7 Haziran 2022 Salı

İSKİT ADI VE İSKİTLERİN YAYILDIĞI COĞRAFYA

 İSKİTLERİN YAYILDIĞI COĞRAFYA


İskitlerin yayıldığı coğrafya hakkında bilgileri, hem yazılı kaynaklardan hem de arkeolojik buluntulardan öğrenebilmekteyiz. Yazılı kaynaklarda İskitler ya giyinişlerine ya da bulundukları coğrafyaya göre adlandırılmıştır. Son yıllarda artan arkeolojik araştırmalar ve bunun sonucunda ortaya çıkarılan buluntular İskitlerin yayılmış oldukları coğrafyanın tespiti bakımından büyük önem taşımaktadır.


Arkeolojik buluntular İskitlerin MÖ 1. bin yıl içerisinde Tuna nehrinden Çin'in batı sınırlarına kadar uzanan oldukça geniş bir sahaya yayıldıklarını göstermektedir. Bu geniş düzlük, doğal bir otlak görünümündedir (Memiş 1987: 15). Bu kuzeydoğu bozkır bölgesi yüksek Pamir, Tiyen-Şan ve Altay dağ kollarından, Batı Türkistan üzerinden batıya ve aşağı Tuna bölgesine kadar, bütün Güney Rusya'ya yayılmaktadır. Batıda Silezya'ya kadar ulaşmakta, doğuda birçok geçit vasıtasıyla Doğu Türkistan ve Gobi bölgesiyle bağlanmaktadır. Bu bölgenin doğusu büyük çöl sahasıyla kaplıdır, buna karşılık batı kısmı genellikle verimli ve doğudan elverişlidir. Kuzeye doğru bu mekân eski zamanlarda bataklıklar ve sık ormanlarla tamamen kaplanmıştı, güneye doğru geniş alanlar Hazar Denizi ve Karadeniz, geri kalan kısımlar İran'daki dağlık arazinin yükselen dağ dalgaları ve Kafkas dağ silsilesiyle sınırlanmıştır (Junge 1939: 5).

Antik çağda bu bölgenin sınırları daha çok siyasi sınır olmaksızın coğrafi hatlarla tespit edilmişti. Bu coğrafi sınırlar, doğudan batıya doğru Nanşan ve Tiyen-Şan sıradağları ile Oxus nehrinden oluşmaktaydı. Bunların arkasından gelen İran platosu, belki daha çok siyasi bir sınırdı, fakat onu tekrar Kafkas dağları, Karadeniz, Karpatlar ve Tuna nehrinin oluşturduğu doğal sınırlar takip ediyordu (Rice 1958: 33-34). Bu kuzeydoğu bozkır bölgesi ilk olarak MÖ 8. yüzyılda tarih sahnesine çıkmıştır. Burası yaklaşık bin yıl boyunca bozkır topluluklarının elinde kalmıştır (Junge 1939: 6).


İlhami Durmuş'un İskitler adlı kitabından alıntılanmıştır.

Göbekli Tepe / Şanlı Urfa

 


Bitkilerin Hareket Özellikleri

 Yaprakların İlginç Hareketleri

 

Kökleriyle toprağa bağlı olan bitkiler belki bir yere gidemezler ama o kadar da hareketsiz değillerdir. Bitkinin içinde henüz tam olarak anlaşılamayan mekanizmalar, bitkinin ihtiyaçlarına göre tepkiler vermesini sağlar. Bitkiler, sanki gözü olmadan gören, eli olmadan dokunan bir canlı gibi ışığa, suya, besine ulaşmak için ilginç hareketler sergilerler. Her tepki kendi içinde ayrı bir sisteme ve tasarıma sahiptir. Bitkinin maksimum gelişimini sağlamak için tasarlanmış olan bu sistemleri kontrol eden özel enzimler, hormonlar ve özel dokular vardır.

Bitkilerin hareketlerini sağlayan en önemli etkenlerden biri ışığa olan duyarlılıklarıdır. Bitki filizlerindeki ışığa duyarlılık ya da fototropizm (ışığa yönelim) olarak bilinen yardım sistemi, genelde insan gözünün görünür ışığa olan duyarlılığı gibidir. Tüm duyu sistemlerinde olduğu gibi ilk meydana gelen olay uyarıcının, yani ışığın algılanmasıdır. Bu ışığın algılanabilmesi için tek yol, ışığın pigment adı verilen kimyasal materyaller tarafından emilmesidir. Emilim süreci sırasında elde edilen enerji, sonrasında diğer sistemleri çalıştırmak için kullanılacak olan kimyasal enerjiye dönüştürülür. Bitki filizi içindeki ışığa duyarlı yardım sistemi iki aşamadan meydana gelir: İlk aşamada devreye giren mekanizmalar ışık uyarıcısını alır; onu elektriksel ve kimyasal sinyallere dönüştürür. İkinci, yani cevap mekanizması adı verilen aşamada ise dalın büyümesi için gerekli sistemler devreye sokulur, böylece bitki ışığa doğru yönelir.

 

 

Bitkilerin hareketleri:

 

Bitkiler farklı koşullar altında farklı şekillerde hareket ederler. Tüm hareketleri ise, auksin, gibberellin, sitokinin gibi hormonlar tarafından kontrol edilir. Ancak bu maddelerin kesin çalışma şekilleri henüz tam olarak anlaşılamamıştır. Bitkilerin hareket çeşitleri özetle şöyledir:

Yönelim (tropizm): Işık, yerçekimi, dokunma ve su gibi uyarılara karşı oluşan büyüme tepkileridir.

Kıvrılma: Bitki organlarında, yapraklar ya da çiçeklerde meydana gelir. Güneş'in hareketleri, gün uzunluğu ve dokunma ile gerçekleşen şişkinlik (turgor) basıncı sonucu oluşan bir harekettir.

Morfogenetik tepkiler: Gün uzunluğuna karşı, bitkinin dokusunda meydana gelen değişikliklerdir.

Fotoperiyodizm: Işığın konumuna, gündüz veya gece durumuna göre bitkide meydana gelen değişikliklerdir.

Geotropizm: Bitkinin ana kökünün aşağı doğru yerçekimi yönünde uzaması hareketidir.

Tigmotropism: Bitkilerin dokunmaya karşı gösterdikleri tepkidir. Daha önce ayrıntılı olarak söz edildiği gibi, bitkiler dışarıdan gelen uyarılara elektriksel ve kimyasal tepkiler verirler. Bunun yanında, kendilerine dokunan desteklerin çevresinde kıvrılma eğilimine de girerler. Tutku çiçeği (Passionflower) gibi sarmaşık bitkileri buna bir örnektir. 

Hidrotropism: Bitki köklerinin su kaynağına doğru yönelmesi hareketidir. Suyun yoğun olmadığı topraklarda bitki kökleri bir sondaj makinesi gibi su bulmak için toprak altı katmanlarına doğru ilerlerler. 

Toprağa dikilen bir bitkinin her organının ayrı bir yönde, ihtiyacına yönelik bir hareket göstermesi olağanüstü ilginç bir olaydır. Bilim adamları, hala bitkinin farklı organlarının "nasıl bir kararla" farklı yönlere doğru hareket ettiklerini açıklayamamaktadırlar. Örneğin bitkinin toprak üstünde kalan kısmı ışığa doğru yönelir. Bitkinin ana kökü ise, yukarıda da belirtildiği gibi, yerçekiminin etkisiyle aşağı doğru uzar. Filizler ise yerçekiminin tersine, yukarıya doğru gelişirler. Bitkinin içinde sanki bir mıknatısın iki ucu gibi bir kutuplaşma vardır. Bitkinin en küçük parçası bile bu kutuplaşma etkisini ve hangi parçanın ne yönde gelişeceği bilgisini taşımaktadır. Örneğin siz bir dalı ters tarafından bile dikseniz, köklenme diğer uçtan başlayacaktır. Yani bitkinin tohum kısmı aşağı doğru ilerlerken filizler daima zıt yönde yukarıya doğru büyür. Eğer bitkinin yukarı doğru büyüyen filiz kısmını toprağın içine gelecek şekilde ters olarak dikerseniz, köklenme olmayacaktır. Bütün bitkiler için geçerli olan bu kutuplaşma kuralı, bitkiler ilk yaratıldıkları günden beri hiç aksamadan bitkilerin büyüme yönlerini belirler.

 

 

Turgor hareketleri

 

Turgor basıncı, bitki içerisinde biriken suyun, hücre duvarlarına yaptığı basınçla ortaya çıkar. Bu su basıncı bir kas etkisi yaparak bitkinin dik ve dolgun gözükmesini sağlar. Sulanmayan çiçeklerin canlılıklarını kaybedip eğilmelerinin sebebi budur. İşte belirli bir uyarıya karşılık olarak ortaya çıkan bazı bitki hareketleri, yapraktaki bu turgor (şişkinlik) basıncının kaybedilmesinin sonucudur. Bu duyarlı bitkiler, çok hızlı solma sürecine sahiptirler. Dokunulduğu zaman bütün yaprak aniden sarkar. Bir yaprak büküldüğü an, uyarı bütün yapraklar bükülene kadar bitkinin tamamını dolaşır. Bu mekanizmada hem elektriksel hem de kimyasal işlemler birarada meydana gelirler. Yaprakçıkların altında "pulvinus" adında, yastığa benzer destek çıkıntıları vardır. Bir yaprak, dokunma, ısı veya rüzgar uyarısı aldığında, potasyum iyonlarının bir pulvinustan diğerine dolaştığı zincirleme bir reaksiyon başlar. Bunu ise, pulvinusun bir yarısındaki "parankima" hücrelerinde bulunan su moleküllerinin diğer yarıma doğru başlattıkları hızlı bir mekik hareketi izler. Bu hareket suyun sebep olduğu şişkinlik basıncının kaybına, dolayısıyla bütün yaprağın eğilmesine yol açar. Bütün işlem birkaç saniye içinde gerçekleşir.

Bu basınç değişimi bazı etçil bitkilerin kurdukları tuzağın kapanmasına yol açan sistemde de kullanılmaktadır. İnsan vücudundaki kaslar ne kadar önemli bir görev görüyorsa, bitkilerde de bu basınç çok önemli bir görev görmektedir. Metrelerce yükseklikteki ağaçların en tepelerinde bulunan yapraklara bitki gövdesindeki özel kanallarla hayret verici bir mekanizma kullanılarak çıkarılan su, kendisi için ayrılmış boşlukları doldurur. Yaprak mumsu dokuyla kaplı olduğu ve gözenekleri de sadece belirli miktarlardaki basınçlarda açıldığı için, hiç hava geçirmeyen bir balon gibi şişer. İnsan vücudunda sayısız doku, sinir, lif yapıları kullanılarak tasarlanmış olan kas sistemi, bitkide suyun basıncına göre dizayn edilmiş organlar kullanılarak tasarlanmıştır. Suyu kökten, henüz tam olarak keşfedilemeyen ama hidrofora benzer bir sistemle emen lifler, suyu bitkinin her parçasına taşıyan boru hatları, havadaki ve topraktaki uygun nem oranları, yaprakta suyu depolayan ya da fotosentez için kullanan organlar, harikulade bir tasarımın bölümlerini meydana getirirler.

 

 

Bitki İçindeki Haberleşme

 

Yakın zamanda, aynı ağacın farklı dallarında daha önce fark edilmemiş olan bir ilişki olduğu botanikçilerin dikkatini çekti. Örneğin bir çam ağacının en üst kısmı kesilince, hemen alttaki yan dalların kaybolan kısmı tamamlar gibi yukarı doğru eğildikleri ve birkaç büyüme dönemi içinde yukarı doğru tırmandıkları gözlendi. Daha önce yan dal olan bu parçalar, ağacın üst kısmını oluşturması için dallardan birinin daha fazla büyümesine imkan tanırlar ve bunun için kenara doğru açılırlar. Seçilen dal sanki kendisinin bunun için seçildiğini biliyormuş gibi, dalların ortasına yani merkez pozisyona hakim olarak yönelir.

Aslında sadece dallar arasında değil organizmanın tamamında bir ortaklık vardır. Başka bir örnek de ağaçların içindeki görev dağılımıdır. Söğüt ağacı gibi belli bir cins ağacın dallarından herhangi birini baharda kesip nemli toprağa ekerseniz, kök ve filiz çıkarır. Bu yalnızca bir organizma değil, aynı zamanda bir organizasyondur. Köklerin hangi bölgeden çıkartılması gerektiği, filizin hangi bölgeden sürgün vermesi gerektiği bitki hücreleri tarafından adeta bilinmektedir. Ağacın küçük bir parçası bile, ağaca dair bütün ayrıntıları bilircesine hareket eder.

Bitkiler üzerinde yapılan araştırmalar çok önemli bir mucizenin de ortaya çıkmasını sağlamıştır. Şuursuz bitkilerin şuursuz hücreleri arasında kurulu bir haberleşme sistemi vardır. Tıpkı insan ve hayvan hücreleri gibi bitki hücreleri de birbirleri ile haberleşmekte ve böylece toplu olarak hareket etmektedirler.

 

 

Hormonlar

 

Hormon, canlılarda yaşam için gerekli olan sistemleri düzenleyen bir protein türüdür. Bitki hücrelerinde de çeşitli hormonlar üretilir. Bu hormonlar bitkinin karşılaştığı iyi veya kötü koşullarda nasıl davranılması gerektiğini belirlemek için yaratılmış mucizevi moleküllerdir.

Örneğin yeni filizler iyi durumda, ama kök zor durumdaysa (bol ışık ama az su olduğu bir ortam) bitkinin daha güçlü ve daha çok köke ihtiyacı var demektir. Bitkinin içine öyle mükemmel bir sistem yerleştirilmiştir ki, gerekli önlem hemen alınır. Bitki hücreleri "auksin" isimli bir hormonun üretimini artırırlar. Bu hormon kök hücrelerine ulaşır ve bu hücrelere bölünmelerini ve çoğalmalarını emreder. Böylece yeni kökler üretilir.

Hormonlar bitki içinde, sanki fabrika yöneten birer sorumlu müdür gibi görevler almışlardır. "Şeker nereden nereye taşınacak? Hangi yaprak yaşlanıp dökülecek, hangi yaprak beslenecek? Dallar daha ne kadar uzayacak? Çiçek açma vakti geldi mi?" gibi karmaşık sorunları bu gözle görülmeyen canlılar büyük bir ustalıkla çözerler.

Dalların uzamasını kontrol eden gibberellin isimli hormon da 50 farklı çeşidiyle önemli hormonlar arasındadır. Sitokinin adlı hormon ise auksinden çok daha uzak bir bölgeye etki eder. Auksin hormonu köklere etki ederken, sitokinin bitkinin tomurcuklarına etki eder. Tomurcuğun şeklinden de bu hormonun sorumlu olduğu kabul edilir.

 

Auksin Hormonu

 

Auksin, dalları yerçekimine karşı yukarıya, ışığa doğru (fototropizm); kökleri ise yerçekimi yönünde aşağıya doğru yönelterek büyümeyi gerçekleştirir. Hücre bölünmesi, hücrelerin belirli görevlere göre dağılması ve değişiklik göstermeleri, meyve gelişimi, kesik noktalardan kök oluşumu ve yaprak dökümü bu hormonun sorumluluğundadır. Bitkinin büyümesinde ve gelişmesinde birçok açıdan anahtar rol oynayan auksin hormonu gizemli yapısıyla araştırmacıların ilgi odağı olmuştur.

Bitkinin büyümesinde bir karar merkezi gibi çalışan, bitkinin ne yönde, ne kadar gelişeceğini kontrol eden bu hormonu neyin kontrol ettiğini bulmaya çalışan araştırmacılar içinden çıkılmaz bir problemle karşı karşıya kalmışlardır. Diğer bir soru da bitkinin bütün parçalarının bu maddenin sözünü neden dinlediğidir.

 

Alıntıdır.

Britanya Adalarının Söylenceleri - 6 İngiltere-İskandinavya

 Beowulf I. Bölüm


(Danların kralı Hrothgar, büyük bir şato yaptırır. Ama canavar Grendel, Hrothgar'ın buradaki savaşçılarını öldürür ve şato boş kalır. Beowulf, Grendel ile savaşmak için Geatland'dan gelir.)


Dinleyin beni! Eski günlerdeki mızraklı Danların öyküsünü çok dinledik. Korkusuz serüvenleriyle, onlara büyük zafer ve servet getiren güçlü krallarını duyduk. Azılı düşmanları kovdular. Öyle güçlü yönetimleri vardı ki, balina-yolundan geçen her halk onlara vergi ve haraç ödedi; güzel ve cömert armağanlar verdi. Sonra savaş olduğunda, insanlar onlara sadık kaldılar ve iyi hizmet ettiler. Onlar iyi krallardı! Zaferler veren Yaşamın Efendisi onları ünle donattı.


Böyle bir kralın ölme zamanı geldiğinde, ruhu Tanrı'ya yolculuk yapar ve sonsuzluğa kadar huzur içinde kalırdı. Halk onu onurlandırırdı. Sevgiyle, bedenini denizin kıyısına taşır ve onu yay pruvalı bir gemiye yerleştirip buzlu sulara bırakırdı. Krallarını, sevgili yüzük vericilerini, diğer eşyalar ve hâzinelerle sararlardı. Uzak topraklardan getirilmiş altın ve mücevher, zincirden örülmüş giyecekler, savaş zırhı ve güçlü silahlar, hepsi ona, bu son ve yalnız yolculuğunda eşlik ederdi.


Her şey hazır olduğunda, çapayı denizden çeker ve yay pruvalı gemiyi başıboş gidebileceği balina-yoluna bırakırlardı. Gemi gözden kaybolduktan çok sonra, altın sancağı ölü deniz dalgalarının üzerinde kabarırdı. Savaşçılar ve yol gösterici bilgeler, dalgaların yolsuz denizin üstündeki bu servet dolu yükü taşımasını acılı yürekleriyle izleyip beklerlerdi.


Hrothgar, Mızraklı Danları yöneten güçlü krallardan biriydi. Kutsal Tanrı, Yaşamın Efendisi, onu erdem, beceri ve savaşta başarıyla donattı. Savaşçıları onu izlediler, çünkü o savaşta atılgan ve armağan vermekte cömertti. Çabucak güçlü bir ordu kurdu.


Hrothgar, kocaman bir şato yaptırmaya karar verdi. Şato öylesine şatafatlı olacaktı ki, uzak bütün topraklarda ondan söz edilecekti. Savaşçılarının bu büyük şatoda eğlenmek, içmek ve cesaretlerinin karşılığı olan ödüllerini almak için toplanmalarını istedi. Bu büyük üçgen şatoyu Heorot diye adlandırdı. Anlamı Geyikli Şato'ydu, çünkü erkek geyik, bir kral için uygun bir simgeydi. Hrothgar Tanrı'nın ona bağışladığı bütün hâzinesini cömertçe savaşçılarına dağıttı, onları altın yüzüklerle ve ışıldayan kolluklarla ödüllendirdi. Ancak insanların yaşamlarını ve halkına ait toprakları vermedi, çünkü bunlar yalnızca kendisine ait olmayıp verilecek şeyler de değildi.


Hrothgar ve soylu savaşçıları, izlendiklerinden ve küçümsendiklerinden habersiz üçgen şatolarında eğlendiler. Korkunç yaratık Grendel, geceleyin puslu kırın karanlığında yaşar, gün boyunca kötü yüreğindeki nefretle bataklıkta dolaşırdı. Kabil ırkından gelen Grendel, Ölüm habercisi atalarının ölüm işaretini, eski bir laneti taşıyordu. Kabil gibi Grendel de halk arasında mutlu bir yaşamdan yoksun bırakılmıştı. Grendel, annesi ve derinliğin canavarlarıyla birlikte bir hayvan ininde başıboş yaşamakla cezalandırılmıştı.


Grendel her gün sürekli arp ve şarkı sesleri dinledi ve nefret duydu. Bir gece, göklerin mücevheri güneş dünyanın üzerinden akıp gidene kadar bekledi. Daha sonra, mızraklı Danları gözetlemek için keresteden yapılmış salonu gizlice, kızgınlık duyarak izledi. Bir grup yiğit savaşçı onun gözüne yakalandı ve bedenleri ağır bir uykuya daldı. Bal likörü akıllarını uyuşturmuştu ve bu kısa sürede üzücü düşüncelerden ve kendileriyle ilgili dünya dertlerinden kurtulmuşlardı.


Uğursuz ve açgözlü, azgın ve vahşi canavar otuz mızraklı Dan'ı çabucak ele geçirdi ve onları uykudayken acımasızca öldürdü. Kanlı dişleriyle onları parçaladı. Omuzunda ejderha derisinden büyük bir torba asılıydı. Danların masum bedenlerini torbanın içine fırlattı. Sonra yağmasından şeytani bir haz ve sevinç duyup korkunç ziyafetiyle hızla inine gitti. Grendel, Heorot şatosunu şimdilik canlılara bırakmıştı. Ama geri dönecekti.

Kral Hrothgar ve halkı toprakların üzerinde parlak sabah ışıkları parıldayana dek bu felaketi duymadı. Yiğit adamları ışıltılı salonlarına girdiklerinde görüntü onları dehşete boğdu. Büyük salondan yükselen eğlenceli şarkı seslerinin yerini ağlama ve inilti sesleri almıştı.


Danlar Grendel'in ayak izlerini tanıdılar ve gücünden korktular, ama geri dönebileceğini düşünmediler. Yanılmışlardı; canavar bir sonraki gece daha çok adamı öldürdü. Bu olaydan sonra, Danlar umutsuzluğa kapılmışlardı. Heorot Şatosu' nu, binaların en iyisini, her gece istemeyerek terk ediyorlardı.


Grendel'in doymak bilmez insan eti iştahı, onu Hrothgar'ın bütün adamlarına karşı savaşmaya itiyordu. Adaletle ilgili hiç¬ bir şey bilmiyor ve barış istemiyordu. Kral Hrothgar onu ödüllendirip yatıştıramazdı, çünkü korkunç yaratık ne altına ne de hâzineye değer veriyordu. Gücü Öylesine büyüktü ki, hiçbir ceza biçiminden çekinmiyor, öldürülmekten korkmuyordu.


İnsanlar, putperest tapınaklarında putlarına kurbanlar sunmak, ruhların öldürücüsü Şeytan'a dua etmek için toplandılar. Cennetin efendisini unuttuklarını ve kurtuluşlarının cehennemden asla gelemeyeceğini bilmiyorlardı.


On iki uzun kış boyunca Grendel, Heorot'ta yuvalandı ve mızraklı Danlar üzerinde hüküm sürdü. Yok edici baskınları en korkusuz savaşçıların bile yüreklerini korkuyla doldurdu. Onu öldürmek için ne yeteri kadar güçlü ne de ustaydılar. Yıldırıcı şeytanın karanlık ölüm gölgesi her gece puslu otlaklarda gizleniyordu.


Grendel'in korkunç öyküsü her yere, uzaklara yayıldı. Onun yok edici saldırıları, mızraklı Danların umutsuz direnişleri ve bitmek bilmez savaşları üzerine ozanlar ağıtlar yaktılar.


İsveç'in güney kıyılarında yaşayan Fırtına-Geatlar da Grendel'in ölümcül baskınlarını duymuşlardı. Geatlar'ın en güçlüsü yiğit, korkusuz Beowulf, Hrothgar'a, mızraklı Danların savaş kralına yardım etmek için balina-yolunda denize açılmaya karar verdi. Kendisine eşlik etmeleri için on dört cesur savaşçı seçti.

Fırtınalara dayanıklı bir gemi, yolculuk için uygun biçimde hazırlandığında, Beowulf'un adamları hevesle gemiye bindiler ve parıltılı zırhlarını, gösterişli savaş koşumlarını geminin ambarına yığdılar. Bir serüven ruhuyla yolculuğa başladılar. Sert bir rüzgâr, pruvası köpürmüş bir gagaya benzeyen gemilerini dalgalı balina-yolunda deniz kuşu gibi hızla batı yönüne doğru sürükledi.

Ertesi gün güneş, dünyanın parlak kandili, kaderlerinin olduğu yerin, parıltılı deniz kayalıklarının, yüksek tepelerin ve mızraklı Danların geniş topraklarının üzerinde ışıldadı. Fırtına-Geatlar, geniş gövdeli gemilerini karaya çektiler, zincirden örülü giysileri şakırdıyarak kıyıya ayak bastılar. Denizi geçerken güvenli yollar sağlayan Tanrıya şükranlarını sundular.


Aynı anda, kayalıkların tepesinde, at üstündeki gözetleme muhafızı, ışıldayan kalkanlar taşıyan parıltılı savaş koşumlarıyla savaşa hazır yabancı savaşçılar topluluğunun kıyıya çıktığını gördü. Mızrağını elinde tarttı, atını sahile doğru dörtnala sürdü.


"Zincir Örgülü giysiler giyen ve parıltılı savaş koşumları taşıyan sizler kimsiniz?" dedi. 'İçinizden zırh giymiş biri şimdiye dek gördüğüm en büyük savaşçı! Bakışları ve görünüşü yalan söylemiyorsa soylu adamlar içinde eşsiz biri o!"


Topluluğun önderi Beowulf, biriktirdiği sözleri döktü: "Biz Geatlanz ve Kral Hygelac'ın can dostlarıyız" diye başladı konuşmaya. "Babam, Ecgtheovv, uzun kışlar sonunda ölüm onu almadan önce dünyanın dört bir yanındaki ülkelerde tanınırdı. Belleği yerinde olan her insan onu çok iyi anımsar."


"Biz, efendinizi, insanlarınızın koruyucusunu bulmak için geldik" diye sürdürdü sözlerini. "Yüreğimiz, mızraklı Danları ölüm saçan baskınlarıyla dehşete boğan azgın canavarı yenmek için bizi kışkırttı."


Muhafız, "Silahlarınızı ve savaş koşumlarınızı alın, kralımıza gitmeniz için size yol göstereceğim. Adamlarım eğri boyunlu geminizi gözetleyecek ve onu düşmanlardan koruyacak" dedi.

Geatlar, Heorot Şatosu'na doğru ilerlerken altın parıltılı miğferlerinin üstündeki savaşan domuz simgeleri onların yaşamlarını koruyordu. Sonunda Kral Hrothgar'ın altınlarla süslenmiş, yüksek kuleli, uzak topraklardaki başka şatolardan çok daha ünlü şatosunu gördüler. Muhafız, denizi gözetlemeye dönmek için onlardan ayrıldı ve Geatlar cesur insanların parıltılı evlerine doğru taş döşeli yol boyunca yürümeyi sürdürdüler.


Büyük altın kalkanlarını ve gümüş uçlu, dişbudak ağacından yapılmış mızraklarını büyük şatonun duvarlarına dayadıklarında, Hrothgar'ın habercisi VVulfgar, muhafızın yaptığı gibi Geatları sorguladı. Sonra tekrar ak saçlı kralın huzuruna çıktı ve "Heowulf, bir grup Geat'a önderlik ederek balina-yolundan topraklarımıza yolculuk etmiş ve seninle konuşmayı diliyor. Onlara kulak ver yüce Hrothgar, çünkü savaş koşumları büyük saygıyı hak ettiklerini gösteriyor" dedi.

"Beowulfu çocukluğundan beri biliyorum" diye konuştu Hrothgar. "Biz aile dostuyuz. Deniz aşırı insanlardan, Beowıılf'un otuz adamın gücüne sahip olduğunu duymuştum. Kutsal Tanrı, Grendel'le savaşımızda bize yardım etmesi için onu gönderdi. Ona güçlü yüreği ve yiğit ruhu için görkemli armağanlar vereceğim. Geatları karşıla ve onlara huzuruma gelmelerini söyle."


Vahşi erkek domuz işlemeli miğferi ve parlak zincirden örülmüş giysisi içinde Hrothgar'ın önünde duran Beowulf şöyle konuştu: "Selam sana Hrothgar, mızraklı Danların güçlü kralı. lien Hygelac'ın akrabası ve savaşçısıyım. Halkımın yaşadığı topraklarda, deniz aşırı insanlardan Heorot'un, bütün yapıların en iyisinin, parlak gökyüzü alacakaranlığın gölgesiyle karardığından beri terk edilmiş ve kullanılmaz olduğunu duydum."


"Gençlik günlerimden beri" diye sürdürdü Beowulf konuşmasını, "birçok cesur savaşımdan ötürü onurlandırıldım. Savaşlardan kan lekeleriyle döndüm; beş devle savaşarak kabilelerini yerle bir ettim. Tehlike güdüsüyle, gecenin karanlığında dalgaların üstündeki deniz canavarlarını öldürdüm. Şimdi, ne kadar azılı zebani olursa olsun dev Grendel'le savaşacağım."


"Senden yalnızca bir lütuf istiyorum, sevgili Hrothgar. Cesur Geat savaşçılarım ve ben, senin yüksek kuleli altın şatonu bu iğrenç yaratıktan temizlerken senin halkın dinlensin. Canavarın her türden silahı kullanmayı küçümsediğini duydum. Ben de onun gibi yapacağım, kılıçsız ve büyük altın çevreli kalkanım olmaksızın onunla savaşacağım. Güçlü ellerimi kullanacağım ve ellerimle canavarla ölümüne savaşacağım."


"Eğer Grendel kazanırsa" diye tamamladı sözlerini, "size gömecek hiçbir ceset bırakmayacak. Mızraklı Danları yediği gibi, fırtına-Geatları da senin şarap şatonda kıtırdatarak yiyecek. Parçalanmış cesedimden size sorun yaratacak bir parça da kalmayacak, çünkü Grendel kan lekeli başımı ve gövdemi uğursuz yalnızlığında boş kaldığında çiğnemek için kırlara taşıyacak. Yalnızca savaş gömleğimi efendim Hygelac'a gönder, çünkü şanlı demirci VVayland, onu kendi elleriyle yaptı. Wyrd, her zaman yapması gerektiği gibi örer kaderi."


Mızraklı Danların efendisi şöyle yanıtladı: "Beowulf, dostum, sen bizim bu zor zamanımızda tek savunmamızsın! Grendel, yiğit savaşçılarımı zayıflattı ve şarap şatomu harap etti. Yeniden hoş geldin! Mızraklı Danlara şenlikli bir şölende eşlik et ve adamlarıma niyetini ve planlarını anlat."



Donna Rosenberg'in Dünya Mitolojisi adlı kitabından alıntılanmıştır.

Silopi Barajı

 


Hezil Çayı Irak Sınırı / Silopi

 


Siyahkaya Barajı / Silopi / Şırnak