Her dinde olduğu gibi Yahudilik’te de inanç ve ibadet, dinin temel unsurlarındandır. İnsanın, kendisinden daha üstün bir varlığın mevcudiyetini zihnen kabul edip ona karşı kalbî bağlılık hissi duyması iman veya inanç diye nitelenmektedir. Her dinde kutsal denilen bir alan ve bu alana ait varlıklar mevcuttur. Varlığına inanılan yüce kudrete karşı birtakım davranışları yapma yükümlülüğü de ibadet dediğimiz unsurdur ve yine dinin gereklerindendir. Kutsal metinlerin yorumları ve bu yorumlara dayalı uygulamalar ise dinlerdeki mezhepleri ortaya çıkarmaktadır. Yahudilik’te de adına ister mezhep denilsin isterse düşünce akımı denilsin bu tür oluşumlar mevcuttur ve bir bakıma bu, dinin tabiatı gereğidir.
İNANÇ ESASLARI
Yahudi kutsal metinlerinde nelerin iman esası olduğu hususu açık ve net bir şekilde belirlenmiş değildir. Geleneksel inanca göre kişi Yahudi doğduğu için ayrıca inanç esaslarının belirlenmesine ihtiyaç da duyulmamış, bu sebepledir ki nelere iman edilmesi gerektiği hususu Yahudiler arasında daima tartışmalı olmuştur. Ancak zamanla gerek Yahudilerin kendi içlerindeki tartışmalar, gerekse diğer din mensuplarıyla karşılaşmalar, iman esaslarının tespitini zorunlu hale getirmiştir. Bunun için muhtelif kişiler, farklı dönemlerde inanç esasları tespite çalışmışlar, ortaya konan esaslar belli ölçüde kabul görmüş veya eleştirilmiştir.
İlk örneğini İskenderiye’li filozof Philo’da gördüğümüz iman esası oluşturma girişimi bilhassa Orta Çağ’da yaygınlık kazanmış, özellikle Müslümanlarla ilişkiler neticesinde, Yahudilikte de iman esaslarının, müslümanlardakine benzer şekilde tesbit edilme zarureti ortaya çıkmıştır.
Bunun sonucu olarak çeşitli Yahudi bilginlerince iman esasları tesbit edilmiştir. Bu konuda çalışanlardan biri Saadya Gaon (882-942), diğeri ise tesbit ettiği esaslar günümüzde Yahudilerin büyük çoğunluğu tarafından benimsenen İbn Meymun’dur (Maimonides, 1135-1204). İbn Meymun dışında da pek çok kişi, iman esaslarını belirlemeye ve bunu formule etmeye çalışmıştır. Ancak bu çalışmalarda belli ortak esaslar üzerinde durulmuş olsa da, içlerinde en popüler olan İbn Meymun’un on üç prensiplik Amentüsü dahi kendi zamanının diğer alimleri tarafından tenkit edilmiş ve alternatif prensipler ortaya atılmıştır. Hasda’i Crescas (1340-1410) on üç maddeyi altıya indirmiş, Yosef Albo (1380-1444) da iman esaslarnı üç olarak belirlemiştir. Hatta tüm Tevrat kurallarının aynı derecede önemli ve belirleyici olduğu yaklaşımından hareketle iman esası belirleme fikrine karşı çıkanlar da olmuştur.
Yaratıcı Tanrı fikrine ağırlık veren Philo’nun beş prensiplik Amentüsü şöyledir:
1- Allah vardır ve hükmeder,
2- Allah birdir,
3- Bu alem sonradan Allah tarafından yaratılmıştır.
4- Yaratma birdir,
5- Yaratmayı ilahi takdir idare eder.
Görülüğü gibi Philo’nun amentüsü (credo), Tanrı’nın var ve sonsuz olduğu; birliği, dünyayı yarattığı; yaratılışın tekliği ve Tanrı’nın yaratılışla ilgili ön bilgiye sahip olduğu esaslarından oluşmaktadır. Philo’nun tesbit ettiği bu esaslar, Mişna ve Talmud alimleri (Tannaim ve Amoraim) arasında taraftar bulmamıştır. Bunun sebebi de Philo’nun Filistin’in dışında Helenistik kültür muhitinde yaşıyor olması, Helenistik felsefenin etkisi altında kalması, felsefi bir monoteizmi savunması ve Filistin’deki dini gelişmelerden anında haberdar olmayışıdır.
Benzer biçimde Abraham İbn Davud, kendi oluşturduğu inanç esasında Tanrı’nın varlığı, birliği, maneviliği, diğer sıfatlara sahip oluşu, gücünün işlerinde tezahür etmesi ve ön bilgisi üzerinde durmuştur.
Miladi VIII. yüzyılda Müslüman dünyası ile yakın temas, bu temas sonucu ortaya çıkan Karaim adlı Yahudi mezhebi ile mücadele zorunluluğu, diğer taraftan Müslüman kelamcılarca Yahudiliğe yöneltilen hücumları önleme endişesi, iman esaslarının yeni bir görüşle ele alınmasını zorunlu kılmıştır. Bu konuda ilk çaılışmayı yapan Saadya Gaon’dur (Said b. Yusuf el-Feyyumi, 882-942).
Saadya Gaon’un daha kapsamlı Amentüsü ise şu esaslardan oluşmaktadır:
1- Alem sonradan yaratılmadır (hâdistir).
2- Allah tek olup cismi yoktur.
3- Vahye iman, Yahudi aranesini de içine almak üzere şarttır.
4- İnsan muttaki olmaya, ruhen ve bedenen bütün günahları işlemekten sakınmaya davet olunmuştur.
5- Mükafat ve ceza haktır.
6- Ruh saf ve temiz yaratılmıştır, ölüm anında cesedi terkeder.
7- Yeniden dirilmek haktır.
8- Mesih’i beklemek, hesap ve nihai hüküm haktır.
Görüldüğü gibi Saadya Gaon, tesbit ettiği iman esaslarında dünyanın yaratılmış olduğu, Tanrının bir ve cisimsiz oluşu, vahyin gerçekliği, insanın zihni ve ruhi kapasitesi gereği günahtan kaçınma yetisine sahip oluşu, mükafat ve cezanın hak olduğu, ruhun saf biçimde yaratıldığı ve ölümden sonra bedeni terk edeceği; yeniden dirilme, Mesih beklentisi ve son yargı inancına yer vermiştir.
İbn Meymun’un tespit ettiği on üç maddelik iman esasları ise günümüzde Yahudilerin büyük çoğunluğu tarafından benimsenmektedir. Bu en kapsamlı iman esaslarında Tanrı, vahiy, peygamberlik, kutsal kitap, ilahi yargı, Mesih ve ahiret inançlarına yer verilmektedir. On üç maddenin ilk beşi Tanrı’nın varlığı, birliği, maneviliği, sonsuzluğu ve tapınmaya layık tek varlık oluşuna inanmayı şart koşmaktadır. İki madde peygamberlikle, iki madde kitaplarla ilgilidir. Diğer maddeler ise Tanrı’nın, insanın fiillerini önceden bilmesi, ilahi yargının, Mesihin gelişinin ve yeniden dirilmenin hak olduğuna dairdir.
İbn Meymun’un (Maimonides) tesbit ettiği iman esasları şunlardır:
1- Tanrı var olan her şeyi yarattı ve onlara hükmetmektedir.
2- Tanrı birdir ve ondan başka Tanrı yoktur
3- Tanrı bir cisim değildir ve hiçbir şekilde tasvir edilemez.
4- Tanrı ezeli ve ebedidir.
5- İbadet sadece Tanrı’ya mahsustur. Ona ortak koşulamaz.
6- Peygamberlerin bütün sözleri haktır.
7- Efendimiz Musa’nın peygamberliği gerçektir. O, kendisinden önce ve sonra gelen bütün peygamberlerin en büyüğüdür.
8- Elimizde olan Tevrat, tamamıyla Tanrı tarafından Musa’ya verilenin aynıdır.
9- Tevrat değiştirilmeyecektir ve gelecekte Tanrı, başka Tevrat da göndermeyecektir.
10- Tanrı insanın bütün işlerini ve düşüncelerini bilir.
11- Tanrı, emirlerini yerine getirenleri mükafatlandırır, ihlal edenleri cezalandırır.
12- Mesih gelecektir; geciktiği halde her gün onun gelmesini bekleyeceğim.
13- Tanrı’nın bildiği bir zamanda, ölümden sonra dirilme gerçekleşecektir.
İbn Meymun’un tesbit ettiği iman esaslarından sonra başkaları da çeşitli esaslar tespit etmişler ve hiçbiri, On Üç madde kadar genel kabul görmemiştir. Ortodoks Yahudilik, İbn Meymun’un on üç prensibini benimsemekle birlikte, gelenek içerisinde mevcut olan diğer iman esası anlayışlarını da geçerli saymaktadır. Reformist Yahudilik, Hıristiyan inancını benimseme durumu hariç, gerek inancı gerekse pratiği ilgilendiren konularda bireye geniş bir yorum ve değişim ve tercih hürriyeti tanımaktadır. Geleneğe dayalı devamlılık üzerinde duran Muhafazakar Yahudilik ise monoteizm dışındaki herhangi bir yönelimi kabul etmemekle birlikte, hem pratik hem de inanç açısından farklı yorumları onaylamaktadır.
Tesbit edilen bu iman esasları dışında, Tanrı tarafından doğrudan iki ayrı levha halinde Musa peygambere verildiği kabul edilen On Emir de çeşitli Yahudi alimleri tarafından Yahudiliğin temelini oluşturan prensipler olarak görülmüştür.
Tevrat’ta iki ayrı yerde yer alan (Çıkış 20; Tesniye 5) On Emir şu şekildedir:
1-Seni Mısır diyarından, esaret evinden çıkaran Tanrı benim. Benden başka Tanrın olmayacak.
2- Kendin için yontma put, hiçbir şeyin resmini yapmayacaksın
3-Tanrının adını boş yere ağza almayacaksın
4-Cumartesi gününe riayet edeceksin
5-Babana ve annene hürmet edeceksin
6-Öldürmeyeceksin
7-Zina yapmayacaksın
8-Çalmayacaksın
9-Yalancı şahitlik yapmayacaksın
10-Komşunun hiçbir şeyine göz dikmeyeceksin.
Evrensel kuralları içeren On Emir, genelde İlahi menşeli dinlerin hepsinde bulunmaktadır.
Yahudi bilginlerince tesbit edilen amentülerde bulunan temel inanç unsurlarının açıklanmasında yarar vardır.
Tanrı İnancı
Yahudi dininde, üzerinde ısrarla durulan hususların başında Tanrı’nın birliği konusu gelmektedir. Yahudiliğin, biri Tanrı’nın birliği, diğeri İsrail’in seçilmişliği olmak üzere iki temel üzerine kurulu olduğu da ifade edilmektedir. Tanrı’ının birliğine çok önem verilmesine karşılık, Tanrı hakkında farklı anlayış ve yorumlar söz konusudur. Bu da Yahudiliğin kendine has özelliğinden kaynaklanmaktadır zira Yahudilik’te kişinin Tanrı hakkında ne düşündüğünden ziyade Tanrı’ya nasıl ibadet ettiği konusu önceliğe sahip olduğu için, Yahudi tarihinde inançla ilgili diğer hususlarda olduğu gibi Tanrı hakkında da çok farklı ve birbirine zıt anlayışlarla karşılaşılmaktadır.
Yahudi kutsal kitabında gerek On Emir’de gerekse “Dinle Ey İsrail” diye başlayan Şema duasında hep Tanrı’nın birliği üzerinde durulmaktadır. Eski İsrail toplumunda monoteizm, başından itibaren İsrail dininin en temel özelliğidir. Yahudilerin ulu ata kabul ettikleri Hz. İbrahim’in, tek Tanrı inancını tebliğ ettiği, bir olan Tanrının dışında ay, güneş ve yıldızlara tapan babası ve kavmiyle mücadele ettiği bilinmektedir.
Hz. İbrahim’in oğlu İshak’ın, onun oğlu Yakub’un hep bir olan Tanrı’ya imana davet ettikleri malumdur. Tevrat’a göre Tanrı, Hz. İbrahim’i mübarek kılmış, zürriyetinin çok olacağını müjdelemiş ve onunla bir ahit yapmıştı (Tekvin 17/1-14; 22/16-18). Daha sonra İshak’ı mübarek kılmış (Tekvin 25/11; 26/2-6, 24), sonra da Yakubu mübarek kılmıştır (Tekvin 35/10-12).
Kur’an’da bu husus şöyle açıklanmaktadır: “Rabbi ona, ‘bana yürekten teslim ol’ dediğinde İbrahim, ‘evet ben alemlerin Rabbine yürekten teslim oldum demişti. İbrahim oğullarına aynı şeyi vasiyet etti. Yakup da aynı vasiyeti yapmış ve ‘evlatlarım, Allah size bu dini seçti, artık siz de bu dünyadan Müslüman olarak (Allah’a teslim olmuş olarak) göçün’ demişti. Yakup ölmek üzere iken siz yanında mıydınız ki. O çocuklarına ‘Benden sonra kime ibadet edeceksiniz diye sormuş onlar da ‘Senin Tanrına, ataların İbrahim, İsmail ve İshak’ın bir olan Tanrısına ibadet edeceğiz ve biz sadece Ona teslim olacağız’ demişlerdi (Bakara 2/131-133).
Bununla birlikte İsrailoğulları, kendi kutsal kitaplarında anlatıldığı gibi, hep başka ilahların peşinden gitmişlerdir. Bunun içindir ki İsrail dininde başlangıçta çok tanrılı bir inancın var olduğu, İsrailoğullarının, çevrelerindeki kavimlerin inançlarından etkilenerek birden çok ilaha taptıkları, daha sonra çeşitli tanrıların varlığı kabul edilmekle birlikte, onların üzerinde ve sadece İsrail’e ait bir milli tanrı inancının yaşandığı ve nihayet mutlak manada tek Tanrı inancına hakim olduğu da ileri sürülmektedir.
Bazı araştırmacılara göre başlangıçta İsrail tanrısı, savaşçı ve lider vasıfları öne çıkan milli bir tanrı karakteri arz etmekteydi. Tevrat’ta bunu doğrulayan ifadeler mevcuttur. Tevrat’ta “Ben sizin Tanrınız, siz benim kavmim olacaksınız” denilmektedir (Çıkış 19/5-6; Levililer 11/45; 22/33; Tesniye 7/6; 14/2).
Klasik peygamberlerin temsil ettiği daha gelişmiş din anlayışında ise tanrı ile İsrail kavmi arasındaki ilişki, etik bir ilişki olarak ortaya konmuştur. Buna paralel olarak varlığı İsrail’e bağlı olmayan, aksine İsrail’in devamının kendisine bağlı olduğu, her şeyin ötesinde doğru ve adil vasıflara sahip bir tanrı anlayışı öne çıkmıştır. Peygamberlerin mesajlarındaki tanrı artık evrensel boyutta bir tanrıdır.
Yahudilik’te tanrı telakkisinin milli boyuttan evrensel boyuta taşınması yanında Tanrı tasvir ve tasavvurlarında da değişiklikler ve gelişmeler olmuştur.
Yahudi kutsal kitabında tanrı önceleri, özellikle Yahvist metinlerde antropomorfik bir şekilde tasvir edilmiştir. O beşeri organlara ve duygulara sahip bir varlık gibi tasvir edilmekte, elleri, kolları, gözleri ve kulakları olan, günün serinliğinde bahçede gezinen, unutan, pişman olan, yorulan bir varlık olarak karşımıza çıkmakta, Elohist metinlerde ise aşkın bir nitelik kazanmakta, peygamberlerine bulutların ötesinden veya rüyada melek aracılığı ile konuşmaktadır. Büyük Yahudi düşünürü İbn Meymun, Tanrı’nın insanlara, onların anlayacağı dilde konuştuğunu dolayısıyla antropomorfik ifadelerin, insanın daha iyi anlaması için kullanıldığını, bu ifadelerin hakiki manada değil mecazi olarak anlaşılması gerektiğini belirtmektedir.
Genel olarak Yahudi kutsal metinlerinde İsrail Tanrısı gerçek anlamda tek tanrı ve tüm insanlığın yaratıcısı olarak tanımlanmakla birlikte bu tanrı, kutsallığı bilhassa Filistin topraklarında tecelli eden ve özel olarak İsrail’in rehberi, koruyucusu ve kurtarıcısı olan bir ilah biçiminde sunulmuştur. Bununla birlikte Tanrının tekliğiyle bağlantılı olarak onun ortak kabul etmeyen kıskanç bir Tanrı oluşuna sıklıkla temas edilmiştir.
Yahudi kutsal kitabında Tanrının farklı isimleri yer almaktadır ancak Tanrının özel ismi olarak kullanılan YHVH (Yahve veya Yahova), bunların içinde en önemli ve kutsal olanıdır. Etimolojisi konusunda kesin bir bilgi olmamakla birlikte Tevrat’ta “var olmak” anlamındaki İbranice kökle bağlantılı kılınmakta ve bizzat Tanrı tarafından “Ben ben olanım” şeklinde anlamlandırılmaktadır. On emir’de yer alan Tanrının ismini boş yere ağza almama emrine uyularak YHVH kelimesi telaffuz edilmediği gibi Tevrat dışında da herhangi bir yere yazılmamıştır. Onun yerine Efendi/Rab anlamında Adonay veya isim anlamında Ha-Şem kelimeleri kullanılmaktadır. Tanrı’nın özel isminin sadece yılda bir kere Kefaret gününde (Yom Kipur) Mabet ibadeti sırasında kutsama duası söylenirken baş kohen tarafından telaffuzuna müsaade edilmiştir.
Tevrat’ta Tanrı için en çok kullanılan diğer isim ise Elohim’dir. Bunun dışında El Elyon (en yüce olan), El Olam (sonsuz olan), El Şadday (güçlü olan) isimleri de kullanılmaktadır. Diğer taraftan Tanrıya verilen isimlerin çokluğu ve Antropomorfizmden kurtulmak için gerçekte Tanrı’nın bir tek isminin olduğu, diğer isimlerin ise Tanrı’nın fiilleriyle bağlantılı sıfatlar olduğu ve bu sıfatların da metaforik olarak anlaşılması gerektiği belirtilmiştir.
Yahudilikte Tanrı, Tevrat ve İsrail kavramlarının ayrı bir önem ve ilişkisi kabul edilmekle birlikte peygamber, Mesih ve ahiret inançları, bunlarla bağlantılı olarak yaratma, vahiy ve kurtuluş prensipleri de önemlidir.
Peygamberlik
Yahudilik’te Tanrı ile İsrail oğulları arasında, ilahi vahyi Tanrı’dan alıp İsrail oğullarına bildiren peygamberlik müessesesi vardır. Nitekim Yahudi Kutsal Kitabı Tanah’ın ikinci ana bölümü Neviim (Peygamberler) adını taşımaktadır ve bu bölümün, sonraki peygamberler kısmında İsrailoğulları tarihinde görev yapan ve faaliyetleri kutsal kitapta yer alan on beş peygamberden bahsedilmektedir.
Yahudi kutsal kitabında peygamberi ifade etmek üzere çeşitli kavramlar kullanılmıştır ki bunların başında nebi (nevi) kelimesi gelmektedir. Tanrı tarafından göreve çağrılmış anlamındaki bu kelime ilk defa Hz. İbrahim için kullanılmıştır (Tekvin 20/7). Gören anlamında Hozeh ve Roeh kelimeleri de peygamberi ifade etmektedir. Diğer taraftan Allah adamı, Allah’ın kulu, kul, haberci, elçi kelimeleri de peygamberi ifade etmektedir.
Yahudilikte peygamberlik, tanrının kendi iradesini, seçmiş olduğu bazı kişilere ve bu kişiler aracılığı ile İsrail halkına izhar etmesi olarak anlaşılmıştır. Peygamberlerin aldığı vahyin kaynağı ve peygamberi peygamber yapan asıl özellik, Tanrı sözüne muhatap ve bu sözün aracısı olmalarıdır. Bu noktada Musa’nın ayrıcalığı vardır ve sadece o, tanrı ile aracısız konuşmuş, diğerleri ise rüya veya vizyon durumunda ilahi söze muhatap olmuşlardır.
Yahudilikte peygamberliğin iki temel şartı Tanrıdan ilahi vahiy alması ve aldığı vahyi insanlara tebliğ etmesidir. Yahudilikte vahyin çeşitleri vardır. Vahyin en kestirme ve en üstün şekli ve yolu, hiçbir aracı olmaksızın doğrudan Rab Yahve’den ilahi vahyi almaktır ki Yahudi inancına göre vahyin bu şekli sadece Hz. Musa’ya özgüdür. Vahyin diğer bir şekli rüyada veya vizyon (rüyet) halinde vahyin alınmasıdır. Hz. Musa dışındaki peygamberlere vahiy genelde bu şekilde gelmiştir.
Tanah’da adı geçen peygamberlerin, peygamber oluş yaşları farklıdır. Hz. Musa 80, Hz. Harun 83 yaşında peygamber olduğu gibi Samuel ve Yeremya daha çocuk yaşta Rabbin sözüne muhatap olmuşlardır. Peygamberlerin çoğu olgunluk yaşlarında peygamber olarak seçilip görevlendirilmişlerdir.
Peygamberliğin verilişinde de belli devreler söz konusudur. Öncelikle peygamber olarak seçilen kişi, günlük ve gündelik işleriyle meşgul iken ilahi vahye muhatap olmakta, seçilen kişi çeşitli mucizelerle desteklenmekte ve belli bir topluluğa gönderilmektedir.
Yahudi kutsal kitabında hakiki peygamberin özellikleri şu şekilde belirtilmiştir:
1- Tebliğinin doğruluğu: (Tesniye 13/1-5). Hakiki peygamberin Tanrı, ibadet ve ahlaki vecibeler hususunda söyledikleri, şeriata (Tevrata) uygun olmalıdır. Eğer söyledikleri On Emir’den ayrılıyorsa o, Allah adamı değildir. Bu sebepledir ki Rab Yahve’den başka ilahlara kulluğu önerenler; yalan, hırsızlık, zina gibi yasak fiilleri tavsiye eden ve yapanlar peygamber değildir.
2- Verilen haberlerin gerçekleşmesi: (Tesniye 18/21-22). Tevrat, hakiki peygamberin bir özelliği olarak verdiği haberin gerçekleşmesini göstermektedir. Eğer bir kişinin gelecekle ilgili verdiği haber gerçekleşirse o hakiki, gerçekleşmezse sahte peygamberdir.
3- Alametler göstermesi: (Çıkış 4/8). Peygamberler birtakım alametler de göstermektedirler ancak sadece alametler yeterli değildir.
Yahudilikte hakiki peygamberin yanında yalancı peygamber kavramı da vardır. Yalancı peygamberin temel özellikleri ise tanrının dışında başka ilahlara kulluğa davet etmesi ve gelecekle ilgili söylediklerinin gerçekleşmemesidir. Onlar, tanrı adına yalan söylemekte ve aslı olmayan şeyleri haber vermektedirler.
Tevrat’ta ilk defa peygamber (nevi) olarak isimlendirilen kişi, aynı zamanda ilk İbrani atası ve İsrail seçilmişliğinin başlangıcı kabul edilen İbrahim’dir. Yahudi inancına göre İbrahim ile başlayan ve Musa ile en mükemmel biçimine ulaşan peygamberlik, M.Ö. V. yüzyılda yaşadığı kabul edilen Malaki ile sona ermiştir. Bu dönemden itibaren yol gösterici ve tebliğci “Tanrı adamı” figürü yerine dini bilen ve yorumlayan “din adamı”(rabbi) figürü öne çıkmış; aynı zamanda kurtarıcı Mesih beklentisi gelişmeye başlamıştır.
Yahudilik’te peygamberlik sadece erkeklere mahsus değildir, kadınlardan da peygamberler gelmiştir. Onlara nebiah denilmektedir ve sayıları altıdır: Hz. Musa’nın ablası Miryam (Çıkış 15/20), Debora (Hakimler 4/4), Hulda (II. Krallar 22/14), Noadya (Nehemya 6/14) ve Peygamber İşaya’nın eşi (İşaya 8/3).
Ahiret İnancı
Ahiret inancı, Yahudi dininin en karmaşık konularından biridir. Geleneksel Yahudilik’te ahiret inancı doğrudan Yahudi kutsal metinlerine dayandırılmakla birlikte gerek Tevrat’ta gerek Tanah’a ait diğer kitaplarda ahiret konusu, bazı atıfların ötesinde açık ve net olarak yer almamaktadır. Buna karşılık başta yeniden dirilme inancı olmak üzere, öteki dünya ile alakalı kavram ve konular Tanah sonrası Yahudi Apokrif-Apokaliptik yazılarda, Rabbani ve Kabalistik literatürde, Orta Çağ Yahudi teolojisi ve litürjisinde önemli yer tutmaktadır.
Yahudilikte ahiret inancı, geç dönemde yazılmış olan apokaliptik karakterli Daniel kitabı ile İşaya kitabındaki bazı pasajlarda kısmen yer almaktadır. Bu ise antik Yahudi mezhepleri arasında farklı görüşlerin benimsenmesine yol açmıştır. Yahudi kutsal kitabının ilk yorumcuları olan Ferisiler gerek ruhun ölümsüzlüğü gerekse yeniden dirilme inancını bir nevi tartışmasız doktrin olarak ortaya koymuşlardır. Kutsal metni lafzi olarak anlama yoluna giden ve yorum geleneğini kabul etmeyen Sadukiler ise, Tanah’ta yer almadığı gerekçesiyle, hem ruha hem de bedene nispetle ölümden sonraki hayatı reddetmişlerdir.
Ruhun ölümsüzlüğü ve yeniden dirilme inancına dayanan ahiret konusu ilk defa Tanah sonrası Yahudi literatüründe açık biçimde ortaya konup Rabbani literatürle birlikte Yahudi öğretisinin bir parçası olmuştur. Tanah’ta ahiretle ilgili kullanılan kavramlardan biri, ölüler diyarı anlamındaki şeol’dur.
Şeol, ölüm sonrasında bütün insanların gittiği yer olarak algılanmaktadır. Önceleri iyilerin huzur içinde beklediği, kötülerin ise farklı derecelerde azaba uğradığı bir yer olarak nitelenen şeol daha sonra sadece kötülerin azap gördüğü bir yer kabul edilmiş, bazı apokriflerde ise şeol’un yerini, kötülerin azap çektiği mekan anlamında gehinnom (cehennem) kavramı almış, iyilerin de ölümden sonra eskatolojik Aden bahçesine (gan Eden) veya cennete gittiği kabul edilmiştir.
Mişna ve Talmud’da öteki dünya ve yeniden dirilme kavramları, iman ve kurtuluş prensibi olarak ortaya konmakta, ayrıca Rabbani literatürde iyiler için mükafat, kötüler için ise ceza yeri olarak cennet (gan eden) ve cehennem (gehinnom) kavramlarına atıf yapılmaktadır.
Cennet ve cehennem, çok büyük ve farklı kademelerden oluşan mekanlar şeklinde tasvir edilmektedir. Ne zaman yaratıldıkları ve nerede bulundukları konusunda farklı görüşler ileri sürülmektedir. Yaygın inanca göre dünya yaratılmadan önce yaratılan ya da planlanan cehennem, yerin altında veya semanın üzerinde ya da karanlık dağların arkasındadır. Cehenem sadece ceza değil aynı zamanda arınma yeridir. Bir görüşe göre günahı ve sevabı eşit olanlar cehennemde on bir ay süresince arındıktan sonra cennete girebileceklerdir. Yaygın görüş hem İsrail’den hem de diğer milletlerden olan kötülerin cehennemde sadece on iki ay kaldıktan sonra yok olacakları yönündedir. Sadece sözlü ve fiili olarak Yahudi ahdine bağlılıklarını ve temel Yahudi öğretisini reddedenler sonsuz azaba uğrayacaklardır. Şabat’a denk gelen günlerde azabın olmayacağı da bazılarınca ileri sürülmektedir.
Cennetin de Aden bahçesi (gan Eden) olduğu ve yeri bilinmemekle birlikte bu dünyada bulunduğu, iyilerin ruhlarının, Mesihi dönemin sonunda gerçekleşecek yeniden dirilme anına kadar burada kalacakları ifade edilmektedir. Henüz yaratılmamış öteki dünya ise yeniden dirilme ve ilahi muhasebe sonrasında iyilerin ve günahından arınanların yeni bir beden ve ruhla sonsuza kadar yaşayacakları nihai mükafat yerini ifade etmektedir.
Reformist Yahudiliğin ileri gelenleri, Tanrı’nın merhametiyle bağdaşmadığı gerekçesiyle cehennem kavramını reddetmişlerdir. Aynı şekilde günümüz liberal Yahudi gruplarının çoğu, cennet ve cehennemin fiziki manada var olduğunu veya olacağını kabul etmemektedirler. Yahudilik’te inanç konusunun dogmatik bağlayıcılığı olmaması ve ahiretle ilgili kavramların muğlak kullanımından dolayı bu tavır, Ortodoks Yahudiler açısından da problem teşkil etmemektedir.
Mesih İnancı
Mesih inancı, Yahudilerin karizmatik bir kurtarıcı tarafından yabancı boyunduruğundan kurtarılıp Filistin topraklarında dini ve siyasi bağımsızlık kazanmak suretiyle eski ihtişamlarına kavuşmalarına yönelik inanç ya da doktrini ifade etmektedir. Bu doktrin, İkinci Mabed döneminin sonlarından itibaren Yahudi dininin önemli bir parçası haline gelmiştir.
İbranice Maşiah (Mesih) kelimesi yağla meshedilmiş anlamındadır. Bu terim başlangıçta peygamber veya kohen tarafından yağlanmak (kutsanmak) suretiyle ya da doğrudan Tanrı tarafından görevlendirilen kral, kohen veya baş kohen gibi kişiler için kullanılmıştır. Kelime daha sonra eskatolojik manada “kurtarıcı Mesih” biçimine dönüşmüştür.
Tarihlerindeki olumsuzluklar ve başka ülkelerin tahakkümü altında kalmaları, diğer taraftan Tanrı’nın seçilmiş kavmi oldukları inancı ve bu nitelemeye uymayan şartlar ayrıca İran kaynaklı kurtarıcı fikri Yahudilerde, Tanrı’nın ilahi düzeni yeniden tesis etmek ve Yahudileri, layık oldukları itibara tekrar kavuşturmak için bir Mesih-kral göndereceği fikrine götürmüş, Mabedin ikinci kez yıkılması ile Mesihi kurtuluş fikri daha da kuvvetlenmiştir.
Rabbani literatürde Davud soyundan gelecek olan Mesih, tarihin sonunda İsrail’in düşmanlarını yenmek suretiyle onları esaretten kurtarıp kutsal topraklara ve Tanrı’ya döndürecek, orada Mabedi tekrar inşa edip İsrail’i Tevrat öğretisine göre yönetecek ve yeryüzünde Tanrı’nın krallığını kuracak kişi; savaşçı, öğretmen ve peygamber kimliklerini de kendi şahsında toplayan eskatolojik kral olarak tasvir edilmiştir. Ayrıca “Davudoğlu Mesih” olarak isimlendirilen bu kişiye öncülük etmek üzere Yusuf soyundan gelecek ikinci bir Mesih’ten de bahsedilmektedir. Bu ikinci derecedeki Mesih figürü daha sonra, Mesihçiliğin modern ve seküler bir versiyonu olarak görülebilecek olan Siyonist hareketin öncüleri için de kullanılmıştır.
Genellikle insan olarak tanımlanan ama tabiat üstü bazı özelliklere de sahip olan Mesih’in Kudüs’te doğduğu, gökyüzünde gizlendiği, geri dönmek için kurtuluş gününü beklediği ve İsrail hak ettiğinde heybetli bir biçimde bulutların üzerinde geleceği rivayet edilmektedir. Rabbani literatürde Mesih’in gelişini haber veren birtakım olumsuz gelişmelerin olacağından, Gog ve Magog savaşından, sürgündeki İsrail’in vadedilmiş topraklarda bir araya toplanması ve milletlere hükmetmesinden bahsedilmektedir. Mesih beklentisi özellikle baskı ve zulüm dönemlerinde daha da artmış ve birçok kişi, Mesih iddiasıyla ortaya çıkmıştır. Ebu İsa el-İsfahani (VII. Yüzyıl), İbn Arye (1000), Karai Kohen Solomon (1121) bunlardandır. Yahudi tarihinin en etkili Mesihi hareketi ise Sabatay Sevi adlı bir Osmanlı Yahudisinin, Mesihlik iddiasında bulunması (1665), daha sonra müslüman olmasıyla, Yahudilere göre heretik sayılan ve gizli bir harekete dönüşen Sabataycılıktır.
Mesih inancı günümüzde Ortodoks Yahudilik tarafından hala benimsenmekte, Reformist Yahudilik ise kurtarıcı Mesih figürünü reddetmektedir.
Vadedilmiş Topraklar
Yahudiliğin iman esasları arasında yer almasa da Yahudiler, Tanrının seçilmiş kavmi olduklarına ve Arz-ı Mev’ud’un, Tanrı tarafından kendilerine vaad edildiğine inanmaktadırlar.
Arz-ı Mev’ud (Vadedilmiş topraklar) tabiri Allah’ın, Hz. İbrahim’e ve onun soyundan gelenlere vermeyi vaad ettiği yer için kullanılan bir terimdir. İbranice’de Eretz Israel (İsrail diyarı) denilen bu bölge Tanah’ta Kenan diyarı, diyar ve memleket diye de zikredilmektedir. İkinci Mabed döneminden itibaren arz-ı mev’ud diye adlandırılmıştır.
Bölgenin hudutları, Yahudi kutsal kitabında çeşitli şekillerde belirlenmektedir. Hz. İbrahim’e yapılan vaadde “Mısır ırmağından büyük ırmağa, Fırat ırmağına kadar olan bölge” (Tekvin 15/8), Hz. Musa ve Yeşu’a yapılan vaadde “ayak tabanınızın basacağı her yer” (Tesniye 11/24; Yeşu 1/3) diye tanımlanmaktadır. Bu vaad önce Hz. İbrahim ve soyuna yapılmış, İshak, Yakub ve Musa ile de bu vaad yinelenmiştir. Bu vaadin şartları vardır. Öncelikle Allah’ın emirlerine, kanun ve şeriatına bağlı olunacaktır. Orada suçsuz kanı dökülmeyecek, garibe, dula, yetime iyi davranılacaktır (Yeremya 1/1-7). Vaad edilmiş topraklara sahip olabilmek ve orada kalabilmek için Allah’a verilen sözü tutmak, ahde riayet etmek gerekmektedir.
Vaad önce Hz. İbrahim’e yapıldığına göre, bu vaad bir hak doğuruyorsa, İshak soyundan gelen Yahudiler kadar İsmail soyundan gelenlerin de o topraklarda hakkı olmalıdır. Üstelik Kur’an’a göre de vaadin gerçekleşmesi için birtakım şartların yerine getirilmesine bağlanmıştır. Bunların başında Allah’a itaat gelmektedir. Halbuki İsrailoğulları Allah’ın emirlerine boyun eğmemiş, yapılan ahitleri yerine getirmemiş, hatta Allah’ın elçilerini öldürüp fesat çıkarmışlardır (Bakara 2/61, 100; Nisa 4/155-156; Maide 5/13).
İBADETLERİ
Her dinde olduğu gibi Yahudilik’te de ibadet dinin temel unsurlarındandır. İbranice’de ‘avoda’ kelimesi, doğru ibadet biçimi anlamında Yahudi dini uygulamalarını ifade etmektedir. Eski İsrail toplumunda ibadetin temelini kurban kültü oluşturmuş, bilhassa İbrani atalar döneminde ibadet ferdi tarzda, Tanrı’ya sunulan adak, takdime ve dua etrafında şekillenmişti.
“Toplanma Çadırı” etrafında toplu ibadete geçiş ise Musa peygamber dönemiyle başlamıştır. Toplanma çadırı ve daha sonra onun yerini alan Mabed, İsrail Tanrısının en fazla tecelli ettiği ve O’na doğrudan ulaşılan yer olarak görülmüştür. Filistin topraklarına yerleşildikten sonra, farklı bölgelerde ferdi takdimeler için mezbahlar oluşturulmakla birlikte, önce kuzeyde Şilo, daha sonra Gibeon, Toplanma Çadırının yer aldığı toplu ibadet merkezi olarak belirlenmiştir. Davud’un Kudüs’ü fethedip krallığın merkezi yapmasıyla birlikte ibadet merkezi Kudüs’e kaymış, kral Süleyman zamanında ise Mabed (bet ha-Mikdaş=Beytü’l-Makdis) inşa edilmiştir. Dış ve iç avlu, kutsal ve en kutsal bölümlerden oluşan Süleyman Mabedi ibadet merkezi olarak tahsis edilmekle birlikte, diğer mezbahlarda takdime sunumuna devam edilmiştir. Mabed, M.Ö. 586’da Babilliler tarafından yıkılmış, M.Ö. 515’te ikinci kez yapılmıştır.
Yahudi öğretisine göre kohen sınıfı, Yakub’un üçüncü oğlu olan Levi soyundan gelen ve kendisi de ilk baş kohen kabul edilen Harun’un oğullarından oluşmakta, Levi soyunun diğer kollarına bağlı erkekler ise Levili sınıfını teşkil etmektedir. Sıradan İsrail kimliğinde anneye dayalı nesep belirleyici olurken, kohen ve Levili kimlikleri baba yoluyla elde edilmektedir. Kohenlerin en yaşlısı baş kohen ve dolayısıyla en kutsal kişi kabul edilmiştir. Kohenlerin yardımcıları konumundaki Levililer ise ibadethanenin bakımı, ayrıca müzik ve şarkı ile ibadete eşlik etmekle görevlendirilmişlerdir.
Mabed ibadetinin merkezinde kurban yer almakta ve kohenler tarafından sunulmaktaydı. Geleneksel Yahudiliğe göre İkinci Mabedin Romalılar tarafından yıkılmasıyla birlikte (M.S. 70), Mesih’in ortaya çıkıp Süleyman Mabedini tekrar inşa edeceği ve tüm Tevrat hükümlerini yeniden hayata geçireceği güne kadar, kurban ibadeti askıya alınmıştır. Liberal Yahudi cemaatleri ise Tevrat’ta yer alan pek çok ritüel gibi, Mabed ve kurbanla ilgili uygulamaların da eski İsrail toplumunda önemli bir fonksiyon icra etmiş olduğunu, fakat Yahudi dini hayatı için artık gerekli ve dolayısıyla geçerli olmadığını kabul etmektedir.
Eski İsrail dininde Mabed, kurban ve kohenlik uygulaması merkezi konuma sahipken, İkinci mabedin yıkılmasıyla birlikte Yahudi dini hayatı sinagog, Tevrat ve rabbiler etrafında gelişme göstermiştir. Mabedde kohenler aracılığı ile yerine getirilen kurban ibadetinin yerini, sinagoglarda rabbiler eşliğinde icra edilen Tevrat çalışması ve dua almıştır. Günümüzde Yahudi mabedine, toplanma anlamındaki Grekçe sinagog dışında, İbranice bet ha-kneset (toplanma evi), bet ha-tefila (dua evi) ve bet ha-midraş (öğrenme evi), Türkçe’de ise Havra da denilmektedir. Sinagoglarda putperestliği çağrıştıran resim, heykel ve sair unsurların kullanılması yasaktır. Sinagoglar genellikle tek veya iki katlı olarak yapılmakta, geniş dua salonunun ön tarafında, Kudüs’ün bulunduğu yöndeki duvarda, içinde rulo halindeki Tevrat nüshasının muhafaza edildiği kutsal dolap, dolabın hemen önünde yüksekçe bir platform bulunmaktadır.
Yahudilik’te günümüzde sabah (şaharit), ikindi (minha) ve akşam (maariv veya arvit) olmak üzere günde üç vakit ibadet vardır. Bu ibadetler bir kısmı ferdi, bir kısmı en az on erkekten oluşan cemaat (minyan) eşliğinde İbranice okunan belli dualar halinde icra edilmektedir. Karailerde ise cemaatle ibadet için gerekli minimum sayı üçtür. Geleneksel biçimiyle sadece erkeklerin iştirakiyle gerçekleşen Yahudi ibadetinde ayakta durmak, oturmak, Kudüs’e yönelerek ayakta dualar okumak ve hafif rüku şekli mevcuttur. Ayrıca bazı ibadetler esnasında ibadet şalı örtme, alın veya kol bağı takma gibi ritüeller de vardır.
Şabat
Cumartesi (Şabat) günü, Yahudilerce haftanın en kutsal günü kabul edilmektedir. On Emir’de açıklandığı şekliyle Cumartesi günü, iki ayrı gerekçeyle kutsaldır. Bunlardan birincisi Tanrı’nın dünyayı altı günde yaratıp yedinci günde dinlenmiş olması, diğeri ise Tanrı’nın İsrailoğullarını Mısır’daki kölelik evinden kurtarmış olmasıdır. On Emir’de belirtildiği gibi bu günde iş yapmak yasaktır. Bu günde manevi yenilenme ve dünyayı Tanrının yarattığı gibi bırakıp tabiatın işleyişine müdahale etmeme ilkesi gereğince, toplam otuz dokuz sınıf işten uzak durulmaktadır. Yahudi anlayışına göre gün, güneşin batışıyla başladığı için, Cuma günü akşam güneşin batışından cumartesi günü güneşin batışına kadar söz konusu işleri yapmak yasaktır.
Dini Gün ve Bayramlar
Yahudilik’te günlük ibadetin ve haftalık ibadet sayılan Şabat’ın dışında yıl içinde farklı zamanlarda kutlanan ve anılan dini gün ve bayramlar da vardır. Yahudilik’te bayramlar, ayın hareketlerini esas almakla birlikte, güneş yılına göre sabitlenmiş olan Yahudi takvimine göre belirlenmiştir. Buna göre en önemlileri aslen zirai kutlamalara dayanan ve ilkbahar, sonbahar ve yaz dönemlerine denk gelen Yahudi bayramlarının ay takviminde yaşanan kaymadan dolayı, Tevrat’ta belirtilenden farklı mevsimlere rastlamasını önlemek için, her on dokuz yıllık dönem içerisinde yedi kez (yani 3, 6, 8, 11, 14, 17 ve 19. yıllarda) birer ay eklemek suretiyle Yahudi takvimi sabitlenmiştir. Dolayısıyla bir Yahudi yılı esasen ilkbahara denk gelen Nisan ayı ile başlayıp Adar ayı ile sona eren ve her biri yirmi dokuz veya otuz gün çeken on iki aydan oluşmakla birlikte, belli yıllarda söz konusu on iki ay on üç aya tamamlanmaktadır.
Yahudi takviminde yer alan toplam on bir bayramdan altısı büyük bayram, ikisi küçük bayram ve üçü de modern bayram olarak gruplandırılmaktadır. Tevrat’a göre Yahudi yılının başlangıcı Nisan ayı olmakla birlikte, geleneksel Yahudilik’te takvim yılı Tişri ayı ile başlatılmaktadır.
Yeni Yıl
Tişri ayının ilk günü Yahudilikte Yeni Yıl’dır. Adem’in yaratılması, İbrahim, İshak ve Yakub’un doğumu; Musa’nın, Firavun’un karşısına çıkması gibi Yahudi tarihindeki pek çok önemli olayın bu günde meydana geldiğine, ayrıca herkesin kaderiyle ilgli tüm bilgilerin bu günde yazıldığına inanılmaktadır. Yılbaşında (Roş ha-Şana) iş yapmak yasaktır. Yılın bu ilk gününden itibaren başlayan on günlük dönem tövbe dönemidir.
Kefaret Günü (Yom Kipur)
Tişri ayının onuncu günü Kefaret günüdür ve Yahudi takviminin en kutsal günü kabul edilmektedir. Roş ha-Şana’da yazılan kader defterleri, on günün sonunda Kefaret günü mühürlenmektedir. Yahudiler bu günde oruç tutarlar.
Çardaklar Bayramı (Sukot)
Tişri ayının 15-21 günlerinde kutlanan bayramdır. Hasat bayramı da denilen Çardaklar Bayramı, Mısır’dan çıkış sırasında çölde geçirilen günlerin anıldığı, aynı zamanda Tevrat’ta üç büyük hac bayramı olarak sözü edilen ve tüm İsrail erkeklerinin Mabede gelip takdime ve kurban sunmakla yükümlü olduğu bir bayramdır.
Tevrat’ı Hatim Bayramı
Tişri ayının yirmi ikinci günü, Tevrat’ın hatmedilmesine yönelik kutlama yer almaktadır. Yıl boyunca okunan Tevrat’ın tamamlanıp tekrar baştan okunmaya başlandığı ve on üç yaş altındaki çocukların gençlik duası söylemek üzere çağrıldığı bu merasimin en önemli özelliği, kutsal dolaptan çıkarılan Tevrat rulosunun ilahi, dua ve dans eşliğinde sinagogun içinde cemaat arasında yedi defa dolaştırılmasıdır.
Pesah Bayramı
Yahudi bayramları arasında mazisi en eski dönemlere dayanan, “Bahar Bayramı”, Özgürlük Bayramı” ve Hamursuz Bayramı” olarak da bilinen Pesah (Fısıh) bayramı, İbrani takvimine göne Nisan ayının 15’inde kutlanmaktadır ve Yahudi hac bayramlarından ilkidir. İsrailoğullarının Mısır’dan çıkışlarının yadedildiği bu bayram, günümüzde Yahudilerin en fazla rağbet ettikleri bayramların başında gelmektedir. Bu bayram süresince evlerde maya veya mayalı yiyecek bulundurulması ve tüketilmesi yasaktır. Bayramın ilk akşamı hazırlanan sofra düzenine seder denilmektedir ve sederde, Mısır’dan çıkışın konu edildiği bölümler okunur. Bayram, İsrail’dekiler için yedi, İsrail dışında yaşayan Yahudiler için sekiz gün sürmektedir. Bayram süresince mayasız ekmek tüketilir ve bu bayrama özel yemek takımı ve gereçleri kullanılır.
Haftalar Bayramı (Şavuot)
Şavuot, İbrainice’de haftalar anlamındadır. Batı kültüründe Pentacost diye de adlandırılmaktadır ve Ellinci Gün anlamında Yunanca bir kelimedir. Tevrat’ın, İsrailoğullarına veriliş günü olarak kabul edilir. Yahudi takvimine göre Sivan ayının altıncı günü kutlanmaktadır. Üç büyük Yahudi hac bayramından ikincisidir. Gerçekte Pesah’ın ikinci gününden başlamak üzere tam yedi hafta sonrasına denk gelen ve zirai bir bayram olan bu bayrama Turfandalar Günü de denilmektedir. Pesah ve Şavuot bayramları arasındaki bağlantı Pesah’ın, İsrailoğullarının fiziki kölelikten, Şavuot’un ise manevi kölelikten kurtuluşunu temsil etmesidir.
Hanuka Bayramı
Işıklar Bayramı olarak da isimlendirilen Hanuka, M.Ö. 165 yılında Grek-Slevkit kralı IV. Antiochus’un Helenleştirme politikasına ve Kutsal Mabedi putperest ibadet merkezi haline dönüştürmesine karşı, Makabiler’in verdiği savaş ve elde edilen zaferin kutlanması mahiyetindedir. Bu bayramda, Mabedde daima yanan menora’nın sadece bir günlük yağla sekiz gün boyunca yanması mucizesini hatırlatmak üzere sekiz gün boyunca evlerde mum yakılır. Bu bayram Yahudi takvimindeki Kislev ayının 25’inde başlar ve sekiz gün boyunca kutlanır.
Purim Bayramı
Purim, neşe ve eğlence bayramıdır. 14 Adar günü kutlanan bu bayram, Pers yönetiminin Yahudilere uygulamayı tasarladığı katliamın tarihini belirlemek için kuraya başvurduğu veya zar attığı için, kuralar veya zarlar anlamında Purim adı verilmiştir. Vezir Haaman tarafından Yahudi cemaatinin yok edilme girişimine karşı, Yahudi kökenli Kraliçe Ester’in yardımıyla kurtarılması anısına kutlanmaktadır. Yahudilerin katledileceği o günde, Yahudiler onları katletmiştir ve katliam ertesi gün de sürmüştür. Pesah’tan bir ay önce kutlanan bu bayramda, Ester kitabının bayram akşamı ve sabahında sinagogda cemaat halinde ve yüksek sesle okunması esastır. Yahudi bayramları arasında hiçbir bayram, Purim bayramının kutlandığı kadar sevinç ve coşkuyla kutlanmamaktadır.
MEZHEPLERİ
Her dinde olduğu gibi Yahudilik’te de hem inanç ve doktrin hem de ibadet ve uygulama konularında, gerek tarihi süreçte gerekse günümüzde, farklı kültür muhitlerinde olmaktan kaynaklanan veya farklı din ve akımlardan etkilenen yorum farklılıkları söz konusudur. Dinin anlaşılması ve yorumlanmasında ortaya çıkan bu farklılıklar, yorumu yapan insanların zeka ve bilgi düzeyleriyle de yakından alakalıdır.
Yahudilik’te İkinci Mabed döneminin önemli özelliklerinden biri de M.Ö. II. Yüzyılda Filistin’de üç büyük Yahudi mezhebinin ya da grubunun tarih sahnesine çıkmasıdır ki bunlar Ferisiler (Peruşim), Sadukiler (Sadukim) ve Essenilerdir (İsiyim). Ayrıca miladi ilk yüzyılın ortalarında ortaya çıkan devrimci fanatiklereden (Zelot) de bahsetmek gerekir.
Peruşim
Peruşim kelimesi “ayrılıkçılar” anlamındadır ve bu mezhep mensupları kendilerini, Haşmoni yönetimi ile Helenistik uygulamaların taraftarı olanlardan ve sıradan halktan ayırdıkları için bu şekilde adlandırılmışlardır. Ferisiler, Sadukilerin Mabed vurgusuna karşılık Sinagog ve Tevrat öğretisini öne çıkaran ve çoğunlukla yazıcı ve din alimlerinden oluşan gruptur. Tevrat’ın lafzi manasının ötesindeki anlamı ortaya koyabilmek için yorum geleneğini başlatan ve Sanhedrin’de çoğunluğu oluşturan Ferisiler, Yahudi toplumunu Tevrat etrafında birleştirme ve topluma liderlik etme amacıyla hareket etmiş, Tevrat kurallarının uygulanmasında detaycı ve katı bir anlayışı benimsemişlerdir. Mişna ve Talmud’un oluşumunu sağlayan din alimleri, kendilerini Ferisilerin varisleri olarak görmüşlerdir. Peruşim, ahiret ve meleklerin varlığına inanmaktadır. Günümüz Ortodoks Yahudiliği, Peruşim’in devamı ve günümüzdeki temsilcileridir.
Sadukim
Tevrat’ın uygulanması ve Mabed hizmetleri konusunda yani inanç ve amelde Peruşim’e karşıt olması ile tanınan mezheptir. Kral Süleyman döneminde baş kohen olarak görev yapan Sadok’un soyundan gelen baş kohen ve ailesinin görüşleri doğrultusunda hareket ettikleri için bu ismi aldıkları ifade edilmektedir. Sadukim, kohenlerin çoğunluğu oluşturduğu aristokrat ve muhafazakar bir sınıftı. Mabed ve kurban kültünün yöneticileri sıfatıyla kendilerini dini konularda asıl otorite olarak gören bu grup, Tevrat’ın lafzi anlamını esas almakta, yorum geleneğini ve Tevrat’ta açıkça yer almayan yeniden dirilme fikrini, meleklerin ve kötü ruhların varlığını kabul etmemektedir. Sadukim mezhebi, Mabed’in Romalılar tarafından yıkılışından sonra halk üzerindeki nüfuzunu tamamen kaybederek tarih sahnesinden silinmiştir.
İsiyim (Esseniler)
İsiyim kelimesinin mütevazı ve dindar kişi ve bunların meydana getirdiği topluluk veya sessiz, sakin kişi ve bunların meydana getirdiği topluluk anlamlarına geldiği belirtilmektedir. Yahudi yorumuna göre bunlar, Makkabi mücadelelerinden önceki Hasidim’in (dine bağlı dindar kişiler) devamıdırlar.
Geleneğe göre bunlar, Tevrat’ın Levililer bölümünün ortaya koyduğu kurallara son derece müfrit bir şekilde uyan kimseler olup, kendi elleriyle kazandıklarını paylaşarak kendilerini dini yaşantı ve çalışmaya vermiş kimselerdir. Esseniler mümkün olduğu kadar evlilikten ve bedeni zevklerden kaçınıyorlardı. Münzevi-apolitik bir grup olan Essenilerin, Kumran cemaati de denilen kısmı, Ölü Deniz civarında oluşturdukları yerleşim bölgelerinde toplumun geri kalanından ayrı olarak komünal bir hayat sürmüşlerdir. Melek ve ahret inancı olan bu grup sıkı bir temizlik ritüeli uygulamaktadır. Mesihi dönemin yakın olduğu inancından hareketle kısmi bekarlığı gerekli görmüşlerdir. Evlilik hayatına getirdikleri kısıtlamadan dolayı nesillerini uzun süre devam ettiremeyen Esseniler, Mabedin yıkılmasından sonra ortadan kaybolmuşlardır.
Miladi VIII. yüzyıldan itibaren doğuda İslâm dünyasında yaşayan Yahudiler arasında Müslümanlığın ve İslâm düşüncesinin tesiri altında çeşitli Yahudi mezhepleri de zuhur etmiştir. Bunlar İseviyye, Yudganiyye, Ananiyye ve Karaim’dir. Bu gruplara Orta Çağ’da ortaya çıkan mistik Kabala hareketi ile XIX. Yüzyılda Avrupa’da, bilhassa Doğu Avrupa ve Rusya Yahudileri arasında zuhur eden Hasidim hareketini de ekleyebiliriz
Karailik, sadece yazılı Yahudi kitap literatürünü (Tanah) kabul edip, Yahudi din alimlerinin oluşturduğu sözlü yorum geleneğini (Talmud) reddetmektedir. Karailere göre bu mezhep sonradan ortaya çıkmış değil, bilakis son devirlerin ürünü olan Talmud Yahudiliğine karşı, başından itibaren Musa’nın öğretisinin doğru yorumuna dayalı Yahudiliği temsil etmektedir.
Bu hareket VIII. Yüzyılda Babil’de (Irak) yaşayan Anan ben David ile başlamıştır. Anan’ın ölümünden sonra görüşleri Filistin’de yayılmış, Kudüs’ün haçlılar tarafından işgali üzerine Mısır, Anadolu ve Kırım bölgelerine yayılmışlardır. Bu mezhep, Tevrat’a dayanmayan tüm Yahudi dini uygulamalarını reddettiğinden, uzun süre gelenekselYahudi din alimleri tarafından meşru kabul edilmemiştir. Karai isimlendirmesi de kutsal yazı anlamına gelen mikra kelimesine atıfla oluşturulan bene ha-mikra (Tevrat’ın çocukları), bale mikra (Tevrat’ın takipçileri) veya kısaca Karaim (Tevrat okuyanlar) şeklindeki nitelendirmeden kaynaklanmaktadır.
Günümüz dünyasındaki başlıca Yahudi mezhepleri şunlardır:
Reformist Yahudilik
Modern Yahudi akımları içinde en liberal kanadı temsil eden Reformist hareket, XIX. yüzyılda Alman Yahudileri arasında ortaya çıkmış, daha sonra Amerika’ya taşınmış ve asıl gelişmesini Amerikan Yahudileri arasında göstermiştir. İlk öncüleri Moses Mendelssohn (1729-1786), Abraham Geiger (1810-1874), Ludwig Philipson (1811-1889) ve Samuel Holdheim’dir (1806-1860). Reformist Yahudilik akılcılık, evrenselcilik ve ilerlemecilik gibi ilkeler üzerine kurulmuştur ve bu hareketin ortaya çıkışının temel sebebi Yahudi dinini çağın şartlarıyla uyumlu ve cazip hale getirmektir. Bunun için sinagog ibadeti, şabat kuralları, ergenlik ve evlilik merasimlerinde çeşitli değişiklikler uygulamaya konulmuştur. Reformistler, Tevrat’ı Tanrı tarafından vahyedilmiş bir kitap olarak görmezler. Onlara göre Tevrat, atalarının yaşadığı dini tecrübenin kaydedildiği bir kitaptır. Onun içindeki emir ve yasakların birçoğu, bugün geçerliliğini yitirmiştir. Onlara göre Talmud’un herhangi bir kutsallık değeri yoktur.
Reformistler, başta Mesihçilik olmak üzere geleneksel Yahudiliğin birçok ilkesini kabul etmezler. Onlar, kutsal toprak ülküsünü de benimsemezler. Onlara göre kadınlarla erkekler din karşısında eşittir. Sinagoglarda yan yana ibadet edebilirler hatta kadınlar haham bile olabilir, sinagogda ibadet yönetebilirler. Reformist hareket, zaman içinde temel ilkelerinden taviz vermeksizin geleneği ve pratiği biraz daha dikkate alan bir anlayış benimsemiştir.
Muhafazakar Yahudilik
Başlangıçta Reformist hareket içinde yer alan Zacharias Frankel tarafından başlatılan bu oluşum, Reformist hareketin aşırılığına tepki olarak doğmuştur. Amerika’ya geçtikten sonra bilhassa Solomon Schechter’in öncülüğünde tam manasıyla teşkilatlanıp bir mezhep haline gelen bu hareket, günümüzde Amerika’daki biçimiyle Muhafazakar Yahudilik, Avrupa’daki biçimiyle de Masorti olarak isimlendirilmektedir. Muhafazakar Yahudilik dinin merkezine, Ortodokslarda olduğu gibi vahyi, Reformistlerde olduğu gibi ilerlemeci aklı değil, bütün bir Yahudi toplumunun ortak iradesi ve bu yolla ulaşılan fikir birliği prensibini koymak suretiyle Reformist ve Ortodoks oluşumlar arasında bir nevi orta yolu temsil etme iddiasındadır.
Muhafazakar Yahudilik gelenekle bağları koparmaksızın değişimi onaylamaktadır fakat bu değişim, Reformistlerinkinden farklı olarak yavaş yavaş ve daha ılımlı olmalıdır. Muhafazakar Yahudilik, Amerika’da Reformist Yahudiliğin hemen arkasından ikinci büyük Yahudi mezhebidir.
Önceleri Ortodoksluğun Amerikan versiyonu durumunda olan Muhafazakar Yahudilik daha sonra Reformist Yahudilikle Ortodoksluk arasında orta bir çizgiye çekilmiştir. Muhafazakarlar, geleneksel Yahudiliğin ilkelerine uyarlar fakat bu ilkelerin uygulanmasında Ortodokslar gibi katı değildirler.
Yeniden Yapılanmacı Yahudilik
Yeniden Yapılanmacı Yahudilik hareketi, Muhafazakar Yahudilik içinde yetişen Mordecai Kaplan’ın fikirleri ve öncülüğü doğrultusunda ortaya çıkmıştır ve Amerikan Yahudiliğine has bir harekettir. Kaplan’a göre Yahudilik bir din değil, Yahudi toplumunun oluşturduğu ve devamlı gelişen bir dini medeniyettir. Bu hareketin bir diğer özelliği aşkın-yaratıcı-vahyedici bir Tanrı fikri yerine natürist Tanrı anlayışının benimsenmesi, ayrıca seçilmişlik fikrinin ve cinsiyet ayrımına dayalı kuralların reddedilmesidir.
Ortodoks Yahudilik
Ortodoks Yahudilik, Hz. İsa dönemindeki Ferisilikle başlayan ve Rabbani Yahudilikle devam eden ana bünyenin günümüzdeki temsilcisidir. Ortodokslar bu bakımdan klasik Yahudi anlayışını aynen devam ettirmektedirler. Tevrat’ın, Allah’ın Musa’ya yazdırdığı ilahi vahiy olduğuna mutlak olarak iman eden Ortodokslar, aynı zamanda onun yorumu olan Mişna ve Talmud’un da ilahi vahiy kaynaklı olduğuna inanmaktadırlar. Ortodokslar, Tevrat ve din bilginlerinin belirlediği kuralların mutlak otoritesini kabul etmekte ve bunlarda hiçbir değişikliğin meydana gelmesine izin vermemektedirler.
Yeni Ortodoksluk Hareketi
S. R. Hirsch’ün öncülük ettiği ve Ortodoksluk ile Reformist Yahudilik arasında yer alan Yeni Ortodoksluk Hareketi ise Yahudi geleneğindeki değişim prensibinden hareketle, Tevrat emirleri ile mevcut dünya düzenini uzlaştırma hedefi doğrultusunda teşekkül etmiştir. Hirsch, geleneği modern anlayışla uyumlu hale getiren bir Yahudilik yorumu ortaya koymuştur. Reformist hareket akıl ve ilerlemeciliği, Muhafazakar hareket ortak toplum bilinci ve iradesini vurgularken, Hirsch’ün Yeni Ortodoksluğu değişimi onaylayan gelenek fikri üzerinde durur.
Günümüz Ortodoks Yahudiliği içinde Halaha’ya ters düşmeyecek şekilde yeniliklere, modern eğitim sistemine ve modern hayat tarzına açık olan ve Amerika, Kanada ve İngiltere’deki Ortodoksların çoğunluğunu oluşturan kesim için Modern Ortodoks isimlendirmesi kullanılmaktadır.
Hasidilik
Hasid (çoğulu hasidim) kelimesi dindar anlamına gelmektedir. XVIII. yüzyıl ortalarına doğru Polonya Yahudilerinden Yisrael ben Eliezer adlı bir kabalacı etrafında gelişen ve mistik unsurlar taşıyan bir harekettir. Bu harekete karşı çıkan Rabbani Yahudilik mensupları ise karşı çıkanlar anlamında mitnagedim diye isimlendirilmişlerdir.
Bu hareketin en önemli özelliği, temelindeki mistik anlayışa paralel olarak bilgi ve akıl yerine duygu ve duaya yani dini hissiyata ağırlık vermesidir. Bir diğer önemli özelliği ise ibadet ve dini merasimlerin icrasında mistik konsantrasyon, neşe ve haz faktörlerine ağırlık vermesidir.
Hasidilerin özel giysileri vardır. Yetişkinler siyah şapka ve cübbe giyer, elbiselerinin dört kenarına ip takarlar. Kadınlar başlarını örtmek için ya tülbent kullanır veya peruk takarlar. Hasidilerde dini hayat beş yaşında başlar ve çocuğun başı, Hasidi geleneklere göre traş edilir ve kipa giydirilir.
Kabala
Almak, kabul etmek anlamındaki Kabala kelimesi, Yahudi mistik ve ezoterik geleneğinin adıdır. Kabala hareketinin kökeni miladi I. Yüzyılın sonlarına kadar götürülse de müstakil bir sistem olarak XII-XIII. yüzyıllarda ortaya çıkmıştır. Dar bir çevrede yaşanan bu mistik hareketin, sıradan Yahudiler tarafından uygulanması, XVII. Yüzyıl ortalarında Doğu Avrupa Yahudileri arasında Hasidilik hareketinin ortaya çıkmasıyla başlamıştır.
Kabala, diğer mistik hareketlerde olduğu gibi ilahlığın mahiyeti, yaratılışın sebebi ve ilahlıkla yaratılış arasındaki münasebete yönelik sırlara ulaşma çabasını ve ilgili öğretiyi ifade etmektedir. Kabala’nın asıl konusu kozmik ölçekli yaratılış ve kurtuluştur. Kabala, İbrani diline ayrı bir önem ve kutsallık atfetmekte, harflerin nümeri değerlerinden hareketle birtakım sırları açıklamaya çalışmaktadır.
Neturei Karta
Neturei Karta, Aramice “şehrin muhafızları” anlamındadır ve Siyonizm karşıtı bir Ortodoks Yahudi cemaatinin adıdır. Örgüt, 1938’de Kudüs’te kurulmuştur. Bu cemaat, Mesih gelmeden kurulmuş olan İsrail Devletinin meşru olmadığını, Siyonizmin, Yahudi dinine ters olduğunu ve İsrail’in, bir an önce Filistin’i işgali bırakması gerektiğini savunur ve bu görüşlerini Talmud’dan delillerle desteklerler. Kudüs’te halen İsrail’i tanımayan bu cemaate bağlı 500 Neturei Karta ailesi yaşamaktadır.
Siyonizm
Siyonizm, dünyanın dört bir yanına dağılmış olan Yahudi toplumunu Filistin’de tekrar millet olarak bir araya getirme ve burada bağımsız bir Yahudi Devleti kurma gayesi güden bir ideolojidir. Siyonizm, Yahudi milliyetçilik hareketi olarak ortaya çıkmış ve modern İsrail Devletinin kuruluşuyla birlikte bir nevi sivil dine ve dünya Yahudilerinin çoğunluğunun benimsediği ideolojye dönüşmüştür. Kökleri tarihi ve dini olmakla beraber modern Siyonizm, XIX. yüzyılın sonlarında, çoğunlukla seküler kişilerin önderliğinde siyasi bir hareket olarak doğmuştur.
Siyonizm hareketi kendi içinde siyasi, sosyalist ve dini olmak üzere türlere ayrılmaktadır. Yahudi kimliğindeki dini unsuru dışlayan siyasi Siyonizm, Yahudilerin yaşadığı sürgün hayatını ve buna paralel Yahudi sorununu sona erdirmeyi, bunun için de Yahudilerin tekrar bir millet olarak tarih sahnesine çıkmasını ve bağımsız bir Yahudi Devleti kurulmasını öngörmüştür. Seküler bir Avusturya Yahudisi olan Theodor Herzl Siyasi Siyonizmin kurucusudur. Ona ve diğer siyasi Siyonizm taraftarlarına göre antisemitizm olgusu tamamen siyasi sebeplere dayanmaktadır ve yegane çözümü Yahudilere bir vatan bulunmasında yatmaktadır. 1896’da Yahudi Devleti adlı kitabını yayımlayan Herzl ve diğer siyonistler, bulunacak bu vatanın, Arjantin ve Uganda gibi herhangi bir toprak parçası olabileceğini düşünürken, daha sonra Yahudilerin vatanının ancak Filistin’de olabileceği noktasında fikir birliğine varmışlardır. Herzl, bu amaçla 1897’de Dünya Siyonist Teşkilatını kurmuştur. Siyonizm fikri, ilk olarak Herzl tarafından seslendirilmemekle birlikte, bu düşüncenin örgütlü bir hareket biçimine dönüşmesini ve dünya kamuoyunda duyulmasını sağlayan kişi odur. Bunun için Dünya Siyonist Teşklatını kurmuş, yoğun bir diplomasi trafiği içine girmiş, özellikle Osmanlı Padişahı II. Abdülhamit’le görüşmelerde bulunmuş ve padişah’tan, Yahudiler için Filistin’de toprak istemiş ancak bu talebi kabul edilmemiştir.
Siyasi Siyonizm hareketi ilk başlarda gerek liberal gerekse dindar kesimler tarafından benimsenmemiş, ancak XX. yüzyılın ortalarına doğru bu tavır değişmiştir. Siyasi Siyonizm 1948’de Filistin’de İsrail Devletinin kurulmasıyla hedefinin ilk kademesini gerçekleştirmiştir.
Alman Yahudisi olan Moses Hess ise sosyalist Siyonizm fikrini ortaya atmıştır. Buna göre ziraata ve sosyalist yapılanmaya ağırlık vermek suretiyle Filistin topraklarında sosyalist karakterli bir toplum ve devlet oluşturma amaçlanmıştır. Filistin topraklarına yerleşme konusunda öncülük eden ve burada sosyalist-siyonist yaşam biçimini tesis etmek üzere kolektif çiftlik tarzı yerleşimleri (kibuts) kuranlar da yine sosyalist Siyonistler olmuştur.
DİĞER DİNLERE BAKIŞ
Yahudilikte, Yahudi olan ve olmayan ayırımı oldukça belirgin bir şekildedir. Bir taraftan bütün insanlarla ortak bir atadan geldiklerini ve bütün insanlığı kapsayan bir ahde, Hz.Nuh vasıtasıyla yapılmış ahde muhatap olduklarını ifade ederken, diğer taraftan özel bir ahitle seçilmiş bir kavim olduklarına inanmaktadırlar. İsrail’in seçilmişliği inancı tabii olarak İsrail ve öteki milletler ayrımını beraberinde getirmektedir.
Kavim merkezli bir Tanrı inancının hâkim olduğu eski İsrail dininde, diğer dinler yerine diğer kavimler bahis konusu edilmiştir. İkinci Mabed döneminde tam manasıyla evrensel bir Tanrı inancının İsrail toplumunda yerleşmesine paralel olarak tek doğru ve tek gerçek din İsrailoğullarının dini olarak anlaşılmış, bu dinin dışındaki politeist-pagan inançlar, İsrail dışındaki toplumların ortak özellikleri olarak görülmüştür.
Bir taraftan İsrail’in, Tanrı tarafından seçilmiş bir kavim olduğu inancı, diğer taraftan İsrail dışındaki milletlerin putperest kabul edilmesi Yahudilik’te biz ve ötekiler ayırımının temel kıstaslarıdır. Yahudi dini hukukunun Talmud’daki ifadesine göre İsrail kelimesi, günahkarları ve mühtedileri de kapsayacak şekilde tüm Yahudi din mensupları için kullanılırken, İsrail cemaati dışında görülen kişiler genellikle dört ayrı grupta değerlendirilmiştir. Bunlar yedi prensiplik Nuh kanunlarına uyan yerleşik-yabancılar (gertoşav) veya Nuhiler, bu grubun tam karşısında yer alan ve farklı terimlerle ifade edilen putperestler (nohri, akum, kenani, oved, avoda zara), Samirileri ve Hıristiyanları da içine alacak şekilde Yahudi soyundan olan veya olmayan heretikler (min, kuti,) ve bazı açılardan goyim içerisinde anılan mürtedlerdir (mumar).
Yahudi hukuku, goyim başlığı altında görülen dört grupla ilgili hükümler içermekte ancak bu hükümler, zaman içinde farklı şekillerde yorumlanmaktadır. Yahudi dini hukukuna göre bir Yahudinin, Yahudi olmayan birini kasten öldürmesi veya ondan bir şey çalması kesin bir dille yasaklanmıştır. Ancak Yahudi olmayana dolaylı yoldan zarar vermek, kayıp malını alıkoymak mübah görülmüş; Yahudiden faiz alınması yasaklanmış ama Yahudi olmayandan faiz alınması şart koşulmuştur. Bir Yahudinin hayatı tehlikeye girdiğinde Şabat kurallarının ihlaline izin verilmiş, hatta bunun şart olduğu belirtilmiş fakat hayati tehlike yaşayan kişi bir goy olduğunda Şabatı ihlal caiz değildir, doktor veya ebenin yardımdan kaçınması gerekli görülmüştür. Bu karar, çeşitli Ortodoks otoriteler taarfından revize edilmiştir. Bir Yahudinin, Yahudi olmayan biriyle yan yana defnedilmesi, Yahudilerin Yahudi olmayanlarla evliliği yasaklanmıştır.
Bugün çoğu Ortodoks ve bilhassa Ultra-Ortodoks gruplar tarafından belli noktalarda devam ettirilen Yahudi-Yahudi olmayan ayırımına rağmen, günümüzün Ortodoks olmayan Yahudi cemaatleri ve bilhassa liberal gruplar, evrensel ahlak açısından konuya yaklaşmakta, Yahudi-Yahudi olmayan arasında eşitlik öngörülmektedir.
Yahudi din alimleri, misyonerlik faaliyetlerinden vaz geçilmesi ve kendi arzusuyla Yahudi olmak isteyenlere de zorluk çıkarılması üzerine diğer dinlere mensup olanların durumunu tartışmaya başlamışlar ve Nuhilik teolojisini geliştirmişlerdir. Bu teoloji, insanlığın kurtuluşu için Yahudiliğe girmeyi zorunlu görmez. Geleneksel Yahudilik bu ilkeleri kalben benimseyen ve uygulayan kimselerin kurtuluşunu mümkün görür. Yahudilerle aynı derecede olmasa da onlar da cennet nimetlerinden faydalanacaklardır. Ortodoks Yahudi ulemasına göre dinleri bozuk olmakla birlikte, Hıristiyanlar ve Müslümanlar inanç ve yaşayış bakımından Nuhî sayılırlar.
YAŞAYAN DÜNYA DİNLERİ
Prof.Dr. Ali ERBAŞ
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder