2 Ocak 2023 Pazartesi

HADİSLERDE YEDİ RAKAMI

 

  1. Kendisinden başka himaye edenin bulunmadığı kıyamet günü, Allah-ü teâlâ, şu yedi sınıf insanı himaye eder:
    1- Adil idareci.
    2- Allaha ibadetle yetişen genç.
    3- Namaz için gönlü camiye bağlı olan.
    4- Arkadaşını Allah rızası için seven.
    5- Güzel, zengin ve mevki sahibi bir kadın, kendisini (kötülüğe) davet edince, Allah'tan korkarak onu reddeden.
    6- Sadakayı gizli [riyâsız] veren.
    7- Yalnızken Allah'ı anıp ağlayan.
  2. Şu yedi büyük günahtan kaçın:
    1- Allaha şirk koşmak.
    2- Büyü yapmak.
    3- Adam öldürmek.
    4- Harpten kaçmak.
    5- Yetim malı yemek.
    6- Faiz yemek.
    7- Namuslu kadına iftira etmek.
  3. Emredilen yedi şey:
    1- Cenazeye iştirak etmek.
    2- Hasta ziyaret etmek.
    3- Davete gitmek.
    4- Mazluma yardım etmek.
    5- Yemini yerine getirmek.
    6- Selâm verenin selâmını almak.
    7- Aksırıp, Elhamdülillah diyene Yerhamükellah demek.
  4. Şu yedi kimsenin, öldükten sonra da ecri devam eder:
    1- İlim öğreten.
    2- [Dine uygun] ilmî bir eser yazan veya bir Mushaf yazıp bırakan.
    3- Çeşme yapan.
    4- Su kuyusu kazan.
    5- Meyve ağacı diken.
    6- Câmi yapan.
    7- Öldükten sonra kendisine dua edecek salih evlât yetiştiren.
  5. Her peygamber, şu yedi sınıf insana lânet eder:
    1- Allah böyle buyuruyor, diyerek yalan söyleyen.
    2- Kaderi inkâr eden.
    3- Haram olan bir şeyi helâl sayan.
    4- Evlenmesi haram olanı helâl sayan.
    5- İslâmiyeti terk eden.
    6- Ganimette hak gözetmeyen.
    7- Allahın aziz ettiğini zelil, zelil ettiğini de aziz etmek için güç ve hâkimiyetine dayanarak zulmeden.
  6. Tövbe etmezse, şu yedi sınıf cehenneme girer:
    1- [Zaruretsiz veya ihtiyaçsız] istimna eden.
    2- Eşcinsel olan.
    3- İçkiye devam eden.
    4- Anasını döven.
    5- Babasını döven.
    6- Komşusuna sıkıntı veren.
    7- Komşu ile zina eden.
  7. Şu yedi kimse şehittir:
    1- Allah yolunda ölen.
    2- Tâundan ölen.
    3- Zatülcenpten ölen.
    4- Suda boğulan.
    5- Yıkık altında kalan.
    6- Hamile iken ölen.
    7- Doğum esnasında ölen.
  8. Şu yedi şey gelmeden güzel amel yapmakta acele ediniz:
    1- İsyana sevkeden fakirlik.
    2- Azdırıcı zenginlik.
    3- Hayatınızı ifsat edici hastalık.
    4- Bunaklık verici ihtiyarlık.
    5- Ani ölüm.
    6- Deccal.
    7- Kıyamet günü.
  9. Kur'an-ı kerim yedi şey üzerine nazil oldu:
    1- Yasak.
    2- Emir.
    3- Helâl.
    4- Haram.
    5- Muhkem [açık bildirilenler].
    6- Müteşabih [açıkça anlaşılamayan].
    7- Misaller.
    Bunlardan, helâli helâl biliniz! Haramı haram biliniz! Emredilenleri yapınız! Yasak edilenlerden sakınınız! Misal ve hikâye olanlardan ibret alınız! Muhkem olanlara uyunuz! Müteşabih olanlara inanınız! Bunlara inandık, hepsini Rabb'imiz bildirmiştir, deyiniz!

 

 

Göbekli Tepe / Şanlı Urfa

 


DÎNİ SÖZLÜK “H”

  

 

HÂFIZ:

 

Hıfz eden, ezberleyen. Râvileriyle (rivâyet edenlerle) birlikte yüz bin hadîs-i şerîfi ezbere bilen hadîs âlimi.

 

Kur'ân-ı kerîmi ezberleyene hâfız denmez, kârî denir. Bugün hadîs-i şerîfleri ezbere bilen bulunmadığı için, kârî yerine, yanlış olarak hâfız denmektedir. (Muhammed Tâhir)

 

Hâfız-ı Kur'ân:

 

Kur'ân-ı kerîmi ezbere bilen.

 

İslâmiyet her tarafa yayılacaktır. Hattâ, İslâm tâcirleri, ticâret için büyük denizlerde serbest yolculuk yapacaklar ve gâzilerin atları başka memleketlere yayılacaktır. Sonra, hâfız-ı Kur'ân olan kimseler çıkacak, benden daha iyi okuyan var mı? Benden daha çok bilen var mı? diyeceklerdir. Cehennem'in odunları bunlardır. (Hadîs-i şerîf-Berîka)

 

Hâfız-ı Kur'ân pazarlık etmeden, Allah rızâsı için hatm, cüz veya mevlid okursa, okutanın hediye ettiğini alması câiz olur. Îtirâz ederse aldığı harâm olur. (Muhammed Hâdimî)

 

HÂFIZA:

 

Hıfz etme (ezberleme) ve hatırda tutma kuvveti. His organları ile duyulmayan fakat duyulanlardan çıkarılan mânâları saklayan mânevî duygu merkezlerinden biri.

 

Hocam Vekî'e hâfızamın zayıflığından şikâyet ettim. Günâhları terketmemi söyledi. (İmâm-ı Şâfiî)

 

Az yemek yiyenin bedeni kuvvetli, kalbi nûrlu, hâfızası kuvvetli olur. Geçimi kolay olur, işlerinde lezzet bulur. Allahü teâlâyı çok anmış olur. Âhireti düşünür, ibâdetten aldığı lezzet her şeyde isâbeti (doğruyu bulması) ve irşâdı (yol göstermesi) çok, ahirette hesâbı kolay olur. (Muhammed bin Kutbüddîn İznikî)

 

HAFÎ:

 

Gizli, kapalı.

 

1. Usûl-i fıkıh ilminde, mânâsı açık olduğu hâlde söyleyenin maksadını ifâde etme husûsunda kapalı, gizli söz.

 

"Kâtil mîrâsçı olamaz" hadîs-i şerîfinde kâtil lafzı hafîdir. Bu kelimenin, kasten bilerek adam öldürenin mîrâsçı olamıyacağı husûsunda mânâsı açık olduğu hâlde, hatâ ile öldürenin de bu hükmün altına girip girmediği husûsunda kapalıdır. Bu kapalılık sebebiyle âlimler bu konuda farklı hükümler bildirmişlerdir. (Serahsî)

 

Mâide sûresinin otuz sekizinci âyet-i kerîmesinde hırsıza verilecek cezâdan bahsedilmektedir. Âyet-i kerîmedeki sârık (hırsız) kelimesi hafîdir. Çünkü tarrâr (yankesici) ve nebbâşı (kefen soyucuyu) da içerisine aldığı hususunda kapalıdır. Bunun için, âlimler, âyet-i kerîmede hırsıza verilecek cezânın, yankesiciye de verileceğinde sözbirliği ettikleri halde, kefen soyucu hakkında ihtilâf etmişler, farklı hükümler bildirmişlerdir. (Serahsî, Molla Hüsrev)

 

2. Tasavvufta âlem-i kebîrdeki beş latîfeden biri.

 

Kalb, rûh, sır, hafî ve ahfâ latîfelerinin asılları, kökleri âlem-i kebîrdedir. İnsanın dışındaki varlıklara "âlem-i kebîr" denir. (İmâm-ı Rabbânî)

 

Hafî Okumak:

 

Namazda sessiz okumak. İmâmın öğlen, ikindi ve üç ve dört rek'atlı namazların üç ve dördüncü rek'atlarında sessiz okuması.

 

Hafî okunacak yerde cehrî (açık), cehrî okunacak yerde hafî okunursa secde-i sehiv lâzım olur. (Halebî)

 

HAFÎF İKRÂH:

 

Şiddetli olmayan zorlama. Canın veya uzvun telefine yol açmayan, yalnız acı ve eleme sebeb olacak derecedeki dövme ve hapsetme gibi şeylerle yapılan zorlama.

 

Hafif ikrâh karşısında kalan kimsenin riyâ yâni gösteriş yapması câiz değildir. (Muhammed Hâdimî)

 

HAFİF NECÂSET:

 

Eti yenen dört ayaklı hayvanların bevli (idrarı) ve eti yenmeyen kuşların pisliği.

 

Hafif necâsetlerden bir uzva veya elbisenin bir kısmına bulaşınca bu kısım veya uzvun dörtte biri kadarı namaza zarar vermez. (İbn-i Âbidîn)

 

HAFÎF-ÜL-HÂZ:

 

Zevcesi (hanımı) ve çocuğu olmayan.

 

İki yüz yılından sonra, sizin en iyiniz, hafîf-ül-hâz olandır. (Hadîs-i şerîf-Keşf-ül-Hafâ)

 

Hicretten (Resûlullah efendimizin Mekke'den Medîne'ye göç etmesinden) iki yüz sene sonra gelenler arasında bulunan; Bişr-i Hâfi, Bâyezîd-i Bistâmî ve Ebü'l-Hüseyn Nûrî gibi büyük âlimler hafîf-ül-hâz idiler. (Saîdüddîn Fergânî)

 

HAHAM:

 

Yahûdî din adamı.

 

Allahü teâlâ âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki:

 

Ey îmân edenler! Muhakkak ki; hahamlardan ve râhiplerden bir çoğu, bâtıl sebeplerle, insanların mallarını yerler ve onları Allah'ın yolundan alıkorlar. Altını ve gümüşü yığıp ve biriktirip de onları Allah yolunda harcamayanlara pek acıklı bir azâbı müjdele. (Tevbe sûresi: 34)

 

Allahü teâlâ Mûsâ aleyhisselâma Tevrât kitabını (yazılı emirleri) verdiği gibi, bâzı ilimleri yâni sözlü emirleri de verdi. Mûsâ aleyhisselâm bu ilimleri Hârûn ve Yûşâ (aleyhimesselâma) bildirdi. Bunlar da kendilerinden sonra gelen peygamberlere bildirdiler. Bu bilgiler nesilden nesile yâni hahamlardan hahamlara nakledildi. Bunlara zamanla yahûdîlerin âdetleri, kânun müesseseleri, hahamların bir mevzûdaki tartışmaları ve şahsî görüşleri de karıştırıldı. Böylece hahamların şahsî görüş ve münâkaşalarını ifâde eden bilgiler yahûdî kitablarına girdi. Yahûdî hahamlarından Akilos bunları topladı ve kısımlara ayırdı. Talebesi haham Meir bunlara ilâveler yaparak basitleştirdi. Daha sonraki hahamlar bu rivâyetlerin te'lifi (birleştirilmesi) ve toplanması için çeşitli usûller ve şartlar koydular. Böylece pekçok rivâyetler ve kitaplar ortaya çıktı. (Harputlu İshâk Efendi)

 

HÂİD:

 

Hayız (âdet) gören kadın.

 

HÂİN:

 

Birine kendini emin (güvenilir) tanıttıktan sonra o emniyeti, güveni bozacak iş yapan.

 

Eminin zıddı.

 

Cimriler, hîlekârlar (aldatıcılar), hâinler ve kötü huylu insanlar Cennet'e giremezler. (Hadîs-i şerîf-Sünen-i Tirmizî)

 

Ümmetim belki her günâhı işleyebilir ama, yalan söyliyemez ve hâinlik yapamaz. (Hadîs-i şerîf-Kimyây-ı Seâdet)

 

Kibri, hâinliği ve kul borcu olmayan mü'min hesabsız Cennet'e girecektir. (Hadîs-i şerîf-Berîka)

 

İki günahtan çok kork! Birisi emrinde olan insanlara zulmetme! En büyük zulm, onların İslâm bilgilerini öğrenmelerine, ibâdet yapmalarına mâni olmaktır. İkincisi din ve dünyâ yolunda hâin olma! Her günahtan kork! Bir kimse, bir günah işlemek istese, fakat Allahü teâlâdan korkarak ondan vazgeçse, Hak teâlâ o kimseye Cennet-i a'lâda bir köşk ihsân eder.Bir müslüman sana zarar verirse sen ona iyilik et! Hiç kimsenin ayıblarını yüzüne vurma. (Süleymân bin Cezâ)

 

HAK (El-Hakk):

 

1. Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Vâcib-ül-vücûd yâni varlığı lâzım olan, hiç yok olmayan, dâimâ var olan ve kendisinden başkası yaratmaya lâyık olmayan.

 

Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki:

 

... Allah, Hak'dır. (Müşriklerin) Allahü teâlâdan başka taptıkları bâtıldır (yok olucudur). (Hac sûresi: 62)

 

Her gün el-Hak ism-i şerîfini bin defâ söyliyenin huyu ve ahlâkı güzelleşir. (Yûsuf Nebhânî)

 

Hak şerleri hayr eyler,

Zannetme ki gayr eyler,

Mevlâ görelim n'eyler,

N'eylerse güzel eyler.

 

(İbrâhim Hakkı Erzurûmî)

 

Aklın varsa ey kardeşim

Hakkı sevmek olsun işin

Aşk tadını tatmıyanın

Kalbi temiz olmaz imiş.

 

(M. Sıddîk bin Saîd)

 

2. İslâmiyet.

Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki:

 

Hak gelince, bâtıl (şirk, puta tapmak) gider. Bâtıl, her zaman gidicidir. (İsrâ sûresi: 81)

 

3. Gerçek, doğru.

 

Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki:

 

Cennet ehli (Cennet'e girince) Cehennem ehline; "Biz Rabbimizin bize vâdettiğini (sevâbı) hak bulduk. Siz de Rabbimizin size vâdettiğini (azâbı) hak buldunuz mu? diye seslenir. (Onlar da) evet derler. (A'râf sûresi: 44)

 

Ölüm haktır, kabr haktır. Kabirde, Münker ve Nekir denilen iki meleğin meyyite (ölüye) suâl sorması haktır. Haşr (kabrden kalkıp Arasât meydanında hesâb vermek için toplanmak) haktır. Neşr haktır. Dünyâda yapılan amellerin işlerin hesâbını vermek haktır. Amellerin tartılması haktır. Cehennem üzerinde bulunan ve üzerinden geçilecek, Sırat denilen köprü haktır. Cennet'in mü'minler (inananlar) için, Cehennem'in de kâfirler için olduğu haktır. (Nesefî)

 

4. Alacak.

 

Bir kimse, peygamberlerin alâ nebiyyinâ ve aleyhimüssalevâtü vesselâm yaptığı ibâdetleri yapsa, fakat üzerinde başkasının bir kuruş hakkı bulunsa, bu bir kuruşu ödemedikçe, Cennet'e giremeyeceği bildirilmiştir. (İmâm-ı Rabbânî)

 

5. Pay, hisse.

 

Bâyi' (satıcı)den başka bir kimsenin hakkı bulunan bir malın satılması, o kimsenin izin vermesine bağlıdır. Yâni izin vermezse müşteri (alıcı) o mala mâlik, sâhib olamaz. (İbn-i Âbidîn)

 

6. Hâtır, hürmet.

 

Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem; "Allahümme innî es'elüke bilhakkıssâ'ilîne aleyke" yâni; "Yâ Rabbî! Senden isteyip de verdiğin kimselerin hakkı için, senden istiyorum, derdi ve böyle duâ ediniz!" buyururdu. (İbn-i Mâce)

 

Yâ ilâhî ol Muhammed hakkı çün

Ol şefâat kânı Ahmed hakkı çün

Biz âsî mücrim kulları

Yarlığayûb günâhlardan berî

Kabrimiz îmân ile pür nûr kıl

Mûnis-i gılmân ile hem hûr kıl.

 

(Süleymân Çelebi)

 

7) İnsanın yapması lâzım gelen şey.

 

Müslümanın müslüman üzerine beş hakkı vardır: Selâmına cevap vermek, hastalığında arayıp sormak, cenâzesinde bulunmak, dâvetine gitmek, aksırıp elhamdülillah deyince, yerhamükellah diye karşılık vermek. (Hadîs-i şerîf-Buhârî, Müslim)

 

Hak Teâlâ:

 

Yüce Allah. Allah celle celâlühü.

Hak teâlâ, intikâmın kul eli ile alır

İlm-i hâli bilmiyenler, onu kul yaptı sanır.

 

(M. Sıddîk bin Saîd)

 

Hakk-ul-Yakîn:

Bir şeyin hakîkatine kavuşma, mâhiyetine erişme, bulma, tatma. Allahü teâlânın beğendiği ahlâk ile ahlâklanıp, kalb gözünün açılması ve mânevî perdelerin kaldırılması neticesinde elde edilen kesin ilim, bilgi.

 

Evliyânın çoğu, ancak öldükten sonra hakk-ul-yakîn makâmına varmaktadır. Bu dünyâ hayâtında hayâlden kurtulmak imkânsızdır. Evliyânın büyüklerinden, pek az seçilmişleri, bu dünyâ hayâtında iken, bu devlete erdirmekle şereflendirirler. Dünyâda oldukları hâlde, bilgilerine hayal karışmaz. (İmâm-ı Rabbânî)

 

İlmi ve ameli şerîat gösterir. İlmin ve amelin rûhu ve kökü gibi olan ihlâsı (her şeyi Allah için yapabilmeyi) elde etmek için tasavvuf yolunda ilerlemek lâzımdır. Güçlükle ve çalışarak ele geçen ihlâs devamlı olmaz. Sonra kalbe nefsin arzuları gelir. Zahmet çekmeden ele geçen ihlâs devamlıdır. Zahmet çekerek elde edilen, devâmsız ihlâsın sâhiplerine muhlis denir. Devâmlı ihlâs sâhiplerine muhlas denir. Muhlas olana ibâdet yapmak, tatlı ve kolay olur. Çünkü bunlarda nefislerinin arzusu ve şeytanın vesvesesi kalmamıştır. Böyle bir ihlâs, insanın kalbine ancak bir velînin kalbinden gelir. Bu ihlâs ile insan hakk-ul-yakîn mertebesine kavuşur. (İmâm-ı Rabbânî)

 

HAKEM (El-Hakem):

 

1. İki tarafın, hükmüne rızâ göstermek için seçtikleri kimse. Haklı ile haksızın ayrılmasında aracılık eden kimse.

 

Resûlullah efendimiz otuz beş yaşındayken yağmur ve seller Kâbe'nin duvarlarını iyice yıpratmıştı. Bu sebeble Kureyş kabîlesi Kâbe'yi yeniden inşâ eyledi. Ancak kabîleler, Hacer-ül-Esved'i yerine koymak husûsunda anlaşamadılar. Aralarında neredeyse savaş çıkacaktı. Bunun üzerine yaşlı bir zât; "Ey Kureyş topluluğu! Anlaşamadığınız iş hakkında hüküm vermek üzere, şu kapıdan ilk girecek zâtı aranızda hakem yapın" diyerek, Benî Şeybe kapısını gösterdi. Orada bulunanlar teklifi kabûl ettiler. Nihâyet kapıdan; doğruluğunu, üstün ahlâkını her zaman taktîr ettikleri ve el-Emîn (Güvenilir, itimada layık) dedikleri Muhammed aleyhisselâmın geldiğini gördüler ve O'na durumu anlattılar. Peygamber efendimiz yere bir örtü serip Hacer-ül-Esved'i üzerine koydu. Sonra her kabîleden bir kişiye bir ucundan tutturup taşı konulacağı yere kadar kaldırttı ve kucaklayıp yerine koydu. Böylece çıkmak üzere olan çarpışmanın önüne geçerek herkesi memnun etti. (İbn-i Hişâm)

 

2. Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından; hükmedici, hak ile bâtılı ayırıcı.

 

HAKÎKAT:

 

1. Bir lafzın (sözün) asıl mânâsı.

 

Aslan denilince, bilinen yırtıcı hayvan kastedilir, bu mânâda kullanılırsa, hakikat olur, cesur insan mânâsında kullanılırsa, mecâz yâni hakîkî mânâsının dışında kullanılmış olur. (Molla Hüsrev)

 

2. Gerçek.

 

Fizik ve kimyâ reaksiyonlarında maddenin yok olmadığı bugün kesin olarak bilinmektedir. Lavoisier adındaki Fransız kimyâgeri; "Kimyâ tepkimelerinde, madde gayb olmaz ve yoktan meydana gelmez." hakîkatini tecrübe ile isbat etmiş ise de, her şeyin kimyâ tepkimesi, kimyâ kânunu ile yapıldığını zan ederek; "Tabiatta bir şey yaratılmaz ve hiçbir şey yok edilemez" demiştir. Bugün, yeni keşf edilen çekirdek olayları, nükleer reaksiyonlar, maddenin enerjiye döndüğünü, yok olduğunu, Lavoisier'in aldanmış olduğunu göstermektedir. (M. Sıddîk bin Saîd)

 

Alan sensin veren sensin kılan sen, 

Ne verdinse odur dahi nemiz var.

Hakîkat üzre anlayıp bilen sen,

Ne verdinse odur dahi nemiz var.

 

(Azîz Mahmûd Hüdâyî)

 

3.       Kötülüklerin kalbden tekellüfsüzce, zorlanmadan gitmesinin gerçekleşmesi, fenâ (Allahü teâlâdan başka her şeyi unutma) mertebesi.

 

Tarîkat ve hakîkatten maksat, ihlâsı (her şeyi Allahü teâlânın rızâsı için yapma hâlini) elde etmektir. (İmâm-ı Rabbânî)

 

Şerîatin (dînin) emirlerini yapmak, tarîkatin ve hakîkatin hâllerine kavuşmak, hep nefsin tezkiyesi, yâni temizlenmesi ve kalbin tasfiyesi yâni parlaması içindir. Nefs temizlenmedikçe ve kalb Allahü teâlâdan başkasının sevgisinden selâmet bulmadıkça, kurtulmadıkça hakîkî îmân hâsıl olmaz, ele geçmez. Felâketlerden, azâblardan kurtulmak için, hakîkî îmâna kavuşmak lâzımdır. (İmâm-ı Rabbânî)

 

4. Mâhiyet.

 

Kur'ân-ı kerîmde bulunan bilgiler üç kısımdır: Bir kısmını, hiçbir kuluna bildirmemiştir. Zâtının ve sıfatlarının hakîkati ve gaybden haber vermek böyledir. İkinci kısım, yalnız peygamberlerine bildirdiği esrâr (sırlar)dır. Üçüncü kısım bilgileri, peygamberine bildirmiş ve bütün ümmetine bildirmesini emretmiştir. (Hâdimî)

 

Hakîkat-i Câmia:

 

Toplayıcı hakîkat. Tasavvufta kalb.

 

İnsan, âlem-i kebîrde yâni insan dışında bulunan her şeyi kendinde topladığı için, mahlûkların en kıymetlisi olduğu gibi, hakîkat-ı câmia olan kalb de Âlem-i sagîrdeki yâni insanda bulunan her şeyi kendinde topladığı için çok kıymetlidir. (Ahmed Fârûkî Serhendî)

 

İnsan çeşit çeşit şeylere bağlı kaldıkça, kalbi temizlenemez. Pis kaldıkça seâdetten, mutluluktan mahrûmdur, uzaktır. Hakîkat-ı câmia denilen kalbin Allahü teâlâdan başka şeyleri sevmesi, onu karartır, paslandırır. Bu pası temizlemek lâzımdır. Temizleyicilerin en iyisi, sünnet-i seniyye-i Mustafaviyyeye (Peygamber efendimizin bildirdiklerine) uymaktır. Sünnet-i seniyyeye tâbi olmak, uymak, nefsin âdetlerini (alışkanlıklarını), kalbi karartan isteklerini yok eder. (Ahmed Fârûkî)

 

HAKÎM (El-Hakîm):

 

1. Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Hikmet sâhibi, ilmi kâmil, işi güzel, uygun işler yaratıcı ve kullar arasında hükmedici.

 

Allahü teâlâ âyet-i kerîmelerde meâlen buyurdu ki:

 

Allahü teâlâ hakkıyla bilendir ve Hakîmdir. (Hucurât sûresi: 8)

 

Biz hiçbir peygamberi kendi kavminin dilinden başkasıyla göndermedik ki emr olunduklarını onlara apaçık anlatsın. Artık Allah kimi dilerse saptırır, kimi de dilerse doğru yola götürür. O, her şeye gâlibdir ve hakîmdir (İbrâhim sûresi: 4)

 

Günâhtan kaçmaya kuvvet, ibâdet yapmaya kudret, ancak azîz ve hakîm olan Allahü teâlânın yardımı iledir. (Hadîs-i şerîf-Müsned-i Ahmed bin Hanbel)

 

Allahü teâlâ kullarına yapabilecekleri şeyleri emretmiştir. Nitekim Nisâ sûresi yirmi sekizinci âyetinde meâlen; "Allah (ü teâlâ) size emirlerinin kolay, hafîf olmasını diledi (istedi). Çünkü insanlar zayıf olarak yaratılmıştır" buyurmaktadır. Allahü teâlâ hakîmdir; her şeyi yerinde uygun olarak yapar. Raûftur, acımaya lâyık olmayanlara da acıyıcıdır. Rahîmdir, âhirette sevdiklerine yâni nîmetine şükreden mü'minlere Cennet'i ihsân edicidir. (İmâm-ı Rabbânî)

 

El-Hakîm ism-i şerîfini söyliyen, hikmete kavuşur ve kendisine gizli mânâlar açılır. Geceleyin abdest alıp büyük bir teslimiyetle el-Hakîm ism-i şerîfini söyliyenin kalbini Allahü teâlâ mânevî sırlar hazînesi yapar. (Yûsuf Nebhânî)

 

2.Hikmet ehli. Din bilgilerini fen bilgileri ile isbât eden âlim.

 

HÂKİM:

 

Haklı ve haksızı ayırıp, hak ve adâlet üzere hükmeden, karar veren.

 

Hak ve adâlet üzere bir gün hâkimlik yapmayı, bir sene devamlı gazâ etmekten (Allah yolunda harb etmekten) daha çok severim. (Hadîs-i şerîf-Berîka)

 

Hâkim-i Mutlak:

 

Tam ve gerçek hükmedici olan Allahü teâlâ.

 

Akıllı o kimsedir ki, nefsine hâkim olur da ölüm sonrası için hazırlanır. Âciz ve ahmak olan o kimsedir ki, nefsinin yularını salıverir ve Hâkim-i mutlak (olan) Allahü teâlâya karşı boş ümitlere kapılır. (İmâm-ı Rabbânî)

 

HÂKKA SÛRESİ:

 

Kur'ân-ı kerîmin altmış dokuzuncu sûresi.

 

Hâkka sûresi Mekke'de nâzil oldu (indi). Elli iki âyet-i kerîmedir. İlk âyet-i kerîmede geçen el-Hâkka kelimesi sûreye isim olmuştur. Sûrede, Kur'ân-ı kerîmin doğruluğu ve Allahü teâlânın kelâmı olduğu açıklanmakta, kıyâmet ve kıyâmetin vukûu sırasında meydana gelecek şiddetli hâdiselerle, eski kavimler ve onların taşkınlık ve bozgunculukları bildirilmektedir. (Râzî, Ebüssü'ûd, Taberî)

 

Allahü teâlâ Hâkka sûresinde meâlen buyuruyor ki:

 

Sûra bir kerre üfürülünce, yeryüzü ve dağlar yerlerinden kaldırılıp, silkilecektir. O gün kıyâmet kopacak, gök yarılacak ve dağılacaktır. (Âyet: 13-15)

 

Kim Hâkka sûresini okursa, Allahü teâlâ onun hesâbını kolay eyler. (Hadîs-i şerîf-Kâdı Beydâvî Tefsîri)

Karmati Hareketinin Arka Planı

  Dini Arka Plan


Ortadoğu'nun antik mitolojik kültürüne dayanan halk İslam'ı, kendi tarihsel şartlarının ve gerçek anlamda İslam'ın ürünü olmayan, ama İslami kavramlar içine oturtularak sloganlaşmış bir siyaset ideolojisi oluştu. Bu süreci sağlıklı bir şekilde algılayabilmek için, geçirmiş olduğu safhalara göz atmak gerekir. Göçebelerin dini şeytanlara tapma esasına dayanıyordu. Bu ise, eski Samiler'in putperestliğiyle ilgili idi. Tapılan varlıklar, köken itibariyle, ağaçlar, pınarlar ve özellikle kutlu kabul edilen taşlar, belirli yerlerin sakinleri ve efendileriydi. Gerçek anlamda bazı ilahlar mevcut olup, bunların nüfuzu kabile inançları çerçevesini aşıyordu. En önemlilerinden üçü Menat, Uzza ve Lat idi. Bu üç ilah, genellikle daha yüksek bir ilaha, Allah'a tabi bulunuyordu. Kabile dininde gerçek bir ruhban sınıfı yoktu; göçebeler ilahlarını, kutsal emanet teşkil etmek üzere, bir kırmızı çadırda taşırlar ve muharebeye giderken bunu yanlarına alırlardı. Dinleri şahıs değil, toplum diniydi. Kabile inancı, çoğu zaman bir taş, bazen de bir eşya ile sembolleştirilmiş kabile ilahı etrafında toplanırdı. İlahi şeyhin evinde muhafaza olunur ve böylece ev dini itibar kazanırdı. ilah ve ona tapınma kabile ayniyetinin timsali, kabile birlik ve umunun tek fikri ifadesiydi. Kabile dinine riayet siyasi itaati gösterirdi. Dini inkar, ihanet ile bir sayılırdı.


Bu göçebe hayat tarzının tek istisnasını vaha teşkil ediyordu. Burada küçük yerleşik topluluklar basit siyasi teşkilatlar meydana getiriyor ve vahanın en nüfuzlu ailesi, orada yaşayanlar üzerinde, çoğu zaman bir çeşit hükümdarlık kurmuş bulunuyordu. Bazen vahanın hakimi civar kabilelerin de kendi tabiiyetinde olduğunu iddia ediyordu. Bazen ise, bir vaha komşu vahayı hakimiyeti altına alıyor ve böylece kısa ömürlü bir çöl imparatorluğu kuruluyordu. Bu devirde Arabistan medeni dünyadan henüz tamamen soyutlanmamış, fakat kenarda kalmış bulunuyordu. İran ve Bizans kültürleri, maddi ve manevi unsurlarıyla, en çok Arabistan üzerinden geçen ticaret vasıtasıyla nüfuz ediyordu. Yabancı göçmenlerin yarımadada yerleşmesi, bu hususta oldukça önemlidir. Pek çok Yahudi ve Hıristiyan göçmenleri Arabistan'ın çeşitli bölgelerine yerleşmekle Arami ve Helenistik kültürlerini yaydılar. Diğer bir nüfuz yolu sınır devletleri üzerinden geçiyordu. Romalıları Nabati ve Palmira krallıklarını kurmaya zorlayan zaruret, Bizans ve İran imparatorluklarını da Suriye ve Irak kenarlarında Arap sınır devletlerinin gelişmesine müsaade etmeye yöneltti. Gassan ve Hire devletlerinin ikisi de Hıristiyandı; ilki Monofızit, diğeri Nesturi mezhebindendi. İkisi de Arami ve Helenistik kültürlerinin damgasını taşıyor, bu kültürler bir noktaya kadar iç bölgelere nüfuz etmiş bulunuyordu. Gassani tarihinin ilk devri karanlık olup, hakkında az şey bilinir. Kesin tarih bilgisi Haris b. Cebele'nin Sasani İmparatorluğu'nun Arap tabilerini yenişinden sonra, M.S.529'da Justinanus tarafından philarchos ve patrici 'liğe yükselmesiyle başlar. Gassaniler Yermuk Irmağı civarında oturuyorlar ve Bizanslılarca sınır muhafızlığına tayin olunmaktan çok, mevcudiyetleri onlarca tanınmış bir topluluk teşkil ediyorlardı. İslamiyet'in doğuşu arifesinde, Bizanslılar'ın o zamana kadar Gassaniler'e ödedikleri yardım parasının ödenmesi, Heraklios tarafından, yıpratıcı Sasani savaşlarından sonra bir iktisat tedbiri olarak durduruldu. Bunun neticesinde, Müslüman istilacıları, Gassaniler'i Bizans'a karşı kin dolu ve ihanete hazır bir durumda buldular. İran hakimiyetindeki Irak eyaleti sınırında, Sasani imparatorlarının bir tabii olan Hire devletçiği yaşıyordu. Bu devletçik, imparatorlar kuvvetliyken itaat gösterir, onlar zayıfken de serkeş bir tavır takınırdı. Hire Arapları'nın Sasani İmparatorluğu'nda vazifesi, Gassanilerin, Bizans İmparatorluğundaki vazifesinin aynı idi. Sasaniler'in Bizans'a karşı giriştikleri harplerde, Hire Arapları genellikle yardımcı kuvvet olarak hizmet ederlerdi. En müstakil oldukları devir, Gassani Haris'in çağdaşı ve düşmanı olan III. El-Munzir'in hükümdarlığı zamanıdır. Arap geleneğine göre, Hire daima Arap topluluğunun, Arabistan'ın geri kalan yerleriyle doğrudan doğruya temasta bulunan asli bir parçası sayılmıştır. Sasaniler'in bir tabii olmalarına rağmen, Hire Arapları'nın kültürü başlıca batıdan, Suriye'nin Hıristiyan ve Helenistİk medeniyetinden beslenmiştir. Bunlar başlangıçta putperest iken, sonraları esirlerin getirdiği Nesturi Hıristiyanlığı kabul ettiler. Burada hüküm süren Lahmi hanedanı, bir isyan sonunda, Sasani imparatoru II. Hüsrev tarafından yok edildi. Bu imparator bir Sasani valisi göndererek, ülkeyi bir kukla Arap emiri vasıtası ile idare ettirdi. 604 yılında Sasaniler bölgeye yeni gelen Arap kabileleri tarafından yenildiler. Bu kabilelerin bölgeye yerleşmeleri üzerine Hire devleti sona erdiği gibi, Kuzeydoğu Arabistan'da Sasani yayılışı da durdu.


Arabistan bölgesinin dini yapısı bu özellikler arz ederken Karmati hareketinin çıktığı bölge olan Kufe ve çevresinde dini hareketler açısından çeşitlilik söz konusuydu. Kufe ve çevresi Emevi muhalefetinin başladığı kent olarak ön plana çıkmıştır. Kufe hicri 2. yüzyılda, aşırı Şiizm'in beşiği idi. İslam dini, bu kentte, birçok düşünce akımıyla mezhebin sentezi durumuna geldi. Çünkü İslam, kendinden önceki dönemde burada egemen olan birçok inanç ve öğretiyle Kufe'de tanıştı. Bölgenin antik kültür ve inançları Manilik, Sabiilik ve benzerleri, İslam'ı karşılayıp etkileyen eski inançlardandır. Anılan inanç sahipleri, İslam toplumunu etkilediler. Bölgenin inanç yapısı muhtelif grupları besleyen önemli bir yer olduğu şüphesizdir. Buna ilaveten bölgedeki etnik-kabilevi yapı da muhalefeti şekillendirmiştir. Özellikle kabilelerarası rekabet kabilelerin zorunlu olarak taraf olmasını zorunlu kılmıştır. Nitekim federasyonun Numir ve Kilap kabileleri gerçek bedevi idiler. Karmati hareketinin liderleriyle bazı komutanları bu kabileden idiler. Yoğunlukla bulundukları kent olan Kufe, yeni fethedilmiş eyaleti yönetmek için bir garnizon kenti olarak Arap fatihlerince şekillendirilmişti. Tarihi süreç içinde oluşan gelişmeler, Hz. Ömer'in halifeliği dönemindeki fetihlerle başlar. Bu fetihlerde elde edilen büyük zenginlik özellikle arazi ve mal-mülk Kufe garnizon kasabasında yerleşen Araplar için en önemli sebeplerden biri idi. Sakinlerinden bazıları farklı Arap kabilelerin üyelerinden özellikle Güney Arabistan ve Kuzeybatı Arabistan'ın Tamim ve Bekr Vail kabilelerinden idi. Arap askerlerine ilave olarak orada çok sayıda yerleşmiş İran kökenli tüccarlar, sanatkârlar ve işçiler vardı.


Kufe'de uygun olmayan yerel yerleşim, birçok sayıda isyanın özellikle Şii isyanları Emevi dönemi idaresinde yoğunlaştı. Abbasi idaresinin ilk yıllarında Kufe huzursuzluktan muzdaripti. Bununla birlikte Bağdat'ın yeni başkent olarak kurulması, Kufe'de büyük bir gamizon bırakıldı. Bir ticaret merkezi olduğu için Kufe'nin önemini azaltmadı. Politik şartlar değişmesine rağmen Kufe'de Hz. Ali sempatizanları ve çok farklı yeni hareketlere meyleden eski eğilimler ve isyanlar artmış olarak gözükmekte idi. 3/9. yüzyıl İslam dünyası İbn Tabataba 199/815'de, Yahya b. Ömer 250/864-S'de ve Yahya b. Zaid 256/870'de gibi Hz. Ali'nin taraftarlarınca çıkarılan birçok ciddi ayaklanmalara tanık oldu. Bu zorlanan şartlar altında Tayy kabilesinden güçlü bir kişi olan Ahmed b. Muhammed 269/882 yılında Kufe bölgesi ve onun Sevad' ına askeri ve mali yönetici olarak atandı. Aynı yılda Ahmed b. Muhammed, El-Haysam el-İcli ile Kufe Sevadında savaştı ve onu bozguna uğrattı. Ona ait olan malı mülkü her şeyi aldı. Bu isyanların ardından Sevad bölgesi siyasi ve ekonomik açıdan sarsıldı. Ahmed el-Tai idaresi altında Kufe Sevad'ında kargaşa durumuna engel olduğu için 271/884 yılında Kufe'den Mekke'ye giden kervan yolunun koruma sorumluluğu da verildi. Onun sorumluluğu her yıl 2520.000 dinar vergi vermek karşılığında valiliğini, Horasan ticaret yolu ve Bağdat çevresindeki bölgeler ilavesiyle artırıldı. Bu durum 281/894'de ölümüne kadar sürdü. Sevad bölgesinin askeri, mali, ve idari açıdan baskı altında tutulmuş olması Karmati isyanı için uygun bir zemin oluşmuştur. Karmati hareketi de el­ Tai'nin valiliği döneminde Kufe Savadındaki köylüler arasında ortaya çıktı. Kaynaklarda, Karmatilerin heretik olarak düşünülen faaliyetlerini rapor edilmemesine rağmen Karmati hareketi hakkında bilgi vermek amacıyla Bagdat'a gelen bir grup hakkında bilgi verilir. Gerçekten Ahmed el-Tai kurnaz bir şekilde onlar üzerine, yıllık her adam başı bir dinarlık vergi koydu. Koyulan bu vergi yüküyle büyük paralar topladı. Ta'i'nin yönetim tarzı büyük bir ihtimalle Sevad bölgesinin gelirini artırmak zorunda olduğu merkezi hükümetin ekonomik politikasını takip ediyordu.


ORTADOĞU'DA MARJİNAL BİR HAREKET: KARMATİLER

(Ortadoğu'da İlk Sosyalist Yapılanma)

Yrd. Doç. Dr. Abdullah EKİNCİ

Siyahkaya Barajı / Silopi / Şırnak