12 Temmuz 2022 Salı

TÜRK MİTOLOJİSİ'NDE GEÇEN KİŞİLER, KAVRAMLAR VE TANRILAR - 24

 BEYREK


Bamsı Beyrek olarak da söylenir. Bay Böyrek, Beğ Beyrek, Bey Beğrek gibi adlarla da tanınmaktadır. Dede Korkut Öyküleri'nde anlatıldığında Bamsı ile Bam beşik kertmesidir, ancak birbirlerini tanımadan büyürler. Bir gün avlanırlarken karşılaşırlar, aralarında anlaşmazlık çıkınca güreşe tutuşurlar.  Ancak ikisi de güçte denk olduğu için birbirlerini yenemezler (Burada Türk kültüründe kadınların da erkeklerle eşit olduğu görülmektedir). Beyrek'in esir düşmesi nedeniyle yıllarca ayrı kalırlar. Soylu ve sadık atı Dengiboz (veya Bengiboz) yıllarca kendisini bekler. Bam Çiçek zorla başkasıyla evlendirilmek istenir. Beyrek tutsak kaldığı sarayın beyinin kendisine aşık olan kızı tarafından kurtarılır. Geri dönerek sevgilisine kavuşur. Beyrek karakteri Asya'dan Anadolu'ya kadar Türk coğrafyasının tamamında sıklıkla olağanüstü motiflerle süslenen masallarda adı geçer. 



BEYTEREK


Yaşam Ağacı. Yerle göğü bir birine bağlayan efsanevi kutlu direk veya ağaç. Tanrıçalar onun üzerinden aşağıya iner. Yeryüzündeki kısmına kahramanlar, yeraltındaki bölümüne Erlik, gökyüzündeki parçasınaysa Ülgen atını bağlar. Yani bu ağaç aslında üç parçadan oluşur:

1. Altanterek (Altındirek): Gökyüzündeki kısmıdır.

2. Temürterek (Demirdirek): Yeryüzündeki kısmıdır.

3. Pakırterek (Bakırdirek): Yeraltındaki kısmıdır.

Türk halk kültürü içerisinde evlerin avlularında yer alan direkler efsane ağacı Beyterek'le ilişkilendirilerek özel bir önem verilir. Bunların başında çoğunlukla tahtadan bir at başı simgesi yer alır. Ağaç dallarıyla ve at yelesinden yapılan  süslerle donatılır. Bu direğin "Serge İyesi" adı verilen kendi koruyucu ruhunun bulunduğuna inanılır. Dokuz kollu bir değnek şeklinde özel olarak tasarlanmış ve uçlarına dokuz kutlu hayvanın kuyruğu asılmış olan tuğlar da yine dokuz dallı kutlu Yaşam Ağacı'nın simgeselleştirilmesiyle ortaya çıkmışlardır. Günümüzde Kazakistan'ın başkenti Astana'da kentin simgesi haline gelmiş olan "Bayterek'' adlı bir kule bulunur ve tepesinde Samruk/ Semrük kuşunun yumurtasını simgeleyen oldukça büyük bir bölüm bulunur.



BIÇURA


Kiler cini. Evlerde ve bodrumlarda yaşar. Kadın kılığına girer. Kırmızı giysili olarak betimlenirler. Genelde evde, ocağın arkasında, kilerde ya da çatı altında yaşar. Hiç çekinmeden gürültü patırtı yapar. Küves denen içkiyi çok sever. Tatarların bilmeceleri arasında "Ocak başında Bıçura belini boğmuş oturur" şeklindeki bir cümle bulunur ve yanıtı Küves Fıçısı'dır. Yemeğe çok düşkündür. İnsanların yiyip de bitiremediği bütün yemekleri o yer. Kızdığı zaman tabağı çanağı kırar ve yemeği de döküp evi uzun bir süreliğine terk eder. Çok pis bir yaratık olarak da bilinir, temiz yerlerden nefret ettiği söylenir. Pis evleri tercih ettiği için ondan kurtulmanın ilk şartı evi temiz tutmaktır. Aniden gürültü çıkarmaya başlar; bağırır, güler, oynar, şakalar yapar, uyuyan insanları yatağından alarak başka yerlere taşır. Bazen evdeki eşyaların yerini de değiştirir veya bazılarını gizler. En sevdiği eşyalarsa demirden yapılmış olan nesnelerdir ve bunların başında da anahtar, iğne, bıçak, makas gelir. Geceleyin kilitlenen kapıları açar veya tam tersine açık kapıysa kilitler. Nadiren de tehlikeli durumlara neden olur, mesela yangın çıkarır. Uzun süre ocak yapılmayan evleri sevmez ve ısınmak için ateş yakmak ister ve yangına neden olur. Bu yüzden Tatarlar yeni bir ev kurar kurmaz her şeyden önce ocağını yaparlar. Böylece evi güvene almış olurlar.



BOLLOH


Su tanrısı. "Küğöh Bolloh" (Gök Boloh) olarak da anılır. Suyun temizliğini ve balıkları korur. Balıkları çoğaltır. Balık tutmadan önce kendisinden izin istenir ve balık avının uğurlu geçmesi dilenir. Suyu kirletenleri ve gölleri kurutanları cezalandırır. Kışın ırmağın buz tutmuş kısmı üzerinde ateş yakılmasını hoş karşılamaz ve böyle yapanlara kin besler. 


BORAN


Yağmur tanrısı. Yağmurlar yağdırır. Güçlü ve sağanak yağmurlara neden olur. Yağmur getiren rüzgarları estirir. Soluğu yağmur rüzgarlarına dönüşür. Bulutları koyun sürülerini güder gibi yönlendirir. Giysilerinin rengi kapkaradır. Boran/Bora denen kasırgayı o estirir. Moğollara göre aslında bu isme sahip üç tanrı vardır.



Bahattin Uslu’nun Türk Mitolojisi adlı kitabından alıntılanmıştır.


Göbekli Tepe / Şanlı Urfa

 


8 Temmuz 2022 Cuma

Rüzgar Enerji Santralı / Silivri

Göbekli Tepe / Şanlı Urfa

 


Tarih Yazımında Eski Çin Metodu

 



Liu Pang, zaferler kazanarak, M.Ö. 202’de iktidarı ele geçirdiyse de, geleneksel Çin tarih yazımcılığı, Han hanedanının kuruluş tarihi olarak 206 yılını gösterir. Bunun sebebi ise son Ch’in hanedanı imparatorunun Liu Pang’a 207 sonlarında teslim olmasıdır. Orduların sayısının abartılmasını veya uzak ülkelerden elçilerin gelmesini, bu ülkelerin “gönüllü teba oldukları” şeklinde gösteren yalanlar nasıl kabul edilemezse, bu kronolojik tesbitin de doğruluğu kabul edilemez. Burada sadece, tam olarak anlaşılamayan bir ifade sisteminin varlığı söz konusudur. Bu yüzden, asıl haber kaynağımızı teşkil eden Çin tarihî materyallarının bazı özellikleri üzerinde durmamız gerekmektedir.


Çin tarih ilminin gelişmesinin anlatılması, bu satırların yazarının problemi değildir. Aksine bizi ilgilendiren konu, Çin tarih kroniklerinde, özellikle Hun tarihi hakkında bilgi veren kısımların, ne derece güvenilir olup olmadığının belirlenmesidir.


Tarihçilik, Çin’de saygı duyulan bir iştir. Tarihî âbidelerin korunması, millî bir mesele haline getirilmişti ve tarih kronikleri yazanlara imparatorluk sarayından özel bir unvan verilirdi. Hükümdarlar, saraylarında gelecek nesillerin gözünde kötü bir yer işgal etmek korkusuyla, kendi tarihçilerini el üstünde tutarlardı.


Geleneğe göre, hanedan kronikleri, ancak o hanedanın dönemi tamamen kapandıktan sonra yayınlanırdı. Tarihçilik, devlet nazarında önemli bir iş kabul edildiğinden, bazı şahıslara karşı duyulan sempati dolayısıyla yazılan biyoğrafiler olduğu şüphesizdir. Bütün bunlardan, Çin tarihçiliğinin sarayın isteği üzerine icra edildiği; bu yüzden sipariş üzerine yazılan tarihin aksine görüş bildiren başka bir kaynağın olamayacağı sonucunu çıkarabiliriz. Bu durumda, anlatılanların gerçekleri ne derece doğru yansıttığının tesbiti, en temel problemlerden biridir. Çin’in yüceltilmesi, tanıtımı ve elde ettiği zaferlerin abartılması tarihçinin birinci görevi olduğundan, herhangi bir soyla ilgili bilgileri kayda alınırken son derece dikkatli olunurdu. Buna karşılık, Çinliler’in uğradıkları belirgin başarısızlıklar veya maruz kaldıkları hezimetlerin boyutu küçültüldüğü için, bunlara şartlı olarak inanmak gerekir. Gerek kendi ordularının ve gerekse düşman askerlerinin sayısı, nedereyse daima abartıldığından, genelde yuvarlak rakamlarla gösterilir:100 000, 300 000, 400 000, 1000 000; elbette bunlar, gerçek rakamlar değildir ve geçmiş dönemin sıradan “karanlık yönleri” olarak kabul edilmelidir.


Çin tarihî kaynaklarında rakamların sürekli abartılı olarak gösterilmesi, tesadüfî değildir. Çünkü bunun kendine özgü dayanağı, kanunu, dolayısıyla da açıklaması vardır. Öncelikle şunu belirtelim ki,10 000’e kadar olan rakamlar abartıya kaçmadan gerçeği yansıtacak şekilde kaydedilir. Çünkü eski Çinliler’e göre, 10 000 rakamı, sadece bir rakam değildir ve dolayısıyla sayılamayacak kadar çok olan şeyler için çoğul ifadesi olarak kullanılır. Elbette bu “sayılamaz” kavramı, atalarımız için “muğlak bir konu” teşkil eder, ama çağdaş matematikçiler için “sonsuz” bir rakamdır. Ve Çinliler, bu sınırı aşmayan rakamların ölçülmesi veya sayılması imkanı olduğundan 10 000’in üzerindeki rakamları yaklaşık olarak verirler. Bu tür rakamlardan sık sık faydalanılır, ama 10 000 kişiye kadar olan bir dilimle kıyas edilerek değil, bu rakamları teşkil eden şeyler kendi aralarında kıyaslanarak yuvarlak olarak gösterilir. Örneğin, farzedelim ki A ordusunun sayısı 13000’dir. Bu durumda onu şu şekilde tayin etmek gerekir: 10 000+ X= 2x 10 000= 20 000. B ordusu ise A ordusundan dört defa daha güçlüyse, bu demektir ki B ordusu yaklaşık 80 000 kişidir. Daha sonraki dönemlerde -T’ang hanedanı günlerinde- bu tür bir hesaplama sisteminin ne derece doğru olduğu kontrol edilmiş ve takribi ortalamanın, belli bir katsayıyla çarpılarak tesbit edilmesi uygun görülmüştür ki, bu katsayı 9’dur. Görüldüğü gibi, o dönemin geleneksel tarih ilminde bir kopukluk yoktur; sadece eski gerçek rakamların katsayılarla çarpıldığı ortadadır. Daha bitmedi.


Çinliler, soyut düşünme konusunda son derece kabiliyetli bir halktır. Bir ordunun sayısını verirken, onun gücüne göre bir rakam çıkartırlar. Ama bu rakam, hiçbir zaman gerçek rakamı yansıtmaz. Çünkü her askeri birliğin savaş kabiliyeti farklıdır. Örnek verelim: A ordusunda her biri 100 piyade askere bedel 30 atlı şovalye varsa, hesap şu şekilde yapılmalıdır: 30 kişi= 3000 gerçek savaşçı birimdir ve her birime en zayıf savaş gücüne sahip bir asker düştüğü kabul edilir. Demek ki, örneğin A ordusunda 8000 er varsa, bu rakam da şu şekilde hesaplanmalıdır: 8000+30 x 100= 10 000+ X= 20 000. Görüldüğü gibi bu rakam gerçek 8030 kişi veya 11000 savaşma gücüne sahip asker için verilmektedir.


Buna, bir yandan tarihçiyi kendi savaş askerlerinin kabiliyetini abartmaya mecbur bırakan gururu; diğer yandan, Hunlar’ın sayısını ve asaletlerini abartmaya mecbur bırakan korkuyu da ilave etmek gerekir. Netice itibariyle Çinli tarihçiler, hem kendi ordularının, hem de düşmanlarının sayısını abartmaktadırlar. Denilebilir ki verilen kesin rakamlar, gerçeklerden uzaktır ve bu yüzden de sadece uzak olarak kalmadığı gibi, orantı da muhafaza edilmiştir. Binaenaleyh biz tarihi kaynaklardaki bilgileri tahkik imkanına sahip olmamakla birlikte, olayların seyrine bakarak, gerçek ölçülere yakın bir kesinlik tesbit edebiliriz.


Buna karşılık, savaşlarda alınan ganimetlerin miktarı, başkumandanların raportörleri tarafından belirtildiği için, gerçek miktar daima olduğundan daha az gösterilmiştir. Çünkü bu rakamlar, onları kabul eden sivil devlet memurları tarafından kontrol edileceğinden, genelde başkumandan ganimetlerin bir kısmını kendi cebine atmak için kasıtlı olarak az gösterilir. Ganimet listesinin eksik ve doğru olmadığını kaydeden devlet memurları ise, ya ortadan yok edilir, ya da öldürülürler.


Göçebe halklarıyla ilgili bilgileri ise Çinli tarihçiler, kendi keşif kollarından alırlar. Bunlar, kesin bilgiler değildir ve ne yazık ki, daha çok keşif kollarının sadece askerî savaş gücüyle ilgili bilgilere ağırlık vermesi sebebiyle, birkaç cümleden ibarettir. Göçebelerin din, kültür ve zevkleriyle ilgili bilgiler ise, asparagas şeylerdir.


Hükümet meclisi, devlet yazışmaları ve maliye hesaplarıyla ilgili kimi detaylı, kimi muhtasar olarak takdim edilen orijinal belgeleler, daha enteresan bilgiler vermektedirler. Ancak, bir kural olarak, tarihçi bu raporu bizzat güvendiği bir kaynaktan alır, ama muhaliflerin görüşlerini kısaca geçer. Böyle olmakla birlikte, bu durum, bizzat kendisinin olayların değerlendirilmesi konusunda gözlem yapmasını engellemez.

 

Hun tarihiyle ilgili bilgiler de mutlaka gözden geçirilmelidir. Çünkü Çinliler, onlarla olan ilişkilerine çok geniş yer ayırmalarına karşın, Çinli tarihçilerin pek az ilgisini çektiği için, Hunlar’ın batı ve kuzeyde yaptıkları savaşlar hakkında oldukça kısa bilgiler verirler.


Olayların tahlil denemeleri, genelde fazlasıyla hödükçedir. Bunlar, daha çok tarihi şahsın karakteri ve iradesini gösterecek şekilde yapılmıştır, ama halk kitlelerinin rolü gözardı edilmiştir. Burada tarihçi, göçebe liderlerinin davranışlarını, sanki Çinli devlet erkanının davranışlarını anlatıyormuş gibi anlatmaktadır.


Sözü edilen hatalar o kadar yaygındır ki, bunlar çok kültürlü geçinen Avrupalı ekolleri bile muzdarip etmiştir. Eski Çinliler’den materyalist metodlara sahip olmaları beklenemez, ama onların külliyatlarını okurken olayların seyrini ve mantığını bir yana bırakıp tarihî sebepleri aramak gerekiyor. Hatta biz, neredeyse yaptığımız bütün araştırmalar boyunca, olaylar arasında tahlil bağları kurmaya yarayacak yegane tarih tenkit metoduna uygun düşen karşılaştırma yapılabilecek metinler bulamadık. Bu, zor bir hususiyettir, ama yegane yoldur; fakat bizi ilgilendiren konularda Greko-Roma tarihi kaynaklarının verdiği bilgiler, cılız ve bölük-pörçük olmakla birlikte, bozkır halkları kendi geçmişleriyle ilgili herhangi bir belge bırakmadıkları için, Çinliler’in verdikleri bilgilerden daha az itimada şayandırlar. Böyle bir konuda folklora da güvenilemez. Çünkü bildiğimiz Türk destanlarının, tıpkı tahkiki imkansız sözlü rivayetlere dayanan olaylar gibi, çok uzun bir geçmişe sahip oldukları konusunda ne en ufak bir bilgimiz vardır, ne de bu konuda tahmin yürütecek durumdayız.

 

Gördüğümüz gibi, Çin tarihi kaynakları, kronolojik dakikliği, doyurucu bilgi vermesi ve fantastik yaklaşımlardan uzak bir takım şüphe götürmez meziyetlere sahip olmalarına rağmen, mutlaka tenkit süzgecinden geçirilmelidir ve ancak bu durumda tarihî kaynaklardaki hatalar bizi yanılgılara düşüremez.


Lev Nikolayeviç Gumilev

Ruscadan Çeviren D. Ahsen BATUR


Silopi Barajı

 


Göbekli Tepe / Şanlı Urfa

 


Mem-U Zin / Cizre

 


7 Temmuz 2022 Perşembe

Göbekli Tepe / Şanlı Urfa

 


FOTOSENTEZ

  

 

Fotosentez, bilim adamlarının bugün bile tam olarak çözemedikleri eşsiz bir tasarımdır. Bu işlemi çıplak gözle asla göremeyiz, çünkü bu mekanizma çalışmak için elektronları, atomları ve molekülleri kullanır. Ancak, fotosentezin sonuçlarını nefes almamızı sağlayan oksijen ve hayatta kalmamızı sağlayan besinlerde görebiliriz. Fotosentez anlaşılması zor kimyasal formüller, hiç karşılaşmadığımız küçüklükte sayı ve ağırlık birimleri içeren çok hassas dengeler üzerine kurulmuş bir sistemdir. Etrafımızdaki bütün yeşil bitkilerde, bu işlemin gerçekleştiği kimya laboratuvarlarından trilyonlarcası kurulmuştur ve milyonlarca yıldır hiç durmadan ihtiyacımız olan oksijeni, besinleri ve enerjiyi üretmektedirler.

 

 

Fotosentez ve oksijen

 

Bitkiler fotosentez yaparken havadaki karbondioksidi yani insanın kullanmadığı zararlı gazı alır ve onun yerine atmosfere oksijen bırakır. Nefes aldığımızda içimize çektiğimiz ve asıl hayat kaynağımız olan oksijen, fotosentezin ana ürünüdür. Atmosferdeki oksijenin yaklaşık %30'u karadaki bitkiler tarafından üretilirken, geri kalan %70'lik bölüm denizlerde ve okyanuslarda bulunan ve fotosentez yapabilen bitkiler ve tek hücreli canlılar tarafından üretilir. Burada dikkat çekici olan, insanlar doğadaki bitkileri devamlı yok ederken, oksijenin ana kaynağı olan okyanusları aynı hızla yok edememektedirler. Bu sayede fotosentez yapan farklı canlıların yaratılmış olması, bitip tükenmeyen bir enerji kaynağına sahip olmamızı sağlamıştır.

 


Fotosentez ve besinler

 

Biyolojik olarak ihtiyaç duyduğumuz bütün enerjiyi doğrudan veya otçul hayvanlar yoluyla bitkilerden alırız. Güneş ışını saf enerji kaynağıdır; ancak ham olarak o kadar da kullanışlı bir enerji şekli değildir. Bu enerjiyi yemek, vücutta doğrudan kullanmak ya da depolamak mümkün değildir. Bu yüzden güneş enerjisinin farklı bir enerji türüne çevrilmesi gerekir. İşte fotosentez bunu yapar. Bu işlem yoluyla bitkiler, güneş enerjisini daha sonra kullanabilecekleri bir enerji şekline dönüştürürler. Bu işlem yapraklardaki "fotosentetik reaksiyon" merkezlerinde meydana gelir. Burada güneş enerjisi kullanılarak havadaki karbondioksit, nişasta ve diğer yüksek enerjili karbonhidratlara dönüştürülür. Karbon kullanıldıktan sonra ortaya çıkan oksijen ise havaya bırakılır. Bitki daha sonra besine ihtiyaç duyduğunda bu karbonhidratlarda depoladığı enerjiyi kullanır. Elbette bu bitkilerle beslenen canlılar da bitkide bulunan karbonhidratlardan enerji ihtiyaçlarını karşılarlar. İnsanın ihtiyacı olan enerji de fotosentez yoluyla bu besinlerde depolanan enerji ile karşılanır.

 

 

Fotosentez ve enerji

 

Arabanızın motoru güneş enerjisi ile çalışır. Jet uçakları güneş enerjisi sayesinde uçarlar. Siz de bu yazıyı okurken güneş enerjisi harcamaktasınız...

Elbette yukarıdaki satırları okuduğunuzda ilk aklınıza gelecek olan, arabanızın benzin ile çalıştığı, jet uçaklarının uçak yakıtı kullandıkları olacaktır. Bu yazıyı okumak için ihtiyacınız olan enerjiyi de Güneş'ten değil, en son öğünde yediğiniz besinlerden aldığınızı düşüneceksiniz. Oysa benzin de, yediğiniz besinler de, hatta yakacak olarak kullanılan odun ve kömür de fotosentezden elde edilen enerjiye sahiptirler. Nasıl mı?

Bundan milyonlarca sene önce fotosentez yaparak güneş enerjisini bünyelerinde depolayan bitkiler ve bu bitkileri yiyen hayvanlar, toprağın derinliklerinde, yüksek basınç altında, milyonlarca sene bekledikten sonra bildiğimiz "petrol"ü meydana getirmişlerdir. Kömür ve doğalgaz da yine aynı şekilde oluşmuştur. Kısacası fotosentez sayesinde bitkilerde depolanan güneş enerjisi milyonlarca yıl sonra insanların hizmetine bir başka yolla verilmiştir.

Aynı şekilde yediğiniz besinlerden elde ettiğiniz enerji de, bitkilerin depoladıkları güneş enerjisinden başka bir şey değildir. Hayvansal gıdalardan elde ettiğiniz enerji de, yine o hayvanların bitkilerden elde ettikleri enerjidir. Enerjinin kaynağı her zaman Güneş, bu enerjiyi insanın kullanacağı hale getiren sistem her zaman fotosentezdir. Bu sistem dışında hiçbir sistem aracılığı ile sahip olduğunuz enerjiyi kazanamazsınız.

 

 

Fotosentez ve yan ürünler

 

Odun, sadece yakmak için değil, inşaat dahil birçok farklı alanda kullanılan çok önemli bir materyaldir. Örneğin kağıt, pamuk ve diğer doğal liflerin neredeyse tamamı fotosentezle üretilen selülozdan oluşur. Hatta yün üretimi bile fotosentezle gelen enerjiye bağımlıdır. Bütün bitkisel, hayvansal ve petrol gibi organik maddelerden elde edilen sayısız yan ürünün kaynağı fotosentezle işlenen güneş enerjisidir.

 

 

Fotosentez ve çevre

 

Canlılar, havadaki karbondioksitin ve havanın ısısının sürekli olarak artmasına neden olurlar. Her yıl insanların, hayvanların ve toprakta bulunan mikroorganizmaların yaptıkları solunum sonucunda milyarlarca ton  karbondioksit atmosfere karışır. Ayrıca, fabrikalarda ve evlerde kalorifer ya da soba kullanılarak tüketilen ve taşıtlarda kullanılan yakıtlardan atmosfere verilen karbondioksit miktarı da milyarlarca tonu bulmaktadır. Yapılan bir araştırmaya göre, son 22 yılda atmosferde görülen karbondioksit artışı 42 milyar tondur. Bu artışın en önemli nedenlerinden biri ise  kullanılan yakıtlar ve orman tahribatlarıdır. Son 22 yılda yakıtların neden olduğu karbondioksit artışı ise 78 milyar tondur.

Bu artış dengelenmediği takdirde ekolojik dengelerde bozulma meydana gelecektir. Böyle bir durumda atmosferdeki oksijen miktarı çok düşük seviyelere inecek, yeryüzünün ısısı artacak; bunun sonucunda da buzullarda erime meydana gelecektir. Bundan dolayı bazı bölgeler sular altında kalırken, diğer bölgelerde çölleşmeler meydana gelecektir. Bütün bunların bir sonucu olarak yeryüzündeki canlıların yaşamı büyük bir tehlikeye girecektir. Oysa durum böyle olmaz. Çünkü bitkilerin ve mikroorganizmaların gerçekleştirdiği fotosentez işleminde sürekli olarak karbondioksit tüketilir ve oksijen üretilir. Bu şekilde de denge korunmuş olur. Yukarıda da belirtildiği gibi, sadece yakıtların neden olduğu karbondioksit artışı 78 milyar ton iken, atmosferde kalan karbondioksit 42 milyar tondur. Bu karbondioksit fazlası, büyük ölçüde fotosentez yoluyla ve okyanuslar aracılığı ile atmosferden temizlenmiştir.

Yeryüzünün ısısı da belli bir aralık içinde sabittir, çok büyük ısı değişimleri yaşanmaz. Çünkü yeşil bitkiler ısı dengesini de sağlarlar.

Yeryüzündeki canlı yaşamı için son derece hayati olan bu dengelerin devamlılığını sağlayan, fotosentez işlemidir. Atmosferdeki oksijen miktarının korunması için de başka bir mekanizma yoktur.

 

Alıntıdır.

2 Temmuz 2022 Cumartesi

TÜRK MİTOLOJİSİ'NDE GEÇEN KİŞİLER, KAVRAMLAR VE TANRILAR - 23

 



BEDİK


Eğlence cini. İlk başlarda kötü bir ruh olduğu için, insanlara ve hayvanlara zarar verdiği için evlerden kovulmak istenmiş, bunun için de kendisi adına törenler düzenlenmiş ve törenler eğlenceli bir hal alınca Bedik de eğlenmeye başlamıştır. Törenlerde kendisinden gitmesi rica edilir, bunun için uyaklı şiirler dualar okunur. Hatta laf anlamazsa tehdit ve hakarete başvurulur. Sırıtkan, sinir bozucu bir varlıktır.



BEKENBEY


Adalet tanrısı. Yeryüzünde adaleti sağlar. Doğru söyleyen insanları korur. Yargıcılar (hakimler) doğru kararlar verebilmek için kendisinden yardım isterler. Elinde suçluları cezalandırdığı sivri dişleri olan büyük bir topuzu vardır ve adaleti tesis etmek için gerektiğinde zor kullanılacağını vurgular. Türk tarihinde hükümdarları hiç korkmadan yargılayan, hatta cezalar veren yargıçların bulunduğu anlatılır.



BELEN/PELEN


Yolculuk tanrıçası. Yolcuları korur, yolların güvenliğini sağlar. Yolculuk yapanlar kendisine yakarırlar. Yolculara zarar veren haydutları cezalandırır. "Yolda belde kalmak'' deyimi sözcüğün konuyla olan bağlantısını açıkça ifade etmektedir. Kendisini memnun etmek için "çalama" yapılır, yani kutsal ağaçlara saçılar verilir, bez bağlanır. Uzun yola çıkacak olan obalar onun ismini anarak ateşlere saçı yapar, adakta bulunurlar.



BENGÜSU


Ölümsüzlük iksiri. "Didik Suyu" şeklinde de ifade bulur. İçenIere ölümsüzlük ve gençlik sağlar. Yaşam Ağacı'nın köklerinden çıkar. Bir ırmak veya dere şeklinde akar. Bazen köpük şeklindedir. Örneğin Köroğlu Destanı'nda bir ırmaktan üç köpük şeklinde gelir. Mecazen bilgeliği, kalıcı eserler bırakmayı, iyiliği  simgeler.  Ölüleri bile diriltebilir. Ulukayın'ın dibindeki bir çukurdan kaynaklanır. Başında bir bekçi ruh bulunur. İçenlere güç ve kuvvet verir. Hastaları iyileştirir. Aşığın, buta (bade)  alması  esnasında içtiği ışığın da aslın¬ da bu su olduğu öne sürülür. Çünkü azanın söylediği türküler kendisinin ölümünden sonra da yaşamaya devam edecektir.  Yani  o  da bir semboldür. Pek çok uygarlıkta böyle bir yaşam suyuna dair, çoğu zaman birbirinden bağımsız olarak ortaya çıkıp gelişen ortak bir inancın bulunmasıysa ilgi çekicidir.  Bengisu karanlık ve bilinmeyen bir diyarda gizlidir. Suyun yaşamsal bir unsur olması ve denizlerin enginliği, çeşitli inançlarda, sonsuzluğa kavuşturan ve ölümsüzlüğe ulaştıran bir güç olduğuna dair görüşlerin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Yaşlıyı gençleştiren, hastayı iyileştiren veya sonsuz yaşam veren bir ot, su veya bir karışım oluşturulabileceği inancı oldukça yaygındır. Fars Mitolojisi'nde dört kutsal canlının bir araya  getirilerek kanlarının akıtılıp karıştırılmasıyla karanlık güçler  içeren  bir iksir elde edildiğine inanılmaktadır. Ancak bu iksir sudan daha farklı bir içeriği ifade eder. Ölen kahramanın üstüne gizemli bir su serpilmesiyle dirilmesi, masallarda ve efsanelerde sıklıkla karşılaşılan bir durumdur. Söylencelerde, bazı kahramanların Bengisu içerek ölümsüzlük kazanmalarına da rastlanır.



BENGÜTAŞ


Ölümsüzlük taşı. Bilinmeyen bir yerdeki gizemli bir dikilitaş şeklindedir. Dönüşümü ve döngüyü vurgular. Sonsuz yaşamın sembolüdür. Ayrıca anıt anlamına da gelir. Bengi (Bengü/Mengü/Mengi) kavramı sonu olmayan, hep var olacak olan bir varlık anlayışını ifade eder. Bu taşsa sonsuz bir döngü içerisinde ruhların göğe yükselişini simgeler.  Kafkasya halklarının Nart destanlarında bir taşın  içinden inanılmaz bir biçimde doğan Sosurka (Sosuruk) adını taşıyan kahramanın öyküsü anlatılır. Kaya üstünde yatmakla kısır kadınların gebe kalacağına dair inanç da bu konuyla bağlantılıdır. Taş gücü ve dayanıklılığı (ölümsüzlüğü) temsil eder. Bu nedenle tüm kalıcı anıtlar ve yazılar sağlam taşlardan yapılır. Örneğin Orhon ve Yenisey Anıtları Türk tarihinin  en önemli yazılı anıtlarıdır. Mezarların başına  dikilen ve balbal adı verilen taşlar da Bengütaş'ın farklı bir türü olarak düşünülebilir. Anıtlar dikerek daima anımsanma ve yad edilme arzusu hemen her ulusun tarihinde taş anıtların varlığını da beraberinde getirmiştir. Türk kültüründe taşlarla ilgili pek çok söylenti vardır. Gökten düşen taşlar sıra  dışı özelliklere  sahiptir.  Yabancılara aldanıp ülkesindeki kutsal taşı onlara hediye eden bir hakanın yüzünden yurdun bereketi kaçar. Bazı kahramanlar ellerinde dokuz köşeli taşla doğarlar. Masallarda  cezaların  en kötülerinden biri taşa dönüşmektir, böylece insanlar o taşı görüp ibret alırlar.




Bahattin Uslu’nun Türk Mitolojisi adlı kitabından alıntılanmıştır.


Göbekli Tepe / Şanlı Urfa


 

Siyahkaya Barajı / Silopi / Şırnak