11 Haziran 2023 Pazar

DÎNİ SÖZLÜK “K”

 KALEM:

 

Levh-i mahfûz üzerine Allahü teâlânın ilm-i ezelîsi (başlangıcı olmayan ilim sıfatı) ile bilip taktîr ettiği şeyleri yazan, nasıl olduğu insanlar tarafından bilinemeyen kalem.

 

Allahü teâlâ kalemi yaratınca, ona yaz diye emretti. Kalem, Allahü teâlânın hitâbının heybetinden korkup titredi. Gök gürültüsü gibi yüksek bir sesle levh üzerinde hareket edip emrolunduğu şeyleri yazdı. (Nişancızâde)

 

Kalem Sûresi:

 

Kur'ân-ı kerîmin altmış sekizinci sûresi. Nûn sûresi de denir.

 

Kalem sûresi, Mekke'de nâzil oldu (indi). Elli iki âyet-i kerîmedir. İlk âyetinde geçen, kalem kelimesinden dolayı, Sûret-ül -Kalem denilmiştir. Sûrede, Peygamber efendimizin aklî mükemmelliği ve yüksek ahlâkı, O'nu yalanlayanların kötü vasıfları, ahlâksızlıkları, bencillikleri ve başlarına gelenler, onların inatçı ve inkârcı tutumları karşısında Peygamber efendimizin nasıl tavır takınacağı konuları bildirilmiştir. (Taberî, Senâullah Dehlevî)

 

Allahü teâlâ Kalem sûresinde meâlen buyurdu ki:

 

Nûn, kalem ve onunla yazılanlara andolsun ki, (ey Muhammed!) Sen deli değilsin. Rabbinin nîmetlerine kavuşmuş bir insansın. Doğrusu sana kesintisiz ecr (sevâb, mükâfât) vardır. Şüphesiz sen büyük bir ahlâka sâhipsin. (Âyet: 1-4)

 

Kim Kalem sûresini okursa, Allahü teâlâ ona ahlâkını güzelleştirdiklerinin sevâbını verir. (Hadîs-i şerîf-Kâdı Beydâvî Tefsîri)

 

KALENDER:

 

İbâdetlerin görünmesine önem vermeyen, herkese tatlı söyleyerek kalb kazanmağa çalışan, farzları yapmaya dikkat eden ve dünyâya düşkün olmayan kimse.

 

Kalenderler herkese tatlı söyleyerek, güler yüzlü davranarak kalb kazanmaya çalışırlar. Farzlara dikkat ederler. Dünyâya düşkün değildirler. Bunlar riyâ, gösteriş yapmadıkları için melâmilere benzerler. (Seyyid Abdülhakîm Arvâsî)

 

Kalenderler zamanla bozulmuş, Allahü teâlânın emirlerinden uzaklaşmışlardır. Zamânımızda kalender ismini taşıyan birçok kimse bu saydığımız şeyleri yapmıyor. Bunlara kalender yerine haşevî (Allahü teâlâyı mahlûklara benzeten, madde, cisim diyen kimseler) dense yerinde olur. (Seyyid Abdülhakîm Arvâsî)

 

KALENSÜVE:

 

Takke ve her çeşit başlık.

 

İmâme yâni sarık, kalensüve ve her başlık ve bürka' yâni peçe ve maske üstüne ve eldiven üstüne mesh etmek câiz değildir. (İbrâhim Halebî, İbn-i Âbidîn)

 

KÂLİB ALEYHİSSELÂM:

 

İsrâiloğullarına gönderilen peygamberlerden. Yâkûb aleyhisselâmın on iki oğlundan Şem'ûn'un neslindendir. Babasının ismi Yuknâ'dır. Kendisine Yûşâ aleyhisselâmdan sonra peygamberlik verildi. Mûsâ aleyhisselâma bildirilen dînin emir ve yasaklarını insanlara tebliğ etti (bildirdi).

 

Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:

 

Allahü teâlâya îmân edip, O'ndan korkanlardan (Yûşâ bin Nûn ve Kâlib bin Yuknâ adındaki) iki kimse, İsrâiloğullarına dediler ki: "Ey İsrâiloğulları! Cebbârların (zâlimlerin) şehrinin kapısından hemen girin (onların iri cüsseli olmalarından korkmayın). Bir defâ kapıdan girdiniz mi (Allahü teâlânın yardımıyla) elbette siz gâliblerden olursunuz. Siz gerçekten mü'min kimseler iseniz. Allahü teâlâya tevekkül ediniz, güveniniz. (Mâide sûresi: 23)

 

Mûsâ aleyhisselâm Allahü teâlânın emriyle İsrâiloğullarını arz -ı mev'ûd (Filistin ve Sûriye) denilen yere götürmek üzere yola çıkınca, İsrâiloğullarının her kolundan birer temsilci seçerek, Filistin bölgesinde yaşayan cebbârların (zâlim hükümdârların) ve ahâlisinin durumu hakkında haber getirmeye gönderdi. Bu temsilciler arasında Kâlib aleyhisselâm da vardı. Gidenler, cebbârların ve ahâlinin iri cüsseli ve kuvvetli olduklarını görerek korktular. Gördüklerini İsrâiloğullarına anlatıp onları harbe gitmekten vaz geçirdiler. Temsilciler arasında bulunan Yûşâ bin Nûn ve Kâlib bin Yuknâ aleyhimesselâm gidip gördükleri kimselerin, görüldüğü gibi kuvvetli olmadıklarını, görünüşte kuvvetli olsalar bile korkak ve kalblerinin zayıf olduğunu söylediler. İsrâiloğullarının, Allahü teâlânın yardımıyla o beldeleri feth edebileceklerini anlattılar. İsrâiloğulları, Yûşâ ve Kâlib aleyhimesselâma karşı çıkarak taşa tuttular. Kâlib aleyhisselâm da İsrâiloğullarının karşısında Mûsâ aleyhisselâmı yalnız bırakmayıp, yardımcı oldu. İsrâiloğullarının Tih çölünde kaldığı kırk sene içinde Mûsâ aleyhisselâmın yanından ayrılmayan Kâlib aleyhisselâm, Mûsâ aleyhisselâmın vefâtından sonra, Yûşâ aleyhisselâma yardım etti. Yûşâ aleyhisselâm vefât etmeden önce Kâlib aleyhisselâmı yerine halîfe bıraktı. Yûşâ aleyhisselâmın vefâtından sonra İsrâiloğullarından ordu hazırlayıp, zâlim hükümdârlarla savaşıp, onları mağlûb eden Kâlib aleyhisselâm daha sonra Mısır'a gitti. Hazkîl aleyhisselâmla birlikte İsrâiloğullarının Mûsâ aleyhisselâmın dîni üzere kalmaları ve Allahü teâlâya îmân ve ibâdet etmeleri için gayret sarf etti. Kâlib aleyhisselâm Mısır'da vefât etti. (Mirhaund, İbn-ül-Esîr, Nişancızâde)

 

KÂLÛBELÂ:

 

Allahü teâlâ, Âdem aleyhisselâmı yaratınca, kıyâmete kadar bütün zürriyetini zerreler hâlinde onun belinden çıkarıp; "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" diye buyurup, onların da; "Evet, sen Rabbimizsin" diye verdikleri cevâbı ifâde eden söz. (Ahd ü Mîsâk)

 

KAMER SÛRESİ:

 

Kur'ân-ı kerîmin elli dördüncü sûresi.

 

Kamer sûresi Mekke'de nâzil oldu (indi). Elli beş âyet-i kerîmedir. Ayın yarılıp bölünmesi mûcizesi anlatıldığından Sûret-ül-Kamer denilmiştir. Sûrede, kıyâmetin yakın olduğu, buna rağmen müşriklerin nefislerine uyarak gerçekleri yalanladıkları, vakti gelince, zillet içinde kabirlerinden çıkacakları ve Resûlullah efendimizi yalanlamalarının cezâsını çekecekleri anlatılmaktadır. Ayrıca bâzı peygamberlerin kıssaları da bildirilmektedir. (Râzî, Kurtubî, İsmâil Hakkı Bursevî)

 

Allahü teâlâ Kamer sûresinde meâlen buyurdu ki:

 

(Bedr'deki) bu topluluk yakında muhakkak bozulup hezîmete uğrayacak ve arkalarına dönüp kaçacaklar. Daha doğrusu onların asıl azâb vakti, kıyâmettedir. O vaktin azâbı daha müthiş ve acıdır. (Âyet: 45-46)

 

KAMERÎ AYLAR:

 

Hicrî takvimde kullanılan on iki ay. Arabî aylar da denir. (Hicrî Sene)

 

Kamerî ayın hesaplanmasında, gökteki ayın dünyâmızın çevresindeki döndüğü zaman esas alınmıştır. Kamerî aylar bâzan 29, bâzan da 30 gün çeker. İslâm dîninde ibâdetlerin bu aylara göre yapılması emredilmiştir. Bunun sebeblerinden biri, Ramazan ayıdır. Zîrâ Ramazan ayı hicrî kamerî aylardandır. Mîlâdî seneye göre her yıl 10-11 gün evvel başlamaktadır. Onun için 33 senede tam bir devir yaparak senenin bütün günlerinde oruç tutulmuş olmaktadır.

 

Hicrî takvimde kullanılan arabî ayların adları sırasıyla şunlardır:

 

1) Muharrem, 2) Safer, 3) Rebî'ül-evvel, 4) Rebî'ül-âhir, 5) Cemâziyel evvel, 6) Cemâziyel âhir, 7) Receb, 8) Şâban, 9) Ramazan, 10) Şevval, 11) Zilka'de, 12) Zilhicce. (M. Sıddîk Gümüş)

 

KAMERÎ SENE:

 

Ayın yerküresi etrâfında on iki defâ dönmesi esnâsında ortaya çıkan yıl, sene. 354 gün.

 

Güneş yılı (Şemsî sene) kamerî yıldan 10.875 gün daha uzundur. Bu farktan dolayı 32.5 güneş yılı 33.5 kamerî sene olur. Kamerî sene sayısı, 0.97023 ile çarpılınca, güneş yılı olur. Hicrî şemsî sene sayısı 1.0307 ile çarpılınca, kamerî sene sayısı olur. (M. Sıddîk Gümüş)

 

KÂMET:

 

Kalkmak, ayakta durmak; farz namazlardan önce okunması sünnet olan ve ezana benzeyen sözler. (İkâmet)

Erkeklerin, farz namazlardan önce kâmet okumaları sünnet-i müekkededir (kuvvetli sünnettir). (Halebî)

 

Ezan ve ikâmeti işiten kimse müezzin ile berâber okur. (İbn-i Âbidîn)

 

Kâmet de ezan gibidir. Yalnız kâmette kelimelerin aralarında fâsıla verilmez. Bir de Hayye alel felâhtan sonra iki kerre "Kadkâmet-is-salah" söylenir. (İbn-i Âbidîn)

 

KÂMİL:

 

Tam, eksiksiz, olgun.

 

Îmânı kâmil olanınız, ahlâkı güzel olanınızdır. (Hadîs-i şerîf-Müslim)

 

Eğer îmânının kâmil olmasını istersen, kendini müslümanlardan yüksek görme. Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem buyurdular ki: "Bir kişi îmânının kemâlini (olgunluğunu) isterse, kendine insâf versin (tevâzu üzere hareket eylesin) ve fakîr olduğu hâlde sadaka versin. Bu iki huy, îmânı, kemâl derecesine yükseltir. (Süleymân bin Cezâ)

 

Her mü'min Peygamberimizi malından ve canından daha çok sever. Bu sevgisinin bir alâmeti, sünnetleri yapıp mekruhlardan kaçınmaktır. Bir mü'min bütün bunları yerine getirdikten sonra, mübahlarda da ne kadar ona uyarsa o derece kâmil bir müslüman olur. (İmâm-ı Rabbânî)

 

KAMÎS:

 

1. Gömlek, entâri.

 

Namazda, secdeye yatarken kamîs ve pantolon paçalarını yukarı çekmek mekrûhtur ve bunları yukarı çekip, kıvırıp namaza durmak da mekruhtur. (Halebî)

 

Resûlullah kamîs giymeyi severdi. Gömleğinin kolları, bileklerine kadar uzundu. (İmâm-ı Tirmizî)

 

2.  Kefenin parçalarından olup, entâri gibi uzun, dikişsiz gömlek. Erkeğin kefeninin üç parça olması sünnettir. Bunlar:

 

1) İzâr; genişliği bir metreden fazla ve baştan ayağa kadar olan bez parçası. 2) Kamîs; uzunluğu, omuzlardan ayaklara kadar olan uzunluğun iki katıdır. Bu uzunluk ortadan ikiye katlanıp, kat yerinden, baş geçecek kadar, düz kesilir. Kol ve etek yerleri kesilmez. 3) Lifâfe; uzunluğu başı ve ayağı geçen, baş üstünden ve ayak altından uçları büzülüp bezle bağlanan parça. (İbn-i Âbidîn)

 

KANÂAT:

 

Yeme, içme ve barınacak yer husûsunda bileğin emeği, alın teri ile kazanılana râzı olmak, başkasının kazancına göz dikmemek. Kanâat, çalışmayıp, sâdece eline geçeni kullanmak, tembel oturup, başka bir şey aramamak değildir. Aksine hırslı hareketlerden kaçınıp, gönül huzûru ile yaşamaktır.

 

Allahü teâlâ buyuruyor ki: "Ey kulum! Emir ettiğim farzları yap, insanların en âbidi olursun. Yasak ettiğim haramlardan sakın verâ sâhibi olursun. Verdiğim rızka kanâat eyle, insanların en ganîsi (en zengini) olursun, kimseye muhtâc kalmazsın (Hadîs-i kudsî-Berîka)

 

İslâmiyet ile şereflenen, hayâtı için yetecek nafakaya sâhib olan ve bunda kanâat eden kimseye ne mutlu. (Hadîs-i şerîf-Nisâb-ul-Ahbâr)

 

Kanâat tükenmez bir hazînedir. (Hadîs-i şerîf-Nihâye)

 

Kanâat eden azîz, tama' eden (dünyâ lezzetlerini haram yollardan arayan) zelîl olur. (Hadîs-i şerîf-Nihâye)

 

Kim kanâat ederse, geçimi iyi olur. Kim tama' ederse, (dünyâ lezzetlerini haram yollardan ararsa) geçim sıkıntısı çeker. (İbn-i Cevzî)

 

KANDİL GECELERİ:

 

İslâm dîninin kıymet verdiği mübârek geceler.

 

KÂNÛN-I İLÂHÎ:

 

1. Allahü teâlânın kullarının dünyâ ve âhirette huzûr ve seâdete (mutluluğa) kavuşmaları için Peygamberleri (aleyhimüsselâm) vâsıtasıyla insanlara bildirdiği emirleri ve yasakları, İslâmiyet.

 

2. Allahü teâlânın kâinâtta (varlık âleminde) koyduğu nizâm, düzen.

 

Yalnız duâ etmekle kendimizi aldatmayalım! Allahü teâlânın kânûn-ı ilâhiyyesine uymadan, sebeblere yapışmadan, çalışmadan duâ etmek mûcize istemek demektir. Müslümanlıkta hem çalışılır, hem de duâ edilir. Önce sebebe yapışmak, sonra duâ etmek lâzımdır. (Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî)

 

KAPLAMA MESH:

 

Abdestte başın her tarafının mesh edilmesi.

 

Kaplama mesh şöyle yapılır: İki el ıslatılıp, üç bitişik ince parmak birbirine yapıştırılır. İç tarafları başın önünde saçların üzerine konur. Baş ve şehâdet parmakları hâriç üç parmak, başın arka tarafına doğru çekilir. Başın arkasında üç parmak kaldırılır ve avuç içleri saça değdirilerek öne doğru çekilir. Şehâdet parmağıyla kulak içi ve baş parmakla kulak arkası, elin dış yüzüyle de ense meshedilir. (İbn-i Âbidîn)

 

KÂR HADDİ:

 

Bir malı satarken, alış fiyatına veya mâliyeti üzerine eklenen fazlalığa, kâra konulan sınır.

 

Enes bin Mâlik radıyallahü anh buyurdu ki: "Medîne-i münevverede pahalılık oldu. Yâ Resûlallah! Fiyatlar yükseliyor. Bize kâr haddi koyunuz denildi. Resûlullah efendimiz;

 

"Fiyatları koyan Allahü teâlâdır. Rızkı genişleten, daraltan, gönderen yalnız O'dur. Ben, Allahü teâlâdan bereket isterim" buyurdu. (Hadîs-i şerîf-Kitâb-ül-Harâc)

 

Kâr haddi koymayınız! Fiyat koyan, Allahü teâlâdır. (Hadîs-i şerîf-Dürr-ül-Muhtâr)

 

Herkes malını, dilediği fiyatla satabilir. İslâmiyet'te kâr haddi diye bir şey yoktur. (İbn-i Âbidîn)

 

Esnâfın hepsi fiyatları, fâhiş olarak yâni mal oluş fiyâtlarının iki misline çıkarması, millete zarar ve zulüm hâline geldiği zaman; hükûmetin, tüccârlara danışarak, uygun bir kâr haddi koyması câiz olur. Hükümetin koyduğu bu fiyata uymak vâcibdir. (İbn-i Âbidîn)

 

KARÂBET:

 

Soy, süt ve evlilik yoluyla yakınlık, akrabâlık.

 

KARÂMİTA:

 

Milâdî dokuzuncu asırda Hamdan Karmat tarafından kurulan bozuk fırka. İsmâiliyye ve Bâtıniyye de denir.

 

Kûfe'de tüccârlık yapan Hamdan Karmat, Kûfe yakınındaki Dâr-ül-hicre adını verdiği yere bir konak yaptırıp, burayı müstahkem (sağlam) bir sığınak hâline getirdi. Câhilleri etrafına toplayıp Abbâsî halîfesine karşı isyâna teşvik etti ve bugünkü komünizmde bulunan mülkiyette ortaklık fikrini savundu. Karamita veya Karmatîlik adı verilen bozuk yolunu kurdu. İslâm dîninin emir ve yasaklarının bir çoğunun yersiz ve geçersiz olduğunu söyledi. (Abdülkâhir Bağdâdî)

 

Mecûsîler yâni ateşe tapanlar, İslâm dîninin yayılmasını önleyebilmek için, reisleri Hamdan Karmat 890 (H. 227)da Karmatî isyânını başlattı. Karamita devletini kurdu. Karmatîler, Ehl-i sünnet müslümanlara zulm edip şehîd ettiler. İslâm beldelerini harâb edip hac yollarını kestiler. Mekke-i mükerremeyi işgâl ettiler. Hacer-ül-esved'i Kâbe'den çıkarıp Basra'ya getirdiler. Cennet, dünyâ lezzetleri; Cehennem de, dînin emirlerini yapıp yasaklarından kaçınmaktır, dediler. Haramlara, güzel san'at ismini verdiler. İslâm dîninin kötü huy, fuhş (çirkin işler) dediği ahlâksızlıklara moral eğitimi diyerek gençleri sefâhete (bozuk işlere) sürüklediler. Devletleri İslâmiyet'e çok zarar verdi. 938 (H. 372)'de Allahü teâlânın gadabına yakalanıp mahvoldular. (Şehristânî)

 

Mazdek tarafından ortaya atılan komünist fikirleri temel alan Karamitaya göre, bütün fertlerin mallarının birleştirilmesi farzdır. Nikâh (evlenme) müessesesini de kabûl etmeyen Karmatîler, kadınlarda da ortaklığı kabûl ediyorlardı. Kıble olarak Mekke-i mükerremeyi değil, Kudüs'ü kabûl eden Karamita fırkası, şarap ve benzeri içkileri helâl sayarlar. (Abdülazîz Dehlevî)

 

KÂRÎ:

 

Kur'ân-ı kerîmi ezberleyen ve okuyan.

 

Nice kâriler vardır ki, Kur'ân-ı kerîm onlara lânet eder. (Hadîs-i şerîf-Keşf-ül-Hafâ)

 

Zamânımızda, Kur'ân-ı kerîm okurken tegannî yapan kârilerin nâmelerini işiterek; "Ne güzel okudu!" diyen kimsenin îmânı gider. (İmâm-ı Mâtürîdî)

 

KÂRİA SÛRESİ:

 

Kur'ân-ı kerîmin yüz birinci sûresi.

 

Kâria sûresi, Mekke'de nâzil oldu (indi). On bir âyet-i kerîmedir. Kâria'dan yâni kıyâmet gününden haber verdiği için, Sûret-ül-Kâria denilmiştir. Sûrede; Kıyâmetin kopması sırasında meydana gelecek olaylardan ve insanın âkibetinden bahs edilmektedir. (Muhammed bin Hamza, İbn-i Abbas)

 

Allahü teâlâ Kâria sûresinde meâlen buyurdu ki:

 

(Kıyâmet günü) Kimin tartılan (iyi) ameli ağır gelirse, işte o, hoşnûd edici bir yaşayış içinde olur. (Âyet: 6-7)

 

Kim Kâria sûresini okursa, Allahü teâlâ kıyâmet günü onun mîzânını (sevâb terâzisini) ağır getirir. (Hadîs-i şerîf-Kâdı Beydâvî Tefsîri)

 

KÂRİN HACI:

 

Hac ile ömreye birlikte niyyet eden. Önce ömre için Kâbe-i muazzamayı tavaf ve sa'y edip, sonra ihrâm elbisesini çıkarmadan ve traş olmadan, hac günlerinde hac için, tekrâr tavaf ve sa'y yapan.

 

Kârin hacılar taş atıp, tıraş oluncaya kadar ihrâmı çıkarmayacağı için, ihrâmın men ettiği şeylerden her gün sakınmaları lâzım olur. Bu şeylerden sakınamayacak kimselerin mütemettî' hacı olması uygundur. (İbn-i Âbidîn)

 

KARÎNE:

 

Emâre, alâmet. Bir şeyin hakîkatine delil olan şey.

 

Ağızda şarap kokusu, içki içildiğine karînedir. (Lübâb)

 

KARZ-I HASEN:

 

Ödünç verme, çarşıda benzeri bulunan herşeyi, belirsiz bir zaman sonra, aynısı geri verilmek üzere verme.

 

Bir adam Cennet'e girince, Cennet kapısının üstünde; "Sadaka veren, on katını alır; karz-ı hasen veren de, verdiğinin on sekiz katını alır" yazısını görür. (Hadîs-i şerîf-Câmi-us-sahîh, Müsned, Mu'cem-ül-Kebîr)

 

Karz-ı hasen verirken; şu gün ödeyeceksin şeklinde zaman tâyin etmemeli (bildirmemelidir). Çünkü zaman tâyin ederse, malı, misli yâni benzeri ile veresiye satmış olur ki, bu fâizdir. (Hamzâ Efendi)

 

Allahü teâlâ kendisine karz-ı hasenle borç verenleri bol bol mükâfâtlandıracağını ve onları Cennetlere koyacağını bildirmiştir. (İmâm-ı Şâtıbî)

10 Haziran 2023 Cumartesi

RUSYA TARİHİ -5

 


NOVGOROD «CUMHURİYETİ» VE  RUS KOLONİZASYONUNUN URAL  DAĞLARINA KADAR  YAYILMASI



Novgorod Cumhuriyeti



      Rus Devletinin teşekkülü sıralarında İlmen gölünün  kuzey sahilindeki Ostragard veya Novgorod  şehrinden  bahsetmiştik. Burası büyük ticaret yolunun  başında bulunmakla  İskandinavya-Bizans ticaretinde mühim rol oynamıştı. Kiyef şehrinin yükselmesi üzerine Novgorod'un ehemmiyetini kısmen kaybetmiş olmasına rağmen, Baltık ve Şimal denizleri kıyısındaki alman ticaret şehirlerinin parlaması (Lübeck, Bremen, Hamburg ve Danzig) ve Rusya'nın kuzeyindeki şehirlerle ticarete başlamaları, Novgorod'a yeniden önem kazandırmıştı; bunun neticesinde Novgorod şehri süratle inkişaf etti ve rus knezliklerinin, yalnız servet bakımında değil, saha itibariyle de en büyüğü oluverdi.


Novgorod şehri kurulurken beş ayrı "köy,, den veya mahalleden teşekkül etmişe benziyor. Bundan ötürü, şehir büyüdükten sonra da bu beş mahalle teşkilâtı muhafaza edildi; "uç,, (koncy) adıyla bilinen her mahallenin kendine ait iç idaresi olduğu gibi, her "uç„ un, şehrin dışında, tâ Urallara kadar ayrı ayrı "kolonileri,, vardı. Novgorod'un civarı münbit bir yer değildi, ziraat az miktarda yapılıyor, yiyecek ekseriyetle dışarıdan getiriliyordu. Fakat şehrin ticaret için gayet elverişli bir mevkide bulunması, nehirlerle Fin körfezine bağlanması, alman ve isveç tüccarlarının gelip gitmelerini kolaylaştırıyordu. Alman ve isveç tüccarları Novgorod'a Avrupa mamulâtı kumaşlar ve madenden yapılan eşya getiriyorlar; karşılığında da kıymetli kürkler, keten ve kendir, balmumu ve bol miktarda bulunan diğer ham eşya ve gıda maddeleri istiyorlardı. Avrupalı (alman ve isveç) tüccarlar senede iki defa Novgorod'a gelirler, alış veriş yaparlardı. Yazın Neva üzerinden su yolu ile, kışın da Livonya üzerinden kızaklarla gelip gidilirdi. Novgorod'da bu misafir (gosti) Almanlar için ayrı, İsveç'in Gotland adasından gelenler için ayrı misafirhaneler ("alman„ ve "got„ hanları) vardı. Novgorod tüccarları Almanlara ve İsveçlilere satmak için çok miktarda kıymetli kürk bulmak mecburiyetinde idiler. Bunun içindir ki Novgorod boyarlarının teşkil ettikleri askerî kıtalar, Sukhona, Vıçegda ve Peçora nehirleri boyunca tâ Urallara kadar giderek, buradaki yerli fin ahalisini vergi ödemeğe zorluyorlar, ve kürklerin toplanması ve muhafazası için müstahkem noktaları vücude getiriyorlardı. Yerli fin ahalisine "Yugra,, adı verilmişti; bunların hakikî adları Vogul, Zıryan ve Ostyak'lardır. Novgorod boyarlarının teşkil ettikleri kıtalar, "uşkuy,, adı verilen kayıklarla nehir boyunca iniyorlar, fin ahalisini yağma ediyorlar ve onları daimî vergiye bağlıyorlardı. Bu kıtalara "uşkuynik,, denilmesi bundan (yani kayıklarına nisbetle) ileri gelmiştir. Uşkuiyniklerin faaliyeti neticesinde Kama nehrinin baş kısımları da dahil olmak üzere, ilmen gölünden Ural dağlarına kadar uzanan geniş saha Novgorod "uç„larının hâkimiyeti altına alındı. Bu suretle samur, sincap, tilki gibi kıymetli kürklü hayvanların çokça bulunduğu saha Novgorod'un eline geçmiş ve rus kolonizasyonunun XII. yüzyıl içinde Batı Sibirya'ya dayanmasını mümkün kılmıştı.



Yerli beylerin bu rus tahakkümüne karşı ayaklandıkları da olurdu. 1187 yılında Yugra beylerinden biri isyan etmiş ve vergi memurlarını öldürmüştü. Fakat Novgorod'dan gönderilen kuvvet karşısında Yugra ahalisi yeniden inkiyad altına alınmıştı. Bu suretle, Novgorod'un alman ve isveç tüccarları ile yaptığı alış veriş Rusların Urallara kadar yayılmalarını desteklemiş oldu. Bunun neticesinde yerli fin ahalisi gittikçe Rusların basıncı altına girdi, Ruslarla karışmaya başladı. Ruslarla birlikte ortodoksluk ta "Yugra,, arasında yayılıyordu.



Novgorod idaresiı knez ve «Veçe»      


Novgorod şehri,  alman  ve isveç tüccarlariyle yaptığı  alış  veriş sayesinde zengin bir şehir oluverdi.  Ticaretin,  yüksek sınıfı teşkil eden, "boyarlar,,  yani  aristokrasi  elinde toplanmış olduğu biliniyor.  Şehrin  çevresindeki ziraata elverişli arazi de bunlara aitti. Bu arazi, mahsulün yarısı arazi sahiplerine, yarısı da ekip biçenlere ait olmak üzere, "ortakçı,, lar tarafından işleniyordu. Ural dağlarına kadar Novgorod'un yayılmasın temin eden "uşkuynik,, ler de yine bu boyarlar tarafından gönderilmişti. Bu suretle Novgorod'un maddî ve siyasî hâkimiyeti tamamiyle boyarlara aitti. Boyarlardan sonra, orta sınıf gelir, ki bunlar tüccarlar, sanat erbabı ve orta sınıf ruhanilerdi. Üçüncü tabaka da "kara halk,, tan teşekkül ediyordu. Bunlar, kürek çekmek, gemilerle gelen eşyayı boşaltmak gibi ağır işle geçiniyorlardı.


Novgorod boyarlarının servetleri arttığı nisbette, ötedenberi şehrin başında duran ve Rurik neslinden gelen knezlerin nüfuzu azaldı. Rus yurdunda eskidenberi devam edip gelen ve bir nevi demokrasi idaresini andıran halk (daha doğrusu ayrı zümrelerin başbuğları veya soyların büyükleri) toplantıları-"veçe,, lerin mevcudiyetinden bahsetmiştik. Novgorod'da bu veçe'lerin ehemmiyeti gittikçe büyüdü. Neticede knezlerin salâhiyetleri tahdit edildi ve hatta, XII. yüzyıl başındanberi şehir idaresindeki en büyük memuriyetlerin ancak Novgorod boyarları tarafından işgal edilebileceği kararlaştırıldı. 1136 da, Novgorod'da hâkimiyet süren kneze karşı ayaklanma oldu. Novgorodlular, knezin yüzüne karşı suçlarını söylediler. Knez bir müddet göz altında bulundurulduktan sonra Novgorod'dan kovuldu. Bu vakadan sonra boyarların nüfuzu büsbütün arttı. Mamafih Novgorod şehrinin knezlere ihtiyacı vardı, çünkü knez, askerî kuvvetin kumandanı sıfatiyle şehrin müdafaası için lüzumlu bir adam idi. Bunun için knezlik müessesesi büsbütün kaldırılmıyordu. Yalnız boyarların istediği şekilde idare etmeleri garanti altına alınmış oldu. Knez şayet bu karara göre hareket etmezse, Novgorodlular kendisine hemen yol veriyorlardı.



Suzdal Rusyası'nın yükselmesi üzerine, Suzdal knezlerinin Novgorod'u nüfuzları altına almak istediklerini görüyoruz. 1216 yılında Vladimir knezi ile Novgorod'lular arasında vukubulan "Lipitsk,, meydan muharebesi neticesinde şehir kendi muhtariyetini tamamiyle muhafazaya muvaffak olmuş, bundan böyle herbir knezin gelişinde, kendisiyle bir uzlaşma ("ryad,,) akdetmek usulü konmuştu. Buna göre, "veçe,, nin seçtiği bir boyar "posadnik,, (vali) ve bir "binbaşı,, (tısyatskiy) knezle birlikte şehrin idaresine filen iştirak edeceklerdi; bu suretle Novgorod şehri gittikçe bir "Cumhuriyet,, mahiyetini almış bulunuyordu. Hatta kilise teşkilâtında bile Kiyef metropolitinden müstakil bir idare kurduğunu görüyoruz. Novgorod'un ruhanî reisi olan "vladıka,, nın nüfuzu çok büyüktü. Yaroslav zamanında yapılan Sofya kilisesi yanında, "vladıka,, nın bir hanı bulunuyordu; burası Novgorod şehrinin idare merkezi mahiyetinde idi. Devlet hazinesi de burada saklanırdı. Ruhanî reisin, hatta kendisine ait askerî bir kıtası vardı. Bundan ötürü "vladıka,, nın dışardan gelme biri olmamasına Novgorodlular bilhassa ehemmiyet verirlerdi. Nitekim "vladıka,, hep Novgorodlu papaslar arasından seçilir ve bu suretle şehrin idaresine yabancı bir kimse karıştırılmazdı. Novgorod bütün bu durumlardan istifade ederek, rus şehirleri ve knezlikieri arasında kendine has bir idare kurmuş, serveti artmış ve nüfus sahası genişlemiş, tam manasiyle "hâkim bir şehir,, olmuştu. Bundan ötürü adı da "Bay Büyük Novgorod,, (Gospodin Velikiy Novgorod) idi.


Novgorod'a benzeyen ikinci bir şehir de Peypus gölünün güneyindeki Pskov şehridir. Burası da alman ve isveç ticaretine karışmış ve zengin bir şehir olmuştu. Fakat Novgorod'dan gördüğü rekabet, buranın fazla büyümesi ve genişlemesine mani olmuştu.


Galiç - Volin Knezliği


Ukraynalı'ların başlangıcı  


Doğu  Slav'larının  bir kısmı  Turla ( Dnestr) nehrinin  baş kısmından  Karpat  eteklerindeki iki   merkez   etrafında   toplanmışlardı.   Biri Galiç, diğeri de Vladimir-Volin bölgesi; buraların  Macaristan'a


komşu olması, oradaki rus (slav) hususiyetlerinin erkenden kaybolmasını icab ettirmiştir. Lehistan'ın katolik din ve kültür çerçevesine girmesi ve bu yüzden Karpat'ın doğu sahasında katoliklik propagandasının faaliyeti, Macar krallarının müdahaleleri bu çevrede yaşayan slav ahalisinin Kiyef Rusyası'ndan uzaklaşmasını mucip olmuştur. Bütün bunların icabı olarak bu sahada Ruslardan farklı bir "Ukrayna,, kavmi meydana gelmiştir.


Galiç (Haliç) knezliği Yaroslav Osmomısi (1152 - 1187) zamanında yüksek bir dereceyi bulmuştu. "îgor bölüğü destanı,, nda, bu kneze hitaben söylenen satırlar, onun kudretli bir bey olduğunu gösterir. Osmomısi'den sonra Galiç Knezliğinde iç karışıklıklar başgösterdi. Boyarlar Macarları davet ettiler.

Macar prensi Andrey bir müddet Galiç mıntakasını elinde tuttu. Fakat Lehliler tarafından koğuldu. Lehliler zamanında karışıklıklar devam etti. Nihayet Vladimir - Volm knezi Roman (1173 - 1205) Galiç Knezliğini kendi ülkesine kattı ve bununla büyükçe bir Galiç - Volınya Knezliği teşekkül etmiş oldu. Galiç-Volınya Knezliğinin en parlak devri knez Roman zamanına aittir. Roman 1205 te Lehliler tarafından öldürülünce, knezlikte karışıklıklar başgösterdi. Boyarlar, beyliğin idaresini kendi ellerine almak teşebbüsünde bulundular. Kiyef' ten uzak olması itibariyle Lehistan'ın ve Macaristan'ın nüfuzu gittikçe çoğalmıştı. 1235 ten sonra knez olan Daniil Romanoviç zamanında Galiç-Volınya Knezliğinin yeniden parladığını görüyoruz. Oğullarının birisinin adile tesmiye edilen Lwow (Lemberg, Leopolis) şehrinin bu zamanda kurulduğu biliniyor. Bu şehir Tatarlar (Moğollar) tarafından tahrip edilen Galiç'in yerini tutmuş ve Ukraynalıların merkezi oluvermiştir. Galiç - Volınya ahalisinin, sonraki Ukraynyalıların nüvesini teşkil ettikleri kuvvetle muhtemeldir.



RUSYA TARİHİ BAŞLANGIÇTAN 1917'YE KADAR

Prof. Dr. AKDES NİMET KURAT

8 Haziran 2023 Perşembe

ENDÜLÜS'TE MUVAHHİDLER DÖNEMİNDE MÜSLÜMANLAR İLE HIRİSTİYANLAR ARASINDA SİYASİ İLİŞKİLER (Reconquista'nın Hızlanması 1147 - 1238)

   

Endülüs'te Muvahhidler Döneminde Hıristiyan İspanya'nın Durumu (1147-1238)



Endülüs'te Muvahhidler dönemi boyunca Hıristiyan İspanya dört devletten müteşekkildi: Kastilya, Leon, Aragon ve Navar krallıkları. Portekiz krallığı ise, bu tarihten sonra diğerlerinden bağımsız bir siyaset çizgisine çekilmeye başladığı için onu farklı kategoride ele almak durumundayız.


Kastilya, Leon krallığı kendisinden bağımsız duruma gelmesine rağmen Hıristiyan İspanya devletleri içerisinde hem arazi ve hem de güç kaynakları bakımından en büyük ve en zengini durumundaydı. Bunu, 1137 tarihinde Katalonya veya Barselona Kontluğu ile birleşmesinden sonra gelişen Aragon krallığı izlemekteydi. Üçüncü sıradaki Leon krallığı, bağımsız olmasına rağmen İberya Yarımadası'nın kaderinde pek etkili olabilecek bir durumda değildi. Dördüncü olarak, Navar krallığı cesur ve metanetli karaktere sahip ancak, küçük bir ülkeydi.  



Kastilya Krallığı (930-1217, Leon-Kastilya: 1037-1157 ve 1217-1504)



Kastilya kralı VIIl. Alfonso'nun yaşı olgunlaşıp idareye hakim olmaya başladığı yıllardaki ilk önemli icraatı, Aragon devletiyle diğerlerine karşı 1170 tarihinde bir barış ve dostluk paktı kurmak olmuştu. Bu arada, İngiltere kralı Henry'nin kızıyla evlenerek durumunu daha da güçlendirdi. Bundan sonraki işi, kendi topraklarına girmiş bulunan Navarlılar üzerine yürümek oldu. 1173 tarihinde üç Navar şehrini işgal etti. İki yıl sonra, bu kez Aragon kralıyla birlikte Navar üzerine yürüdüler ve başarı elde ettiler. Ancak, Kastilya için asıl hedef Müslüman topraklarını ele geçirmekti.


VIII. Alfonso, 1176 tarihinde Kunka üzerine saldırdı. Dokuz aylık kuşatmanın ardından, kaleye Muvahhid yardımı gelmediği ve Kastilyalılara Aragon kralının da destek göndermesi üzerine 1177 tarihinde kale düştü. Bu yardımlaşmanın peşinden iki krallık aralarındaki. antlaşmayı tazelediler. Diğer yandan, Kastilya kralı Navar kralı ile de anlaşma yaptı ve aralarındaki anlaşmazlık konularında İngiltere kralı Henry'yi hakem tanıdılar. Henry, kendi kraliyet meclisine danışarak Kastilya'nın işgal ettiği üç Navar şehrinden çekilmesinden başka, Navar'a on yıl müddetle yılda otuz bin meravidi ödemesini kararlaştırdı. Her iki kral da bu karara uydular. Antlaşma, on yıl boyunca barış ortamını korudu. Ancak, aradaki anlaşmazlıklar bitmiş değildi. Kastilya ile Aragon arasında yeni bir anlaşma daha yapıldı. Bunun amacıysa, Reconquista hareketine karşılıklı yardımlaşarak hız vermek ve iki krallık için yapılacak işgal harekatının sınırlarını belirlemekti. 1179 tarihinde Cezule (Cazola) şehrinde yapılan antlaşmaya göre, Aragon Lekant sınır şehrine kadar olan Belensiye bölgesini, Kastilya ise Lekant sınırından aşağı güney bölgesini işgal edecekti.

 


İslam kaynaklarında adı "el-Bebuc" olarak geçen Leon­ Galicia kralı 11.Fernando öldüğünde, yerine IX.Alfonso adıyla oğlu geçti. Babasından farklı olarak yeni kral, Kastilya kralıyla süregelen kavga ortamına son vermek istedi ve bu amaçla VIII.Alfonso ile buluşarak ona itaat arz etti. Bundan sonra aralarında anlaşmazlık kalmadı. Hatta, Müslümanlara karşı yek vücut görünüm vererek Endülüs topraklarında Reconquista hareketini hızlandırmışlardır. 1182 tarihinde Kastilyalıların Şentefile beldesini, 1191 tarihinde Tuleytula Metropolitanı ve Kal'atü Rebah Şövalyeleri'nin Ceyyan ve Kurtuba topraklarını, yine Kastilyalıların 1194 tarihinde Şarat dağlarını (Siyera Morina) aşarak bazı Endülüs topraklarını istila etmeleri, Hıristiyan İspanyalıların kararlı tutumlarını gösteren delillerdi. Ancak, Muvahhidler kazandıkları büyük Erek zaferiyle (591/1194) bir süre daha Hıristiyanları durdurabildiler.


Erek zaferinden sonra, Muvahhidler'in Kal'atü Rebah'ı geri almaları ve Talebire-Tuleytula bölgelerinde tahripkar harekatları, durumu iyi değerlendiren Navarlılar'ın Kastilya topraklarına girerek bir şehri ele geçirmeleri, hatta Leon kralının Muvahhidler'in desteğiyle Kastilya arazisine saldırarak Curion'a girmesi gibi olaylar, İberya Yarımadası'nda ortalığın karışmasına yol açtı. Ancak, bu karışık ortamdan zararlı çıkan Kastilya ise, Aragon ile tekrar antlaştı. Aragon tahtında 11.Alfonso yerine şimdi 11.Pedro vardı. İki kral anlaşmalarının semeresini Navar, Leon ve destekçileri olan Muvahhidler'e karşı kazandıkları başarılarla gördüler.


Kastilya ve Aragon gibi iki dev krallığın ittifakına karşı tek başına hasım durumda kalmış olan Navar kralı VII. Sancho, diğer Hıristiyanlardan hiçbir zaman destek alamamış olmanın, hatta sürekli saldırı altında kalmanın verdiği tecrübeyle, Muvahhidler'in tam desteğini yanına alabilmek için 1199 tarihinde Merakeş'e gitti. Başkente varmak üzereyken halife el-Mansur öldü (595/1199) ve yerini alan oğlu Muhammed en-Nasır, kralı en güzel şekilde karşılayıp iki yıl konuk etti. Bu iki yıl zarfında aradaki ilişkiler güçlendi ve hatta kralın, en-Nasır'ın Mağrib'deki savaşlarına bile katıldığı sanılmaktadır. 1210 tarihinde Navar kral, en-Nasır'ı bu kez lşbiliye' de tekrar ziyaret etti. Bu arada, Navar'ın merkezindeki boşluktan istifadeyle Kastilyalılar, daha evvel kendilerine ait olduğu halde Navarlılar'ın işgal etmiş olduğu Cibovisko vilayetinden başka, San Sebastian, Fuvante Rabiya, Balaskoga Kalesi, Adyarson Vadisi ve Elbe şehrini aldılar. Böylece Navar krallığı, 1200 yılı civarında topraklarından önemli bir kısmını kaybetmiş oldu. Aragonlular da bu arada boş durmadılar. Onlar da Navar topraklarına girdiler ve az da olsa bazı yerleri işgal ettiler.


Navar kralı Sancho'dan başka, Leon kralı IX. Alfonso da rakipleri olan iki büyük krallık Kastilya ve Aragon'dan çekindiği için Muvahhidler' e sığındı ve onlarla ittifak yaptı. Bu olay İspanya' da ve Avrupa' da büyük yankı uyandırdı. Papa, derhal iki krala özel elçi göndererek bu hareketlerinden vazgeçmelerini, aksi halde kilise tarafından aforoz edileceklerini bildirdi. Bu arada, 1204 tarihinde Leon veliahdı yapılan IX. Alfonso'nun oğlu Fernando, Papalığın anne ve babasının evliliklerini önce geçersiz sayması, sonra ise bundan vazgeçerek tanıması üzerine bir meşruiyet sorunu yaşadı ve Leonlular bu huzursuzluğu böylelikle atlatmış oldular. Ancak, Kastilya kralı Leon kralından boşanan kızı Berenguela için mehir olarak Leonlular'a verilmiş olan toprakları geri isteyince arada yine çatışma çıkacaktı ki, Kastilya kralı bundan son anda vazgeçti. Asıl meselesinin Muvahhidler ile mücadele için Hıristiyan lspanyalıları birleştirmek olduğunu düşündü ve bunda da başarılı oldu. Önce, kendisi Aragon kralı II. Pedro ile sağlam bir ittifak kurdu. Sonra, Navar kralı VII. Sancho'yu 1207 tarihinde ziyaret ederek beş yıllığına barış antlaşması yaptı. Daha sonra, Kastilya kralı Aragon ile Navar krallarına antlaşma yapmalarında aracılık etti. Kastilya ile Leon devletlerinin anlaşmalarının ardından, son olarak Kastilya ile Portekiz krallığı arasında da antlaşma yapıldı. Böylece, Kastilya kralı VIII. Alfonso öncülüğünde bütün Hıristiyan İspanya ya da İberya devletleri tek bir cephe halinde Endülüs Müslümanlarına karşı yekvücut olmuşlardı. Bu birleşmede her zaman İspanyalıları barıştırarak Müslümanlara karşı sürekli kışkırtan Papalığın etkisi de büyük olmuştu.


Hıristiyanların bu birleşmesi, Muvahhid halifesi Muhammed en-Nasır'ı endişelendirdi. Hükümdar, Haçlı ittifakını dağıtmak amacıyla büyük bir ordu hazırlayarak Endülüs'e geçti (607 /1211). Önce Ceyyan sonra da İşbiliye bölgesinde (609 /1212) toprak iltihakı gerçekleştirdi. Kastilya kralı VI-11.Alfonso ve müttefikleri de bu arada savaş hazırlıklarını tamamlayarak, başlarında Fransa'dan gelen gönüllü rahip ve papazlar olduğu halde tam bir haçlı ruhu içerisinde savaş için hareket ettiler. İki ordu, Şarat dağları aşağısındaki İkab (Las Navas de Tolosa, Jaen) mevkiinde savaşa tutuştu. Sonuç, Muvahhidler için feci bir hezimet oldu (15 Safer 609 /17 Temmuz 1212). İkab yenilgisi, Endülüs'ün savunmasını üstlenmiş olan Muvahhid cephesinin çözülüşü ve peşinden gelecek olan bizzat Endülüs'ün yıkılışının habercisi niteliğindeydi. Nitekim bu yıkılış, Hıristiyanların aksine Müslümanların içeride birbirlerine karşı duyarsız tavırları yüzünden çıkan iç çekişmeler, isyanlar, liderlik kavgaları ve bu mecrada milli kaynakların yok edilmesi, dolayısıyla Endülüs birliğinin iyice parçalanması sonucu kısa süre içinde gerçekleşecekti.

İkab'ta kazandıkları zaferin semerelerini toplamaya koyulan VIII. Alfonso, İslam topraklarına girdi ve 1213 tarihinde Kalatü Rebah nahiyesini ele geçirdi. Ancak, o yıl ülkesinde kıtlık çıkması, insanların açlık ve hastalıktan telef olması üzerine Reconquista hareketini sürdüremedi. Yolu üzerinde bulunan Beyyase'yi kuşattı fakat, başarılı olamayınca başkentine geri döndü. Bir müddet sonra, 1214 tarihinde Portekiz kralıyla görüşmek için çıktığı yolda hastalanarak öldü. VIll. Alfonso, İspanya kralları içerisinde önemli bir yere sahiptir. Ülkesini, daha evvel I.Fernando ve VII.Alfonso zamanında olduğu gibi diğer krallıklar içinde siyasi ve askeri bakımdan üstün bir konuma getirmişti. Ülkesine imar ve ıslah işleri bakımından da büyük hizmetleri olmuştu. Mesela, 1209 tarihinde Palencia' da İspanya'nın ilk üniversitesini kuran oydu. Yeni kiliseler inşa etmiş ve yeni piskoposluklar da kurmuştu. Kiliseye yeni imtiyazlar tanımıştı. Las Huelgas adlı meşhur Burgos Kraliyet Kilisesi onun kurduğu kiliselerdendir.


VIII.Alfonso'nun yerine, oğlu I.Henry Enrique geçti. Henüz onbir yaşında olduğu için annesi Elenor kendisine vesayet etti. Ancak, yeni kral kısa süre sonra 1217 tarihinde öldü. Kız kardeşi Dona Berenguela, derhal el-Beledü'l-Velid'e giderek kendisini Kastilya kraliçesi ilan etti. Ancak, oğlu gelince onun lehine tahttan feragat etti. On sekiz yaşında Kastilya tahtına geçen III. Fernando, 35 yıl sürecek iktidarı boyunca Leon krallığını da kendisine bağlayarak Endülüs topraklarının en büyük istilacısı olacaktır.



Leon Krallığı (911-1230, Leon-Kastilya: 1037-1157 ve 1217-1504)


1157 tarihinde Leon kralı olan 11.Fernando, hakimiyeti boyunca Muvahhidler ile bazen antlaştı ve bazen de antlaşmasını bozarak düşmanlığını göstermekten geri durmadı. En önemli icraatı, krallığı ile Portekiz arasındaki husumeti gidermek oldu. Portekiz kralı II.Alfonso, Galicia bölgesine saldırdığında, 11.Fernando onunla barış yapmayı tercih ederek kızı Urraca ile evlenmeyi kabul etti. Portekizliler'in işgal etmiş oldukları Leon toprakları da kızın mehri olarak kaldı. Anlaşma bununla kalmayıp, Reconquista hususunu da kapsadı. İki krallık, Müslümanlara karşı ittifak oluşturdu. 11.Fernando'nun en parlak askeri başarısı, Hükümdar Ebu Yakub Yusuf Şenterin'i muhasara ederken Portekizliler'e kolaylık olsun diye Kasareş'i kuşatması olarak görülmektedir (580/1184).


1188 tarihinde II.Fernando öldüğünde, yerine oğlu IX.Alfonso geçti. Bu esnada Leon şehri civarında Kastilya kralının sebep olduğu karışıklıklar çıktı. Yeni kral, derhal Leon' da büyük bir meclis topladı. Şehir temsilcileri, eşraf ve papazların çağrıldığı meclis, İspanyol tarihçiler tarafından İspanya'nın ilk gerçek parlamentosu (Cortes) sayılmıştır. IX.Alfonso, babasının zamanında olduğu gibi daha çok Kastilya ve Portekizliler'den kaynaklanan problemlerle karşılaşıyordu. Kastilya, Leon'un savunma hattını teşkil eden büyük şehirleri işgal etmiş durumdaydı. IX.Alfonso, amcasının oğlu olan Kastilya kralıyla Curion' da bir araya gelerek anlaşmanın yollarını aradı. Portekiz ile de barış antlaşması yaptı ve Sancho'nun kızı Teresa ile evlenip üç çocuk sahibi oldu. Ancak, karısıyla aralarındaki akrabalık bağı sebebiyle evlilikleri Papa Il.Urban (1088-1099) tarafından geçersiz ilan edildi ve boşanmak zorunda kaldı (591/1194).


1195 yılında, Kastilya ile Muvahhid orduları arasında cereyan eden Erek savaşını Kastilyalılar kaybettikten sonra Leon, hem Navar hem de Muvahhidler ile antlaşma yaptı ve dolayısıyla hem Doğu'dan ve hem de batıdan Kastilya topraklarına saldırılar başladı. Ancak, Kastilya kralı Doğu' da Aragon ve batıda Portekiz ile anlaşarak bu saldırıları püskürtmeye muvaffak oldu. 1197 tarihinde Muvahhidler'in Talebire ve Macrit'e, Kastilya ve Portekizliler'in Leon ve Galicia'ya saldırmaları üzerine, Leon kralı Kastilya ile anlaşma gereği hissetti ve Kastilya prensesi Berenguela ile evlendi. Fakat, aradaki akrabalık sebebiyle bu evlilik de Papalık tarafından iptal edildi. Leon'un Kastilya ile olan anlaşmazlığı, Papa III.Innocent (1198-1216) ve Hıristiyan ileri gelenlerinin uzun süren çabaları sonunda bütün İspanya devletlerinin Kastilya liderliğinde birlik oluşturmalarıyla son buldu (604/1207). Nitekim, İkab savaşında (609 /1212) Muvahhidler' e karşı birlikte oldular ve büyük bir başarı elde ettiler. Bu savaşın akabinde, 1213 tarihinde İslam topraklarına karşı harekete geçen Kastilya kralı VIII.Alfonso'ya yardım eden Leon kralı, Kasereş'i kendi namına almaya kalkışınca araya tekrar soğukluk girdi (611 /1214).


1217 tarihinde Kastilya'nın genç kralı 1.Enrique ölünce kız kardeşi Berenguela hemen eski kocası IX.Alfonso' dan olma oğlu Fernando'nun tahta oturmasını sağladı. Bu durumda oğlunun Kastilya tahtına geçmesiyle iştahı kabaran Leon kralı, krallığı ile Kastilya'yı birleştirmek üzere harekete geçti. Ordusuyla Kastilya topraklarına girdi. Ancak, Burgos yakınlarına gelinceye kadar kraliçe ve oğlunun anlaşma tekliflerini reddeden kral, Kastilya ordusunun kendisine karşı hazırlandığını öğrenince, önce iki yıllık (614/1217), sonra da devamlı bir barış anlaşması yaparak (615/1218) emelinden vazgeçmek zorunda kaldı. Böylece iki krallık arasında barış sağlandıktan sonra IX.Alfonso, Reconquista hareketi çerçevesinde krallığına tahsis edilmiş olan İslam topraklarını işgal etme işine yöneldi. Yani, Haçlı savaşına kaldığı yerden devam kararı aldı. Bu amaçla, Leon ve Kastilya askerlerinden müteşekkil ordusuyla Kasareş şehrine saldırdı. Orduya mabet şövalyeleri de katılmıştı. Tam başarısız olduğu bir sırada, Liyün'dan gelen destek birlikleri sayesinde şehri ele geçirdi (626/1228).


1229 yılı sonlarında, Leon kralı bu kez bir başka Endülüs şehrine saldırdı. Maride yakınındaki Mentanceş (Montanchez) kalesini istila etti. Daha sonra Maride'yi kuşattı. el-Mütevekkil İbn Hud, şehri kurtarmak için koştuysa da Alfonso'ya yenilerek kaçtı ve şehir Batalyevs ile birlikte düştü (627/1230). Bundan birkaç hafta sonra, kral IX.Alfonso 24 Eylül 1230 tarihinde öldü ve yerini Kastilya kralı olan oğlu III.Fernando aldı. Böylece 1157 yılından önce olduğu gibi Kastilya ile Leon yeniden birleşmiş oldu. Kastilya krallığı da yeniden diğerleri içinde en büyük ve en güçlü İspanya devleti haline geldi.



III. Fernando Döneminde Kastilya Krallığı (1217-1252)


El Santo lakaplı III. Fernando, 1217 tarihinde Kastilya tahtına oturduktan ve 1230 tarihinde Leon'a sahip olduktan sonra krallığını diğer Hıristiyan İspanya devletleri içinde en büyük ve en güçlü konuma yükseltti. Aynı dönemde Aragon tahtında da kendisi gibi bir genç olan I.Jaime bulunmaktaydı. O da, Kastilya' dan sonra büyük ve güçlü bir krallığın başında olarak, tıpkı III. Fernando'nun Orta Endülüs'te yaptığı gibi Doğu Endülüs topraklarını hızla işgal etmekteydi.


III. Fernando'nun saltanat döneminin en bariz özelliği, İslam topraklarına karşı yapılan Reconquista hareketinin başarısı olmuştu. İkab yenilgisinden sonra Muvahhidler çözülmeye başladı ve Endülüs'te üçüncü Mülükü't-Tavaif dönemi ortaya çıktı. Yerel emirler arasında yeniden iç savaşlar yaygın bir hal aldı. Ayrıca, Muvahhidler'in merkezi Mağrib'te de taht kavgası çıkmıştı. Bu meyanda, Emir el-Beyyasi'nin Muvahhidler' e karşı ayaklanarak Kastilya kralına sığınması, el-Me'mun'un Muvahhid tahtına sahip olabilmek için Kastilya kralından yardım istemesi ve kralın Hıristiyan ordusuyla ona yardım etmesi, Doğu Endülüs'te İbn Hud'un, Orta Endülüs'te lbnü'l-Ahmer'in ayaklanması ve bu iki emirin kendi aralarında liderlik çekişmesine düşmeleri, Kastilya kralının Müslümanları birbirlerine düşürme oyunları ve sonuçta Endülüs'te bölünme ve anarşinin hakim olması gibi olaylar, III. Fernando'nun Endülüs'ü işgal etme çabalarını kolaylaştırıcı unsurlar arasındadır.


1230 tarihinde Fernando, Enducer ve Ceyyan bölgesinden girerek Güney Endülüs içlerine kadar ilerledi. 1233 tarihinde Kurtuba ve lşbiliye taraflarına saldırarak tahribat yaptı. Aynı sene içinde Übbede şehrini ele geçirdi. İki yıl sonra da Endülüs'ün kalbi mahiyetindeki hilafet merkezi Kurtuba'yı işgal etti (Şevval 633 Haziran 1236). Peşinden Kurtuba civarındaki lsticce, el-Müdevver ve lştebbe gibi beldeleri ve diğerlerini istila etti. Bu arada, Endülüs'te kalan emirlerden İbn Hud ve İbnü'l-Ahmer Fernando'ya yaranmak ve himayesine girebilmek için birbirleriyle yarış ediyorlardı. İbn Hud vefat edince (635/1237), Güney Endülüs şehirleri Gırnata, Maleka ve el­ Meriye İbnü'l-Ahmer'e kaldı. Bundan sonra Fernando, Endülüs'teki diğer emirleri etrafında toplamasından korkarak bütün saldırı ağırlığını güçlü lider İbnü'l-Ahmer'e yöneltti. Onun memleketi olan Urcıne'nin de içinde bulunduğu Orta Endülüs bölgesine saldırılarını yoğunlaştırdı. Buna karşılık, İbnü'l-Ahmer de tehlikeli düşmanına karşı barış ortamı oluşturmak amacıyla ona itaat arzetmeye çabalıyordu. Nitekim, Ceyyan şehri ile birlikte pekçok kale ve beldeyi sulha mukabil Fernando'ya teslim etmek zorunda kaldı (643/1246).20


Fernando'nun yapmış olduğu işler içerisinde en önemlisi, şüphesiz Kurtuba'yı işgalinden sonra Endülüs'ün en büyük ve en önemli şehirlerinden biri olan İşbiliye'yi ele geçirmesi (647/1248) olsa gerektir. Ancak, lşbiliye'nin alınması Kurtuba kadar kolay olmamış, bilakis büyük bir askeri gücün muhasarasına karşı 15 aylık müthiş bir direniş sonunda şehir teslim olmak zorunda kalmıştı. İşbiliye' den sonra hızını kesmeyen Fernando, 1248 yılı akabinde el-Vadi'l-Kebir'in güneyinde kalan Erkeş, Şezune, Şeluka (San Locar), Kadis ve diğer önemli Endülüs şehirlerini birer birer istila etti.


III. Fernando, dışta Müslümanlara karşı bütün gücüyle mücadele ederken içte de bazı düzenlemeler gerçekleştirdi. İdari mekanizmada iyileştirmeler yaptı. Şehirlerin yerel yönetimleri için kanunlar çıkarttı. Üniversiteleri destekledi ve asırlar boyunca İspanya'nın en büyük üniversitelerinden kabul edilecek olan Salamanca (Şelemenka) Üniversitesini inşa etti. Ele geçirdiği İşbiliye'de bahriye gücü oluşturmak amacıyla büyük bir tersane kurdu. Kendisi, Kastilya Deniz Kuvvetlerinin kurucusu sayılmaktadır. Bilhassa, oğlu X.Alfonso zamanında Kastilya donanması,  kuzey ve batıdan Mağrib'i tehdit eden tehlikeli bir güç haline geldi. Fernando'nun diğer önemli dahili ıslahatı da, ülke kanunlarını birleştirerek tanzim etmesidir. Bu amaçla "Kastilya Kraliyet Meclisi" adıyla devletin önde gelen hukukçularından müteşekkil bir yasama meclisi kurdu. Bu meclis, kanunları birleştirme ve toplu bir anayasa hazırlama görevini ancak X.Alfonso zamanında tamamlayabildi. Hazırlanan kanunlar mecmuası. Siete Partidas (el-Bünudü's-Seb'a) adıyla anılmıştır. Ill. Fernando, 30 Mayıs 1254 tarihinde 54 yaşındayken öldü. Yerine, oğlu X.Alfonso kral oldu.



Aragon Krallığı (809-1137, Büyük Aragon Krallığı: 1137-1516)


Büyük Aragon krallığı, 1137 tarihinde Barselona Kontu IV. Ramon Berenguer'in katkısıyla Aragon ve Katalonya birleşmesinden meydana geldi. IV. Ramon'un ölmesinden sonra, Aragon tahtına geçen oğlu 11.Ramon Alfonso zamanında Kastilya ile ilişkiler, Alfonso Raimundez zamanından bu yana olduğu gibi iyi gitti. Bu iki büyük krallığı birleştiren gerçek etken ise, Müslümanlara karşı sürdürülen Reconquista siyasetiydi. Bu yolda 11.Alfonso, 1170 tarihinde Belensiye'yi istila edebilmek için güneye el-Vadi'l-Ebyad (Guadalaviar) tarafına saldırdı. Ancak, Emir Muhammed İbn Merdeniş eliyle bölgeye sahip olan Navarlı şövalye Pedro de Asagra, ne Aragon ve ne de Kastilya'ya katılmayı kabul etti. "Şentemeriyetü'ş-Şark Hakimi" adıyla bağımsız kalmayı tercih etti. Tuleytula Metropolitanı'ndan kendisine özel bir piskoposluk almayı da başardı. Daha sonra Pedro, Kastilya'ya bağlanacaktır.


1171 tarihinde Alfonso, el-Vadi'l-Ebyad bölgesine tekrar saldırdı. Bu kez burada Tarvil (Teruel) adında bir kale inşa ederek çevre arazileri gelirleriyle birlikte oradaki Hıristiyan halka tahsis etti. 1172 tarihinde Muvahhidler'in İbn Merdeniş (Reino Lobe) ile uğraşmalarından istifade ederek Belensiye topraklarına saldırdı. Şatıbe'ye kadar ulaştığında, Belensiye emiri kendisine cizye vermeyi ve Belensiye bölgesinin işgalinde yardımcı olmayı arz etti. Ancak, Endülüs kuvvetleri Hıristiyanları hem karadan hem denizden püskürtmeyi başardı ve Aragonlular'a Belensiye bölgesinden çekilmek düştü. 1179 tarihinde Alfonso, büyük bir orduyla tekrar Belensiye arazisine girdi ve Merbaytar sınır kalesini kuşattı. Ancak, Aragon'un Doğu Endülüs topraklarına karşı tekrarladığı saldırılar Kastilya'da endişeyle izleniyordu. Kastilya kralı VIII. Alfonso, arkadaşı II. Alfonso ile buluşarak Doğu Endülüs'ün işgali ve aralarında taksim edilmesi planını yaptılar. Bu arada, Navar ülkesini paylaşmayı da kararlaştırdılar. Planın uygulanması sırasında Kastilyalılar Navar'a karşı başarılı olup Aragonlular başarısız olunca, II. Alfonso arkadaşına karşı nefret duymaya başladı ve ileri bir adım atarak Navar kralı Sancho ile Kastilya'ya saldırmak üzere antlaşma yaptı (587 /1191).

Bu esnada, Kastilya kralı Muvahhidler'in büyük bir hazırlıkla Endülüs'e geçmekte olduklarını duydu ve tek başına onları karşılamaya çıktı. Ancak, Erek mevkiinde feci şekilde mağlup oldu (9 Şaban 591/19 Temmuz 1195).24 Cemaziyelevvel 592 (25 Nisan 1196) tarihinde 11.Alfonso öldü ve yerine küçük yaştaki oğlu Pedro, Büyük Aragon kralı oldu.


11.Pedro, iktidarına annesi Dona Sancha'nın vesayetinde başladı. Yaptığı ilk iş, Droga şehrinde ülke ileri gelenlerinden oluşan meclisi (cortes) toplamak oldu. Burada çeşitli heyet ve toplumsal sınıflara bazı yeni hak ve imtiyazlar verdi. Kısa süre sonra kral ile annesinin arası açıldığında, Katalonya hakimiyetinin kraliçeye tahsis edilmesiyle anlaşma sağlandı. Kastilya ile arada mevcut ihtilafları halletmek üzere iki kral, Tarasune'de (Tarazona) buluşarak anlaşmaya vardılar (601 /1204). Alfonso Raimundez' den bu yana süren Kastilya­ Aragon ittifakı ve uyuşması, Il. Pedro zamanında iyice pekiştirildi. Bu ittifak önce Leon-Navar ittifakına ve sonra da Muvahhidler'e karşı İkab'ta (609 /1212) kazanılan başarılarda semerelerini verdi.


Il. Pedro, Pireneler'in ötesinde Aragon'a tabi durumdaki Provans eyaletiyle ve bazı Frank kontluklarıyla da meşgul olurken, Papalığa yaranmak ve bazı imtiyazlar elde edebilmek amacıyla deniz yoluyla Roma yolculuğuna çıktı. Yolu üzerinde Cenova ve Piza devletlerine uğrayarak el-Cezairu'ş­ Şarkıyye'ye saldırmak üzere onlarla antlaşma yaptı. Roma'da Papa III. Innocent'ın elinden Aragon-Katalonya kralı olarak taç giydi ve Roma'ya her yıl vergi vererek Papalığa bağlılığı, ayrıca Katolik dininin hamisi olarak ona hizmet etmeyi, kilisenin imtiyazlarına saygı göstermeyi ve kafirlerle savaşmayı kabul etti (601/1204). Roma' da alınan karara göre, krallıkta kendisinden sonra oğulları başkent Sarakusta'da taç giyecekti. İşte, kralın Papalık ile yaptığı bu antlaşma, Katalanları çok kızdırdı. Kendilerinin rızası alınmadan ve kendileri adına böylesi bir bağımlılık antlaşmasını reddettiler. Bundan sonra Pedro'nun çıkardığı her türlü kanun ve düzenlemeyi de kabul etmediler. Ancak, Aragon Papalığa bağlılığını ve vergi vermeyi, taahhüdü gereği yerine getirdi.


Aragon krallığında ileri gelen toprak sahibi seçkinler ve büyük askerler, önemli şehir ve beldeleri ellerinde bulunduruyorlardı. Sahip oldukları yerlerin gelirlerini, savaşta kullanmak üzere emirlerinde besledikleri askeri birliklere harcıyorlardı. Bu yolla eşraf tabakası krallığın askeri gücüne hükmedebiliyor, dolayısıyla savaşta ve barışta kral onlara danışmadan bir şey yapamıyordu. Bu toprak ağalığı düzeni, babadan oğula miras yoluyla devrediliyordu. Pedro, bu düzenin kendisine olan zararını hafifletmek için uğraş verdi ve mülk sahiplerini kendisine tam itaat düzenine sokmayı başardı.


11.Pedro, İslam topraklarına karşı sürdürülen Reconquista'yı da unutmuş değildi. Ona göre bu iş, Aragon'un temel siyasi göreviydi. 1210 tarihinde çıktığı seferinde Belensiye topraklarına girerek Şentemeriyetü'ş-Şark bölgesinde Templier Şövalyeleri'nin desteğiyle pek çok kaleyi ele geçirdi. Pedro, Jaume adında tek bir çocuğa sahipti. Öldüğünde, oğlu Frank kont Siman de Monfor'un elinde rehindi. Ancak, Papalığın baskısıyla kurtulabilen l.Jaume, 1214 tarihinde ülkesine döndü ve Aragonlular-Katalanlar tarafından muhteşem bir törenle kral olarak karşılandı. Toplanan meclis, küçük kralın vesayetine şövalye tarikatı lideri De Monrado'yu tayin etti. Ancak, buna isyan eden kralın amcaları Don Fernando ile Don Sancho, tahta sahip olma mücadelesine başladılar. Bunun üzerine ülke içindeki bazı kontlar bağımsızlıklarını ilan ederek birbirleriyle çatışmaya girdiler. Jaume taraftarlarıyla rakipleri arasındaki savaş iyice kızıştı. Ülke ileri gelenleri tarafından desteklenen kral, sonunda rakiplerini altetmeyi başardı ve eşraf tabakasıyla bir barış antlaşması yaptı (625/1227).


Kral, bu arada 20 yaşına erişmişti. Dahili problemlerden başını kaldırabildiği takdirde, Müslümanlardan elde edeceği toprakların da daha fazla olacağının bilincindeydi. Bu yolda sarf ettiği uzun çabalar sonunda, el-Cezairu'ş-Şarkiyye bölgesini işgal etmeye muvaffak oldu (1229-1232). Belensiye bölgesinde de, öldürücü iç savaşlar altında kalan Müslümanlara saldıran Jaume, uzun süren çatışmaların ardından Belensiye'ye sahip oldu (Safer 636/Ekim 1238). Fiziki-coğrafi zenginlikleri ve güzellikleri nedeniyle bu şehrin kaybı, aynen Tuleytula ve Kurtuba'nın kaybında olduğu gibi İslam alemini uzun yıllar yasa boğacaktı. Hızını kesmeden ilerlemeye devam ederek, Belensiye bölgesindeki Daniye, Şatıbe, el-Ceziretü Şakar ve (Reconquista siyaseti içinde Kastilya ile anlaşmalarında Aragon'un payına düşen) daha pek çok İslam toprağını ele geçirdi. Mürsiye bölgesine gelince, Kastilya'nın işgal planına dahil olan şehir, Hudiler' in elinde özerk bir yönetime sahipti. Yöneticiler, 1241 tarihinde Kastilya kralı III. Fernando'ya bağlılık arz ettiler. Ancak, işgal ettiği Belensiye'nin güvenliği için Jaume'nin gözü bu şehir üzerindeydi. Müslüman liderlerin buradaki hakimiyeti onu tedirgin ediyordu. Şehirde çıkan iç karışıklığı bahane eden kral, Kastilya kralıyla anlaşarak saldırıya geçti. Sonuçta, Mürsiye ve çevresine sahip olarak Müslümanların Doğu Endülüs'teki varlığına kesin şekilde son verdi (665/1266).


I.Jaume, 1269 tarihinde kara ve deniz güçlerinin başına geçerek Orta Doğu'ya Haçlı seferine çıktı. Yolda çıkan fırtınalar Aragon gemilerinin çoğunu batırdı, geri kalanları da Fransa kıyılarına sürükledi. Kral, elinde kalan az bir kuvvetle Şam'ın Hayfa limanına ulaşabildi ve Müslümanlara karşı oluşturulan Haçlı birliklerine katıldı. 27 Haziran 1276 tarihinde ölen I.Jaume, gerçekleştirdiği büyük Reconquista kazanımları sebebiyle el Conquistador (Fatih) lakabını aldı. Kendisi, Aragon krallığının gerçek kurucusu sayılır. Ayrıca, "Kral Jaume Tarihi" (Historia del Rey don Jaume) adıyla kendi adına bir tarih de yazdırmıştı. Ölümünden sonra krallık iki oğlu arasında taksim edilmiş, Aragon-Katalonya-Belensiye hakimiyeti büyük oğlu Pedro'ya, el-Cezair ve Frank Kontlukları idaresi de küçük oğlu Jaume'ye kalmıştı. Ancak, bu taksimat uzun sürmeyecekti.


Navar Krallığı (810 veya 820-1512)


Navar krallığının, iki büyük komşusu Kastilya ve Aragon ile çatışması kuruluş zamanlarından beri devam edegelmiştir. Krallık, VI. Alfonso zamanında Aragon ile birleşmiş sonra onun ölümüyle IV. Garcia Ramirez'in elinde bağımsız kalmış (1134), Garcia'dan sonra oğlu VI. Sancho kral olmuştu. Sancho, Kastilya ve Aragon ile her fırsatta toprak ihlalleri sebebiyle çatışmaya giriyordu. Bir ara, İngiltere kralı II. Henry'.nin tavassutuyla Kastilya ile barış yaptı. Barış süresince iç düzenleme yapma fırsatı buldu. İdare, güvenlik ve ticaret hayatını tanzim edici kanunlar çıkarttı. Öldüğünde, yerine oğlu VII. Sancho geçti.


VII. Sancho, Kastilya ve Aragon ile pek çok savaşa girişti. Hatta, iki komşu kardeşlerinin kendisini parçalayarak paylaşmalarından korktuğu için Muvahhidler ife ittifak antlaşması yaptı ve bu yüzden Papa tarafından şiddetle kınandı. Papazların zorlamalarıyla gelen barış ise, bundan sonra İspanya devletlerini birleşmeye sevk etti. Bu arada, Navar da Kastilya ve Aragon ile barış antlaşması yaptı (604/1207). Bu Hıristiyan birliği, Muvahhidler'e · karşı ilk zaferini İkab savaşında kazandı (609/1212). VIl.Sancho elinde krallığın kaderinde önemli değişmeler oldu. Kralın en büyük problemi kendisinin yerini alacak bir oğlunun olmamasıydı. Bu durumda, tahtın tek varisi kız kardeşi kraliçe Blanca idi. Kral ise, Blanca'nın oğlu Champagne Kontu Teobaldo'dan nefret ediyordu. 40 yıllık saltanatının son günlerinde hastalanarak Tütayle şehrine çekildi. Hemen . Aragon kralı 1.Jaume'e bir elçi göndererek tahtının varisi konusunda kendisine yardımcı olmasını istedi. Jaume ile bu hususta bir anlaşma yaptı (629 /1231). Antlaşmanın içeriğinden ziyade, Sancho'nun ölmesinden (632/1234) sonra Jaume'un bu anlaşmayı uygulamayışı daha önemliydi. Çünkü, Jaume kendi iç karışıklıkları ve Belensiye bölgesini işgal meseleleriyle meşgul olurken, bir de Navar tarafından gelecek sorunla karşılaşmak istememiş, bu durumda Navar tahtı da Teobaldo'ya kalmıştı.

Navar tahtında meydana gelen bu değişiklik, krallığın Hıristiyan İspanya devletlerinin bağlı alanından çıkarak Fransa'nın nüfuz alanına girmesine ve daha da önemlisi, İberya Yarımadası'nın problemlerinden uzaklaşmasına vesile olmuştu. İşte, VII. Sancho sebebiyle gelen tarihi değişim bu olmuştu. I.Teobaldo, artık İspanya devletleriyle didişmek zorunda kalmadan hareket eder olduğu için, ölümü de doğuya yaptığı Haçlı seferi (Altıncı Haçlı Seferi) esnasında oldu. İktidar yılları, içerde geleneksel idare kanunlarına uymayıp halkın ruhuna hitap edemediği için Navar halkıyla sürekli anlaşmazlık ve çatışma halinde geçti. Tahtına varis olarak, kraliçe Margarita'nın vesayetinde beş yaşındaki oğlu Teobaldo'yu bıraktı. Bu durumda Kastilya'nın kendi ülkesine karşı kadim iştahını hatırlayan kraliçe, devleti Aragon kralı I.Jaume'un himayesi altına soktu. Ancak, kraliçenin korktuğu ·başına geldi ve Kastilya kralı Navar topraklarına girdi.


Ona karşı antlaşması gereği süratle harekete geçen Aragon kralı ise, ancak rahiplerin araya girmesi ve iki kralı barıştırarak bu arada yeni evlilik bağlarının kurulması sayesinde durdurulabildi. Böylece, Navar kralı 11.Teobaldo selamet içinde ülkesini yönetebildi. Daha evvel yapılmış olan anlaşma gereği, Jaume'un kızıyla evlenmesi gerekirken bunu yapmadı ve Fransa kralı IX. Luis'nin (Aziz Luis) kızıyla evlendi. Luis ile birlikte doğuya yapılan Yedinci Haçlı Seferine katıldı ve krala Tunus yolculuğunda refakat ettiği sırada öldü (669/1270). Yerini, kardeşi I.Enrique aldı. 1274 tarihinden itibaren Navar krallığı yüz yıl kadar Fransa krallığının himayesi altında kaldı.


Portekiz Krallığı (1109-1910)


Krallığın kurucusu olan kral Alfonso Henriquez, özellikle İslam topraklarına karşı istlla hareketine önem vermişti. 1147 tarihinde Üşbune ve Şenteri'n'i, 1160 tarihinde Kasru'l-Feth'i (Kasru Ebu Danis, Alcacer de Sol) ele geçirmişti. Ancak, halife el-Mansür bu sonuncu kaleyi geri aldı (587 /1191). Alfonso, Batalyevs'i 1169 tarihinde aldıysa da Muvahhidler'den kurtaramadı. Son olarak da, 1177 tarihinde Bace şehrini işgal etti. 1185 tarihinde öldüğünde yerine oğlu I.Sancho geçti.

l.Sancho da babası gibi Reconquista siyasetine milli ve dini duygular içerisinde sürdürdü. Portekiz bölgesinde kalan İslam topraklarını ele geçirmeye çalıştı. İktidarının ilk yıllarında savaşın harap hale getirdiği yerleşim yerleri ve kaleleri onardıktan sonra Müslümanlara karşı saldırıya geçti. Doğuya gitmek için hazırlanmış (1189) Haçlı ordusunun desteğiyle işgal ettiği Şilb şehrini, 1191 tarihinde Muvahhidler'e bırakmak zorunda kaldı. Endülüs'ün batı bölgesini teşkil eden bu bölgede, iki taraf arasındaki Şilb merkezli çatışmalar yıllarca sürdü. Sancho'yu Müslümanlardan başka devamlı meşgul eden bir diğer konu da, Papalık ile aralarındaki anlaşmazlıktı. Anlaşmazlığın iki sebebinden birisi, babası Alfonso' nun Papalığa vaadetmiş olduğu yıllık vergiyi Sancho'nun reddetmesi, ikincisi ise kral ile rahipler, özellikle Uburtu (Porto) ve Kulumriye piskoposlarıyla arasında çıkan sürtüşmeydi. Piskoposlar, kralın kiliselere girmelerini çıkarttıkları bir kararnameyle yasaklamışlardı. Bu karar, ancak kralın 1211 tarihinde ölümünden sonra kaldırıldı. Sancho'nun yerini, oğlu II. Alfonso aldı.

II. Alfonso ile kont kardeşleri arasında ilk yıllarda çıkan hakimiyet kavgaları, ancak papalığın müdahalesiyle son buldu. II. Alfonso zamanının en önemli siyası olayı, babasının yaptığı gibi doğuya gidiş yolundaki Haçlılar'ın yardımıyla Kasru Ebu Danis'i işgal etmesi (614/1217) sayılabilir. Son yıllarında Alfonso ile Papalık arasında, rahiplerle tekrar anlaşmazlığa düşmesi yüzünden çatışma yaşandı. Papa, bu kez de kralı dini yasaklamalarla tehdit ettiyse de kral buna aldırış etmedi. Ancak, bu olaydan sonra fazla yaşamadı, Mart 1223 tarihinde öldü. Yerini oğlu II. Sancho aldı.

II. Sancho, bir meclis toplayarak rahipler ve amcalarıyla devam eden anlaşmazlıkları barışla halletti. Sonra, ülkesi çevresinde kalan toprakları almak için Müslümanlara saldırmaya hazırlandı. Müslümanlara karşı yaptığı savaşı Haçlı savaşı olarak vasıflandıran Papalığın ve doğuya giden Haçlı ordularının da desteğiyle, 1226 ile 1243 seneleri arasında Vadi Ane (Guadiana) kıyısından kendi tarafında kalan İlfas (1226), Şerhe ve Cilmaniye kaleleri, Mirtele, Şilb (1242) ve Tabire (Tavira) gibi pek çok yeri ele geçirdi. Buna rağmen, Sancho ülkesinde huzuru sağlayamadı. Çünkü, rahiplerle olan anlaşmazlık dinmemişti. Kral, dünyevi yetkileri yanında adli selahiyetleri de elinde bulunduruyordu. Rahiplerse buna karşı çıkıyor ve adli yetkilerin kendilerine bırakılmasını istiyorlardı.


Rahiplere verilen ilave imtiyazlar, peşinden seçkinlere de verilmesini gerektiriyordu. Dolayısıyla, ayrıcalık kazanma yarışması kraliyetin askeri ve mali yönden zayıflamasına sebep oldu. Rahiplerin ve seçkin tabakanın imtiyaz baskısı, ayrıca kralın kardeşleri Alfonso ve Fernando ile amcası Pedro'nun tahta sahip olma çabaları kralı iyice bunaltmıştı. Bu arada, Papalığa yakın duran Alfonso, İtalyan Bologna prensesi Matilda ile de evlenince, ülkedeki rahiplerin umudu haline geldi. Alfonso taraftarlarının isteğiyle Papa IV. Innocent, 1245 tarihinde Sancho'nun tahtı kardeşi Alfonso'ya devretmesini öngören karar çıkardı. Alfonso, taraftarlarıyla birlikte Üşbune sınır şehrine çekildi ve orada kral ilan edildi. Bu durumda, Sancho ülkeden kaçarak kendisine yardım vaat eden Kastilya kralı III.Femando'ya sığındı. Fernando, oğlu Alfonso komutasında bir orduyu yeni kral III.Alfonso'ya karşı gönderdi. Ancak, Alfonso, tahta eşrafın isteği ve Papalığın emriyle geçtiğini, ülke ileri gelenleri ve halkın ekseriyetinin kendi yanında olduğunu söyleyerek Kastilya kralının oğlunu ikna etti ve Kastilyalılar savaşmaksızın geri döndü. Bundan sonra mahlu kral Sancho, kalan ömrünü Tuleytula' da göz hapsinde geçirdi ve 1248 tarihinde öldü.

IIl. Alfonso, 1245 tarihinde iktidarı ele geçirdikten ve Sancho'yu bertaraf ederek kendisini sağlama aldıktan sonra Müslümanlara karşı saldırıya geçti. Şentemeriyetü'l-Garb'ı 1249 tarihinde ele geçirdi. Kendi ülkesine yakın bölgelerde işgal etmedik İslam toprağı bırakmadığı gibi, Vadi Yane nehrini geçerek Endülüs'ün batı bölgesi topraklarına doğru ilerlemeye başladı. Ancak, girdiği bölge Kastilya krallığının Reconquista planına dahil yerler olduğu için geri çekilmek zorunda kaldı.



Reconquista

Endülüs'te Müslüman-Hıristiyan İlişkileri

Dr. LÜTFİ ŞEYBAN 

Mardin

 


Siyahkaya Barajı / Silopi / Şırnak