Liu Pang, zaferler kazanarak, M.Ö. 202’de iktidarı ele geçirdiyse de, geleneksel Çin tarih yazımcılığı, Han hanedanının kuruluş tarihi olarak 206 yılını gösterir. Bunun sebebi ise son Ch’in hanedanı imparatorunun Liu Pang’a 207 sonlarında teslim olmasıdır. Orduların sayısının abartılmasını veya uzak ülkelerden elçilerin gelmesini, bu ülkelerin “gönüllü teba oldukları” şeklinde gösteren yalanlar nasıl kabul edilemezse, bu kronolojik tesbitin de doğruluğu kabul edilemez. Burada sadece, tam olarak anlaşılamayan bir ifade sisteminin varlığı söz konusudur. Bu yüzden, asıl haber kaynağımızı teşkil eden Çin tarihî materyallarının bazı özellikleri üzerinde durmamız gerekmektedir.
Çin tarih ilminin gelişmesinin anlatılması, bu satırların yazarının problemi değildir. Aksine bizi ilgilendiren konu, Çin tarih kroniklerinde, özellikle Hun tarihi hakkında bilgi veren kısımların, ne derece güvenilir olup olmadığının belirlenmesidir.
Tarihçilik, Çin’de saygı duyulan bir iştir. Tarihî âbidelerin korunması, millî bir mesele haline getirilmişti ve tarih kronikleri yazanlara imparatorluk sarayından özel bir unvan verilirdi. Hükümdarlar, saraylarında gelecek nesillerin gözünde kötü bir yer işgal etmek korkusuyla, kendi tarihçilerini el üstünde tutarlardı.
Geleneğe göre, hanedan kronikleri, ancak o hanedanın dönemi tamamen kapandıktan sonra yayınlanırdı. Tarihçilik, devlet nazarında önemli bir iş kabul edildiğinden, bazı şahıslara karşı duyulan sempati dolayısıyla yazılan biyoğrafiler olduğu şüphesizdir. Bütün bunlardan, Çin tarihçiliğinin sarayın isteği üzerine icra edildiği; bu yüzden sipariş üzerine yazılan tarihin aksine görüş bildiren başka bir kaynağın olamayacağı sonucunu çıkarabiliriz. Bu durumda, anlatılanların gerçekleri ne derece doğru yansıttığının tesbiti, en temel problemlerden biridir. Çin’in yüceltilmesi, tanıtımı ve elde ettiği zaferlerin abartılması tarihçinin birinci görevi olduğundan, herhangi bir soyla ilgili bilgileri kayda alınırken son derece dikkatli olunurdu. Buna karşılık, Çinliler’in uğradıkları belirgin başarısızlıklar veya maruz kaldıkları hezimetlerin boyutu küçültüldüğü için, bunlara şartlı olarak inanmak gerekir. Gerek kendi ordularının ve gerekse düşman askerlerinin sayısı, nedereyse daima abartıldığından, genelde yuvarlak rakamlarla gösterilir:100 000, 300 000, 400 000, 1000 000; elbette bunlar, gerçek rakamlar değildir ve geçmiş dönemin sıradan “karanlık yönleri” olarak kabul edilmelidir.
Çin tarihî kaynaklarında rakamların sürekli abartılı olarak gösterilmesi, tesadüfî değildir. Çünkü bunun kendine özgü dayanağı, kanunu, dolayısıyla da açıklaması vardır. Öncelikle şunu belirtelim ki,10 000’e kadar olan rakamlar abartıya kaçmadan gerçeği yansıtacak şekilde kaydedilir. Çünkü eski Çinliler’e göre, 10 000 rakamı, sadece bir rakam değildir ve dolayısıyla sayılamayacak kadar çok olan şeyler için çoğul ifadesi olarak kullanılır. Elbette bu “sayılamaz” kavramı, atalarımız için “muğlak bir konu” teşkil eder, ama çağdaş matematikçiler için “sonsuz” bir rakamdır. Ve Çinliler, bu sınırı aşmayan rakamların ölçülmesi veya sayılması imkanı olduğundan 10 000’in üzerindeki rakamları yaklaşık olarak verirler. Bu tür rakamlardan sık sık faydalanılır, ama 10 000 kişiye kadar olan bir dilimle kıyas edilerek değil, bu rakamları teşkil eden şeyler kendi aralarında kıyaslanarak yuvarlak olarak gösterilir. Örneğin, farzedelim ki A ordusunun sayısı 13000’dir. Bu durumda onu şu şekilde tayin etmek gerekir: 10 000+ X= 2x 10 000= 20 000. B ordusu ise A ordusundan dört defa daha güçlüyse, bu demektir ki B ordusu yaklaşık 80 000 kişidir. Daha sonraki dönemlerde -T’ang hanedanı günlerinde- bu tür bir hesaplama sisteminin ne derece doğru olduğu kontrol edilmiş ve takribi ortalamanın, belli bir katsayıyla çarpılarak tesbit edilmesi uygun görülmüştür ki, bu katsayı 9’dur. Görüldüğü gibi, o dönemin geleneksel tarih ilminde bir kopukluk yoktur; sadece eski gerçek rakamların katsayılarla çarpıldığı ortadadır. Daha bitmedi.
Çinliler, soyut düşünme konusunda son derece kabiliyetli bir halktır. Bir ordunun sayısını verirken, onun gücüne göre bir rakam çıkartırlar. Ama bu rakam, hiçbir zaman gerçek rakamı yansıtmaz. Çünkü her askeri birliğin savaş kabiliyeti farklıdır. Örnek verelim: A ordusunda her biri 100 piyade askere bedel 30 atlı şovalye varsa, hesap şu şekilde yapılmalıdır: 30 kişi= 3000 gerçek savaşçı birimdir ve her birime en zayıf savaş gücüne sahip bir asker düştüğü kabul edilir. Demek ki, örneğin A ordusunda 8000 er varsa, bu rakam da şu şekilde hesaplanmalıdır: 8000+30 x 100= 10 000+ X= 20 000. Görüldüğü gibi bu rakam gerçek 8030 kişi veya 11000 savaşma gücüne sahip asker için verilmektedir.
Buna, bir yandan tarihçiyi kendi savaş askerlerinin kabiliyetini abartmaya mecbur bırakan gururu; diğer yandan, Hunlar’ın sayısını ve asaletlerini abartmaya mecbur bırakan korkuyu da ilave etmek gerekir. Netice itibariyle Çinli tarihçiler, hem kendi ordularının, hem de düşmanlarının sayısını abartmaktadırlar. Denilebilir ki verilen kesin rakamlar, gerçeklerden uzaktır ve bu yüzden de sadece uzak olarak kalmadığı gibi, orantı da muhafaza edilmiştir. Binaenaleyh biz tarihi kaynaklardaki bilgileri tahkik imkanına sahip olmamakla birlikte, olayların seyrine bakarak, gerçek ölçülere yakın bir kesinlik tesbit edebiliriz.
Buna karşılık, savaşlarda alınan ganimetlerin miktarı, başkumandanların raportörleri tarafından belirtildiği için, gerçek miktar daima olduğundan daha az gösterilmiştir. Çünkü bu rakamlar, onları kabul eden sivil devlet memurları tarafından kontrol edileceğinden, genelde başkumandan ganimetlerin bir kısmını kendi cebine atmak için kasıtlı olarak az gösterilir. Ganimet listesinin eksik ve doğru olmadığını kaydeden devlet memurları ise, ya ortadan yok edilir, ya da öldürülürler.
Göçebe halklarıyla ilgili bilgileri ise Çinli tarihçiler, kendi keşif kollarından alırlar. Bunlar, kesin bilgiler değildir ve ne yazık ki, daha çok keşif kollarının sadece askerî savaş gücüyle ilgili bilgilere ağırlık vermesi sebebiyle, birkaç cümleden ibarettir. Göçebelerin din, kültür ve zevkleriyle ilgili bilgiler ise, asparagas şeylerdir.
Hükümet meclisi, devlet yazışmaları ve maliye hesaplarıyla ilgili kimi detaylı, kimi muhtasar olarak takdim edilen orijinal belgeleler, daha enteresan bilgiler vermektedirler. Ancak, bir kural olarak, tarihçi bu raporu bizzat güvendiği bir kaynaktan alır, ama muhaliflerin görüşlerini kısaca geçer. Böyle olmakla birlikte, bu durum, bizzat kendisinin olayların değerlendirilmesi konusunda gözlem yapmasını engellemez.
Hun tarihiyle ilgili bilgiler de mutlaka gözden geçirilmelidir. Çünkü Çinliler, onlarla olan ilişkilerine çok geniş yer ayırmalarına karşın, Çinli tarihçilerin pek az ilgisini çektiği için, Hunlar’ın batı ve kuzeyde yaptıkları savaşlar hakkında oldukça kısa bilgiler verirler.
Olayların tahlil denemeleri, genelde fazlasıyla hödükçedir. Bunlar, daha çok tarihi şahsın karakteri ve iradesini gösterecek şekilde yapılmıştır, ama halk kitlelerinin rolü gözardı edilmiştir. Burada tarihçi, göçebe liderlerinin davranışlarını, sanki Çinli devlet erkanının davranışlarını anlatıyormuş gibi anlatmaktadır.
Sözü edilen hatalar o kadar yaygındır ki, bunlar çok kültürlü geçinen Avrupalı ekolleri bile muzdarip etmiştir. Eski Çinliler’den materyalist metodlara sahip olmaları beklenemez, ama onların külliyatlarını okurken olayların seyrini ve mantığını bir yana bırakıp tarihî sebepleri aramak gerekiyor. Hatta biz, neredeyse yaptığımız bütün araştırmalar boyunca, olaylar arasında tahlil bağları kurmaya yarayacak yegane tarih tenkit metoduna uygun düşen karşılaştırma yapılabilecek metinler bulamadık. Bu, zor bir hususiyettir, ama yegane yoldur; fakat bizi ilgilendiren konularda Greko-Roma tarihi kaynaklarının verdiği bilgiler, cılız ve bölük-pörçük olmakla birlikte, bozkır halkları kendi geçmişleriyle ilgili herhangi bir belge bırakmadıkları için, Çinliler’in verdikleri bilgilerden daha az itimada şayandırlar. Böyle bir konuda folklora da güvenilemez. Çünkü bildiğimiz Türk destanlarının, tıpkı tahkiki imkansız sözlü rivayetlere dayanan olaylar gibi, çok uzun bir geçmişe sahip oldukları konusunda ne en ufak bir bilgimiz vardır, ne de bu konuda tahmin yürütecek durumdayız.
Gördüğümüz gibi, Çin tarihi kaynakları, kronolojik dakikliği, doyurucu bilgi vermesi ve fantastik yaklaşımlardan uzak bir takım şüphe götürmez meziyetlere sahip olmalarına rağmen, mutlaka tenkit süzgecinden geçirilmelidir ve ancak bu durumda tarihî kaynaklardaki hatalar bizi yanılgılara düşüremez.
Lev Nikolayeviç Gumilev
Ruscadan Çeviren D. Ahsen BATUR
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder