İLM (İlim):
Bir şeyi
hakkıyla bilmek, anlamak. Cehlin zıddı.
1. Allahü
teâlânın subûtî sıfatlarından. Her şeyi bilmesi.
Allahü teâlânın sıfatları, işleri, kendi gibi
akılla anlaşılmaz ve anlatılamaz. İnsanların sıfatlarına, işlerine hiç benzemez
ve uymaz. On sekiz sıfatı vardır. Bunlara sıfat-ı sübûtiyye denir. Bunlardan
biri İlim sıfatıdır. Bu sıfatı da kendi gibi kadîmdir, yâni sonradan olma
değildir. (İmâm-ı Rabbânî)
2. Bir şeyin sûretinin, görünüşünün zihinde şekillenmesi, bilme, bilgi.
Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki:
Kendilerine ilim ve hidâyet verdiğimiz kimseler, ilimlerini insanlardan
saklarlarsa, Allah'ın ve lânet edenlerin lânetleri bunların üzerine olsun. (Nisâ sûresi: 30)
Bir saat ilim öğrenmek veya öğretmek, sabaha kadar ibâdet etmekten daha
sevâbdır. (Hadîs-i şerîf-Dürr-ül-Muhtâr)
İlim, Çin'de de olsa onu alınız. Zîrâ ilim öğrenmek, kadın-erkek her
müslümana farzdır. (Hadîs-i şerîf-İbn-i Mâce)
İlmi ile
amel edene, Allahü teâlâ bilmediklerini öğretir. (Hadîs-i şerîf-Berîka)
İlim maldan hayırlıdır. Çünkü malı sen koruyacaksın, ilim ise seni
korur. Mal sarf etmekle azalır, ilim sarf etmekle çoğalır. (Hazret-i Ali)
Hiçbir şey ilimden üstün değildir. Çünkü sultanlar, insanlara
hükmederler. Âlimler ise, sultanlara hükmeder. (Ebü'l-Esved)
Ey oğlum! Dünyânın sevinç ve neş'elerini tecrübe ettim. İlimden lezzetli
bir şey bulamadım. (Lokman Hakîm)
İlimsiz bir şey olmaz, ilim her
şeye baştır.
Karanlık yollarda o, en aziz
arkadaştır.
İlim, uçsuz bucaksız bir ummanı
andırır.
İlimden başka her şey insanı
usandırır.
(M. Sıddîk bin Saîd)
İlm-i Ahlâk:
İyi
huylar edinme ve kötü huylardan sakınma yollarını öğreten ilim. (Ahlâk)
İlm-i Âlet:
Ulûm-i âliyye denilen sekiz yüksek din bilgisini öğrenebilmek için lâzım
olan yardımcı ilimlerdir. Bunlara ulûm-i ibtidâiyye, başlangıç ilimleri de
denir. Ulûm-i âliyye şunlardır: Tefsîr, usûl -i kelâm,
kelâm, usûl-i hadîs, ilm-i hadîs, usûl-i fıkh, fıkh, ilm-i tasavvuf. Böylece
din bilgileri yirmi olmaktadır.
İlm-i Bâtın:
Kalb ilmi,
mânâ ilmi, tasavvuf ilmi.
İlm-i bâtın evliyânın yükseklerinin ilmidir. Bu
ilim, kötü huylardan arınıldığında kalbe doğan bir nurdan ibârettir. Bu sâyede
çok şeyler görülür, derin ve ince mânâlara vâkıf olunur. Geniş ufuklar açılır. (İmâm-ı Gazâlî)
İlm-i Bedî':
Lafz
(söz) ve mânâ ile ilgili bâzı san'atlar yaparak sözün süslenmesini öğreten
ilim.
İlm-i Belâgât:
Düzgün ve
yerinde söz söyleme yolunu öğreten ilim.
İlm-i Beyân:
Belâgât ilminin hakîkat, mecaz, kinâye, teşbîh
(benzetme) ve istiâre gibi konularından bahseden ilim.
İlm-i Ezelî:
Allahü
teâlânın başlangıcı olmayan ilmi.
Allahü teâlânın kazâsı, taktîri ve levh-i mahfûza
yazması ilm-i ezelîsine uygundur. Her şeyi ilerde ne zamanda ve nasıl olacak
ise veya olmıyacak ise, ezelde (başlangıcı olmayan öncelerde) öylece bilmiştir.
Bu şeyler zamanı gelince ilm-i ezelisine uygun olarak meydana gelmektedir. (Muhammed Akkermânî)
İlm-i Ferâiz:
Vefât eden kimsenin bıraktığı malın kimlere
verileceğini ve nasıl taksim edileceğini öğreten ilim (Ferâiz).
İlm-i Fıkıh:
Dînimizin
emir ve yasaklarını bildiren ilim. (Fıkıh)
İlm-i Hadîs:
Peygamber efendimizin mübârek sözlerini, işlerini
ve görüp de mâni olmadığı şeylerden bahseden ilim. (Hadîs)
İlm-i Hâl
(İlmihâl):
Her müslümanın îmân, ibâdet ve ahlâk ile ilgili
bilmesi gereken şeyler veya bu bilgileri anlatan kitap.
Dînini bilen, seven ve kayıran mübârek insanların
ilmihâl kitaplarını alıp, çoluk-çocuğuna öğretmesi, her müslümanın birinci
vazîfesidir. Kendilerine din adamı ismini ve süsünü veren, câhil ve sapık bir
kimsenin sözlerinden ve yazılarından din öğrenmeye kalkışmak, kendini
Cehennem'e atmaktır. (Seyyid Abdülhakîm
Arvâsî)
Önce ilm-i hâli öğren, çocuğuna da öğret
Din bilgisi öğrenmezsen, olursun
sonra pişman
(M. Sıddîk Gümüş)
İlm-i Hey'et:
Astronomi
ilmi.
Bir şeyi, zihinde onun sûreti
(görüntüsü) meydana gelmeksizin bilmek.
Bir kimsenin kendi dışında bulunan bir şeyi bilmesi
için o şeyin sûretinin, şeklinin görüntüsünün zihinde meydana gelmesi lâzımdır.
Fakat ilm-i huzûrîde durum böyle değildir. İnsan kendisini ilm-i hudûrî ile
bilir. Çünkü kendisi zâten zihninde vardır. (İmâm-ı
Rabbânî)
İlm-i Husûlî:
Bir şeyi onun sûreti, görüntüsü zihinde bulunduğu
müddetçe bilmek. O şeyin zihindeki sûreti yok olunca, o şey unutulur. Bundan
dolayı ilm-i husûlî devamlı değildir.
İlm-i İlâhî:
Allahü
teâlânın ezelî ilmi.
İlm-i Kelâm:
Kelime-i
şehâdeti ve buna bağlı olan îmânın altı temel bilgisini öğreten ilim.
İlm-i kelâm, inanılacak bilgileri, Ehl-i sünnet îtikâdına
göre geniş olarak ve delilleriyle anlattığı gibi, îtikâdı bozuk olanlara karşı
Ehl-i sünnet îtikâdını da müdâfaa eder. (İmâm-ı
Gazâlî)
İlm-i Kesbî:
Çalışarak
elde edilen ilim.
İlm-i Kırâat:
Kur'ân-ı kerîmin kelimelerinin doğru olarak
okunuşundan bâzı kelimelerin ise, farklı okunmasından bahseden ilim.
İlm -i kırâat, Allahü teâlânın kelâmını bozulmak ve
değişmekten korur. (Taşköprüzâde Ahmed
Efendi)
İlm-i Ledünn:
Allahü
teâlânın ihsânı olup, çalışmadan kavuşulan ilim.
İlm-i Ledünn verilmesinde Hızır aleyhisselâmın
rûhâniyeti vâsıta olmaktadır. (Muhammed
Pârisâ)
İlm-i Lügat:
Bir dilin
kelimelerinin tamâmını inceleyen ilim.
İlm-i Meânî:
Sözün
hâle uygunluğundan bahseden edebî ilim dallarından biri.
İlm-i Nâfi':
İnsana aczini, kusurunu, Rabbinin büyüklüğünü
bildiren, kalbde Allah korkusunu ve mahluklara karşı tevâzû, alçak gönüllülüğü
artıran, kul haklarına ehemmiyet vermeyi temin eden sonsuz seâdeti (mutluluğu)
ve Allahü teâlânın rızâsını kazanmaya vesîle olan ilim.
İlm-i Nahv:
Arabî cümle bilgisi. Kelimelerin cümle içindeki
yerlerini ve buna göre sonlarının aldığı durumlardan (harekelerden) bahseden
ilim.
İlimlerden bir kısmı diğer ilimlere bir mukaddime
(başlangıç) olup, o ilimleri elde etmeğe birer âlet, vâsıta durumundadırlar.
Lugat ve nahv ilimleri de böyledir. Bunlar aslında dînî ilimlerden değildir.
Ancak Kur'ân-ı kerîm ve hadîs gibi dînî ilimlerin anlaşılmalarında
lüzumludurlar. Çünkü kitab (Kur'ân-ı kerîm) ve hadîs-i şerîfler, Arabça
olduğundan, dînimizi anlayabilmek için bu ilimlere ihtiyâc vardır. (İmâm-ı Gazâlî)
İlim
öğrenirken, en mühim olanını öne almalıdır. İlmin en önemlisi sâhibine doğru
yolu gösterendir. Bu sebeple akâid, fıkıh, tefsîr, hadîs
ilimleri en önemli ilimlerdir. Arabî ilimlerden önemlileri de nahv ve meâni (edebiyât)
ilimleridir. (Seyyid Alizâde)
İlm-i Sarf:
Kelime
bilgisi. Arabîde kelimenin aldığı şekillerden bahseden ilim. Morfoloji.
İlm-i Sarfın konusu isim ve fiil çekimleridir.
Bunların çekimlerinde alışkanlık kazandırarak hatâya düşmekten korur. (Taşköprüzâde Ahmed Efendi)
İlm-i Tefsîr:
Kur'ân-ı
kerîmdeki murâd-ı ilâhîyi, Allahü teâlânın kastettiği mânâyı açıklayan ilim.
İlm-i Usûl-i Fıkıh:
Fıkıh
bilgilerinin âyet-i kerîmelerden ve hadîs-i şerîflerden nasıl çıkarıldığını
öğreten ilim.
İlm-i Usûl-i Hadîs:
Hadîs-i
şerîflerin çeşitlerini anlatan ilim.
İlm-i usûl- i hadîsin ortaya koyduğu metodlar ile
hadîs-i şerîflerin nev'ileri, çeşidleri ayırd edilir. (Seyyid Abdülhakîm Arvâsî)
İlm-i Usûl-i Kelâm:
Kelâm ilminin, îmân bilgilerinin âyet-i kerîmelerden
ve hadîs-i şerîflerden nasıl çıkarıldığını öğreten ilim.
İlm-i Usûl-i
Tefsîr:
Tefsîr ilminin metodlarından, kâidelerinden,
müfessirde bulunması gereken şartlarından, âyet-i kerîmelerin; nâsih ve
mensûhundan, hâss ve âmmından bahseden ilim.
İlm-i Vehbî:
Çalışmadan
öğrenilen, Allahü teâlâ tarafından ihsân edilen ilim. (İlm-i Ledünnî)
İlm-ül-Yakîn:
Eserden müessire yol bulmak. İşi görüp yapanı
tanımak, bilmek. Dumanı görüp, orada ateşin olduğunu anlamak böyledir.
İLTİCÂ:
Sığınma.
Teheccüd (gece namazı) ve sabah namazlarına uyanmak
isteyen, yatsı namazını kılınca hemen yatmalı, gece, boş şeylerle uykusuz
kalmamalıdır. Teheccüd zamânında tövbe istiğfâr etmek, Allahü teâlâya ilticâ
etmek, yalvarmak, günâhlarını düşünmek, ayıplarını, kusurlarını hatırlamak, kıyâmetteki
azâbları düşünüp korkmak, Cehennem'in sonsuz acılarından titremek lâzımdır. Afv
ve mağfiret için çok yalvarmalıdır. (İmâm-ı
Rabbânî)
Ey âsîlerin, günâhkârların sığınağı! Sana sığındım;
sayısız hatâlar işledim. Şimdi sana ilticâ eyledim. (Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî)
Bu dünyâ bir köprüdür gelen bir bir geçer durmaz
Hani âba u ecdâdın ne oldu
kimseler sormaz
Hani
annen baban nerde bu dünyâ kimseye kalmaz
Gelenler hep sefer eyler muhakkak dâr-ı Bekâya
Yüzün dön ilticâ eyle Cenâb-ı zât-ı
Mevlâya
(Tâceddîn-i Velî)
İLYÂS ALEYHİSSELÂM:
Kur'ân-ı kerîmde ismi geçen peygamberlerden biri.
Hârûn aleyhisselâmın neslindendir.
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:
İlyâs da, şüphe yok ki gönderilmiş peygamberlerden
idi. O vakit kavmine (şöyle) demişti; "Siz Allahü
teâlânın azâbından korkmaz mısınız? Allahü teâlâ sizin de Rabbinizdir, evvelki
atalarınızın da Rabbidir." Fakat onlar İlyâs'ı (aleyhisselâm) yalanladılar. Şüphesiz onlar hazırlanıp
(Cehennem'e) götürüleceklerdir. Ancak Allah'ın ihlâs sâhibi (mü'min) kulları
müstesnâdır. (Sâffât sûresi:
123-128)
Zekeriyyâ, Yahya, Îsâ ve İlyâs'a da (aleyhimüsselâm) hidâyet (peygamberlik) verdik.
Onların hepsi sâlihlerden idiler.
(En'âm sûresi: 85)
Mûsâ ve Hârûn aleyhimesselâmdan sonra İsrâiloğullarına
Yûşâ aleyhisselâm ve Hazkîl aleyhisselâm peygamber olarak gönderildiler. Onlara
Tevrât'ın hükümlerini bildirdiler. Hazkîl aleyhisselâmdan sonra İlyâs
aleyhisselâm peygamber olarak gönderildi. İsrâiloğullarından Ba'lbek'te
yerleşen kabîleyi îmâna dâvet etti. Ba'lbek'te hüküm süren ve insanları Ba'l
adındaki puta tapmaya zorlayan zâlim hükümdârı ve ona tâbi insanları, puta
tapmaktan sakındırdı ve Allahü teâlâya îmân etmeye çağırdı. İnsanlar onu
dinlemediler. İlyâs aleyhisselâm onları azâbla korkuttu ise de karşı gelip onu
memleketlerinden çıkardılar. İsyânları sebebiyle Allahü teâlâ bereketi
kaldırdı. Yağmurlar yağmaz oldu. Hayvanları susuzluktan kırıldı. Başlarına
çeşitli musîbet ve belâlar geldi. İlyâs aleyhisselâmı Ba'lbek'ten çıkardıklarına
pişman olan İsrâiloğulları, sonunda ondan af dilediler. Onların isteği üzerine,
İlyâs aleyhisselâm Ba'lbek'e geri döndü. İsrâiloğullarını puta tapmaktan
sakındırdı. Onlar, İlyâs aleyhisselâma îmân ettiler ve ona tâbi olacaklarına
söz verdiler. İlyâs aleyhisselâm duâ etti. Allahü teâlâ kıtlık ve musîbetleri
kaldırıp bolluk ve bereket ihsân etti. Bir müddet İlyâs aleyhisselâma tâbi
oldular fakat sonunda isyân ederek eski sapıklıklarına döndüler. İlyâs
aleyhisselâmın yaptığı nasîhatleri dinlemediler. Doğru yola gelmeyeceklerini
iyice anlayıp, çok üzüldü ve bu azgın insanlardan ayrılması için Allahü teâlâya
duâ etti. Allahü teâlâ onun duâsını kabûl buyurdu. İlyâs aleyhisselâm o
beldeden hicret edip başka yerlere gitti. İsrâiloğullarına tekrar belâ ve musîbetler
geldi. İlyâs aleyhisselâm gittiği beldelerden birinde ihtiyâr bir kadının evine
misâfir oldu. Bu kadının Elyesâ' isimli hasta oğluna duâ etti. Onun duâsı
bereketiyle Elyesa'nın hastalığı iyileşip, İlyâs aleyhisselâmın yanından
ayrılmadı. Ondan Tevrât'ı öğrendi. İlyâs aleyhisselâmdan sonra İsrâiloğullarına
peygamber olarak Elyesa' aleyhisselâm gönderildi. (Elyesa' Aleyhisselâm) (İbn-ül-Esîr, Sa'lebî, Nişâncızâde)
ÎMÂ:
İşâret etme. Bir özür sebebiyle başını yere
koyamayan kimsenin rükû' için biraz, secde için rükû'dan daha çok eğilmesi.
Namazda
rükû ve secdeleri yapamayan îmâ ile kılar. (Halebî)
Alnında yara olan, yalnız burnu ile, burnunda yara
olan da yalnız alnı ile secde eder. Alnında ve burnunda birlikte yara olup,
başını yere veya böyle sert bir şey üzerine koyamıyan, ayakta durabilse bile,
yere oturarak îmâ ile kılar. (İbn-i
Âbidîn)
Yatarak başı ile îmâ edemeyecek kadar ağır
hastalığı yirmi dört saatten çok devâm eden kimseden, aklı başında olsa bile,
namaz sâkıt olur (düşer, kılması lâzım gelmez). (Halebî)
Îmâ ile dahî kılması mümkün iken kılmadan ölüm
hâline gelen kimsenin, namazlarının keffâreti için vasiyet etmesi lâzımdır. (İbn-i Âbidîn, İmâm-ı Birgivî)
İMÂM:
1. Câmi,
mescid veya başka yerlerde cemâate namaz kıldıran kimse.
Cemâate, Kur'ân -ı kerîmi iyi okuyanınız imâm
olsun. Bunda eşit olunca sünneti en iyi bileniniz, bunda da eşit olunca, en
yaşlı olanınız imâm olsun! (Hadîs-i şerîf-Müslim, Sünen-i Tirmizî)
İmâm kalkan gibidir. Noksan
kıldırırsa, sizin şerîf-Taberânî)
Namazı tam kıldırırsa; hem onun, hem sizin lehinize olur. namazınız yine
tamdır. Noksanlık ondan sorulur. (Hadîs-i
İmâmın namaza dururken ve rüknden rükne geçerken ve
selâm verirken, cemâat işitecek kadar sesini yükseltmesi sünnettir. Daha fazla
yükseltmesi mekruhtur. Kırâeti güzel olan yâni Kur'an-ı kerîmin harflerini
tanıyan, tecvid ile okumasını bilen imâm olur. Sesi güzel ve tegannî ile okuyan
değil. (İbn-i Âbidîn)
2.
Hadîs, fıkıh, kelâm ve tefsîr
ilminde ve tasavvuf gibi İslâmî ilimlerden birinde en yüksek mertebeye ulaşan
âlim.
Dört büyük mezheb imâmına uymak, Kur'ân-ı kerîme ve
sünnete (Peygamber efendimizin emirlerine) uymanın tâ kendisidir. (Abdurrahmân Silhetî)
3.
Müslümanların devlet reîsi. (Halîfe)
Huzeyfe; "Yâ Resûlallah! Fitne devrine ulaşırsam
ne yapmamı emredersiniz" deyince; "Müslümanların cemâatına ve imâmına tâbi
ol!" buyurdu. (Hadîs-i
şerîf-Buhârî ve Müslim)
İmâm-ı Müslimîn:
Müslümanların imâmı, devlet reîsi, halîfe. (Halîfe)
İMÂME:
1. Eskiden müslümanların başlarına sardığı, bugün
ise, sadece din görevlilerinin namaz kıldırırken ve dînî vazîfeleri yerine
getirirken giydikleri başlık üzerine sarılan sarık.
İmâme ile kılınan iki rek'at namaz, imâmesiz
kılınan yetmiş rek'at namazdan efdâldir, üstündür. (Hadîs-i şerif-Râmûz-ül-Ehâdîs)
Mescidlere imâmesiz olarak da imâmeli olarak da
geliniz. Ancak imâmeli olmak mü'minlerin alâmetlerindendir. (Hadîs-i şerif-Râmûz-ül-Ehâdîs)
Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem
imâmeyi sarar ve ucunu arkadan iki kürek arasına sarkıtırdı. (Râmûz-ül-Ehâdîs)
Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem hicretin
sekizinci senesi Ramazan-ı şerîfin onuncu Pazartesi günü, on iki bin kahraman
ile birlikte Medîne'den çıkarak, Ramazânın yirminci Perşembe günü Mekke-i
mükerremeyi feth etti. Ertesi Cumâ günü hutbe okurken mübârek başında siyâh
imâme sarılı idi. (İmâm-ı Kastalânî)
2.
Tesbîhin ucundaki uzun tâne.
İMÂMET:
İmâmlık,
reislik, başkanlık, rehberlik.
İmâmet-i Kübrâ:
Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem)
vekâleten bütün müslümanlara imamlık ederek İslâmiyet'in emirlerinin tatbik
edilmesine nezâret edip, İslâmiyet'e ve müslümanlara karşı yapılan her türlü
müdâhaleye (saldırı ve sataşmaya) cevap vermek vazîfesi, hilâfet. (Hilâfet)
İmâmet-i Suğra:
Namaz
kıldırmak için imâm olmak. (İmâm)
İMÂMEYN:
İki imâm. İmâm-ı a'zam Ebû Hanîfe hazretlerinin
ders ve sohbetlerinde yetişmiş olan İmâm-ı Ebû Yûsuf ile İmâm-ı Muhammed'e
verilen lakab. İkisi de mezhebde müctehiddirler.
Müftî ve
hâkim, İmâm-ı a'zâm Ebû Hanîfe'nin sözüne uygun olarak fetvâ verir. Aradığını
onun sözlerinde açıkça bulamazsa, İmâm-ı Ebû Yûsuf'un sözünü alır. Onun
sözlerinde de bulamazsa, İmâm-ı Muhammed Şeybânî'nin sözünü alır. İmâmeyn'in
sözü bir tarafta, İmâm-ı a'zam'ın sözü karşı tarafta ise, müftî her iki tarafa
göre fetvâ verebilir. (İbn-i Âbidîn)