5 Haziran 2023 Pazartesi

SELÇUK MEDENİYETİ

 



OĞUZ TÖRESİ VE SELÇUKLULAR



Selçuklu İmparatorluğu, Oğuz töresine saygı göstererek kurulmuştur. Türklerin pek eskidenberi devlet idaresi için yapmış oldukları kanunlar vardı. Bu ilk kanunları Atalarından (Türkhan) ın düzenlediğine inanmakta idiler. (Oğuzhan) bu İlkel Kanunları bir araya getirerek genişletmiş ve tamamlamıştır. Bu sebeple bu kanuna (Oğuz Töresi) adı verilmiştir.


Türk dilinde (Töre), (Tüzük), (Yasa) kelimeleri pek eskidir. Töre kelimesi (Nizam) ve (Kanun), Medeni Kurumlar anlamını bildirir, Töre kelimesi Orhun yazıtlarında (Törü) şeklinde yazılıdır. Tüzük, (Tüzemek) kelimesinden alınmıştır. Nizam ve Kanun demektir. (Yasa) ise, (Yasamak) mastarından alınmış nizam demektir.


Çin kaynaklarının verdiği bilgiye göre Oğuz töresi pek eskidenberi yürürlükte idi.


Oğuz töresi, adet ve örften alınarak meydana getirilmişti. Oğuz töresinin esası adalet, kaynağı vicdan idi. Törenin maddeleri sade, açık kısa olarak kayıtlı idi. Cengiz Han Oğuz töresinden faydalanarak (Cengiz Yasası) nı yaptı. Timurlenk de (Timür Tüzükatı) adlı bir yasa meydana getirdi. Bütün bunların esası Oğuz töresidir.


Oğuz töresinde yazılı bazı kurallar:



«Hakan olanlar, Tanrı kapısında duacı olup, iyilik niyaz edeler. Halka adalet ve merhametle hükümdarlık ederler. Sonra gelenler, önden gelenlerin hayırlı işlerini bozmıylar, tabi onlardan daha hayırlı olmaya çalışalar ve devleti devam ettireler, Hakanla işbirliği yapalar, şöyle kişiler ola, akıllı, ulu ve görgülü, iyi ve yavuz kişiler ola.


Hükümdarların veziri bir kişi ola, vezirler, halkın ekmek et ve yağını düşüne, ulusu aç koymaya, muhtaçlara her an el uzata, her kimki düşmüşlere el uzatmaz, o verirliğe yaramaz. 

 

Hakanlar yoksulların atası, vezirler babasıdır. Her ikisi akıl birliği edip, tarla ve meraları koruya, tarlada altın başaklar, meralarda koyun ve sığır bol ola, Hakanların devleti askerile yaşar. Çerisiz yurt olmaz. Yurdunu ve ocağını yıkanlara karşı amansız ol, dört bucak düşmanlarını hükmün altında yaşat ki onlar senin devletini yıkmayalar !..


Halk üç bölümdür. Akıllı olanlara vezirlik, bilgili olanlara kahyalık, hesap bilenlere vergi toplama ödevi verile, bunlar halkın üstüne memur ola, Ulu kardeş varken, küçük kardeş bey olmaya, bu töre baki kala! .. »  


Oğuz devleti, Oğuz töresinin esaslarına saygı göstermek suretiyle kurulmuştur. Ata töresine göre «Yukarda gök basmadıkça, aşağıda yer delinmedikçe Türk oğlu, devletini ve kurumlarını kim yıkabilir.» esastı. Yine «Kendine dön!» düşüncesi hakimdi.


SELÇUKLULARDA HÜKÜMDAR


Oğuzlar, devlet başkanlarına devir devir çeşitli adlar vermişlerdir. Boy halinde iken boy beylerine (Tudon) İl şekline girince (Yabgu), daha büyük devlet kurunca (Bey), (Han), (Hakan ve İlhan) demişlerdir. Selçuklu devleti kurulunca (Bey)) sonra da (Sultan) unvanını kullanmışlardır. Genel olarak Türk devleti başkanlarının ünvanı (Hakan)dır. Oğuz töesinde (Han) ve (Hakan) esasdır. Hunlar hükümdarlarına (Tanju) derlerdi. Sonra (Kağan), (Kaan) denildi ve daha sonra da (Hakan) oldu.



Türk Ulusu kendi öz varlığına dayanarak bir devlet kurduğu zaman, seçim yolu ile başa getirilen devlet başkanına (Hakan) derlerdi. Hakanların bir (kurultayı) olmak gerekirdi. Oğuzlar ve Uygurlar haklarına (İdikut) derlerdi. İdi kelimesi (Tanrı) anlamına gelmektedir. Kut da kutlu demektir.


Orhun anıtlarında : «Hakan, Türk Ulusu yok olmasın diye, Türk Ulusu mutlu olsun diye, Tanrı tarafından gönderildi.» yazılıdır. Buna göre (Hakan) kelimesinin anlamı (kutlu başkan) demektir. Hakanlar, Türk Ulusunu yaşatmak ve mutlu etmeğe memur devlet başkanlarıdır. Oğuz beylerinden Selçuk ve Tuğrul, Türk Ulusu yok olmasın diye Selçuklu devletini kurmuşlardı. Hakanın erkek oğullarına (Tekin - Prens), kızlarına da (İnal) eşlerine de (Hatun - Prenses) denilirdi.



Hakan kendi ulusundan bir kadınla evlenmek zorunda idi. Bu eşe (Katan) veya (Hatun) denilirdi. Selçuklularda hakan eşlerine (Hatun) denilirdi. Türkan Hatun gibi, hakan olabilmek için ana tarafından İnala, baba tarafından Tekin'e dayanmak töre idi.


Soy da büyük olan Hakanın veliahdı idi. Hakanlar Devlet Başkanı, aynı zamanda Başkomutandılar. Veliahdlar hakandan sonra ordu komutanları idiler. Savaşlarda hakan sağ kola komuta ettiği zaman, Veliahd sol kola komuta ederdi. Veliahda (Tekin) yahut (Gültekin) ünvanı verilirdi. Selçuklular oğul ve kardeşlerini illerin başına Yabgu olarak tayin ederlerdi. Bunların yanına tecrübeli bir büyük verilir, buna da (Atabey) denilirdi. Yabgulardan yerinde bırakılan olursa, bunların yanına hakan soyundan (Şane) ünvanlı birisi tayin edilirdi.



Türkler geniş ülkelere sahip olunca (İlhanlık) oldular. Devlet Başkanlarına da (İlhan) denirdi. İlhan, Hakanlar Hakanı demektir. Bu zaman (Gök) ünvanı ile anıldı. Bayrakları da gök renkte oldu. Halbuki Hakanlığın sancağı kırmızı idi. Osmanlılar'da Sipahilerin bayrağı kırmızıydı.


Selçuklular ataları için (Han), (Hakan) ünvanlarını kullanmakla beraber (Sultan) ünvanını da kabul etmişlerdir. İlk defa (Sultan) ünvanını Gazneli Mahmut almıştır.


Sultan tabiri (sulta) kelimesinden gelmektedir. Bu kelime Fransızca (otorite) mukabilidir. Fakat Sulta, (emir veren) demektir. Romalılar buna (İmperyum) yani (İmparator) derler. Türkler de imparator mukabili (Sultan) tabiri kullanmışlardır. Selçuklu Hakanları, kısa zamanda birçok ulusları egemenliklerine alarak imparatorluk kurdular. Müslüman imparatorlara Bağdat Halifeleri Sultan ünvanını verdiler. Halifeler bütün müslümanların imamı addedilmekte idiler. Halifeler de müslüman hükümdarlara saltanat (menşuru) denilen bir ferman ile bir de siyah bayrak gönderir, onları dünya işlerine memur ederlerdi. Ruhani bir ödev olan imameti; yani halifeliği muhafaza ederlerdi. Hükümdarlara da (Sultan) ünvanı verilirdi. Selçuklu hakanlarından ilk defa (Sultan Muazzam) ünvanını alan Tuğrul Bey olmuştur. Bundan sonra Selçuklu ve Osmanlı hükümdarlarına Sultan denilmiştir. Osmanlılar ayrıca (Padişah) ve (Hünkar) unvanlariyle de anılmışlardır.



Tuğrul ve Alpaslan sultanlığa çıktıkları halde, Oğuz töresine daima saygı göstermişlerdir. Demokrat ruhlu sultanlardı. Yasa dışı hiç bir iş yapmamışlardır. İmparatorluk örgütlerini sağlam olarak kurmuşlardı. Bu örgütleri Osmanlılar da devam ettirmişlerdir.

Halifeler Selçuk sultanıarına çeşitli ünvanlar vermiştir. Selçuk sultanı Tuğrul Beye (Rüknüddin Ebütalip), Alpaslan'a (Adudud devle), Melikşaha (Muizzüddünya veddin), Börkyaruka (Rüknüd­ dünya veddin) ünvanları verildiği gibi, Anadolu sultanlarının da ünvanları vardı. Kılıçaslan (Ebulgazi), birinci Keyhusrev (Gıyasettin) birinci Keykavus (İzzettin) birinci Keykubat (Alaeddin) gibi ünvanlar almışlardır.


Selçuk devleti, yalnız sultanın değil, hükümdar ailesinin müşterek malı idi. Sultan başkentte oturur, oğul ve kardeşlerine muhtelif bölgeleri verirdi. Fakat onlar büyük sultana bağlı olurlardı.


Selçuk sultanları, kendi adlarına para bastırmışlar V'e hutbe okutmuşlardı. Selçuk sultanlarının sofrası herkese açıktı. Tuğrul bu töreye daima saygı göstermişti. Kendisi başka bir yere gitse bile, sofrası halka açıktı. Kendilerini halktan ayırt etmezlerdi. Halka kötü muamele yapmazlardı. Kudretli ve çalışkan hakanlardı.


Selçuk Sultanları ayaklarına kırmızı çizme veya edik giyerlerdi. Büyük Selçuklu Sultanlarının (Çetir) adlı bir hükümdarlık alametleri vardı. Çetir bir mızrak üzerine takılmış küçük, kubbe şeklinde açılmış bir şemsiye idi. Bu saltanatı temsil ederdi. Selçuk sultanları ata binerek bir yere giderken, arkasında at üzerinde bulunan (Çetirci) bu Çetiri taşırdı. Çetir altın sırmalı kırmızı bir kadifeden yapılmıştı. Anadolu Selçuklularının çetiri siyah renkte idi. Çetiri eskiden Oğuz Hanları kullanırdı. Buna (Çoğur) derlerdi. Çoğ, güneş ve nur demektir. Çetirciye (Çoğurcu) denilirdi. Anadolu Selçukluları Çetire (Çetri hümayun) derlerdi.



Tuğrul Hey, başı ucunda kırmızı renkli ipekli kumaştan yapılmış bir çetir taşımıştı. Bu çetirde (ok) ve (yay) dan teşkil edilmiş armaları vardı. Selçuk Sultanlarının çadırları kırmızı renkte idi.


Selçuk Sultanlarının bir alameti de (Tuğra)ları idi. Tuğra Oğuzların (Damga) sıdır. Tuğra fermanların başına çekilirdi. Bu Sultanın damgası idi. Bir de (Tevaki) vardı. Bu sultanların adları bulunan ferman değildi. Tevki, iradesini ifade eden imzası idi. Tuğrul Beyin Tuğrası Kınık boyunun damgası idi. Osmanlı Padişahları da Tuğra kullanırlardı. Selçuklular Tuğra ile emirlerine tevki de çektirmişlerdir.



Selçuklu Sultanlarının üçüncü alametleri de (Nevbet) idi. Nevbet Selçukluların bandosu, Mehter takımı idi. Sultanlar savaşa veya alayla bir yere gittikleri zaman Nevbetleri de beraber giderdi.


Selçuklularda, her namaz vakti günde beş defa nevbet vurulurdu. Bu mehter takımı kös, davul, zurna, nakkare, nefir denilen çalgılardan kurulmuştu.


Mehter takımını Osmanlılar da kabul etmişlerdi. Dünya ordularında ilk defa askeri banda kullanan Türklerdir. Bu banda Selçuklularda (Nevbet) Osmanlılarda (Mehter) olarak kullanılmıştır. Avrupalılar askeri bandoyu Türklerden almışlardır.



SELÇUKLULARDA DEVLET İDARESİ


Oğuzlar göçerevli yaşarlarken, tam örgütlü bir site halinde idiler. Yurt tutup yerleştikleri zaman derhal devlet kurabiliyorlardı. Türk Oymakları Şeyh veya ağalara bağlı göçebe değil, göçer evli, yürüyen bir ildi. Oğuz illerinde devlet memuriyetleri vardı. İlin bir kabinesi mevcuttu, devlet başkanının vekilleri şunlardır:


Hakan Devlet Başkanı


Külerkin Başvekil


Sübaşı Ocak Ağası (Milli Savunma Vekili)


Tamgacı Nişancı


Tarhan Kazasker


Atasagun Hekimbaşı (Sağlık Bakanı)


Kam Din büyüğü


Buyruk İç ve Dış ağaları


gibi kabine üyeleri vardı. Külerkin Oğuzların asıl soyundan gelen   başvezirdi. Sübaşı, Milli Savunma Bakanı idi. Tamgacı, hakanın buyruklarını yazardı. Tarhan, askeri kadı ve din işlerine bakan kazaskerdi. Atasağun ise Sağlık Bakanı,  hekimlerin başı idi. Kam, Şamanizim dinininin en büyüğüdür. Gök alemiyle uğraşırdı. Tabiat olaylarını incelerdi. Güneş sisteminin büyük bilginleri idi.


Buyruklar iki tane idi. Bunlar iç ve dış ağaları idi. Hakana ait iç ve dış işleri görürlerdi. Osmanlılardaki (İçağa) ve (Dışağa) lara muadildi. Ayrıca Boy Beyleri (Tudon), İlbeyIeri olan yabgularda divana dahil olurlardı. Oğuzlarda Bakanlar Kurulu bunlardı. Hakanın çadırına (Ordu) denilirdi. Başkentlerine de (Ordukent) adı verilirdi. Hakanın ünvanı (İltaren) dir. Anlamı (Devleti Yaşatan) demektir. Hatununa da (İlbilge) derler. Anlamı (Devleti bilen) demektir.




Oğuz boyları demokrasiye dayandığından daima (Kurultay) kurulurdu. Kurultay, Millet Meclisleri idi. Önemli işler Kurultayda tartışılıp karara bağlanırdı. Devlet İşleri de divanda görüşülürdü. Büyük divan kurulduğu zaman, sağda Külerkin, solda Tarhan ve Buyruklar otururlardı.


Selçuk devleti kurulunca bu eski töreden faydalandılar. Bu teşkilatı genişlettiler. Tuğrul ve Alpaslan Oğuz töresini devam ettirmişlerdi. Selçuklu sultanlarından en fazla Oğuz töresine Sultan Sancar saygı göstermişti.




SELÇUKLULARDA BÜYÜK DİVAN


Selçukluların devlet işleri (Büyük Divan) da görüşülür, karara bağlanırdı. Devlete ait işler görüşüldükten sonra büyük defterlere yazılırdı. Bu defterlerin yazıldığı yere divan denilirdi. Sonra da Vekiller Kuruluna divan adı verildi. Selçuklular bu divana (Divanı Sultan) Osmanlılar da (Divanı Hümayun) demişlerdi. Hüma, esatiri bir kuş olup gagası ve pençeleri çelik idi. Bu kuş Oğuzhanın eşinin ongunu idi. Hümadan, hümayun alınarak, hakanlara mahsus olan şeylere ünvan olarak verilmiştir. Divanı Hümayun, tuğrayı hümayun, sarayı hümayun, orduyu hümayun gibi.




Divanı Sultanda daima Oğuz töresine saygı gösterilirdi. Usul ve gelenekler ne ise öyle yapılırdı. Divan Başkentte toplanırdı. Selçukluların sırasıyla Başkentleri (Nişapur, Rey, İsfehan, Merv) şehirleri olmuştu. Anadoluda ise (İznik) sonra da (Konya) olmuştu. Divan Oğuz töresine göre (Dört) kutlu rakamına göre kurulurdu.


Divanın dört büyük esaslı üyesi vardı. Bunlar (Vezir, Kazasker, Defterdar, Nişancı) idi. Divan haftada dört gün toplanırdı. Osmanlılarda dört devlet kapısı vardı. ( Sarayı Hümayun - Rünkar kapısı), (Babı - Ali - Paşa kapısı), (Babı - Seraskeri - Ağa kapısı), (Babı - Meşihat - Şeyhülislam kapısı) idi. Bu Oğuz töresi Selçuklulardan sonra Osmanlılara geçmiştir. Türk Devleti teşkilatı, ne Araplardan, ne Acemlerden, ne de Bizansdan geçmiştir. Tamamen Türk'e hasdır.




Selçuklularda büyük divandan başka divanlar da vardı. Bunlar Askeri, Adli ve Mali işlere bakan küçük divanlar. Ayrıca, Eyaletlerde de divanlar bulunmakta idi. Selçuklularda divan üyeleri şunlardır:


1-Vezir - Başvekil

2-Müstevfi - Maliye Vekili – Defdardar

3-Arızı Sultan - Milli Savunma Vekili

4-Tuğrai - Nişancı.


Selçuklularda devlet büyükleri dörttü. Ayrıca, divanda hizmet gören (Divan hocaları) adı verilen daire amirleri Müşrif denilen Müfettiş, hüccet müviş denilen memurlar bulunmakta idi.


İlk defa Selçuklu divanı 1036 yılında Nişapurda Tuğrul beyin başkanlığında toplanmıştı.


Divan üyeleri: vezir, müstevfi, arızülceyş, tuğracı idi. Vezir, devlet başkanından sonra gelen en büyük devlet adamı idi. Vezire (Şahip) veya (Hoca) ünvanları da verilmişti. Vezir, devletin her türlü işlerinden sorumlu idi. Hükümdar vezirlere vezirlik Menşuru verirlerdi. Vezirlik alameti de altın divit ile başa giyilen taçtı. Divanda vezir bu altın diviti önüne koyar, bunu (Devattar) denilen memur muhafaza ederdi.


Selçuklular Maliye Vekilierine (Müstevfi) derlerdi. Anadolu Selçukları da Maliye Vekillerine (Sahibi Divanı İstiyfa) derlerdi. Devletin gelir ve gideriyle meşgul olurdu. Defterler siyakat denilen yazı nevi ile tutulurdu. Osmanlılar Maliye Vekiline (Defdardar) demişlerdi.


Büyük Selçuklular Milli Savunma Vekillerine (Arizı Sultan) derlerdi. Ariza Ceyş de denildiği devir olmuştur. Arizı sultan askerlerin maaş ve levazımatiyle meşgul olurdu. Kurmay Başkanına da (Sipehsalar) ve (Beylerbeyi) denilirdi. Arizı Sultanın (Divanı arz) denilen bir dairesi vardı. Anadolu Selçukluları Milli Savunma Vekillerine (Emiri Arız) derlerdi.



Büyük divanın dördüncü büyük devlet adamı (Tuğrai) idi. (Sahibi Tuğra ve inşa) da denilirdi. Tuğrai'nin ödevi berat, nişan, menşur adı verilen yazıları yazmaktı. Hükümdar ava gidince vezire vekalet ederdi.


Tuğrai'den başka bir de (Münşi) vardı. Tuğrailer yüksek bilgililerden seçilirdi. Arapça ve Acemce bilirierdi Osmanlılar Tuğraiye (Nişancı) derlerdi.


İşte Selçuklularda büyük divan üyeleri bunlardı. Devlet bu dört büyükle idare edilmişti. Bu divana (Divanı Saltanat) veya (Divanı Anı denilirdi. Çok kerre bu divana hükümdar başkanlık ederdi. Bulunmadığı zaman veziri idare ederdi. Divanın salonuna (Solfa) denilirdi. Divanın muhafaza memuruna da (Emiri Şimşir) denilirdi.

Selçuklularda bir memuriyet te (Pervanecilik) idi. Pervane ferman demektir. Pervaneciler: büyük divanda araziye ait işleri gören memurdur. Bunlar dirliklere bakarlardı. Yazmış olduğu Berat ve fermanlara (Pervane) denilirdi. Anadolu Selçuklularında da pervanecilik önemli bir memuriyetti.


Selçuklularda Adli işlere bakan adliye vekiline (Emiri Dad) denilirdi. Suç işleyenleri tevkif eder. Onların sorgularını yapıp hapsedebilirdi. Bir de mali ve idari işleri kontrol eden (Müşrif) adlı memur vardı. Hükümdar Başkentten ayrıldığı zaman, devlet işleri (Naib) denilen bir memura bırakılırdı. Buna (Naibi saltanat) denilirdi.


Selçuklularda vekiller heyeti büyük divan ve üyeleri, yani kabine üyeleri ve ödevleri de bu şekilde idi. Koca imparatorluk bu şekilde idare edilmişti.



SELÇUKLULARDA SARAY TEŞKİLATI


Selçuklular imparatorluk kurdukları halde, ferdi bir saltanat kurmamış, kendilerine hususi saraylar yaptırmamışlardı. Zamanla saray teşkilatları da genişledi. Hazineleri de pek zengindi. Selçuklular İran Şahlarının ve Arap Halifelerinin saray teşrifat ve törenlerinden kendilerini korumuşlardı.


Selçuklular Oğuz töresine her zaman saygı göstermişlerdir. Milli benlik, adet ve geleneklerini muhafazaya gayret göstermişlerdi. Ne zaman bu töreden ayrıldılarsa, o zaman yıkılmaya yüz tutmuşlardı.

Oğuz geleneğine göre Selçuk hükümdarları (Şölen) vermeyi ihmal etmemişlerdi. Halka her gün yemek verirlerdi. Saraylarında sofraları açıktı. Yemek vermeyen hükümdarları halk sevmezdi. Derhal aleyhine dönerlerdi.


Tuğrul beyin sofrası halka açıktı. Alpaslanın sarayında hergün elli koyun kesilirdi. Fakirler bu yemeklerden faydalanırdı. Bu cömertlik yeryüzünde yalnız Türklere mahsus bir adetti. Melikşah da şölen, yani ziyafet verme adetini devam ettirmiştir. Her cuma günü de Ulemaya ziyafet verirdi. Türkmen Oğuzlar Sultanlara yılda 25.000 koyun vergi verirlerdi. Bu koyunlar halka verilen ziyafetlerde kesilirdi.


Selçuk sarayının iç hizmetlerini gören Enderun ağaları vardı. Bunlar Selçuk sarayının iç teşkilatını tedvir ederlerdi. Bu sarayağaları şunlardı. Emiri Hacip, Silahdar, Emirialem, Camedar, Şarabdar, Tabladar, Çaşniğir, Hansalar, Vekilihas, Emiriahur, çavuş gibi hizmet ediciler idi.  


Emiri Hacip:


Emiri Hacip, sultan ile hükümet arasında vasıta olan Mabeyinci idi, bugünkü cumhurbaşkanı genel sekreteri idi. İlk devirlerde buna (Uluğbar Bey) veya (Ağacı) denilirdi. Haciplerin başına (Hacıbülhuccab) adı verilirdi. Haciblik büyük bir memuriyet idi. Hükümdarların en emin adamları idi. Sarayın muhafızları da hacıblerdi. Emiri hacip saraydaki ağaların başı idi.



Yasacı:


Sarayda Emiri Hacıbden sonra en büyük amir yasacı idi. Maiyetinde yirmisi altın ve yirmisi gümüş (alan) adamları vardı. Bunlar gayet süslü elbise giymekte idiler. Bunlar da saray muhafızları idi.



Emiri Candar:


Saray Muhafızlarına candar denilirdi. Bunların başlarına da (Emiri Candar) denilmekte idi.


Emiri Silah:


Törenlerde sultanın silahını taşıyan silahdarların amirine (Emirisilah) denilirdi. Bunlar silah depolarını da muhafaza ederlerdi. Emiri silah sultanın tahtının yanında durmakta idi.



Emiriahur:


Sultanların atlarına bakana Emiriahur denilirdi. Maiyetinde birçok seyisler bulunurdu.


Taşdar:


Sultanlar ellerini yıkarken leğen ve ibrik tutana taşdar denilirdi. Sonradan ibrikdar denilmiştir.


Emirialem:


Sultanın bayrağını taşıyan Alemdarların amiridir. Bunlar bayrağı da muhafaza ederlerdi.


Emiri Çaşniğir:


Sultanların sofrasını hazırlayan sofracıların başıdır. Hükümdar yemek yemeden önce yemeğini tadardı. Yemeğin zehirli olup olmadığını kontrol ederdi.


Candar:


Selçuk sultanlarının elbiseci başıdır. Osmanlılar buna (Çuhadar) derlerdi.


Şarabdanhas:


Sultanlara her nevi şerhetleri ve içkiyi hazırlıyandır. Şarap sunanlara da ( Saki) denilirdi.


Vekili Has:


Saraydaki saz çalanların, iç oğlanların mutfakta çalışanların amiridir.



Çavuş:


Divanda hizmet edenlere çavuş veya (Serhenk) denilirdi. Bunlar posta ulaklığı, alaylarda yol açan ağalardı. Postacı hizmeti gören (Peykan) lar da vardı. Saray hademelerine de (Vuşak) denilirdi. Aşçıbaşıya da (Havayicsalar) derlerdi. Selçuklularda (Atabey) lerin de mevkii büyüktü. Şehzadeleri küçük yaşta yetiştirenlere (Atabey) denilirdi.




SELÇUKLULARDA SARAY HAYATI


Selçuk sultanları kendilerine gayet güzel saraylar yaptırmışlardı. Duvarlarını renk, renk süslü yaparlar, yerlere de ipek halılar sererlerdi. Elçilerin kabulü pek parlak olurdu. Hele saray düğünleri pek alayişli olup, haftalarca sürerdi. Birinci sultan Keykavusun Erzincan hükümdarı Melik Fahreddinin kızıyla evlenmesi çok parlak olmuştu. Düğün hazırlığı tam üç ay sürmüştü. Sarayın havuzlarına su yerine şerbet doldurulmuştu. Oğuz geleneğine göre kımız ikram edilmişti.


Anadolu Selçukluları halifenin gönderdiği elçilere parlak törenler yaparlardı. Elçiyi beyler ve devlet uluları karşılardı. Birinci Alaeddin Keykubat bir yere gittiği zaman pek ihtişamlı alayla yola çıkardı. Sultanın sağında ve solunda yüzyirmi candar yürürdü. Silahdarların ellerinde altın göbekli kalkanlar ve yaylar bulunurdu.


Beşyüz maiyet askeri de onu takip ederdi.


Sultan mahfeye bindiği zaman onu bin silahlı sipahi muhafaza ederdi. Sultanların verdikleri ziyafetler de gayet parlak olurdu. Altın sahanlar ve çeşitli tabaklarda yemek yenilirdi. Yemekler sülün, keklik, bıldırcın gibi av etleri, püryan, şekerlemeler ve şarap ikram edilirdi. Yemek Oğuz adetleri üzere yenilirdi. Sofrada Altın usküflü ak ve kızıl börklü sofracılar hizmet ederlerdi.


Saraylar geniş koruluklar içinde yapılır; bir katlı, harem ve selamlığı olan binalardı. İçi çinilerle süslü olurdu. Hasbahçe denilen çeşitli çiçeklerle bezenmiş bahçeleri vardı. Sultanların ayrıca kırmızı renkli otağları vardı. Selçuk sultanları ava da meraklı idiler.


Selçuk saraylarında kadınların mevkii yüksekti. Kadınlar oğullarını tahta çıkarmak için türlü entrikalar döndürürlerdi. Bunlar arasında Melikşahın eşi Türkan Hatun, oğlunu hükümdar yapmak için Nizamül-Mülkün ölümüne sebep olmuştu.


Birinci sultan Alaeddin Keykubatın ölümü taht yüzünden oldu. Sultan Alaeddinin ilk eşi Eyyubilerden Melik Muazzamın kızı Melike Adile idi. Bundan Üçüncü Kılıçaslan dünyaya gelmişti. Fakat ikinci eşi Mahperi Hatundan da ikinci Keyhusrev doğmuştu. Mahperi oğlunu tahta çıkarmak için kocası Sultan Alaeddini zehirleterek oğlunu tahta çıkardı. Selçuk sarayı bu şekilde kadın entrikaları yüzünden sarsıldı. Saray cinayetlerine sebebiyet veren, sultanların başka ulusların kızlarıyla evlenmeleri olmuştur. Sultan Alaeddinin ikinci eşi Rum, ikinci Keykubatın anası Gürcü, dördüncü Kılıçaslanın da Rumdu, Bu yüzden kardeş kavgaları olmuş, Selçuk devletinin yıkılmasına sebebiyet vermiştir. Selçuk Sarayı son zamanlarda zevk ve sefaya dalmış, içki alemleri devam etmişti. Bu yüzden Türkmenler, sultanlarından soğudular. Halkla sarayın arası açıldı.


Anadolu Selçukluları, saray teşkilatını büyük Selçuklulardan almışlardı. Anadolu Selçukluları saraya (Barigah) veya Dergah derlerdi. Saraya muhtelif uluslardan aldıkları esir ve köleleri çeşitli işlerde yetiştirmişlerdir. Bu köleler içinde vezirliğe kadar yükselmiş olanlar da vardı. Ayrıca, Türk soyundan gelen vezirler de vardı. Sarayda enderun teşkilatı tamamen mevcuttu.


Selçuk sarayında Hakan eşleri' (Hatun) lar, Sultan kızları (İnal'lar) ve şehzadeler yaşamakta idi. Selçuklularda devlet, hükümdarın değil bütün ailenin malı addolunurdu. Bu sebeple şehzadeler, muhtelif bölgelere yabgu olarak tayin edilirdi. Bunlar işlerinde müstakil olup, yanına bir (Ata Bey) verilirdi. Ayrıca, divanı da vardı. Fakat bu usulün zararları görülmüştür.


Selçuk sarayında büyük bir hazine vardı. Buraya devletin altın ve gümüş paraları konulurdu. İkinci bir hazine daha vardı ki, buraya da, kıymetli eşyalar konulurdu. Ayrıca, mücevherler için de bir hazine vardı, Osmanlılar buna (Hazinei - Hümayun) derlerdi. Bir de yazılı vesikaların toplandığı (Hazinei - Evrak) bulunurdu. Burada andlaşmalar, sultan ferman ve beratları saklanırdı.


Saray hazinesinden başka (Hazinei Amire) denilen devlet hazinesi vardı. Devletin sarfedeceği paralar burada saklanırdı. Sultanlara ait saraydaki hazineye de (Hazinei Has) denilirdi.


Selçuk hazinesi ganimet ve haraçlardan dolayı pek zengin olmuştu. Melikşah devrinde devletin bütçesi 430.000.000 altın idi. Dünyanın en zengin hazinesi Selçukluların idi. Hazine altın ve mücevherlerle dolu idi. Melikşahın oğlu sultan Sancarın hazinesinde 2318 okka ağırlığında mücevherat vardı. Bu derece servet cihanda görülmemişti. Melikşah tahta çıktığı zaman askerlerine yaptığı maaş zammı yılda 700.000 altındı. İlim adamları ve fakirlere verilmek için devlet bütçesine 300.000 altın para konulmuştu. Selçuklular bu derece zengin bir hazineye malik olmuşlardı.




SELÇUK ORDUSU


Selçuk ordusu Oğuz teşkilatından alınarak geliştirilmiştir. Oğuzlar yaradılış itibariyle askerdirler. Cesur ve itaatli insanlardı. Küçük yaşta koçlar üzerine binerek eğitim yaparlar. Büyüdükleri zaman da ata binerlerdi. «At, Türkün kanadı» denilmekte idi. At Orta Asya steplerinde yetiştiğinden Türkler atları eğitime tabi tutarak, gem vurmak suretiyle ona hakim olmuşlardı. Büyük hayvan sürelerine sahip olan Oğuzlar, bu servetlerini muhafaza etmek için daima silahlı kalmışlardı. Yurtları kuvvetli düşmanlarla sarılı olduğu için askerliğe her çağda önem vermişlerdir. Kurdukları devlet teşkilatı da askerliğe dayanmakta idi. Hakanlar Başkomutan, vezirleri başkomutan vekili, idari teşkilatın başında olanlar da askerlerdi. Başa geçen Hakanlar genç yaşta olduklarından daima enerjik olmuşlar, Devleti geliştirmişler ve kuvvetlendirmişlerdir.


Türk askerleri tarih boyunca itaatli, yüksek izzeti nefse sahip, cesur yiğitlerdi. Türk ordusu sipahilerden ibaretti. Selçuklu ve Osmanlı ordusu da sipahiler ordusu idi. Hakanlar harp ilan ettikleri zaman Boy Beylerine kırmızı renge boyanmış oklar gönderirlerdi.  Beyler bu okiarı çadırlarının direğine asardı.


Ayrıca, otağının önüne de bayrak dikerdi. Delikanlılar bu kırmızı oku görünce ok, yay, kalkan ve kılıçlarını takınarak komutanlarının maiyetine gelirler, harp nizamında yer alırlardı. Önceden talimli olan bu askerler, sağ ve sol nizamında hazır olurlardı. Atlarının rengine göre dört bölüm olurlardı. Doğuda baklakırı, batıda kır, kuzeydekiler ise doru, güneydekiler de kula rengi idi. Ordu nizamı yine dörtlü idi. Sağ, sol önde karavul, ardda çağdavul kuvvetleri bulunurdu. Yürüyüşte (Kale nizamı) denilen dörtlü olarak ilerlerdi. Bu oğuz töresi idi. Her kola bir Beylerbeyi komuta ederdi. Veliabd sol kolun komutanı idi. Oğuzların teşkil ettikleri ordular biner, yüzer, onar olarak bölümlere ayrılmıştı. Bunlar da (Tümen) leri teşkil ederlerdi. Oğuzların yirmi dört boy beyi kendi erlerinin başında bulunurdu. Hakan orta, yani kalpte bulunurdu.

Hakanlar güz mevsiminde büyük bir toplantı yaparlar, erler ve atlar sayılıp yoklama edilirdi. Karargah etrafında yüzlerce işçiler kılıç, ok ve yay yaparlardı. Dünyada ilk defa kılıncı Oğuz Türkleri icat etmişlerdi. Hun hakanı (Mete) de öten oku icat etmiştir. Yayın icadi hakkında bir bilgi olmamasına rağmen pek eskidenberi bu silahı en çok Türklerin kullandıkları bellidir. Düşmanı takip için hayvanı dörtnala sürerlerken, ok atmak, geri çekilirken arkaya ok atmak ta Türklere has bir ustalıktı. Oğuzlar kılıç, mızrak, ok, yay, hançer, gürz, cuşen, kupal, çomak, nacak ve balta kullanırlardı. Oğuzlar subaylarına (Buyruk) derlerdi. Boy komutanlarına da (Sübaşı) derlerdi. Sü, Sülemek mastarından alınmıştır. Manası (Sefer etmek) demektir. Hakanların hizmetinde bulunan Kapulu askerlerine (Kapuk) denilirdi. , Bunlar yeniçerilere muadildi.



Oğuzların bu askeri teşkilatı tamamen Selçuklulara, onlardan da Osmanlılara geçmiştir. Selçuk ordusu için Selçuk tarihçisi (İbni Bibi) diyor ki, «Selçuk ordusu çerisi Oğuzun yirmi dört boyu sayısınca dört tümen olur ki, ikiyüzkırkbin erdir. Kendi boyu dört tümen, cümle çeriler· toplansa beşyüzbin er olmakta idi. Kendi boyundan başka yirmidört hanlar vardı. Kimi kendi boyu Kınıktan Selçuklardı. Kimi. ise diğer Oğuz kullarından idi.» Bu tarihi bilgiye göre Selçukluların askeri teşkilatı Oğuz töresince kurulmuştu.


Savaşlarda fedakarlık gösteren Alpler, atlarının boynuna (Kutas), okla kaplan vuran, bileğine de kaplanın kuyruğunu takarlardı. Okla kuş vuranlar başlarına sorguç takarlardı.

Oğuzların kurmuş olduğu Hun ve Gök Türk Devletlerinde olduğu gibi, Selçuklularda da ordunun önemi büyüktü. Devlet teşkilatı askeri bir mahiyet taşımakta idi. Selçuk beylerinin maiyetlerinde Oğuz boylarından teşekkül etmiş askeri kuvvetler vardı. Ayrıca, Sultan ve şehzadelerin de askerleri bulunmakta idi. imparatorluk kuvvetlerini muntazam maaşlı ve topraklı askerler teşkil etmekte idi. Selçuklular arazilerini büyük, orta ve küçük olmak üzere üçe bölmüşlerdi. Bu arazinin gelirini dirlik olarak askerlere verirlerdi. Askerlere yararlıkları ve başarılarına mükafaat olarak verilen arazi parçalarına (İkta) denilmiştir. Bu usule de (Mukata) adı verilmişti. Bu usulü kuran vezir (Nizam-ül-Mülk) olmuştur. Selçuk devleti genişleyince, arazi mukatalara ayrılarak askerlere verildi. Bu suretle arazinin Bayındırlık göreceği düşünüldü. Bunlara da (tımar) sahibi denildi. İktadan doğan tımar usulü Osmanlılara da geçti, askerlere dirliklerden başka ayrıca, yılda dört defa maaş verilirdi. Buna (Pişkani) derlerdi. Selçuklular asker ve memurlara Bütçe usulü üzerine emekli maaşı verirlerdi.


Tımarlarda bulunan bu eyalet askerlerine (sipahi) adı verilirdi. Tımarlı sipahi ölürse dirliği oğluna kalırdı. Bundan başka şehzadelerin maiyetinde (Gilman) denilen köle askerleri mevcuttu. Sipahilerin bayrağı (Kırmızı) idi.

Ayrıca, Sultanların saraylarında maaşlı kapı kulu askerleri de vardı. Bunlara (Gulamanı saray) denilirdi. Komutanına (Saları gulamanı saray) adı verilirdi. Bir de sultanların şahıslarına mahsus (müfred) denilen askerleri vardı. Bunlar törenlerde hizmet gören yakışıklı ve süslü askerlerdi. Bir elçi geldiği zaman bu müfredlerden yirmi tanesi süslü silahlar takarak tahtın etrafında dururdu. Sultanların maiyetinde daimi olarak 46.000 sipahi bulunmakta idi.


Selçuklular ordu komutanlarına (Sipehsalar) derlerdi. Başkomutana da (Emiri Sipehsalar) adı verilirdi. Harp zamanında toplanan askerlere (haşer) denilirdi. Oğuz aşiret akıncıları da ayrıca bir kuvvetti.


Kale muhafızlığında bulunan askerlere de (bekçiye) adı verilmekte idi. Selçuk ordusunda dört sınıf asker daha vardı. Bunlar:


1-  Gaziyan

2 - Ahiyan

3 - Abdalan

4 -   Bacıyan. . . idi.

 


 

1 - Gaziyan, Selçuklular araziyi tımarlara ayırmalarına rağmen, büyük arazi sahibi olan ( Dihkan'lar) devam ediyordu. Dihkanlar mallarını muhafaza için gençlerden müteşekkil bir askeri sınıf kurmuşlardı. Bunlar gönüllü akıncı müfrezeleri idiler. Bu askere (gaziyan) denildi. Gaziyanlar, Anadolu'ya akın eden akıncılardı. Anadolu'nun fethinde büyük yardımları oldu. Oğuzlar kahramanlarına önceleri (Şapolyo) ünvanını vermişlerdi. Sonradan (Alp) dediler. Müslüman olunca (Gazi) ünvanını kullanmışlardı. Büyük çiftlikleri müdafaa için kurulan gaziyan askerleri sınıfı zamanla akıncı müfrezeleri halini aldı. Osmanlılardaki (Akıncı) ve (serdengeçtiler.) bunlardı. Akınları pek korkunç olurdu. Bunlar başlarına kartal kanadı, üzerlerine de kaplan postu giyerlerdi. Bıyıklarını yataklı olarak bırakırlardı. Hepsi atlı idi, Bunlar selçuk ordusunda akıncılık ödevini görürlerdi. Komutanları iki ucu sivri kalpak giyerdi. Bellerine gümüş kuşak takarlardı. İlk devirlerde başbuğları dihkanlardı. Horasan elinde dihkanlar kaleler içinde otururlardı. Gaziyan Osmanlıların ilk devirlerinde vardı.

2 - Ahiyan: Selçuklular devrinde yapıcı ve satıcı işçi ve esnaf, (Ahilik) denilen bir işçi teşkilatına bağlanmışlardı. Ahi kelimesinin aslı (Akl) dır. Türkçe'de (yiğit) demektir. Sonradan bu kelime ahi olarak kullanılmıştır. Ahilerin başlarına (Ahibaba) denilirdi. Ahiliğe alınan gençler (Ahi zaviye)si denilen dergahlarda otururlar, birbirleriyle eşit kardeşlik duyguları içinde yaşarlardı. Hepsi eğitime tabi tutulurlar ve herbiri bir sanat dalında çalışırlardı. Ahi gençleri askeri eğitim de görürlerdi. Ahi askeri teşkilatına (Ahi yiğit) alayları denilirdi. Erlerine (kerp) denilmekteydi. Ahi yiğit alayları başlarında komutanları savaşlara karışırlar, kahramanlıkları görülürdü. Komutanlarına (Ahicup) adı verilirdi. Kullandıkları silaha (Bunduk) denilirdi. Diğer silahları teber, kılıç, hançer ve kalkandı, yaya ve süvari olmak üzere iki kısımdılar. Ahiler Ankara'da bir de hükümet kurmuşlardı. Ahiliğin Ankara'da izleri (Seymen alay) ı şeklinde yaşamaktadır. Ahi yiğit alayları Osmanlı devletinin kuruluşuna yardım etmişlerdi.


3- Abdalan: Oğuzlar onuncu yüz yılda müslümanlığı kabul edince, tasavvufa dayanan bir çok dini tarikatlar kurdular. Bu tarikatlar (Sünni) ve Alevi diye iki bölüme ayrıldı. Yörük Türkmenlerin bir çoğu alevi idiler. Savaş sıralarında bu alevi aşiretlerinin gençleri de ( (Abdalan) adı verilen askeri birlikler kurarlardı. Başlarında (baba'ları) harbe karışırlardı. Babaların elinde tahta bir kılıç bulunurdu. Abdalan kale kuşatmalarında askerin manevi kuvvetini arttırmak rolünü oynardı. Osmanlılar zamanında bunlara (Abdalanı Rum) denilmekte idi. Selçukluların üçüncü bir askeri sınıfı da abdalan idi. .


4 - Bacıyan: Bacı, kadın demektir. Osmanlıların ilk devirlerinde (Bacıyanı Rum) adlı kadın alayları olduğuna göre , bu alayların selçuklarda da bulunması tabiidir.


Bacıyan adlı bu kadın akıncı müfrezeleri de harplere karışırlardı. Eski devirlerde muharebede harp türküleri söyleyerek askerleri coştururlardı. Geri hizmetlerde de hasta bakıcılık ederlerdi. Selçuk ordusunda kırk deve ile nakledilen gezici bir hastane vardı. Bacılar bu hastanelerde yaralılara bakarlardı.


Büyük sultan ordusuna yardımcı askeri kuvvetler bunlardı. Osmanlıların ilk devirlerinde bulunan (cerahur, azap, canbaz) askeri birlikleri de selçuklulardan kalma olabilir. Selçuklularda kapu kulu askerleri içinde yerli halktan olan Gürcü ve Ermenilerden de askerler vardı. Esas orduyu teşkil eden sipahilerin hepsi Türktü.


Selçuk ordusunun bir de askeri mızıkası vardı. Harp başlayınca, bitene kadar mızıka çalarlardı. Sultanlara günde beş nöbet çalınır, büyük sultana tabi sultanların ordularında ise ancak üç nöbet çalınırdı. Sultanların otağı önüne dokuz tuğ dikilirdi.


Selçuk ordusu sultan Melikşah zamanında (400.000) kişi iken, Birinci Alaeddin Keykubat zamanında (500.000) kişiye yükselmiştir. Türk ordularının önünde hiç bir ulus duramamıştır. Askerlerin eğitimi, itaatı, disiplini, cesareti ve vatanseverliği pek üstündü. Bu sebeple büyük imparatorluklar kurdular. Selçuk ordusunun menzil teşkilatı pek kuvvetli idi. önceden muhtelif yerlere yem ve yiyecek depo ederler, asker gelince bunları kullanırlardı.



Selçuk ordusu kışın muazzam bir şekilde yapılmış olan (Alay­han)larında barınırdı.


Anadolu Selçuklularındaki ordu da, az bir farkla Büyük Selçuklulara benzemektedir. Anadolu Selçuk ordusu üç kısımdır.

1-Kaplikulu askerleri 

2- - Tımarlı sipahiler 

3- Donanma


Kaplikulu erlerine (Müfret) adı verilmişti Bu Kaplikulu aserleri kölelerden müteşekkildi. Selçukluların kaplikulu askerleri süvari ve yaya olmak üzere dört kısımdı.

A - Halkalhas

B - Gulamanı dergah

C - Mülazimanı yatak

D-  Gulamanı yatak idi.


Halkamas kölelerden teşkil edilmiş olup, sultanın muhafız askerleri idi. Gulamanı dergah ise, süvari kısmı idi. Mülazimani yataklar da sultanın otağına bakan askerlerdi. Gulamanı yatak ise divan kapıcıları ve ulaklardı. Bu Kapukulu askerleri içinden devlet adamları da yetişmiştir.


Anadolu ordusunu teşkil eden ana kuvvet tamamen Türk gençlerinden olan (Tımarlı Sipahiler) di. Bu askerlik babadan oğula geçerdi. Sipahiler ellişer kişilik müfrezeler halinde kurulurdu"  Komutanlarına da (Ellibaşı) denilirdi. Ellibaşı'lar ihtiyarlayıncaya kadar savaşa iştirak ederlerdi. Sipahilerin vilayet merkezlerindeki komutanlarına (Sübaşı) danilirdi. Bunlar barış zamanında asayişi sağlarlar, savaşta ise komutanlık ederlerdi. Bunların üstünde ise (Emiri sipehsalar) bulunurdu. Sübaşılar bunlara bağlı idiler. Selçuk ordularının genel komutanına da (Beylerbeyi) veya (Melikülümera) denilirdi. Sübaşılar, sipehsalarlara tabi idiler. Savaşda ordulara komuta ederdi. Anadolu muhtelif (serleşkerlik) lere ayrılmış olup, bunların başında beylerbeyleri bulunurdu. Ayrıca askerleri ve komutanları da vardı. Anadolu beyliklerini kuran bunlar olmuştu.


Selçuk ordusunda ayrıca aşiret askerleri de vardı. Bunlar sınır boylarına yerleştirilmişti. Lüzum hasıl olursa (Ecri har) denilen ücretli askerler de alınırdı. Ayrıca (Frengüs) ve (İğdiş) askerleri de vardı. İğdişler babası Türk anası ecnebi olan askerlere derlerdi. Bunların başlarına (İğdişbaşı) denilirdi.


Anadolu selçuklarının subayları şunlardı:


1- Ellibaşı

2 - Sübaşı

3 -  Emir sipahsalar

4 - Melikülümare


Selçuk ordusu savaşa çıkacağı zaman, sultanın otağı uğurlu bir günde bir meydana kurulurdu. Ordu dörtlü esasına göre tertip edilirdi.

Selçuklular Anadolu'ya yerleştikten sonra tasavvuf cereyanı kuvvetlendi. Horasan elinden ve Maveraünnehirden birçok mutasavvıflar geldiler. Konya, Tokat, Kayseri ve Sivas, tasavvuf cereyanının önemli merkezlerinden oldu. Başta (Mevlana Celaleddin RUmi) olduğu halde (Evhadeddin Kirmani) (Muhittin Arabi) (Şeyh Necmettin Daye) (Sadettin Kunevi) gelmişlerdir.


Mevlananın (Mesnevi) si en değerli eserlerdendir. Mevlana Anadolu Türklerinin en büyük şairidir. Oğlu (Sultan Velet) de şairdir.


Hacı Bektaşı Veli Horasan'dan Anadolu'ya gelince Bektaşilik tarikatını kurdu. Bektaşiler içinde de birçok şairler yetişti. En büyük şairlerden biri (Yunus Emre) dir. (Aşık Paşa) Garipname adlı bir eser yazmıştır. Gülşehri, Hoca Mes'ut da edipler arasındadır. Nasreddin Hoca da fıkralariyle meşhurdu. Ayrıca, (Hamzaname), (Battal Gazi) ve (Danişment Gazi), (Ebu Müslimi Horasan) destanları yazılmıştır.

Selçuklularda edebiyat gelişti ve o devre ait birçok edebi eserler zamanımıza kadar gelmiştir.



SELÇUKLULARDA KÜTÜPHANELER


Türklerin kurdukları sosyal müesseselerden biri de kütüphanelerdir. İlme fazlasiyle değer veren Türkler, birçok eserler yazmışlardır. İnsanlığa ve bugünkü medeniyete ışık tutan matbaayı, ilk defa Oğuz'ların bir kolu olan (Uygur) Türklerinin icat ettiği, Turfan harabelerinde bulunan belgelerle isbat edilmiştir. Yedinci yüzyıldan itibaren Uygurlar müteharrik harfler dökerek, birçok kitaplar basmışlardır. Kağıt olmadan matbaanın iş göremiyeceğine göre, ilk defa kağıdı da yapanlar Türkler olduğu kendiliğinden çıkmaktadır. Semerkant kağıt fabrikaları herkesin malfunudur. Araplar sekizinci yüzyılda batı Türkelini istila edince, Türklerden kağıdı öğrenip Endülüs'te kağıthane açmışlardır. Avrupa'lılar Araplardan kağıt yapmayı öğrenmişlerdir. Uygur devleti yıkılınca, matbaanın basit bir şeklini Çin'liler kullanmışlardır. Avrupa'lılar matbaayı Çin'lilerden görmüşlerdir. Avrupa'da ilk matbaayı 1440 yılında (Harlemli Koster) açtı. Jan Gutenbergde 1455 de kitap basmaya başladı.


Uygur Türklerinin Başkenti olan (Turfan) yöresinde Avrupalı arkeologlar birçok kazılar yapmışlardır. Türk uygarlığının kesin varlığını gösteren birçok eserler ve matbaaya ait harfler bulmuşlardır. Turfan'da kazı yapan bir Alman bilgini aynen şunları yazıyor:

«Bu yağmursuz ve kumlu kıt'ada asırlarca örtülü kalmış büyük binalar, heykeller, duvar resimleri, canfes ve kağıt üzerine yapılmış resimler, kitaplar zengin bir edebiyatın eski belgeleridir. Bunlar yüksek bir medeniyetin kesin şahitleridir. İngiltere, Fransa ve Almanya'da böyle şeyler yokken güzel ve büyük bir medeniyet sahibi olan Türkler, atalarıyle hakkıyle iftihar edebilirler. Harfleri güzel, yazılışı mükemmel olan bu kitapların yazılışında türlü türlü renkler kullanmışlardır. Kitaplar kağıt ve deri üzerine yazılıdır. Bunlar Türklerin güzel sanat duygularına birer şahittir.»


Oğuzlar Müslüman olduktan sonra Selçuklu Devletini kurdukları zaman kütüphaneler açtılar, bilhassa Sultan Tuğrul'un Veziri (Amidülmülk) ilim adamlarını çok sever, onların eserlerini toplar, saray kütüphanesinde saklardı. Alpaslan ve Melikşah zamanında vezir Nizamü-ül-mülk yaptırdığı medreselerin yanında kütüphaneler de açmıştır.  O kadar çok eser topladı ki, kütüphanelere sığmadı. Sultan Sancar'ın zamanında Merv şehri'nde on genel kütüphane vardı. Bu kütüphanelerde dünya'da eşi olmayan pek çok eserler vardı. Kütüphanenin ikisi ulu camiin içindeydi. Birisi (Aziziye Kütüphanesi) İkincisi de (Kemaliye Kütüphanesi) idi. Aziziye Kütüphanesinde 12.000 cilt vardı. Diğer kütüphaneler de şunlardır: Amidiye, Hatuniye, Mecidülmülk, Zümeyriye kütüphaneleridir. Zumeyriye Kütüphanesinde 2.000 cilt eser vardı. Her birisi iki yüz altın değerinde idi. Kitap alıp vermek pek kolaylaştırılmıştı. Sultan Sancar'ın kütüphanesi de pek zengindi. Bu kütüphane yandı. Rey ile Hemedan arasında bulunan (Save) Kütüphanesinde eşi az bulunan eserler vardı. Bu Kütüphane Moğollar tarafından yakıldı. Alamut Kalesinde Hasan Sabbah'ın çok büyük bir kütüphanesi vardı. Bunu da Moğollar mahvettiler. Selçuk Kütüphanelerindeki eserler arasında fizik ve mekanike ait eserler de vardı. Edebiyat, tarih, felsefe, dini eserler pek çoktu. Merağa Kütüphanesine 400.000 yazma eser toplanmıştı. O devrin büyük alim ve filozofları bu kütüphanelerde yetişmişlerdi.


Anadolu Selçukluları da yaptırdıkları cami ve medreselerin yanında ve içinde kütüphaneler açmışlardır. Konya, Kayseri, Sivas gibi şehirlerde kütüphaneler kurulmuştur. Fakat bu kütüphaneler isyanlar ve Moğol istilasiyle mahvolmuştur. Pek az eser zamanımıza kadar gelmiştir. Selçukluların yerine kurulan Osmanlı Devleti zamanında memleketin her tarafında, bilhassa İstanbulda yüzlerce kütüphane açılmıştır.


Medeniyet tarihinde Selçukluların açtıkları genel kütüphaneler ilmin gelişmesine yardım etmiştir.


SELÇUKLULAR'DA MUSİKİ



Oğuzlar musikiyi çok severlerdi. İlk sazları (Kopuz) du, Ozanlar her zaman kopuz çalarlardı. Kısrak sütünden yapılmış kımız denilen içkilerini de içerlerdi. Bugün kopuz (saz) haline gelmiştir. Türkmenler kopuz yerine saz çalmaktadırlar. Türklerin en eski sazlarından biri de (Tanbur) dur. Bu saz ilahi nağmeler çıkaran bir üstün musiki aletidir. Bundan başka bir de (Ney) çalarlardı. Ney'in de nağmeleri o derece tesirlidir. Sümerler de (Balak) denilen bir harbi çalarlardı. Sonradan bu alet (Santur) haline getirilerek çalınmıştır. Yaylı saz olarak ta (Kabak) ve (Rebab) çalmışlardır. (Kanun) denilen sazı da Türk Filozofu Farabi icat etmiştir. Davul da Türklerin milli çalgılarındandır. Davul şamanlık devrinin bir (Güneş) kursudur. (Mazhar) denilen büyük tef, daire de kutsi idi. Şaman'lar Davul ve tef çalarak ilahlar davet ederler ve raks ederlerdi. Çalpara ve Halile denilen büyük zilleri de çalarlardı. Kudüm de Selçuklu devrinin bir çalgısı idi. Ayrıca, kemikten bir de boruları vardı. Bunu harplerde çalarlardı. Bu bir (nefir) idi.


Saz Türkün ruhunun gıdası idi. Sazı eğlencelerinde, ibadetlerinde, savaşlarında ve yola çıktıkları zaman beraberlerinde götürürler ve çalarlardı.


Türk musikisine yeniden can veren Türk filozofu (Farabi) olmuştur. Yazmış olduğu (Büyük musiki kitabı) adlı eserile Türk musikisinin temelini kurdu. Bu eserini meydana getirmek için kendinden önce yazılmış bütün musiki eserlerini inceledi. Gördüğü eksiklikleri tamamlamaya çalıştı. Musikinin esas kaidelerini kurdu.

Ferabi yıldızlara göre besteler yapmıştı. Bir mecliste çaldığı kanunla önce dinleyenleri güldürürdü, sonra ağlattı ve en sonra da uyutmuştu. Farabi'nin öğrencisi filozof (İbni Sina) da musiki teorisiyle meşgul olmuştur. Büyük bir Türk musiki üstadı da (Rumiye'li Sayfüddin) dir. Musikiye ait (Şerefiye) ve (Kitabül-Edvar) adlı iki eser yazmıştır.


Türk elinde musiki o derece ilerlemişti ki, Çin imparatoru Türklerden bir musiki heyeti istedi. Çin Sarayına Buhara'dan iki yüz kişilik bir kadın müzisyenle giderek, konserler verdi.


Selçuklular bestelere (Gök) güftelere (İr) veya (Döle) derlerdi. Gökler 366 kadardır. Her gün Selçuk Hakanlarının huzurunda bu gökler çalınırdı. Ayrıca, (Bisun gök) denilen (Dokuz gök) vardı ki, bunlar her gün çalınırdı. Dokuz gökün adları şunlardı. Uluğ gök, Aslan çep, Porp, Kulade, Kotatbu, Börstargay, Censay, Hansay, Şendak, idi.


Selçuklu Sultanları bir yerden gelirken, halk onu türkülerle karşılarlardı. Sultan Alaeddin Keykubat Konya'ya girdiği gün halk onu şarkılar söyleyerek karşıladı.


Selçuklu Sultanlarının verdikleri ziyafetlerde hanende ve sazendeler çalarlar ve güzel sesleriyle şarkılar okurlardı. İzzeddin Keykavus'un düğününde erden ve kadınlardan toplu sazcılar, güzel havalar söylemişlerdi. Osmanlı Sarayının da saz heyetleri vardı. Türk musikisi, üstadlar elinde ileri gitmişti.


Selçuklularda askeri mızıka da vardı. Beş vakitte askeri mızıka çalardı. Bu mehter takımı idi. Savaşlara da giderdi. Davul, Zurna, Halile, Boru ile harp havaları çalardı. Ayrıca, aslan derisinden yapılmış (Kösler) de vardı. Halk musikisi ise zengin melodilerle dolu idi. Tarikatlar da eski Türk musikisini ilahiler halinde devam ettirmişlerdi. Selçuklular musikiye çok önem vermişlerdi.




SELÇUKLULAR'DA KERVANSARAYLAR


Türkler Orta Asya ve Anadolu'da birçok Kervansaraylar yapmışlardır. Kervansaray, bugünkü manada (otel) lerdir. Kervansarayların otellerden farkı, parasız oluşudur. Avrupa'lılar otelleri kazanç maksadı ile açtıkları halde, Türkler insani düşünce bakımından dolayı yapmışlardır.


Selçuklular Anadolu'da 96 Kervansaray yapmışlardır.

Kervansaraylar beş kısımdır:


1-  Başhan Kersansarayı

2 -  Büyükhan Kervansarayı

3 -  Konak Kervansarayı

4 -  Alayhan Kervansarayı

5 -   Sultan Kervansaraylandır.


Bir de Kervan Yolları ürerinde (Kervansaray sarnıçları) yapılmıştır.


1- Başhan Kervansarayı: Yolcular sabah erkenden yola çıkarlar, güneş batarken Başhanlara varırlardı. Atlı yürüyüşüne göre ayarlanmıştır. Gece burada yatılır. Alabdar denilen hayvan yemi vericisi ile bir de nalbant vardır. Parasızdır.


2 - Büyükhan Kervansarayı: Bu Kervansaraylar, dağlık bölgelere yapılmıştır. Dağların dar geçitlerindeki yüksek bir tepe üzerine bir şato gibi yapılmıştır. Yolcular tipiye, fırtınaya, vahşi hayvan taarruzuna veya eşkiya korkusuna uğradıkları zaman Büyükhanlarda bannırlardı. Burası da bedava idi. üç gün yatılabilirdi.


3 - Konak Kervansarayı: Bu Kervansaray da, yolcuların dinlenme ve sulama konakları idi. Kervansaraylar arasında yapılırdı.


4 - Alayhan Kervansarayı: Bunlar gayet büyük olup, kale biçiminde yapılmıştır. Büyük bir kapısı olup, büyük bir avlusu vardır. Duvarları kaleye benzeyip, mazgalları mevcuttur. Hayvanlar için ahırlar, askerler için de yukarı katta odalar bulunmaktadır.



5 - Sultan Kervansarayları: Bunlara Sultan Ham denilir. Hükümdarlar tarafından yaptırılmış olup, mimari tarzı pek güzeldir. Bunları Selçuk Sultanları yaptırmışlardır. Onbeş gün yatılabilir.  İçinde Mescidi, çarşısı, hamamı, şifahanesi vardır. 20 günde varılır.


Kervansaraylar arasında, bilhassa kurak bölgelerde (Kervansaray sarnıçları) yapılmıştır. Bunların yüzlercesi hala Ege Bölgesinde kullanılır bir halde bulunmaktadır. Muğla'da pek çok vardır. Ayrıca, Akdeniz kıyılarında gemiciler için su sarnıçları yapılmıştır. Kaş'da vardır.

Selçuklular her ellli fersah mesafede bir kervansaray yapmayı adet edinmişlerdi. Kervansaraylarda kervanlarla mal götüren tüccarlar, posta tatarları, yolcular yatmakta idi. Her kervansaray bir menzil teşkil etmekte idi. Kervansaraylar Orta Asya'dan itibaren, Horasan eli ve Anadolu'ya kadar uzanmakta idi. Kervansarayları Türkler Altıncı yüzyıldan itibaren yapmışlardı. Buna mukabil ilk otel 1750 tarihinde İngiltere'de açılmıştır. Amerika'da ise 1800 tarihinde ilk otel yapılmıştır. Bunlar kar için açıldığı halde, Kervansaraylar parasız birer hayır müesseseleri idi.


Kervansaraylar şehir dışında yapılan kargir binalar olup, devlete aittir. Gelirini Tımar beyleri ve vakıflarla sağlardı. Yolcular ancak, üç gün yatabilirlerdi. Kervansaray'ın büyük bir kapısı vardır. Bina iki kat olup, birinci katta sıra ile ahırlar sıralanmış, üst katta da sıra ile yolculara mahsus odalar bulunmaktadır. Kervansaray'ın geniş bir avlusu olup, ortasında bir şadırvan vardır. Odaların içinde birer sedir ve bir ot yatak, ocakta yakılmak için bir kaç odun, bir de kandil vardı. Büyük Kervansaraylarda kıymetli para ve mücevherleri saklamak üzere demir kasalar bulunmakta idi. Kervansaraylarda bir kunduracı, bir de terzi vardı. Bazı kervansaraylarda ise mehter takımı bulunmakta idi. Hayvanlara da yem verilirdi. Bütün bunlar bedava idi. Yolculardan din, mezhep farkı gözetilmezdi. Bir de aşevi vardı. Bazı Kervansaraylarda ilim adamları için bir kütüphane, cahiller için satranç takımı bulundurulurdu. Kervansaraylara (Dar-ul-Ziyafe) denilirdi. Kervansarayın, kapısı güneş batınca kapatılır ne içerden dışarı ve ne de dışarıdan içeri kimse giremezdi. Herkes emniyet içinde yatardı. Sabahleyin kapı açılır. Kervansaray ağası yolculara,


-Bir şeyiniz eksik mi? diye sorar, yolcular da:


- Her şeyimiz tamam, Allah razı olsun! ..


diyerek yollarına devam ederlerdi. Devlet Kervanlarının başına (Kervansalar) adile bir idareci (Rahdar) veya (Tutguvul) adında bir kumandan konurdu. Ayrıca muhafızlar da vardı. Anadolu'da en büyük Kervansarayları Selçuklular yapmışlardır. Bunlar Anadolu'nun büyük şehirleri civarında halen bulunmaktadır.


Selçuklulara ait en büyük keryansaray Konya ile Aksaray arasındaki (Sultanhan) dır. Bu kervansaray 1229 tarihinde Selçuk Sultanı (Birinci Alaettin Keykubat) zamanında yapılmıştır. 1278 tarihinde Selçuk Sultanlarından (Gıyaseddin Keyhusrev) tamir ettirmiştir. Bugün harap bir halde, muhteşem bir eser halindedir.

Bu kervansarayın büyük bir avlusu ve etrafında yolcuların yatmasına ve eşyalarının muhafazasına ait birçok odalar vardır. Bina kesme taşlardan yapılmış kargirdir. Türk mimarisinin bir şaheseridir. Kervansarayın avlusuna büyük bir kapıdan girilir. Bu avuldan da Kervansarayın örtülü kısmına yine gayet süslü bir kapıdan geçilmektedir. Bu kapının her iki tarafında küçük odacıklar vardır. Kapının girilecek kısmı basık kemer olup, kemer taşları birbirine geçmiştir. Bu kemerin üstünde Türk üslübunda bir kemer vardır. Bu kemer ile kapı arasındaki kısım istilaktit şeklindedir. Kervansarayın esas kısmı kargir ayaklar üzerinde yapılmış sivri kemerlerden ve bunu örten kubbelerden müteşekkildir. İçeriye hava ve sıcak girmesi için bu kubbenin üstünde pencereler vardır. Kervansarayın önünde yine etrafı birçok odalar, anbarlar ve ahırlarla çevrilmiş bir avlu vardır. Bu avlunun ortasında küçük bir cami bulunmaktadır.


Anadolu'da ikinci büyük kervansaray da (Alayhan) adiyle anılan kervansaraydır. Bu kervansaray ise 1250 tarihinde yapılmıştır. Bir de (İsaklı Kervansarayı) vardır. Milet harabelerinin tam karşısında bir (Selçuk Kervansarayı) bulunmaktadır. Bakımsızdır. Bursa ile Balıkesir arasında Apolyont gölü kıyısında gayet güzel bir kervansaray bulunmaktadır. Bu kervansaray göle bakmakta olup, kapısı çok güzeldir. Kuşadasında ise büyük bir alayhanı olan kervansaray vardır. Buna Öküz Mehmet Paşa karvansarayı diyorlar. Konya'ya giderken (Horozlu Han) denilen kervansaray pek güzel bir nümunedir. Nevşehir yolu üzerinde Alayhanı, Kayseri İncesu'da Sultan Hanı, Antalya civarında Zengibar Kalesi ve Kervansarayı, Deniz Kervansarayı, Ahlat'da, Silvan'da Allahüekber dağında birer kervansaray vardır. Celaleddin Karatay, Elbistan caddesi üzerinde (Zemendu) vilayetinde gayet büyük bir karvansaray yaptırmıştır. Hatta bu kervansarayı görmek üzere yola çıktığı halde geri dönmüştür. Kendisine sorulduğu zaman, gurur duyarım korkusundan dolayı geri döndüm demişti. Bu kervansarayın yeryüzünde bir eşi yoktur. Bu yapıya pek çok para sarf edilmişti. Bir Selçuk kervansarayı da Konya-Aksaray yolu üzerindeki (Zazadin Hanı) dır. Kara ve ak mermerden yapılmış kapısı ise bir şaheserdi. Birinci Alaeddin adında 1236 da yapılmıştır. Bir kervansaray da Sivas'da (Jale Kervansarayı) dır. Ankara Kalesi önünde de bir kervansaray vardır. Müze olarak kullanılmaktadır.


Osmanlılar karvansaray yerine (Han) lar yapmışlardır. Hanlar az para mukabilinde yatılan bir nev'i otellerdir. Birinci katta hayvanlar, üstteki odalarda da yolcular yatmaktadır. İstanbulda Valde Hanı, Vezir Hanı, Ankara'da Taşhan, Suluhan gibi, Anadolu'nun her yerinde yüzlerce han yapılmıştı. Şimdi bunların yerini oteller ve moteller tutmaktadır. Osmanlı Kervansaraylarının en büyüğü Edirne'deki Rüstem Paşa kervansarayıdır.

Anadolu'nun her köyünde (Köy Odaları) vardır. Yolcular burada parasız yatarlar, yemek yerler, bu insani yardım hiç bir millette yoktur.


Selçuk medeniyetinin bu sosyal müesseseleri takdire şayan ve insanlığa bir örnektir.


SELÇUKLULARDA İMARETHANELER


Selçuklular da ataları gibi yoksullara yardım etmeği insani bir borç bilmişlerdir. Eski Türkler gibi Selçuklularda (Şölen) ve (Toy) vardı. Bu milli ziyafetlerde açları doyurmak, çıplakları giydirmek, borçluların borçlarını ödemek, dargınları barıştırmak, gibi yüksek ruhluluk mevcuttu. Orhun yazıtlarında Gök Türk Hakanı diyor ki:

«Zengin bir ulusa gönderilmedim, Türk Ulusu azdı. Çoğalttım, açtı doyurdum, çıplaktı giydirdim. Kuşattım,» yine (Dede Korkut) kitabında:


«Derse han ulu tay eyledi, hacet diledi, attan aygır, deveden buğra, koyundan koç kestirdi. İç Oğuz, Dış Oğuz Beylerini üstüne yığpak etti, aç görse doyurdu, çıplak görse, donattı, borçluyu, borcundan kurtardı. Tepe gibi et yığdı. Gök gibi kımız sağdı.» diyor. Bu da bize Türk hakanlarının yüksek ruhlu olduklarını anlatmaktadır. Selçuk Sultanlarının halka karşı ödevleri vardı. Sultanlar, hergün halka yemek verirlerdi. Hakan nerede bulunursa yemek orada verilirdi. Melikşah Semerkant taraflarına gittiği zaman bu töreye saygı göstermemişti. Halk bundan üzüntü duyarak demişlerdi ki;



- Sultan geldi gitti, sofrasında bir lokma yemek nasip olmadı.


Sultanın töreden uzaklaştığını ihtar etmişlerdi. Hakanlar (Şölen) denilen bir ziyafet verirlerdi. Halka verilen bu milli ziyafet yedi gün, yedi gece devam ederdi. Kırk otağ kurulur. Halk doyurulurdu. Şölenlerin küçüklerine (Toy) denilirdi. Bir de (Yağma şöleni) verilirdi. Bu Oğuz oymaklarında görülmektedir. Bey, halka şölen verir, onları yedirip içirdikten sonra, hatununun koltuğuna girerek çadırından çıkardı. Ziyafete gelenler, beyin ve hanın bütün mallarını yağma ederlerdi. Fakat, sonra daha iyisini verirlerdi. Türk Hakanlarının otağında her gün bir bayrak dalgalanırdı. Bu bayrağın manası, sofrasının herkese açık bulunmasına işaretti. Türk ruhu bu derece cömert, fakirlere karşı merhametli idi.


Selçuklular bir cami yaptırdıkları zaman bir kütüphane, şadırvan, bir de imarethane yaptırırlardı . Osmanlılar da buna çok önem vermişlerdi. İmarethane, fakirlere yemek pişirip yediren aşevleri idi. İmarethaneler kargir binalardı. Yemek pişirilen mutfak kısmı, anbarlar, fodla denilen bir nevi pide yapan furunlar olduğu gibi, yemek yenilecek salonları da bulunurdu. Fakirlere öğle ve akşam sıcak bir çorba, bazı günlerde de et, pilav ve hoşaf verilirdi. Yemek yuvarlak bir sofra etrafında yenilirdi. Çorba tahta kaşıklarla içilirdi. Bu kaşıkların saplarında yemekle ilgili şiirler yazılı idi. Sofra herkese açıktı. Kim arzu ederse çorbaya kaşık atardı. Yemek parasızdı. İmarethanelerin kapısında «Sizi Allah için doyuruyoruz. Sizden ne mükafat ve ne de teşekkür istiyoruz.» yazılı idi. İmarethanelerin gelirleri vakıflardan sağlanırdı.


Sultanlar imarethaneleri teftiş ederlerdi. Yemekleri ve zamreleri incelerlerdi. Ayrıca, Paşa konakları, ağaların sofraları da açıktı. Bunlarla beraber tekkeler de muayyen günlerde fakirlere yemek verirlerdi.


Selçuklular Konya, Kayseri, Sivas, Erzurum ve İznik'de imarethaneler açmışlardı. Osmanlılarda ilk imareti İznik'de Orhan Gazi yapmıştır. Orhan Gazi fakirlere elile çorba dağıtmıştı. Osmanlılar Anadoluda ve Rumelinde, İstanbul'da pek çok İmarethane açmışlardır. İstanbul'da 17 imarethane vardı. En büyükleri; Beyazıt, Fatih, Süleymaniye ve Hamidiye imarethaneleri idi.


Selçuklular ve Osmanlılar olsun, insani bir duygu ile açları ve yoksulları doyurmak sureti ile medeni müesseseler kurmuşlardır. Manevi medeniyet bakımından önemlidir. Bu sosyal tesis hiç bir medeni milletin tarihinde yazılı değildir.


SELÇUKLULARDA VAKlF


Selçuklularda gelişmiş bir müessese de vakıftır. İnsani bir düşünceden doğmuş olan bu hayır müessesesine layık olduğu yer verilmiştir. Yüksek hasletlere sahip olan Türk Ulusu, malik olduğu servetlerini seve, seve kamu hizmetine vermeği insanlık borcu bilmiştir. Türkler kadar geniş vakıflara malik bir ulus yoktur.


Selçuklu ve Osmanlılar büyük vakıflar kurmuşlardır. Sultanlar, valde sultanlar, vezirler ve zenginler birçok vakıflar meydana getirmişlerdir.


Vakıf, lügat anlamına bir şeyi daimi olarak durdurmak, malını ferdi mülkiyetten çıkarıp, gelirini bir takım şartlara bağlayarak kamunun hayrına tahsis ederek saklamaktır. Vakıf eden kimseye (Vakıf), vakfedilen mala (Mevkuf) denilirdi. Vakfın çoğunluğu na (Evkaf) denilir. Vakıflara bakanlara (Mütevelli) denilmektedir. Türk komutanlarından Nişabur hakimi (Emir Nasır bin sebüktekin) 1029 tarihinde açtığı (Nasıriye medresesini) yaptırıp, bu ilim müessesesine pek zengin emlak vakfetmiştir. Bundan sonra Alpaslan ve Melikşaha vezirlik eden Nizam-ül-Mülk, 1065 tarihinde yaptırmış olduğu (Nizamiye medrese)sine birçok vakıflar kurdu. Bu suretle Selçuklularda vakıf usulü meydana getirilmiştir. Uygur Türklerinde de vakıf vardı. Anadolu Selçukluları da yaptırmış oldukları şifahanelere, imarethanelere, darülhadislere ve medreselere vakıflar tahsis etmişlerdir.


Konya'daki (Karatay) medresesinin de Vakıfları vardı. Zenginler de birçok vakıflar kurmuşlardı.  


Selçuklular Evkafın idaresini (Kazasker) olan sadr ülemasına vermişlerdi.


Selçuklularla başlayan vakıflar, Osmanlı Devleti kurulunca da devam etti. İlk defa büyük bir vakfı (Orhan Gazi) kurmuştur. Veziri (Sinan Paşa) yı Evkaf Nazırı tayin etti. Bundan sonra Padişahlar, valde sultanlar ve birçok insanlar vakıflar kurdular. Fatih Mehmet İstanbul'u fetbedince birçok hayrat meydana getirdi. Bedesten, çeşme, imarethane ve medrese kurdu. Bu ·evkafın nazırlığına 1404 de vezir (Mahmut Paşa) yı tayin etti. 1775 tarihinde de (Sultan Birinci Abdulhamit), evkafı hümayunu kurdu. En büyük vakıflar Mekke ve Medine içinde yapıldı. En büyük vakıflar Fatih, İkinci Beyazıt, Hamidiye, Laleli ve Mahmudiye idi. Bu vakıflar sayesinde medreselerde, binlerce öğrenci parasız okumuş, binlerce aç imarethanelerde doyurulmuştur.


İyi ruhlu insanlar tarafından çeşitli vakıflar kurulmuştur. Mesela (Tükürük vakfı), sokaklardaki tükürüklere kül dökülürdü. Birisi de (Hizmetçi vakfı) idi. Hizmetçiler, bir tabak ve bardak kırarlarsa, bu vakıftan kırılanı alırlar, azarlanmaktan kurtulurlardı. Bir vakıf da (Ankebut vakfı) dır. Camilerin örümceklerini temizlemek vakfıdır. Ayrıca, (Leylek hastanesi) kurulup, vakfa bağlayanlar da vardı.


Selçuklularda başlayan vakıf çok gelişmişti. Bu insani düşünce, manevi bir medeniyet eseri idi.


SELÇUKLULARDA DİN HAYATI


Onuncu Yüzyılda Oğuzlar İslamiyeti kabul ettiler. Bu zaman (Türkmen) adıyla anıldılar. Müslümanlıktan önceki dinleri (şamanizm) idi. Şamanlığın (Tanrı)sı nur halinde bütün kainatı kaplayan (Güzellik) idi. Nuru ve güzelliği temsil eden (Güneş) idi. (Ay) ve (Zühre yıldızı) da kutlu idi. Bütün yaratıklara hayat, ışık, bereket ve nur veren güneşti. Bu sebeble de güneşi (gök tanrı) olarak tanımışlardı. Tanrıya (İlahi aşk) ile bağlanmışlardı. Güneş sistemi dinler, şamanizimden doğmuştur. Din adamlarına (Şaman) denilirdi. Tanrının gizli sırlarını bilen bilginlere de (Kam) adı verilirdi. Bunlar tef ve davul çalarak, ilahiler okuyup ruhları davet ederlerdi.


Şamanizmde kainat yukarı ve aşağı olmak üzere iki bölümdü. Yukarı taraf onyedi tabaka (Nur alemi) idi. Aşağı tabaka ise dokuz kat olup (Karanlık alemi) idi. İnsan oğlu bu iki bölüm arasında yaşamakta idi. Gök tanrı bütün mevcut olanları, kendi güzellik nurunda yaratmıştı. Ölenlerin ruhları nur alemindeki Cennete gidecektir. Aşağıdaki karanlık alemde ise, kötü ruhlar, cinler ve şeytanlar yaşardı. Burası cehennem idi. Ozanlar kopuz çalarak, nur aleminin ilahi aşkını terennüm ederdi. Bu ilahi aşktan (Tasavvuf) denilen (ilahi aşk) felsefesi doğmuştur.


Oğuzlar Müslümanlığı kabul ettikten sonra Selçuklu imparatorluğunu kurdular. Selçuklular (Sünnilik) i müdafaa ettiler. Selçukluların ilk yıllarında İslam alemi (Şii) ve (Batıni) akınları içinde idi. Alevilik almış yürümüştü. Sünniliğin müdafii olan Abbasi halifeleri zayıf düşmüşlerdi. Selçuklular sünniliği müdafaa ettiler. Tuğrul bey ve Alpaslan sünni idiler. Bilhassa Nizam-ül-Mülk medreseler açarak sünniliği kuvvetlendirdi. Bununla beraber Selçuk ülkesinde (Hasan Sabbah) batiniliği yaymaya çalıştı. Fakat Selçuklular bu mezheplerle şiddetle mücadele ettiler.


Selçuklu sultanları sünniliği, yani (hanefi) mezhebini müdafaa ederlerken, Türkmenler, şamanizimden tamamen vazgeçmediler.

Onlar kamların etkisi altında eski inanış ve adetlerini bırakmadılar. Ozanlar yine Oğuznameden parçalar okudular. Allahın birliğine, onun Peygamberi Hazreti Muhammed'e inandılar. Kuran-ı Kerim'i kutlu kitap saydılar. Fakat bazı inanışları kabul etmediler. Kadının ayrı yaşaması, sazlı ve içkili şölenin yasak edilmesini törelerine uygun bulmadılar. Bu hal devam ederken, birdenbire tasavvuf cereyanı başladı. Türkmenlerin arasına (baba) ve (ata) lakablı tasavvuf ehli girdi. Bunlar şamanlara benziyordu. Babalar islamiyeti onların anlayacağı şekilde yaydılar. Şamanlığı, islamiyetle bağdaştırdılar. Bundan bir takım Türk Tarikatları doğdu. Türkmenler arasında tasavvufu ilk yayan (Aslanbaba) ve ozanlar piri olan (Korkut ata) ve (Çoban ata) olmuştur. Fakat en büyük mutasavvuf (Ahmet Yesevi) gelmiştir. Düşünceleri kısa bir zamanda Türkmenler arasında yayıldı.



(Ahilik), tarikatları




(Yesevilikden, Mevlevilik, Bektaşilik, Nakşilik, Babailik ve doğmuştur. Hacı Bektaşi Veli, Ahi Evren, Mevlana Celaleddin Rumi gibi büyük şahsiyetler yetişti. Mevlana Selçuk devrinin en büyük ilahi aşk şairi oldu. Bu adamlarla beraber, medreselerden yetişen islam üleması da sünniliği yaşatmışlardır. Selçuklular islamiyetin müdafaasını üzerlerine almışlar, Haçlı ordularıyla çarpışmışlardır. İslamiyet, Türklükle bağdaşmıştır. Türkün kılıcı sayesinde İslamiyet payidar olmuştur.


Selçuklu devrinde islamiyet bir medeniyet yaratmıştır. İlim   hayatı gelişmiş, güzel sanatların dalları da değerli eserler meydana getirmiştir. Bilhassa mimaride şaheserler yapılmıştır. İslam medeniyeti içinde bir (Selçuk Türk) sanatı ve ilim hayatı doğmuştur.



SELÇUK MİMARİ SANATI 


Selçuklular yurtlarının her yönünde camiler, okullar, medreseler, kervansaraylar, imaretler, darüşşifalar, suyolları, saraylar, köprüler, çeşmeler yaptırmışlardır. Bunların hepsi Anadolunun birer tapu senetleridir. Anadoluda medeni eserler meydana getirdiler. Selçuk sanatı adıyla kendilerine mahsus bir sanat yarattılar. Selçuklular Anadoluya yerleşince Hitit, Grek, Roma, İran ve Bağdat'da Arap sanatlarıyla karşılaştılar. Fakat bunların birini taklit etmediler. Eserlerine Türklük damgasını vurdular. Bir Selçuk mimari sanatı doğdu. Selçuk eserleri, ne Yunan ne Roma ve Arap ve ne de Acem sanatına benzer. Çadır şeklindeki kubbeleri, kapılarındaki güzel süsler, bina içlerindeki çiniler kendilerine has güzellikler taşımaktadır. Anadolu mimarisi Osmanlı Türkleri mimarisine esas teşkil etmiştir.


Selçuk sanatı daima Türk kalmış, güzellik duygusu ile işlenmiştir. Selçuk sanatının Endülüs, oradan da Avrupa'ya kadar etkisi olmuştur. Bilhassa Haçlı seferleri Avrupa sanatları üzerine etki yapmıştır.  


Selçuklu mimari sanatı Orta Asyadaki çadır şeklinden ilham almıştır. Selçukluların Anadoluda yaptıkları birçok binalar hala durmaktadır. Bunların içinde harap olanlarla yıkılanlar da vardır.


Merv şehrinde Sultan Sancarın çok muhteşem bir türbesi vardır. Reyde Tuğrul Beyin türbesi, Tus'da. İmam Rıza ve Gazali'nin türbeleri çok değerlidir. İsfihanda Melikşah Camii, Mehmet Paşanın sarayı da çok güzeldir.


Konya Suru:


1221 yılında Selçuklu Sultanı Birinci Alaeddin Keykübat, Konya şehrinin etrafına bir sur yaptırmıştı. Bu surun altı metre genişliğinde sekiz metre kalınlığında 108 tane kulesi vardı. Kulelerden her biri beyzi şeklinde bir yassı taş üzerine kabartma olarak hak edilmiş yazıtlar bulunmakta idi. Bu yazıtların üzerinde bir dünya kürresi resmi ile güneşi temsil eden kanatlı bir melek kabartması vardı. Surun en büyük kapısında iki aslan ile iki melek kabartması bulunmakta idi. Sultan Alaeddin surlar tamam olunca orayı gezdi. Kendi adını kapı ve kulelere altın harflerle yazdırdı. Diğer kulelere de beylerin adlarını yazdırdı. Selçuklular böyle taş kabartmalar yapmışlardı. Ayrıca, şahin ile bir de iki başlı kartal yaptırmışlardı. Bunlar birer arma idiler. Selçuklular bir kabartmada iskemleye oturmuş bir sultan yapmışlardı. Bileği üzerinde de bir şahin vardı. Ne yazık ki Konya surları yıktırılmıştır.



İkinci Kılıçaslan Sarayı:


Konya'da eski bir eser de Kılıçaslan sarayıdır. Bu sarayı 1156 - 1192 yıllarında hükümdarlık eden İkinci Kılıçaslan Alaeddin tepesi eteğinde, yaptırmıştır. Bu saray büyük olup, birçok odaları vardı; etrafında bir kaç tane köşk ve daireler bulunmakta idi. Bakımsızlık yüzünden harabe haline gelmiş, halk bu binanın taşlarını alıp, evlerine kullanmışlardır. Yalnız bir köşk kalmıştı. Bu binanın üst katı da 1907 yılında çökmüştür. Şimdi bir temel kalmış, bunu muhafaza için bir beton örtü yaptırılmıştır. Bu köşk tuğla mozayıklarla süslü tonoslar üzerine inşa edilmişti. Bir de yazıtı olup, balkonu vardı. Etrafı çinilerle süslü idi. Bu köşk tamamen çini ile örtülü idi.


Alaeddin Camii:


Konya'nın Alaeddin tepesinde bulunan (Alaiyye) veya sultan Alaeddin camiini Sultan Birinci Keykavus yaptırmaya başlamış fakat tamamlatamamıştı. Bu camii 1220 yılında Sultan Birinci Alaeddin tamamlamış, bu sebeple onun adıyla anılmıştır. Cami dikdörtgen şeklindedir. Düz bir çatısı olup, içinde elli tane sütünu ve piramit şeklinde bir kubbesi vardır. Ağaçtan yapılmış gayet güzel bir minberi ile mihrabı bulunmaktadır. Bir de sekiz köşeli türbe vardır.


Bu camiin mimarı (Mehmet - İbni - Kavlanüd - Dımaşki) idi. Camiin üst kısmında kemerli pencereler vardır. Kapısının kemeri sivri kemerdir. Bu kapı örülüdür. Bu camiin güzel bir parçası kitabesinin etrafındaki sekiz köşeli yıldızdır. Camiin içi geniş sütunlarla doludur. Burada bulunan bir bölümde birçok Selçuk sultanlarının sandukaları vardır. Sıra ile sandukalar, üzerlerinde hurma kavukları bulunmaktadır. 



Karatay Medresesi:


Karatay medresesi Selçuk eserlerinin en güzellerinden biridir. Bu binayı ikinci Keykavusun vezirlerinden (Celaleddin Karatay) 1250 yılında yaptırmıştır. Çinileri pek güzeldir. Kapısı bir kare süs içine alınmış, yukarsında sarkıtlar, onun üzerinde Selçuk tarzında burma süslü bir kemer bulunmaktadır. Kemerin altında iki başlıklı burma sütun vardır. Kapının yanları mermerle süslüdür. Eşsiz bir güzelliğe maliktir. Kapı kemerinin üstünde büyük çivi başları şeklindeki iç kabartma, bir mücevher kadar nazik oyulmuştur. Medresenin salonu geniştir. Karşısında bir seki vardır. İçi çinilerle süslüdür. Kubbenin süsleri koyu mavi zemin üstüne açık mavi çinilerle kaplıdır. Küfi yazı ile H. Muhammed ve dört halifenin adları yazılıdır. Medresenin dışında Karatayın türbesi vardır.



Sahip Ata Camii:



Anadolu Selçuklu Sultanlarından İkinci İzzettin Keykubatın Veziri Sahip Ata Fahreddin Ali 1258 yılında bu camii yapmıştır. Bu camiin de kapısı pek güzeldir. Kapı iki kısım olup, birinci kapı sarkıtlarla süslü ve ihtişamlıdır. Bu kapının sağ ve solunda iki süslü pencere vardır. Yan tarafında iki de sebil bulunmaktadır. Bu binayı yapan mimar (Kulik bin Abdullah) ın adı yazılıdır. Kapının üstünde de kitabesi vardır. İkinci kapı mermer kemerlidir. Buradan camie girilmektedir. Camiin çinilerle süslü bir mihrabı ve iki minaresi vardır. Fakat bir tanesi yıkılmıştır. Bu camiin yanında Sahip Atanın türbesi bulunmaktadır.



İnce Minareli:


Konya Selçuklu sanat anıtlarından bir şaheser de İnce Minareli adıla anılan (Darül - Hadis) dir. Bu binayı da 1258 tarihinde Sahip Ata yaptırmıştır. Mimarı (Kulik bin Abdullah) dır. Bu bina da Hazreti Muhammedin hadisleri okutulurdu. Bir de kubbeli küçük mescidi vardır. Bu binanın kapı süsleri ile minaresi şahaserdir. Sırça tuğla ile işlenmiş minaresi iki şerefeli olup, pek ince ve uzundur. Bu minareye 1901 yılında Yıldırım düştüğünden birinci şerefeden ötesi yıkılmıştır. Bu minare dilimli veya oluklu olup, minkari tuğla mozayıki ile kaplıdır. İnce minarelinin kapısı olağan üstü bir sanat eseridir. Taşlar bir dantela gibi işlenmiştir. Gayet güzel süslü bir yazı nevi ile Kuranı Kerim'in bir ayeti şerit gibi kemer pervazı olarak yapılmıştır. Bu şekil birbirine geçme büyük bir madalyon halindedir. Kapının görünüşü pek ihtişamlıdır. Yanlarında da dal ve çiçek şekilleri vardır. Ayrıca işlenmiş sütunlarda bu güzelliği zenginleştirmektedir. Korneşden sarkan dallar ve çiçekler bir kapı perdesini andırmaktadır. Bu cami Selçuk üslubunun eşsiz bir eseridir. Türkün güzellik zevkinin bir canlı anıtıdır. Bina bir kubbe ile örtülüdür. Kubbe kemerleri çini kaplıdır. Daire şeklinde (Elmülkül - İlah) cümlesi yazılıdır.


Sırçalı Medrese:


Konya'da bulunan önemli bir Selçuk eseri de Sırçalı Medresedir. Bu medrese İkinci Keyhusrev zamanında 1243 tarihinde (Bedrettin Muslih) tarafından yapılmıştır. Bu binanın mimarı Tuslu (Mehmet bin Osman) dır. Bu medresenin duvarları çinilerle kaplı olduğu için Sırçalı Medrese diye anılmıştır. Bunlar «Tuğla mozayıki ile kaplıdır. Bu tuğlaları Sümer Türkleri icat etmişlerdi. Halı ve kilimlerin motiflerini duvarlara işlemişlerdir. Bu binanın çinileri, çinicilik sanatının en güzel numunesini teşkil etmektedir. Parlak Sırçali ve renkli tuğlalarla meydana getirilmiş geometrik şekiller pek güzeldir. Fatih Mehmet'in İstanbul'da yaptırmış olduğu Çinili Köşk Sırçalı Medrese üslubunda yapılmıştır. Medresenin kapısı da pek süslüdür. Kapının yanında iki tane mihrap şeklinde hücre vardır.


İki de sütun vardır. Bunun üzerinde sekiz köşeli bir yıldız bulunmaktadır. Kapıdan avluya girilir; karşıdaki dershanenin sivri kemerli kapısı gayet güzel sırlı tuğlalarla süslüdür. 


Darülhüffaz:


Bu güzel bina da Karaman Oğullarından Alaeddin beyin oğlu Mehmet Bey zamanının büyüklerinden (Hasbey Oğlu Mehmet Çelebi) tarafından 1412 tarihinde Darülhüffaz, yani hafızların Kuranı Kerim öğrenme yeri olarak yaptırılmıştır. Bu güzel bina Konya'nın Alemşah mahallesindedir. Binanın duvarları tuğladan yapılmış, önü dantela gibi mermerle kaplanmıştır. Kendine has bir kubbesi vardır. Bu binada hem namaz kılınır, hem de Kuran öğrenilirdi.



Mevlana Türbesi:


Konya'nın Selçuklulardan kalan bir armağanı da Mevlana Celaleddin Rumi'nin türbeleri ve dergahlarıdır. Bugün Mevlananın dergahları ve türbeleri bulunan arazi sultanlara ait idi. Mevlananın bir sözü üzerine Birinci Alaeddin Mevlana'ya armağan etmiştir. Mevlana'nın babası Bahaeddin Veled ölünce bu bahçeye gömüldü. Sonra da Mevlana babasının yanına gömülmüştür. Mevlananın oğlu sultan Veled bu türbenin yanına mevlevi dergahını yaptırmıştır. Kapının üstünde: «Ey talip, öğüdümü canla başla kabul et. Doğruların eşiğine baş koy.» yazılıdır. İçerde bir gümüş kapı vardır. Buradan türbenin içine girilir. Mevlananın ailesine ait birçok sandukalar bulunmaktadır. Ayrıca, (Horasan Erenleri)nin sandukaları sıralanmıştır. Bundan sonra (Kubbe-i Hadra) yani yeşil kubbe gelir. Bu onaltı dilimli gayet güzel bir Selçuk kubbesi olup, çinileri (Gök) renginde, gök bayrağın rengindedir. Bu kubbenin altında Mevlana ile babasının mezarları bulunmaktadır. Burası pek hoş bir manzara arzetmektedir. Bu türbenin kubbesi dört fil ayağı sütuna oturtulmuştur. Köşeli sarkıtlı Selçuk üslübundadır. Her taraf altın yaldızlı renkli çinilerle süslüdür. Mevlananın türbesini yaptıran sultan (İkinci Gıyasettin Keyhusrev)in kızı (Gürcü Hatun) ve Emir (Alaeddin Kayser) dir. Mimarı da (Tebrizli Bedreddin) dir. İç süslerini de (Selim oğlu Abdulvahit) yapmıştır. Türbe Selçuk sanatının eşi olmayan bir özelliğini taşımaktadır.


Altın yaldızlı çiniler pırıl pırıl yanmaktadır. Türbede Selçuk devrine ait kandiller, halılar, yazma kitaplar gibi, tarihi eserlerle doludur. Mevlana Türbesi bir Selçuk sanatı müzesi olarak halka açıktır. Yanında bir de Semahane vardır.



Sultan Hanı:


Değerli bir Selçuk eseri de Konya ile Aksaray arasındaki Sultan hanıdır. Bu Kervansarayı 1229 da Birinci Alaeddin zamanında yapılmıştır. Büyük bir bina olup, içinde odalar, anbarlar, ahırlar, bir de mescidi vardır. Bu Kervansaray yüksek bir sanat eseridir.


Akhan:


Konya'da bulunan Akhan Kervansarayı 1250 de yapılmıştır.

Selçuk tarzında güzel bir eserdir.


Isak'lı Kervansarayı:


Selçuk Kervansaraylarının çok güzel bir eseridir. Selçuk mimarisi bakımından dikkate değer bir özelliği vardır.

Konya'daki eserlerden başka, Selçuklulara ait eserler Sivas, Kayseri, Erzurum, Ahlat, Tokat, Ankara, Antalya, Niğde, Akşehir'de bulunmaktadır.


Gök Medrese:


Sivas'da bulunan Selçuk eserlerinin en güzellerindendir. Gök Medrese 1271 yılında vezir Sahip Ata Konya'lı bir mimara yaptırmıştır. Bu cami'in iki minaresi vardır. Bütün Selçuk mimari eserlerinde olduğu gibi, Gök Medresenin dış kapısı süsleri bakımından eşsizdir. Bu kapı yirmi beş metre olup, iki tarafında iki minare yükselmektedir. Bina ince ve nazik olup arabesk süsleri eşsizdir. Bir kare içinde sekiz köşeli bir yıldız vardır. Bu yıldızın altında çiçek demeti şeklinde bir süs bulunmaktadır. Kapıdaki sütunların başlıkları kenger otu şeklindedir. Çok güzel bir camidir.



Şifaiye:


Sivas'ta bulunan Şifaiye adlı bir hastane 1217 yılında yapılmıştır. Bu ata yadirgarı hastane harap olmuş, yalnız büyük kapısı, bir de altı kemerli bir saçağı, duvarla çevrili avlusu kalmıştır. Sultan Keykavus'un türbesi de burada'dır. Çinileri güzeldir.

 


Çifte Minareli:


Sivas'ta Şifaiyenin tam karşısına yapılmış olan Darü-l-hadis adlı bir medrese vardır. Bu bina 1271 yılında yapılmıştır. Halk tarafından çifte minareli diye anılmaktadır. Kapısı çok güzeldir. Garip bir tarzda yapılmış pencereleri vardır. İki minaresi bulunmaktadır. Kapı sarkıntıları bir hücrenin iç tarafına konulmuştur. Ayrıca dallı budaklı şekiller ve çiçekler bir dantela gibi işlenmiştir. Binanın önüne gerilmiş süslü bir halıya benzemektedir.



Buriciye Medresesi:


Sivas'ta bulunan Buriciye medresesi 1271 de yapılmıştır. Bu medresenin kapısı pek süslüdür. İçi sarkıntılıdır. Binanın yüzü madalyon ve çiçek şeklinde süslerle doldurulmuştur.


Divrik Camii:


Divrik'te bulunan bu cami de süslerinin çokluğu ile bir önem kazanmıştır. Bu cami 1229 tarihinde Birinci Alaeddin zamanında yapılmıştır. Yapı sanatı bakımından pek değerlidir. Bu Caminin kapısı çok güzeldir. Üzerindeki motifler halı süslerine benzemektedir.


Çifte Minareler:


Erzurum şehrinde de değerli Selçuk eserleri bulunmaktadır. Bunlardan bir tanesi tebriz kapısı denilen semtte, Melikşah mahallesine giden yol üzerindeki (Çifte minareler) adıyla anılan (Hatuniye Medresesi) dir. Bu medrese (Bulgan Hatun) adlı bir kadın adına 1311 tarihinde yapılmıştır. Bu medresenin kapısı çok güzeldir. İki tarafındaki mozayikler, minarelerin çinileri, şaheserdir. Selçuk mimarlarının meydana getirdiği bu eser zamanında Erzurum'u İlhanlılar işgal etmişlerdir.



Tepsi Minare:


Erzurum'da bir Selçuk eseri de (Tepsi minare) dir. Minarenin tepesi olmadığından bu ad verilmiştir. Minarenin etrafında kufi yazılı bir kitabe vardır. Bu minarenin üstüne bir saat kulesi yapılmıştır.

 


Yakutiye Medresesi:


Selçuk devrinden kalma bir eser de (Yakutiye Medresesi) dir. Şehrin Erzincan kapısı semtindedir. Bu medresenin kapısı ve minaresi iç ve dış görünüşü bakımından Selçuk sanatının eşsiz bir eseridir. Bu medrese İlhanlılardan (Olcaytu Sultan) zamanında Selçuk mimarları tarafından yapılmıştır.



Melikşah Kümbeti:


Erzurum'da (Üç kümbetler) vardır. Bunların en büyüğü (Melikşah Kümbeti) dir. Bu bir türbedir. Melikşah Saltuk emirlerindendir. Kümbette şahin ve kartal resimleri vardır. Ayrıca, iki kümbet daha vardır. Niğde'de Selçuk mimarisinin şaheserleri bulunmaktadır. Başta 1312 yılında Dördüncü Kılıçaslan'ın Kızı Hudamnend Hatun için yapılmış türbedir. Bir eşi daha yoktur. Sungur Bey camii de 1338 de yapılmış muhteşem bir eserdir. 1223 de ise Alaeddin Camii yapılmıştır. Hele 1401 de yapılan Akmedrese bir şaheserdir. Karamanoğlu Alaeddin Ali yaptırmıştır.

Erzurum'da bir de Gümüşlü Kümbet, Ahmediye Medresesi ve Erzurum Kalesi bulunmaktadır. Bu Selçuk eserleri, Anadolu'da Türklerin eski bir uygarlığa sahip olduklarına canlı belgelerdir.


Bu eserlerden başka Tokat'da da Selçuk sarayları harabeleri, gök medresesi, tekke ve türbeleri birer değer taşımaktadır. Karaman'da Hatuniye medresesi, Akşehir'de Mahmut Hayrani Türbesi, Taş medrese, Kayseri'de döner kümbet, Aksaray'da İbrahim Bey medresesi, Yenişehir'de Rum Camii, Kayseri'de Sahın medresesi, Tokat'da Timuroğlu türbesi, Ahi Muhittin tekkesi, Amasya'da İldurmus. Hatun tımarhanesi, Ankara'da Akköprü Selçuk devrinin mimari sanat abideleridir. Anadolu'da bu eserler 12 nci yüz yıldan itibaren yapılmaya başlanılmıştır. Camiler, Saraylar, medreseler, Kervansaraylar, köprüler, şifahaneler, çeşmeler, türbeler Orta ve Doğu Anadolu'yu doldurmaktadır. Antalya'daki Yivli minare Selçuk eserlerinin bir şaheseridir. Yine bu şehirdeki (Zincir Kıran Kümbeti) çok güzeldir. Ahlat'da Selçuk sanatına ait mimari eserler pek zengindir. Hele Selçuk kasabasındaki (İsa Bey Camii) büyük bir eser olup, pencereleri eşsiz güzelliktedir. Mimarı Şam'lı Ali'dir. 1375 de yapılmıştır. Milet'teki Aydınoğlu İlyas Bey Camii de güzeldir. Milas'taki (Firuzağa Camii) ise Çeşitli pencereleri bakımından eşi olmayan bir sanat eseridir. Osmanlı mimarisine örnek olmuştur. Aksaraydaki Ulu Camii 1431 de Karamanoğlu İbrahim Bey yaptırmıştır. Kızıl veya Eğri minare de Aksaraydadır. Ağzı Kara Kervansarayı da güzeldir. Ankara'da hisar içinde (Alaeddin Camii) vardır. Ankara'da daha ziyade Ahilere ait eserler bulunmaktadır. Bunlardan Ahilere ait en büyük eser (Ahi Şerafettin Camii) dir. Halk bu camie (Aslanhane) demektedir. Bahçesinde Ahi Şerafettin'in türbesi vardır. Sandukası şaheserdir. Cami'in tavanı mihrabı ve içindeki sıra ile dizilmiş sütunları dikkate değer. Bir de 1286 da yapılmış olan (Yeşil Ahi  Camii) çinileriyle meşhurdur. Bundan başka (Ahi Elvan Camii) de Selçuk devri eseridir.


Ayrıca, (Ahi Yakup), (Ahi Tuğra), (Yeşil Cami), (Hacı İvaz), (Saraç Sinan), (Ahi Şuca) camileri de Selçuk eserleridir. İsparta'da Atabey türbesi, Eğindeki Selçuk eserleri de değerlidir.


Anadolu'nun Selçuklular zamanına ait mimari eserlerinin meşhur olanları bunlardır.


Selçuklularda diğer sanatlar:


Selçuklular tahta oymacılıkta ileri gitmişlerdi. Selçuklu binalarındaki kapılar, pencere kanatları, tavanlar, dolapların hepsi tahta oymalıdır. Bunlar meşe ve Abonozdan sedefsiz yapılmıştır. Fildişi oyma sanatı Selçuklularda ilerlemişti. Pirinç ve bakır işleri de güzeldir. Şamdanlar, kandiller, tepsiler, leğen ve ibrikler üzerindeki süsleri itibariyle çok güzeldir.


Selçuklu Sultanlarının saraylarında birçok ressamlar vardı. Bunların (Nakkaşhane) ve (Nigarhane) denilen resim atölyeleri mevcuttu. Selçuklular tezhizpli ve minyatürlü kitaplar yapmışlardır. Mevleviliğe ait, cihanda eşi olmayan tezhipli eserler yazmışlardır. Güzel yazı sanatı da ileri idi. Selçuklularda bilhassa çinicilik çok ileri gitmiş bir sanattı. Bunlar binaların yüzünü (kaşi) denilen çini ve sırçalı levhalarla kaplarlardı. Bu sanat onlara Horasandan gelmişti. En çok kullandıkları renkler firuze, koyu mavi, lacivert, beyaz ve manganez kırmızısı idi. Ayrıca, çanak, çömlek, kase, tabak ve surahi de yaparlardı. Selçuklularda halıcılık çok ileri idi. Dünyanın en güzel halılarını yapmışlardır. Sivas ve Konya'da, Selçuk sultanları tarafından yaptırılan kıymetli kumaşlar, Avrupa Krallarına armağan edilirdi. Çuha ve ipekli kumaşlar da dokurlardı.


Selçuklular İran, Horasan ve Anadolu'da kendilerine has Selçuk Türk sanatını meydana getirmişlerdir. Eserleri hiç bir ulusun sanatına benzememektedir. Bu ata yadigarı Anadolu'da yaşamaktadır. Muhafazası bizlere bir borçtur.



SELÇUKLU'LARDA EKONOMİ


Selçuklular atalarının geleneğine uygun olarak istihsal bakımından ekonomileri üç bölüme ayrılmıştı.


1-  Sürü sahibi Türkler

2 -   Çiftçi Türkler

3 -  Sanatçı Türkler


1- Sürü sahibi Türkler: Türkmen Oğuzlarının çoğunluğu küçük ve kocabaş hayvanlara sahiptiler. Buna (mal) derler. Orta Asya'da yabani yaşayan koyun, keçi, sığır ve atı ilk defa ehlileştiren Türkler'di. Bu sebeple büyük sürülere sahiptiler. Türklerin sürüleri dağlardan bir sel gibi akardı. Türkler kadar koyun sürüsüne malik hiç bir kavim yoktu. Koyun ve ineklerden süt, tereyağı, kaymak, peynir, yağurt yaparlardı. Kısrak sütünden de kımız yapıp içki olarak içerlerdi. Hayvanlarının derisinden saraçlık doğmuştu. Yün ve yapağısından dokumacılık meydana gelmişti.

Türkmen Oğuzlar göçerevli idiler. Göçebe ile göçerevlilik arasında büyük farklar vardır.


Göçebelik ilkel bir hayat yaşamaktır. Bir şeyh ve ağanın emrinde göçebe olarak aşiret halinde bulunmaktır. Göçerevli tam teşkilatlı yürüyen bir site hayatıdır. İçinde muhtelif sınıflar bulunmaktadır. Oğuzlar müslüman olmadan önce, tarihi bir zaruret sonucunda göçerevli olmaya mecbur kalmışlardı. Çinli'ler ve Moğollar onları şehirlerde yaşatmıyorlardı. Bu sebeple varlıklarını korumak için gezici kalmışlardı. Nereye konup bir medeniyet kursalar, Çinli'ler ve dağlı kavimlerin yağmasına uğruyorlardı. Şehir medeniyetinden ziyade göçerevli medeniyeti hayatı sürmüşlerdi. Medeniyetlerini kimseden almamışlar, hepsi kendi icatlarıdır. Bilgilerini diğer uluslara öğretmişlerdir. Çinli'ler her şeylerini Türklerden almışlardır. Türkler yaratıcı idi.



Bilge Han kayın babasına bir şehir kuracağını söylemişti. Kayın babası;


Şayet şehirlerde oturursak, Çinli'ler tarafından şehirlerimiz kuşatılır ve istikbalimizi kaybederiz. Göçebe olursak büyük ve yıkıcı ordular üzerimize gelirse, uzaklara çekilip düşmanı mahvedebiliriz demişti. Selçukname yazan İbni Bibi adlı Tarihçi:


Sakın şehirde oturmayınız. Geziciliği muhafaza ediniz. Çünkü beylik ve şan ve şeref göçebeliktedir. Demişti. Düşman zengin sürülere sahip Türklere hücum ederek çapulculuk ediyordu. Mallarını muhafaza için (yörük) kalmışlardı. Fakat Oğuzlar müslüman olunca yurt tutup Selçuklu devletini kurdular. Fakat sürü sahipleri (Yörük Türkmen) olarak yaşadılar. Zamanımıza kadar yörükler gelmiştir.


Sürü, Türk'ün ekonomik hayatında büyük rol oynamıştır. Uzun ömürlü bir ulus olmasının sırrı sürü sahibi oluşundan ileri gelmektedir. Hayvandan elde edilen servet verimli ve sonsuz kazanç kaynağıdır. Oğuzlar Selçuklu devletini kruduktan sonra da sürüler beslediler. Aşiretlerin birçoğu yörük olarak yaşadılar.


2 - Çiftçi Türkler: Oğuzlar göçerevli yaşadıkları zamanlar kışlak ve yaylak tutarlardı. Kışlakta çadır kurulan yere (yurt) derlerdi. Selçuklular şehir, kasaba ve köy kurduktan sonra yurtlarına (vatan) demişlerdi. Onu kutsi saymışlardır. Köylere yerleşip çiftçilikle uğraşmışlardır.

Köy ve şehir kendi kendisine meydana gelen iki önemli teşkilattır. Köy ve şehri vücuda getiren ne kanun, ne de hükümetin iradesidir. O tabii bir teşkilattır. Köyün en eski tipi (Oba) dır. Oba, beraber konup göçen çadırların toplumudur. Oba'ya (avul) da denilir. Köy bir oba'nın çadırlarını bırakarak evlerde oturmasiyle doğmuştur. Köy kelimesi, közden gelmektedir. Köylerde geceleri ışıklar yandığından köy denilmiştir. Şehire de (balık) derlerdi. Balık, balkımak, parlamak, ışıldamaktan gelmektedir. Şehir parlayan demektir. Aynı zamanda şehirlere (kend) (şar) da demişlerdi. Köyler üç şekilde teşekkül etmiştir. (Semiyyevi köy), (Feodal köy), (demokrat köy) dür. Türk köyü Demokrat olarak kurulmuştur. Türk köyleri cami'ini, okulunu, çayır ve ormanını, harman yerlerini kendi kendilerine idare eden küçük bir (komün) idi. Selçuklular zamanında her köyün (vakıf parası) (Avarız akçeleri) adiyle özel bir sandığı, özel bir bütçesi vardı. Aynı zamanda, imece usulü vardı. Anadolu fetholununca sürü sahibi aşiretler (Türkmen aşiretleri) adıyla yörük kaldılar. Fakat bir kısım Türkler çadırda oturmayı terk edip dikdörtgen şeklinde damsız kerpiçten evler yapıp, yurt tutarak köyler kurdular. Bugün Anadolu'daki 43 bin köyün çoğunluğu Selçuk köyleridir. Bu köylerin adları Oğuzların yirmi dört boyunun adlarıdır.

Köylere yerleşen köylüler çiftçilikle uğraştılar. Eski çiftçilere (tarancı) derlerdi. Türkler Tanrı dağından elde ettikleri buğdayla ilk defa sapan kültürünü insanlığa armağan etmişlerdir. Yeryüzünde ilk defa ekmek yapıp yiyen Türklerdir. Göçlerle buğdayı dört bucağa götürmüşlerdir. Buğday, arpa, darı, pirinç, mısır yetiştirmişlerdi. Türkün en önemli gıdası unlu maddelerdi. Başta ekmek, sonra bulgur, tarhana, süt'ten yağurt ve beyaz peynir'di. Yağurt ile beyaz peyniri icat eden Türklerdi. Köy ekonomisinde çiftçiler önemli bir mevki işgal etmektedir. Nüfusun % 75 ini köylüler teşkil etmiştir. Aynı zamanda, üzüm, elma, armut, dut, ayva gibi meyvalar da yetiştirmişlerdi.


3 -  Sanayici Türkler: Türk obası, üstü kapalı büyük arabalarda gezici evlerden ibaretti. Oba bir yere kondumu, gezici evler aralarında sokaklar vücuda getirecek surette dizilirdi. Satıcı arabalardan bir çarşı meydana getirilirdi. Kurdukları yerde seyyar bir şehir kurulurdu. Bu şehrin çarşısındaki bir sokak ta imalatçılara ayrılırdı. Türkün seyyar şehri, İlkbaharda kurulurdu. İlkbahar yeşil çimenleriyle, taze otlariyle, mavi, pembe, mor, sarı, beyaz, eflatuni çiçekleri nerede açarsa, Türkün obası da oraya giderdi. Türk güzellik, tazelik nerede ise onu takip ederdi. Yazın yaylalarda, kışın kışlakta yaşardı. Bu geziciliğine rağmen Türk sanatçı idi. Yeryüzünde ilk defa maden ocağından maden cevheri çıkarıp işleyen Türktü. Altıncı yüzyıla ait elinde madenci feneri tutan bir işçi heykeli bulunmuştur. Bu heykel Moskova müzelerinin birindedir. Eski Türkler demircilik, silahcılık, okçuluk ve kuyumculukta pek ileri gitmişlerdi. Madenlerden mızrak, harbe, kalkan, pala yaparlardı. Türklerde demircilik kutlu bir sanattı. Dokuz atası, demirci olan bir adam şaman olabilirdi. Türkleri Ergenekon'dan çıkaran bir demirci idi. Türkler her yıl (Demir ayini) yaparlardı. Bir demir parçası kızıl bir hale getirilir, sonra altın bir örs üzerine konulurdu. Boybeyi altın bir çekiçle demiri döğerdi. Türk yurduna girecek bir yabancı, sınır boyuna konulmuş olan bir demir parçasını atlamak suretiyle memlekete girebilirdi. Demircilerin kutlu hayvanı (börtecene) denilen (bozkurt) du. Bir mızrağın tepesine altından bir kurt başı koyarlardı. İlk defa kılıcı icat eden Oğuzlardı. (Horasan'ın çeliği) dünyanın her yerinde makbuldu. Türkler demir ve bakır sanayiinde çok ileri gitmişlerdi. Selçuklular Horasan ve Anadolu'da şehirler kurunca demircilik ile bilhassa bakır işçiliğinde değerli eşyalar yaptılar., Selçuk bakır işlerinden, kazan,· leğen, ibrik, tencere, tabak, sini, şamdan, kapı tokmakları, kilitler, tunç parmaklıklar çok güzel sanat eserleridir. Türk elinde ve Anadoluda büyük imalathaneler kurmuşlardı. Bağdat ve Suriye pazarlarında Türk Malı satılırdı. Türkler de kuyumculukta o nisbette ileri gitmişti. Gümüşten süs eşyaları yaptıkları gibi, mücevherleri de işlerlerdi.


Altın, Türk'ün tasarruf madeni idi. Türk kadınlarının üzerindeki altınlar hiç bir ulusta görülmemiştir.


Türklerin, ikinci bir sanatı da saraçlıktır. Besledikleri hayvanların derilerini terbiye ederek, saraciye işlerinde kullanmışlardır. Türklerin yapmış oldukları kırmızı sahtiyandan, çizme yaparlardı. Türk eğerleri dünyaca meşhurdur. Deriden çizmeler, kırbaçlar, sandıklar, koşum takımları gibi, birçok eşyalar yaparlardı. Debağlık Türklerde ileri bir sanattı. Selçuklular zamanında debağlık ve saraçlık gelişmişti. Selçuklular hayvanlardan çıkan posteki, kürk, boynuz, ayak kemiği, ve kuş tüylerinden de faydalanmıştı. Devenin ayak kemiğinden kımız içmek için kadeh yaparlardı. Kemikten yapılmış kaşıklar pek güzel olurdu.

Türklerin üçüncü büyük sanatlarından birisi de dokuma sanayii'dir. Çadırı icat eden (Türkhan) dır. Türkhan'ın oğlu (Tavunk) da tuzu bulmuş, yemeklerde kullanmıştır.


Türkler büyük koyun sürülerine sahip olduklarından hayvanlarının yün ve yapağılarından faydalanarak, örücülük ve dokumacılık yapmışlardır. İnsanlık tarihinin ilk dokuma tezgahlarını kuran Türkler'dir. İlk dokuma tezgahını bir Türk kadını Orta Avrupaya getirmiş, buradan da Filander'e ve Büyük Britanya adasına geçmiştir.


Selçuklular, ataları gibi, kumaş imalinde büyük bir ustalık göstermişlerdir. Selçuk kumaşlarından bir numunesi (liyon) ticaret odasının müzesindedir. Bu kumaş ipek ve sırma ile süslenmiştir. Ortasında arma şeklinde bir nakış vardır. Selçuklular çok   güzel kumaş dokumakta idiler. Yünlü, pamuklu, ipek ve kadife kumaşlar dokumuşlardır. Havlu ve mendili icat eden Türkler'dir. Ütü de kullanırlardı. Kumaşlara basma şeklinde çiçek resimlerini de ilk defa Türkler bulmuşlardı. Basmacılık yalnız Türklere mahsus bir sanattı.

Selçuklular pek nefis kumaşlar dokumuşlardır. Bu kumaşlardan birisini Sultan Alaeddin Osman Gazi'ye göndermişti. Bu kumaşa ( dibai rumi) adı verilmişti. Selçuklular çatma, camii kadifei pelengi adlı kumaşlar da dokumuşlardı. Ayrıca tonuzlu ak alemli bezler ve kızıl efladi gibi kumaşlar da vardı. Bu kumaşlardan Sultanlara elbise ve hilat yapılırdı. Bunların üzerindeki resimler en yüksek ressamların tabloları derecesinde değer taşımaktadır. Dokumacılık sanatı Osmanlı devrinde pek ileri gitmiştir.


Selçuklularda halıcılık ise en yüksek derecede idi. Türkmen kızlarının dokudukları halılara hiç bir ulus erişememiştir. Türkmen kızları dağ çiçeklerinden renkler ve motifler seçmişlerdi. Bunların ince ruhlarına erişmenin imkanı yoktur. Türkmenler halı dokurlarken ak saçlı bir ihtiyar maniler söyler, kızlar buna göre desenleri işlerlerdi. Buhara, İran ve Anadolu'da halı dokuyan yalnız Türkmen kızlarıdır. Selçuk halılarının şaheser numuneleri Mevlana Müzesindedir. Türk kilimleri ise desen itibariyle birer şaheserdir. Çorap, yağlık, peşkir, çevre, uçgurluklardaki motifler görülmeğe değer sanat eserleridir. Hele iğne işi nakışlar eşsiz güzelliktedir. Selçuklularda dokumacılık pek ileri idi. Batı Türkeli ise sanayide ileri gitmiş, Semerkant'ta kağıt fabrikaları, kumaş, imalathaneleri, bakır, hasır, ve cam işleri pek kuvvetli idi. Selçuklularda iş teşkilatı kurulmuştu.


SELÇUKLU'LARDA İŞ TEŞKİLATI


Selçuklularda iş teşkilatı çok kuvvetli idi. İnsanlık tarihinde örnek olacak bir derecede idi. Yapıcı ve satıcı esnaf ve işçilerin teşkilatına (Ahilik) denilmekte idi. Ahiliğin Onuncu yüzyıldan itibaren kuvvetlendiğini görmekteyiz. Ahilik, mesleki bir tarikat halinde faaliyete başlamıştır. Ahilik Türk işçi ve esnafını içine alarak gelişmiştir. Ahi kelimesinin aslı (Akı) dır. Anlamı (yiğit) demektir. Sonradan ahi denilmiştir. Ahilerin büyüklerine (Ahibaba) dergahlarına (Ahi zaviyesi) derlerdi. Yasalarına da (Fütüvvetname) denilirdi.


Ahiliğe giren geçenlere çeşitli sanatlar öğretilirdi. Ahi zaviyeleri birer teknik okul idiler. Çocuklar burada (çıraklık), (kalfalık), (ustalık) derecelerini geçirirlerdi. Gençlerin üç çeşit öğretmenleri vardı. Kültür, sanat ve askeri hocalar ders verirlerdi. Gençler (yiğit alayları) teşkil ederdi. Ahi yiğit alayları bütün savaşlara iştirak ederlerdi. Bunlar şehirleri ve mallarını muhafaza ederlerdi. Ahilerin (Ahibaba), (Ahikethüdası), ( Ahiyiğit başısı), (üstadlar) ve (ustalar) adlı büyükleri vardı. Ahilerin piri (Ahi Evran Veli) idi. Ahi Evranın Ahi gençlerine öğütleri şu altı esastı:


1-   Elini açık tut

2 -   Safranı açık tut

3 -   Kapını açık tut

4- Dilini bağlı tut

5 -  Gözünü bağlı tut

6- Belini bağlı tut


Üçü cömretliğe, diğer üç de ahlaka aittir. Ahi olan işçi gençlerin dört yol göstericisi vardı.


1-  Ustalar

2 - Yol atası

3 - Sağ yoldaşı

4 -   Sol yol kardeşi


Öğretmenler ve ustalar Ahi gençlerini çok iyi yetiştirirlerdi. Hepsinin okuma yazması vardı. Askeri talimleri de kuvvetli idi. Bunlar demirci, saraç, dokumacı, tabağ, kunduracı, terzi ve diğer sanatları öğrenirlerdi. Usta olunca da dükkan açabilirlerdi. Fakat kazançlarını Ahi babasına teslim ederler, giyim ve geçimlerini babalar sağlardı. Hepsi birbirine eşit idi. Malları güzel ve ucuz olurdu. Ahilik Horasan elinden Anadolu şehirlerine yayılmıştı. Ankara Ahilerin en önemli şehirlerinden birisi idi. Ankara'da bir devlet kurmuşlardı. Kayseri, Sivas, Konya, Antalya ve Denizli'de büyük dergahları vardı. Hepsi neşeli ve bilhassa misafir severlerdi. Şehirlerine gelen yolculara dergahlarında ziyafetler verirlerdi. Ahi Evren Veli'nin türbesi Kırşehir de'dir.


Selçuklu devrinde Türk işçi teşkilatı Ahilik idi. Bu sanatçılar mallarını her tarafa gönderirlerdi. Her yerde Türk malı satılırdı.



SELÇUKLU'LARDA TİCARET


Türkler sürü sahibi çiftçi ve sanayici olmakla beraber ticaret te yapmışlardır. Bilhassa Uygurlar, Orta Asya'nın en tanınmış tüccarları idi. Bunlar Turfanda ticaret odaları kurmuşlar. Ticarete ait tüzükleri bulunmuştur. Türkler Pekin'den Bizans'a doğru daimi ticaret kervanları kurmuşlardır. Kervana (Arkış) derlerdi. Orta Asya'yı yarıp geçen yola (Han yolları) derlerdi. Avrupa'lılarda bu yola (İpek yolu) adını vermişlerdi.


Bu yol ikiye ayrılmıştı. Birincisi (Pelu-Kuzey yolu) ikincisi (Nanlu-Güney yolu) idi. Pelu yolu Başbalıktaki Tarım ırmağını takip etmekte idi. Nanlu yolu da İli ırmağı vadisinden geçmekte idi. İşte Türkler bu yollar üzerinde ticaret yaparlardı. Ticareti severler ve kutsi tanırlardı. Hunlar sürülerinin ve avlarının ürünlerini Çinli'lere satarlardı.


Göktürk Hakanlarından Muhan Han zamanında Çin ile batı arasında ticaret ileri gitmişti. Çin'in ipekli kumaşlarını Suğutlulara satarlardı. Göktürk'lerden sonra Uygurlar Asya'nın en ünlü tüccarları oldular. Bu ticareti uzun müddet ellerinde tuttular. Hazer ve Bulgar Türkleri de Avrupa Rusya'sındaki (Karyağan yolu) ile, Baltık Denizine doğru ticaret yapmışlardı.


Türkler Müslüman olunca, Oğuzlar Uygurların elinden ticareti aldılar. Oğuzlar eski ticaret yolunu takip etmeyip, Horasan'dan Çin'e giden çöl ve dağlık yolu tercih ettiler. Bu yolu kırk günde alıyorlardı. Kervanları yol üzerinde oba kurmuş oğuzlar koruyorlardı. Türklerin ihraç malları çeşitli hayvan derileri av hayvan kürkleri idi. Kaplan, ayı, tilki ve sincap derileri sevk ederlerdi. Bilhassa yeşim taşından yaptıkları eşyaları satarlardı. Ticaret yüzünden Türklerle Çinliler ve Moğollar savaşmışlardı. Oğuzların ana yurdu olan (Tanrı Dağı) nın Kuzey ve Güneyi ticaret kervanlarının takip ettiği yerdi. Kuzey yolu Seyhun Nehri ile Kuzey'inde bulunan (Taraz) şehrinde son bulurdu. Bu şehir en büyük ticaret merkezi idi. Güney yolu da Hotan'dan Kaşgara gitmekte idi. Bu yol da Tanrı Dağı'nın Güneyinden geçerek (Özkend) şehrinde son bulurdu. Bu yollar Horasan'a oradan da İran ve Bizans'a giderdi. Hind'e giden ticaretin merkezi de (Belh) şehri idi.


Batı Türkeli sekizinci yüzyılda ticaretin gelişmesi yüzünden zenginleşmişti. Maveraünnehirde geniş araziye sahip (Dihkanlar) meydana gelmişti. Bunlar zengin bir sınıf teşkil etmişlerdi. Bunlarla beraber Çin ticaretinden dolayı zengin bir de tüccar sınıfı doğmuştu. Bu tüccarlar mallarını muhafaza etmek için kalelerde otururlardı. Birkend şehri pek önemli bir ticaret merkezi olmuştu. Bu devrin zenginliğine bir misal şudur. Horasan valisi (Abdullah Bin Tahir) 827 tarihinde Abbasi Halifelerine şu vergiyi vermekte idi. 44.846.000 dirhem akçe, 13 cins at, 2.000 koyun, 2.000 Oğuz genci, 1187 parça kumaş ve 1.300 parça demirdi. Türkler bundan anlaşıldığına göre zengin olmuşlardı. Maveraünnehirden dış piyasalara sabun, halı, hasır, bakır fenerler, kumaş, havlu, eğer takımı, bakır eşya, şişe ve cam eşya, kılıç, kalkın, yay ve bilhassa, kağıt sevk olunmakta idi. Zerefşan ovasındaki şehirlerde yapılan ipekli ve yünlü kumaşlar, Ferganede yapılan demir ve çelik işleri silahlar her tarafta aranılırdı. Semerkant'lılar ise paçavradan kağıt yapmayı icat etmişlerdi.


Horasan'dan çıkan Harzemli kervanları Arabistan'a mal sevk ederlerdi. Başlarında yüksek kalpaklariyle Harzemli tüccarları tanımayan yoktu. Büyük şehirlerde kervansaraylar yapılmıştı. Onuncu yüzyılda tüccarlardan vergi, Ceyhun Nehri geçilince alınırdı. Bir deve yükünden iki ve bir beygir yükünden bir dirhem akçe alınırdı. Eğer tüccarların elinde işlenmiş gümüş varsa, Buhara'ya gönderilir. Burada bulunan bir dairede muayene edilirdi.


Türkler Horasan'da büyük Selçuklu imparatorluğunu kurunca, Han yollarını takip eden ticaret kervanları aynı şekilde ticaretlerine devam ettiler. Daha ziyade de himaye gördüler. Selçuk tüccarları zamanla kendi imalatlarını da Bağdat'a, Suriye ve Mısır'a gönderdiler Bir yandan savaşırlarken, diğer taraftan da ticaretlerine devam ettiler. Bilhassa Anadolu fetholununca Türk ticareti daha ziyade gelişmişti. Devlet zenginleşti. Anadoluda Kara ve Deniz Ticareti yapılıyordu. Kara ticareti Horasan'dan gelerek, Doğu Anadolu'dan Erzurum ve Erzincan yolu ile Sivas ve Kayseri'ye, oradan Ankara'ya buradan da Konya'ya gidiyordu. Ayrıca, Marmara ve Akdenizde Alaiyye-Alanya'ya kadar uzanıyordu. Ayrıca, Antakya'dan Suriye, oradan da Mısır'a gidiyordu. Bir yol da Bağdat'a, oradan da Basra'ya uzanıyordu. Deniz ticaret merkezi Sinop ile Alanya ve Antakya idi. Bu yolu açan Alaeddin Keykubat idi. Zamanında Alanya büyük bir ticaret merkezi olmuştu. Venedik ve Ceneviz tüccarları buradan mal alıp Akdeniz memleketlerine sevkediyorlardı. Kayseri ve Sivas yüksek bir ticaret şehri olmuştu. Yüzlerce Türk ve Ecnebi tüccarlarla dolup taşıyordu.


Türk malları ve ürünleri Avrupa, Suriye ve Mısır'a yollanıyordu. Hint'den gelen mallar da Türk topraklarından geçiyordu. Türk tüccarlarını devlet korumakta idi. Türk tüccarlarını Antalya'lı ve Alanya'lı Hıristiyanlar soydukları için Alaeddin Keykubat, bu tarafa sefer açarak Antalya ve Alanya'yı fethetmişti. Zarar gören tüccarların malları devlet hazinesinden ödenirdi.


Selçuklular zamanında ticaret devlet himayesinde idi. Ticaret yolları üzerinde devlet kervansaraylar yaptırmıştı. Selçuklular tüccar mallarını sigorta ediyordu. Türk tüccarları zarara uğrarlarsa, devlet bu zarar ve ziyanı derhal ödüyordu. Venedikli'ler bu sigortayı Selçuklulardan öğrenerek Avrupa tüccarlarına tatbik etmişlerdir. Devletin tüccarları bu şekilde korumasından, memleket zengin bir hale gelmişti. Birçok sosyal yardım müesseseleri kurulmuştur. Devlet geliri yüksek bir dereceye çıkmıştı. Melikşah zamanında servet en üstün bir dereceye yükselmişti. Melikşah av eğlenceleri için çok para sarfederdi. Bir gün vurduğu avlar sayıldı. On bin olduğu anlaşıldı. Melikşah her hayvan için bir dinar sadaka verirdi. Selçuklu imparatorluğu ticaret ve harp ganimetleriyle cihanda eşi olmayan bir servete sahip olmuştu. Selçuk imparatorluğunun sınırları içinde İran, Afganistan, Kuzey Hindistan, Türkeli, Güney Kafkasya, Dağıstan, Suriye, Lübnan, Filistin, Irak, Anadolu bulunuyordu. Selçukluların yüz ölçümü (15) milyon kilometre kare tutuyor, nüfusu da (50) milyondu.


Selçuklular cihan tarihinde medeniyet, kültür ve ekonomi bakımından yüksek bir dereceye yükselmişlerdi. Bu Türk medeniyetini Osmanlı Türkleri devam ettirip daha da yükseltmişlerdir. Bu medeniyeti kuran Selçuklular tarihin malı olmuşlardır. Onlarla ne kadar iftihar etsek yerindedir. 



SELÇUKLU İMPARATORLUĞU TARİHİ

Yazan: Enver Behnan ŞAPOLYO

3 Haziran 2023 Cumartesi

İSLAM ÖNCESİ DEVREDE TÜRK SİYASİ TARİHİ-1

 Bozkırlar çöl değil yayla iklimine sahiptir. Bozkırlarda teşekkül eden kültürün taşıyıcısı olan Türkler, yayılmaları sırasında buna benzer coğrafi şartları aramışlardır. Ormanlık, sıcak ve çok rutubetli bölgelere girmekten kaçınmışlardır.


Bu dikkati göstermeyen bazı Türk toplulukları ise, zamanla benliklerini kaybetmişlerdir. Yabancı hayat telakkilerinin şiddetli baskısı sonucunda değişime uğrayan bu topluluklara örnek olarak Çin’de Tabgaçları, Hindistan’da çeşitli Türk devletlerini, Balkanlarda Bulgarları gösterebiliriz.


Bu bakımdan Türklerin irili ufaklı siyasi kuruluşlar meydana getirerek varlıklarını asırlar boyu devam ettirdikleri saha. Kuzey Çin’den başlayıp bütün Orta Asya’yı, İran’ı ve Anadolu’yu içine alarak Avrupa’da Tuna dirseğine kadar uzanan geniş kuşaktır. Bugün de Türk toplulukları bu kuşak üzerinde varlıklarını sürdürmektedir.


SAKA-İSKİT DEVLETİ


Saka Orta Asya’da kurulmuş ilk Türk devletidir, diyebiliriz. Sakalar bu imparatorluğa adını veren topluluktur. Arkalarında bıraktıkları izlerden, Baykal boylarından Tuna’ya uzanan coğrafi alan üzerinde yaşadıkları anlaşılmaktadır.


Tarihi kaynaklarda M.Ö, VII. yüzyıl başlarında Ön Asya seferleri ile yer almışlardır. Saka devletinin kuruluş tarihi hakkında kesin bir bilgi mevcut değildir. İran-Hint kaynaklarında Saka, Grek kaynaklarında İskit adıyla anılmaktadır.


Sakalar ile ilgili beş önemli tarihi olay hakkında bilgi sahibiyiz. 1- Sakaların Ön Asya Seferi, 2- İran hükümdarı Kurus’un Saka seferleri, 3- Daryüs’ün Batı Saka Seferi, 4- İskender’in İran seferi, 5- Sakaların İran hakimiyeti.


Sakaların Ön Asya Seferi sırasında başlarında bulunan hükümdarın adı değişik kaynaklarda farklı adlarla kaydedilmiştir. Heredot’a göre Midias, Şehname’ye göre Afrasyap, Türk efsanelerine göre Alper Tunga’dır.


Saka Devleti, zaman zaman önemli sarsıntılar geçirmesine rağmen M.Ö. II. yüzyıl ortalarına kadar birliğini ve varlığını muhafaza ederek yaşamaya devam etmiştir.


Bu tarihten itibaren önce Hunlardan kaçan Yüeçilerin Pamir yaylasına yerleşmeleri ile ikiye bölünmüş, daha sonra Hunların batıya kaymaları üzerine parçalanıp yıkılmıştır. Bir kısmı doğu Avrupa’ya bir kısmı Hindistan’a, bir kısmı ise bugünkü Yakutistan’a göç etmişlerdir.


Mevcut tarihi kaynaklar incelendiğinde, tarihçilerin Saka-îskitlerin kökeni konusunda görüş birliği içinde olmadıkları görülmektedir. Doğulu kaynaklar Sakaların Turani bir ulus olduğu görüşünde birleşmektedirler. Kaynaklara göre. Sakalar, beyaz tenli, siyah veya kumral saçlıdırlar. Erkekleri çoğunlukla sakallıdır.


Genellikle, göçebe bir hayat tarzı içinde hayvancılıkla uğraşırlar. Çadır şekline getirilmiş arabalar içinde yaşarlar. İdari ve ticari merkezleri dışında şehir ve kaleleri yoktur. İçlerinde mevsimlik olarak tarımla uğraşan guruplar da bulunmaktadır.


Kıyafetleri, çizme, pantolon, kaftan ve kendilerine özgü bir başlıktan oluşmaktadır. Sanatta oldukça ileri gitmişlerdir. Altın ve bronz madenlerini kullanmaktadırlar. Araba, at koşum takımları ve özellikle vazo yapımında isim yapmışlardır. Sakaların kültür özelliklerine dikkat ettiğimiz zaman Türk Milli kültür özelliklerine benzediğini açıkça görürüz. Bütün bunlar Sakaların bir Türk Devleti olduğu görüşünü kuvvetlendirmektedir.



İSLAM ÖNCESİ TÜRK TARİHİ VE KÜLTÜRÜ


Gülçin ÇANDARLIOĞLU

Siyahkaya Barajı / Silopi / Şırnak