HÂFIZ:
Hıfz eden, ezberleyen. Râvileriyle (rivâyet
edenlerle) birlikte yüz bin hadîs-i şerîfi ezbere bilen hadîs âlimi.
Kur'ân-ı kerîmi ezberleyene hâfız denmez, kârî
denir. Bugün hadîs-i şerîfleri ezbere bilen bulunmadığı için, kârî yerine, yanlış
olarak hâfız denmektedir. (Muhammed
Tâhir)
Hâfız-ı Kur'ân:
Kur'ân-ı
kerîmi ezbere bilen.
İslâmiyet her tarafa yayılacaktır. Hattâ, İslâm
tâcirleri, ticâret için büyük denizlerde serbest yolculuk yapacaklar ve
gâzilerin atları başka memleketlere yayılacaktır. Sonra, hâfız-ı Kur'ân olan
kimseler çıkacak, benden daha iyi okuyan var mı? Benden daha çok bilen var mı?
diyeceklerdir. Cehennem'in odunları bunlardır. (Hadîs-i şerîf-Berîka)
Hâfız-ı Kur'ân pazarlık etmeden, Allah rızâsı için
hatm, cüz veya mevlid okursa, okutanın hediye ettiğini alması câiz olur. Îtirâz
ederse aldığı harâm olur. (Muhammed
Hâdimî)
HÂFIZA:
Hıfz etme (ezberleme) ve hatırda tutma kuvveti. His
organları ile duyulmayan fakat duyulanlardan çıkarılan mânâları saklayan mânevî
duygu merkezlerinden biri.
Hocam Vekî'e hâfızamın zayıflığından şikâyet ettim.
Günâhları terketmemi söyledi. (İmâm-ı
Şâfiî)
Az yemek yiyenin bedeni kuvvetli, kalbi nûrlu,
hâfızası kuvvetli olur. Geçimi kolay olur, işlerinde lezzet bulur. Allahü teâlâyı
çok anmış olur. Âhireti düşünür, ibâdetten aldığı lezzet her şeyde isâbeti
(doğruyu bulması) ve irşâdı (yol göstermesi) çok, ahirette hesâbı kolay olur. (Muhammed bin Kutbüddîn İznikî)
HAFÎ:
Gizli, kapalı.
1. Usûl-i fıkıh ilminde, mânâsı açık olduğu hâlde
söyleyenin maksadını ifâde etme husûsunda kapalı, gizli söz.
"Kâtil
mîrâsçı olamaz" hadîs-i şerîfinde kâtil lafzı hafîdir. Bu
kelimenin, kasten bilerek adam öldürenin mîrâsçı
olamıyacağı husûsunda mânâsı açık olduğu hâlde, hatâ ile öldürenin de bu hükmün
altına girip girmediği husûsunda kapalıdır. Bu kapalılık sebebiyle âlimler bu
konuda farklı hükümler bildirmişlerdir. (Serahsî)
Mâide sûresinin otuz sekizinci âyet-i kerîmesinde
hırsıza verilecek cezâdan bahsedilmektedir. Âyet-i kerîmedeki sârık (hırsız)
kelimesi hafîdir. Çünkü tarrâr (yankesici) ve nebbâşı (kefen soyucuyu) da
içerisine aldığı hususunda kapalıdır. Bunun için, âlimler, âyet-i kerîmede
hırsıza verilecek cezânın, yankesiciye de verileceğinde sözbirliği ettikleri
halde, kefen soyucu hakkında ihtilâf etmişler, farklı hükümler bildirmişlerdir.
(Serahsî, Molla Hüsrev)
2.
Tasavvufta âlem-i kebîrdeki beş latîfeden biri.
Kalb, rûh, sır, hafî ve ahfâ latîfelerinin
asılları, kökleri âlem-i kebîrdedir. İnsanın dışındaki varlıklara "âlem-i
kebîr" denir. (İmâm-ı Rabbânî)
Hafî Okumak:
Namazda sessiz okumak. İmâmın öğlen, ikindi ve üç
ve dört rek'atlı namazların üç ve dördüncü rek'atlarında sessiz okuması.
Hafî okunacak yerde cehrî (açık), cehrî okunacak
yerde hafî okunursa secde-i sehiv lâzım olur. (Halebî)
HAFÎF İKRÂH:
Şiddetli olmayan zorlama. Canın veya uzvun telefine
yol açmayan, yalnız acı ve eleme sebeb olacak derecedeki dövme ve hapsetme gibi
şeylerle yapılan zorlama.
Hafif ikrâh karşısında kalan kimsenin riyâ yâni gösteriş
yapması câiz değildir. (Muhammed Hâdimî)
HAFİF NECÂSET:
Eti yenen
dört ayaklı hayvanların bevli (idrarı) ve eti yenmeyen kuşların pisliği.
Hafif necâsetlerden bir uzva veya elbisenin bir
kısmına bulaşınca bu kısım veya uzvun dörtte biri kadarı namaza zarar vermez. (İbn-i Âbidîn)
HAFÎF-ÜL-HÂZ:
Zevcesi
(hanımı) ve çocuğu olmayan.
İki yüz
yılından sonra, sizin en iyiniz, hafîf-ül-hâz olandır. (Hadîs-i şerîf-Keşf-ül-Hafâ)
Hicretten (Resûlullah efendimizin Mekke'den
Medîne'ye göç etmesinden) iki yüz sene sonra gelenler arasında bulunan; Bişr-i
Hâfi, Bâyezîd-i Bistâmî ve Ebü'l-Hüseyn Nûrî gibi büyük âlimler hafîf-ül-hâz
idiler. (Saîdüddîn Fergânî)
HAHAM:
Yahûdî
din adamı.
Allahü
teâlâ âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki:
Ey îmân edenler! Muhakkak ki; hahamlardan ve râhiplerden
bir çoğu, bâtıl sebeplerle, insanların mallarını yerler ve onları Allah'ın
yolundan alıkorlar. Altını ve gümüşü yığıp ve biriktirip de onları Allah
yolunda harcamayanlara pek acıklı bir azâbı müjdele. (Tevbe sûresi: 34)
Allahü teâlâ Mûsâ aleyhisselâma Tevrât kitabını
(yazılı emirleri) verdiği gibi, bâzı ilimleri yâni sözlü emirleri de verdi.
Mûsâ aleyhisselâm bu ilimleri Hârûn ve Yûşâ (aleyhimesselâma) bildirdi. Bunlar
da kendilerinden sonra gelen peygamberlere bildirdiler. Bu bilgiler nesilden
nesile yâni hahamlardan hahamlara nakledildi. Bunlara zamanla yahûdîlerin
âdetleri, kânun müesseseleri,
hahamların bir mevzûdaki tartışmaları ve şahsî görüşleri de karıştırıldı. Böylece
hahamların şahsî görüş ve münâkaşalarını ifâde eden bilgiler yahûdî kitablarına
girdi. Yahûdî hahamlarından Akilos bunları topladı ve kısımlara ayırdı.
Talebesi haham Meir bunlara ilâveler yaparak basitleştirdi. Daha sonraki
hahamlar bu rivâyetlerin te'lifi (birleştirilmesi) ve toplanması için çeşitli
usûller ve şartlar koydular. Böylece pekçok rivâyetler ve kitaplar ortaya
çıktı. (Harputlu İshâk Efendi)
HÂİD:
Hayız
(âdet) gören kadın.
HÂİN:
Birine
kendini emin (güvenilir) tanıttıktan sonra o emniyeti, güveni bozacak iş yapan.
Eminin zıddı.
Cimriler, hîlekârlar (aldatıcılar), hâinler ve kötü huylu insanlar Cennet'e
giremezler. (Hadîs-i
şerîf-Sünen-i Tirmizî)
Ümmetim belki her günâhı işleyebilir ama, yalan
söyliyemez ve hâinlik yapamaz. (Hadîs-i şerîf-Kimyây-ı Seâdet)
Kibri, hâinliği ve kul borcu olmayan mü'min
hesabsız Cennet'e girecektir. (Hadîs-i şerîf-Berîka)
İki günahtan çok kork! Birisi emrinde olan
insanlara zulmetme! En büyük zulm, onların İslâm bilgilerini öğrenmelerine,
ibâdet yapmalarına mâni olmaktır. İkincisi din ve dünyâ yolunda hâin olma! Her
günahtan kork! Bir kimse, bir günah işlemek istese, fakat Allahü teâlâdan
korkarak ondan vazgeçse, Hak teâlâ o kimseye Cennet-i a'lâda bir köşk ihsân
eder.Bir müslüman sana zarar verirse sen ona iyilik et! Hiç kimsenin ayıblarını
yüzüne vurma. (Süleymân bin Cezâ)
HAK (El-Hakk):
1. Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel
isimlerinden). Vâcib-ül-vücûd yâni varlığı lâzım olan, hiç yok olmayan, dâimâ
var olan ve kendisinden başkası yaratmaya lâyık olmayan.
Kur'ân-ı
kerîmde meâlen buyruldu ki:
... Allah, Hak'dır. (Müşriklerin) Allahü teâlâdan başka taptıkları bâtıldır
(yok olucudur). (Hac sûresi: 62)
Her gün el-Hak ism-i şerîfini bin defâ söyliyenin
huyu ve ahlâkı güzelleşir. (Yûsuf
Nebhânî)
Hak şerleri hayr eyler,
Zannetme ki gayr eyler,
Mevlâ görelim
n'eyler,
N'eylerse güzel eyler.
(İbrâhim Hakkı Erzurûmî)
Aklın varsa ey kardeşim
Hakkı sevmek olsun işin
Aşk
tadını tatmıyanın
Kalbi temiz olmaz imiş.
(M. Sıddîk bin Saîd)
2. İslâmiyet.
Kur'ân-ı
kerîmde meâlen buyruldu ki:
Hak
gelince, bâtıl (şirk, puta tapmak) gider. Bâtıl, her zaman
gidicidir. (İsrâ sûresi: 81)
3.
Gerçek, doğru.
Kur'ân-ı
kerîmde meâlen buyruldu ki:
Cennet ehli
(Cennet'e girince) Cehennem ehline; "Biz Rabbimizin bize vâdettiğini (sevâbı)
hak
bulduk. Siz de Rabbimizin size vâdettiğini (azâbı) hak buldunuz mu? diye seslenir.
(Onlar da) evet derler. (A'râf
sûresi: 44)
Ölüm haktır, kabr haktır. Kabirde, Münker ve Nekir
denilen iki meleğin meyyite (ölüye) suâl sorması haktır. Haşr (kabrden kalkıp Arasât
meydanında hesâb vermek için toplanmak) haktır. Neşr haktır. Dünyâda yapılan
amellerin işlerin hesâbını vermek haktır. Amellerin tartılması haktır. Cehennem
üzerinde bulunan ve üzerinden geçilecek, Sırat denilen köprü haktır. Cennet'in
mü'minler (inananlar) için, Cehennem'in de kâfirler için olduğu haktır. (Nesefî)
4.
Alacak.
Bir kimse, peygamberlerin alâ nebiyyinâ ve
aleyhimüssalevâtü vesselâm yaptığı ibâdetleri yapsa, fakat üzerinde başkasının
bir kuruş hakkı bulunsa, bu bir kuruşu ödemedikçe, Cennet'e giremeyeceği
bildirilmiştir. (İmâm-ı Rabbânî)
5. Pay,
hisse.
Bâyi' (satıcı)den başka bir kimsenin hakkı bulunan
bir malın satılması, o kimsenin izin vermesine bağlıdır. Yâni izin vermezse
müşteri (alıcı) o mala mâlik, sâhib olamaz. (İbn-i
Âbidîn)
6. Hâtır,
hürmet.
Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem; "Allahümme
innî es'elüke bilhakkıssâ'ilîne aleyke" yâni; "Yâ Rabbî!
Senden isteyip de verdiğin kimselerin hakkı için, senden istiyorum, derdi
ve böyle duâ ediniz!" buyururdu. (İbn-i
Mâce)
Yâ ilâhî ol Muhammed hakkı çün
Ol şefâat kânı Ahmed hakkı çün
Biz âsî mücrim kulları
Yarlığayûb günâhlardan berî
Kabrimiz îmân ile pür nûr kıl
Mûnis-i gılmân ile hem hûr kıl.
(Süleymân Çelebi)
7)
İnsanın yapması lâzım gelen şey.
Müslümanın müslüman üzerine beş hakkı vardır:
Selâmına cevap vermek, hastalığında arayıp sormak, cenâzesinde bulunmak,
dâvetine gitmek, aksırıp elhamdülillah deyince, yerhamükellah diye karşılık
vermek. (Hadîs-i şerîf-Buhârî, Müslim)
Hak Teâlâ:
Yüce
Allah. Allah celle celâlühü.
Hak teâlâ, intikâmın kul eli ile
alır
İlm-i hâli bilmiyenler, onu kul
yaptı sanır.
(M. Sıddîk bin Saîd)
Hakk-ul-Yakîn:
Bir şeyin hakîkatine kavuşma,
mâhiyetine erişme, bulma, tatma. Allahü teâlânın beğendiği ahlâk ile ahlâklanıp,
kalb gözünün açılması ve mânevî perdelerin kaldırılması neticesinde elde edilen
kesin ilim, bilgi.
Evliyânın çoğu, ancak öldükten sonra hakk-ul-yakîn
makâmına varmaktadır. Bu dünyâ hayâtında hayâlden kurtulmak imkânsızdır.
Evliyânın büyüklerinden, pek az seçilmişleri, bu dünyâ hayâtında iken, bu devlete
erdirmekle şereflendirirler. Dünyâda oldukları hâlde, bilgilerine hayal
karışmaz. (İmâm-ı Rabbânî)
İlmi ve ameli şerîat gösterir. İlmin ve amelin rûhu
ve kökü gibi olan ihlâsı (her şeyi Allah için yapabilmeyi) elde etmek için tasavvuf
yolunda ilerlemek lâzımdır. Güçlükle ve çalışarak ele geçen ihlâs devamlı
olmaz. Sonra kalbe nefsin arzuları gelir. Zahmet çekmeden ele geçen ihlâs
devamlıdır. Zahmet çekerek elde edilen, devâmsız ihlâsın sâhiplerine muhlis denir.
Devâmlı ihlâs sâhiplerine muhlas denir. Muhlas olana ibâdet yapmak, tatlı ve
kolay olur. Çünkü bunlarda nefislerinin arzusu ve şeytanın vesvesesi
kalmamıştır. Böyle bir ihlâs, insanın kalbine ancak bir velînin kalbinden
gelir. Bu ihlâs ile insan hakk-ul-yakîn mertebesine kavuşur. (İmâm-ı Rabbânî)
HAKEM (El-Hakem):
1. İki tarafın, hükmüne rızâ göstermek için
seçtikleri kimse. Haklı ile haksızın ayrılmasında aracılık eden kimse.
Resûlullah efendimiz otuz beş yaşındayken yağmur ve
seller Kâbe'nin duvarlarını iyice yıpratmıştı. Bu sebeble Kureyş kabîlesi
Kâbe'yi yeniden inşâ eyledi. Ancak kabîleler, Hacer-ül-Esved'i yerine koymak
husûsunda anlaşamadılar. Aralarında neredeyse savaş çıkacaktı. Bunun üzerine yaşlı
bir zât; "Ey Kureyş topluluğu! Anlaşamadığınız iş hakkında hüküm vermek
üzere, şu kapıdan ilk girecek zâtı aranızda hakem yapın" diyerek, Benî
Şeybe kapısını gösterdi. Orada bulunanlar teklifi kabûl ettiler. Nihâyet kapıdan;
doğruluğunu, üstün ahlâkını her zaman taktîr ettikleri ve el-Emîn (Güvenilir,
itimada layık) dedikleri Muhammed aleyhisselâmın geldiğini gördüler ve O'na
durumu anlattılar. Peygamber efendimiz yere bir örtü serip Hacer-ül-Esved'i
üzerine koydu. Sonra her kabîleden bir kişiye bir ucundan tutturup taşı
konulacağı yere kadar kaldırttı ve kucaklayıp yerine koydu. Böylece çıkmak
üzere olan çarpışmanın önüne geçerek herkesi memnun etti. (İbn-i Hişâm)
2. Allahü
teâlânın Esmâ-i hüsnâsından; hükmedici, hak ile bâtılı ayırıcı.
HAKÎKAT:
1. Bir
lafzın (sözün) asıl mânâsı.
Aslan denilince, bilinen yırtıcı hayvan kastedilir,
bu mânâda kullanılırsa, hakikat olur, cesur insan mânâsında kullanılırsa, mecâz
yâni hakîkî mânâsının dışında kullanılmış olur. (Molla Hüsrev)
2.
Gerçek.
Fizik ve kimyâ reaksiyonlarında maddenin yok olmadığı
bugün kesin olarak bilinmektedir. Lavoisier adındaki Fransız kimyâgeri;
"Kimyâ tepkimelerinde, madde gayb olmaz ve yoktan meydana gelmez."
hakîkatini tecrübe ile isbat etmiş ise de, her şeyin kimyâ tepkimesi, kimyâ kânunu
ile yapıldığını zan ederek; "Tabiatta bir şey yaratılmaz ve hiçbir şey yok
edilemez" demiştir. Bugün, yeni keşf edilen çekirdek olayları, nükleer
reaksiyonlar, maddenin enerjiye döndüğünü, yok olduğunu, Lavoisier'in aldanmış
olduğunu göstermektedir. (M. Sıddîk bin
Saîd)
Alan sensin veren sensin kılan
sen,
Ne verdinse odur dahi nemiz var.
Hakîkat üzre anlayıp bilen sen,
Ne verdinse odur dahi nemiz var.
(Azîz Mahmûd Hüdâyî)
3.
Kötülüklerin
kalbden tekellüfsüzce, zorlanmadan gitmesinin gerçekleşmesi, fenâ (Allahü
teâlâdan başka her şeyi unutma) mertebesi.
Tarîkat ve hakîkatten maksat, ihlâsı (her şeyi
Allahü teâlânın rızâsı için yapma hâlini) elde etmektir. (İmâm-ı Rabbânî)
Şerîatin (dînin) emirlerini yapmak, tarîkatin ve
hakîkatin hâllerine kavuşmak, hep nefsin tezkiyesi, yâni temizlenmesi ve kalbin
tasfiyesi yâni parlaması içindir. Nefs temizlenmedikçe ve kalb Allahü teâlâdan
başkasının sevgisinden selâmet bulmadıkça, kurtulmadıkça hakîkî îmân hâsıl
olmaz, ele geçmez. Felâketlerden, azâblardan kurtulmak için, hakîkî îmâna
kavuşmak lâzımdır. (İmâm-ı Rabbânî)
4. Mâhiyet.
Kur'ân-ı kerîmde bulunan bilgiler üç kısımdır: Bir
kısmını, hiçbir kuluna bildirmemiştir. Zâtının ve sıfatlarının hakîkati ve
gaybden haber vermek böyledir. İkinci kısım, yalnız peygamberlerine bildirdiği
esrâr (sırlar)dır. Üçüncü kısım bilgileri, peygamberine bildirmiş ve bütün
ümmetine bildirmesini emretmiştir. (Hâdimî)
Hakîkat-i Câmia:
Toplayıcı
hakîkat. Tasavvufta kalb.
İnsan, âlem-i kebîrde yâni insan dışında bulunan her
şeyi kendinde topladığı için, mahlûkların en kıymetlisi olduğu gibi, hakîkat-ı
câmia olan kalb de Âlem-i sagîrdeki yâni insanda bulunan her şeyi kendinde
topladığı için çok kıymetlidir. (Ahmed
Fârûkî Serhendî)
İnsan çeşit çeşit şeylere bağlı kaldıkça, kalbi temizlenemez.
Pis kaldıkça seâdetten, mutluluktan mahrûmdur, uzaktır. Hakîkat-ı câmia denilen
kalbin Allahü teâlâdan başka şeyleri sevmesi, onu karartır, paslandırır. Bu
pası temizlemek lâzımdır. Temizleyicilerin en iyisi, sünnet-i seniyye-i
Mustafaviyyeye (Peygamber efendimizin bildirdiklerine) uymaktır. Sünnet-i
seniyyeye tâbi olmak, uymak, nefsin âdetlerini (alışkanlıklarını), kalbi
karartan isteklerini yok eder. (Ahmed
Fârûkî)
HAKÎM (El-Hakîm):
1. Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden).
Hikmet sâhibi, ilmi kâmil, işi güzel, uygun işler yaratıcı ve kullar arasında
hükmedici.
Allahü
teâlâ âyet-i kerîmelerde meâlen buyurdu ki:
Allahü
teâlâ hakkıyla bilendir ve Hakîmdir. (Hucurât sûresi: 8)
Biz hiçbir peygamberi kendi kavminin dilinden başkasıyla
göndermedik ki emr olunduklarını onlara apaçık anlatsın. Artık Allah kimi dilerse
saptırır, kimi de dilerse doğru yola götürür. O, her şeye gâlibdir ve hakîmdir (İbrâhim sûresi: 4)
Günâhtan kaçmaya kuvvet, ibâdet yapmaya kudret,
ancak azîz ve hakîm olan Allahü teâlânın yardımı iledir. (Hadîs-i şerîf-Müsned-i Ahmed
bin Hanbel)
Allahü teâlâ kullarına yapabilecekleri şeyleri
emretmiştir. Nitekim Nisâ sûresi yirmi sekizinci âyetinde meâlen; "Allah
(ü teâlâ) size emirlerinin kolay, hafîf olmasını diledi (istedi). Çünkü
insanlar zayıf olarak yaratılmıştır" buyurmaktadır. Allahü teâlâ
hakîmdir; her şeyi yerinde uygun olarak yapar. Raûftur, acımaya lâyık
olmayanlara da acıyıcıdır. Rahîmdir, âhirette sevdiklerine yâni nîmetine
şükreden mü'minlere Cennet'i ihsân edicidir. (İmâm-ı Rabbânî)
El-Hakîm
ism-i şerîfini söyliyen, hikmete kavuşur ve kendisine gizli mânâlar açılır. Geceleyin abdest alıp büyük bir teslimiyetle el-Hakîm ism-i
şerîfini söyliyenin kalbini Allahü teâlâ mânevî sırlar hazînesi yapar. (Yûsuf Nebhânî)
2.Hikmet
ehli. Din bilgilerini fen bilgileri ile isbât eden âlim.
HÂKİM:
Haklı ve
haksızı ayırıp, hak ve adâlet üzere hükmeden, karar veren.
Hak ve adâlet üzere bir gün hâkimlik yapmayı, bir
sene devamlı gazâ etmekten (Allah
yolunda harb etmekten) daha çok severim. (Hadîs-i şerîf-Berîka)
Hâkim-i Mutlak:
Tam ve
gerçek hükmedici olan Allahü teâlâ.
Akıllı o kimsedir ki, nefsine hâkim olur da ölüm
sonrası için hazırlanır. Âciz ve ahmak olan o kimsedir ki, nefsinin yularını
salıverir ve Hâkim-i mutlak (olan) Allahü teâlâya karşı boş ümitlere kapılır. (İmâm-ı Rabbânî)
HÂKKA SÛRESİ:
Kur'ân-ı
kerîmin altmış dokuzuncu sûresi.
Hâkka sûresi Mekke'de nâzil oldu (indi). Elli iki
âyet-i kerîmedir. İlk âyet-i kerîmede geçen el-Hâkka kelimesi sûreye isim
olmuştur. Sûrede, Kur'ân-ı kerîmin doğruluğu ve Allahü teâlânın kelâmı olduğu
açıklanmakta, kıyâmet ve kıyâmetin vukûu sırasında meydana gelecek şiddetli
hâdiselerle, eski kavimler ve onların taşkınlık ve bozgunculukları
bildirilmektedir. (Râzî, Ebüssü'ûd,
Taberî)
Allahü
teâlâ Hâkka sûresinde meâlen buyuruyor ki:
Sûra bir kerre üfürülünce, yeryüzü ve dağlar
yerlerinden kaldırılıp, silkilecektir. O gün kıyâmet kopacak, gök yarılacak ve
dağılacaktır. (Âyet: 13-15)
Kim Hâkka sûresini okursa, Allahü teâlâ onun
hesâbını kolay eyler. (Hadîs-i şerîf-Kâdı Beydâvî Tefsîri)