31 Aralık 2021 Cuma
Soğan doğrarken niçin gözümüz yaşarır?
Soğanın anavatanının Güneydoğu Asya olduğu sanılıyor. Günümüzde ise dünyanın her yerinde, özellikle sıcak iklim kuşaklarında yetiştirilmekte ve tüketilmektedir. Soğanın tarihi o kadar eskiye gitmektedir ki, kayıtlı tarihten de önce Çin, Hindistan ve Ortadoğu'da yiyecek olarak kullanıldığı tahmin ediliyor.
Soğan besleyici bir gıda olmasının yanı sıra müthiş bir aromatik özelliği de sahiptir. Bu aromada içindeki kükürtlü maddelerin büyük etkisi vardır, ancak aroma tek başına kükürtlü maddelerden kaynaklanmamaktadır. Soğan ve sarımsakta sülfür ihtiva eden amino asitlerin türevleri de vardır.
Bir soğanı kestiğinizde bunlardan "S1 propenylcysteinesulphoxide" adı verilen kısım çözülür ve gözlerimizi tahriş eden "proponal-S oxit" adlı kısmı ortaya çıkar. Kimya ilminin karışık kelimeleri aklımızı karıştırmadan esasa geçersek, bu maddenin gözümüze değmesi ile bir çeşit hidroliz olur ve içinde eser miktarda bulunan sülfrik asit gözümüzü yakar ve yaşarmasına neden olur.
Bu bileşimler çok dengeli değillerdir. Örneğin çok düşük bir ısı işlemi sonucunda dahi tamamen yok olurlar. Bu nedenle de pişmiş soğanda hiç bulunmazlar ve göz yaşartamazlar. Soğan doğrarken gözlerinizin yaşarmaması için önerilen birçok önlem vardır.
Önce en ciddisini söyleyelim. Bazı aşçılar soğanı kesmeden önce ıslatmayı, keserken de ıslak tutmayı veya soğanı çeşmeden akan suyun altında kesmeyi öneriyorlar. Bir başka görüş ise soğan doğrarken ağızdan nefes almayı tavsiye ediyor. Bu görüşe göre gaz nefesimizle birlikte burnumuza girip gözümüze yaklaşmak yerine doğrudan ciğerlerimize girer ve çıkarmış. Bunu sağlamak için de dişlerimizin arasına bir metal kaşık koymak yeterliymiş.
Soğan doğrarken gözlerimizin yaşlanmasını önlemek için, dudaklar arasına bir limon dilimi, dişler arasına bir kesme şeker veya dörtte bir dilim ekmek bulundurmayı önerenler de var. Böylece ağzımıza alacağımız bu gibi şeylerin, aldığımız nefesteki sülfür gazını emdiğini iddia ediyorlar.
Diğer görüşler ise, soğanın doğranılmasına tepesinden başlanılması ve cücüğünün en sona bırakılması veya soğanı doğramadan önce yarım saat buzdolabında tutulması şeklinde. Soğan doğrarken deniz gözlüğü veya kontakt lens takılmasının faydalı olacağını ileri sürenler de var. Bu kadar çok önlem seçeneğinin içinde, siz bir tanesini bile uygulamıyorsanız, yapacak bir şey yok, soğanı ağlaya ağlaya doğramaya devam edeceksiniz.
Alıntıdır.
30 Aralık 2021 Perşembe
29 Aralık 2021 Çarşamba
28 Aralık 2021 Salı
İnsanlar yiyeceklerini niçin pişirerek yerler?
Vejetaryenler, yani etyemezler lobisine göre, et yemek insan doğasında yoktur. Et yemenin insan sağlığı üzerine olumsuz etkisi olduğu gibi damakta tat alma hissini de bozmaktadır. Ancak etoburların gözleri önde, ot oburların ise yanda olur teorisine göre, insanın ot obur olduğunu iddia etmek biraz haksızlık olur. İnsanlar et de yer, ot da. Ama niçin pişirerek? İnsandan başka yiyeceğini pişirerek yiyen, bilinen hiçbir hayvan türü yoktur.
Genel açılamalara göre, pişirildikçe yiyecekler yumuşamakta, yemek ve hazım kolaylaşmaktadır. Bu şekilde onları küçük parçalara ayırarak yiyebildiğimiz için, zaman ve enerji kaybı en aza indirilmiş olur. Ayrıca pişirilen yiyeceklerde, bazı hoş olmayan kokular ve sağlığımıza zararlı toksik bakteriler de yok olmaktadır.
Bu görüş insanların pişmiş yiyeceklerden niçin daha çok tat aldıklarını tam olarak açıklayamaz. Bu konu kimya ilminin kapsamına girer. Yiyecekler ısıtıldıkça, bünyelerinde bulunan şeker ve amino asitler parçalanır ve her biri ayrı tat ve kokuya sahip yeni moleküller oluştururlar. Örneğin şekeri yeteri kadar ısıtırsanız rengi kahverengiye dönmeye başlar ve etrafa çok güzel bir koku yayılır. Şeker moleküllerinin içindeki karbon, hidrojen ve oksijen atomları, havanın içindeki oksijen ile reaksiyona geçerek, ağzımıza ve burnumuza hoş gelen yüzlerce moleküler yapı oluştururlar.
Pişmiş bir biftekte en az 6 yüz değişik ve hoşumuza giden koku türü oluştuğu ileri sürülüyor. Bunu sadece birkaç değişik koku türü taşıyan buğday ve arpa ile karşılaştırırsak, pişirmenin lezzete yaptığı katkının büyüklüğü ortaya çıkar. Tabiattaki hali ile çok koku türüne sahip yiyecekler sadece meyvelerdir. Bir çilekte yaklaşık 300, ahududunda ise 200 koku çeşidi bir aradadır.
Yiyeceklerin pişirilmeleri sırasında, sağlığımıza zararlı bakterilerin yanında, vücudumuz için gerekli vitaminler de ölür. Yanlarına sadece iyi pişirilmiş et alarak yola çıkan kutup kaşiflerinde, vitamin eksikliği problemlerinin yaşandığı tespit edilmiştir. Bu nedenle pişirilmiş yiyeceğin yanında salata, meyve veya haşlanmış sebzeler de yiyerek bu vitamin açığı kapatılmalıdır. Tost ve kahve makinelerinde veya mangalda çok ısıtılan her şeyde vitaminler yok olur ama lezzet artar. Yiyecekleri çok fazla sıcakken yemenin sindirim sistemimize verdiği zararın dışında hiçbir faydası yoktur.
27 Aralık 2021 Pazartesi
Olmek ve Chavin Medeniyetleri
Amerika' da ortaya çıktığı bilinen ilk medeniyet olan Olmekler, Doğu Meksika ve Meksika Körfezi sahillerinin bataklık halindeki Veracruz ovalarında kurulmuştu. M.Ö. ikinci binyıldan itibaren Orta Amerika'da çiftçilik, köy tipi yerleşimler ve çömlekçilik ortaya çıkmıştı. Olmekler M.Ö. 1500 yıllarında bu zeminin üzerinde yükseldi.
Olmek'in odak noktası büyük törensel siteler gibi görünmektedir. Sitelerdeki oyulmuş devasa taştan kafaların yakınında peribacaları bulunur. Buralarda yöneticilerini anmak için törenler yaptıkları düşünülmektedir. Törensel siteler binlerce kişilik bir nüfusu barındırabilmektedir. En büyüklerinden biri La Venta'dadır. Bölge
M.Ö. 400'lere kadar gelişimini sürdürmüş oldukça zengin bir balıkçılar, çiftçiler, tüccarlar ve sanatçılar kolonisini beslemiştir.
M.Ö. 800'den sonraki birkaç yüzyıl boyunca, karakteristik Olmek sanat tarzı (Genellikle çocuk ve jaguar benzeri figürler işlenmektedir) Orta Amerika boyunca, bugünkü El Salvador'a dek yayılmıştır.
Olmek kültürü M.Ö. 400'lerde yok olmuştur. Mayalar gibi yeni medeniyetler onların yerini almıştır. Olmeklerin üstünü örten Sır perdesi halen varlığını korumaktadır. Hangi dili konuştukları ya da yok oluşlarına tam olarak neyin sebep olduğu bilinmemektedir.
Daha güneyde, Peru'da, Chavin Medeniyeti, kendisine Chavin de
Huantar'ı merkez almıştır. And Dagları'nın yükseklerinde bulunan Chavin de Huantar törensel bir yerleşim bölgesidir. Chavin Medeniyeti, M.Ö. 900' lerden M.Ö. 200' lere dek varlığını korumuştur. Usta birer taş işçisi olan halkın sanat tarzları, And bölgesinde büyük bir yaygınlık kazanmıştır. Chavin de Huantar' da yaklaşık iki yüz tane işlenmiş taş ürün bulunmuştur. Bölgenin, Peru genelinde yaşayan insanların toplandığı bir hac merkezi olabileceği düşünülmektedir.
26 Aralık 2021 Pazar
Bira içenler niçin sık sık tuvalete giderler?
Bira, insanlığın en eski içeceklerinden biridir. Ama bu içkinin küçük bir kusuru vardır. İki bardağı bitirene kadar en az iki kere tuvalete gitmek zorunda kalınır. Neredeyse içilen bira kadarı tuvalete bırakılıp, gidilir.
Aslında bu olayın biranın sıvı kısmı ile pek alakası yoktur. Bira içince tuvalete gitme ihtiyacını hissettiren "antidiuretic" denilen bir hormondur. Biz buna kısaca "ADH" diyeceğiz. Vücudumuzda üretilen bu hormon idrar miktarını ayarlar ve doğrudan olmasada da kanımızdaki su miktarını etkiler.
Susuz kaldığımız zaman "ADH" böbreklerimize sinyal gönderip idrar üretimini durdurtur. Böylece su harcaması kesilerek kanımızdaki su miktarı korunur ve plazmadaki tuz miktarının yükselmesine mani olunur. Yani "ADH" vücudumuzdaki su ve tuz miktarını dengeleyen, koruyucu bir işlev görür.
Halk arasında idrar söktürücü adı da verilen bazı maddeler "ADH"nin salgılanmasına mani olur. Bu durumda böbrekler idrar üretip üretmeyeceklerine karar veremezler ve sonunda üretmeye devam ederler. Mevcut dengenin bozulduğunu bilmeden suyu dışarı atarlar, insanı tuvalete gitmeye mecbur bırakırlar ve vücudun kurumasına sebep olurlar.
Vücudumuzdaki bu hormonu en çok etkileyen maddelerden biri de alkoldür. Birayı bolca içince, içindeki alkol nedeni ile "ADH"den sinyal de gelmeyince böbrekler fazla mesai yaparak vücuttaki suyu idrar haline getirirler. Tabii biranın sıvı kısmının da buna katkısı vardır, ama aynı sürede, aynı miktarda su içildiğinde bu kadar tuvalet ihtiyacı duyulmaz.
Aslında aynı durum tüm alkollü içeceklerde de geçerlidir. İçilme zamanı ve miktarı biraya eşdeğer olduğunda aynı etki onlarda da görülür. Bu hormonu etkileyen bir diğer önemli madde de kafeindir. Kahve ile birlikte yeterli kafein alındığında "ADH" salgılanması durur ve böbrekler idrar üretmeye devam eder.
Görüldüğü gibi içki içmenin sonuçlarından birisi de vücudun kurumasıdır. Buna karşı vücutta susama ile birlikte acıkma duyusu da uyarılır. Kaybedilen suya karşı gece yarısı yemek yeme ihtiyacı duyulur. Durum buna uygun değilse sabah kalkıldığında bir sürahi su içilir.
25 Aralık 2021 Cumartesi
Miken Medeniyeti
Mikenler zengin, sanata yatkın ve savaşçı bir topluluktu. Yunan anakarasında, Argos düzlüğünde yaşıyorlardı. Minoslular gibi bir Ege medeniyeti olan Mikenlerin yükselişi yaklaşık olarak M.Ö. 1600 yılında başladı. Bir dizi küçük ve korunaklı şehir inşa etmeye başladılar. En önemli yerleşimleri Tiryns, Pylos ve Miken ' di. Pek çok şehri doğal ortamlarda, korunaklı yerlerde bulunuyordu. Bu şehirlerde , krallarına ev sahipliği yapan sağlam duvarlarla çevrili saraylar vardı.
M.Ö. 1450' de, Mikenler Girit'i işgal edip Minos deniz ticaretinin kontrolünü ele geçirdiler. Küçük Asya ve Suriye 'ye yolculuk ettiler. Sicilya ve italya ile ticaret yaptılar. Yunan kolonileri oluşturma sürecini başlatttlar (Bu süreç en üst noktasına Klasik Yunan döneminde ulaşacaktı). Rodos, Kıbrıs ve Anadolu ' nun güneybatı sahilinde koloniler kurdular.
Mikenler, Minos alfabesini Yunancanın bir formuna uyarladılar. Bu dilin metinlerinden yapılan çeviriler, Mikenlerin Poseidon, Apollo ve Zeus gibi pek çok Klasik Yunan tanrısına tapındıklarını ortaya koymuştur. Önemli ölçüde Minoslulardan etkilenmekle birlikte kendine özgü olan Miken sanatında savaş sıkça işlenen bir temaydı. Bronz kaplar, zırhlar, silahlar ve altın maskeler ürettiler. Mikenlerin inşa ettikleri oda mezarları ve gömütleri de oldukça ünlüydü.
Efsaneye göre, M.Ö. 1200 'de Mikenler Truva'yı (Anadolu' nun Akdeniz sahillerinde bulunmaktadır) yağmaladılar. Bu yolculuk Homeros' un ilyada' sın da oldukça abartılı bir biçimde ele alınmıştı. Miken Medeniyeti M.Ö. 1120 civarında çöktü. Buna tam olarak neyin sebep olduğu bilinmemektedir. Öte yandan bu çöküş Doğu Akdeniz ' deki genel bir karmaşa döneminde gerçekleşmişti (Hitit imparatorluğu da M.Ö. 1205 yılında aniden çökmüştür). Bu durumun Egeli deniz halklarının istilaları ile bağlantılı olması mümkündür.
Boz!
Avrupalı çocuklar ant vermek anlamında işaret parmaklarını orta parmakları üstüne getirirler. Bu hareketin anlamı sarsılmaz birlik ve karşılıklı dayanışmadır. Hareketin kökeninin birliğe ve iyi ruhlara işaret eden pagan inanışa dayandığı ve Hıristiyanlıkla birlikte haçı ve kutsal üçlüyü de simgelemeye başladığı düşünülmektedir.
Bizim çocuklar ise bu hareketi, en değer verdikleri ve bozuştukları arkadaşlarıyla bu manevi bütünlüğü bozmaya karar verdiklerinde, bunun onun tarafından da tescil edilmesi için, belki son şans olarak, küsme işareti anlamında kullanırlar.
Çok Yaşa, Hapşırmak
Hapşırmak 6. yüzyılda İtalya’da yaşanan veba salgınında hastalıkla özdeşleştirilmişti. Papa Büyük Gregorius, İtalya'yı dehşete düşüren salgına karşı tedbir olarak sağlıklıların hastalar için dua etmelerini buyuran bir karar çıkarmıştı. Bu karara göre hapşırana, “Tanrı seni kutsasın,” denilecek, yalnız olanlar ise, “Tanrım bana yardım et!” diye bağıracaklardı. Katolik dünyasının önderinin bu buyruğu vebayla birlikte Avrupa’ya yayıldı.
Çin’de aksırmak, bizdeki kulak çınlaması gibi, birinin aksıranı kötü andığı anlamına gelir. Aksıran, yere tükürerek, “İyi insanlar beni sever, kötü insanlar hakkımda dedikodu yapıyorlarsa dişleri dökülsün,” der. Çocuk aksırdığında “Bin yıl yaşa!” denir. Han döneminde aksırma ve kulak çınlamasıyla ilgili kitap yazılmış olduğu kaynaklarda yer almaktaysa da böyle bir kitap günümüze ulaşmamıştır.
Montaigne, Aristoteles’i kaynak göstererek insanların üç türlü ‘yel’ çıkardığını yazmıştır: Alttan çıkan pistir, ağzımızdan çıkan oburluk belirtisidir, üçüncüsü olan hapşırma ise, baştan geldiği ve ayıp yanı olmadığı için hoş karşılanmaktadır. Anlaşılan denemelerini 1570’lerde yazan Montaigne’e göre, hapşırana sağlık dileme âdeti, diğer ikisi yerine üçüncü yola tanık olmanın getirdiği rahatlamadan kaynaklanıyor, hani biraz yüz göz olup ‘ilahi!’ dermiş gibi... Ama bazıları ‘çok yaşa’ veya ‘sen de gör’, ‘hep beraber’ denmesini çok önemserler; sözün büyülü gücünden mi, karşıdakinin iyi niyet ifade etmesini önemsediklerinden mi...
24 Aralık 2021 Cuma
23 Aralık 2021 Perşembe
Tahtaya Vurmak
Ağaç kültü en eski ve yaygın olanlardan biridir. Orta Asya-Sümer mitolojisindeki ‘hayat ağacının birçok kültürde benzerleri vardır; Altaylarda göğün on ikinci katına kadar yükselen Dünya Dağı’nın tepesinde kayın ağacı bulunur, semavi dinlerdeki yasak yemiş veren ağaç simgesi de aynı kavramlaştırma içinde yer alır. Ortaçağda Hıristiyanların ağaca vurmasının, tutulan dileğin gerçekleşmesi için duanın kuvvetlendirilmesi anlamına geldiği ve tahtanın, İsa’nın gerildiği çarmıhı ifade ettiği yazılmıştır. Bu çağda kıtadaki birçok katedralde çarmıha ait olduğuna inanılan parçalar olduğu bilinmektedir.
alıntıdır.
22 Aralık 2021 Çarşamba
Lades
Lades tutuşmanın kökeni, geleceği öğrenmek için tavuklardan yararlanan Etrüsk kâhinlerinin lades kemiğini niyet tutmak için kullanmalarına uzanmaktadır. Yere çizilen daire yirmiye bölünerek, buralara yirmi Etrüsk harfi yazılır ve darı serpilir. Dairenin içine bırakılan tavuk darıları toplarken, gagasıyla işaretlediği harflerden kâhin anlam çıkararak geleceği okuyacaktır. İşte bu tavuklar öldüğünde lades kemikleri çıkarılıp kurutulur ve kırılmadan niyet tutmakta kullanılır. İngilizcede lades kemiğinin adı ıvishbone, niyet kemiğidir.
Romalılar bu âdeti Etrüsklerden almışlar, ancak onların açıklamalarına göre, kutsal kemik kıtlığı nedeniyle çekişerek, uzun parçanın kazanılmasını talih saymışlardır. Romalıların İngiltere’ye getirdikleri inanç, Amerikan folkloruna göre kıtaya çıkan Hacıların 162l ’de ilk kez kutladıkları Şükran Günü’nde de uygulanmış ve ABD ’de bayram-resmi tatil günü olarak kabul edilen Şükran Günü’nde hindi pişirerek lades tutuşmak âdeti yaygınlaşmıştır.
Ahmet Talât Onay sözcüğü yâdes biçimiyle yazarak “aslı hakkında pek çok dedikodu olmuştur. Aslının yâd-ı dest, yaddaş ve hatta lâdest olduğunu söyleyenler vardır. Fakat hiçbiri hakikate makrun [yakın] değildir,” der. Ahmet Talât’ın örnek verdiği, içinde ‘yâdest’ sözcüğü geçen şiirlerin yazarlarından Edirneli Fütûhî (Abdülaziz Çelebi) 1640’larda, Sabit ise 1712’de ölmüştür. Farsça yâdest hem oyunun adı hem de Türkçede söylenen ‘aklımda’ sözcüğünün karşılığıdır (yâd anma, hatırda tutmadan). Ahmet Vefik Paşa lades kemiği karşılığı olarak uçurcak sözcüğünü bildirir.
Fransızcada ladesin karşılığı olarak kullanılan philippirıe sözcüğü Almanca Vielliebchen’in telaffuzundan bozmadır. Çok ve sevmek sözcüklerinden gelen bu adın, kırsal kesimde gençler arasında çok eskilerde oynanan ve aynı saptaki çift meyve gibi ikili seçimlere dayanan, cinsellik içeren bir oyundan geldiği anlaşılıyor. Fransa’da bu sözcük, eşlerin değiştirildiği dönmeli bir dans oyununda da “Bonjour Philippe” biçiminde kullanılır. Almanya'da ortaçağda, erkek cinsel organına benzetilerek yapılan, çevresine iki ceviz konulan, içine şekerlemeler doldurulan hamur tatlısının da adıdır ve kısır kadınlar tarafından şifa niyetine yenir. 1860’lar
Fransa’sında ise Aziz Valentin Günü’nde - Sevgililer Günü —selamlaşma sözcüğüdür.
Lades tutuşan bir Fransız veya Alman’a, sözlüklerde lades karşılığı olarak verilen Vielliebcherı veya philippine oyununu oynayana rastlamadığımıza göre, lades Roma geleneğinden kopmuş olmalıdır. İtalyancada lades Latinceye bağlanan forcello (çatalcık) sözcüğünden gelmekte ve sayılan bu dillerle bir alışverişin gerçekleşmediği anlaşılmaktadır. İngilizcede ıvishbone, Amerikan efsanesine karşın, çok geç bir tarihten, 1853 yılından itibaren saptanabilmektedir. Fransızcada da İngilizceden geçen uıishbone sözcüğü kullanılmaya başlandığına göre, bu ülkelerde ladesin ABD ’den ithal edilmeye başlandığı ortaya çıkmaktadır. Anadolu’daki ladesin kökenini İran dünyasında aramak yanlış olmayacaktır.
21 Aralık 2021 Salı
20 Aralık 2021 Pazartesi
19 Aralık 2021 Pazar
ISI VE SICAKLIK KAVRAMLARI
İklimi kontrol eden en temel parametrelerden biri sıcaklıktır. Bir yerin sıcaklık özelliği güneş ışınlarının geliş açısına bağlıdır. Yerküre üzerine gelen güneş ışınları atmosferin ısınmasını sağlayan önemli bir enerjidir. Atmosferin ısınmasını sağlayan faktör, doğrudan doğruya güneşten gelen ışınlardan çok yeryüzünden atmosfere geçen ısı enerjisidir.
Atmosfer, yeryüzünden ısındığı için troposferin alt kısımları üst katmanlarından daha sıcaktır.
Isı ve Sıcaklık Kavramları
Isı ve sıcaklık birbiri ile bağlantılı terimlerdir. Bu terimler çoğunlukla birbiri ile karıştırılırlar. Isı ve sıcaklık ölçülebilir büyüklüklerdir. Aralarında nicelik bakımından farklılıklar bulunmaktadır.
Temel olarak ısı, bir enerji çeşididir. Birimi Kalori veya Joule ile ifade edilir ve ısının miktarı madde miktarına bağlıdır. Maddelerin sahip oldukları moleküller sürekli hareket ve titreşim halinde bulunurlar. Katı, sıvı ve gaz halindeki moleküllerin hareketleri ve titreşimleri farklıdır. Bir maddedeki moleküllerin kinetik enerjileri farklı farklıdır. Bu nedenle de dışarıdan maddeye gelen enerjinin artması oranında maddenin sahip olduğu moleküllerin hareketi artarken, enerjinin azalması oranında da maddenin molekül hareketi azalır. Maddenin sahip olduğu enerjinin toplam miktarına ısı denir.
Sıcaklık, günlük yaşantımızda en çok kullanılan terimlerden biridir hava sıcaklığı, su sıcaklığı vb. yaşam kalitemizi de en çok etkileyen parametrelerden biridir. Bulunduğumuz alanın ya da dış çevrenin sıcaklığı yaşam kalitemizin değerlendirilmesi açısından oldukça büyük önem taşır. Bu nedenle, özellikle yaz ve kış mevsimindeki sıcaklıkları üzerimize giyeceğimiz kıyafetleri seçmemizde ya da yapacağımız aktivitelerde en belirleyici unsur olarak karşımıza çıkar.
Sıcaklık, bir cismin kütlesi içinde moleküllerin sahip oldukları kinetik enerjinin elektromanyetik dalgalar halinde çevreye yaptıkları etkiye denir. Isı ve sıcaklık kavramları birbiri ile doğru orantılıdır. Bir cismin ısısını arttırdığımızda o cismin sıcaklığı da artmaktadır. Isı genel olarak, cismin sahip olduğu potansiyel güç, sıcaklık ise bu gücün çevre verdiği etkidir.
Sıcaklık, ölçümünde termometre kullanılır. Sıcaklığın ölçü birimleri ülkelere göre değişik gösterir. Avrupa ülkelerin ve Türkiye'de en yaygın olarak kullanılan ölçü birimi derecedir ve °C (Santigrat) ile ifade edilir. Amerika'da °F (Fahrenhayt), bilimsel hesaplamalarda °K (Kelvin) en yaygın kullanılan birimlerdir.
Özgül Isı (Öz ısı)
Bir maddenin bir gramının sıcaklığını 1°C arttırmak için gerekli olan ısı miktarına özgül ya da öz ısı denir. Özgül ısının birimi J/g=°C'dir. Maddelerin özgül ısılarının farklı olmasına bağlı olarak bir maddenin 1 gramının sıcaklığını arttırmak için gerekli olan ısının miktarı da farklıdır. Örneğin; bir kum ile su yüzeylerini ısıtmak için gerekli olan enerji miktarları birbirinden farklıdır. Özgül ısısı düşük olan maddeyi de ısıtmak daha kolaydır. Özgül ısı, kara denizlerin birbirlerinden farklı sıcaklık göstermelerini açıklamaya yardımcı olan bir kavramdır.
Yaygın bazı yüzeylerin Özgül ısı kapasiteleri (Myers, 2006'a göre değiştirilerek düzenlenmiştir)
| Özgül | Özgül |
Yüzey | Isı | |
| Isı (J/g=°C) | (cal/g=°C) |
| | |
| | |
Çelik | 0.5 | 0.12 |
Ahşap | 1.76 | 0.42 |
Buz | 2.1 | 0.5 |
Sıvı | 4.18 | 1 |
su | | |
Buhar | 2 | 0.48 |
Hava | 1.01 | 0.24 |
Buz | 2.5 | 0.5 |
Kum | 0.63 | 0.15 |
Sıcaklık ve Isı Taşınımı
Atmosferden, yeryüzüne gelen ısı enerjisi önce yeri ısıtır. Bu ısınma yüzeyin özelliklerine göre farklı farklıdır. Yüzeyin özelliğine göre farklı olan ısınma miktarlarının cisimler arasındaki ısı iletimi farklı şekillerde gerçekleşmektedir.
Isı iletimi, kondüksiyon, konveksiyon ve radyasyon ile olmaktadır. Bunların özellikleri kısaca şöyle açıklanabilir;
Kondüksiyon
Isı, sıcaktan soğuğa doğru taşınır. Yani sıcak olan iki cisim arasında sıcak olandan soğuk olana doğru bir ısı akışı vardır. Bu ısı akışı iki cisim arasındaki sıcaklık eşitlenene kadar sürer. Klasik olarak bu terimi açıklamak için cezve, sıcak kaşık ya da maşa örneği verilir. Sıcak cezvenin sapını tuttuğumuz zaman cezve elimizden sıcak olduğu için ısı akışı elimize doğru olur ve elimizin yandığını hissederiz. Temas halindeki tüm cisimler arasında ısı taşınımı kondüksiyon ile gerçekleşir. Cisim sahip oldukları iletkenlik farkı nedeniyle ısının iletilmesinde farklılıklar yaşanır. Gazların ve sıvıların ısı iletkenlikleri düşüktür. Örneğin, havanın iletkenliği 0.00006 iken gümüşün 1.01'dir.
Cisimlerin iletkenliği (Erinç, 1996'ya göre)
| Cisim | İletkenlik |
| | (cal/cm2/sn |
| | |
| Gümüş | 1.01 |
| Bakır | 0.90 |
| Demir | 0.15 |
| Kuru kum | 0.0013 |
| Nemli toprak | 0.01 |
| Hareketsiz su | 0.0015 |
| Hava | 0.00006 |
| | |
Havanın ısınmasında kondüksiyonun büyük etkisi vardır. Güneşten gelen ışınım ile yerküre ısınır ve yerküre ile temasta bulunan havaya kondüksiyon ile ısı taşınımı olur. Hava iletkenliğinin düşük olması nedeniyle yerküreden havaya taşınan ısı, üst katlara büyük miktarlarda taşınamaz. Gün içinde ısınan yerküre üzerinden ısının taşınımı kondüksiyon ile taşınımı az olduğu için atmosferde yükseldikçe hızla sıcaklık düşmektedir. Böylece yerkürenin kondüksiyon ile ısı kaybı ihmal edilecek kadar azdır.
Konveksiyon
Konveksiyon, sıcaklığın kütle hareketiyle taşınmasıdır. Örneğin; sıcaklıkları farklı olan iki sıvının yoğunluklarının da farklı olması sebebiyle soğuk olanın sıcak olanın altına dalma göstermesi, sıvıların yer değiştirmesine ve konveksiyona neden olur. Bunu bir örnek ile açıklarsak, sıcak su akıntısı olarak bilinen Gulf-stream akıntısı, Amerika kıtasının batısından kuzeybatı Avrupa'ya doğru hareket eder. Kuzey Avrupa çevresindeki okyanus suyu soğuktur ve Gulf-stream sıcak su akıntısı soğuk suyun üzerinden akışını gerçekleştirerek etkili olduğu alanın sıcaklığında artışa neden olur. Benzer bir örneği hava akışları için de verebiliriz. Özellikle kış mevsiminde Türkiye'nin güneybatısından kuzeye doğru etkili olan lodos rüzgarıyla güneyden kuzeye doğru konveksiyon ile sıcak hava taşınır. Taşınan bu sıcak hava, etkili olduğu alanlarda sıcaklıkların mevsim normallerinin üzerine çıkmasına neden olur.
Isı enerjisinin elektromanyetik dalgalar ile taşınımıdır. Isısı mutlak sıfırdan büyük olan her cismin sahip olduğu ısı ölçüsünde bir ışınım yayar. Cismin sıcaklığı ne kadar büyükse yaydığı ışınımın da dalga boyu o ölçüde küçük olur. Kış aylarında odamızda bulunan bir radyatörün yaydığı elektromanyetik dalgalar ve odada bulunan eşyalar kondüksiyon ve konveksiyon akışları ile odanın havasının ve bizim ısınmamızı sağlar.
Işımanın elektromanyetik dalga boyu ışıma yapan cismin sıcaklığına göre değişir. Çevremizde bulunan tüm cisimlerin bir ışınımı vardır. Yüksek sıcaklığa sahip olan cisimlerin yaydıkları ışınımın dalga boyu küçük, soğuk olanların ise yaydıkları ışınımın dalga boyu büyüktür. Güneş sahip olduğu yüksek sıcaklık ile ışınımı yüksektir.
-
Fırtınanın Savurduğu Bir Halkın Mücadelesi AMERİKA BİRLEŞİK DEVLETLERİ'NİN KURULUŞU (1783) AMERİKA'DA KOLONİLERİN KURULMASI Amerik...
-
PROTESTANLIĞIN DOĞUŞU Reform; kelime anlamıyla; «bir şeyin aslını bozmadan onda yapılan değişiklikler» şeklinde tarif edilirse de ıstılahi...
-
Şu altı şey zararlıdır: 1- Amirlerin sefih olması. 2- Kan dökülmesi. 3- Hükmün satılması. 4- Akrabadan uzak...