26 Ekim 2021 Salı

GÜNDELİK HAYATIMIZIN TARİHİ "Geyik Boynuzu"

 


Geyik kuzey kuşağı halklarında kutsal hayvandır. Sibirya ve Altaylarda masklarda, işlemelerde geyik teması yaygın olduğu gibi kutsal Şaman elbisesinin de motifidir. Geyik kurbanı hayvan-ata ve ebedi yaşam simgesi olarak geyik kültünün gücünü gösterir. Geyik sözcüğü Eski Türkçede yaba¬ nıllık anlamını içermektedir (Anadolu’da özellikle Yörükler dağ keçisine de geyik derler) ve eskiden geyik karşılığı olarak buğu sözcüğünün bulunması sözcükteki tarih içinde yaşanan anlam daralmasına işaret ediyor olmalıdır. İngilizce deer sözcüğünün de aynı yabanıllık anlamını içermesi geyikle doğal yaşamın özdeşleştirilmesinin evrenselliğine bir başka örnektir. Çin, Hint geleneklerinden Hititlerin geyikli güneş kurslarına kadar zaman ve mekânı aşan geyik kültü Alevi Bektaşi geleneklerinde de saflığın simgesidir. Divan edebiyatında ahû haşin dilberlere denir; ahû-yı harem Mekke, Medine’de belirli hudutlar içinde avlanması yasak olan ahû demektir. 15. yüzyıldan itibaren yazıya geçirilmiş olan Geyik Destanı, acımasız kafir avcıların eline düşen geyikle Hz. Muhammed arasında gelişen ilişkiyi hikâye eder. Destan değişik ulu kahramanların rol aldığı masal biçiminde Anadolu’da çok yerde derlendiği gibi, değişkeleri Karaçay edebiyatından Almanya’ya kadar geniş bir saha içinde mevcuttur. Ziya Gökalp’in Alageyik destanı da bu sahaya girmektedir. 



Osmanlı kuruluş efsanelerinde yer tutan Geyikli Baha’nın, müridleri ve elbette geyikleriyle Bursa’nın fethine (1326) katıldığı öyküsü, başına geyik boynuzu takan dervişleri akla getirmektedir. Orta Asya’ya elçilik göreviyle giden Ispanyol Clavijo (1404), Erzurum çevresindeki bir köyde Kalenderi olması gereken âşık denilen zahitlerin yaşadığını, gelen ziya¬ retçilere şifa dağıttıklarını, âşıkların saç ve sakallarını tıraş edip, çıplak dolaşıp, davul çaldıklarını anlatır; işte bu âşıklar evlerinin kapılarına astıkları siyah bayraklara geyik, koç ve teke boynuzları taktıkları gibi sokaklarda gezerken de bu boynuzları taşırlar. Barak Baba ve Kalenderiler hakkındaki 13. yüzyıl sonlarına kadar uzanan tasvirler, boynuzlu başlıkları doğrulamaktadır.


Charles Texier (1802-1871) beş yüzyıl sonra İnönü’de başlarında boynuz taşıyan kadınlar görür: "... sabahleyin harman savurmağa mahsus çatal ağaçlarla müsellah birtakım boynuzlu mahlûkatı görünce şaşırdım. Bunlar türkü söyleyerek tarlaya gidiyorlardı. Gözümün önündekilerin erkek yahut kadın olduklarından veya putperest bir taifenin hususi ayinlerinde bulunduğumdan şüphe ediyordum! Fakat sonra papaz efendinin izahatıyla bu İnönü sekenesinin, Hıristiyan ve Rum kilisesine mensup olduklarını öğrendim. Bu gayet garip kıyafetin ve bu alemden hariç baş tezyinatının esasını hiç kimse bilemez, bunu cenup denizleri vahşilerinin tahayyülatı bile icad edemez,” (Küçük Asya, Ali Said çevirisi, 1340). Texier’in verdiği bilgilere göre yalnız evli kadınların taşıdıkları ve zenginlerinki “daha süslü ve boynuzları ifrat derecesinde büyük”, fakirlerinki “pek ufak ve üzerleri boncuksuz” olan boynuzların, Texier, “buranın papazları o kadar cahil idi ki her ne sordumsa ‘Allah bilir’den başka bir cevap alamadım,” dese de, harman savurmaya da gidildiğine bakarak, bereket törenleriyle ilgili olması gerekir. Anadolu’da kapı üstlerine, oda duvarlarına geyik ve koç boynuzu asma geleneği yakın yıllara kadar yaşadığı gibi, Balkanlara ve Malta Adası’na kadar uzanan coğrafyada evlere boynuz asma geleneğinin sürekliliğine tanık oluyoruz.


Çin kaynaklarından öğrenildiğine göre Türk boylarından sayılan Ye-Dalarda çokeşlilik geçerlidir ve kardeşlerin karısı ortaktır; hiç kardeşi olmayan adamın karısı başında bir boynuz taşır, boynuz miktarı, kardeş sayısına göre çoğaltılır. Ye-Da toplumunda kadınların çokeşliliği anaerkilliğin geçerliliğini ve kadınlarının geyik-ata kültünün taşıyıcısı olarak ‘geyikleştikleri’ni göstermektedir. Moğolistan’a Budizmin yerleştiği dönemin ürünü olan Eski Tsaayin Biçik’te zinanın cezası Cengiz Han yasalarına göre çok hafif olduğu gibi, zina yapan kadının kocasına ‘boynuzlu’ denildiğine de tanık oluyoruz. Böylece ataerkilliğe geçişin gerçekleşmesiyle ‘geyikleşme’ erkekler için alçaltıcı bir anlam kazanmaya başlıyor.


Avrupa’da aldatılmış koca simgesi olarak geyik boynuzlu erkek ortaçağdan itibaren simgeleşmiş ve gravürlere yansımıştır. Boynuzlamak, boynuz takmak Batı dillerinde boynuz hom-kom sözcüğüyle genellikle ortak köktendir ve Vikingler gibi birçok kavim miğferlerine boynuz taktığı gibi, içme kabı, haberleşme borusu (korna) olarak kullanımı uzun süre devam etmiştir. Bu boynuzların, Büyük İskender ve sözcük anlamı iki boynuzlu olan Zülkarneyn efsaneler zincirindeki gibi  dünya egemenliğini, güç ve iktidarı gösterdiği ve anlamının tersine döndüğü anlaşılıyor. Çekecekler de eskiden boynuzdan yapıldığı için Eski Yunanca keras, Yeni Yunanca kerato boynuz sözcüğünden kerata olarak adlandırılırlardı. Kerata sözcüğü hakaret olarak anlam aşınmasına uğramış olmakla birlikte aslında ‘boynuzlu’ anlamına gelirdi.


Şeyhülislam Ebussuûd Efendi (1490-1573) “Bir cami-i şerife imam olan Zeyd’in kapısına, nâ-makûl nesneler sürülüp ve boynuzlar ve şebek asılmak ile azli lazım olur mu?” sorusuna “Olur, rey-i hâkimle” diye cevap verirken, söz konusu ‘nâ-makûl’ nesnelerin katran olabileceğini tahmin ediyoruz; Anadolu’da kapıya katran sürmek, o hane kadınlarının ahlaksızlığına işaret eder ve ev halkı böylelikle taşınmaya mecbur edilerek mahallenin namusu kurtarılırdı. Kapıya asılacak şebeğin nereden bulunduğu muamma olarak kalırken, boynuzun bir yandan kapılara kutsallık simgesi olarak asılması âdeti devam ederken, bir yandan da zinanın simgesi olması anlam kargaşasına işaret ediyor.

Kutsal geyiğin dişi olduğu bulgusu ile, ‘geyik muhabbeti’ yapanların erkek (geyik) oluşları, dönüşüm konusunda ipuçları veren, derin bir araştırma konusudur. Geyik muhabbeti deyimi Türkçede “gevezelik, yararsız, uzun uzun konuşma” (Hulki Aktunç, Büyük Argo Sözlüğü) demektir. Osmanlı okumuş sınıfı, birbirlerinin şiirlerini küçümsemek için yukarıda sözü edilen Geyik Destanı’na benzetirlerdi. Gelibolulu Mustafa Âli de örneğin 1650’lerde Molla Siyâhî’den “mücellet hezelliyâtı Geyik Destanından çok ün almış, bir yoldan azmış kişi idi” diye söz eder. 1840’larda İngilizcede stagparty (erkek geyik partisi) deyimi bekar erkekler arasındaki eğlenceyi anlatırken, 1910’larda zamanın buluşu çıplak fotoğraf çevresinde toplanan erkekleri anlatmaya başlamıştır. Deyim, ‘geyik yapmak’ biçiminde bugün de gençlik arasında yaşıyor.


Not: Kudret Emiroğlu'nun "Gündelik hayatımızın tarihi" adlı kitabından alınmıştır.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Siyahkaya Barajı / Silopi / Şırnak