MELİKLER DÖNEMİ
- ATSIZ BEY
Remle ve Kudüs'ün Fethi:
Bundan önceki bölümde, emrinde kalabalık Navekiyye Türkmenleri olduğu halde, Kurlu Bey ile birlikte (1069 -1070) Filistin'e geldiğini gördüğümüz Emir Atsız, Kurlu'nun ölümü (1071) üzerine, Türkmen beyliğinin başına geçti. Atsız, ilk iş olarak beyliğin başkenti durumunda bulunan ve daha önce Fatımilerin eline geçtiği anlaşılan Remle'ye hareket ederek yeniden ele geçirmeyi başarmıştır.
Fatımilere karşı kazandığı bu ilk başarıdan hemen sonra harekatını sürdüren Atsız, Kudüs üzerine yürüyüp burayı kuşatmaya başlamıştır. Şehirde Türk asıllı bir Fatımi valisi bulunuyordu. Valinin Türk olması ve ayrıca şehrin kutsallığı nedeniyle şehri savaşla almak istemeyen Atsız, ona bir mektup göndererek: «Bu kente karşı savaşmamı Allah doğru bulmaz, ancak ben şehirde Sünni Abbasi halifeliği ve Selçuklular adına hutbe okutulmasını istiyorum» diyerek kan dökülmesi taraftarı olmadığını göstermiştir. Atsız'ın mektubunu alan vali, ona: «Ben de sizler gibi Türküm, size karşı şehri hiç bir zaman savunmayacağım.. Ancak, hizmetinde bulunduğum Fatımi halifesine sadık kalmalıyım. Ama ben, bu hususta üzerime düşen görevi yaptım. Bana, hayatım ve servetim konusunda güvence verirsen, şehir ve kalesini sana teslim eder, hizmetine girerim» şeklinde bir cevap gönderdi.
Mektubu alan Emir Atsız, valinin istediği güvenceyi verdikten başka ona bazı yerleri ıkta etti. Bunun üzerine şehir kapısı açıldı. İçeri giren Atsız, münadiler aracılığıyla halka eman verildiğini ilan ettirdi. Kudüs kalesine de giren Atsız, camilerde Şii Mısır Fatımi halifeliği adına okunan hutbeyi Abbasi halifesi ve Selçuklu sultanı Alparslan adına okutmaya başlamıştır (463 sonları / 1071 başları). Şehir içinde çok miktarda mal bulunuyordu. Atsız, bunlara hiç dokunmadığı gibi, herhangi bir yağmadan korumak maksadıyla muhafızlar koydu. Emir Atsız'ın kendilerine karşı böyle iyi davranışlarda bulunacağını ummayan halk, ondan son derece memnun olmuştur. Atsız; ailesi, yakınları ve hazinesiyle kaledeki ünlü Davud burcuna yerleşmiştir. Böylece Filistin'de kurulan ilk Türkmen beyliğinin başkenti Kudüs oldu. Bundan sonra Emir Atsız, sınırlarını genişletmek gayesiyle kuzey ve güney yönlerinde fetih hareketlerini sürdürmüştür.
Atsız-Şöklü Anlaşmazlığı:
Emir Atsız, Remle ve Kudüs'ü fethettikten sonra kuzeye doğru harekatını sürdürerek, Dımaşk'ı ele geçirme hazırlıklarına başladı. Bu sıralarda, maiyyet emirlerinden olan Şöklü de Filistin kıyı bölgelerinde fetihler yapmakta ve Fatımilerin önemli kıyı şehri Akka'yı kuşatmaktaydı.
Bu sıralarda şehri, daha önce burada Fatımi valisi olan Bedrülcemali adına İbn Sukha yönetiyordu. Bedrülcemali, 1073 yılında içine düştüğü ciddi buhranlar sebebiyle yıkılmaya yüz tutan Fatımi devletini bu durumdan kurtarmak için vezirlik sıfatıyla Halife el-Mustansır tarafından Mısır'a çağırılınca, İbn Sukha'yı birlikte götürmüştü. Göreve başlamasından bir süre sonra Bedrülcemali, Mısır'dan sağladığı zengin hazineyi, İbn Sukha ile Akka'ya göndermiş, ayrıca ondan ailesi ve Akka'daki hazinesinin muhafazasını istemiştir. Fakat İbn Sukha'nın gemisi yolda batmış ve beraberindeki hazine de sulara gömülmüş, İbn Sukha ve Akka ileri gelenleri güçlükle canlarını kurtarabilmişlerdi. Akka'ya gelindiği zaman İbn Sukha onlara: «Bedrülcemali'ye ait hazine ve malların telef olmasından sonra, artık onun nazarında hiç bir değerimiz kalmadı. Eğer ona karşı benimle birleşirseniz emniyette olursunuz» dedi. Ayrıca Bedrülcemali'nin Mısır'a giderken Akka ileri gelenlerinden rehin olarak götürdüğü altmış kişiyi öldürdüğünü açıklaması üzerine kuşku ve kızgınlıkları iyice artan Akka ileri gelenleri, hiç tereddüt etmeksizin İbn Sükha ile birleşmişlerdir. Bunun üzerine bütün Suriye ve Filistin'de Selçuklu askeri harekatının aralıksız sürdürülmesine paralel olarak buralardaki Fatımi hakimiyetinin süratle çökmekte olduğunu gören İbn Sukha, şehri kuşatmış olan Emir Söklü'ye: «Bu gece gel, şehrin kapısını sana açacağız» şeklinde haber yolladı. Bunun üzerine Şöklü, derhal harekete geçmiş ve atlı kuvvetleriyle birlikte şehre girmiştir (Rebiül evvel 467 / Ekim-Kasım 1074) . Şöklü, Bedrülcemali'nin hazinesine el koyduktan başka ailesini de esir aldı ve kent işlerini yeniden düzene koydu.
Buyruğu altındaki emirlerden birisi olan Şöklü'nün fetih hareketlerini yakından izleyen Emir Atsız, onun Akka'yı fethettiğini haber alınca, Bedrülcemali'nin mal ve hazinesinin yarısını kendisine göndermesini bildirmiş ve şehirde kendi adına vali (şahne) olmasını istemişse de Atsız'ın buyruğu altında kalmak yerine Akka'da bağımsız bir beylik kurmak isteyen Şöklü, “Bu şehri kılıcımla aldım” diyerek Atsız'ın isteklerini yerine getirmemiştir. Şöklü, bu isyankar davranışının karşılıksız kalmayacağını biliyordu. Bu sebeple o, Dımaşk Fatımi valisi Mualla b. Haydere'ye kızkardeşini vererek onunla yakınlık kurdu ve böylece Atsız'a karşı bir ittifak oluşturdu. Esasen Vali Mualla, Atsız ile savaş halinde olduğu için Şöklü'nün müttefiki durumunda idi. Bundan başka Şöklü, kalabalık Kilaboğulları kabilesi reislerine başvurarak onlarla da bir anlaşma yapmayı başarmış, hatta bunu sağlamlaştırmak maksadıyla karşılıklı olarak birtakım rehineler alınıp verilmiştir. Böylece Şöklü, Atsız karşısında kuvvet dengesini lehine çevirmeyi başarmış görünüyordu. Fakat öte yandan Şöklü'nün kendi aleyhindeki girişimlerini yakından izleyen Atsız, Dımaşk kuşatmasını kaldırarak Şöklü'yü tedip etmek için harekete geçmekte gecikmedi. Bu sebeple o, kuvvetleriyle birlikte Ramazan 467 (Nisan Mayıs 1075) 'de Şöklü'nün üzerine yürüdü. Müttefikleri Dımaşk valisi Mualla ve Kilaboğulları kabilesinin yardımlarından yoksun olarak savaşmak zorunda kalan Şöklü, Atsız karşısında dayanamayarak bozulup geri çekilmek zorunda kalmıştır.
el Devrindeki Olaylar:
1 -- Taberiyye Savaşı:
Emir Atsız'a karşı giriştiği savaşta yenilgiye uğrayan Şöklü, bu defa ona karşı giriştiği mücadeleyi meşru bir hale getirmek maksadıyla yeni bir girişimde bulundu. Bu sıralarda Güneydoğu Anadolu'da (Fırat ve Urfa bölgesi) fetihler yapmakta olan Kutalmışoğullarından birisine mektup yazarak ona Filistin'e gelmesi ve fetihler yapmak üzere kendisiyle birleşmesi hususunda çağrıda bulundu. Şöklü, mektubunda ona: «Sen, Selçuklulardan olup sultan sülalesine mensupsun. Sana itaat edip senin hizmetinde bulunursak bununla şeref duyar ve öğünürüz. Halbuki Atsız, sultan ailesinden değildir. Bu bakımdan biz, ona teslim olma'ya razı değiliz» dedikten sonra Atsız'ı bertaraf edip Suriye ve Filistin'e hakim olmanın pek güç olmadığını bildirmiş ve: “Eğer Atsız'ı yenip onu bu bölgelerden uzaklaştıracak olursak, Mısır Fatımi devleti de yardım vaadini yerine getirecektir” demiştir. Emir Şöklü'nün mektubunu alan Kutalmışoğlu, küçük kardeşi ve amcasının oğlu ile birlikte güneye inip bu sıralarda Taberiyye'de savaş hazırlıkları yapmakta olan Şöklü'ye katılarak Mısır Fatımi halifeliğini tanımış olduğunu da resmen açıkladı.
Böylece Suriye'de Sünni Bağdat Abbasi halifeliğine bağlı bulunan Atsız'a ve dolayısıyla onun metbuu olan Büyük Selçuklu sultanı Melikşah'a karşı, Şii Mısır Fatımi halifeliğini tanıyan ve içinde Selçuklu hanedanına mensup kimselerin de yer aldığı bir ittifak kurulmuş oluyordu. Öte yandan Şöklü'nün hazırlıklarını dikkatle izleyerek onun Kutalmışoğullarıyla da birleştiğini haber almakta gecikmeyen Atsız, süratle kuvvetlerini hazırlayıp Şöklü ve müttefiklerinin üzerine yürüdü. Taberiyye'de yapılan savaş sonunda müttefikler yenilgiye uğradılar (467/1075) . Emir Atsız; esir alınan Şöklü ve bir oğlunu derhal öldürmüş, fakat babalarını çok yaşlı olması sebebiyle serbest bırakmıştır. Şöklü'nün kaçmayı başaran öteki oğlu ise deniz yoluyla babasının müttefiki durumunda bulunan Mısır'a gitmiştir. Esirler arasında iki Kutalmışoğlu ile amcalarının oğlu da bulunuyordu. Selçuklu şehzadelerini muhafaza altına alan Atsız, durumu derhal Sultan Melikşah'a bildirmiştir.
Bu olayların vukuu sırasında, Anadolu'da başarılı fetih hareketlerinde bulunan Süleymanşah, Kuzey Suriye'ye inerek Mirdasoğulları emiri Nasr'ın yönetimindeki Haleb'i kuşatmıştır. Bunun üzerine Nasr, Halep yerli muhafız kuvvetleriyle ona karşı savaşmış, bu arada Süleymanşah'a, «Ben sultanın naibiyim, eğer sen ona itaat ediyorsan sana verilecek bir miktar mal ve paraya kanaat ederek bizden uzaklaş» şeklinde bir mektup gönderdi. Bunun üzerine Süleymanşah, kuşatmayı kaldırmış ve Humus'un güneydoğusundaki Selemiyye civarına gelip karargah kurmuştur. Ayrıca Emir Atsız'a bir ulak göndererek tutsak kardeşlerinin kendisine gönderilmesini istemiştir. Fakat Atsız verdiği cevapta: «Ben durumu Sultan Melikşah'a bildirdim, ondan gelecek cevabı beklemekteyim; eğer sultan, onları kendisine göndermemi emrederse, derhal gönderirim, yok eğer başka bir buyruk yollarsa ona göre hareket ederim» demek suretiyle Süleymanşah'ın isteğini yerine getirmemiştir. Gerçekten de bir süre sonra (Cemaziyelevvel 468 I Aralık-Ocak 1075-1076) Atsız, sultandan gelen emir üzerine, Kutalmışoğullarını bu sıralarda Bağdat şahnesi bulunan Aytegin es-Süleymani'ye göndermiş, o da bunları başkent İsfehan'a yollayıp sultana teslim etmiştir.
Emir Atsız, melikliğinin sınırlarını genişletmek maksadıyla harekatını sürdürerek Halep bölgesine gelmiş ve Asi ırmağı kıyısındaki Celali'de konaklamış, daha sonra Hama'nın batısında bulunan Mirdasoğullarının elindeki Rafeniyye'ye ulaşıp burasını işgal ederek kardeşi Çavlı'ya vermiştir. Daha sonra Atsız, bu bölgelere kuvvetler gönderip akınlarda bulunmuş, bu arada Halep yakınlarına kadar ilerleyerek şehir emiri Nasr'a elçiler gönderip babası Mahmud'dan kalan mal ve paralardan bir bölümünü istedikten başka, yönetiminde bulundurduğu memleketleri kendisine teslim etmesini bildirmiştir (468/1075-1076) . Fakat aralarında yapılan anlaşma gereğince Atsız, onbeşbin altın karşılığında bu isteklerinden vazgeçip sürekli olarak kontrol altında tuttuğu Dımaşk'ı kuşatmaya gitmişse de başarı sağlayamamıştır.
Bunun üzerine Atsız, hala Mısır Fatımilerinin hakimiyetinde bulunan Trablusşam ve Sur şehirlerini kuşatarak çok geçmeden iki şehri de ele geçirmeyi başarmıştır. Bununla birlikte Atsız, Sur valisinin “Oğuzların şehre girmeleri, getirdikleri malları satıp istedikleri şeyleri satın alabilmeleri, fakat şehirde gecelememeleri ve Fatımiler adına okunan hutbenin değiştirilmemesi” şeklindeki anlaşma şartlarını kabulde hiç bir mahzur görmemiştir. Esasen Sünni Bağdat halifeliğine bağlı olan Atsız'ın, hutbeyi değiştirmemeyi kabul etmesi, gerçekten önemli bir olaydır. Onun bu anlaşmada, oldukça müsamahalı davranması yanında, Filistin'de kurduğu Selçuklu melikliğinin sınırlarını genişletmesi, özellikle iktisadi hayatın canlanıp gelişmesini ön plana almış olduğu görülüyor.
2 - Dımaşk'ın Fethi:
Kudüs, Remle, Taberiyye, Trablusşam, Sur, Akka, Humus ve Rafeniyye gibi Filistin ve Suriye'nin önemli şehir ve kalelerini ele geçirmek suretiyle Selçuklu melikliğinin sınırlarını genişletmekte olan Emir Atsız, bu defa, Suriye'nin merkezi durumunda bulunan ve Fatımi hakimiyetinin hüküm sürdüğü Dımaşk üzerine yürüdü. Bu önemli şehrin fethini gerçekleştirmek isteyen Atsız, şehrin bir an önce düşmesini sağlamak maksadıyla şehre yiyecek maddelerinin ulaştırılmasına engel olmuş ve yollardaki konak yerlerini de tahrip etmişti. Ancak Atsız, Fatımi kuvvetlerinin şiddetle direnmesi karşısında başarılı olamayıp geri çekilmiştir (463/1070-1071). Bununla birlikte o, Suriye'nin hatta Orta Doğu'nun önemli ticaret ve kültür merkezi durumunda olan Dımaşk'taki Fatımi hükümranlığına son vermek gayesiyle, devamlı olarak her yıl, özellikle hasat mevsimi şehri yağma ve tahrip akınlarına uğratıyordu. Gerçekten bu akınlar neticesinde Dımaşk'ın savunma gücü gittikçe zayıflamış, iktisadi düzeni bozulmuş ve bu sebeple halkın büyük bir kısmı göç etmek zorunda kalmıştır. Suriye ve Filistin'in öteki şehir ve kalelerinin fethi ile uğraşması sırasında da Dımaşk'ı kontrol altında tutan Emir Atsız, Ramazan 467 (Nisan-Mayıs 1075)'de Dımaşk üzerine yeniden yürüyüp kuşatmaya başlamış, fakat Fatımi valisi Mualla b. Haydere'nin şiddetle direnişi karşısında, bu defa da başarılı olamadan kuşatmayı bırakıp geri çekilmiştir (Şevval 467 / Mayıs··Haziran 1075) .
Öte yandan Dımaşk'ta bir iktidar değişildiği oldu; halka ve askerlere zulmeden Vali Mualla'ya karşı askerler başkaldırmış, şehrin yerli muhafızları ve halk da onlarla birlik olmuşlardı. Bu durum karşısında artık Dımaşk'ta kalmanın kendisi için hayati bir tehlike arzettiğini anlayan Mualla, Zilhicce (Temmuz-Ağustos) ayında gizlice Mısır'a kaçtı.
Valinin Dımaşk'tan kaçması üzerine Fatımi komutanları toplanarak başkomutanlığa Berberi asıllı Rezinüddevle lakaplı İntisar b. Yahya el-Masmudi'yi getirmişlerdir. İhtilalci kuvvetler komutanı İntisar, ilk iş olarak şehri Atsız'ın herhangi bir ani saldırısından koruma ve yıllardır uyguladığı ablukayı kırma hazırlıklarına girişmiştir. Halk İntisar'ın bu önlemlerine son derece sevinmiş ve ona karşı büyük bir güven ve bağlılık göstermişlerdir. Fakat bu durum ancak Muharrem 468 (Ağustos 1075) tarihine kadar sürmüştür. Çünkü İntisar, ablukayı kıramadığı gibi, Mısır Fatımi devleti, içinde bulunduğu buhran nedeniyle ihtilalden sonra da Mısır'a tabi olmayı sürdüren Dımaşk'a yardım gönderecek durumda değildi. Bütün bunlardan başka Emir Atsız'ın şehri abluka altında tutmayı şiddetle sürdürmesi sebebiyle şehir içinde yiyecek stokları erimiş ve büyük bir sıkıntı başgöstermişti. Şehrin yeniden İntisar'dan önceki duruma düşmesi dolayısıyla halkın desteğini sağlayan yerli muhafız kuvvetleri ile ordunun arası açılmıştı. Öte yandan uyguladığı planlar sonucunda Dımaşk'ın içine düştüğü bu sıkışık durumu yakından izleyen ve böyle bir zamanı beklemekte olan Atsız, derhal harekete geçerek şehri üçüncü defa kuşatmaya başladı (Şaban 468 / Mart-Nisan 1076). Bu arada o, kan dökülmemesi ve şehrin daha fazla tahribe uğramaması için, İntisar'a elçiler göndererek şehrin barış yoluyla kendisine teslimini istemiştir. Atsız'ın bu teklifini kabul eden İntisar ve şehrin ileri gelenleri, şehri kalesi ile birlikte ona teslim etmişlerdir (Zilkade / Haziran-Temmuz 1076) . Kuvvetleriyle birlikte şehre giren Atsız, Ulu Cami'de 5 Zilkade Cuma günü ilk defa Sünni Bağdat Abbasi halifesi el-Muktedi Billah, Selçuklu sultanı Melikşah ve daha sonra kendi adına hutbe okutmuş, ezanlardaki «Hayya ala hayri'l-amel» ibaresini kaldırtmıştır. Böylece Suriye'nin bu önemli şehrinde de Fatımi hakimiyeti sona ermiş oldu. Emir Atsız, melikliğin başkentini Kudüs'ten Dımaşk'a nakletti.
Emir Atsız, Dımaşk Fatımi komutanı İntisar'ın, şehri kendisine barış yoluyla teslimine karşılık, Banyas ve Yafa'nın yönetimini ona vermiştir. Atsız, Dımaşk'ın fetih haberini Bağdat'a özel bir ulak göndererek halifeye bildirdikten sonra şehrin içine düştüğü durumu düzeltmek, halkı refah ve mutluluğa kavuşturmak için birtakım önlemler almaya başladı. Bu maksatla o, şehre bol miktarda yiyecek maddeleri getirmiş, çiftçilere tohumluk hububat dağıttırarak süratle ekime başlamalarını emretmiş, geniş çapta yağma ve tahribe uğrayan şehrin; özellikle konak yerlerinin onarımına girişmiş, uzun süreli bir savaş sonucunda perişan bir duruma düşen halka iyi ve mutlu bir yaşam sağlama yolunda büyük çabalar göstermiştir. Bütün bu önlemlerin tabii bir neticesi olarak şehirde fiyatlar ucuzlamış ve her şey normale döndüğü için, buradan göç etmiş olan aileler de yeniden memleketlerine dönmüşlerdir.
3 - Mısır Seferi:
Emir Atsız, fetihlere başladığı 1071 yılından 1076 yılına kadar Filistin ve Suriye'nin, Askalan ve Yafa dışında, başta Kudüs ve Dımaşk olmak üzere en önemli şehirlerini fethederek Selçuklu melikliğinin sınırlarını genişletmişti. Böylece bu ülkelerdeki Fatımi hakimiyetine son vermek suretiyle gerek askeri, gerekse iktisadi bakımlardan melikliğini daha kuvvetli bir duruma getirmeyi başaran Atsız, bu defa Şii Mısır Fatımi devletine son vermek için, Mısır'a bir sefer düzenlemeye karar verdi. Esasen onun bu düşüncesi, tabi olduğu Büyük Selçuklu İmparatorluğu'nun Mısır politikasına da uygun düşüyordu. İbn Müyesser'in verdiği bilgilere göre, Vezir Bedrülcemali'nin tenkil hareketlerinden kurtulmayı başaran İldenizoğlu, bir miktar asker ve babasının hazinesi ile Mısır'dan kaçıp Suriye'ye gelerek Emir Atsız'a sığınmış ve Mısır hakkında geniş ve ayrıntılı bilgiler verdikten sonra onu, Mısır'ı fethetme konusunda ikna ve teşvik etmiştir. Özellikle Fatımi devletinin içinde bulunduğu oldukça tehlikeli boyutlara ulaşmış olan buhran, Atsız'ın Mısır'a bir an önce sefer yapma kararını vermesinde önemli bir unsur olmuştur. Bununla birlikte Mısır'da durum, halife lehine, süratli bir değişme göstermiştir. Halife el-Mustansır, devlet yönetimine hakim hale gelen karışıklıklara son vermek gayesiyle, Akka valisi Bedrülcemali'yi gizlice Mısır'a çağırarak vezir yapmak suretiyle yönetimi ona teslim etmiştir. Aslen Ermeni olan ve Suriyeli Emir Cemalüddevle b. el-Ammar'ın kölesi olması dolayısıyla bu adı alan Bedrülcemali, Dımaşk'ta iki defa Fatımi valiliği yapmış ve bu görevde büyük bir başarı kazanmıştır. Bedrülcemali, halifeyi baskı altında tutan ve kendisinin Mısır'a gelme sebebini anlamamış olan Türk, Arap, Zenci ve Berberilerden oluşan anarşi unsurlarını bir gecede yok etmek suretiyle yönetime hakim olarak devlet içindeki anarşiye son vermiş ve Mısır'ı sükuna kavuşturmada büyük bir çaba ve başarı göstermiştir.
Emir Atsız, Bedrülcemali'nin bu önlem ve çabalarına rağmen Fatımi ülkesinin iç karışıklıklardan henüz tamamen kurtulamadığı bir sırada (1076 yılı başları) Mısır'ın fethine girişti. Atsız, iki kardeşi ve Mısır'dan kaçıp kendisine katılan İldenizoğlu ile birlikte Türkmen ve Araplardan oluşan beşbin kişilik bir ordunun başında Suriye ve Fitistin'in kıyı bölgeleri boyunca ilerleyerek Mısır sınırlarına yakın bir Fatımi şehri olan er-Rif'e ulaştı. Atsız'la birlikte sefere katılan İldenizoğlu'nun; “Kahire ve Mısır'la boş yere uğraşma, eğer bu şehri alacak olursan Mısır'a da kesin olarak sahip olursun” demesi üzerine Atsız, elli güne yakın süren bir kuşatmadan sonra şehri fethetmiş, pek çok mal ve sayısız eşya ele geçirmiştir.
Bu sıralarda Fatımi ordusu, Said bölgesinde ayaklanan İsmaililerden Ubeydilerle savaşıyordu. Bu sebeple sıkışık durumda bulunan Bedrülcemali, Atsız'a yüzellibin altın göndereceğini bildirmek suretiyle onun muhtemel bir saldırısını önlemiş, bir yandan da onunla savaş hazırlıklarına girişmiştir. Said'de isyancıları tedip etmekte olan Fatımi ve Sudanlı kuvvetlerden bir kısmını doğu cephesine kaydırdığı gibi, hacca gitmek üzere gemilerle Kahire'ye gelen üçbin kişiye; «Düşmanı kovmak hacca gitmekten daha hayırlıdır» diyerek silah ve para vermiş onları da cepheye göndermiştir. Bu arada üçbin kişilik kuvvetiyle Emir Atsız'ın ordusunda bulunan Kelb kabilesi reislerinden Bedr b. Hazım, Bedrülcemali'nin daveti üzerine kuvvetleriyle birlikte Kahire'ye girip Fatımi ordusuna katılmıştır. Bütün bu önlem ve hazırlıklardan başka Bedrülcemali, babası ve bir kardeşinin öldürülmeleriyle sonuçlanan Taberiyye savaşından hemen sonra Emir Atsız'ın takibinden kurtulmayı başaran ve Mısır'a sığınan Emir Şöklü'nün adı belirtilmeyen babasından da faydalanma yollarını bulmuştur. O, Şöklü'nün babasından Atsız'ın ordusundaki Türkmenlerle ilişki kurmasını istemesi üzerine, derhal girişimlerde bulunan Şöklü'nün babası, Atsız'ın sert davranışlarından bıkan ve ondan nefret eden yediyüz Türkmen atlısını, çarpışma sırasında kendi yanlarına geçmeye razı etmeyi başardı. Bedrülcemali, savaş hazırlıklarının sonuncusu olarak da Atsız'dan ayrılıp kendisine katılan Bedr b. Hazım'ı kuvvetleriyle Atsız'ın ordusunun gerilerine kadar sızdırtarak gizlice pusuya yatırmıştı.
Öte yandan Emir Atsız, ordusuyla er-Rif'ten hareketle Kahire yakınlarına ulaştı (Cemaziyelahir 469 / Ocak 1077) . Bedrülcemali, Atsız'ın Mısır topraklarındaki harekatını durdurmak ve ayrıca Şöklü'nün babasının ilişki kurduğu Atsız'ın ordusundaki bir kısım Türkmenlerin Fatımi kuvvetlerine katılmalarını sağlamak için ikibin atlı göndermiş ise de bunlar, Selçuklu kuvvetleri tarafından kesin bir yenilgi ve bozguna uğratılmış, Atsız ordusundaki hiç bir Türkmen atlısı da Fatımiler tarafına geçme girişiminde bulunmamıştır.
Fatımi kuvvetlerinin bozgun halinde Kahire'ye dönmesi üzerine, gerek devlet yöneticileri, gerekse halk, Selçuklu ordusunun şehre yaklaşmış olması sebebiyle büyük bir paniğe kapılmışlardır. Köy ve kasabalarda oturan halkın büyük bir kısmı, Kahire'ye gidip ora halkıyla birlikte Halife el-Mustansır'ın sarayının önünde toplanarak bağırıp çağırmaya başlamışlar, kendilerinin ve memleketlerinin korunması hususunda tedbir alınmasını istemişlerdir. Bunun üzerine el-Mustansır, bir hadim aracılığıyla toplanan halka: «Ben de sizlerden biriyim; burada böyle ağlayıp sızlayacağınıza yüce Allah'a yöneliniz, ona yalvarıp yakarınız; mescit'lere, camilere devam ediniz; oruç tutup devamlı olarak namaz kılınız; içkiden ve kötülüklerden uzak durunuz; ola ki Allah, bize acır da başımıza gelen bu felaketi ortadan kaldırır şeklinde cevap vermiştir. Halifenin bu sözleri üzerine halk, cami ve mescitlere dolarak ünlü vaiz İbnü'l-Cevheri'nin nezaretinde dua ve niyazda bulunuyor ve devamlı Kur'an okuyorlardı. öte yandan Halife el-Mustansır ve veziri Bedrülcemali, Fatımi ordusunun yenilgisi halinde, İskenderiye'ye kaçmak için gemi ve tekneler hazırlatmakla meşgul idiler. İkiyüz atlı ile burada kendi yerine naip olarak bıraktığı oğlu ve Kelboğulları emirlerinden Mismar, kendisini karşılamış ve beraberindeki atlılarla şehir dışında kurulan çadırlara yerleşmişlerdir.
Bunu haber almakta gecikmeyen Kahire halkı, bu defa derin bir kin ve çığlıklarla yeniden sarayın önüne toplanarak: “Sen ve Bedrülcemali hazırlattığınız gemilerle kaçıp kurtulurken bizler burada yok olup gideceğiz” diye bağırmışlardır. Saraydan halife adına verilen cevapta; «Ben de sizinle birlikte burada kalacağım. Eğer Bedrülcemali gidecek olursa sizi kurtarmak için savaşa gidecektir. İşte gemiler burada duruyor. Ben, zaferi kazanacağımızdan eminim, bunun için Allah'a güvenim tamdır. Bizde bulunan eski kitaplardaki kayıtlara göre bu topraklar, doğudan gelen hiç bir kuvvet tarafından alınamayacaktır; kim gelirse yok edilecektir» denilmek suretiyle korku ve heyecanı son dereceye gelmiş olan halk kitlesi yatıştırılmaya çalışılmıştır.
Halkın gösterdiği panik karşısında ve öncü kuvvetlerin de yenilgisine rağmen soğukkanlılığını koruyan ve savaş hazırlıklarını bitiren Vezir Bedrülcemali, seher vakti ordusuyla birlikte Kahire kapılarına kadar ilerlemiş bulunan Selçuklu kuvvetlerine karşı harekata başladıysa da sayılarının çokluğundan endişe ederek onlarla başa çıkamayacağı kaygısına kapıldı. Öte yandan Bedr b. Hazım'ın saflarından ayrılmasıyla kuvvetlerinin sayısı üçbine inen Atsız, Fatımilerin sayıca çok üstün ordüsunun yaklaşmakta olduğunu haber alınca durumu müzakere için emrindeki emir ve komutanlarla bir toplantı yaptı. Yapılan uzun müzakerelerden sonra nihayet savaşa karar verildi.
İki ordu Kahire önlerinde karşılaştı. İlk saldırıya geçen Fatımiler oldu. Bizzat Bedrülcemali, Atsız ordusunun sağ kanadına saldırmış ve bu kanadı bozguna uğratmış, hemen sonra Sudanlı kuvvetler de Atsız'ın bulunduğu merkez hattına saldırarak bozguna uğratmışlardır. Bu iki kanattaki bozgun üzerine, sol kanatta bulunan ve Şöklü'nün babası vasıtasıyla ilişki kurulan yediyüz Türkmen atlısı, Atsız'ın saflarından ayrılıp Fatımi saflarına geçmişlerdir.
öte yandan İbn Hazım'ın komuta ettiği ikibin süvari de pusudan çıkıp saldırıya geçmiş, bu arada gerideki Türk ordugahı da ateşe verilmiştir. Fatımi kuvvetlerinin birbiri ardından gelen saldırıları, yediyüz Türkmen atlısının ihaneti sebebiyle bozgundan bir türlü kurtulup toparlanamayan Selçuklu kuvvetleri, yanan ordugah çadırlarını görünce tam bir panik halinde dağılmaya başlamışlardır. Bu meydan savaşında çok sayıda Türkmen askeri öldürülmüş, bir çokları da esir alınmıştır. Bu arada Emir Atsız'ın kardeşlerinden biri öldürülmüş, öbürünün de elleri kesilmiştir. Fatımiler, ayrıca üçbin at, onbin cariye ve çocuk, pek çok da mal ve giyecek ele geçirmişlerdir.
Emir Atsız, Kahire önlerindeki ağır yenilgiden sonra çok az bir kuvvetle melikliğin yönetimindeki Filistin'e geri döndüğü zaman burada hiç beklemediği olaylarla karşı karşıya kalmıştı. Şöyle ki; fethetmiş olduğu bu ülke şehirlerinin Arap asıllı askeri ve mülki erkanı, itaatten çıkarak kendisine karşı isyana hatta hutbeyi dahi değiştirerek eski metbüları olan Şii Fatımi halifeliği adına okutmaya başlamışlardı. Kahire bozgununu izleyen günlerde Emir Atsız'ın, bu ülkenin fethi uğruna giriştiği bütün siyasi ve askeri faaliyetler, sanki birden heba olup gitmiş gibiydi. Buradaki Selçuklu melikliğini büyük ölçüde zafiyete uğratan bu olumsuz neticenin en önemli sebebi, kısa zamanda çokaz bir askeri kuvvetle fethedilen Suriye ve özellikle Filistin'de mülki ve askeri bakımlardan oturmuş bir Selçuklu hakimiyetinin kurulamamış olmasıdır. İşte bu sebepledir ki, Emir Atsız'in askeri yönden zaafa düşmesinden yararlanan her iki şehrin Arap asıllı yöneticileri, yeniden eski metbüları Mısır Fatımilerine dönmekten ve onların hakimiyetlerini tanımaktan çekinmemişlerdir.
Kahire yenilgisinden sonra başkent Dımaşk'a gelmiş olan Atsız'ı, adeta yeniden fethedilmesi ve itaat altına alınması zorunlu bir duruma gelmiş bulunan Suriye ve Filistin şehirleri beklemekteydi. Bu durum karşısında Dımaşk'ta oturmanın yersizliğini anlayan Emir Atsız, kendisine isyan eden Suriye ve Filistin şehirlerinin genellikle Arap asıllı yöneticilerini yeniden itaat altına almak için askeri harekata girişmek zorunda kaldı. Bu sebeple o, Anadolu'dan kendisine katılmak üzere gelmiş olan Türkmen kuvvetleriyle Dımaşk'tan hareketle Kudüs üzerine yürüdü. Atsız ve yakın arkadaşları olan emirler, Mısır seferine çıkmadan önce ailelerini ve maddi varlıklarını sağlam ve güvenilir bir burç olan Davud burcunda bırakmışlardı. Fakat Kahire bozgununu izleyen günlerde isyancılardan şehir kadısı, komutanı ve şehrin diğer ileri gelenleri harekete geçip bu mal ve hazineye el koyarak kendi aralarında paylaştıktan başka kadın ve çocukları da esir alarak kendilerine köle yapmışlardır. Kuvvetleriyle şehir yakınlarına gelip karargah kuran Atsız, direnişi savaşla kırmak istememiş, bu sebeple isyancılara haber gönderip direnişi bırakmaları halinde eman vereceğini bildirerek teslim olmalarını istemiştir. İsyancılar onun bu teklifini reddederek savaşması gerektiğini bildirmişlerdir.
Buna rağmen Atsız, yine tedip harekatına girişmemiş, hatta bizzat şehir surlarına yaklaşıp onları isyandan vazgeçirmek için çok çaba göstermişse de başarılı olamamıştır. Tüm çabalarına rağmen isyancıları ikna edemeyen Atsız, onlarla bir gün bir gece savaşmışsa da şehre girmeyi başaramamıştır. Asiler Atsız ve arkadaşlarının ailelerinin bulunduğu Davud burcuna saldırmışlarsa da burayı ele geçirememişlerdir. Çok geçmeden Atsız'ın karısı, bu burcun şehir dışına bakan bir aralığından halat sarkıtarak onu ve bir kısım askerleri burca çıkarmayı başarmıştır. Atsız, askeriyle derhal harekete geçip kale kapılarını açtırmış, bunun üzerine şehri kuşatmakta olan kuvvetler de içeri girmişlerdir. Atsız, başta kadı olmak üzere suçluları hiç acımaksızın öldürmüştür. Çok geçmeden şehir halkı ve melikliğin ileri gelenleri Atsız'a itaatlerini bildirdiler. Onların bu davranışlarından son derece memnun olan Atsız, o yıl vergi toplattırmadığı gibi, halka pek çok ihsanlarda bulunmuştur.
dl Atsız'ın Sonu:
Emir Atsız, Kahire bozgununu izleyen günlerde, beraberindeki bir miktar kuvvetiyle Gazze ve Remle üzerinden melikliğin başşehri Dımaşk'a geldi (10 Receb 469 I 7 Şubat 1077). Atsız, isyancıları tedip ettikten sonra şehrin bozulan yönetimini yeniden düzenlemiş ve böylece şehirde asayiş ve sükunet sağlanmıştır. İsyancıları tedip harekatını sürdürmek maksadıyla Kudüs'ten Remle'ye gelen Atsız, burada hiç kimseyi bulamayınca yine kendisine isyan etmiş olan Gazze'ye girmiş ve şehirdeki isyancılar ile yandaşlarını öldürtmüştür. Daha sonra el-Ariş'e gelen Atsız, bir süre burada kalmış, er-Rif'e de bir miktar kuvvet göndererek şehri kuşatıp yörelerini yağmalattıktan sonra askerlerini toplayarak Yafa üzerine yürümüştür. Şiddetli bir kuşatmaya girişmesi üzerine Vali Rezinüddevle ve bir kısım halk, gizlice Sur şehrine kaçmak zorunda kalmışlardır. Emir Atsız, bundan sonra Yafa'nın bütün surlarını yıktırmıştır.
Emir Atsız, bu kanlı tedip hareketleri sonucunda özellikle Filistin'de kaybolan hükümranlığını yeniden kurmayı başarmıştır. Bu tedip harekatını izleyen günlerde Atsız, Bağdat'a Halife el-Muktedi Biemrillah'a gönderdiği bir mektupta; «Mısır'a yeniden yürümek istediğini, bu sebeple asker toplayacağını» bildirdikten sonra Dımaşk'a
dönmüştür. Bu sırada ihmal ve güvensizlik sebebiyle Dımaşk'ta korkunç bir sefalet ve felaket başgöstermiştir. Fakirlik, yokluk, hastalık ve yangınlar sebebiyle şehirden göç başlamış ve şehir nüfusu üçbine kadar inmiş, ikiyüzkırk ekmek fırınından ancak iki tanesi kalmış, fare çokluğu sebebiyle veba salgını başgöstermiş, bu yüzden bir çok insan hayatını kaybetmiştir. Bu sebeplerle şehrin çarşıları boşalmış, yiyecek maddeleri bulunmaz olmuştur. Bu konuda ilgili kaynaklarda ayrıntılı bilgiler yer almaktadır.
Suriye Selçuklu meliki Atsız'ın Mısır seferinde bozguna uğradığını haber alan Sultan Melikşah, onun çarpışmalar sırasında öldürülmüş olabileceği düşüncesiyle, bu sıralarda Arran valisi bulunan kardeşi Tacüddevle Tutuş'u Suriye ve Filistin Selçuklu Melikliği'ne atamıştır. Ağabeyinin atama menşurunu alan Tutuş, Gence'den Diyarbekir bölgesine geldiği zaman Atsız'ın ölmeyip sağ salim Suriye'ye geri döndüğünü; kendisine başkaldıran Filistin ve Suriye şehirlerini tediple uğraştığını haber almış ve durumu derhal Melikşah'a bildirmiştir. Bunun üzerine sultan, Suriye'ye yönelmiş olan Tutuş'tan Atsız'ın yönetimindeki Orta Suriye ve Fillstin'e (Şamü'l-A'la) yürümemesini, Halep bölgesine (Şamü'l-Esfel) yönelmesini istemiştir.
Emir Atsız'ın Kahire bozgununu izleyen günlerde, özellikle Filistin'in Mısır Fatımileri lehine giriştikleri sonuçsuz ayaklanma hareketleri, vezaret makamına getirilen Bedrülcemali'nin büyük çabalarıyla durumu oldukça düzelmiş olan Fatımi devletinin Filistin ve Suriye'yi geri alma ümitlerini kamçılamış bulunuyordu. Bu sebeple Bedrülcemali, 470 (1077 -1078) yılında Nasruddevle el-Cüyuşi'nin komutasında Suriye'ye bir ordu gönderip Dımaşk'ı kuşattırdıysa da Atsız'ın şiddetle direnmesi sonucunda çok geçmeden Mısır'a geri dönmek zorunda kalmıştır. Bu başarısız sefere rağmen Bedrülcemali, Filistin ve Suriye'yi geri alma çabalarından vazgeçmek istemiyordu. Bu sebeple o, iki yıl sonra (Rebiülahir 472 ! Ekim 1079) Mısır'da bulunan bir miktar Türkmen, Arap, Berberi, özellikle Sinhaceliler ve Aşağı Mısır'da yerleşmiş olan bir kısım Hafaceoğulları kabilesi kuvvetlerinden meydana getirdiği kalabalık bir orduyu, yine Nasruddevle'nin komutasında Suriye'ye gönderdi. Bu ordu, önce Filistin'i işgal ettikten sonra Dımaşk'a yönelip şehri kuşattı. Bu sırada kentte bulunan Atsız, kalabalık Fatımi ordusu karşısında şehri savunmakta oldukça güçlük çekmekteydi. Beraberindeki kuvvetlerle Fatımi ordusunu uzaklaştıramayacağını anlayan Atsız, bu sıralarda Haleb'i kuşatmakta olan Tutuş'a başvurarak yardım isteğinde bulunmuş ve ayrıca şehri kendisine teslim edip hizmetine gireceğini bildirmiştir. Atsız'ın bu yardım çağrısını tereddütsüz kabul eden ve dolayısıyla bütün Suriye ve Filistin'e tek başına hakim olma emellerini gerçekleştirmeyi ön plana alan Tutuş, derhal Halep kuşatmasını bırakarak kuvvetleriyle birlikte Dımaşk'a hareket etti. Öte yandan Tutuş'un gelmekte olduğunu haber alan Fatımi komutanı Nasruddevle, derhal kuşatmayı kaldırıp Sur ve Remle üzerinden süratle Mısır'a geri dönmüştür. Çok geçmeden Tutuş, Dımaşk'a yaklaşmış, Atsız kendisini Azra çayırlığında karşılayarak itaat arzetmiş ve Dımaşk'ı ona vermiştir. Böylece şehre giren Tutuş, Atsız ve kardeşinin kendisine karşı birtakım kuşkulu hareket ve davranışları sebebiyle onları tutuklatmış, çok geçmeden de önce kardeşini, daha sonra Atsız'ı yayının kirişi ile boğdurtmak suretiyle öldürtmüştür.
2 - TACÜDDEVLE TUTUŞ DEVRİ
al Tutuş'un Suriye'ye Atanması:
Sultan Melikşah, Emir Atsız'ın Kahire savaşında ölmüş olabileceği düşüncesi ile Arran bölgesindeki Gence şehrinde vali olan Tacüddevle Tutuş'u, yönetimi ele alıp fethi tamamlaması için Suriye'ye atamış, hatta Mısır ve Mağrib'i de almasını kendisine bildirmişti (470/1077-1078) . Ayrıca sultan, Bekçioğlu Afşin, Sunduk et- Türki, Demleçoğlu Muhammed, Tutu (Dudu) oğlu, Birikoğlu, Türkman et-Türki, Aytegin es-Süleymani ve adları belirtilmeyen daha bazı Türkmen beyleri ile vasal Musul emiri Şerefüddevle Müslim ile Kilaboğulları kabilesi kuvvetleri ve nihayet bu sıralarda katında bulunan Haleb Mirdasi tahtı müddeisi Emir Vessab ile Mübarek b. Şibl ve Hamid b. Zugayb'a, Tutuş'un emri altına girmelerini bildirmiştir. Sultan Melikşah'ın, Suriye'ye ataması konusundaki emrini alan Tutuş, derhal Gence'den ayrılıp yolda kendisine ilk olarak katılan Emir Vessab, Mübarek b. Şibl ve Hamid b. Zugayb olduğu halde, Diyarbekir bölgesine geldiği zaman adları geçen Türkmen beyleriyle memlük emirlerden Hacib Aytegin es-Süleymani de kendisine katılmışlardır.
Fakat henüz Diyarbekir'de bulunduğu sıralarda Emir Atsız'ın Kahire savaşında öldürülmüş olmayıp Suriye ve Filistin'e sağ salim geri dönerek kendisine başkaldıran her iki şehri itaat altına almakla meşgul olduğunu haber alan Tutuş, derhal durumu sultana bildirdikten başka, emrindeki kuvvetlerin azlığı sebebiyle ondan asker yardımında bulunmasını istemiştir. Fakat öte yandan Tutuş'un Suriye'ye atandığını ve dolayısıyla yönetimi ele almak üzere, buraya gelmekte olduğunu öğrenen Emir Atsız'ın sultana durumu aydınlatan bir mektup göndermesi üzerine Melikşah, Tutuş'a bir mektupla «Atsız'ın yönetimindeki Yukarı Suriye'ye yürümeyip Halep bölgesine yönelmesini» bildirdi.
Sultan Melikşah'ın bu ikinci buyruğunu alan Tutuş, beraberindeki kuvvetlerle Fırat ırmağını geçtikten sonra Safer 468 (Eylül/Ekim 1075) 'de Ahmedşah'ın yardımlarıyla Bizans'tan Mirdasoğullarına geçen Menbiç üzerine yönelmiş, bir süre kuşatmadan sonra burayı ele geçirmiştir Daha sonra Tutuş, kendisine katılan Kilaboğulları kabilesi kuvvetleri ve Musul emiri Müslim ile birlikte Mirdasi emiri Sabık'ın yönetimindeki Haleb'e yürüyüp kuşatmaya başladı ( 470 sonları/1078). Tutuş'un emrinde çok sayıda Türkmen ve Arap kuvvetlerinin bulunmasına rağmen Sabık ve Ahmedşah'ın savundukları Halep şehri üç aydan fazla bir süre kuşatıldığı halde alınamamıştı. Çünkü Müslim, Araplara karşı ciddi olarak savaşmıyor, hatta gizlice Şabık'ın yanına gidip Tutuş'la savaşı sürdürmesi için ona cesaret verdiği gibi Tutuş'un komutası altında bulunan Kilaboğulları kabilesine mensup askerleri, Türklerle birlikte kendi soydaşlarına karşı savaşmaları dolayısıyla ayıplıyor ve savaşmamalarını tavsiye ediyordu. Müslim'in bu faaliyetleri neticesinde çok sayıdaki Kilaboğulları kuvvetlerinin büyük bir bölümü, kuşatmayı bırakıp Tutuş'un hizmetinden ayrılmışlardır.
Müslim Emir Sabık ve Kilaboğulları askerleriyle olan ilişkilerinin Tutuş tarafından öğrenilmesi üzerine, kuşatmadan ayrılmak için ondan izin istemiştir. Müslim'in bütün bu faaliyetlerini yakından izleyen Tutuş, onu huzuruna çağırarak: «Sen, bana yardıma mı, yoksa onları maddi ve manevi yönden desteklemeye mi geldin? Yurduna geri dön, artık sana ihtiyaç duymuyorum» diyerek onu azarlamış ve hizmetinden kovmuştur. Bunun üzerine kuşatmayı bırakan Müslim, bir ara, beraberinde bulunan bol miktarda yiyecek maddelerini Halep halkına sattırmış ve böylece onları yeniden takviyeden geri kalmamıştır. Ayrıca Tutuş'un saflarından ayırmayı başaramadığı Kilaboğulları kabilesi emirlerinden Mübarek, Vessab ve Şebib'e; Tutuş'un yanında ihtiyatlı bulunmalarını, ve Haleb'e Emir Sabık'a katılmalarını tavsiye ettikten sonra Musul'a gitmek üzere Sincar'a hareket etmiştir. Öte yandan Halep kuşatmasını sürdüren Tutuş'un, Müslim'in kışkırtmaları yüzünden emrinde çok az sayıda Kilaboğulları kuvveti kalmıştı. Şehirde kuşatılan Sabık, bu kuvvetlere bir mektup gönderip: «Ben, sizin yurdunuzu, namus ve şerefinizi korumak için çaba göstermekteyim. Eğer bu ülke Tutuş'un eline geçerse o zaman buradaki Arap hakimiyeti sona erer ve Araplar da zelil olur» demek suretiyle onları kendi tarafına çekmek için çaba göstermiştir. Bunun sonucu olarak geri kalan Kilaboğulları kabilesi kuvvetleri, Türkmenlerle aralarının açılmasıyla sonuçlanan birtakım olaylar sebebiyle Tutuş'un ordusundan ayrılıp, bir çoklarının öldürülmelerine rağmen Haleb'e kaçarak Sabık ile birleşmişlerdir.
Böylece geri kalan Kilaboğulları kuvvetlerini de kendi yanına çekmeyi başaran Emir Sabık, bir kısım Türkmen atlısıyla Bahaüddevle Türkmen et··Türki adlı bir Türkmen beyinin Haleb'in alınması için Tutuş'a yardıma gelmekte olduğunu haber almıştı. Bu Türkmen kuvvetlerinin Tutuş'a katılması halinde, Halep için durumun daha da ciddi olacağını düşünen Emir Sabık, bir gece, gizlice Kilaboğulları kabilesi emirlerinden Mansur b. Kamil'i Kilaboğulları kabilesi emirlerinden Ebu Zaide Muhammed'e göndererek ona içinde bulunduğu sıkışık durumu anlatmış ve kendisine yardıma gelmesini, bunu ihmal etmesi halinde ise Arap hükümranlığının sona ereceğini hatırlatmıştır.
Durumu öğrenen Ebu Zaide, Nümeyr, Kuşeyr, Kilab ve Ukayloğulları kabilelerinden binden fazla atlı ve beşyüz yaya toplamayı başarmıştır. Bizzat kendisinin yönettiği bu kuvvetler, Haleb'e yardıma gitmek üzere, Menbiç ile Halep arasında bulunan Butnan vadisine geldiler. Bu sıralarda Türkman et-Türki, beraberinde bin Oğuz atlısı ve Halep kuşatmasında kullanılmak üzere birtakım silah ve cephane olduğu halde, kuşatmayı sürdüren Tutuş'a yardıma gitmek maksadıyla Fırat ırmağı yörelerine ulaşmış bulunuyordu. Tam bu sıralarda Ebu Zaide, kalabalık kuvvetlerle Türkmen Bey'e saldırarak onunla savaşmış, bir kısım askerlerini öldürüp bir kısmını da esir aldıktan başka, hem öteki Türkmen askerlerini, hem de bunların korunması altında Haleb'e gitmekte olan tacirlerin mallarını yağma etmiştir. öte yandan kendisine yardım kuvveti ve savaş malzemesi getiren Türkman Bey'in çeşitli Arap boy ve oymaklarının saldırısına uğrayıp tamamen yağma edildiğini haber alan Tutuş, bunun öcünü almak maksadıyla Kilaboğulları kabilesi üzerine yürümek için bir miktar asker ile bütün ağırlıklarını bırakıp Halep kuşatmasından ayrılmıştır. Daha sonra Fırat ırmağını geçen Tutuş, kendisine karşı cephe almış olan Müslim'i yola getirmek gayesiyle onun hakimiyetindeki topraklara saldırmak istemişse de onun da kendisine karşı askeri hazırlıklar yapmakta olduğunu öğrenince bundan vazgeçerek Diyarbekir bölgesine yönelmiştir.
Selçuklu İmparatorluğu'nun tabilerinden olan Mervanoğulları ailesinin yönetiminde bulunan Diyarbekir bölgesinde birtakım akınlara girişen Tutuş, Müslim'in bu defa da Mervanoğullarıyla; onları savunmak ve askerlerine maddi yardım yapmak üzere birlik olmasına son derece kızmış ve durumu derhal Sultan Melikşah'a bildirip ondan yardım istemiştir. Bunun üzerine sultan, devlete karşı düşmanca davranışlara girişen Müslim'in durumunu iyice öğrenmek için Tutuş'un beraberinde bulunan Aytegin es-Süleymani'yi yanına çağırmıştır
471 ortaları (1078-1079). Böylece Tutuş, özellikle Müslim'in bütün Suriye ve F'ilistin'e hükümran olma yolundaki gizli emelleri dolayısıyla, kendisine karşı başta Halep emiri Sabık olmak üzere, öteki bütün Arap boy ve oymaklarıyla birleşmesi sonucunda, başarıya ulaşamamış ve giriştiği bu ilk teşebbüsler de böylece sonuçsuz kalmıştır.
Tutuş'un Selçuklu Melikliğine Hakim Olması:
Tutuş, Büyük Selçuklu İmparatorluğu'nu metbu tanıyan Mervanlı emirliğine tabi Diyarbekir bölgesinde birtakım askeri hareketlerde bulunmak suretiyle 1079 yılı kışını burada geçirdikten sonra ilkbaharda yeniden Kuzey Suriye'ye yöneldi. Fakat bu defa o, hareket planını değiştirerek doğrudan doğruya Halep üzerine yürümeyip şehre bağlı köy ve kaleleri ele geçirmeye çalıştı. Bu yeni harekatı uygulamaya başlayan Tutuş, Fırat ırmağını geçerek Haleb'in önemli kalelerinden birine sahip olan Menbic'i teslim aldıktan sonra daha güneyde bulunan el-ll'aya ve ed-Deyr kalelerini de işgal ederek buralara asker yerleştirmiş ve Buzaa kalesi üzerine yürümüştür.
Kilaboğulları kabilesi, reislerinden Şibl b. Cami'in yönetimindeki bu kalenin yöneticilerinden birisi, daha önce buradaki Türkrnen askerlerinin büyük bir kısmını öldürtmüştü. Bu sebeple Tutuş, bu kaleyi şiddetle kuşatmış ve çok geçmeden kılıç zoruyla ele geçirdikten sonra öldürülen Türkmenlerin öcünü aldığı gibi askerlerinin yağmalarına da izin vermiştir. Bu kaleye de bir miktar asker yerleştiren Tutuş, Haleb'in kuzeyinde büyük ve ünlü bir kaleye sahip olan Azaz üzerine yürüyüp kuşatmaya başladı. Tutuş, vali İsa'nın direnişe geçmesi üzerine, askerlerine saldırı emrini vermiş ve kale düşmek üzereyken, bir kısım halkın Tutuş'a gelip savaşı durdurması halinde teslim olacaklarını bildirmeleri üzerine onlara eman verilmiş ve evlerine dönmeleri bildirilmiştir. Böylece Azaz'ın da işgalinden sonra Tutuş, Cibrin Kürastaya'yı fethetmiştir.
Tutuş'un bu askeri harekatı sırasında, daha önce Tutuş'a karşı Halep emiri Sabık'la işbirliği yaptığını gördüğümüz Emir Ebu Zaide Muhammed, bir gece kuvvetleriyle Halep'ten çıkarak Kermin çiftliğine gelmiş ve burada bulunan elli Oğuz atlısına saldırarak çoğunu öldürmüş, mal ve eşyalarını alarak yeniden Haleb'e dönmüştür. Bunun üzerine Tutuş, geceleyin kuvvetleriyle beraber Cibrin Kurastaya'dan ayrılıp sabaha kadar süratle hareket ederek Halep yörelerine gelmiş ve akınlara başlamıştır. Haleb'in Kuvayk çayı yakınlarındaki mesire yerlerinden olan el-Hunnakiyye'de, Ebu Zaide ve amcaoğlu Şibl b. Cami'in yönettiği Halep askerleriyle yaptığı çarpışmalarda Tutuş, başarılı olamamıştır.
Haleb'e hakim olabilmek maksadıyla giriştiği bu ikinci askeri harekatı sırasında Tutuş, Nasruddevle el-Cuyuşi komutasında gönderilen kalabalık Fatımi ordusunun Dımaşk'ı kuşatması üzerine güç; durumda kalan Emir Atsız tarafından yardıma çağrıldı. Bunun üzerine Tutuş, Halep kuşatmasını bırakarak Afşin Bey ile Dımaşk'a hareket etti.
Öte yandan şehre giren Tutuş, Emir Atsız'ı öldürdükten sonra başta Dımaşk olmak üzere, onun hakimiyetinde bulunan Suriye ve Filistin'in tek hakimi durumuna geçmiştir (471-472/1079). Şehir ve kaledeki bütün hazinelere el koyan Tutuş, Atsız'ın askerlerini de kale ve burçlardan çıkartmıştır. Her yönden bitkin bir duruma gelmiş olan Dımaşk halkına adil davranmış ve çok yararlı işler yapmıştır. Şehirde imar faaliyetlerine girişmiş, tarlalarda ekim yapılmasını, yolların emniyet altına alınmasını sağlamış, dolayısıyla ticaret kervanları da şehre gelip gitmeye başlamışlardı. Böylece halkın yaşamı da normale dönmüş ve çeşitli sebeplerle göç eden bir kısım halk yeniden gelip şehirde ikamete başlamışlardır.
Tutuş, Dımaşk'ta yönetimi ve sosyal hayatı düzene soktuktan kısa bir süre sonra Filistin'e bir miktar kuvvet gönderip Atsız'ın naiplerinin yönetimindeki Kudüs'ü kuşattırmıştır. Bu sırada Kudüs'teki Davud burcunda Emir Atsız'ın para ve hazinesini korumakla görevli olan ve adı belirtilmeyen bir yakını oturmakta idi. Şehir çok geçmeden Tutuş'un kuvvetlerine teslim olmuş ve böylece Kudüs ile Atsız'ın yönetiminde bulunan Filistin'in öteki şehirleri de Tutuş'un hükümranlığını tanımışlardır.
Suriye Selçuklu melikliği, Büyük Selçuklu İmparatorluğu'nu genel olarak metbu tanımıştır. Esas itibariyle devletin kurucusu olan Atsız, metbu - tabi statüsünde herhangi bir problem ortaya çıkarmamıştır. Tacüddevle Tutuş ise Sultan Melikşah'ın ölümüne (1092) kadar Melik ünvanını kullanmıştır. Bununla "birlikte Tutuş, 1085 yılı başlarında, kendisini Büyük Sultan olarak tanıyacak, büyük bir Türkmen kitlesine hakim olan hizmetindeki Artuk Bey ve vasal Musul emiri Şerefüddevle Müslim ile bir ittifak yapmaktan geri kalmamıştır. Bu antlaşmaya göre müttefikler, Sünni Bağdat halifeliğiyle ilişkilerini kesip Şii Mısır Fatımi halifeliğine bağlanacaklardır. Sözkonusu antlaşma, uygulama safhasına konamamış olmasına rağmen o devir Türk-İslam dünyası için gerçekten büyük önem taşımış olmalıdır. Buna göre; metbu bir devletin meliki olan Tutuş, Şii Fatımi halifeliğine bağlı ve Sultan Melikşah'a karşı yeni bir siyasi kuruluşun Büyük Sultanı olmaya karar vermiştir. Bununla birlikte Tutuş, bu teşebbüslerine rağmen metbu tanıdığı Büyük Selçuklu İmparatorluğuna karşı hiç bir zaman çatışmaya girişmediği gibi, çeşitli vesilelerle Sultan Melikşah'a tabiliğini bildirmekten de geri kalmamıştır.
Devrindeki Olaylar :
1 -·- Suriye Hakimiyeti İçin Tutuş-Müslim Mücadelesi:
İkinci defa Kuzey Suriye harekatına girişen ve Haleb'i kuşatmakta olan Tutuş'un, Emir Atsız'ın yardım çağrısı üzerine kuşatmayı bırakıp Dımaşk'a gitmesini izleyen günlerde, kuşatma sebebiyle güç duruma düşen Halep halkı; Musul'daki Müslim'e bir heyet göndererek şehri kendisine teslim edeceklerini bildirdiler. Buna karşı Sabık ve kardeşinin, Mirdasi ailesinin sonu demek olan şehrin teslimi durumuna pek yanaşmak istemedikleri anlaşılıyor. Fakat Sabık, muhaliflerinin çokluğu ve kuvveti karşısında fazla bir kudret gösterememekle birlikte Tutuş'un yeniden kuzeye yönelip Haleb'i almak istemesine de pek ihtimal vermiyordu. Fakat çok geçmeden durum onun düşündüğünün aksine oldu: Tutuş, Dımaşk'a hakim olup şehir işlerini düzene koyduktan sonra Haleb'e yürümek üzere askeri hazırlıklara girişmişti.
Bunu haber alan Sabık, Müslim'e bir mektup göndererek ona Hama, Maarra ve Kefertab'ı vermeyi teklif etti. Halep şehrinin bu çağrısına, metbuu bulunduğu Sultan Melikşah'ın izni olmadan olumlu bir cevap vermeye ve harekete geçmeye cesaret edemeyen Müslim, Halep yönetimine hakim olma faaliyetine meşruiyet kazandırmak maksadıyla oğlunu (zira bu çocuk, Melikşah'ın halası Safiye Hatun'dan olma idi) İsfehan'a göndermiş ve Haleb'e sahip olmak için sultandan izin istemiş, ayrıca “İmparatorluk hazinesine yıllık üçyüzbin altın göndereceğini” bildirmiştir. Onun bu teklifini kabul eden sultanın, ona Haleb'i kendi yönetimine alması konusunda bir tevki göndermesi üzerine derhal harekete geçen Müslim, başta Kilaboğulları ve Nümeyroğulları olmak üzere, kendisine katılan kalabalık Arap kabileleri kuvvetleriyle Balis üzerinden Halep önlerine gelmiştir (16 Zilhicce 472 / 8 Haziran 1080).
Sabık, Müslim'in hiç beklemediği bu hareketiyle karşılaşınca derhal şehir kapılarını kapattırmış ve iç kaleye çekilerek direnişe başlamıştır. Sabık'la birlikte daha önce Tutuş'a karşı Müslim'le işbirliği yapan iki kardeşi Vessab, Şebib ve Halep reisi Nakibü'l-Ahdas Şerif Hasan b. Hibetullah el-Haşimi el-Huteyti de bulunuyordu. Şehir yöneticilerinin bu tutumlarına karşı, özellikle yiyecek bakımından güç duruma düşen halk, şehrin bir an önce, bol miktarda yiyecek maddesiyle Halep önlerine gelen Müslim'e teslim edilmesini istiyordu. Şehir yöneticileriyle halk arasında çıkan anlaşmazlık sürerken Halep emirliğine ait kuvvetlerle Halep- Antakya arasındaki Beytü Laha kalesinde oturan ve Emir Sabık'a karşı olan Türkmenlerle savaşırken esir alınan Halep reisi el-Huteyti'nin oğlu Ebu Mansur, Ahmedşah'ın arkadaşlarından Kutluğ'un yanında bir süre esir olarak kaldıktan sonra Halep önlerinde karargah kurmuş olan Müslim'in isteği üzerine, Türkmenler tarafından kendisine teslim edilmiştir. Şehri ele geçirmek için büyük bir fırsat yakalayan Müslim, huzuruna getirilen Ebu Mansur'a hil'atler verip onunla yaptığı gizli anlaşma gereğince onu, şehrin kendisine teslimini sağlamak üzere salıverdi. Derhal Haleb'e giren Ebu Mansur'un babası Şerif el- Huteyti'ye durumu anlatması üzerine, şehir kapıları Müslim'e açıldı. Kuvvetleriyle hiçbir direnişle karşılaşmaksızın şehre giren Müslim, münadiler vasıtasıyla Haleb'e hakim olduğunu halka bildirdi (26 Zilhicce 472 I 18 Mayıs 1080) . Daha sonra Müslim, kendisine şehri almada bağlılık ve sadakat göstermiş olari muhafız kuvvetlerine hil'atler vermiştir.
Müslim, dört ay süren bir kuşatma sonunda, Rebiülahir 473 (Eylül/Ekim 1080) tarihinde iç kaleye girmiş ve böylece 1060 yılından beri Haleb'i yöneten Mirdasoğulları ailesinin hakimiyetine son vermiştir. İç kaleyi de almak suretiyle şehir yönetimini tamamen eline geçiren Müslim, açlık ve sıkıntı içinde kıvranan halka bol miktarda yiyecek maddesi dağıtmış ve onlara iyi davranmıştır. Daha sonra Müslim, Tutuş tarafından alınan Esarib, Azaz (Tutuş, bu iki kaleyi Şebib ve Vessab'a ıkta etmişti), el -Faya, ed-Deyr ve Cibrin Kurastaya kalelerini Tutuş'un adamlarından teslim almıştır. Böylece askeri harekatını sona erdiren Müslim, Halep bölgesinde giriştiği bütün faaliyetleri, oğlu aracılığıyla İsfehan'daki Sultan Melikşah'a bildirmiş ve ondan Halep bölgesi için yıllık vergi kesilmesini istemiştir. Sultan onun bu isteğini yerine getirdikten başka Müslim'in oğluna Kuzey Suriye'de Fırat ırmağına yakın Balis şehrini ıkta etmiştir. Böylece Musul Arap Ukayloğulları emirliğinin yetenekli bir emiri olan Müslim, bir yandan Sultan Melikşah'a itaat arzederken, öte yandan da bütün Kuzey Suriye'nin (Diyar-ı Mudar ve Diyar-ı Rebia) yönetimini eline geçirmek suretiyle emirliğinin hükümranlık alanını genişletmiş ve dolayısıyla Orta Suriye ile Filistin'i elinde tutan Tutuş'a bağlı Türkmen kitlelerinin yoğun bulunduğu Diyarbekir bölgesiyle, daha geniş anlamıyla, bağlı bulunduğu Büyük Selçuklu İmparatorluğu ile olan ilişkisini keser bir duruma gelmiş oluyordu. Esas itibariyle Müslim'in çoğunluğunu Arap unsurunun oluşturduğu bütün Suriye ve Filistin ülkelerinde Tutuş gibi bir Türk hükümdarının değil, yalnız Arap olan kendisinin tek başına hükümran olması emelini taşıdığı ve bu konudaki planlarını artık uygulamaya koyduğu açıkça görülmektedir.
Böylece Halep şehir ve kalesine sahip olan Müslim, bütün Suriye'ye hakim olma planlarını uygulamayı sürdürmek maksadıyla, Müeyyedüddevle Ali b. Kureyş'i, Halep kuvvetleriyle gönderip (Zilhicce 474 / Mayıs 1082) Ebu'l-Hasen b. Munkız'ın elinde bulunan Şeyzer'i kuşatmıştır. Yapılan müzakereler sonunda İbn Munkız, Müeyyedüddevle'nin tekliflerini kabul etmemiştir. Bu arada Müeyyedüddevle, İbn Munkız'a ait olan Esigna kalesini ele geçirmiştir. Öte yandan İbn Munkız, Şeyzer'i çeşitli önlemler alarak daha uzun süreli bir kuşatmaya karşı koyabilecek duruma getirmiştir. Çok geçmeden Müslim, Muharrem 475 başlarında (Haziran 1082) Halep'ten gelerek Şeyzer kuşatmasını bizzat yönetmiştir. Fakat bir süre sonra kuşatmaya karşı koyamayacağını anlayan İbn Munkız, oğlu Ebu'l-Asakir, karısı Mensure ve kızı Refia'yı, bu sıralarda Humus'ta bulunan Müslim'e göndererek onbin altın karşılığında kuşatmanın kaldırılmasını sağlamıştır.
Müslim, Şeyzer kuşatmasını bir süre yönettikten sonra Halef b. Mülaib'in yönetimindeki Humus'a gidip şehri ele geçirmişse de İbn Mülaib iç kaleye çekilip direnmeye başlamıştır. Sıkışık bir duruma düşen İbn Mülaib, Tutuş'a bir mektupla başvurarak ondan yardım isteğinde bulunmuştur. Bunun üzerine Tutuş, Müslim'e gönderdiği bir mektupta: «İbn Mülaib, benim dostum olup bana itaat etmiştir. Bu sebeple onu kuşatmaktan vazgeç» demişti. Ancak Müslim ona: “Bu adam, sultanın hükümranlığını tanıyan bölgelerde yol kesmek suretiyle fesat çıkarmakta ve zararlı olmaktadır. Eğer o, gerçekten senin dostun ise onu yanına alarak çıkaracağı fesatlara son ver” şeklinde oldukça sert bir cevap göndermişti. Müslim'in bu cevabına kızan Tutuş, onu tedip etmek üzere Dımaşk'tan ayrıldı. öte yandan Müslim, kardeşi Tutuş ile çatışması halinde, sultanın gazabına uğrayacağı korkusuyla Humus kuşatmasını bırakıp Sur şehrine yönelmiş, böylece Tutuş üzerinde, burasını kuşatıyormuş hissini uyandırmak istemiştir. Gerçekten Tutuş, onun çekilmesi üzerine, yeniden Dımaşk'a dönmüştür. Fakat çok geçmeden Müslim, yeniden Humus üzerine yürüyüp kuşatmaya başlamışsa da İbn Mülaib'in karısının yalvarmaları neticesinde Humus kuşatmasından vazgeçerek Haleb'e geri dönmüştür.
Suriye ve Filistin'de de kendi liderliğinde Arap hakimiyetini kurmayı planlayıp uygulamaya geçen Müslim, Selçuklu İmparatorluğu'na tabi olarak Suriye'deki küçük emirlerin yönetimleri altında bulunan kale ve toprakları almış veya bu bölgeleri haraca bağlamak suretiyle onları kendine tabi bir duruma getirmeye çalışmıştır. Böylece Müslim'in baskı ve tehdidi altında bulunan bu emirler, Suriye'nin kıyı bölgelerinde fetihler yaparak Antartus ve Banyas ile bazı kaleleri aldıktan (475/1082- 1083) sonra Dımaşk'a dönen Tutuş'a başvurarak Müslim'e karşı kendisinin hizmetine gireceklerini bildirip, onu Halep üzerine yürümeye teşvik etmişlerdir. Halep yönetimini eline geçirmesi ve daha sonra, güven telkin etmeyen davranışları sebebiyle Tutuş, kuvvetleriyle birlikte Dımaşk'tan ayrılıp, önce Antakya yörelerine akınlarda bulunmuş, daha sonra Halep bölgesine gelerek akınlara girişmiş ve tarlalardaki ürüne el koyarak bunları ucuz fiyatlarla sattırmıştır. Bu sıralarda el-Cezire'de bulunan Müslim, Haleb'i Tutuş'a karşı savunmak maksadıyla güvendiği adamlarının yönetiminde bir miktar kuvveti Haleb'e gönderdi.. Bunu haber alan Tutuş, Haleb'in batısında Artah yakınlarındaki Cisrü'l-Hadid'e gelerek bir süre burada kalmış ve yanında bulunan Artuk Bey'e Halep bölgesine gelmekte olan Müslim'in yardımcı kuvvetlerini kontrol altında tutmasını, onların şehre girmesine engel olmasını ve bölgeyi yağmalamasını bildirdi.
Derhal harekete geçen Artuk Bey; yardıma gelmekte olan sözkonusu Arap askerlerini müthiş bir bozguna uğratmıştır. Bunun üzerine bu yardımcı kuvvetler el-Cezire'ye dönmek zorunda kalmışlardır. Fakat çok geçmeden Sultan Melikşah, kardeşi Tutuş'a gönderdiği bir mektupta Halep bölgesinden ayrılıp Dımaşk'a dönmesini bildirmiş ve ayrıca Artuk Bey'e de İsfehan'a gelmesini emretmiştir. Bunun üzerine Tutuş, derhal Dımaşk'a geri dönmüş, fakat burada çok kalmayarak Baalbek üzerine yürümüş ve şehri Fatımiler adına yönetmekte olan İbn Saykal'dan almıştır (415/1083) . Daha sonra beraberinde Emir Vessab ve Mansur b. Kamil olduğu halde, Antakya bölgesine yönelerek orada birtakım fetihlere girişmiştir.
Tutuş'un Dımaşk'tan ayrılıp Antakya yörelerinde fetihlerle uğraştığını öğrenen ve Artuk Bey gibi kabiliyetli bir komutanın da Sultan Melikşah'ın katına İsfehan'a gitmek üzere kendisinden ayrıldığını haber alan Müslim, onun Haleb'e yürümesine misillemede bulunmak maksadıyla hazırlıklara koyuldu. Müslim, Mezopotamya ve Kuzey Suriye'yi kapsayan Arap emirliği için artık sınır tanımıyor, Arap unsurunu hakim kılmak için sürekli ve planlı bir şekilde hakimiyetini genişletmek istiyordu. Nitekim Müslim, Suriye Selçukluları melikliğinin başkenti olan Dırnaşk'ı da ele geçirerek bütün Suriye ve Filistin'e hakim olma emellerini gerçekleştirmek için harekete geçmeye karar verdi. Bu maksatla o; Ukayl, Kilab ve Nümeyroğulları kabilelerinin bir kısmı, Tayy, Kelb ve Uleymoğulları kabileleriyle Şeybanoğulları askerlerinden meydana gelen büyük bir ordu hazırlamış ve ayrıca Selçuklu İmparatorluğu'nun tabilerinden olmasına rağmen Mısır Fatımi halifesi el-Mustansır Billah'a da özel elçiler göndererek Dımaşk'ı ele geçirmek için yardım vaadi almıştır. Müslim, kalabalık ordusuyla Muharrem 476 (Mayıs 1083 başları) tarihinde Balis üzerinden Dımaşk'a yönelmişti. Öte yandan Müslim'in Dımaşk üzerine yürümekte olduğunu haber alan Tutuş, Antakya yörelerinden süratle Dımaşk'a dönüp Müslim'i karşılama hazırlıklarına girişti. Çok geçmeden Müslim, Muharrem 476 sonlarına doğru (Haziran 1083 sonları) Dımaşk'a ulaşıp kuşatmaya başladı. Tutuş'un emrinde, Müslim'in sayıca üstün ordusuna karşı koyabilecek derecede asker bulunmuyordu. Fakat Müslim'e karşı koruduğunu gördüğümüz Vessab ile Kilaboğulları kabilesi reislerinden bazılarının çabaları sonucunda, Müslim'in ordusunda bulunan Kilab ve Nümeyroğulları kabilesi kuvvetleri kuşatmayı bırakıp yurtlarına döndüler.
İşte bu şartlar altında Tutuş ile Müslim arasında kuşatma savaşı başladı. Kuvvet oranının aşağı yukarı denkleştiği taraflar arasında çarpışmalar bütün şiddetiyle sürmekteydi. Kendisine söz verilen Fatımi yardımının geleceğine güvenen Müslim, yanındaki kuvvetlerle çarpışmayı sürdürüyordu. Hatta bir ara neredeyse esir alınmak üzere idi. Fakat onun dayanmasına rağmen beklediği Fatımi yardımı bir türlü gelmiyordu. Tam bu sırada Müslim'e, yönetimi altında bulunan Harran şehrinde kendisine karşı bir ayaklanma olduğu haberi geldi. Söz verilen Fatımi yardımından artık ümidini kesen ve kuşatma savaşında da başarılı olamayan Müslim, Dımaşk'tan ayrılmak zorunda kalmıştır.
2 - Süleymanşah'ın Kuzey Suriye'deki Fetihleri:
Halep dışında, bütün Suriye ve Filistin'i hakimiyet altında tutan Tutuş ile başkenti Musul olmak üzere Kuzey Irak ve bütün Kuzey Suriye'yi içine alıp genişlemekte olan Arap Ukayloğulları emirliği hükümdarı Şerefüddevle Müslim arasında siyasi ve askeri çatışmaların şiddetle devam etmekte olduğu 1084 yılında, Bizans hakimiyetindeki Anadolu'da başarılı fetihler yaparak bağımsız bir Selçuklu devleti kuran Süleymanşah Antakya bölgesine yöneldi.
Selçuklu-Bizans çatışmalarının zirvesini oluşturan Malazgirt savaşını izleyen yıllarda, kalabalık ve güçlü Türkmen unsurları Anadolu'yu yurt edinmeye başlamışlar ve böylece Güneydoğu Anadolu bölgesi gibi, Antakya ilinin de Bizans ile ilişkisi kesilmişti. Bu sırada Antakya, Bizans'a tabi olan Philaretos Brachamios adlı bir Ermeninin yönetiminde bulunuyordu.
aa) Antakya'nın Fethi:
Philaretos, 1084 yılında Antakya'da, şahne olarak Türk asıllı İsmail adlı müslüman birisini bıraktıktan sonra, yine kendi yönetimi altındaki Urfa'ya gitmek üzere buradan ayrılmıştır. Kaynaklarda sert bir mizaca sahip olduğu belirtilen Philaretos, başta Antakya olmak üzere, hükümran olduğu şehirlerde, halka ve askerlere şiddetli baskı yapmakta ve kötü davranmaktaydı. Bu sebeple onun yokluğundan yararlanan Antakya şahnesi İsmail ve babasının hapsinden kurtulmayı başaran Philaretos'un oğlu Barsama askerlerin ve halkın desteğini sağlayarak Antakya'yı, Anadolu Selçuklu hükümdarı Kutalmışoğlu Süleymanşah'a teslime karar verdiler. Bunu gerçekleştirmek maksadıyla Süleymanşah'a bir mektup göndererek onu Antakya'ya davet ettiler .. Bu mektubu alan Süleymanşah, hiç tereddüt etmeden bunu kabul etmiş ve yerine Emir Ebu'l-Kasım'ı bırakarak az bir kuvvetle Antakya'ya gitmek üzere, İznik'ten ayrılmıştır.
Süleymanşah, Antakya'ya hakim olmak isteyen Tutuş ile, şehirden her yıl haraç almakta olan Müslim'in kendisinin Antakya'yı fethetmek için geldiğini haber alabileceklerini ve dolayısıyla bunu önlemeye çalışabilecekleri ihtimalini gözönünde tutarak, geceleri ilerleyip, gündüzleri gizlenmek suretiyle kuzeyden güneye bütün Anadolu'yu geçmiş ve gizlice şehir surları önüne gelmeyi başarmıştır. Süleymanşah, Şahne İsmail ile işbirliği yapmış surların şerefelerine ipler attırmak suretiyle askerlerin bir kısmını yukarı çıkartmış, onlar Faris Kapısını açtıktan sonra bütün atlılar şehre girmişlerdir (10 Şaban 477 / 12 Aralık 1084) .
Sabahleyin bunları gören halk, önce bu atlıları Philaretos'un seferden başarıyla dönen askerleri sanmışlarsa da çok geçmeden şehrin Türkler tarafından ele geçirildiğini öğrenmişlerdir. Bunun üzerine bir kısım halk iç kaleye, bir kısmı da Habibü'n-Neccar (Silpius) dağına kaçmış, bazıları da surlardan aşağı inerek şehirden uzaklaşmışlardır. Çok az bir atlı kuvveti ile Antakya'ya gelmiş bulunan Süleymanşah'a, Mencekoğlu (Mincakoğlu) adlı bir Türkmen beyi kuvvetleriyle katılmış, böylece daha da güçlenen Süleymanşah, direnmeye çalışan Philaretos'u kesin bir yenilgiye uğratmıştır. İç kale dışında şehre kısa sürede ve kolaylıkla hakim olan Süleymanşah, halka dokunmayarak eman verdiği gibi esir alınanları da salıvermiştir.
Ayrıca Türk askerlerinin «Hristiyanlara dokunmamalarını, onlardan hiç bir şey almamalarını, evlerine girmemelerini ve kızlarıyla evlenmemelerini» emretmiş ve halka son derece iyi davranmıştır. Daha sonra Kawasyana denilen Mar Cassianus'un büyük kilisesini açtırıp içindeki altın, gümüş gibi değerli şeyleri aldırtmış ve burasını cami haline getirmiştir.
Bu camide 15 Şaban 477 (17 Aralık 1084) tarihinde yüzon müezzin tarafından okunan ezandan sonra çok kalabalık bir cemaatin katıldığı cuma namazı kılınmıştır. Fakat öte yandan, iç kaleye çekilen bir miktar Antakyalı asker teslim olmayarak direnmeyi sürdürmüşlerdir. Buna rağmen Süleymanşah'ın şiddetli baskısı karşısında dayanamayıp eman ile teslim olmak zorunda kalmışlardır. Böylece iç kale de Süleymanşah tarafından feth edilmiştir (12 Ramazan 477 / 12 Ocak 1085)
Süleymanşah, ele geçirilen pek çok ganimeti değerinden düşük fiatla da olsa, dışarı çıkarılmayıp yine şehir içinde satılmasını emretmiştir. Antakya halkı, Süleymanşah'ın kendilerine göstermiş olduğu bu olumlu ve adilane davranışlardan ötürü çok memnun olmuş ve onun yönetimini, Philaretos'un idaresinden çok daha iyi bulmuşlardır. Ayrıca onlar, büyük kiliselerinin camie çevrilmesi dolayısıyla Süleymanşah'tan aldıkları izinle Meryem Ana ve Aziz Cercis adlı iki kilise inşa ettirmişlerdir. Ayrıca Süleymanşah, şehirde savaş sırasında yıkılan yerleri onartmış, sözünde durup şehrin alınmasında kendisine yardımcı olan Şahne İsmail ile iç kaleyi teslim eden kale komutanını, yine eski görevlerinde bırakmıştır. Süleymanşah, o devir hrıstiyan aleminin kutsal şehirlerinden sayılan Antakya'nın fethini, özel bir elçiyle Sultan Melikşah'a bildirmiş, bunun üzerine çok sevinen sultan ve başkent İsfehan halkı, bu önemli fethi kutlamışlardır. Devrin ünlü şairi Ebu'l-Muzaffer Muhammed b. Ahmed el-Ebiverdi (öl. 1113) de bu fetih sebebiyle bir kaside kaleme almıştır.
Şehrin Süleymanşah tarafından fethini Urfa'da iken haber alan Philaretos, buna çok üzülmüş ve Sultan Melikşah'ın emriyle daha önce yönetmekte olduğu Maraş'a çekilmek zorunda kalmıştır. Öte yandan Süleymanşah, Antakya'ya bağlı olan Bagras, Derbesak, Artah, Harim, Süveydiye gibi kale ve şehirleri birer birer fethetmeyi başarmıştır.
bb) Süleymanşah Müslim Münasebeti ve Kurzahil Savaşı:
Irak ve Kuzey-Suriye'de tek başına hakimiyet kurmaya çalışan Müslim Anadolu ve Suriye'yi birbirine bağlayan yollar üzerinde bulunan ve her yıl otuzbin altın vergi aldığı Antakya'yı fethederek hakimiyet sahasını tehdit eder bir duruma gelen Süleymanşah ile tek başına başa çıkamayacağını anlayarak bir müttefik aramaya koyuldu. Bu maksatla o, daha önce kendisini Amid kuşatmasından kurtaran eski dostu Artuk Bey'e başvurdu. Bu sıralarda Artuk Bey, Sultan Melikşah ile arasının açılması sebebiyle bir daha onun teveccühünü kazanamayacağını anlamış ve onun hizmetinden ayrılmaya karar vererek emrindeki Türkmenlerle Suriye Selçuklu meliki Tutuş'un hizmetine girmiştir (1085 başları). Tutuş tarafından, müslüman ve hristiyanlarca kutsal sayılan Kudüs şehrinin valiliğine atanan Artuk Bey, gerek Sultan Melikşah'a olan kırgınlığı, gerekse başarılı fetihler yapmakta olduğu Anadolu'daki görevinden alınmasında rol oynayan Süleymanşah'dan öç alma isteğiyle Müslim'in teklifini kabul ederek onunla birleşmeye karar vermiştir. Bunun sonucunda şu maddeleri ihtiva eden bir antlaşma yapılmıştır:
1 - Müslim, Artuk Bey gibi Sultan Melikşah'a tabilikten ayrılacak,
2 -- Suriye Selçuklu meliki Tacüddevle Tutuş Büyük Sultan olarak tanınacak,
3 - Sünni Bağdat Halifeliği ile irtibat kesilerek Şii Mısır Fatımi Halifeliğine bağlanılacak.
Böylece, Şii Mısır halifeliğine bağlı ve Büyük Selçuklu İmparatorluğu'na karşı, büyük bir siyasi ve askeri ittifak oluşturulmuş olacaktı. Fakat Müslim'in Süleymanşahla yaptığı savaşta ölümü üzerine, sözkonusu ittifakın ve alınan kararların gerçekleşmesi mümkün olmamıştır.
Daha önce, Antakya'yı ele geçirmek için bir girişimde bulunan Müslim, Antakya ve yörelerine hakim olan Süleymanşah'ın Haleb'i de alma ihtimaline karşı, siyasi birtakım önlemler almaya çalışmış, ve Haleb'e ikibin süvari göndererek savunma hazırlıklarına başlamıştır. Ayrıca o, Süleymanşah'a Halep'teki naibi İbnü'l-Hulzum ile gönderdiği bir mektupta; «Daha önce Antakya hakimi olan Philaretos, sultana yıllık vergi göndermekteydi; şimdi ise şehre sahip olduğun için bu vergiyi senin göndermen gerekmektedir. Eğer sultana itaat ediyorsan bu vergiyi derhal bana gönder, aksi takdirde sultana karşı isyan etmiş olacaksın ki, bundan da beni haberdar et» şeklinde ağır bir dil kullanmıştır. Süleymanşah, kendisinin Antakya"yı fethi konusunda birtakım siyasi yanıltmacalara başvuran Müslim'e; «Sultana itaat etmek, adına hutbe okutup para bastırmak benim tek şiarımdır. Ben Antakya ve öteki küffar şehirlerini, ancak onun varlığı yüzünden Allah'ın benim elimle fethettirmiş olduğunu, kendisine bildirdim. Benden istediğin paraya gelince, daha önceki Antakya hakimi kafir idi. O, kendisi ve adamları için başvergisi veriyordu, böylece kendilerini islam cihadından koruyorlardı; halbuki şimdi Antakya hakimi olan ben, çok şükür müslümanım, sultanın ordusuna mensubum ve Allah'ın cihat emrini yerine getirmekteyim. Artık Antakya müslümanların eline geçmiş bulunuyor. Ben, müslüman olarak sana nasıl başvergisi ödeyebilirim?» demiştir.
Müslim'in mektubunu getiren İbnü'l-Hulzum, Süleymanşah'a; «Biz, sizden almamız gereken vergiden başka hiç bir şey tanımayız» diyerek ona ağır bir dille hitap etmiştir. Böylece gerek Müslim'in tutarsız hareketleri, gerekse elçisinin kaba davranışlarına son derece kızan Süleymanşah, kuvvetlerini göndererek Menbic'ten Maarratü'n-Numan'a kadar Halep bölgesini yağma akınlarına uğratmış; çok sayıda deve, koyun ve binek hayvanı ele geçirmiştir. Malları yağmaya uğratılan yöre halkının Süleymanşah'a şikayette bulunmaları üzerine o; «Şeriatın yasakladığı müslüman halkın malını yağmalatmak benim adetim değildir ve bundan nefret ederim. Ama sizin emiriniz, beni kafir yerine koymak suretiyle buna adeta zorladı» diyerek onlardan özür diledi ve yağmalanan hayvanlar tekrar sahiplerine teslim edildi.
Öte yandan Süleymanşah'ın askerlerinin bu yağma hareketlerini haber alan Müslim, bu akınları önleyemediği veya Süleymanşah'la gizli bir ilişki kurup Haleb'i ona teslim etme ihtimali sebebiyle Halep'teki veziri Ebu'l-İzz b. Sadaka'yı tutuklatarak servetine el koymuş ve yerine bu sıralarda yanında bulunan İbnü'l-Hulzum'u atamıştır. Haleb'e gelen İbnü'l-Hulzum, gerek yağma akınlarının tekrar edilmesine engel olmak, gerekse Müslim'in savaş için zaman kazanmasını sağlamak maksadıyla Süleymanşah'a barış teklifinde bulunmuştur.
Müslim; askeri hazırlıklarını bitirip Haleb'e ilerlediği sırada Halep muhafız kuvvetleri komutanı Şerif Hasen el-Huteyti'den, kendisi ile Halep'te oturan Müslim'in kardeşi Ali b. Kureyş arasında, şehrin Süleymanşah'tan korunması hususunda anlaşmazlık çıktığını bildiren bir mektup almıştı. Şerif el-Huteyti mektubunda; «Süleymanşah'ın Antakya'da halka gösterdiği iyi ve adil davranışları, Halep'te halk arasında yayılmış bir durumdadır. Halkın gizlice Süleymanşah'la anlaşarak Haleb'i ona teslim etmesinden endişe etmekteyim» demekteydi. · Bunun üzerine, halka önayak, olması, ihtimalini düşünen Müslim, kardeşi Ali'yi tutuklamasını bildirmesi neticesinde el-Huteyti, onu yakalatıp hapsetmiş, onbin altınlık hazinesine elkoymuş ve ayrıca ıktaı olan Menbic kalesi elinden alınmıştır. Ayrıca Halep'teki adamları da gözaltında tutulmak suretiyle girişebileceği olumsuz faaliyetleri önlenmiş oldu.
Çok geçmeden Kabusiyye'den hafif kuvvetlerle Fırat'ı geçen Müslim, emrindeki Türkmen atlılarıyla kendisine katılan Çubuk Bey ile birlikte Antakya'yı kuşatmak üzere Haleb'in kuzeyindeki Azaz bölgesinde konakladı (Safer 478 / Mayıs-Haziran 1085). Burada Müslim'in yakın arkadaşları kendisine «Antakya üzerine yürünmeyip Halep'te kalınmasını ve Süleymanşah ile barış için girişimlerde bulunulmasını tavsiye etmişlerse de o, bunları dinlememiş, yanındaki emirlerle birlikte, Sümeysat'tan sağladığı bir Ermeni birliği, Kays, Kilab ve Numeyroğulları kabilelerine ait kuvvetleri ve ayrıca Halep muhafızlarından oluşan altıbin kişilik bir ordu ile Azaz'dan hareket ederek şimdiki Afrin çayının Amik ovası civarında bulunan Kurzahil' e gelmiştir.
Öte yandan Müslim'in oldukça kalabalık bir orduyla gelmekte olduğunu haber alan Süleymanşah da dörtbin süvariden oluşan kuvvetiyle derhal Antakya'dan çıkmış ve Müslim'in kuvvetlerinin konakladığı Kurzahil yakınlarına gelmişti. Her iki taraf, 24 Safer 478 (20 Haziran 1085) tarihinde ikindi vakti savaşa tutuştular. Hiç beklemediği bir zamanda çarpışmalara başlamak zorunda bırakılan Müslim'in morali bozulmuştu. Özellikle çarpışmaların en kritik anında, saflarında yer alan Çubuk Bey'in Türkmen atlılarıyla birlikte Süleymanşah tarafına geçmesi üzerine Müslim'e kırgınlıkları dolayısıyla isteksiz savaşan Arap askerleri bozulup geri çekilmişlerdir. Müslim, kendine sadık kalan dörtyüz Ukayli atlısıyla bir süre daha dayanmaya çalışmışsa da başarılı olamamış ve Akabe'ye çekilmiştir. Bu arada Halep muhafız kuvvetlerinin ağır kayıplar vererek bozulması üzerine, Müslim burada da tutunamayıp geri çekilmek zorunda kalmış ve kendisini yakından izleyen Süleymanşah'ın atlılarının mızrak darbeleri altında; «Ey uğursuz Suriye!» diyerek can vermiştir.
Anadolu fatihi Süleymanşah, kazandığı bu önemli zafer ile Müslim'in, Mezopotamya ve Kuzey Suriye'yi içine alan yavaş yavaş bütün Suriye ve Filistin'e kadar genişleyen emirliğine son vermiş ve böylece Suriye ve Filistin'de Selçuklu hakimiyetinin yerleşmesine çok önemli bir katkıda bulunmuştur. Bununla birlikte Büyük Selçuklu İmparatorluğu vasalı durumunda olan Musul Ukayloğulları emiri Müslim'in Anadolu Selçuklu hükümdarı tarafından öldürülmesi, Süleymanşah ile Sultan Melikşah arasındaki münasebetleri nazik bir duruma getirmiş oluyordu. Nitekim Sıbt b. el-Cevzi'ye göre Sultan Melikşah, Müslim'in ölümünden sonra ordusuyla Kuzey Suriye'ye gitmek üzere İsfehan'dan ayrılmıştı. Fakat çok geçmeden Süleymanşah'ın da Tutuş'la yaptığı savaşta hayatını kaybetmesi, böyle bir meselenin ortaya çıkmasını önlemiştir.
cc) Tutuş Süleymanşah Savaşı:
Süleymanşah, Müslim'in ölümü ile neticelenen Kurzahil savaşından sonra Kuzey Suriye'nin en önemli şehri olan Haleb'i kuşatmaya başladı (Rebiülevvel 478 başları / Haziran- Temmuz 1085) . Bu sırada şehir, Halep muhafız kuvvetleri komutanı Şerif el-Huteyti lakaplı Ebu Ali Hasen b. Hibetullah el-Haşimi'nin yönetiminde bulunuyordu. Kale ise Müslim'in amcası Salim b. Malik el-Ukayli'nin elinde idi. Süleymanşah, 5 Rebiülahir (31 Temmuz)'a kadar şehri kuşatmış, fakat el-Huteyti ile yapılan antlaşma sonucunda şehrin, Sultan Melikşah'ın müsadesi alındıktan sonra teslim edilmesi kararlaştırılınca kuşatmayı bırakmıştır. Daha sonra Süleymanşah, güneye inerek Maarratü'n-Nüman ile Kefertab'ı ele geçirmiş, Şeyzer'den haraç almış ve Humus'a bağlı Latmin şehrini fethederek buraya bir miktar asker yerleştirmiştir.
Tutuş'un ıkta bölgesine yaklaşmamak maksadıyla daha güneye inmeyen Süleymanşah, Antakya gibi Kuzey Suriye'nin en önemli şehri olan Haleb'e de sahip olma emelinden vazgeçmemiştir. Bu yüzden, 479 yılı başlarında (Nisan-Mayıs 1086) ordusuyla yeniden Halep önlerine gelerek şehri kuşatmaya başlamış, Şerif Hasen el-Hueyti'den Haleb'in kendisine teslimini istemiştir. Fakat Şerif Hasen, Haleb'i Süleymanşah'a teslim etmek istemediğinden daha önce Süeymanşah'ın burayı ilk kuşatması sırasında kale komutanı olan Salim b. Malik el-Ukayli ile Sultan Melikşah'a müşterek bir mektup göndererek Haleb'i kendisine teslim edeceklerini, bu sebeple ya bizzat Haleb'e gelmesini veya şehri kuşatmakta olan Süleymanşah'ı buradan uzaklaştırmak için kendilerine yardımcı kuvvet göndermesini istemişlerdi. Fakat Süleymanşah'ın Haleb'i ikinci defa kuşatmaya başlamış olmasına rağmen Melikşah'tan beklenen askeri yardım hala gelmemişti. Bu durum karşısında Şerif Hasen, Kilaboğulları kabilesi emirlerinden Mübarek b. Şibl'i bu sıralarda Dımaşk'ta bulunan ve Haleb'e sahip olmak isteyen Tutuş'a göndererek gelip Haleb'i teslim almasını teklif etmiştir.
Mübarek'in bu teklifini büyük bir memnuniyetle kabul eden Tutuş, Muharrem 479 (Nisan-Mayıs 1086) tarihinde Dımaşk'tan Haleb'e hareket etti. O, daha önce Süleymanşah tarafından yeniden inşa ettirilen Kınnesrin kalesini bir süre kuşattıktan sonra Haleb'in güneydoğusunda bulunan Naure'ye yürümüş ve bu sıralarda kendisine, Kilaboğulları kabilesinden bir miktar kuvvet de katılmıştır. Tutuş'un yanında, daha önce hizmetine giren ünlü Türkmen emiri Artuk Bey de bulunuyordu.
Daha önceleri, sultanın gönderdiği hil'at, ferman ve armağanları kabul etmemiş olan Artuk Bey, Diyarbekir ve el-Cezire'de bulunan ve sultan tarafından kendisinin kontrol ve gerektiğinde tedip edilmesiyle görevlendirilmiş büyük emirlerden Saduddevle Gevherayin, Karategin ve Anuştegin'in «kendileriyle birleşme» teklifini kabul etmeyerek onlara, Haleb'e gidip Süleymanşah'ın sultana ait memleketleri tahrip etmesine imkan vermeyeceğini bildirmiştir. Bu onun Süleymanşah ile arasının ne kadar gergin olduğunu göstermektedir.
Tutuş, Artuk Bey ile birlikte Süleymanşah'ın kuşatmış olduğu Halep üzerine yürüyüşünü sürdürüyordu. Şerif Hasan el- Huteyti, böylece iki Türk ordusunu savaş için karşı karşıya getirmiş oluyordu. Öte yandan Tutuş'un el-Huteyti tarafından şehri teslim amacıyla çağrıldığını öğrenen Süleymanşah, onu karşılamak üzere, kuvvetleriyle birlikte derhal harekete geçti. Savaşın artık kaçınılmaz bir duruma geldiğini gören Tutuş, Süleymanşah'ın saflarında yer alan beylerin, kendi tarafına geçmelerini sağlamak için çaba göstermiştir. Nihayet birbirlerine karşı hareket halinde olan iki Türk ordusu Haleb'e üç mil kadar uzaklıktaki Aynu Seylem yöresinde karşılaştı. Süleymanşah, çok süratli hareket ettiği için askerleri düzensiz bir durumda idi. Öyle ki o, seher vakti Tutuş'un kuvvetlerine çok yaklaşmış olduğunun bile farkında değildi. Bunu anlar anlamaz derhal askerlerini savaş düzenine sokmuş ve Tutuş'un ordusu ile çarpışmaya girişmişti. Şiddetle başlayan bu savaşta, çarpışmanın yoğunlaştığı sıralarda, daha önce Tutuş'un kendi saflarına geçmeye razı ettiği emirler, komutaları altındaki kuvvetlerle Tutuş'un saflarına geçtiler.
Süleymanşah'ın ordusunun zayıflamasına sebep olan bu önemli olaydan başka, bütün kaynakların belirttikleri gibi, çarpışmalar sırasında «katıldığı bütün savaşlardan daima muzaffer çıkan» Artuk Bey'in, Tutuş'un ordusunu mahirane yönetimi, kahramanca çarpışması ve özellikle Arap askerlerini etkileyici bir biçimde savaşmaya teşvik etmesi sonucunda, o zamana kadar hiç yenilgi almamış olan Süleymanşah'ın ordusu, kesin bir bozguna uğradı. Süleymanşah, beraberindeki emirlerin ordusundan ayrılmaları ve geri kalan kuvvetlerinin de savaş düzeninin bozulmasına rağmen çarpışmanın sonlarına kadar merkez hattında kahramanca çarpışmıştır.
Anna Komnene'in kayıtlarına göre Süleymanşah, dağılan askerlerini bir araya toplamak için büyük çaba gösterdiyse de bunu başaramadı. O, hayatında ilk defa savaş alanını terkederek kendisini emniyet altında tutabileceği ıssız bir yere çekilmiş ve kalkanını üzgün bir şekilde yere fırlatmıştır. Fakat çok geçmeden Tutuş''un adamlarından birkaç kişi onu buldular. Kendisini Tutuş'un yanına barışmaya götüreceklerini, razı olmadığı takdirde bunu zor kullanarak yapacaklarını ve Tutuş'un yanında şanına yakışır bir muamele göreceğini bildirdiler. Fakat onların bu içten önerilerine rağmen yenilgiyi bir türlü hazmedemeyen Süleymanşah, içine düştüğü bu ruh halinin etkisi altında yanında taşıdığı bıçağı kalbine saplayarak hayatına son vermiştir (18 Safer 479 I 5 Haziran 1086). Tutuşun askerleri, ölü giysileri arasında, yakut ve som altınlarla işlenmiş zırhlı bir elbise buldular ve onu Tutuş'a haber verdiler. Tutuş, bu elbiseyi yanına getirtmiş ve: «Bu, hükümdar elbisesine benziyor» demişti. Daha sonra Tutuş, beraberindekilerle elbisenin bulunduğu yere gitmiş, onlara: «Ölüler arasında ben onu size göstermeden siz bana söylemeyiniz» demiştir. Daha sonra Tutuş, kanlara bulanmış bir cesedi göstererek; «Bu, Süleymanşah'a benziyor» demişti. Onlar «Bunu nasıl tanıyabiliyorsunuz?» diye sorunca «Onun ayağı benim ayağıma, yani Selçukoğullarının ayaklarına benzer» demiştir. Neticede o cesedin, Süleymanşah'a ait olduğu tespit edilmiştir. Tutuş, cesedin başında üzgün bir şekilde «Biz, sizlere zulmettik, sizleri bizlerden uzaklaştırdık ve işte böyle de öldürüyoruz» diyerek Arslan Yabgu ve Mikail aileleri arasındaki eski kırgınlığı belirtmiş ve Süleymanşah'ın ölümüne çok üzülmüştür.
Tutuş, daha sonra onu kefenletmiş, Haleb'e götürerek Müslim'in mezarının yanına defnettirmiştir. Tutuş, ayrıca başta Süleyman şah'ın veziri Hasan b. Tahir olmak üzere, alınan bütün esirleri salıvermiştir.
Tutuş, Anadolu fatihi Süleymanşah'ın ölümüyle sona eren bu savaştan sonra onun dağılan kuvvetlerini toplayıp kendi ordusuna katarak derhal Haleb'i teslim almak için harekete geçti ve el-Huteyti'den şehrin kendisine teslimini istedi. Ancak Şerif el-Huteyti, eski vaadinden vazgeçerek Sultan Melikşah'ın kendisine gönderdiği «Ordusuyla Haleb'e gelmekte olduğunu» bildiren mektubun ileri sürerek şehri Tutuş'a teslim etmeyi daha önce Süleymanşah'a karşı başarıyla uyguladığı siyasi manevrayı bu defa da Tutuş'a uygulamaya başladı. Şerif el--Huteyti'nin, Haleb'i kendisine teslim etmeme planını anlayan Tutuş, Haleb'e bağlı yörelerden bir kısmını, başta Artuk Bey olmak üzere, ordusuna mensup emirlere ıkta ettikten sonra Halep üzerine yürüyerek kuşatmaya başladı.
Halep reisi el-Huteyti ise şehir burçlarının savunmasını Haleb'in ileri gelenlerine tevzi etmişti. Bu burçlardan birinin savunmasını da daha önce aralarında çıkan bir tartışmada kendisine hakaret eden ve bu sebeple araları açık bulunan Halep ileri gelenlerinden İbnü'r-Ravi adlı birisine vermişti. Halkın, kuşatma ve el-Huteyti'nin kötü davranışları karşısında son derece sıkıntıya düştüğünü gören İbnü'r-Ravi, Tutuş'a bir elçi göndererek askerlerinin savunduğu burçtan şehre girmelerine müsaade edeceğini bildirdi. Bunun üzerine derhal harekete geçen Tutuş, bir kısım kuvvetlerini, İbnü'r- Ravi ve bazı Halep muhafızlarının yardımıyla, daha önce belirlenen bir surun burçlarına ipler attırıp merdivenler kurdurarak çıkartmayı başardı. Bu sur üzerinden kuvvetlerini Haleb'e sevkeden Tutuş'un Haleb'e hakim olduğu, münadiler vasıtasıyla halka ilan edilmiştir (26 Rebiiilevvel 479 / 11 Haziran 1086).
Şehrin düşmesi üzerine Şerif el-Huteyti, kendine sadık bazı Halep muhafızlarıyla birlikte, Salim b. Malik'in komutasındaki büyük kaleye çekilmiş, daha sonra da kendisinin yaptırdığı Kal'atü'ş-Şerif'e sığınmıştır.
Fakat beraberindeki pek az bir kuvvetle direnmenin bir sonuç vermeyeceğini anlayan el-Huteyti, Tutuş'tan eman dilemek zorunda kaldı. Onun bu isteği, Artuk Bey'in ricası üzerine kaleyi teslim etmesi şartıyla, Tutuş tarafından kabul edildi ve böylece ölüm cezasından kurtuldu. Tutuş, 26 Rebiülahir 479 (10 Ağustos 1086) tarihine kadar Halep'te kalmış, bu süre içinde halka lütuf ve ihsanlarda bulunmuş ve şehir muhafızlarına da hil'atler vermiştir. Haleb'in düşmesine ve el-Huteyti'nin teslim olmasına rağmen iç kale komutanı Salim b. Malik, Müslim'in kendisini buraya atadığı zaman «Bu kaleyi, Sultan Melikşah'tan başka hiç kimseye teslim etme» şeklindeki emrine uyup kaleyi Tutuş'a teslim etmedi ve direnmeye başladı. Bu yüzden Tutuş iç kaleyi onyedi gün süreyle kuşatmışsa da almayı başaramamıştır.
SULTAN MELİKŞAH'IN KUZEY SURİYE SEFERİ
Süleymanşah'ın, Antakya'nın fethinden sonra Kuzey Suriye hakimiyetini ele geçirmek için yaptığı ve Müslim'in öldürülmesi ile neticelenen Kurzahil savaşından sonra Haleb'i de almak istemesi üzerine Halep yönetimini elinde bulunduran Şerif el-Huteyti, Sultan Melikşah'a bir mektup gönderip şehri kendisine teslim edeceğini bildirdi. Bunun üzerine Sultan Melikşah, Kuzey Suriye'deki karışıklıklara son vermek maksadıyla sefer hazırlıklarına başladı. Bu sırada Süleymanşah'ın elçisi, İsfehan'a gelip sultanın huzuruna çıkmış; Süleymanşah'ın “Antakya ve Halep yönetiminin kendisine verilmesi” hususundaki isteğini sultana iletmiştir. Sultan Melikşah bu isteği kabul etmiş ve hil'at giydirdiği elçiyi kendi elçisi ile birlikte Antakya'ya göndermiştir. Fakat elçi, yarı yolda Süleymanşah'ın Tutuş ile yaptığı savaşta hayatını kaybettiğini öğrenince sultanın elçisiyle birlikte geri dönüp durumu Melikşah'a arzetmiştir.
Süleymanşah'ın ölümüne çok üzülen sultan, kardeşi Tutuş'un böyle bir harekete girişmesine son derece canı sıkılmış ve bunu, ona gönderdiği mektupta sert bir şekilde ifade etmiş ve Cemaziyelahir 479 (Eylül 1086) tarihinde de Porsuk, Bozan ve Kasimüddevle Aksungur gibi büyük emirlerle birlikte İsfehan'dan Haleb'e hareket etmiştir. Sultan ilk olarak 21 Receb 479 (1 Kasım 1086) tarihinde Müeyyedülmülk b. Nizamülmülk'ün ıktaı olan Tekrit'e gelmiş, burada fazla kalmayarak Harran'a gidip burasını Nümeyri emiri Muhammed b. Şatır'dan alarak Müslim'in oğlu Muhammed'e ıkta etmiştir. Bu sıralarda, Urfa yönetimini elinde tutan Barsama (Parsama), sultana bir heyet göndererek şehri kendisine teslim edeceklerini bildirdi. Bunun üzerine sultan, adı belirtilmeyen bir Amid'i şehre yolladı. Fakat şehrin yönetimini eline almak üzere gelen bu Amid'in, halkın mal ve paralarına elkoyması ve onlara kötü davranması üzerine, Barsama, halkın da desteğiyle onu şehirden uzaklaştırdı. Durumun kendisine arzedilmesi üzerine sultan, Emir Bozan'ı bir miktar kuvvetle Urfa'ya gönderdi. Bozan, şehre gelip kuşatmaya başlayınca Barsama'ya karşı ayaklanan halk, İbn Kudana adlı Nasrani bir tacirle işbirliği yaparak burayı Bozan'a teslim ettiler (Zilkade 479 / Mart-Nisan 1087).
Öte yandan sultan, Caber kalesine yönelerek bir gün süren kuşatmadan sonra burayı Sabıkuddin Caber el-Kuşeyri'den aldı ve yol kesen Kuşeyr ailesinden birçoklarını öldürttü. Daha sonra sultan, Haleb'e bağlı önemli merkezlerden biri olan Menbic'i de aldı ve Halep yönüne hareket ederek Bire (Birecik)'ye bağlı Nehrü'l -Cevz'e geldi. Bu sıralarda Salim b. Malik'in savunduğu Halep büyük kalesini kuşatan Tutuş, sultanın Halep yakınlarına geldiğini haber alınca, derhal kuşatmayı bırakıp Şerif el-Huteyti'den aldığı Kal'atü'ş Şerif'te bir naip bıraktıktan sonra Artuk Bey ile Dımaşk'a hareket etti. Bu sıralarda Artuk Bey, Melikşah'a karşı koyup savaşma cüret ve cesaretini gösterdiği gibi Tutuş'u da kardeşi Melikşah'a karşı savaşmaya teşvik etmiştir. Fakat Tutuş, gerçekten başarılı bir sonuç alınabilecek bir durumda görünse bile, Artuk Bey'in bu teklifini tasvip etmemiş; «Ben gölgesine sığındığım kardeşimin şeref ve kudretine zarar vermek istemem. Eğer buna kalkışacak olursam, her şeyden evvel, bu beni küçük düşürür ve zayıflatır» diyerek onun bu teklifini reddetmiş ve Dımaşk yönüne hareketine devam etmiştir.
Öte yandan Fırat ırmağını geçen Selçuklu ordusunun öncü kuvvetleri Haleb'e erişirken, öteki guruplardan bazıları Anadolu topraklarına, bazıları da Antakya yörelerine doğru uzanmaktaydı. Sultan Melikşah'ın bulunduğu gurup daha uzaklardayken Halep büyük kalesi komutanı Salim b. Malik, Mübarek b. Şibl ve şehrin ileri gelenlerinden bazı kimseler, onu karşılayarak itaat ve hizmetlerini arzetmişlerdir. Çok geçmeden Sultan Melikşah, beraberindeki devlet adamı ve komutanlarla 23 Şaban 479 (3 Aralık 1086) 'da Haleb'e gelip şehri ve büyük kaleyi teslim almıştır. Sultan, büyük kaleyi kendisine teslim eden Salim b. Malik'e iltifat etmiş ve ona Irak'taki Rakka, Ane ve Hit bölgeleriyle Caber kalesi ve birtakım çiftlikleri dirlik olarak vermiştir. Daha sonra Nizamülmülk'ün tavsiyesi üzerine sultan, dörtbin atlı ile Emir Kasimüddevle Aksungur'u Halep şahneliğine, Nuh et-Türki'yi kale komutanlığına (479/1086), Tacürrüesa İbnü'l-Hallal'i de vergi işlerine atamıştır. Daha sonra şehir halkını baskı altında tutmuş olan Şerif Hasen el-Huteyti, Sultan Melikşah'ın huzuruna gelerek kendisine olan bağlılığını arzetmiş, bu arada Müslim'in ölümünden sonra Halep reisi olarak başına gelen türlü sıkıntıları atlattıktan sonra Halep'teki eski görevine dönmesine izin verilmesini istemişti. Ancak yaptığı zulüm ve kötü davranışları sebebiyle onun bu dileği kabul edilmemiş ve Diyarbekir'e gönderilerek orada oturmak zorunda bırakılmıştır. Artuk Bey'in Tutuş katındaki girişimleri sonunda, ölümden kurtulan Şerif el-Huteyti, Diyarbekir'de yoksulluk ve perişanlık içinde ölmüştür. Böylece o, çevirdiği entrikalarla iki Türk ordusunu karşı karşıya getirip ünlü Anadolu fatihi Süleymanşah'ın gereksiz yere ölümüne sebep olmasının ve Halep halkına yaptığı zulüm ve kötülüklerin cezasını çekmiş oldu.
Sultan Melikşah, Halep'te bulunduğu sıralarda, başta kardeşi Tacüddevle Tutuş olmak üzere, Suriye'deki bütün Arap emirleri, kendisine gelip birer birer itaatlerini arzetmişlerdir.
Bundan sonra Sultan Melikşah, Süleymanşah tarafından fethedilen Antakya'ya gitmiştir. Süleymanşah'ın veziri Hasan b. Tahir, sultanı şehir dışında karşılayıp itaat arzetmiş ve yanında bulunan Süleymanşah'ın çocukları için eman almıştır. Ramazan 479 (Aralık 1086) 'da Antakya'ya giren Melikşah, beraberindeki emirlerden Alpoğlu Yağısıyan'ı bir miktar asker ile şehrin şahneliğine atamış, Vezir Hasan'ı da divan işlerini yürütmekle görevlendirmiştir. Daha sonra o, Süveydiye'ye kadar giderek Akdeniz'e ulaşmıştır.
Sultan Melikşah, Süveydiye'de çok kalmayarak Antakya'ya gelmiş, burada Süleymanşah'ın karısı ve çocuklarını alarak Haleb'e dönmüştür. Sultan Halep'te Ramazan bayramını geçirdikten sonra hilafet başkenti Bağdat'a hareket etmiştir.
Böylece bir süreden beri Kuzey Suriye'de devam eden buhran, Sultan Melikşah'ın müdahalesiyle sona erdirilmiş ve bu bölge doğrudan dogruya Büyük Selçuklu İmparatorluğu'na bağlanmıştı. Böylece vasal Suriye Selçuklu meliki Tutuş'un siyasi ve askeri tüm faaliyetleri kontrol altına alınmış oldu.
3 - Sultan Melikşah'ın Seferinden Sonra Suriye ve Filistin:
Emir Atsız'ın 1071 yılının ikinci yarısından itibaren Suriye ve Filistin'de giriştiği fetih hareketleri başarıyla sürmekteydi. Ancak Anadolu'da olduğu gibi, Suriye ve Filistin'e sürekli bir Türk göçü ve yerleşmesi sözkonusu olmadığından muharip Türk unsurunun gittikçe azalması ve Fatımilerin karşı askeri hareketlerinin de başlaması sebebiyle, halkı Araplardan oluşan her iki ülkede tam bir hakimiyet kurulamamıştı. İşte bundan dolayıdır ki; askeri güçle itaat altına alınan bu ülkelerde Selçuklu askeri kudretinin türlü sebeplerle zayıflaması sonucunda halk, isyan etmiş ve yine eski hakimleri olan Şii Mısır Fatımilerine tabi olmakta hiçbir sakınca görmemişlerdir. Nitekim Emir Atsız'ın Kahire yenilgisi üzerine halk, kendisine başkaldırarak yine Fatımi yönetimine geçmiştir.
1077-1078 yılında başlayan Tutuş devrinde Kuzey Suriye hakimiyeti yüzünden, Büyük Selçuklu İmparatorluğu tabileri arasında ortaya çıkan anlaşmazlık ve kanlı savaşlar dolayısıyla yine bu ülkelerde tam bir hakimiyet kurulamamış; en nihayet buhranı yatıştırmak için Sultan Melikşah'ın müdahalesi ile Kuzey Suriye, yönetim bakımından doğrudan doğruya Selçuklu İmparatorluğu'na bağlanmıştı. Bu arada bütün Suriye'ye hakim olmak isteyen Tutuş ise, Suriye ve Filistin ıktaında bırakılmıştı.
Fatımilerle Mücadeleler:
Kuzey Suriye'deki rekabet ve buna bağlı buhran sebebiyle Suriye ve Filistin'de Selçuklu fetih hareketleri iki yıla yakın bir süre duraklamıştı. Sultan Melikşah'ın Kuzey Suriye seferi üzerine melikliğin başkenti Dımaşk'a çekilen Tutuş, Rebiülevvel 480 (Haziran Temmuz 1087)'de önemli bir liman şehri olan Fatımilerin yönetimindeki Sayda ve Beyrut üzerine yürüyüp işgal etmiş, her iki şehre valiler atayarak Dımaşk'a dönmüştür. Böylece Atsız ve Tutuş'un çabalarıyla Lazkiye, Antartus, Trablusşam, Akka ve Yafa gibi Suriye ve Filistin kıyı şehirlerinin büyük bir kısmının fetihleri tamamlanarak Selçuklu yönetimine alınmış oldu.
Tutuş'un bu fetihlerinden sonra Halep Selçuklu valisi Kasimüddevle Aksungur, imparatorluğun vasalı Munkızi ailesinin elinde bulunan Şeyzer üzerine yürümüş (Receb 481 I Eylül 1088), fakat anlaşma sağlandığı için kuşatmayı kaldırıp Haleb'e geri dönmüştür.
Emir Aksungur, Şeyzer seferinden bir yıl sonra Antakya'ya bağlı ve Efümiye'nin kuzeybatısında bulunan Rerzuye kalesini Ermenilerden teslim almıştır (Şaban 482 ı Ekim-Kasım 1089) . İbnü'l-Adim'in «Antakya'ya ait olup kafirlerin elindeki son kale» olarak vasıflandırdığı bu kale, dokuz ay Aksungur'un yönetiminde kalmış, yine kendisinin emri ile Rebiülevvel 483 (Mayıs-Haziran 1090) 'de tamamen yıkılmıştır.
Emir Atsız'ın Kahire yenilgisi (1077) üzerine, Mısır Fatımi devleti, Suriye ve Filistin'i geri alma ümidine kapılmıştı. Bu maksatla Fatımiler, 1078 -1079 yılında Vezir Bedrülcemali'nin çabalarıyla hazırlanan büyük bir orduyla bütün Filistin'i istila ederek Dımaşk'ı kuşatmışlarsa da Tutuş'un müdahalesi sonunda, işgal ettikleri bütün şehirleri bırakıp Mısır'a çekilmek zorunda kalmışlardı. Tutuş'un Suriye Selçuklu Melikliği'nin yönetimini eline alıp daha kuvvetli bir duruma geçmesi sonucunda Fatımiler, bu ülkeleri yeniden ele geçirme girişimlerine bir daha cesaret edememişlerdir. Hatta öyle ki; Büyük Selçuklu İmparatorluğu vasalları arasında Kuzey Suriye'de ortaya çıkan buhranlı dönemde bile bu ülkelerin geri alınması için bir teşebbüste bulunmamışlardır.
Fatımiler, son istirdat girişimlerinden ancak on yıl gibi uzun bir süre geçtikten sonra 482 (1089) yılında yeniden harekete geçmişlerdir. Vezir Bedrülcemali'nin, Nasırüddevle el-Cüyuşi komutasında gönderdiği büyük bir ordu, Filistin ve Suriye'nin kıyı bölgelerinden ilerleyerek Akdeniz'in önemli bir kıyı şehri olan Sur'u kuşatmaya başladı. Bu sıralarda ölen Kadı Aynüddevle'nin çocukları savunmada başarılı olamamış ve teslim olmak zorunda kalmışlardır.
Daha sonra Fatımi ordusu, 1087 yılında Tutuş tarafından fethedilmiş olan Sayda ve Beyrut ile yine Tutuş'un yönetiminde bulunan Akka ile Cübeyl'in şehir ve kalelerini birer birer işgal etmiş, böylece Filistin ve Suriye kıyı kentlerinden bir kısmı yeniden Fatımilerin eline geçmiştir. Hareketlerini sürdüren Fatımiler, Baalbek üzerine yürümüşlerdi. Bunun üzerine şehirdeki Selçuklu vasalı Halef b. Mülaib, başkomutan Nasırüddevle'ye gelerek itaatini bildirmiş ve şehirde Fatımiler adına hutbe okutmaya başlatmıştır. Fatımi ordusu, Nasırüddevlenin bu başarılı harekatı üzerine Suriye Selçuklu melikliğinin başkenti Dımaşk'ı da kuşatmış ancak başarılı olamamıştır. Fatımi başkomutanı, ele geçirdiği bütün şehir ve kalelerdeki Selçuklu komutan ve yöneticilerini hapsetmiş, mal ve yiyecek maddelerine el koymuştur. Ayrıca bu şehirlere Fatımi vali ve emirleri atanmıştır.
Fatımilerin Filistin ve Suriye'deki bu istirdat hareketleri sonucu önemli kıyı kentlerinin Suriye Selçuklu hakimiyetinden çıkması üzerine Tutuş, derhal Sultan Melikşah'a elçiler yollayarak Fatımi istilasını bildirmiş ve ondan Halep valisi Aksungur, Urfa valisi Bozan ve Antakya valisi Yağısıyan'a Fatımilere karşı girişeceği askeri harekatta kendisine yardımcı olmaları için emir vermesini istemiştir. Bunun üzerine Sultan Melikşah, bu valilere birer mektup göndererek Tutuş'un hizmetine girip ona yardımcı olmalarını bildirmiştir (483/1090). Tutuş kuvvetleriyle kendisine katılan Aksungur, Bozan ve Yağışıyan olduğu halde, daha önce Fatımi istilası üzerine onlara tabi olup Fatımiler adına hutbe okutmaya başlayan ve özellikle yolları kesip soygunlar yapmakta olan Halef b. Mülaib'i tedip için Humus üzerine yürümüştür. Şehrin kalabalık Selçuklu ordusu tarafından kuşatılması karşısında İbn Mülaib fazla dayanamayarak kendisi, ailesi, mal ve hazinesi için eman dilemiş, isteği olumlu karşılanınca kaleyi teslim etmiştir. Bu suretle alınan Humus, sultanın yazılı buyruğuna uyularak: Tutuş'a verilmiştir. Daha sonra Tutuş, beraberinde İbn Mülaib ve iki oğlu olduğu halde, Humus'tan hareketle Trablusşam'ın kuzeydoğusundaki Irka kalesini almıştır. Bu arada Aksungur, yine İbn Mülaib'in elinde bulunan Famiye kalesini işgal ederek buranın yönetimini Şeyzer Munkızi emiri İzzüddevle Ebu'l-Murhef Nasr'a vermiştir (3 Receb 484 / 22 Ağustos 1091)
Irka kalesinin fethinden sonra (1091) Aksungur, Bozan ve Yağısıyan ile birlikte Kadı Ebu'l-Hasan b. Ammar'ın yönetiminde bulunan Trablusşam üzerine yürüyerek kuşatmaya başladı. Selçuklu kuvvetleri karşısında direnmenin imkansızlığını gören İbn Ammar, hile yollarına sapmış, Tutuş'un yakınları olan emirlere ulaklar göndererek onlara para ve mal karşılığı kendisine yardım etmelerini teklif etmişse de emirler, onun bu teklifini benimsememişlerdir. Bu girişiminden olumlu bir sonuç alamayan İbn Ammar, bu defa Aksungur'un Zerrinkemer adlı veziriyle irtibat kurmuştur. Onun daha yumuşak karakterli olmasından istifade ederek ona değerli armağanlar ve para verip «Aksungur katında girişimlerde bulunarak kuşatmanın kaldırılmasını sağlamasını»· istemiştir.
Ayrıca Aksungur"a otuzbin altın ve çok değerli hediyeler gönderdiği gibi ona Sultan Melikşah'ın Trablusşam'ın kendi yönetiminde kalmasının bildiren menşurları ile kendisinin bu ülkedeki naiplerine yardımcı olması, onlarla işbirliği yapması ve kesinlikle çatışma durumuna düşmekten sakınması» hususlarını ihtiva eden yazılı fermanını da göstermiştir. Bunun üzerine Aksungur, Tutuş'a; «Sultanın verdiği böyle menşurları elinde bulunduran bir kimseyle asla savaşmam» demiş, buna çok kızan Tutuş'un; «Sen, bana tabi değil misin?» sorusuna Aksungur «Ben, sana ancak Büyük Sultan'a isyan durumunda olmadıkça tabiyim» cevabını vermiştir.
Böylece Tutuş ile anlaşmazlığa düşen Aksungur, ertesi gün kuvvetleriyle birlikte kuşatmayı bırakarak Haleb'e dönmüştür. Emir Bozan'ın da Urfa'ya dönmesi üzerine kuvvetleri azalan Tutuş, savaşı tek başına sürdüremeyerek Dımaşk'a dönmek zorunda kalmıştır ( 484/ 1091) . Tutuş, Aksungur'un kendisine karşı olumsuz tutum ve davranışları hususunda, şikayette bulunmak üzere, oğlunu Melikşah'a göndermişse de sultan onun bu şikayetine pek önem vermemiştir. Bunun üzerine Tutuş'un oğlu derhal Dımaşk'a dönmüştür. Böylece Büyük Sultan Melikşah'ın çok önem verdiği Fatımilerle mücadele yapılamadığı gibi, daha önce Selçukluların yönetim ve hakimiyetine geçen Filistin ve Suriye'nin önemli kıyı şehirlerinin geri alınması da mümkün olamamıştır.
dl Tacüddevle Tutuş'un Saltanat Mücadelesi:
1 ·- Kuzey Suriye, el-Cezıre ve Diyarbekir Bölgelerinin İtaat Altına Alınması:
Tacüddevle Tutuş, 1092 yılı sonlarına doğru hilafet merkezi Bağdat'ı ikinci defa ziyarete gelmiş bulunan; özellikle Fatımilere karşı harekete geçerek Mısır'ı ve hatta Mağrib'i fethetmeyi planlamış olan Sultan Melikşah'a itaat ve bağlılığını bildirmek üzere, Dımaşk'tan Bağdat'a hareket etmişti. Fakat o, Fırat ırmağının sağ kıyısındaki Hit bölgesine geldiği zaman Melikşah'ın ölüm haberini aldı. Bunun üzerine Bağdat'a gitmekten vazgeçen Tutuş, Hit'te derhal Büyük Sultanlığını ilan ederek adına hutbe okutmuştur. Daha sonra, Rahbe'yi kuşatmaya başlamışsa da kuvvetlerinin azlığı sebebiyle şehri almayı başaramamıştır. Burada fazla zaman kaybetmek istemeyen Tutuş, kuşatmayı kaldırıp kuvvetli bir ordu hazırlamak için süratle Dımaşk'a döndü. Burada sahip olduğu bütün askerleri toplayan Tutuş, Halep yönüne hareket etmiş, Emir Aksungur, Yağısıyan ve Bozan'a mektuplar göndererek; «Sultan Melikşah'ın ölümü üzerine, Büyük Sultanlığını ilan ettiğini, bu sebeple onun hakim olduğu ülkelere bu defa kendisinin hakim olmasını sağlamak için, kuvvetleriyle birlikte kendisine katılmalarının bildirdi. Bunun üzerine Aksungur, Tutuş'a kırgın olmasına rağmen hizmetinde olduğu Büyük Sultanın ölümü, çocuklarının daha küçük yaşta olmaları ve Büyük Sultanlık hususunda aralarında henüz bir anlaşmanın bulunmaması dolayısıyla ona, itirazda bulunmak cesaretini gösteremeyip onun itaat teklifini kabul etmiş, ayrıca kendisine kızgın bulunan Tutuş'un yakınlığını kazanmak için Antakya valisi Yağısıyan ile Urfa emiri Bozan'a haber göndererek «Tutuş'a itaat edip onun hizmetine girmelerini» tavsiye etmiştir. Bu üç emir, Tutuş'a itaatlerini bildirerek yönetimleri altındaki yerlerde onun adına hutbe okutmaya başlamış ve kuvvetleriyle birlikte Tutuş'a katılmayı kabul etmişlerdir. Böylece Tutuş, uzun süre yönetimi altına alamadığı Kuzey Suriye'ye Melikşah'ın ölümüyle değişen şartların sağladığı kolaylıkla hakim olmuştur. Önce Suriye'de kendisini Büyük Sultan olarak kabul ettirmeyi başaran Tutuş, beraberinde Aksungur ve Yağısıyan olduğu halde, Büyük Selçuklu saltanatına sahip olma arzularını gerçekleştirmek maksadıyla Musul Ukayloğulları emirliğinin yönetimindeki Rahbe üzerine yürüyüp kuşatmaya başladı ve çok geçmeden şehri eman ile teslim alıp adına hutbe okuttu (Muharrem / Şubat 1093). Tutuş, daha sonra el-Cezire'nin önemli şehirlerinden olan Rakka'yı da eman ile teslim almıştır. Her iki şehir halkına da çok iyi davranan Tutuş, buralara muhafızlar yerleştirdikten sonra yine Ukayloğulları emirliğinin elindeki Nusaybin'e yöneldi.
Bu sıralarda, Urfa valisi Bozan da kuvvetleriyle birlikte kendisine katıldı. Tutuş'un ordusunun şehir önlerine geldiğini gören Nusaybin valisi, derhal Tutuş'a itaatini arzedip hizmetine girdiğini bildirmiştir. Fakat şehirde Musul'u yeniden ele geçirmiş olan İbrahim b. Kureyş'in adamlarının başında bulunduğu askeri kuvvetlerin, buna razı olmayıp şehri teslim etmemeleri üzerine savaş başlamış, yıkılan şehir surlarından içeri giren Selçuklu kuvvetleri, pek çok kişiyi kılıçtan geçirmiş, bu arada yirmi kadar ilerigelen Arap emiri öldürülmüş ve şehir yağma edilmiştir. Savaştan sonra Nusaybin, Tutuş'un beraberinde bulunan Muhammed b. Şerefüddevle'ye verilmiştir (Safer 486 I Mart 1093).
Tutuş, Nusaybin'i ele geçirdikten sonra Musul'a hakim olan İbrahim b. Kureyş'e haber göndererek şehir de Büyük Sultan olarak adına hutbe okutmasını emretmiş ise de İbrahim, bu emri yerine getirmek istememişti. Bunun üzerine Tutuş, beraberindeki emirler ve kuvvetleriyle birlikte Musul'a yöneldi. Bunu haber alan İbrahim, ordusuyla Musul'dan çıkarak Tutuş'u karşıladı. Her iki taraf Musul'a bağlı el-Mudayya yöresinde karşılaştılar (2 Rebiülevvel 48(Nisan 1093).
Tutuş ordusunun sağ kanadındaki kuvvetlere Aksungur, sol kanadındakilere de Bozan komuta ediyordu. İlk çatışmada Arap birlikleri Bozan'ın kuvvetlerine karşı saldırıya geçtiyse de bozulup geri çekilmek zorunda kaldılar. İki taraf kuvvetleri, kör döğüşü halinde şiddetli ve kanlı bir biçimde çarpışıyorlardı. Bu karışıklık sebebiyle iki taraf da gereksiz yere artan zayiatı önlemek maksadıyla çarpışmayı bırakıp geri çekildiler. Fakat Emir Aksungur, birlikleriyle süratle harekete geçip gafil avladığı Arap askerlerine karşı saldırıya geçmiş ve bu baskında çok sayıda Arap askeri kılıçtan geçirilmişti. Ayrıca çok sayıda Arap askeri, kadın ve çocuk da esir alınmıştı. Esirler arasında miğferini delen bir okla başından ağır yaralanan Emir İbrahim, amcası Mukbil ve birçok Ukayli emiri de bulunuyordu. İki taraf kuvvetlerinin de oldukça ağır kayıplar vermesiyle sona eren bu savaştan sonra Arap ordugahı tamamen yağma edilmiş, Selçuklu askerlerinin eline ganimet olarak çok sayıda deve, at, koyun gibi canlı hayvan ve eşya geçmiştir.
Kazandığı el -Mudayya savaşından sonra Tutuş, süratle Musul üzerine yürümüş ve hiçbir direnişle karşılaşmaksızın şehre hakim olmuştur. Tutuş, Musul ve çevresine Saduddevle Ali b. Şerefüddevle ile annesi, yani kendi halası Safiye Hatun'u naip olarak atamıştır.
Kuzey Suriye'nin iki önemli şehri Halep ve Antakya ile Urfa'yı Büyük Selçuklu İmparatorluğu adına yönetmekte olan Aksungur, Yağısıyan ve Bozan'ı kendine tabi kılarak bütün Suriye ile Filistin'i kendi yönetimi altında toplamayı başaran Tutuş, bu emirlerin yardımlarıyla Rahbe, Rakka, Nusaybin ve Musul ile yörelerini de almak suretiyle kısa bir sürede hükümranlık bölgelerini genişletmiş bulunuyordu. Bunun bir sonucu olarak Büyük Selçuklu İmparatorluğu tahtına geçmeyi kendisi için artık bir hak sayan Tutuş, Halife el-Muktedi Biemrillah'a bir elçi göndererek, Büyük Selçuklu İmparatorluğu Sultanı sıfatıyla Bağdat'ta kendi adına hutbe okutmasını istemiştir. Fakat halife, buna razı olmayarak Tutuş'a, hilafet merkezi Bağdat'ta adına hutbe okutabilmesi için, Horasan ve Maşrık'ta hükümran olarak İslam alemine hakim olması, Kardeş çocuklarından hiç birisinin taht müddeisi olarak ortaya çıkıp kendisine muhalefet etmemesi, Başkent İsfehan'daki imparatorluk hazinesine sahip olması gibi şartlarını yerine getirmesi gerektiğini; aksi takdirde, adına hutbe okutulması hususundaki isteklerinin kesinlikle yerine getirilemeyeceğini bildirdi. Ayrıca ona; «Kulluk sınırlarını aşma, bize karşı olan hitabın kafa tutar ve tahakküm eder biçimde olmasın. Eğer bizi dinlemezsen o zaman seninle savaşırız» şeklinde oldukça sert ve tehdit dolu bir cevap göndermiştir.
Adının Bağdat'ta hutbede okutulabilmesi, için halifenin kendisine bildirdiği şartları yerine getirmek isteyen Tutuş, beraberinde Aksungur, Yağısıyan ve Bozan olduğu halde, başkent İsfehan üzerine yürüyüp Büyük Selçuklu saltanatını ele geçirmek için el-Cezire üzerinden Diyarbekir bölgesine harekete hazırlandı (Rebiülahir 486 I Mayıs 1093) .
Esasen Sultan Melikşah'ın ölüm haberi Meyyafarikin (Silvan) 'e ulaşınca şehir ileri gelenleri bir toplantı yapmış ve şehri teslim etmek için Berkyaruk'a başvurmaya karar vermişlerdi. Bu maksatla Berkyaruk'a gönderilen mektupta; «Bu bölge, babana aitti; biz, sizden başkasını istemiyoruz. Ya bizzat kendin gel, şehri teslim al veya bir naip gönder. Biz burayı senin için muhafaza ediyoruz» denmişti. Berkyaruk, gönderdiği cevapta Meyyafarildn'den kesinlikle vazgeçmek niyetinde olmadığını ve gelip şehri teslim alacağını bildirmesine rağmen saltanat mücadelesi sebebiyle Meyyafarikinlilerin isteğini yerine getirememiş ve bu şehirle ilgilenememişti. Bunun üzerine Ulu Cami'de toplanan şehrin ileri gelen yöneticileri, Kadı Ebu Bekr b. Sadaka, Şeyh Ebu Salim b. el-Muhavver, İbn Zeydan, İbn Müsaid, İbn Belek ve diğer bazı kimselerden oluşan bir heyeti Tutuş'a göndermeyi kararlaştırdılar.
Heyet mensupları, bu sıralarda Nusaybin'de bulunan Tutuş'un huzuruna çıkmış; ondan büyük ikram ve iltifat görmüşlerdir. Heyet üyeleri Tutuş'a «Biz bu beldeyi sizin adınıza koruyoruz. Daha önce, mektupla başvurduğumuz Berkyaruk'tan bize bir naip gelmedi. Sen, Sultan Melikşah'ın kardeşi olman dolayısıyla beldeye hakim olma hususunda, başkalarından daha çok hakka sahipsin. Biz, sizden başka birisini istemiyoruz» demişlerdir. Tutuş ise verdiği cevapta, «Birkaç gün sabredin, hep birlikte oraya hareket ederiz» demişti.
Tutuş, bundan sonra ordusuyla birlikte Diyarbekir bölgesine yönelmiş (486/1093) ve süratle hareket ederek el-Cezire ile Diyarbekir bölgesinin en önemli şehri durumunda olan Amid'e kolaylıkla hakim olmuştur. Daha sonra Tutuş, bölgenin ikinci önemli şehri Meyyafarikin üzerine yürüyerek Rabiye'ye gelmiş ve şehrin teslimini istemiş, aksi takdirde kendisine karşı direnen Nusaybinliler gibi kendilerini de kılıçtan geçireceğini söyleyerek onları korkutmuştur. Bunun üzerine Selçuklu ordusunu gören halk, büyük tezahüratla şehir kapılarını açmışlardır. Böylece Tutuş, hiçbir direnişle karşılaşmadan Rebiülevvel 486 (Nisan 1093) 'da Meyyafarikin'i teslim almıştır.
Bu arada Tutuş, başta Kadı Ebu Bekr olmak üzere şehir ileri gelenlerine hil'atler vermiş ve dirliklerini artırmıştır. Daha önceleri şehir yönetimini elinde tutan ve fetihten önce kendisinin davetine icabetle huzuruna gelmiş olan Cehiroğlu Ebu'l -Hasen el-Kafi'yi vezirliğe, eski vezir Ebu Tahir b. el-Enbari'yi şehir işlerine atabegi ve Dımaşk'taki Böriler hanedanının atası Zahirüddin Ebu'l-Mansur Tugtekin'i de Saray Nazırlığına atamıştır. Diyarbekir bölgesine bağlı diğer şehirler de kaleleriyle birlikte Tutuş'a tabi olmakta gecikmemişlerdir.
Tutuş, Diyarbekir bölgesindeki şehir ve kalelere kendi adamlarını yerleştirdikten sonra beraberindeki Aksungur, Bozan ve Yağısıyan ile Azerbaycan yönüne hareket etti. Yolu üzerinde bulunan bütün şehir ve kaleler kendisine sultan olarak itaat edeceklerini ve hizmetine hazır olduklarını bildiriyorlardı. Bu durum, Tutuş'un, Büyük Sultan olma yolundaki çabalarını bir kat daha artırmasına sebep oluyordu.
Öte yandan, saltanatı ele geçirme yolunda büyük çabalar harcayan ve bunun sonucu olarak Rey, Hemedan ve daha bir çok şehri hakimiyetine almak suretiyle epeyce kuvvet ve taraftar kazanan Berkyaruk, amcası Tutuş'un ordusuyla Tebriz'e gelmiş olduğunu haber almıştı. Amcasının Büyük Selçuklu saltanatını ele geçirme yolundaki faaliyetlerine engel olmak için süratle kuvvetlerini toplayıp harekete geçen Berkyaruk, Rey yakınlarına geldi. Berkyaruk'un babasının yerine Selçuklu tahtına geçme faaliyetlerini ve bu konudaki başarılarını haber alan Emir Aksungur, Emir Bozan'a; “Biz Tutuş'a vefat eden Sultan Melikşah'ın tahta geçecek bir çocuğunun ortaya çıkmadığını görerek itaat arzettik. Halbuki şimdi Berkyaruk taht iddiasında bulunuyor. Biz, onunla birlik olup hizmetine girmeliyiz” demiş, ve onu Tutuş'un hizmetinden ayrılmaya ikna etmiştir.
Bunun üzerine Aksungur ve Bozan, bir gece, kuvvetleriyle birlikte Tutuş'un ordusundan ayrılıp Berkyaruk'tın saflarına katılarak onun hizmetine girmişlerdir. Bu ihanet dolayısıyla kuvvetleri oldukça azalan Tutuş, yeğeni Berkyaruk'a karşı bir savaşı göze alamadı ve yeniden mücadeleye girişmek üzere asker toplamak maksadıyla Tebriz'den ayrılıp Diyarbekir bölgesine geldi. Tutuş, bir kısım askerlerini burada ve el-Cezire'de güvendiği emirlerin komutalarında bıraktıktan sonra kendisine sadık kalan Yağısıyan ile Seruç üzerinden Antakya'ya geldi Zilkade 486 (Kasım-Aralık 1093) 'da Dımaşk'a döndü.
2 - Aksungur ve Bozan'ın Bertaraf Edilmesi:
Oldukça kalabalık kuvvetleriyle Tutuş'un ordusundan ayrılan Emir Aksungur ve Bozan'ın kendisine katılmasına son derece sevinen ve böylece saltanat mücadelesinde amcası Tutuş'a karşı durumu bir kat daha kuvvetlenen Berkyaruk, onlara çok iyi davranmıştır. Her iki emir, Berkyaruk'a, «Tutuş meselesinin kesinlikle ihmal edilmemesini, onun askeri hazırlıklarını bitirip İmparatorluğa ait ülkelerde hakim duruma geçerek adına hutbe okutmasına ve dolayısıyla Büyük Selçuklu saltanatını ele geçirmesine meydan vermeden süratle üzerine yürünmesi gerektiği» hususunda tavsiyede bulunmuşlardır. Ayrıca ondan Tutuş tarafından herhangi bir harekatın yapılmasına engel olmak gayesiyle Büyük Selçuklu İmparatorluğu adına valilik yapmakta oldukları Urfa ve Haleb'e güvence altında ulaşabilmeleri için kendilerine bir miktar asker verilmesini istemişler ve Tutuş ile kendisi arasında bir tampon kuvvet olarak bulunmayı üzerlerine aldıklarım bildirmişlerdir. Her iki emirin bu isteğini olumlu bulan Berkyaruk, bir miktar askeri kuvvetle, sultanlığını halifeye tasdik, ettirmek için Bağdat'a gitmek üzere Tutuş'un hakimiyetine geçen Ukayloğulları ailesinin yönetimindeki Musul'a geldi.
Berkyaruk, burada bir miktar Ukayli kuvvetini Bozan ile Aksungur'un yanına verdi. Böylece Bozan Urfa'ya, Aksungur ise Şevval 468 (Ekim-Kasım 1093) 'de Haleb'e geldi. Aksungur ile Bozan, Urfa ve Halep'te Tutuş adına okutmakta oldukları hutbeyi, bu defa Berkyaruk adına değiştirerek görevlerine devam etmişlerdir.
Öte yandan Büyük Selçuklu saltanatını ele geçirmek için Berkyaruk ile yeniden mücadeleye girişmek üzere, Dımaşk'ta askeri hazırlıklar yapmakta olan Tutuş; Aksungur ve Bozan'ın Halep ve Urfa'ya dönmüş olduklarını, her iki şehirde kendi adına okutulan hutbeyi Berkyaruk adına değiştirmiş ve bu şehirleri onun adına yönetmeye başlamış olduklarını haber almıştı. Bunun üzerine, vakit kaybetmeksizin onları tedip için hazırladığı orduyla Dımaşk'tan ayrılan Tutuş, Hama yakınlarına geldiği zaman Antakya valisi Yağısıyan da kuvvetleriyle birlikte kendisine katıldı (Rebiülevvel 487 / Mart - Nisan 1094) .
Öte yandan Tutuş'un Halep yakınlarına kadar geldiğini haber alan Aksungur, bu sıralarda Bağdat'ta bulunan ve Büyük Selçuklu Devleti Sultanı olarak adına hutbe okutan Berkyaruk'a bir mektupla başvurarak Tutuş'a karşı yardım isteğinde bulundu. Bunun üzerine Sultan Berkyaruk, Urfa valisi Bozan, beraberindeki emirlerden Gürboğa ve ikibin beşyüz atlıya sahip olan Rahbe hakimi Emir Abakoğlu Yusuf'a derhal Aksungur'a yardıma gitmelerini emretti. Sultanın bu emrini alan emirler, Tutuş'un herhangi bir saldırısına karşı Aksungur'un saflarında yer almak üzere, kısa bir süre içinde kuvvetleriyle birlikte Halep'te toplandılar.
Aksungur'un giriştiği bütün bu askeri hazırlıkları yakından izleyen Tutuş, Haleb'in güneyindeki el-Hanüte üzerinden, yine Haleb'in güneydoğusundaki en -Naura'ya gelmiş, buradan da Haleb'in doğusundaki Buzaa vadisine kadar ilerleyerek bütün bu yöreleri yağma akınlarına uğratmıştı.
Halep'te bulunan ve askeri hazırlıklarını tamamlamış olan Aksungur, Berkyaruk'tan gelen yardımcı kuvvetlerden başka, Kilaboğulları kabilesinin reislerinden Şibl b. Cami, Mübarek b. Şibl, Muhammed b. Zaide ve kuvvetlerinin yanısıra Halep muhafız birlikleriyle bir miktar Deylemli ve Horasanlı askerlerle de ordusunu oldukça güçlendirmişti. Böylece Berkyaruk'un Halep valisi Aksungur, atlı ve yaya olmak üzere, altıbin kişiden fazla bir orduyu Tutuş'a karşı savaşmaya hazır duruma getirdi. Tutuş'un ordusunun mevcudu da Aksungur'un ordusu kadardı.
Emir Aksungur, beraberinde Türk ve Arap emir ve komutanları olduğu halde, ordusu ile birlikte Haleb'e altı fersah uzaklıkta bir köy olan Seb'in yakınlarına gelmiş olan Tutuş'un ordusuna oldukça yaklaşmıştı. Askerlerini zaman kaybetmemek için süratle savaş düzenine sokan Aksungur, Cumartesi günü süratle geçip 9 Cemaziyelevvel 487 (20 Nisan 1094) 'de Tutuş'un ordusuna saldırdı. Fakat Emir Bozan ve Gürboğa, Aksungur ile birlikte saldırıya geçmeyerek oldukları yerde kalmışlardı. Böylece yalnız kendisinin komuta ettiği kuvvetlerle saldırıya geçtiği anlaşılan Aksungur, daha çarpışmanın başlarında, maiyyeti emirlerinden Abakoğlu Yusuf'un Tutuş tarafına geçmesi üzerine oldukça sarsılmıştı. Bozan ve Gürboğa'nın yardımlarından yoksun olarak çarpışmaya başlayan Aksungur'un Tutuş'a karşı giriştiği saldırı, tam bir başarısızlıkla sona erdi. Onun zor duruma düştüğü bir sırada Tutuş, bütün kuvvetleriyle Aksungur'un isteksiz savaşan askerlerine karşı şiddetle saldırıya geçti. Ünlü Halep tarihçisi Kemaleddin İbnü'l-Adim'in belirttiği gibi, «Bir lahza dahi dayanamayan» Aksungur'un kuvvetleri bozulup dağılmışlardır. Bununla birlikte yenilgiyi bir türlü kabullenemeyen Aksungur askerlerinin dağılmasına rağmen çarpışmaya devam etmişse de esir olmaktan kurtulamamıştır. Çok geçmeden Tutuş, boynuna ip geçirilip yanına getirilen Aksungur'a, “Sen, beni yenip böyle esir alsaydın ne yapardın?” diye sormuş, onun: «Öldürürdüm» demesi üzerine Tutuş; «Ben de sana, senin bana vermek istediğin hükmü veriyorum» demiş ve derhal boynunu vurdurmuştur.
Sultan Melikşah devrinin ünlü emirlerinden olan Abdullah El turganoğlu Kasimüddevle Aksungur, Sultan Melikşah tarafından atandığı Halep valiliği sırasında övgüye değer pek çok faaliyette bulunmuştur. Cenazesi Halep'te Karanbiya Meşhedi'nin batısında mütevazi bir türbeye defnedilmiş daha sonra oğlu İmadeddin Zengi, onu buradan aldırıp Züccaciyye medresesinde onun için yaptırdığı türbeye naklettirmiştir.
Bu savaşta Aksungur ile birlikte olduğu halde çarpışmaya katılmayan Emir Bozan ve Gürboğa, çok geçmeden kendilerine yönelen yoğun saldırılar karşısında dayanamayıp kuvvetleriyle birlikte Haleb'e çekilmek zorunda kaldılar. Her iki emir, şehir halkı ve muhafız kuvvetleriyle birleşip Haleb'i Tutuş'a karşı savunma hazırlıklarına giriştiler. Ayrıca kendilerine yardımcı kuvvet göndermesi için de Berkyaruk'a başvurdular. Çok geçmeden Berkyaruk'tan güvercin postasıyla Haleb'e gelen mektupta, «Kendilerine Halep savunması için gönderilen kuvvetlerin Musul'a eriştiği ve yakında Haleb'e ulaşacağı» bildiriliyordu. Bunun üzerine daha önce Seb savaşını kazanan Tutuş, süratle Halep üzerine yürümüş, kendisine karşı gösterilen direniş sebebiyle şehri kuşatmıştır.
Fakat şehri savunan muhafızlardan direnişin gereksizliğine inanan bir kısım askerler, harekete geçerek şehrin Antakya Kapısı'nı açtılar ve «Tutuş'un Haleb'e hakim olduğunu» münadiler vasıtasıyla halka ilan ettiler.
Tutuş'un ordusunun şehre girmesi üzerine, Kal'atü'ş-Şerif'te oturan şehir valisi, derhal aşağı inip kaleyi Tutuş'a teslim etmiştir. Daha önce, Sultan Melikşah tarafından Büyük Kale'ye atanan Nuh et-Türki de Tutuş'a bir elçi göndererek «Kendi durumunu takdir etmesini isteyip ondan karısı ve kendisi için eman sözü aldıktan sonra Büyük Kale'yi Tutuş'a teslim etmiştir (11 Cemaziyelevvel 487 / 30 Mayıs 1094) . Ayrıca Haleb'e bağlı bütün kaleler de Tutuş'a teslim edilmiştir. Bu arada şehri Berkyaruk adına savunan Emir Bozan ve Gürboğa esir alınmıştı. Tutuş, kendisine Aksungur ile birlikte ihanet eden Bozan'ı derhal öldürtmüş, Gürboğa'yı da Emir Üner'in ricası üzerine öldürtmeyip kardeşi Altuntaş ile Humus'a gönderip hapsetmiştir.
Böylece Haleb'e yeniden hakim olmayı başaran Tutuş, saltanat mücadelesine devam ederek Fırat ırmağını geçip Seruc'u almış, daha sonra Bozan'ın esir aldığı iki askerini onun yönetimindeki Harran ve Urfa'ya göndermiş ve oradaki naiplerden her iki şehrin kendisine teslimini istemiştir. Fakat Bozan'ın naipleri, valilerinin henüz öldürülmeyip hapiste olabileceği ihtimaliyle Tutuş'un isteğini kabul etmeyerek Urfa ve Harran'ı teslim etmemişlerdir. Bunun üzerine Tutuş, Bozan'ın başını bir "mızrağın ucuna taktırarak Harran ve Urfa'ya göndermiş ve böylece her iki şehir kendisine teslim edilmiştir.
Daha sonra Cehiroğullarının elinde bulunan Diyarbekir bölgesindeki şehir ve kaleler de savaşsız olarak Tutuş'a teslim olmak zorunda kalmışlardır.
el Rey Savaşı ve Tutuş'un Sonu:
Diyarbekir bölgesini itaat altına aldıktan sonra Tutuş, Bağdat'ta bulunduğunu sandığı Berkyaruk üzerine, yürüyüp onu bertaraf etmek ve böylece saltanatı daha kolay ele geçirmek istemişti.
Bu sırada, oğlu Mahmud'u Selçuklu tahtına geçirmek isteyen Melikşah'ın karısı Terken Hatun, topladığı kuvvetlerle harekete geçerek başkent İsfehan'ı ve devlet hazinesini ele geçirmişti. Bunun üzerine hakimiyeti sarsılan Berkyaruk, Terken Hatun'u bertaraf etmek için Musul civarına kadar gelmişti. Bu durumu haber alan Tutuş, Berkyaruk'tan önce İsfehan'a varmak için Ahlat üzerinden Azerbaycan'a hareket etti. Esasen Tutuş ile Terken Hatun; Berkyaruk'a karşı birleşmek, Mahmud'u Selçuklu tahtına geçirerek imparatorluğu birlikte yönetmek ve evlenmek gibi hususlarda tam bir anlaşma içerisinde bulunuyorlardı.
Öte yandan Tutuş'un, ordusuyla Hemedan yakınlarına kadar ilerlemiş olduğunu haber alan Terken Hatun, saltanat konusunda, daha önce onunla yaptığı anlaşmayı uygulamaya koymak maksadıyla kuvvetleriyle birlikte İsfehan'dan Hemedan'a hareket etmişti. Fakat o, daha Hemedan'a gelmeden yolda hastalanmış, yola devam edemeyerek İsfehan'a geri dönmüş ve kısa bir süre sonra da burada vefat etmiştir (Ramazan 487 / Eylül-Ekim 1094) .
Terken Hatun'un ölümü üzerine askerlerinden bir kısmı Berkyaruk tarafına, büyük kısmı ise Terken Hatun'la işbirliği yapması dolayısıyla Tutuş'un hizmetine girmişti. Böylece Tutuş, Selçuklu saltanatını ele geçirme mücadelesinde daha da kuvvetli bir duruma gelmiş oluyordu. Bunun bir sonucu olarak da beraberinde bulunan Türkmen beylerinden Abakoğlu Yusuf'u bir miktar kuvvetle kendi adına hutbe okutmasını sağlamak üzere, hilafet merkezi Bağdat'a şahne olarak göndermişti (1094 sonları). Tutuş, Hemedan'a gelip Terken Hatun'un ölüm haberini aldığı zaman İsfehan'da bulunan ve Terken Hatun'u destekleyen emirlerin, onun ölümü dolayısıyla kendisinden yüz çevirmeleri ihtimalini düşünerek Dımaşk'ta bıraktığı oğlu Rıdvan'a bir mektup göndererek «Suriye'deki askerlerle birlikte süratle kendisine katılmasının bildirdi.
Öte yandan amcası Tutuş'un Azerbaycan'ı işgal ile Hemedan üzerine yürüdüğünü, onunla işbirliği yapmakta olan Terken Hatun'un da öldüğünü öğrenen Nusaybin'deki Berkyaruk, beraberindeki bin kişilik bir kuvvet ile Erbil üzerinden İsfehan'a hareket etmiş, hatta bir ara, Hemedan yörelerine ulaşan Tutuş'un ellibin kişiden oluşan ordusuna dokuz fersah ( 45-50 km.) yaklaşmıştı. Bunu haber alan Tutuş, beraberindeki Türkmen beylerinden Abakoğlu Yakub'u bir miktar atlıyla Berkyaruk'un üzerine gönderdi. Yapılan çarpışmada Yakup, Berkyaruk'u bozguna uğratmış ve ağırlıklarının büyük bir kısmını yağma etmişti. Hatta bu bozgun haberi üzerine, Halife el-Müstazhir Billah, Bağdat'ta Tutuş adına hutbe okutmaya dahi başlamıştı.
Bu çatışma sırasında kuvvetleri tarafından yalnız bırakılan Berkyaruk'un yanında, kendisine son derece sadakat gösteren büyük emirlerden Porsuk, Emirü'l-İsfehsalar Gümüştegin el-Candar ve Emir Yaruk'tan başka hiç kimse kalmamıştı. Buna rağmen Berkyaruk, çok az sayıdaki taraftarlarıyla güç bir durumda İsfehan'a ulaşmayı başarmıştır. Bununla birlikte İsfehan önlerinde, birkaç gün beklemesine rağmen şehirdeki kardeşi Mahmud'un taraftarı emirler, kendisini içeri almak istememişler, fakat bir süre sonra onu yakalayıp hapsetmek üzere şehre girmesine izin vermişlerdir. Berkyaruk, şehir kapısında kardeşi Mahmud tarafından sevinçle karşılanmış, fakat Üner, Bilge ve diğer bazı emirler tarafından, önceden düzenlenen plan gereğince yakalanıp hapse atılmıştır. Esasen Melik Mahmud'u tahta geçirmekte kararlı olan ilerigelen emirler, hapisteki Berkyaruk'un gözlerine mil çektirip onun sultanlık iddiasını tamamen ortadan kaldırmak istiyorlardı. Fakat Berkyaruk'un İsfehan'da hapse atılmasından iki gün sonra Melik Mahmud, çiçek hastalığına yakalanmış ve durumu ağırlaşmıştı. Bu durum karşısında tabip Eminüddevle b. et-Tilmiz, bu emirlere: “Melik Mahmud'un çiçek hastalığından kurtulması hemen hemen imkansızdır. Tacüddevle Tutuş'un buraya gelip sultan olmasını istemediğinize göre, Berkyaruk'un gözlerine mil çekme konusunda acele etmeyiniz. Eğer Mahmud ölecek olursa Berkyaruk'u saltanat tahtına oturtunuz, yok eğer kurtulacak olursa o zaman Berkyaruk'un gözlerine mil çekme konusunda takdir yine sizlere ait olacaktır” demek suretiyle Berkyaruk'un gözlerine mil çekilmesini önlemiştir.
Berkyaruk'un, sonu belirsiz bir mukadderat içinde kıvrandığı bir sırada, yakalandığı çiçek hastalığından kurtulamayan kardeşi Melik Mahmud vefat etti (Şevval 487 I Ekim 1094). Bu durum karşısında Berkyaruk'u, gözlerine mil çekmek suretiyle bertaraf etmek isteyen emirler, onu sultan olarak tanıdılar. Fakat bununla birlikte bir süre sonra Berkyaruk da aynı hastalığa yakalanmış hatta akli dengesini bile kaybetmişse de sonradan iyileşmiştir.
Hemedan'ı kuşatan Tutuş, şehirde bulunan Berkyaruk taraftarı Emir Ahur'un direnişiyle karşılaşınca burayı ele geçirmekten vazgeçip şehirden ayrılmıştır. Çok geçmeden Emir Ahur, ağırlıklarını yağmalamak için kendisini izlemiş ise de yapılan çarpışmada yenilmiştir. Bunun üzerine Hemedan'a dönen Emir Ahur, Tutuştan eman dileyerek hizmetine girmiş ve böylece Tutuş, Hemedan'a hakim olmuştur. Bu sıralarda Tutuş, Berkyaruk'un hizmetine girmek maksadıyla Horasan'dan İsfehan'a geldiği sırada Melik Mahmud'a bağlı emirlerden Kumaç'ın saldırısına uğrayan ancak kaçmayı başaran Nizamülmülk'ün oğullarından Fahrülmülk'e rastlamıştı. Tutuş, onu Berkyaruk taraftarı olması sebebiyle öldürmek istemişse de Emir Yağısıyan'ın aracılığı ile bundan vazgeçmiş ve yine Yağısıyan'ın, itibarlı bir aileye mensup olduğu için saltanat mücadelesinde yararlı olabileceği düşüncesiyle onun vezirliğe atanmasını tavsiye etmesi üzerine Fahrülmülk'ü vezirliğe atamıştır.
Rey şehrini işgal etti (Muharrem 488 / Şubat 1095). Berkyaruk'un da hastalanmasıyla saltanat meselesinin kritik bir duruma gelmesi üzerine Tutuş, İsfehan'da bulunan emirlere elçiler göndererek; “Kendisini sultan olarak tanıyıp itaat etmeleri halinde, kendilerine büyük ihsanlarda bulunacağını” bildirmiştir. Tutuş'a cevap gönderen emirler de «Kendisine sultan olarak itaat edeceklerini» bildirmekle birlikte halen hasta olan Berkyaruk'un sağlık durumunun ne olacağını bilemediklerinden bekliyorlar ve her iki saltanat müddeisini de oyalayarak zaman kazanmak istiyorlardı. Nitekim çok geçmeden Berkyaruk'un sağlık durumunun düzelip şifa bulması üzerine ona gönderdikleri bir haberde; “Aramızda kılıçtan başka hiçbir şey kalmamıştır” diyerek saltanat mücadelesinde Berkyaruk'u desteklediklerini açıklamışlardır. Bu arada daha önce Berkyaruk tarafından vezirliğe atanan Müeyyedülmülk b. Nizamülmülk, bütün Irak ve Horasan emirlerine mektuplar yazarak onların saltanat davasında Berkyaruk tarafına geçmelerini sağlamış ve böylece Berkyaruk, Tutuş'a karşı durumunu daha da kuvvetlendirmiştir.
Yakalandığı çiçek hastalığı ile birlikte ters dönen talihini de yenen Berkyaruk; Suriye, Irak, Diyarbekir ve Azerbaycan bölgelerinde sultanlığını kabul ettiren ve Hemedan ile Rey şehirlerini de almak suretiyle saltanat mücadelesinde ciddi bir rakip durumuna gelmiş olan amcası Tutuş'a karşı artık savaşabilecek bir duruma gelmiş bulunuyordu. Bu maksatla o, kendisini «Büyük Selçuklu İmparatorluğu Sultanı» olarak tanıyan İsfehan'daki ilerigelen emirlerle Tutuş'a karşı harekete geçti. Cerbazakan'a gelen Berkyaruk'un ordusu, daha önce kendilerine Vezir Müeyyedülmülk tarafından yazılan mektuplar sayesinde Irak ve özellikle Horasan'dan gelen kuvvetlerin katılması sonunda otuzbin kişiye ulaşmış bulunuyordu. Öte yandan Berkyaruk'un kendisine karşı harekete geçtiğini öğrenen Tutuş, halkın kendisine ihanet edebileceği düşüncesiyle Rey'de savunma savaşı yapmayı uygun bulmayarak şehir dışında savaşmaya karar verdi. Bu maksatla oniki fersah (60-70 km.) uzaklığındaki Daşilu (Taşlı) köyü yakınında bir düzlükte konaklayıp savaş hazırlıklarına başladı.
Çok geçmeden Berkyaruk da ordusu ile birlikte gelip Tutuş'un ordusunun karşısında karargah kurduktan sonra askerlerini savaş düzenine soktu. Beraberinde, başta Vezir Müeyyedülmülk olmak üzere Emir Üner, Bilge, Yaruk, Bekçur, Ahur gibi devletin ileri gelen büyük emirleri yer almıştı. Tutuş'un yanında ise, Vezir Fahrüddevle, oğlu Dukak, Tuğtegin, Yağısıyan, Abdürrezzakoğlu Adbüddevle Abak, Abakoğlu Yusuf, Aytegin el-Halebi, Cenahüddevle Hüseyin gibi emir ve komutanlar bulunmaktaydı. İki taraf öncü kuvvetleri arasında yapılan ufak tefek çarpışmalardan sonra savaş düzeni almış olan asıl kuvvetler, 17 Safer 488 (26 Şubat 1095) 'de şiddetli bir savaşa tutuştular. Urfalı Mateos'taki bir kayda göre; Berkyaruk'un ordusunda bulunan Sultan Melikşah'ın sancağı çekilince bunu gören Tutuş'un kuvvetlerinin büyük bir bölümü Berkyaruk tarafına geçmiş, hatta kendisine daima sadık kalmış olan ve kuvvetleriyle pusuda bulunan Yağısıyan bile çarpışmaktan kaçınmıştır. Hiç ummadığı bir sırada düştüğü bu ciddi duruma rağmen yanındaki çok az bir kuvvetle çarpışmayı sürdürmekte olan Tutuş, Berkyaruk'un askerleri tarafından sarılmıştı. Çarpışmalar sırasında Tutuş'un atı, Emir Bekçur tarafından yaralanmış ve kendisi de yere düşmüştü. Böylece Berkyaruk kuvvetleri ortasında savunmasız bir halde kalmasına rağmen Sultan Melikşah'ın kardeşi ve taht müddeisi olması sebebiyle hiç kimse Tutuş'a yaklaşıp öldürmek istemiyordu. Fakat Tutuş'a karşı öç alma duygusu besleyen Sungurca adlı başka bir emir, derhal onun üzerine atılarak başını gövdesinden ayırmaktan çekinmemiştir. Tutuş'un başı, Berkyaruk'a getirilmiş, askerlerine de gösterildikten sonra Bağdat'a gönderilerek halka teşhir edilmiş ve nihayet Başlar Hazinesine (Hazainü'r-Rüils) konulmuştur. Cenazesi babası Sultan Alparslan'ın Merv'deki türbesine gömülmüştür.
Oldukça genç bir yaşta Gence valiliği yaparken ağabeyi Sultan Melikşah tarafından Selçuklu fetihlerini tamamlaması için Suriye ve Filistin'e atanan Tutuş'un hayatı sürekli bir mücadele içinde geçmiştir. Kendisine karşı yapılan hata ve ihaneti asla affetmeyen sert bir mizaca sahip olduğu, çeşitli olaylar karşısında gösterdiği reaksiyonlardan anlaşılmaktadır. Kuzey Suriye'de giriştiği askeri harekat sırasında, birçok Türkmen beyi ile birlikte emrine verilen vasal Arap Musul emiri Müslim'in ırkçı bir politika uygulaması üzerine onu maiyyetinden kovmak suretiyle gösterdiği tepki, onun daha çok genç yaşlarda bile nasıl kuvvetli bir kişiliğe sahip olduğunu göstermektedir. Tutuş; Irak, Suriye ve Filistin'de Arap hakimiyetini kurmak için çalışan Müslim'in giriştiği çeşitli faaliyetlerde uyguladığı iki yüzlü politika dolayısıyla onunla daima çatışma halinde bulunmuştur.
Büyük Sultan Melikşah'ın ölümünden sonra giriştiği saltanat mücadelesinde, gerek maiyyetindeki emirlere, gerekse hükümran olduğu bazı şehir halkına karşı zaman zaman zulme varan hareket ve davranışları, kısmen haklı da olsa, Tutuş'un başarısızlığının en büyük sebebi olmuştur. Tutuş'un gerçekten kuvvetli ve etkili bir kişiliğe sahip olmasına rağmen siyasi yanı oldukça sönük kalmıştır. Aksungur ve Bozan'a karşı tutumu, Musul Ukayloğulları ailesine karşı sert davranışları, Rey emiri Ahur'un itaat etmişken kendisinden kaçması ve nihayet İsfehan'daki imparatorluğun askeri güçlerinin komutasını ellerinde bulunduran büyük emirlerle olan ilişkileri, bu hususu açık bir şekilde göstermektedir.
Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi
İLMİ MÜŞAVİR ve REDAKTÖR
Prof. Dr. Hakkı Dursun YILDIZ