaya Barajı / Silopi / Şırnak