8 Aralık 2023 Cuma

DÎNİ SÖZLÜK “K”

 

KUBÂ MESCİDİ:

 

İslâm târihinde Peygamber efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) hicreti sırasında Medîne-i münevvere yakınında bulunan Kubâ'da ilk defâ inşâ edilen mescid.

 

Bir kimse evinde güzel bir gusl abdesti alarak Kubâ mescidine gelir de bu mübârek mescidde namaz kılmaktan başka bir niyeti olmazsa bir umre etmiş gibi kendisine sevâb verilir. (Hadîs-i şerîf-Meşârık)

 

Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem Mekke'den Medîne'ye hicret buyururken, Medîne-i münevvereye yakın olan Kubâ köyünde birkaç gün misâfir kaldı. İlk iş olarak müslümanlarla birlikte Kubâ mescidini yaptı. Cumâ günü Medîne'ye doğru yola çıktı. Raûna vâdisinden geçerken öğle vakti olmuştu. Burada ilk Cumâ namazını kıldı ve ilk hutbeyi okudu. (Abdülhâk-ı Dehlevî)

 

KUBBE-İ HADRÂ:

 

Medîne-i münevverede bulunan Peygamber efendimizin kabr-i şerîfinin üzerindeki yeşil kubbe.

 

Kubbe-i hadrâ, müslümanların göz bebeğidir. Müslümanlar, kubbe-i hadrânın altında bulunan mübârek hücre-i seâdeti ziyâret etmeyi, kurtuluşlarına sebeb bilirler. Çünkü Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem; "Kabrimi ziyâret edene şefâatim vâcib olmuştur" buyurmuştur. (Abdullah-ı Mûsulî, Tâcüddîn Sübkî)

 

Mısır Türkmen sultânı Seyfeddîn Sâlih Klâvûn rahmetullahi aleyh, 1279 (H. 678) senesinde Hücre-i seâdet üzerine bugünkü Kubbe-i hadrâyı ilk olarak yaptırıp kurşun ile kapattı. (Abdülhak-ı Dehlevî)

 

KUBÛR:

 

Kabirler, mezârlar.

 

İnsanların ölünce defnedilmeleri, gömülmeleri için dîne uygun kazılan yerler. (Kabir)

 

KUDDİSE SİRRUH:

 

Daha çok Allahü teâlânın sevdiği kullar olan evliyâdan birinin ismi anılınca veya yazılınca, onun sırrı (içi) temiz ve mübârek olsun mânâsına söylenen veya yazılan duâ, hürmet ve saygı ifâdesi. İki kişi için "Kuddise Sirruhümâ" ikiden çok için "Kuddise sirruhüm" denir.

 

İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin babası Abdülehad hazretlerinin üstâdı (hocası) ve Hindistan evliyâsının büyüklerinden Abdülkuddûs kuddise sirruh, oğluna yazdığı bir mektubunda buyuruyor ki: "Oğlum! Vaktin kıymetini bil. Gece-gündüz ilim öğrenmeye çalış. Her zaman abdestli bulun. Beş vakit namazı sünnetleri ile ve ta'dîl-i erkân (rükûda, kavmede yâni rükû'dan kalkıp ayakta iken, iki secdeyi yaparken ve celsede yâni iki secde arasında oturmada bütün âzâlar, organlar hareketsiz kaldıktan sonra, Sübhânallah diyecek kadar durmak) ile, huzur (kalben Allahü teâlâ ile berâber olmak) ve huşû (Allahü teâlâdan korkmak ve tevâzu hâli) ile ve şerîatin sâhibinin (Peygamber efendimizin) bildirdiği gibi kılmaya çalış. Bunları yapınca, dünyâda ve âhirette sayısız nîmetlere kavuşursun." (M. Hâşim-i Keşmî)

 

KUDDÛS (El-Kuddûs):

 

Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Azamet ve celâline, büyüklüğüne lâyık olmayan, noksanlık ve eksiklik getiren şeylerden, his organlarının anladığı, hayâl gücünün hayâl ettiği, hâtıra gelen ve düşünülebilen her türlü vasıftan ve özellikten münezzeh, pâk ve temiz olan.

Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki:

 

Allah'tan başka ilâh yoktur. O, mülkü hiç yok olmayan bir Mâlik (sâhib)tir. Kuddûs'tur..." (Haşr sûresi: 23)

 

Her gün bin defâ el-Kuddûs ism-i şerîfini söyliyen kimsenin gönlü dağınıklıktan kurtulur. (Yûsuf Nebhânî)

 

KUDRET:

 

Güç, güçlü olma.

 

1. Allahü teâlânın sıfat-ı sübûtiyyesinden biri. Allahü teâlânın her şeye gücünün yetmesi. 

Allahü teâlâ âyet-i kerîmede meâlen buyuruyor ki:

 

Gerçekten, göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişinde, akıl sâhipleri için, Allah'ın varlığını, kudret ve azametini gösterir, kesin delîller vardır. (Âl-i İmrân sûresi: 190)

 

Ebû Mes'ûd el-Bedrî anlattı: Hizmetçimi kamçı ile dövüyordum. Arkamdan; "Ey Ebû Mes'ûd! Sen bil ki..." diye bir ses işittim. Öfkemden, bu sesin mânâsını anlayamadım. Bana yaklaşınca, bir de ne göreyim Resûlullah efendimiz bana hitâben; "Ey Ebû Mes'ûd! Allahü teâlânın senin üzerindeki kudreti, senin bu hizmetçiye karşı kudretinden daha büyüktür" buyurdu. Bunun üzerine ben; "Bundan sonra hizmetçimi bir daha dövmeyeceğim" dedim. (İmâm-ı Müslim)

 

Allahü teâlâ, Kur'ân-ı kerîmin birçok yerinde; "Sizden evvel gelip geçenlerin hayatlarını, gittikleri yolları ve başlarına gelenleri, gözden geçirip, onlardan ders alınız. Yerleri, gökleri canlıları, cansızları ve kendinizi inceleyiniz! Gördüklerinizin içini, özünü araştırınız. Bütün bunlarda, yerleştirmiş olduğum kuvvetimi, kudretimi, büyüklüğümü ve hâkimiyetimi bulunuz, görünüz, anlayınız" meâlinde emirler buyurmaktadır. (İmâm-ı Gazâlî)

 

Kıyâmet günü bütün canlılar, mahşer yerinde toplanacak. Her insanın amel defterleri uçarak sâhibine gelecektir. Bunları; yerleri, gökleri, zerreleri, yıldızları yaratan, sonsuz kudret sâhibi olan Allahü teâlâ yapacaktır. (Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî)

 

Dil, şükretmek içindir. Rabbini bilen, dilini gıybet için kullanmaz. Kulak; Kur'ân-ı kerîm ve nasîhat dinlemek içindir. Bâtıl ve boş sözler için değildir. Göz; Allahü teâlânın kudret ve san'atını görmek içindir. Eşin dostun ayıbını görmek için değildir. (Sa'dî Şîrâzî)

 

İnsanın esas özelliği; âcizlik ve muhtâç olmasıdır. Hak teâlânın sıfat-ı zâtiyyesi ise; kudret ve gınâ (kimseye muhtâc olmamak) dır. (Bursalı İsmâil Hakkı)

 

2. Kullara âit sınırlı olan güç, kuvvet.

 

Kul her işinde, yapıp yapmamakta serbest olup, ikisinden birini elbette seçecek; iş, iyi veya fenâ olacak, günâh veya sevâb kazanacaktır. Allahü teâlâ kullarına, emirlerini ve yasaklarını yerine getirecek kadar kudret ve ihtiyâr (beğenmek, seçmek gücü) vermiştir. Daha çok vermesine, lüzûm yoktur. Lüzûmu kadar vermiştir. Buna inanmayan, Kolay şeyleri anlamayan kimsedir. Kalbi hasta olduğundan, İslâmiyet'e uymamaya bahâne aramaktadır. (İmâm-ı Rabbânî)

 

Bugün elinde var iken fırsat, 

Âhiret hazırlığı yap hemen

Çünkü sende bulunan bu kudret 

Elden ele geçer gider dâim.

 

(Sa'dî Şîrâzî)

 

KUDÜS:


Filistin'de, Süleymân aleyhisselâm tarafından inşâ ettirilen Mescid-i Aksâ'nın bulunduğu şehir. Bu şehir târih kitaplarında İlyâ adıyla da zikredilir.

 

Târihi çok eskilere dayanan Kudüs şehri, târih boyunca pekçok işgâl ve yağmaya uğradı. Âsurlu hükümdârı Buhtunnasar (Nabukatnazar) Kudüs'ü zabt ettiği zaman şehri yakıp yıktı. Mescîd-i Aksâ'da bulunan altın, gümüş ve diğer mücevherleri Babil'e götürdü. M.S. 70 senesinde Romalılar tarafından tekrar işgâl edilerek yakılıp yıkılan Kudüs şehri, 120 yılında tâmir, hazret-i Ömer'in halîfeliği sırasında da müslümanlarca fethedildi. 1099 (H.492)'de haçlılar (hıristiyanlar) Kudüs'ü istilâ edince yakıp yıktılar. Pek çok müslümanı kadın ve çocuk demeden kılıçtan geçirdiler. Bu arada Mescid-i Aksâ'yı da yağmalayıp üstüne haç diktiler. İçerisine heykeller koyarak kiliseye çevirdiler. Sultan Salâhaddîn-i Eyyûbî 1187 (H. 583)'de Kudüs'ü haçlılardan kurtarıp, Mescid-i Aksâ'dan haçları ve putları kaldırttı. Yavuz Sultan Selîm Han zamanında Osmanlı idâresine giren Kudüs, Birinci Dünyâ savaşından sonra, müslüman Türklerin elinden çıktı. 1967 (H. 1387)'deki Arap-İsrâil savaşında Kudüs, yahûdîler tarafından işgâl edildi. (İslâm Târihi Ansiklopedisi)

 

Müslümanlar hicretten on altı ay sonraya kadar Kudüs'teki Mescid-i Aksâ'ya yönelerek namaz kıldılar. Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem mîrâca buradan yükseldi. (Abdullah-ı Dehlevî)

 

Hazret-i Ömer Kudüs'ü feth edince, Kudüs'teki kiliselere dokunulmaması için emir verdi ve hıristiyanlarla anlaşma yaptı. Kudüs ahâlisine bir de emannâme (emniyet belgesi) verdi. Emannâmede buyurdu ki: "İş bu mektûb, müslümanların emîri Ömer bin Hattâb'ın, İlyâ (Kudüs) ahâlisine verdiği emân mektubudur ki, onların; varlıkları, hayatları, kiliseleri, çocukları, hastaları sağlam olanları ile öteki milletler için yazılmıştır..." (Taberî)

 

KUL:

 

1. İbâdet eden, itâat eden, hizmet eden, canlı mahlûk (insan, melek ve cin).

 

Allahü teâlâ buyuruyor ki: "Ey kulum! Emrettiğim farzları yap, insanların en âbidi olursun. Yasak ettiğim haramlardan sakın, verâ' sâhibi olursun. Verdiğim rızka kanâat eyle, insanların en ganîsi olursun, kimseye muhtâc kalmazsın. (Hadîs-i kudsî-Riyâz-üs-Sâlihîn)

 

Ben kulum. Kullar gibi yere oturur yerim. (Hadîs-i şerîf-Şir'at-ül-İslâm)

 

Cenâb-ı Hakk'ın kulları üzerindeki hakkı; onların kendisine ibâdet etmeleri ve başka hiçbir varlığı O'na şirk (ortak) koşmamalarıdır. (Hadîs-i şerîf-Müslim)

 

Bir kimsenin Allahü teâlâya kul olması için, O'ndan başka şeylere kul olmaktan ve bağlanmaktan tam kurtulması lâzımdır. (İmâm-ı Rabbânî)

 

Kulun hakîkî îmâna kavuşması için, dört şey lâzımdır; bütün farzları edeble yapmak, helâl yimek, görünen ve görünmeyen bütün haramlardan, yasaklardan sakınmak ve bu üçüne ölünceye kadar devâm etmeye sabretmek. (Sehl bin Abdullah-ı Tüsterî)

 

2.   Köle.

 

Kul Hakkı:

 

Bir kimsenin, başkası üzerindeki hakkı, alacağı.

 

Üzerinde kul hakkı olan, mahlûkların malına, ırzına dokunan, ölmeden önce helâllaşsın, ödesin! Zîrâ o gün altının, malın değeri olmaz. O gün hak ödeninceye kadar, kendi sevâblarından alınacak, sevâbları olmazsa, hak sâhibinin günâhları buna yüklenecektir. (Hadîs-i şerîf-Mektûbât-ı Rabbânî)

 

Allah yolunda şehîd olanın, kul haklarından başka bütün günâhları affolur. Kul haklarını da Allahü teâlâ, kıyâmette helâllaştıracaktır. (Ahmed Zühdü)

 

İşlenen günahlarda kul hakkı varsa, buna tövbe için; kul hakkını hemen ödemek, hak sâhibi ile helâllaşmak, ona iyilik ve duâ etmek de lâzımdır. Mal sâhibi, hakkı olan ölmüş ise, ona duâ, istiğfâr edip, çocuklarına, vârislerine verip ödemeli, bunlara iyilik yapmalıdır. (İmâm-ı Rabbânî)

 

KULLETEYN:

 

Eni boyu ve derinliği altmışar santimetre veya çapı 48, derinliği 96 santimetre olan bir küp veya silindir şeklindeki havuz veya 500 rıtl yâni 220 kg su.

 

Hanefî mezhebinde akar suya ve büyük havuza, Şâfiî mezhebinde kulleteyn miktârı olan suya, Mâlikî mezhebinde herhangi miktardaki bir suya pislik düşerse, pisliğin üç eserinden biri, yâni rengi, kokusu veya tadı belli olmayan her tarafından abdest ve gusl (boy abdesti) câiz olur (alınır). (İbn-i Âbidîn)

 

Hanefî mezhebinde küçük havuza, Şâfiî'de ise kulleteynden az olan suya, az necâset (pislik) düşerse üç sıfatı (özelliği) yâni rengi, tadı, kokusu değişmese de necs (pis) olur. İnsan içmez ve temizlikte kullanılmaz. (Alâüddîn-i Haskefî)

 

KUMAR:

 

Para veya başka bir menfaat karşılığı oynanan oyun; birkaç kimsenin aralarında para veya mal toplayarak piyango çekip, isâbet etmeyenlerin isâbet edenlere mal veya para vermek için sözleşme veya para ile kazanmak için tahminde bulunma, toto. Karşılıklı para veya mal koyarak bahse tutuşma.

 

Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyuruyor ki:

 

Ey îmân edenler! Şarap, kumar, dikili taşlar (putlar), fal ve şans okları birer şeytan işi, pisliktir. Bunlardan uzak durun ki, kurtuluşa eresiniz. (Mâide sûresi: 90)

 

Kumar ile ele geçen mülk olmadığı için, satılması ve satın alınması ve yenilmesi câiz değildir, haramdır. (Kâdızâde Muhammed Ârif)

 

KUNÛT DUÂSI:

 

İtâat etme, ibâdet. Hanefî mezhebinde, vitir namazının üçüncü rek'atinde zamm-ı sûre okunduktan sonra; Şafiî mezhebinde, sabah namazının farzının ikinci rek'atinde rükûdan kalktıktan sonra ve Ramazân-ı şerîf ayının yarısından sonra vitir namazının üçüncü rek'atinde rükûdan kalktıktan sonra okunan duâ.

 

Resûlullah efendimiz zamânında Bi'r-i Mâûne vak'asında, Sahâbe-i kirâmdan (Peygamberimizin sohbetinde yetişen mübârek arkadaşlarından) yetmiş kurrâ (hafız), Âmiroğullarının reîsi Ebû Berâ Âmir bin Mâlik'in yeğeni Âmir bin Tufeyl ve adamları tarafından şehîd edilmişlerdi. Peygamber efendimiz bu hâdiseye çok üzüldüler. Bu elîm hâdiseyi yapan kabîlelere, belâ için bir ay sabah namazında o müşrikler aleyhine duâ buyurdu. İşte kunût duâsının başlangıcı budur. Ondan evvel kunût okunmazdı. (İmâm-ı Buhârî)

 

KUR'A ÇEKMEK:

 

Müşterek malın ortaklar arasında çekim yoluyla taksîm edilmesine verilen isim.

 

Hâkimin bir malı, buna müşterek mâlik olan ortaklar arasında kur'a ile taksim ettikten sonra, ortaklardan bâzısı, çekilen kur'adan vazgeçemez. (İbn-i Âbidîn)

 

Mülk sâhiplerinin haklarının miktârlarını değiştirmek veya ortaklardan birinin hakkını yok etmek, yâhut hakkı olmayana pay vermek için yapılan kur'a harâm olur. (İbn-i Âbidîn)


KUR'ÂN-I KERÎM:

 

Allahü teâlânın Cebrâil aleyhisselâm vâsıtasıyla Muhammed aleyhisselâma yirmi üç senede Arabça olarak indirdiği, bize kadar ilk nâzil olduğu şekilde tevâtürle, yalan söylemeleri mümkün olmayan üstün vasıflı insanların bildirmeleri ile gelen ve mushaflarda yazılı olup, okunması ile ibâdet edilen, hiçbir kimsenin bir benzerini getiremediği ve getiremeyeceği son ilâhî kitap.

 

Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:

 

De ki, insanlar ve cinler birbirlerine yardımcı olarak, (belâgat, güzel nazm ve kâmil mânâda) bu Kur'ân-ı kerîmin bir benzerini ortaya koymak için bir araya gelseler, yemîn olsun ki, yine de benzerini ortaya koyamazlar. (İsrâ sûresi: 88)

 

Kur'ân-ı kerîm için, bu sihirdir, bu ancak bir insan sözüdür, dedi. İşte bunu söyleyeni, şiddetli bir ateş içinde, Cehennem'e atacağım. Şiddetli ateşin ne olduğunu sen ne bilirsin? O, (içine girenleri) ne çıkartır, ne azâbdan vaz geçer. İnsanın derisini karartır, yakar. Orada on dokuz (azâb yapan melek) vardır. (Müddessir sûresi: 24-30)

 

Her kim beş vakit farz namazda Kur'ân-ı kerîm okursa, Hak teâlâ her harfine yüz sevâb verir. Her kim namazdan başka vakitlerde Kur'ân-ı kerîm okursa, her harfine on sevâb verir. Her kim, (tegannîsiz ve hürmetle okunan) Kur'ân -ı kerîmi ayakta veya oturarak hürmet ile dinlerse, her harfine bir sevâb verir. Her kim Kur'ân-ı kerîmi hatm eylese (baştan sona okusa), o kulun duâsı Allah indinde kabûl edilir. (Hadîs-i şerîf-Ey Oğul İlmihâli)

 

Kur'ân-ı kerîm okuyanın ana-babası kâfir olsalar bile, azâbları hafifler. (Hadîs-i şerîf-Tenbîh-ül-Gâfilîn)

 

Kur'ân-ı kerîme, ehliyeti olmadan mânâ veren, Cehennem'de azâb görecektir. (Hadîs-i şerîf-Berîka)

 

Kur'an-ı kerîm, Muhammed aleyhisselâmın sözü değildir. Allah kelâmıdır. Hiçbir insan öyle düzgün söyleyemez. Kur'ân-ı kerîmde bildirilenlerin hepsine İslâmiyet denir. Hepsine inanan insana mü'min ve müslüman denir. Birini bile beğenmemeye îmânsızlık, yâni küfür denir. (Abdülhakîm-i Arvâsî)

 

Kur'ân-ı kerîmin her bir harfinde bin bir derde bin bir türlü devâ (şifâ) vardır. (Ebü'l-Leys Semerkandî)

 

Modern ilmin on dört asır geriden tâkib ettiği Kur'ân, ben şehadet ederim ki, Allah kelâmıdır. (Kaptan Dr. Coustea)

 

Kur'ân'ın içinde pekçok tekrarlar vardır. Onu okuduğumuz zaman, bu tekrarlar bizi usandıracak sanılıyor, fakat biraz sonra bu kitap bizi kendisine çekiyor. Bizi hayranlığa ve sonunda büyük saygıya götürüyor. (Goethe)

 

İslâm dîninin kaynağı olan Kur'ân'da cihân medeniyetinin dayandığı bütün temeller bulunmaktadır. O kadar ki, bugün bizim uygarlığımızın, Kur'ân'ın bildirdiği temel kâideler üzerine kurulduğunu kabûl etmemiz gerekir. (Gaston Karl)

Kemaliye / Erzincan

 


7 Aralık 2023 Perşembe

RUSYA TARİHİ -16

 




İLK ROMANOV'LAR


Çar Michail Fedoroviç zamanı (1613-1645)


Romanov'lar 

Michail Fedoroviç'in hâkimiyetinin ilk yılları

Michail Federoviç'in, 2 mayıs 1613 tarihinde, merasimle taç giymesiyle Rusya'da Romanov'lar sülâlesinin hâkimiyeti başlar ( 1613-  1917). Romanov'lar eski boyar ailesi olan Koşkin'lerin bir budağını teşkil ediyorlardı.

Şecere defterinde (Tsarski Rodoslovets) verilen malûmata göre, büyük knez İvan Daniloviç Kalita zamanında (XIV. yüzyıl ortaları) Moskova'ya, "Prusya yurdundan,, maruf bir kimse gelmiş, Moskova'lılar kendisine Andrey Kobıla adını vermişlerdi. Bu zat Moskova knezi sarayında temayüz etmişti; onun beşinci oğlu olan Fedor Koşkin'den  " Koşkinler „ nesli türemişti. Koşkinler, XIV. ve XV. Yüzyıllarda Moskova knezleri sarayında mühim mevkiler işgal etmişlerdi; bu aile, knezler neslinden olan Şuyski'ler, Vorotınski'ler  ve  Mstislavski'ler ile aynı dereceyi tutmağa muvaffak olmuştu. XVI. Yüzyıl başında, boyar Roman Yur'yeviç Zacharin, sarayda ehemmiyetli bir mevki işgal etmişti; işte bu zattan  "Romanov „ lar ailesi türedi. Roman'ın oğlu Nikita, Korkunç İvan'ın karısı Anastasya'nın biraderi olmakla, Korkunç İvan'ın ve halefleri zamanındaki "boyar takibatı„nda kendini korumakla kalmadı, Fedor İvanoviç'in hâkimiyetinin ilk yıllarında, sarayda büyük bir nüfuz sahibi oldu. Nikita'nın oğlu Fedor ise Boris Godunov zamanında takibata maruz kaldı, zorla manastıra kapatıldı ve bununla, boyarlar zümresinin teveccühünü kazandı. "Tuşino Hırsızı„na katılmakla, Fedor (rahib adı: Filaret) Kazaklar ve aşağı tabakanın da sempatisini çekmişti; bu ise oğlu Michail'in Çar'lığa seçilmesinde mühim bir âmil teşkil etmişti. Michail tahta çıktığı zaman, Filaret, "Büyük  elçilik,, azalariyle  birtikte Lehistan'da esir sıfatiyle alıkonmuştu. Çarın annesi, rahibe Marfa ise, oğlu yanında idi. Yeni çar henüz 17 yaşında, genç bir delikanlı olmasına bakmaksızın hastalıklı ve çok yumuşak tabiatlı bir kimse idi. Devlet işlerini idarede hiçbir tecrübesi olmadığı gibi, kabiliyeti de yoktu. Çar'ın etrafında bulunacak en yakın akrabasının nüfuz kazanacağı ve devlet idaresini ele alacakları muhakkaktı. Hakikaten Çar'ın annesi tarafından yakın bir akrabası olan ve "Karışıklıklar,, zamanında da mühim siyasi faaliyet gösteren Saltıkov'lar (tatar menşeli bir boyar ailesi) en mühim rol oynamağa başladılar; Romanovlar ailesine mensup kimselerin de, durumdan ve ele geçirdikleri fırsattan faydalanarak, şahsî menfaatlerini gözetmek yolunda hiçbir fırsatı kaçırmadıkları bilinmektedir.

Rusya'daki devlet mekanizmasının temelinden sarsıldığı, memleketin her tarafında henüz asayiş tesis edilmediği nazarı itibare alınarak, Michail (yakınlarının ve büyüklerinin telkiniyle) çar seçimi için toplanan "Yurt Mümessilleri,, (Zemski Sobor)ni dağıtmadı, faaliyetine devam ettirdi. Bu meclis azaları, zaman zaman değiştirilmek suretiyle yenilenmekte idi; "Sobor„ (meclis) çalışmaları tam on yıl müddetle devam etti. İdarenin karışıklığı, hele iktisadî durumun temelinden sarsılmış olması karşısında, Çar işleri yoluna koymak için alınması lâzım gelen tedbirlerin "Meclis„de müzakere edilmesini istemiş ve alınan tedbirlerin tatbikat işini "Sobor,, a bırakmıştı; hatta Çar tarafından gönderilen emirler ve talimatnâmeler ile aynı mealde Meclis tarafından çıkarılan buyruklar ayrı "elçiler,, vasıtasiyle mahalline gönderilmekte idi.



Zarutski'nin sonu(1613)


Polarski kuvvetlerinin, 1612 ağustosunda Moskova'yı kurtarmak  için harekete geçmesi üzerine, kazak  "atamanı,, (başbuğu)  Zarutski'nin, Kazaklariyle,  Marina  Mnişek'i  ve oğlu  Çareyeviç İvan'ı  alarak Astrachan'a  gittiğini söylemiştik.  Zarutski, İran şahının himayesinde, Astrachan'da  bir "Kazak Devleti,, kurmayı tasarlıyordu. Etraftaki kazak, ve Moskova rejiminden memnun olmayan unsurların, Zarutski'yi tanıyacakları sanılıyordu. Astrachan şehrinde, kazak teşkilâtına göre bir idare kuruldu. Moskova hükümeti, bundan haber alınca, Don ve Terek boyundaki Kazaklara bolca hediyeler gönderip vâadlerde bulunarak bunların Zarutski'ye katılmalarını önleyebildi. Diğer yandan Astrachan'ın ele geçirilmesi için "strelets,, (tüfekçi) kuvvetleri gönderildi. Şehir ahalisi, Moskova kuvvetlerinin yaklaştığını görünce, Zarutski'nin zulmünden bıkmış olduklarından, isyan ettiler ve "atamanı,, kaçmağa zorladılar. Zarutski, Marina Mnişek'i ve Çarzade ivan'ı alarak, Yayık boyuna gitti ise de, Moskova voyevodaları yetişerek, bunları ele geçirdiler. Zarutski ve "Çarzade,, Moskova'ya getirildiler ve idam edildiler. Marina Mnişek ise hapise atıldı, ve az sonra orada öldü (veya öldürüldü). Yıllar boyunca, Rusya tarihinde, mühim rol oynamış olan bu asil Lehli bayan, bu suretle feci bir şekilde sahneden çekilmiş oldu.


İsveç ile barış, Stolbovo uzlaşması  (1617)


İsveçlilerin Novgorod çevresinde hâkimiyet sürdüklerini ve Novgorod da  isveç prensi Filip'in  kral  nasbedildiğini söylemiştik. Moskova hükümeti,  Novgorod'u geri almak için, 1615 te bir ordu gönderdi ise de Ruslar, İsveçliler tarafından püskürtüldüler. Bu sıralarda İsveç'in başında, Gustav Adolf gibi, İsveç tarihinin en kudretli bir hükümdarı bulunuyordu (1611-1632). İsveç kralı Pskov şehrini almak teşebbüsünde bulundu ise de, yanındaki askerin ve muhasara aletlerinin azlığı yüzünden, şehri alamadı. Mamafih, Gustaf Adolf'un esas gayesi rus şehirlerini ele geçirmek değildi; o, Rusları Fin körfezinden ve Baltık sahillerinden mümkün mertebe uzaklaştırmak istiyordu. İsveç'i daha ziyade Avrupa'da protestanlığa karşı başlayan şiddetli mücadele ilgilendiriyordu. Gustav Adolf bu yüzden Ruslarla uzun boylu savaşmak istemedi. Moskova'ya gelen hollandalı elçilerin ve ingiliz tüccarlarından John Merik'in tavassutu ile İsveç ve Rusya arasında barış müzakerelerine girişildi ve bir müddet sonra, Ladoga gölü yakınındaki "Stolbovo,, köyünde bir barış akdedildi (1617). Stolbovo uzlaşmasına göre: Novgorod ve birkaç diğer şehir Ruslara iade edildi; Vasili Şuyski tarafından İsveçlilere bırakılan Fin körfezi sahilindeki bazı rus şehirleri ise İsveçlilerin elinde kaldı; bu suretle Ruslar Finlandiya ve Karelya'dan uzaklaştırılmış, Fin körfezi ve Estonya sağlamca İsveçlilerin elinde kalmıştı. Gustav Adolf, Ruslarla barış akdedilince, Orta Avrupa'da başlanan "Otuz yıl„ harplerine faal bir şekilde iştirak imkânını bulmuştu.


Leh Prensi Vladislav'ın Moskova seferi ve  Denlina barışı (1618)

 

Lehliler, Michail Fedoroviç'in Çarlığını tanımak istemediler. Vladislav, bu defa kendi haklarını silâhla almağa karar verdi ve 1617 de Rusya'ya bir sefer açtı. Leh ordusu küçük ve fena hazırlıklı olmasına bakmaksızın, 1618 sonbaharında Moskova kapılarına kadar ilerleyebildi. Leh ordusundaki iaşe darlığı, kıtaların iyi teçhiz edilememiş olması ve diğer yandan Rusların mukavemeti yüzünden, Vladislav Moskova'yı alamadı. Lehliler, bu defa, Troitsk - Sergeyevsk manastırını ele geçirmek ve orada kışlamak istedilerse de, buna da muvaffak olamadılar. Her iki taraf da yorgun düştüğünden, barış müzakerelerine başlandı. Küçük bir köy olan "Deulina,, da 14 yıl sürecek bir barış akdedildi. Moskova hükümeti: Smolensk şehrinin ve bütün Severek bölgesinin Lehistan'a bırakılmasına muvafakat etti; Lehliler ise, karşılık olmak üzere, rus tutsaklarının memleketlerine iade edilmelerini kabul ettiler; bu maddeye tevfikan, "Büyük elçilik,, heyeti de geri dönmek imkânını buldu. Fakat, Vladislav Moskova tahtı üzerindeki hakkından vazgeçmedi.



Filaret'in (Fedor Nikitiç) Moskova'ya Gelişi ve  Rusya'da çift Çarlık

  

 Patrik Germogen ölünce, patriklik makamı boş  kalmıştı.  Michail  Fedoroviç'in  çar   seçilmesi  üzerine,  Michail'in  babası  Filaret'in dönüşü ve  bu makama getirilmesi  zımnen  kararlaştırılmış idi.  Deulina  uzlaşması  gereğince,  Lehliler rus  esirlerini  salıverince  Filaret  te.  1619 (1619 - 1633)  yazında Moskova'ya döndü.   Filaret  hemen "patrik makamı,, na  geçirildi  ve kendisine  büyük  hükümdar  (veliki  gosudar)  lâkabı  verildi;  bu  lâkab ancak çarlara mahsustu. Filaret'in bununla, çar Michail ile aynı derecede bulunduğu da gösterilmiş oldu. Patrik Filaret, çok tecrübeli, enerjik ve liyakatli bir kimse olduğundan, devlet işleri tamamiyle onun eline geçiverdi. Rusya'da Bizans İmparatorluğunda gördüğümüz " Şerik imparator „, yani çift hükümdar „ sistemi gibi bir vaziyet hasıl oldu. Bu durum, Filaret'in ölüm yılı olan 1633 e kadar devam etti. Çar Michail'in icraatı, hep Filaret'in teşebbüsü ve enerjisiyle dönüyordu. Çarın babası, devlet idaresinde en nüfuzlu kimse oluverince, Saltıkovlar gözden düştüler ve umumiyetle bundan sonra herhangi bir şahıs sivrilemedi.



Lehistana karşı Harp (1632) ve Ebedi Barış (1634)


 Ruslar kendilerinde bir parça kuvvet hissedince, Smolensk şehrini geri  almak  maksadıyle, harb ilân etmeksizin, 1632 de Lehistan'a karşı harekete geçtiler.   III.  Sigizmund'un ölümü üzerine (1632) Lehistan'da başlayan "interregnum,, (kralsızlık) Moskova hükümetince bir fırsat telâkki edilmişti. Rus orduları, yeni usule göre yetiştirilen kıtalardan ve eski "dvoryan,, alaylarından teşekkül etmiş olup sayısı 32 bin kişi idi. İlk hedefin Smolensk teşkil ettiğini söylemiştik ; fakat, burası çok kuvvetli bir kale olduğundan muhasarası uzadı. 1611/12 de Smolensk'i inadle müdafaa eden voyevoda Şeyin bu defa rus ordusuna kumanda ediyordu. Smolensk'teki leh garnizonu şiddetle mukavemet etti. Rus ordusunda iaşe ve teçhizat darlığı kendini göstermekte gecikmedi. Lehistan tahtına III. Sigizmund'un oğlu Vladislav seçilince, leh kralı hemen, büyük bir ordu başında harekete geçti. Lehli ve Zaporoglu kazak kıtalarından ibaret olan Vladislav ordusu, sür'atle ilerleyerek, Smolensk'i kuşatan Moskova kuvvetlerini her taraftan sardılar; Ruslar, leh saflarını yaramadılar ve mukavemet imkânlarından tamamiyle mahrum edildiler. Şeyin, bu durum karşısında, bütün toplarını ve ağırlığını Lehlilere teslim etmek suretiyle, serbestçe çekiliş müsaadesini aldı. Ruslar, bu suretle, büyük bir yenilgiye uğramış oldular. Nihayet 1634 te Ruslar müzakerelere başlamak arzusunu izhar ettiler. Rus ve leh murahhasları arasında yapılan uzun müzakerelerden sonra, Rusya ile Lehistan arasında bir "ebedî barış,, akdedildi. Bunun ahkâmına göre : Karışıklık devrinde kral Sigizmund'un eline düşen şehirler, başta Smolensk olmak üzere, Lehlilere bırakılacaktı; buna karşılık olmak üzere Vladislav, Moskova tahtı üzerindeki hak iddiasından vazgeçerek, Michail Fedoroviç'i "çar,, olarak tanıdı.



Azak kalesi meselesi


Don Kazakları başbuğları 1637 ilkbaharında her tarafa adamlar göndererek, Kazakların Türklerin (1637 - 1642) elinde bulunan Azak kalesine karşı sefere hazırlanmaları gerektiğini bildirmişlerdi. Paskalya yortuları bitince, Kazaklar harekete geçtiler. Moskova'ya gitmek üzere yola çıkan Türk elçisi Foma Kantakuzin, Kazaklar tarafından durdurulmuş ve arkadaşlarıyle birlikte hapsedilmişti. Kantakuzin'in "kazak düşmanı,, olduğu ileri sürüldü ve kendisi birtakım suçlarla itham edildi ve hemen asıldı; Kantakuzinin adamları ve bu meyanda birkaç rum rahibi de öldürüldüler, elçinin bütün eşyası yağma edildi. Kantakuzin'i öldürdükten sonra, Kazaklar Azak kalesine hücuma geçtiler. Azak paşasının elinde, bu âni kazak baskınını karşılayacak kadar asker ve cephane yoktu. İki hafta süren savaştan sonra, Kazaklar, 18 haziran 1637 tarihinde kaleyi ele geçirdiler. Şehirdeki bütün müslüman ahali öldürüldü, ancak Rumlar ve diğer hıristiyanlar canlarını kurtarabildiler. Kazaklar kaleyi ele geçirince, bunu kendi başlarına tutamayacaklarını anladıklarından, hemen Moskova'ya bir elçi hey'eti göndermeğe ve Azak şehrini Çar'a teslim etmeğe, Moskova kuvvetlerinin kaleyi muhafaza için gönderilmesi hususunda ricada bulunmağa karar verdiler. Moskova hükümeti, bu hususta kat'i bir karar vermek maksadiyle, 1642 ocak başında bir "Zemski Sobor,, (Yurt Mümessilleri Meclisi) çağırdı. Mümessillerin birçoğu, "Azak kalesinin Kazaklardan teslim alınmasını ve buranın Türklere karşı tutulması gerektiği,, fikrini ileri sürdülerse de, Moskova hükümet mahfillerinde bu görüş tasvib edilmedi. Moskova hükümeti tarafından, 30 nisan 1642 tarihli bir yazı ile Kazakların Azak kalesini boşaltmaları istendi. Kazaklar, hiç arzu etmedikleri halde, bu buyruğa boyun eğmek zorunda kaldılar. Kalede esaslı bir tahribat yaptıktan sonra, çıkıp gittiler. Azak'ı zorla almak maksadiyle gelen kuvvetli bir Türk ordusu, burayı boş buldu. Azak kalesi yeniden Osmanlı Devletinin eline geçti, ve yeniden Karadeniz'in "kilidi,, vazifesini görmeğe başladı. Moskova hükümetinin bu kadar mühim bir kaleyi ele geçirmek fırsatını haizken, bunu yapmak istemeyişi, Rusya'nın Osmanlı Devleti karşısında kendisini henüz çok zayıf hissettiğini açıkça göstermekte idi.

 


Çar Aleksey Michayloviç zamanı  (1645-1676)



Çar Aleksey Michayloviç hâkimiyetinin ilk yılları ve 1648 karışıklıkları


Michail Fedoroviç 1645 yılı yazında öldü. Aynı yılda karısı Yevdokia (Strejnev'ler soyundan)  da öldü. Tahta, henüz 16 yaşındaki, Michail Fedoroviç'in biricik oğlu,  Aleksey Michayloviç geçti.  Çar,  gençliği dolayısıyle, devlet idaresini tek başına çeviremezdi; bundan ötürü lalası boyar Boris İvanoviç Morozov nüfuz kazandı. Morozov, haris tabiatlı ve şahsî menfaatini gözeten bir kimse olduğundan, devlet müesseselerine Morozovun akrabaları ve iltimas ettiği kimseler getirildi. Bunlar, açık bir şekilde, nüfuzlarını ve mevkilerini kullanarak, ahaliyi soymağa başladılar. Çar, saray erkânından I. D. Miloslavski'nin kızı, Maria llyiniçna ile evlenmesinden sonra (1648), lala Morozov'un keyfî hareketi büsbütün arttı. Morozov'lar ve Miloslavski'ler ve bunların yükselttiği kimseler devlet hazinesini çalmakta, yolsuzluklara başvurarak, rüşvet ve diğer gelirler temin etmekte, kanun ahkâmını çiğnemekte idiler. Hele Moskova şehir emini Leonti Pleşçeyev'in keyfî hareketleri o dereceyi buldu ki Moskova ahalisi arasında hoşnutsuzluk aldı yürüdü. Nihayet, Moskovalıların sabırları tükendi ve 1648 yılı haziranında, bir ayaklanma patlak verdi. Moskova'da başgösteren bu " fitne „ birkaç gün devam etti. Ahaliye zulm ettikleri zannı altında bulunan bütün memurlar ve şahıslar öldürüldüler, evleri yakıldı, mal ve mülkleri yağma edildi; bu vak'alar, Aleksey Michayloviç'in bir parça gözünü açmasına ve halkın kötü durumu ile ilgilenmesine sebep oldu. Çar, iş başına yeni adamlar getirdi. Bu defa, Çar'ın ikinci gözdesi olan boyar ve knez Nikta İvanoviç Odoyevski yükseldi. Çok kabiliyetli ve zeki bir kimse olan bu zat, Çar'a karışıklıkların yatıştırılması için, yalnız fena memurların değiştirilmesi yetişmediğini, umumiyetle halkın mevcut idareden ve mer'iyette olan kanunların bir çoğundan memnun olmadığını anlattı. Odoyevski, bunların düzeltilmesi gerektiğini ileri sürmeğe başladı.

1649 haziranında patlak veren ayaklanma üzerinden  bir ay  geçmeden, çar Aleksey Michayloviç boyarIar Meclisi ve "Patrik Şûrası,, (ruhani-şurası)nı toplantıya çağırdı; maksadı, halk hareketini yatıştırmak, idare işlerini düzeltmek için neler yapılması gerektiği hakkında görüşmekti. Bu toplantıda alınan kararlar mucibince, knez N. I. Odoyevski dört yardımcı ile birlikte eski kanunları bir araya toplamağa memur edildi; yani, 1550 "Çar Kanunnâmesi,, ile bu tarihten sonra çıkarılan bütün kanunlar, ve "Kormçaya kniga,, daki ahkâm gözden geçirilecek, tamamlanacak ve yeni bir "kanunnâme,, haline getirilecekti. Bu hey'et işini bitirince, Moskova'da "Yurt Mümessilleri,, (Zemski Sobor) toplantıya çağırılacak ve yeni kanunnâme umumî hey'etin tasvibine sunulacaktı. Devlet hizmetinde bulunanlardan, şehirlerden ve vergi ödemeğe tâbi cemaatlerden olmak üzere, Moskova'ya 130 şehirden murahhaslar çağırıldı. Meclis, 1 eylül 1648 de çalışmalarına başladı, toplantılar sarayın büyük salonlarından birinde yapılıyordu. "Boyarlar Meclisi,, ve "Ruhaniler Şurası» bu toplantılara iştirak ettirilmiyordu. Knez Odoyevski, derlediği kanunları bir rapor halinde toplantıya arzediyor, murahhaslar da bunları birer birer inceliyorlardı. Çok kere murahhaslar tarafından, mevcut hal ve şartlara uygun yeni kanunlar teklif ediliyor, veya zamana uymayan eski kanunların değiştirilmesi istenerek, Çara "ariza„lar sunuluyordu. Aleksey Michayloviç, bunların çoğunu tasvib ediyor, ve bunlar "kanun» mahiyetini alarak, Odoyevski'nin "Düstur„unda yer alıyordu. "Yurt Mümessillerinin bu teşrii çalışmaları, 1649 da sona erdi. Yeni kanunnâme, "Yurt Mümessilleri Kanunnâmesi,, (Sobornoye Ulojenye) adını aldı; az sonra, o zamana göre büyük bir yekûn tutan 2.000 nüsha basılarak, Rusya'nın her tarafına dağıtıldı. Bu suretle, Rusya'da eskisine nisbeten çok daha mükemmel ve herkesin faydalanabileceği ve ilk olmak üzere tabedilen bir kanunnâme tanzim edilmiş, ve devlet idaresini düzeltmek yolunda mühim bir adım atılmış oldu. Aleksey Michayloviç'in "Ulojenye,, si (Kanunnâme) 1917 ye kadar tatbik edilmiştir.



Kilisede ıslahat ve ayrılık (raskol), eski din ( starover ) taraftarları


Patrik Nikon (1652-1666)    


Çar Aleksey Michayloviç zamanında rus kilisesinde  ( Ortodoksluk - Pravoslavye )  bazı ıslahat yapılmak istenmesi, Rusya'da dinî bir "ayrılık„ doğurdu. Buna Ruslar "Raskol,, derler. Bu olay, Patrik Nikonun faaliyetinin bir eseridir. Filaret (Nikitiç) ölünce (1633), patrik makamını Yoasaf (Ioasaf), sonra Yosif (Iosif) adlı ehemmiyetsiz iki kimse işgal etmişlerdi; her ikisinin de devlet işlerinde tesiri görülmedi. Halbuki 1652 de, Novgorod metropoliti Nikon patrik olunca, rus kilisesi ve devleti tarihinde büyük bir hareket başgösterdi. Rus kilisesi kısa bir zaman içinde devlet idaresinde büyük bir nüfuz kazandı. Nikon, başta Patrikliği kabul etmek istemiyormuş gibi bir tavır almıştı; ancak Çar'ın ısrarı üzerine, buna muvafakat etmişti. Aleksey Michayloviç, Nikon'a karşı teveccühünü belirtmek maksadiyle, kendisine, ancak Filaret'in taşımış olduğu. "Büyük efendi,, (Veliki gosudar) unvanını verdi ve bununla, yeni patrik'in din işlerinden başka, devlet işlerinde de büyük bir nüfuz sahibi olacağını tebarüz ettirdi. Nikon, adeta (tıpkı Michail Fedoroviç zamanında, Çar'ın babası Filaret gibi) Çar'ın şeriki olmuştu.


Din kitaplarının düzeltilmesi âyinlerde  bazı düzeltmeler, kilisede ayrılığın başlanması (Raskol) (1654-1667)


Rusca yazılan din ve dua kitaplarında, müstensihler tarafından yapılagelen hatalar yüzünden, birçok yanlış meydana gelmişti.  İstanbul rum kilisesinde, âyinler esnasında yapılmayan bazı fazlalık veya eksikler mevcuttu. Patrik, haiz olduğu dinî ve dünyevî salahiyetlerini kullanarak, kimse ile danışmadan dinî eserlerde ve kilise âyinlerinde yapılması lâzım gelen düzeltmeler hakkında tamimler göndermeğe başladı. Patriğin bu keyfî hareketi rus kilise mensupları arasında memnuniyetsizliği, ve Çar'a şikâyetleri mucib oldu. Nikon bir taraftan bu gibileri cezalandırmakta iken, diğer yandan, 1654 te Moskova ruhanilerini bir toplantıya çağırdı, ve nelerin düzeltilmesi gerektiğini anlattı. Ruhaniler toplantısı Nikon'un tekliflerini tasvib etti. Nikon bununla da iktifa etmeyerek din kitaplarında ve âyinlerinde yapılan tashihleri İstanbul patriğine bildirdi ( 1655); az sonra İstanbul'dan tasvib cevabı geldi.

Nikon'un tatbik ettiği yeniliklerden hoşlanmayan ve bunların yanlış olduğunu iddia eden kuvvetli bir ruhaniler zümresi teşekkül etmişti. Halk arasında da yeniliklere karşı düşmanca bakış arttı; hele meşhur Solovetski manastırının, yeni kitapları kabul etmeyişi, Nikon hareketinin büsbütün baltalanmasına sebep oldu. Birçok şehirde, "eski din,, in muhafazası yolunda açıktan açığa vaızlar söylenmeğe ve propaganda yapılmağa başlandı. Rus kilisesinde ayrılık tehlikesi belirdi. Bu durumdan telâşa düşen Çar, 1666 da Moskova'da bütün rus yurdu ruhanilerini bir toplantıya (Sobor) çağırdı. Ruhaniler toplantısı Nikon'un yaptığı düzeltmeleri yeniden tasdik, ve karşı gelenleri takbih kararını verdi. Buna bakmaksızın rus ahalisinin mühim bir kısmı, bilhassa Volga'nın kuzeyindeki ormanlık sahada yaşıyanlar "eski din,,i bırakmadılar; bunlar bir müddet sonra, muhtelif tarikatlara (sekt) bölündüler. Rus hükümeti tarafından şiddetli takibat neticesinde "eski dine,, mensup tarikat ehli (sektanlar), Sibir'e, Ukrayna'ya, Kafkaslara kaçmakta, sonraları bunlardan bazı cemaatler Türkiye'ye ve Amerika'ya göçetmeğe başladılar (Bizdeki Kars civarındaki "Molokanlar,,). Mamafih rus ahalisinin esas kitlesi Nikon'un yaptığı "yenilikleri kabule zorlandı. Bu suretle Nikon'un "kilise ıslahatı,, neticesinde, rusca din kitaplarındaki yanlışlar düzeltildi ise de, bu hareket rus kilisesinde bir ayrılık (Raskol) doğurmuş oldu.




Bakır paralar (1656). Enflâsyon (1660-1663)


Ukrayna'nın Moskova hâkimiyetini tanıması üzerine, Rusya ve Lehistan arasında çıkan harb yüzünden,  çokça paraya ihtiyaç hasıl olmuştu. Tam o sıralarda Rusya'da ta'un hastalığı başladı (1654 - 1655).  Bu müthiş salgın hastalıktan rus şehirleri ve köylerinde yüz  binlerce  kişi  öldü. Normal zamanlarda bile güçlükle toplanan devlet geliri, hastalık yüzünden büsbütün azaldı. Batı Avrupa tüccarlarının faaliyet sahaları tahdit ve Archangelsk'ten başka limanlara ve şehirlere gitmeleri yasak edilmiş olduğundan, önceleri çok miktarda Rusya'ya gelen gümüş azaldı. Rusya'da henüz altın ve gümüş sikke basılmıyordu; felemenk ve alman altınları tedavülde idi.

Lehlilere karşı açılan harb üzerine, para ihtiyacı artınca, sıkışık durumdan çıkmak için gümüş para (yefimok) büyüklüğünde, bakırdan para kesmek, fakat bunları gümüş sikke kıymetinde tedavüle çıkarmak yolu tutuldu; bu proje hemen tatbik edildi. 1656 - 1659 yıllarında böylece devam etti. 100 gümüş kopek'in karşılığı 104 bakır köpek tuttuğu halde 1663 te 100 gümüş köpek 1500 bakır kopek'e yükseldi. Bu suretle tam bir enflâsyon başladı. Paranın kıymetten düşmesiyle, yiyecek maddelerinin fiyatları müthiş surette yükseldi; bunun neticesi, misli görülmemiş bir pahalılık oldu. Hükümet, vergilerin gümüş para ile ödenmesini istiyor, halbuki maaşları ve satın aldığı maddelerin karşılığını bakırla ödüyordu. Leh harbi dolayısıyle, ahaliden yeniden 1/5 nisbetinde varlık vergisi alınması halkın durumunu büsbütün fenalaştırdı. Nihayet, Moskova ahalisinin sabrı tükendi; 1662 temmuzunda, halk, para işinde suiistimal yapan boyarlara karşı ayaklandı. Kalabalık halk kitlesi Aleksey Michayloviç'e giderek, ahaliyi "boyarların zulmünden korumasını,, istedi. Halkın bu hareketi neticesiz kalmadı. 1663 te bakır paraların kesilmesi durduruldu ve tedavülden büsbütün kaldırıldı.

Stenka Razinlere  doğru, Don boyundaki " çıplak» hareketi    Kazaklar arasında Stenka Razin adlı (asıl adı: (1667-1671)    Stepan  Timofeyeviç)  bir elebaşı  belirmiş ve fevkalâde cesur olan Razin'in etrafında kısa bir zaman içinde kalabalık bir kazak kitlesi toplanmştı. Bunlar, Volga (İdil) nın aşağı mecrasında harekete geçtiler ve nehrin kıyı-sındaki kasabaları yağma etmek suretiyle Hazer denizine çıktılar, Yayık nehri ağzına kadar gittiler ve kışı orada geçirdiler. 1668 ilkbaharı olunca Stenka Razin, Kazaklarını alarak, Hazer denizine açıldı. Der'bent'ten başlayarak, İran'a tâbi Reşt ve Farabad'a kadar şehirlere baskın yaptı ve yağma etti. Kazaklar, 1669 baharında İranlılara karşı yeniden harekete geçmek üzere iken, Kazakların büyük bir kısmı elde ettikleri zengin ganimeti Don boyuna götürmek istediğinden, bütün güruh geri dönmeğe karar verdi. Bunlar Volga yolu ile döndüler; Astrachan voyevodası, Kazakların çokluğunu düşünerek, geçip-gitmelerine mâni olmadı. Bunlar Don boyuna dönünce Stenka Razin'in şöhreti büsbütün arttı. İran'dan getirilen gani-metler, bütün Kazakların gözlerini kamaştırdı ve yeni hareketlere geçmek arzularını kamçıladı. Bunun üzerine, Don boyunda "çıplak,, kazak kitlesi arasında bir kaynaşmadır başladı. 1670 başında, Razin'e 3000 kadar kazak katıldı. Stenka Razin ve Kazakları, bu defa, İran kıyılarını yağma etmek için değil, Volga boyundaki şehirlerde "Boyarlar hükümeti,, ni ortadan kaldırmak maksadiyle harekete geçtiler.

Stenka Razin'in Kazakları, kısa bir zamanda Tsaritsın ( bugünkü Stalingrad ) , Karayar'ı ve hatta Astrachan'ı ele geçirdiler. Astrachan'daki "Strelets,, (tüfekçi), yani hükümet kuvvetlerinin kendi arzularıyle Razin'e katıldıkları anlaşılıyor. Kazak atamanı ahaliyi " Moskova'daki boyarların zulmünden kurtaracağını ve adalete dayanan bir nizam kuracağını,, söylüyordu ; işte bu yüzden, Moskova hükümeti memurlarının zulmünden, ağır mükellefiyetlerden bıkmış olan aşağı tabaka Razin'in Kazaklarına mukavemet etmiyordu. Stenka Razin, Astrachan şehrini ele başılarından Vasili Us adlı bir kazağın idaresine koyduktan ve buradaki büyükleri (voyevoda, metropolit) öldürdükten sonra, Volga boyunca yukarıya çıkmağa başladı. Kazakların kuvveti gün geçtikçe artıyordu. Rus köylülerinin aşağı tabakası ve "gayri rus„ kavimler, "iyi bir çar,, idaresinde durumlarının iyileşeceği ve mevcut şiddetli nizamın değişeceği umudu ile, Razin'in arkasına düşmüşlerdi. Bu hareket, Penza, Voronej, Tambov, Nijni-Novgorod ve hatta Moskova'ya yakın Kolomna çevrelerine kadar genişleyerek Moskova hükümetini tehdit edici bir mahiyet almıştı.

Moskova hükümeti, Stenka Razin hareketini bastırmak için şiddetli ve sur'atli tedbirler aldı. İsyanı bastırmak için büyük kuvvetler sevkedildi. Simbir (bugünkü Ul'yanovsk) yanında vukubulan ilk çarpışmada hükümet kuvvetleri muvaffak olamadılar ve Tetiş şehrine çekildiler. Simbir şehri, Razin'in eline düştü ise de, iç kaleye kapanan hükümet kuvvetleri mukavemet ettiler. 1671 ekim ayında hükümet kuvvetleri yeniden harekete geçerek, Razin'i Simbir yanında ağır bir yenilgiye uğrattılar. Bunun üzerine Kazaklar, Don boyunca yeniden kendilerini toplamak maksadiyle, Volga'yı takiben aşağıya indiler. Stenka Razin ve arkadaşları Don boyuna döndüler. Fakat, orada Kazakların ileri gelenleri, Moskova hükümetine yaranmak için, Stenka Razin'i yakaladılar ve hükümet memurlarına teslim ettiler. Razin Moskova'ya getirildi ve 1671 sonunda Kızıl Meydanda Moskova ahalisi huzurunda idam edildi. Bu hareket rus halk kitlesi üzerinde derin izler bıraktı. Stenka Razin'e efsanevî bir kahraman süsü verildi, hakkında türküler ve destanlar tertibedildi.


Idil-Ural sahasındaki Türklerin ve rus olmayan diğer kavimlerin durumu




1552 de Kazan Türkleri, 1557 de Başkurtlar, Moskova Çarlığı hakimiyeti altına alınınca Idil-Ural sahasında yaşıyan Türk-Müslümanları, Çuvaş,  Mari (Çirmiş) ve  Mokşılar hem iktisadî, hem  kültür  bakımından  şiddetli  bir  rus baskısı altına düştüler. Romanovlar sülâlesi tahta geçince, buradaki rus rejimi şiddetinden bir şey kaybetmedi, hatta bazı bakımdan fazlalaştı. "Yasak,, (vergi) ödemeğe mükellef tatar, çuvaş, çirmiş, udmurt ve mokşı ahali, rus çiftlik sahiblerine (ve nadiren tatar mirzalarına) bağlanarak. Rusyanın diğer mıntakalarında olduğu gibi "toprak köleliğine,, tâbi tutuldular. Tatarlara ve Başkurtlara ait geniş ve mümbit topraklar, zorla Moskova hükümeti tarafından gasbedilerek, rus "dvoryan,, larına veya manastırlarına dağıtılıyordu; böylelikle, eski Kazan Hanlığı sahasında birçok büyük rus çiftlikleri meydana geldi. Buralara, İç Rusya'dan rus köylüleri, veya askerî hizmette bulunan rus unsurları celbedilerek, İdil boyundaki rus kolonizasyonuna hız verildi. Aynı zamanda, misyonerler vasıtasiyle tatar ve diğer gayrı rus kavimlerin Ortodoksluğa çevirilmesi yolunda büyük gayretler sarfedildi. Türklerden Müslümanlığı bırakıp hıristiyan olan pek azdı; halbuki, bir nevi "şaman,, dininde olan Çuvaşlar ve fin-ugor kavimleri, Ortodoksluğa geçmeğe başladılar. Bu suretle, Kazan Türkleri hariç, diğer zümrelerin "ruslaştırılmaları,, hareketi gelişmeğe başladı.

Idil-Ural sahasındaki rus hâkimiyeti, yerli unsurların ve bilhassa Başkurtların ayaklanması karşısında tehlikeye maruzdu; bundan dolayı, yer yer müstahkem noktalar, şehirler yapmak icabetmişti. Yalnız bu gibi tedbirlerle iktifa edilmiyerek, XVII. yüzyıl ortalarında "tahkimli hatlar,, inşa edildi. Bunların biri "Kama arkası hattı,, olup, Ik nehri mansabındaki Minzele şehrinden başlayarak, Zey, Şuşma ve Çirmişen ırmakları üzerinden, Simbir'den karşısında Volga'nın sol sahilindeki Belıy Yar'a (Ak yar) kadar uzanıyordu. Bunun devamı Volga'nın batı tarafında, Simbir'den İnsar'a kadar giden hattı. Bu tahkimli hat boyunca muhtelif yerlerde, kurganlar (hisarlar), yani toprak tabyeli mevkiler inşa edilmiş, buralara rus Kazakları ve askerleri yerleştirilmişti. Büyük şehirlerdeki garnizonlar ve hat boyunca yerleştirilen rus kuvvetleri, gayri rus kavimler arasında çıkacak küçük bir ayaklanmayı bastırmağa hazırdılar. Moskova hükümetince alınan bu tedbirler, en ağır iktisadî istismar, rus memurlarının keyfî hareketleri ve zulümleri, Müslüman-Türk unsurların ayrıca katı bir baskı altında tutulması, İdil boyu Türk kavimlerinin hem iktisaden, hem de kültür bakımından gerilemelerini mucib oluyordu.


Başkurt ayaklanmaları l645, (Seyyid kıyamı)  1662, 1675-1683     


Ural sahasında,  Başkurt Türkleri,  benliklerini daha iyi muhafaza edebilmişlerdi. Bunlar Türkistan'a yakınlıkları dolayısiyle Türk dünyası ile münasebetlerini devam ettiriyorlardı.  Yarım göçebe olan Başkurtlar mükemmel süvari ve okçu idiler. 1579 da, Başkurt ilinin tam ortasına düşen Kara İdil'in Ak İdil nehrine döküldüğü yerde, kurulan Ufa şehri rus hâkimiyetinin dayanak yeri olmuştu. Buralara gelen rus memurları, askerleri ve köylüleri Başkurtların arazisini gasbetmekte ve her yıl geçtikçe Başkurt toprakları Rusların eline düşmekte idi. Aynı zamanda, Başkurtlara, diğer kavimlere (meselâ Kazan Türklerine) nisbetle daha az olmakla beraber, yine bir yük olan "yasak,, (vergi) kondu. Rusların kötü idareleri, voyevodaların ve rus memurlarının aç gözlülükleri, nihayet, Başkurtların silâha sarılmalarını mucip oldu. Önceleri, ayrı rus karakollarına baskın şeklinde yapılan çete hareketleri, gitgide büyük bir ayaklanma mahiyetini aldı. Ufa çevresindeki başkurt arazisinin mevcut ahkâma aykırı olarak Ruslar tarafından zaptedilmesi üzerine, 1645 te Başkurtlar kitle halinde ayaklandılar; Başkurt kuvvetleri Minzele'ye kadar ilerlediler, fakat ateşli silâhlarla teçhiz edilen rus askerleri tarafından püskürtüldüler. Bu ayaklanma çok kanlı bir şekilde bastırıldı. Fakat buna bakmaksızın Başkurtlar arasında sükûnet hasıl olmadı, 1662 de yeniden bir ayaklanma patlak verdi. Bunu bastırmak için Moskova'dan mühimce bir kuvvet getirtmek lâzımgeldi.



Rus askerlerinin yolsuz hareketleri, Başkurtların yalnız maddî menfaatlerini değil, dinî duygularını da rencide etmeleri, 1664 de bütün başkurt ilinde Ruslara karşı büyük bir kurtuluş savaşının başlamasına sebeb oldu. Bu hareketi idare eden zat, Sadır oğlu Seyyid adlı bir başkurt "aksakal„ı idi. Bundan ötürü, 1665 başkurt kurtuluş savaşına " Seyyid kıyamı „ denmiştir. 1675-1683 yıllarında en yüksek derecesini bulan bu harekete, Kırgız-Kazaklar (yani Batı Sibir'de yaşayan Türk Kazaklar) da katıldılar. Başkurt kıtaları, îk, Zey ve Şuşma boylarına kadar ilerleyerek, buralarda, Ruslarla meskûn köyleri tahrib ettiler, binlerce rus'u öldürdüler. Başkurtları tedip için Moskova'dan "strelets,, alayları gönderildi; çetin savaşlardan sonra, Başkurtlar nihayet itaate mecbur edildiler.

1662 - 1665 yıllarında, Küçüm Hanın torunları tarafından Ruslara karşı çıkarılan ayaklanmaya Başkurtlar da karışmışlardı. Stenka Razin hareketinde de Başkurtların mühim rol oynadıkları biliniyor. Bütün bu ayaklanmalar, Başkurt ilinde rus tahakkümünün ancak kin uyandırdığını, rus idaresinin ancak cebir ve zulme dayandığını açıkça göstermektedir. Başkurtların, Moskova zulüm rejiminden kurtulmak için Türkistan Hanlıklarına ve hatta İstanbul'a, Osmanlı padişahına yardım için müracaat ettikleri de bilinmektedir. Fakat bütün bu ayaklanmalar, her defasında Ruslar tarafından kana boğularak yatıştırılmakta idi. 



RUSYA TARİHİ BAŞLANGIÇTAN 1917'YE KADAR

Prof. Dr. AKDES NİMET KURAT


Siyahkaya Barajı / Silopi / Şırnak